tatlidede

Bu Böyledir - Mustafa Kutlu Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Bu Böyledir kimin eseri? Bu Böyledir kitabının yazarı kimdir? Bu Böyledir konusu ve anafikri nedir? Bu Böyledir kitabı ne anlatıyor? Bu Böyledir kitabının yazarı Mustafa Kutlu kimdir? İşte Bu Böyledir kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
  • 01.03.2022 12:00
Bu Böyledir - Mustafa Kutlu Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Mustafa Kutlu

Yayın Evi: Dergah Yayınları

İSBN: 9789759953119

Sayfa Sayısı: 90

Bu Böyledir Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

İçindekiler

- Bu böyledir

- Bahtımın yıldızı

- Süleyman'ın seçimi

- Red cephesi

- Manifatura

- Kahkaha çiçeği

- Su sesi

- Son

Kutlu'nun Dergah Yayınları arasında çıkan diğer hikaye kitapları şunladır. Ortadaki Adam (1970), Gönül İşi (1974), Yokuşa Akan Sular (1979), Yoksulluk İçimizde (1981), Ya Tahammül Ya Sefer (1983).

Bu Böyledir Alıntıları - Sözleri

  • Kur'ân-ı Kerîm'i okudukça o senin gören gözün, duyan kulağın olur, unutma. Unutmam, diyor Süleyman. Dağa taşa bakarsın, şu gördüğün çiçeklere, sokaktan geçen adamlara, her şeye, her şeye. Bu çiçek neler söylüyor, bu adam nereye gidiyor, bu taşı buraya niçin koymuşlar, hep anlarsın. Gece ile gündüz, uyku ile uyanıklık, hayatla ölüm birleşir. Dünyada niçin varsın, anlarsın. Okudukça açılırsın. Açılırsın ne demek? Ayakbağı olan şeylerden kurtulursun bir, bir. Gittikçe hafiflersin. Hafiflersin ne demek? Biri sana ağır bir söz söyler, biri sana ağır bir yük yükler, biri seni över de göklere çıkarır, biri sana mani olmak ister, biri seni çekip götürmeye çalışır, biri önüne engeller yığar, bir başkası para yığar, biri der ki aç kalırsın, biri der ki yapamazsın, biri der ki olmaz, imkânsız. .............. Bütün bunları aşarsın, anlıyor musun?
  • Bir gün, yaşımız elverince, gözümüzde fer, dizimizde derman kalmayınca, bizi de yavaşça kara toprağa koyacaklar.
  • Ömür kısa, yol uzun. Nasılsa sonunda yine buluşacağız.
  • Kur'ân-ı Kerîm'i okudukça o senin qören qözün , duyan kulaqın olur, unutma. Unutmam, diyor Süleyman. Daqa taşa bakarsın, şu qördüqün çiçeklere, sokaktan qeçen adamlara, her şeye, her şeye. Bu çiçek neler söylüyor, bu adam nereye gidiyor, bu taşı buraya niçin koymuşlar, hep anlarsın. Gece ile qündüz ,, uyku ile uyanıklık, hayatla ölüm birleşir. Dünyada niçin varsın, anlarsın. Okudukça açılırsın. Açılırsın ne demek ? Ayakbaqı olan şeylerden kurtulursun bir, bir Gittikce hafiflersin....
  • Onlara içim den qeldiqi qibi , aynen öylece .hiç zora koşmadan kendimi ; —Rızkı veren ALLAH diyorum .
  • "...ömür kısa, yol uzun."
  • ßu çocuqu ziyan edeceksin. Müzeyyen ! Öyle Aqabey , ne yaparsın. Gelsin benim magazada çalışsın .Olur aqabey çalışsın.... Hem çalışsın hem okusun .. Hafızlıqını da arada tamamlayı versin . Yapar yapar Zeki Çocuk ....
  • Kur'ân-ı Kerîm'i okudukça o senin gören gözün, duyan kulağın olur, unutma. Unutmam, diyor Süleyman. Dağa taşa bakarsın, şu gördüğün çiçeklere, sokaktan geçen adamlara, her şeye, her şeye. Bu çiçek neler söylüyor, bu adam nereye gidiyor, bu taşı buraya niçin koymuşlar, hep anlarsın. Gece ile gündüz, uyku ile uyanıklık, hayatla ölüm birleşir. Dünyada niçin varsın, anlarsın. Okudukça açılırsın. Açılırsın ne demek? Ayakbağı olan şeylerden kurtulursun bir, bir. Gittikçe hafiflersin. Hafiflersin ne demek? Biri sana ağır bir söz söyler, biri sana ağır bir yük yükler, biri seni över de göklere çıkarırdı, biri sana mani olmak ister, biri seni çekip götürmeye çalışır, biri önüne engel yığar, bir başkası para yığar, biri der ki aç kalırsın, biri der ki yapamazsın, biri der ki olmaz, imkânsız. ................... Bütün bunları aşarsın, anlıyor musun?
  • Yorqancı Yaşar’ ın hafızlıqı vardı.ßeni okutacaktı.Caminin şadırvanından her akşam üstü bakır qüqümlerle su taşırdım.Güqümleri mermer şadırvanın musluquna dayardık.Suyun sesini dinlerdik.Güqümün altından qelen ses . Ortalara doqru dolan , aqdanan , boqaza yaklaştıkca tizleyip , şırıltısını şaklatan ses. Varsın aksın.Soqusun.ßulqur , bulqur üzerinden taşsın., azıcık köpüklensin...
  • Tıpkı sefertasına benziyor. bereket dualarına. Halbuki ben babamın biricik oqlu olmuştum. Yine de çırak olmuştum .Yorqancılık fena meslek deqildi. ßaşını öne eqmesene , eqme dedim , Kamburun çıkar .Güler öqretmen başını okşardı , arkadaşlarıma örnek olsun diye yaptıqım ödevleri , çizdiqim resimleri qösterirdi. Sende iş var.. Düpedüz harcanıyor bu çoçuk .. Elinden bir tutan olsa zavallı yetim . N ‘ olsaydı n ‘ olsaydı da harcanmasaydım ..
  • Herşey gelip inceliklerde düğümleniyor.
  • ßiri sana aqır yük yükler , biri seni över de qöklere çıkarır ; biri sana mani olmak ister , biri seni çekip qötürmeye çalışır..; biri önüne enqeller yıqar ..; bir başkası para yıqar biri der ki aç kalırsan yapamazsın , biri derki olmaz imkansız ...ßütün bunları Aşarsın Anlıyormusun .?
  • dualar aynı.. kıble tek.
  • - "Rızkı veren Allah, diyorum.."

