Biri, Hiçbiri, Binlercesi - Luigi Pirandello Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Biri, Hiçbiri, Binlercesi kimin eseri? Biri, Hiçbiri, Binlercesi kitabının yazarı kimdir? Biri, Hiçbiri, Binlercesi konusu ve anafikri nedir? Biri, Hiçbiri, Binlercesi kitabı ne anlatıyor? Biri, Hiçbiri, Binlercesi PDF indirme linki var mı? Biri, Hiçbiri, Binlercesi kitabının yazarı Luigi Pirandello kimdir? İşte Biri, Hiçbiri, Binlercesi kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Luigi Pirandello
Çevirmen: Nazlı Birgen
Çevirmen: Birgül Göker Perdisa
Orijinal Adı: Uno, Nessuno e Centomila
Yayın Evi: Aylak Adam Yayınları
İSBN: 9786059115070
Sayfa Sayısı: 167
Biri, Hiçbiri, Binlercesi Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Tüm eserlerinde olduğu gibi bu eserinde de Pirandello, insanın varoluşu ve kimliği üzerine eğiliyor. Halim selim bir adam olan "Vitangelo Moscarda"nın tüm hayatı, karısının bir gün kendisine sorduğu ve burnun eğriliğinden dem vurduğu o basit soruyla altüst olur. Kendisinden başlayarak tüm yaşamını acımasızca sorgular ve kendini yeniden bulmak için kendini parçalara bölmeyi öğrenir. Moscarda kimdir, kendi gördüğü mü yoksa başkalarının gördüğü mü? Kişilik bölünmesinin acımasızca ve mizahi bir dille işlendiği eser, ölümsüz bir de edebi kahraman da yaratır, "Vitangelo Moscarda." Ve o kahraman bize şu soruyu sorar, "İnsan bir midir, hiç midir yoksa binlerce midir?"
Yalnızlık asla sizi de kapsamaz; sizi daima dışarıda bırakır ve sadece çevrenizde yabancı birinin var olmasıyla mümkündür: Nerede ve kiminle olursanız olun, tamamıyla yok sayılmalı ve siz de etrafınızdakileri tamamıyla yok saymalısınız ki arzu ve duygularınız kaygı verici bir belirsizlik içinde yitik, havada öylece asılı kalabilsin ve kendinizi kanıtlama arzunuz tamamen ortada kalkarken, bilincinizin içtenliği de yok olsun. Sadece kendisinin yaşadığı, sizinse var olduğuna dair en ufak bir iz veya sese rastlayamayacağınız bir yerdedir gerçek yalnızlık ve nitekim orada yabancı olan da sizsinizdir."
Biri, Hiçbiri, Binlercesi Alıntıları - Sözleri
- Ya sizin için dostlarım, yalnız kalmak ne ifade ediyor?
- Yalnızlık her zaman size dair bir durum değildir,bazen de sizsiz olma halidir.Ve sadece kendinizi bir yabancı gibi hissedebiliyorsanız mümkündür bu.
- Allah'ınızı severseniz beni bir odaya kapatıp kulağıma iki tane mantar tıkayın.
- Yaşasın delilik!
- Ne mutlu kanatları olup kaçabilenlere !
- Başkalarının bende birini gördüğü ama o birinin de benim tanımadığım bir ben olduğu; başkalarının ancak bana ait olmayan gözlerle bana dışarıdan bakmak suretiyle tanıyabildikleri, görebildikleri o birisine, benim içimde ve onlara göre "benim" görüntüm olduğu halde (o halde "benim" dediğim, aslında benim için değildi!) bana daima yabancı kalacak bir görüntü atfedecekleri; bu hayatın, onlara göre benim olan bu hayatın içine giremeyeceğim düşüncesi, bana adeta işkence ediyordu.
- .. ruhum dünyalarla ya da çakıl taşlarıyla dolu..
- " İzi hep kalır, dostum, kazıtsan bile."
- ...Delice şeyleri yalnız telaffuz etmek değil, bizzat delilik yapmak geliyordu içimden; evet, delilik yapmak diyorum, sokaklarda yuvarlanmak ya da dans edercesine adımlarla oradan oraya sıçramak, bir şuraya göz kırpmak, bir buraya dil çıkarıp gördüklerimle alay etmek . ..
- Asıl sorun ne biliyor musunuz? Söylediklerinizin benim içimde neye dönüştüğünü, onları nasıl içselleştirdiğimi ne siz bileceksiniz sevgili dostum ne de ben size anlatabileceğim.
