Boğaziçi'ndeki Mücevher - İskender Pala Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Boğaziçi'ndeki Mücevher kimin eseri? Boğaziçi'ndeki Mücevher kitabının yazarı kimdir? Boğaziçi'ndeki Mücevher konusu ve anafikri nedir? Boğaziçi'ndeki Mücevher kitabı ne anlatıyor? Boğaziçi'ndeki Mücevher kitabının yazarı İskender Pala kimdir? İşte Boğaziçi'ndeki Mücevher kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: İskender Pala
Tasarımcı: Sinem Er
Yayın Evi: Kapı Yayınları
İSBN: 9786054322732
Sayfa Sayısı: 115
Boğaziçi'ndeki Mücevher Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Bir saltanat sarayı. Osmanoğulları'nın miras bıraktığı görkemli mimari yapılardan biri. Bir saltanatın en görünür olduğu geçit alan. Sadece o değil. Kültür ve medeniyet yaşantısının renkten renge büründüğü "saray".
İçinde yaşayanların "mekânın poetikası"nı da çattıklarını görürüz orada, incelikle. Bütün eşya, mekân, ışık, ses gündelik hayatın sosyolojisi içinde insana ve eşyaya koşar. Çevresini aydınlattığı kadar kendi masalını da söyler.
İskender Pala, her sabah Boğaziçi'nin iki yakasından birinde Beylerbeyi'yle selamlaşan, İstanbul şiirinin en lirik mısrası gibi insanları yıllardır gözleyen bir saraydan, Dolmabahçe Sarayı'ndan sesleniyor. Dolmabahçe Sarayı'nın, yani "Boğaziçi'ndeki Mücevher"in kitabım, eşyaları konuşturarak, onların ağzından hikâye ediyor ve her gün önünden binlerce insanın geçip gittiği mekânın ruhuna ortak olmaya çağırıyor.
Okuyarak yaşamak, yaşarken yol almak için, bir kılavuz, kitaptan daha ötesi.
"Bazen bir çocuk, bazen bir cariye, bazen bir ruh veya mana. Onlar bir zamanlar sarayın kahramanıydılar ve şimdi sizinle konuşmak üzere hayata döndüler. İstiyoruz ki bu kitabın bölümleri size rehberlik edebilsin ve cümleler, yolculuklarınızı anlamlı kılsın, sonunda sizi bir sarayla buluştursun."
(Tanıtım Bülteninden)
Boğaziçi'ndeki Mücevher Alıntıları - Sözleri
- Saatin çaldığı evkât değildir her gâh Müddet-i ömrü gelip geçtiğine eyler âh... ~Şu saatin durmadan çalıp durduğu şey asla "tik!.. tak!.." ile zamanın taksimleri değildir. Bilakis, ömür denen müddetin gelip geçtiğine durmadan "ah!.. ah!.." diye hayıflanmakta.
- O gül-endâm bir al Şale bürünsün yürüsün Ucu gönlüm gibi ardınca sürünsün yürüsün ~ O boyu posu gül fidanına benzeyen güzel bir al şala bürünüp yürüse de, şalının ucu gönlüm gibi ardınca sürünüp gitse!.. :)
- Çırağan Sarayı'nda bazen de Beylerbeyi Sarayı'nda oturan, ama ikisini de benimsemeyen sultan, "Lala," demiş sadrazamına, "Acaba Boğaziçi sahillerinde münasip bir mahallede bir saray yaptırtsak da, Al-i Osman'ın çoktandır parlamayan kandiline bir ışık olsa; ona bakanlar şevketimizi ve yüceliğimizi görseler, satvetimize imrenseler!"
- " 4 Eylül 1936'da Istanbul'a gelen Ingiltere kralı VI. Edward, Dolmabahçe sarayında Atatürk tarafından karşılanmıştır. Krala verilen akşam ziyafeti sırasında garsonlardan biri fazla heyecanlandığı için elindeki büyük porselen tabaklar yere yuvarlanır. Sofradakilerin utanç içinde önlerine baktıkları anda Atatürk, sanki hiçbir şey olmamış gibi krala doğru eğilerek, 'bu millete her şeyi öğrettim, fakat uşaklığı öğretemedim' diyerek ortamı neşelendirir ."