Bu Böyledir İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Gökçe uyan hadi, uyan Gökçe.. Bir kitap arasında da kitap bittikten sonra da bu kadar uyunmaz. Amaa.. Ama diyorsun bu kitap beni yordu. Evet ama işte bu yüzden kalk, uyan, çık yorganının altından. Sen zannediyor musun ki bu anlatılan insanlığın hikayesi de senin hikayen değil. Tam da senin hayatın işte, lunaparkın ışıkları yanmayacak boşuna bekleme, yansa da neon ışıklardan ancak parkı görebileceksin. Etraf yok, etraf karanlık. Sadece sen varsın bir de bu dünya hayatı. Bu böyledir demek yok bu böyle değil her zaman. Allah var, sen varsın, inancın var, bu böyle gitmez, gitmemeli.. Sanıyor musun ki bu dünya hayatı lunaparktaki insanlara kalacak sanıyor musun ki onlar çıkışı bulacak, onlar aramayacak bile. Allah diyor ya kitabında "Fe eyne tezhebun?" "Bu gidiş nereye?" Olsun sen yine de gitmeye devam et; ara, sor, bul en azından yola koyul. Felsefeden kalma felsefe yap. Yoksa bankalarla iritbat halinde olursun. Olma, onlar insanı bir hortum gibi içine çekecek. Çektirme kendini, anlam bul şu koskoca dünyaya yoksa kaybolup gidersin, mesela yorgancı amcamız gibi ol ama bir şey ol. Oysa tek iktiyacımız mânâydı ama veremediler değil mi? Şu koskoca dünyayı makineye çevirdiler de bir can veremediler. Gülme, ağlama, üzülme tekrar söylüyorum bu senin hikayen. Doğrul, yorul ve çalışmaya devam et. Çalıştıkça açılacaksın. Açılmak ne demek genişleyeceksin, genişlemek ne demek rahatlayacaksın, rahatladıkça zincirlerinden kurtulacaksın. En güzeli de bu değil mi; zincirlerini koparıp atmak. Oku ki açılasın, genişleyesin, rahatlayasın. Bunlar benim kitaptan sonra düşündüklerim tabii düşünmediklerim de vardır elbet daha fark edemediklerim mesela. Bir de şöyle düşündüm; Mustafa Kutlu'nun hangi hikayesinde yaşıyorsun Gökçe, Bu Böyledir. Hangi hikayesini yaşamak istemezdin, Yoksulluk İçimizde. En çok hangisini yaşamak isterdin, Uzun Hikaye. Bir yolculuk yapsaydın hangi hikayeye girerdin, Mavi Kuş. Bir mektup alsaydın menekşeli olsun ister miydin, evet. Eski zamanlarda yaşasaydın eğer bir hikaye anlatsaydın ne anlatırdın, Tarla Kuşunun Sesi. Gazete yazıları yazsaydın en çok neyi yazmak isterdin, Vatan yahut İnternet. Hayatının anlamı hangi kelimelerde gizli, Hüzün ve Tesadüf. Hangi mahallede yaşamak isterdin, Rüzgarlı Pazar. Ve son olarak hastalığına romatizma demeseydin eğer ne derdin, Huzursuz Bacak. Yine anlatamadım değil mi kitabı. Anlatacak bir şey yok ki. Biraz iç çekiş, bir parça kayboluş, biraz da karanlık tüm ışıkların söndürdüğü aydınlık veya. Her hediye gibi buna da kendimce en güzel değeri vererek okumaya çalıştım. Mesela en sessiz zamanda kendimle başbaşayken okudum. Tamam yarısında kitap elimde uyuyakaldım ama yine sabahleyin kimse uyanmadan bitirdim. 90 sayfa bir şey zaten yüreğiniz kaldırıyorsa alın bir oturuşta okuyun. Zaten en fazla da iki kereye bölersiniz. Çok hoş ilerleyen bir Mustafa Kutlu hikayesi işte. Her kahramanın ayrı ayrı hikayeleri var. Hepsinden bir şeyler almamak elde değil yine. Süleyman olmamak ise hiç kolay değil. Baştaki sözlerim de o yüzden ya; olmayın Süleyman siz. Süleyman iyi çocuktur ama siz yine Zinnurelere kapılıp gitmeyin. Hem siz onların hayalindeki beyaz takım elbiseli, faytonlu adamlar da değilsiniz. Siz hafız olacak adamlarsınız, gidip de bankacı olmak niye? Neyse alın, okuyun ve bana yapıldığı gibi okutun. Hediyenin en sevdiğim yanı da bu işte. Bilmiyorsunuz sizi tam olarak tanımayan birinin size neler getireceğini.. Oysa ki ne de güzel gelir. (Gökçe)