- Yaptıklarınızın ağırlığını üzerinizde ve çevrenizde yoğun, solunması güç bir hava gibi hisseder, o eylemlerin sorumluluğunu ve istemediğiniz ya da öngörmediğiniz sonuçlarını da üstlenmek durumunda kalırsınız. Ve ne kadar uğraşırsanız uğraşın, bir daha da yakanızı kurtaramazsınız.
- Yaşıyorum, üstelik de bütünlüğümden bir şey kaybetmeden; fakat kendi içimde değil, dışarıdaki her şeyin içindeyim artık.
- Kendime dokunurken, ellerimi ovuştururken, "ben" diyordum, evet; ama kime diyordum bunu? Kimin için? Yalnızdım. Koskoca dünyada yapayalnız, bir başıma. Şu anda beni saçlarımın dibine dek titreten bu ürpertide sonsuzluğu, bu sonsuz yalnızlığın soğukluğunu duyumsuyordum.
- İçimdeki delilik bilinci taptaze ve berraktı, dostlar; bir nisan sabahı gibi taptaze ve berrak, bir ayna gibi parlak ve kusursuzdu.
- İntiharı düşünen birisi, neden kendisi için değil de başkaları için ölü olduğunu hayal eder?
Biri, Hiçbiri, Binlercesi İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Bir Nobel için nelere katlanabilirdin? Bugüne kadar çeşitli dallarda Nobel ödülü almış herkesin vereceği cevap birbirinden farklı olsa da sanırım ortak sonuç aynı olurdu: Nobel için yapmadım ki… [Nobel’in siyasi gerekçelerini az çok bilen bir kulum, dipçe dü(ş)eyim burada] Bazen hayat öyle bir işler ki (kader mi demeliydik yoksa) başka yolunuz yoktur. Pirandello da öyle insanlardan zannımca. Aslında pek çoğumuzla kıyaslarsak doğduğunda şanslı olduğunu söyleyebiliriz onun. Ama hayat/bazılarınızca kader işte… Düşünsenize varlıklı bir ailede doğmuşsunuz, istediğiniz gibi okumuş ve hayatınızı tek tutkunuz olan edebiyata adamışsınız. Sevdiğiniz bir eşiniz ve dünya güzeli iki çocuğunuz var. Sonra gelen bir sel baskını ile sahip olduğunuz her şey elinizden alınıyor (Düşünebilenler/yaşayabilenler şu an burada olmasa gerek ) Üstelik bu acı üzerine sevdiğiniz, belki elinizde kalan tek şeyiniz, eşiniz felç geçiriyor ve aklını da yitirerek artık bir başka “şey”e dönüşüyor… Düşünemezsiniz… İntiharı düşünmüş Pirandello… Ama sevgili pos bıyıklım diyor ya “Seni öldürmeyen şey güçlendirir.” Ayağa kalkmış üstünü silkeleyerek… Bakması gereken bir eşi varmış. Pirandello'ya baktığında artık onu gerçekten tanımayan… Sizi hiç gerçekten göremeyeceğini bile bile birini beklediniz mi hiç? O beklemiş. Hatta beklerken hissettiklerini de yazmış (Hayır, bu kitap değil. kitap/mattia-pascal-sahiden-yasadi-mi-yasamadi-mi--45580) Gittikçe aşırı kıskanç ve şüpheci olan, hatta saldırganlaşan bir eşe baktınız mı hiç? O bakmış… Kendisine düşmanca bakan birine ilgiyle bakmak… Ben de düşünemedim şimdi… Tüm bunları niye anlatıyorum? Evet, hepsinin kitapla bir ilgisi var. Kitabın hikâyesi (bence) tam da burada başlıyor… Bir gün bu romanın kahramanına sevgili eşi “Burnuna mı bakıyorsun aynada?” diye soruyor. “Sağa doğru çarpık da…” O güne kadar bunu fark etmeyen kahramanımız, kendini sorgulama ile başlayan bu süreci güzel bir delilikle tamamlıyor… Peki, sevgili Moscarda’yı bir temiz deliliğe sürükleyen süreç nasıl? Kitaba adını veren de tam bu aslında… -Bu noktadan sonra tüm sesler çarpışacak. Buraya kadar okuduysanız sonrasını okumasanız da olur.