- Zaman dedim?! Aaah zaman... Hem dost, hem düşman. Hem mazlum ve hem zalim. Aktıkça köpüren nehir, durdukça kuduran şehir. Yiğide ayak bağı, namerde at meydanı. Nefrete dost ve tuzak sevgiye... Hayır da şer, şer de hayır gizleyen sır... Sonu yok; başı da olmadığı gibi.
- Gün batımında bahçede kahvesini yudumlarken kapalı kapıları ve pencerelerime baktı, baktı ve kelimesi kelimesine '' Güneşe hasret bir efsunlu güzel! '' dedi. Sonraki yıllarda her gelişinde onu bir güneş diye istikbale çıktım... Güneşin koynumda battığı ve bir daha doğmadığı 10 Kasım sabahına kadar...
- ... Sarayın kapısında içeri girmeyi bekleyenler, beklerken ağlayanlar, ağlarken titreyenler... Umutlar, hüzünler, heyecanlar, sorumluluklar... Ve bir gün, dev gibi bir adam, sarı saçlı, deniz gözlü...
- "Çirkinlik buna yasak olsun ve güzel olmayan hiçbir şey burada bulunmasın!"
- Aaah zaman... Hem dost, hem düşman. Hem mazlum hem zalim. Aktıkça köpüren nehir, durdukça kuduran şehir...
- Ne demiştim; zamanı güneş ile ölçenlerin ömürleri güneş ile birlikte gömülmüş karanlığa; kum ile ölçenlerin ise hayatları kumlar gibi akıp gitmiş. Oysa Dolmabahçe'de zamanı hâlâ ben damıtırım, tik tak... tik tak... Uyan ey gafil....
- Tabiatta var olanı daha güzel yapamayacak olduktan sonra, onu bire bir taklit etmenin neresi sanat olabilirdi ki.
- Osmanlı şehzadeleri, daha küçükken eğitimleri içine sanat ve zenaat alanları da dahil edilir ona göre yetiştirilirmiş. Sultan II. Selim’in, kitap okunurken satırları takip etmeye yarayan altın hilaller imal ettiği, Sultan III. Mehmet’in üstün bir kaşık ustası olduğu, Sultan I. Ahmet’in, Çerkez kamçıları işlemekte pek maharet gösterdiği, Sultan II. Osman (Genç Osman), daha küçüklüğünden itibaren saraçlığa ilgi duyduğu, Sultan III.Selim’in mahir bir silah ustası olduğu, II. Mahmut’un sedefkarlığı, Sultan Abdülaziz’in pehlivanlıktaki uluslararası şöhreti, Sultan II. Abdülhamit’in de marangozluğu ilk akla geliveren zenaatlarındandır.
- Yerine düşmeyen güzel yerine yerine gezer.
- Eski bir Doğu efsanesi nde yaşayan bir kuştur Musikâr. Uzun gagasında yılın günleri sayısınca irili ufaklı delikler bulunan bir kuş . Rivayete göre o her gün batımında, sarp kayaların üstüne konar ve gagasını rüzgâra karşı uzatır, çıkan güzel seslerin çevresinde toplanan kuşlara gönül sohbetleri sunar, onlara içindeki deri yanarmış.
- Başlarken :) Sandım ki güzelliğin cihanda Bir saltanatın güzelliğiydi Yahya Kemal
Boğaziçi'ndeki Mücevher İncelemesi - Şahsi Yorumlar
yazar/iskender-pala ‘nın kitap/bogazicindeki-mucevher--407 kitabı Dolmabahçe Saray’ını çok güzel anlatıyor . Dolmabahçe Saray’ını ziyaret etmeyenler , bence önce bu kitabı okuyup daha sonra ziyaret etmelidirler . Dolmabahçe Saray’ını ziyaret edenler ise kitabı okuduktan sonra tekrar ziyaret etmelidirler . Yazar Dolmabahçe Saray’ını anlatırken , kısa bir Osmanlı tarihi anlatıp daha sonra cumhuriyet tarihine geçiyor . Bir Saray ancak bu kadar duygu dolu anlatılabilir . (Abdullah)
Okurken en çok zorlandığım ama kitaplığı da da en çok kitabı olan yazardır iskender pala beyefendi. Hep derim iskender pala okumak sabır ister her zaman. Sabırla lezzete ulaşır insan (Mütemadiyenokuyan)
Geçmişte Dolmabahçe Sarayını gezip sarayın ihtişamından çok etkilenmiştim, kitabı da okuyunca Dolmabahçe Sarayı çok daha anlamlı bir hale geldi benim için. (Çağdaş Yıldız)
Kitabın Yazarı İskender Pala Kimdir?
İskender Pala, 8 Haziran 1958 tarihinde Uşak‘ta Kayaağılı köyünde doğmuştur. Uşak Cumhuriyet ilkokulunda okudu. Kütahya Lisesi’nden mezun oldu. 1979 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Lisans tez çalışması Câmiu’n-Nezâir’dir. Yine İstanbul Üniversitesi’nde “Aşkî, Hayatı, Edebî Şahsiyeti ve Divânı” konusunda Doktora çalışması yaptı. 1983 yılında Doktorasını tamamladı.
1983 yılında Divan edebiyatı dalında doktor, 1993 yılında İstanbul Üniversitesi‘nde doçent ve 1998 yılında Kültür Üniversitesi‘nde profesör oldu. Ortaokul ve liseler için Türkçe ve Edebiyat ders kitapları yazdı. Denemeler, hikayeler, fıkralar ve edebiyat araştırmacısı olarak çeşitli ansiklopedi ve dergilerde bilimsel ve edebi makaleler yayımladı. Düzenlediği Divan Edebiyatı seminerleri ve konferansları geniş kitleler tarafından takip edildi.
1979-1982 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji seminer kütüphane memurluğu yaptı. Hayatının ilerleyen dönemlerinde çeşitli sebeplerden dolayı askerlik mesleğini tercih eden İskender Pala, öğretmen subay olarak 1982 yılında Deniz Kuvvetleri Komutanlığına girdi. 14 yıl 7 ay görev yaptıktan sonra 1996 yılında TSK‘dan ihraç edildi.
1982-1984 yılları arasında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Deniz Lisesi Komutanlığı’nda teğmen, 1984-1986 yılları arasında Üsteğmen olarak görev yaptı.
1986-1987 yılları arasında Boğaziçi Üniversitesi’nde part-time Türk Dili ve Edebiyatı öğretim üyesi olarak çalıştı.
1987-1994 yılları arasında Yüzbaşı olarak, Dz.K.K.lığı Tarihi Deniz Arşivi kuruluş ve faaliyetleri görevinde çalıştı.
1994-1996 yılları arasında Tarihi Deniz Arşiv Araştırmaları ve Dz.K.K.lığı yayın faaliyetlerinin yürütülmesi görevinde çalıştı.
1996-1997 yılları arasında Öğretim yılı, MSÜ Fen-Edebiyat Fakültesi Eski Türk Edebiyatı öğretim üyesi ve İSAM redakte kurulu üyeliği yaptı.
1997 yılında Öğretim yılında İstanbul Kültür Üniversitesinde öğretim üyesi olarak çalışmaya başladı. Aynı zamanda Uşak Üniversitesi öğretim üyesidir.
İskender Pala, 1980 yılında F. Hülya Avcı ile evlendi. Hilye Banu, Elif Dilasa adında iki kızı, Alperen Ahmet adında bir oğlu vardır.