- Aynaya baktığımızda, bir başkası bize baktığında, kendi içimize döndüğümüzde kiminle karşılaşacağız orada? Bir anne ve babanın isteğiyle geliyoruz dünyaya. Kim ve nasıl olacağımızın önemi yok o noktada. Türü devam ettirdik ya (Bizim dışımızda bile istekli/isteksiz diye ayrılabilir bu süreçte.) Bizi ilk gören gözler bize ne gibi bir kimlik yüklüyor? Biz kimiz onlar için? (Bir ses: Kadın alışık değildi esmer, kapkara gözleri ve kapkara saçlarıyla doğan bir bebeğe, onun ailesinde herkes pamuk gibi doğmuştu ama bu kız bebek kendine benzemiyordu. “Yazık, dedi, ne kadar çirkin bir kız…”) (Başka bir ses: Bir kızım oldu çok şükür. Adını kız doğarsa … koyacaktım, adı ezanla okunsun kulağına… -adın kader olduğunu bilmiyordu kimse o dönemlerde-…) (Daha başka bir ses: Oh be, babaanne oldum hem de kız oldu, bir kızı nasıl özlemişim üç zor erkek evlattan sonra) Moscarda “Nasıl ya?” diye sordu kendine, “Benim burnum sağa mı çarpık?” Gerçekten de biraz sağa eğikti. O, bunu nasıl fark etmemişti? “Ben aynaya baktığımda bunu görmemiştim ama benim karım beni öyle görüyor.” Karısının gözünde burnu sağa çarpık bir adam… Çevresinin gözünde o güne kadar babasının servetini yemiş, rahat bir adam… Tefecinin oğlu diyorlar ona… Daha başkalarının gözünde? Herkesin gözünde farklı bir Moscarda var, onun nasıl yaklaştığı ve kişilere nasıl davrandığıyla ilgili önce bir, sonra binlerce Moscarda… Baktığınız ayna bir anda binlerce parçaya bölünse? Aynada binlerce Moscarda olur değil mi? Ama hepsi de yarım, asla bütün değil… Hep kırık dökük… (Bir ses geçirdi içinden: Aynaya baktığımda bu kim, dediğim zamanlar düştü aklıma. Sahi bu kim? Bana anlık bakan ama benim tanımadığım, yabancı kaldığım… burada aklına bir şarkı düşer, eski bir şarkı… Konuyla ilgisi yoktur ve aslında aynaya bakarken düş(ün)memiştir bunu ama düş/müştür bir zaman aklına https://www.youtube.com/watch?v=o2EgM4JGWxY ) “kendimin yaşamın içinde bir adam olduğuma inanmıştım. Bir adam, hepsi bu. Yaşayan. Sanki her bakımdan kendimi kendim yapmışım gibi. Ama tıpkı şu bedenimi kendim yapmadığım gibi, tıpkı bu adı kendime kendim vermediğim gibi, dünyaya kendi istemim olmaksızın getirildiğim gibi, kendi istemim olmaksızın birçok şey gelmişti başıma, içimde, çevremde, başkaları tarafından; birçok başka şey başkalarınca yapılmıştı, başkalarınca verilmişti bana, gerçekte hiç düşünmediğim, hiçbir imge vermediğim başkalarınca, tuhaf, düşmanca bir imge, şimdi bu imgeyle saldırıyorlardı üstüme.” (s.77) “Ben aslında yoğum” cümlesini çınladı bir ses… (Bir başka zamanda tam da bu kitapla tanışırken şöyle bir diyalog geçmiş olabilir iki yabancı arasında) -Burada bir doğum leken var. -Nasıl yani? -İşte herkesin görebileceği bir yerde, bir doğum leken var. -Ama ben görmemiştim sen söyleyene kadar… -Nasıl görmezsin? Hadi, sen görmedin, annende mi görmedi? -Hayır. Biz biri idik, herkese göre ve bu yüzden binlerce parçaya bölündük. Binlerce bölünmek demek belki de hiçbiri olmak demektir… Bir bütün’ü hak ediyorsunuz hepiniz… Yine bir pos bıyıklı en sevdiğim cümleyi haykırıyor burada: Ne çok asker gördüm, savaşçı da görseydim keşke… “Ruhumun kendine özgü bir adı bile yoktu, ne de bir medenî durumu: bir iç dünyası vardı yalnızca; bense her defasında içimde ve çevremde gördüğüm tüm şeyleri adımla damgalamıyordum, aslında onu hiç düşünmüyordum. İyi, güzel de başkaları için, içimde taşıdığım, bütüncül, bölünmemiş, gene de çeşitli dünya değildim ben. Tersine, dışarıda, onların dünyasında, Moscarda adında -kopuk- biriydim, benim olmayan gerçekliğin küçük, belirli bir yanı, kendi dışımda başkalarının gerçekliğine dâhil, adına Moscarda denen.” (s.74) (Tubistan)
Biri, Hiçbiri, Binlercesi, baş karakter Moscarda’nın, bir sabah eşinin burnunun yamuk olduğunu söylemesi üzerine, kendi fiziksel görünümü ile ilgili adeta bir uyanış yaşamasıyla başlıyor. Varoluşsal meselelere çok yaratıcı bir noktadan giriş yapan Pirandello, bu ilginç kurguyla muazzam bir benlik ve kimlik sorgulaması çıkarmış ortaya. Eserin ilk yarısı adeta deneme denebilecek bir tarzda; bu kısımda, nerdeyse tamamen baş karakterimizin hezeyanları üzerinden Pirandello’nun tezini ve fikirlerini okuyoruz. İkinci yarıda ise, baş karakterimizin fikirlerini uygulamaya geçirmesiyle beraber eserin kurgusal kısmını okuyoruz. Özünde varoluşsal sancıları irdelemesine rağmen, Pirandello dertlerini bireysel düzlemle sınırlı tutmamış; din, kilise, toplumun çarpık algısı gibi konularda da eleştirilerini paylaşarak toplumsal bir düzlem de dahil etmiş kitaba -ki bu çok hoşuma gitti. Gerek tespitleri gerekse kurgusuyla çok ama çok beğendiğim bir kitap oldu. Bence mutlaka okunmalı. (İpek Dadakçı)
Luigi Pirandello Nobel ödüllü bir yazar.1925-1926 yılları arasında bir dergide yayımlanan Biri, Hiçbiri, Binlercesi yazarın en iyi romanı olarak biliniyor. Romanın başkarakteri Vitangelo Moscarda (eşinin seslendiği isim (Gengè)bir gün burnu sızladığı için ayna karşısında burnunu incelerken, eşi Dida'nın ne yaptığını sorması ve " Ben de burnunun yamukluğuna bakıyorsun sandım" demesiyle birlikte, bedeninin başka kusurları olduğunu da fark eder. Gengè, bedeniyle ilgili kusurları fark ettikçe, kendisi için farklı, eşi için farklı bir Gengè olduğunu kavrar. Moscarda, sorgulamayı bedeninden, aile ilişkilerine, iş hayatına, dostluklarına doğru kaydırır. Pirandello, Moscarda'nın kimlik bunalımını, belirsizlik ve görecelik kavramları çerçevesinde ele alır. Moscarda, kendisini tanıdıkça, kendisine yabancılaşır, yabancılaştıkça da kendini daha iyi tanır. Şüphecilik ve saldırganlık da eşlik eder bu paradoksta Moscarda'ya. Biri, Hiçbiri, Binlercesi, çok çok beğendiğim, ilgiyle okuduğum bir kitap oldu. (Özlem Akbaş)
Biri, Hiçbiri, Binlercesi PDF indirme linki var mı?
Luigi Pirandello - Biri, Hiçbiri, Binlercesi kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Biri, Hiçbiri, Binlercesi PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Luigi Pirandello Kimdir?
Luigi Pirandello (28 Haziran 1867 -10 Aralık 1936), İtalyan yazar. Özellikle oyun yazarı olarak tanınmıştır. Roman ve kısa hikâyeleri de vardır. 1934Nobel Edebiyat Ödülü sahibidir.
Yaşamı
Luigi Pirandello, 1867'de Sicilya'nın güneyindeki Agrigento şehrinde doğdu, 1936'da Roma'da yaşamını yitirdi. Arkasında büyük bir sanatçı olarak ün bıraktı. Ölümünden iki yıl önce Nobel Edebiyat Ödülü'nü almıştı. Bütün dünyada başarı ve ün kazanmıştı ama, oldukça geç ve sıkıntılarla dolu güç bir yaşamdan sonra.