Ödülleri :
1989 – Türkiye Yazarlar Birliği dil ödülü, (Ansiklopedik Divân Şiiri Sözlüğü)
1990 – AKDTYK Türk Dil Kurumu ödülü, (Ansiklopedik Divân Şiiri Sözlüğü)
1996 – Türkiye Yazarlar Birliği inceleme ödülü, (Şairlerin Dilinden)
2001 – Aydınlar Ocağı Kayseri Şb. Yılın Edebiyat Adamı ödülü,
2001 – YTB Uşak Halk Kahramanı ödülü,
2003 – “Babil’de Ölüm İstanbul’da Aşk” Yılın Romanı Ödülü
2013 – Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü,
Türk Patent Enstitüsü Marka Ödülü
İskender Pala Kitapları - Eserleri
- Şah ve Sultan
- Babil'de Ölüm İstanbul'da Aşk
- Od
- Kitab-ı Aşk
- Aşkname
- Aşina Güzeller
- Ah Mine'l-Aşk
- ... Ve Gazel Yeniden
- Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü
- Atasözleri
- Ayine
- Katre-i Matem
- Boğaziçi'ndeki Mücevher
- Divan Edebiyatı
- Divane Güzeller
- Dört Güzeller - Toprak, Su, Hava, Ateş
- Düşte Kalan
- Efsane Güzeller
- Gözgü
- Gül Şiirleri
- Güldeste
- İki Darbe Arasında
- Hayriyye
- İki Dirhem Bir Çekirdek
- Kadılar Kitabı
- Kahve Molası
- Kırk Ambar
- Kırk Güzeller Çeşmesi
- Kırkıncı Kapı
- Kudemanın Kırk Atlısı
- Leyla ile Mecnun
- Mir'at
- Muhteşem Şair Muhibbi
- Müstesna Güzeller
- Perişan Gazeller
- Perî-şan Güzeller
- Su Kasidesi
- Şair Fatih: Avni
- Şairlerin Dilinden
- Şiirler Şairler Meclisler
- Şir-i Kadim
- Tavan Arası
- Akademik Divan Şiiri Araştırmaları
- Kronolojik Divan Şiiri Antolojisi
- Aşka Dair
- Mevlana
- Efsane
- Hoş Sadâ
- Kırklar Meclisi
- Lale Devri
- Mihmandar
- İstanbulcunun Sandığı
- Bülbülün Kırk Şarkısı
- Şahane Gazeller 1
- Üstatlar konuşuyor
- Fetih ve Fatih
- Nurundandır Bütün Nurlar
- Mesela
- İstanbul Bir Rüya
- Karun ve Anarşist
- Şahane Gazeller 2
- Şahane Gazeller 3
- Uzmanlar Konuşuyor
- Barbarossa
- Tarihimiz Konuşuyor
- Türk Dili ve Kompozisyon
- Yunus Emre
- Şahane Gazeller 1- Fuzuli
- Nabi
- Naili
- Namık Kemal'in Tarihi Biyografileri
- Necati
- Nedim
- Nef'i
- Şeyh Galip
- Aşkî
- Baki
- Fatih Sultan Mehmet
- Fatih'in Şiirleri
- Abum Rabum
- İtiraf
- Kalp
- Akşam Yıldızı
- Şiirin Sultanları
- Ortaöğretim için Divan Şiiri
- Ahmed Paşa
- Jennifer’ın Düğünü
- Darbe: Kan ve Sultan
- Aşk Bir Zamanlar
- Neyzen Tevfik
- Vali Hanım
- Süleyman
- Leyla ile Mecnun
- Nizamülmülk
- Kılıçarslan
- Kervan
- Düşte Kalan
- Güldeste
- Mevlanâ Celaleddin
- Ah Mine'l Aşk
- A-71
- Şehir ve Kültür İstanbul
İskender Pala Alıntıları - Sözleri
- Aşk da, âşıklık da en güzel meslektir bize. Ve Sevgili'nin yüzü yoksa eğer gözümüzde, aşk da haramdır bize, âşıklık da. (Mevlana)
- "Sevgilinin Mahallesinde âşık kavgası hiç eksik olmaz,hatta sevgilinin Mahallesinin köpekleri onların kanları ile beslenir." (Şir-i Kadim)
- Hak kulundan intikamın yine abdiyle alır Bilmeyen ilm-i ledünni anı kul yaptı sanır (Şiirler Şairler Meclisler)