Varlıklı bir ailenin çocuğu olan Pirandello, Palermo'da okuduktan sonra Bonn Üniversitesi'ni de bitirip Roma'ya yerleşti. Yalnızca edebiyat ile uğraşmaktaydı. 1893'te ilk önemli yapıtı Marta Ajala'yı yazdı. Bu eser, 1901'de L'Esclusa adı ile yayımlandı. 1894'te ise ilk kısa hikâye kitabını yayımladı. Aynı yıl evlendi ve evlilik hayatı ile birlikte edebiyat çalışmaları arttı. Bu arada ardı ardına bir oğlan bir kız çocuğu sahibi oldu. 19. yüzyıl sonu ve 20.yüzyıl başı Piradello için büyük bir yazınsal verimlilik dönemi idi. Ne var ki 1903 yılında babasının işinin bozulması üzerine aile bütün varlığını yitirdi. Hem babasının tüm servetini yatırdığı hem de eşinin çeyizini yatırdıkları kükürt yatakları bir sel baskını ile yok olmuştu. Felaketi öğrendiği anda eşi Antonietta yarı-felç geçirdi ve yaşadığı psikolojik şok nedeniyle akli dengesi tedavi edilemez ölçüde sarsıldı. Pirandello, başlangıçta intiharı bile düşündüyse de zamanla durumu kabullendi ve öğretmenlik yapmaya başladı. İşte geçen günlerin ardından hasta eşinin başının beklediği geceler boyu Il Fu Mattia Pascal adlı yapıtı yazdı. Bu eser, o günleri anlatan otobiyografik öğeler taşır ve kısa sürede büyük başarı kazanarak Almanca'ya çevrilmiştir. Gün geçtikçe Pirandello'nun bir yazar olarak ünü ve başarısı artımış, öte yandan özel yaşamı gittikçe aşırı kıskanç ve şüpheci olan, hatta saldırganlaşan karısı yüzünden zorlaşmıştır.
İtalya'nın I. Dünya Savaşı'nı girmesi üzerine oğlu da savaşa katıldı ve Avusturyalılar'a esir düştü. 1917'den itibaren önemli tiyatro eserlerini yazmaya başlayan yazar, 1919'da eşini akıl hastanesine yatırmak zorunda kaldı ancak daha sonra onu hastaneye yatırdığı için büyük acı duyarak evde bakmak istedi ama Antoniette hem hapishanesi hem sığınağı olan hastaneyi terketmedi.
Pirandello 1925'te Mussolini'nin desteği ile Roma Sanat Tiyatrosu'nun sanat yönetmeni oldu. Bu destek ona dünya çapında ün ve dünya turu yapma olanağı getirdi.
1925-1926 yılları arasında son ve en önemli romanı olan "Uno, nessuno e centomila" 'yı (Bir, Hiçkimse ve Yüz Bin) yazdı.
1934 yılında Nobel Edebiyat Ödülü'nü aldıktan 2 yıl sonra 10 Aralık 1936 günü Roma'daki evinde tek başına iken hayatını kaybetti.
Luigi Pirandello Kitapları - Eserleri
- Biri, Hiçbiri, Binlercesi
- Gölge Adam
- Sırasını Bekleyenler
- Üç Kısa Oyun
- Ağzı Çiçekli Adam
- Dışlanmış Kadın
- Aydaki At
- Toplu Oyunları 1
- Yeni Elbise
- Size Öyle Geliyorsa Öyledir
- Çıplakları Giydirmek
- Siyah Şal
- Çıplak Hayat
- Liola' Köyün Çapkını
- IV. Henry
- Altı Şahıs Yazarını Arıyor
- Oyunun Kuralları
- Karımın Kocası
- Seçme Hikayeler
- Loveless Love
- Güneş ve Gölge
Luigi Pirandello Alıntıları - Sözleri
- Payına ızdırap düşmüş olması beni üzmüştü. (Aydaki At)
- Hayata kapılarını kapatamaz ve acıya nöbet tutturamazdı . (Çıplak Hayat)
- " Kadınlar hoşa gitmek isteği duymadan yaşayamazlar. " (Çıplak Hayat)
- "Sizden de, sebebini anlayamadığım şüphelerinizden de iğrendim." (Gölge Adam)
- "Bilseniz ne çok çalışır düşlemim, nasıl çalışır! nerelere kadar girerim!" (Ağzı Çiçekli Adam)