- İlk aşk günahı cennette işlenmiş, onun için aşk cennet duygusudur. Aşk cennetten çıkarıldığı için insana bu kadar fedakarlık yaptırır. (Ortaöğretim için Divan Şiiri)
- Mutluluğun zevki paylaşılarak çıkar küçüğüm, lakin üzüntü tek başına yaşanır. (Abum Rabum)
- Mezarlık bir ibrethanedir. İnsanı duaya sevk eden esrarlı sessizliklerin en muhteşem mabedidir o. (Tavan Arası)
- Âşıkın ciğeri yandıkça, gözü yaş (su) döker. (Ah Mine'l Aşk)
- Göz... Savaşı başlatan haberci. Bakış... Elde olmayan kader; ilahi kaza. Ve Aşk... Kalple göz arasında kutlu bir hadise... (Kitab-ı Aşk)
- Dilberin eziyeti, rakibin düşmanlığı, ayrılığın ateşi ve gönlün zafiyeti... Meğer Allah beni bunca türlü dert için yaratmış. (Şiirin Sultanları)
- 21. Derecelenme ve zıtlıklar olmayınca âlem yıkılır. Nitekim cahil de âlimin yerini tutamaz. 22. Su, ateşin yaptığı işi yapamadığı gibi; toprak da rüzgarın görevini yere getiremez. 23. Demirin işini altın beceremez; tuzun tadını ve çeşnisini de mücevher veremez. 24. Elin yaptığını ayak başaramaz; kalem de kılıcın çıktığı makama ulaşamaz. 25. Gözün yaptığını kulak yapamadığı gibi fare, akıl edip de zehiri düşünemez. 26. Çiftçinin yerini kuyumcu tutamaz, dülger de ayakabıcının işinden anlamaz. 27. Efendinin işini nasıl köle bilmezse, sultan da halkın işini bilemez. 28. Sıcak soğuğun yaptığını yapamazken; kuru hiç yaşın sonunu bilebilir mi? 29. Gölge güneşin eserini ne anlasın? İçki de Cemşit'in neşesini anlamaz ki zaten.. 30. İşte her şeyin bir zıddı vardır. Artık yaratılışındaki kabiliyet ölçüsünde bunu anlayıp hisseni al. (Hayriyye)
- Mihr-ü mah ister cemalinden zekat Failatün Failatün Failat.. (Ey sevgili! Güneş ile ay (bile, sana hayranlıklarından dolayı) güzelliğinin zekatını isterler.) (Hoş Sadâ)
- Sakın terk-i edebden kûy-ı mahbûb-ı Hudâdır bu Nazargâh-ı ilâhidir Makâm-ı Mustafa’dır bu NÂ Bî (Nabi)
- Dahi mecâz u hakîkat ne olduğunu bilmez Hevâ-yı aşk sanır bir dil-i harâbım var |Nailî Benim, aşka tutulduğunu zanneden harabeye dönmüş bir kalbim var ki henüz neyin mecaz, neyin gerçek aşk olduğunu bile bilmiyor. (Şahane Gazeller 2)
- Kişi kalbinde olanı Allah'tan başkasına bildirmeye mecbur değildir. (Kervan)
- Geçmiş zamanın puslu hatıralarıdır kimlikler giydiren ruhlarımıza ve geçmiş zamanlar neşeli ve sevinçleriyle, hüzünleri ve acılarıyla en çok tavan arasında saklanırlar. (Tavan Arası)
- Hamdım, piştim, yandım... (Mevlana)
- Yıkılıptır şu cihân sanma ki bizde düzele Devleti çerh-i deni verdi kamu mübtezele Şimdi ebvab-ı saadette gezen hep hezele İşimiz kaldı heman merhamet-i Lemyezele İkbali / Cihangir (Şiirin Sultanları)
- Ölüm... Acı olduğu kadar mecbur, ürkütücü olduğu kadar alışılmış, aykırı görüldüğü denli doğal ve kovulmak istendiğince kucaklanmış. Hayatla birlikte var; insanla birlikte yok. (Mir'at)
- gel, yine gel, ne olursan ol yine gel (Mevlanâ Celaleddin)
- Sevmek, tanımakla başlar. (Müstesna Güzeller)