- Vatan bizi o yaştayken çağırsaydı eğer, söyleyin hadi, onun için savaşa gitmek, babamızdan annemizden, daha üstün olmaz mıydı bizim için? Biz şimdi elli altmış yaşlarındayız muhterem efendi ve evet, vatanımız var tabi ama içimizde vatandan öte, kendi çocuklarımıza duyduğumuz sevgi elbette ki daha güçlüdür. İçimizden hangimiz, yapabilseydi eğer kendi öz oğlunun yerine savaşa katılmazdı ki? (Yeni Elbise)
- " Hayat, yaşamaya devam edenin, ölüm, zamanı gelenindi." (Çıplak Hayat)
- "Çünkü sevgili bayım,nelerden yapıldığını bilmiyorum ama, var, var, şurada boğazımızda duyuyoruz bir yumruk gibi, hiçbir zaman hoşnut edilmeyen, edilemeyen yaşamı, çünkü yaşadığımız biçimiyle, kendine karşı öyle susuzdur ki, tadılmaya bırakmaz." (Ağzı Çiçekli Adam)
- Bu insanların tümü kıskanç. (Liola' Köyün Çapkını)
- Arayan ya belasını ya Tanrısını bulur. (Liola' Köyün Çapkını)
- Ama bilindiği gibi insanoğlu elindekilerle yetinmez. (Siyah Şal)
- Ben neydim ki? Şimdi neysem o: Yoksulun biri... (Toplu Oyunları 1)
- "Her şey bir anda oluyor. İnsan çıldırabilir." (Size Öyle Geliyorsa Öyledir)
- Yaşıyorum, üstelik de bütünlüğümden bir şey kaybetmeden; fakat kendi içimde değil, dışarıdaki her şeyin içindeyim artık. (Biri, Hiçbiri, Binlercesi)
- Ne dersiniz, altıncı kez evlensem acaba milleti üstüme güldürür müyüm? E, gülsünler, günümüzde hayat insanı o kadar az güldürüyor ki insanlar bu iyiliğimi unutmazlar. (Sırasını Bekleyenler)
- Diğerleri, günlük yaşamın zorluklarından bir kaçış niyetiyle gezip tozmalarda veya kafelerde kendilerine oyalanacak bir şeyler ararken Fabio Feroni, o zamanlar yalnız takıldığı için eski bekâr evinin terasında, bir dolu çiçek vazosunun arasında ömür süren bir dolu örümcek, karınca ve diğer böceklerin yaşamlarını merakla ve sevgiyle gözlemleme eğlencesini edinmişti kendine. (Yeni Elbise)
- Düşürüldüğün yerden ayağa kalk, utancı ve kederi ez! (Aydaki At)
- "Hepiniz birbirinize bakıyorsunuz. Ee, ne oldu? Gerçeği öğrendiniz mi?" (Size Öyle Geliyorsa Öyledir)
- Nasıl olduğunu bilmeyiz ama ağzımızın içinde hayatın tadını duyarız hep. Hayat hayat oldukça kendi kendinden ne bıkıyor ne usanıyor. Onun tadı bu bir sürü anılardan geliyor, ve bizi bağlıyor. Ama neye bağlıyor? İşte bu saçmalıklara, bu belalara bağlıyor. Dört, beş, on yıl sonra sonra bu saçmalıkların tadını düşünebiliyor musunuz? Belki bizi hayata tekrar bağlamak için bu saçmalar, bu belalar bile birer tatlı anı olacaktır; işte o anda kapınıza dayanan ölüm kurtuluş değil de felaket gibi görünecektir gözünüze. Sonra düşünün ki bazıları için hayatın sonu gün meselesi oluyor. (Ağzı Çiçekli Adam)
- ''Hayatınız eğer gerçekten farklı olabilseydi, şimdi yaşadığınız hayatta yaşadıklarınızdan kim bilir hangi duyguları, hangi umutları, hangi arzuları yaşayacaktınız! Sizin olmak istediğiniz gibi olanların, sahip olmak istediklerinize sahip olanların, olmayı arzu ettiğiniz yerde olanların sizi öfkelendirdikleri de doğru, çünkü sizin imrendiğiniz bu şartlar içinde olanlar, yaşadıklarının kıymetinin sizin olabileceğiniz derecede farkında olmuyorlar. Kusura bakmayın ama bu öfke çok aptalca. Siz, içinde bulundukları şartlara imreniyorsunuz çünkü siz o şartlara sahip değilsiniz. Sahip olsaydınız şimdi siz, siz olmazdınız; şimdiki kendinizden farklı olma isteği diyorum.'' (Siyah Şal)