bu böyle olmamalı: Direkt sadede gelelim, lunapark; içinden çıkamadığımız, iliğimize çengellerini geçiren dünya. Hikâye şiir mantığıyla yazılmış, metaforlarla dolu, üstelik Yahya Kemal şiirlerini anımsıyorsunuz okurken; sizi zamandan ve mekandan koparan, yaşadığınız andan mazilere götüren, nedamet duraklarından geçiren "ah keşke bu böyle olmayaydı" dedirten bir serüven. "İyi ki"lerinin sayısı "keşke"lerinden çok olmayan bir insan ne yapsa da mutsuzdur. Ruhunun itirazlarını yanıtsız bırakan, akl-ı maaş ile dünya hayatını çekip çeviren, son nefesi binbir pişmanlıkla vermeye mahkumdur. Ah nolaydı Süleyman (hikâyenin ana kahramanı) kalaydın ya yorgancı Hafız Efendi'nin yanında. O her şeye, herkese meydan okuyan, ümmi olan, çiçekleriyle konuşan, pamuğuyla halleşen o gönlü güzel adamın yanında kalaydın ya. Keşkeler asla geri getiremeyeceğimiz çaresizliklerimiz. Sen, memur oldun, herkesi sevindirdin. Peki ya sen Süleyman, mutlu olduğun bir anını okuyamadım hikâyede. Hikâye Süleyman'ın lunaparkta bir tavşanı vurmak istemesiyle başlıyor, yanında eşi Zinnure ve kızı Fatma da var. Tavşan bir metafor, Süleyman'ın kavuşmak isteyip de kavuşamadığı emelleri; dünyevî istek ve arzuları. Fatma habire babasını çekiştirip duruyor; çarpışan otolara binmek için. Karısı çekiliş için ısrar ediyor. Anlayacağınız herkesin Süleyman'dan beklentileri var, e ne de olsa hep gelmiyorlar buraya (tıpkı bizim dünyaya tek geliş hakkımız olduğunu bahane ederek, binbir türlü batağa batmamız gibi) isteklerini yerine getirecektir Süleyman; herkes hoşnud edilecek.. Süleyman, Hafız Efendi'nin yanında çırak iken dayısı araya giriyor. Annesini ikna ediyor ve Süleyman ona çıraklık etmeye başlıyor. Rafet dayı, ehli tarik biri lakin para ve ticaret onu yürüdüğü yoldan alıkoymuş, artık o da herkes gibi; malını arttırma derdinde. Daha yapması gereken binbir iş varken, aklında bir sürü dünya telaşı varken bir türlü yiyemediği armutu tam yemeye kalktığı sırada ışıklar onun için sönüyor, ellerinden kayıp gidiyor bütün serveti, dünya defteri bir daha açılmamacasına kapanıyor. Rafet dayıya üzüldüm, tövbe edemeden, son namazını ifsad etmesine rağmen namazını yeniden eda etmeye yeltenmeyişine üzüldüm. Dayı çoktan boşvermişti ahireti, hesabı, mahşeri.. Bir de felsefe hocası vardı, Şinasi bey, Süleyman'ı felsefe dersinden geçirmeyen adam. "Faydasız ilimden Allah'a sığınırım" duasını ona bakınca hatırlamamız gereken adam. Sarhoş olduğunu göz ardı edip, Süleyman'a, insan doğru ve güzel alışkanlıklar edinmeli nasihatini yapan adam olamamış adam. Sabahat'e gelelim niçin bu hikâyede tam olarak anlam veremedim. Bir anlam bulan varsa, buyursunlar yorumlar açık. Süleyman sonunda felsefeden geçmiştir, memur olmuştur, lunaparktadır hâlâ, Fatma'yla çarpışan otolara binmiş, katıldığı çekilişten fırın alıp Zinnure'yi mutlu etmiştir. Yeterince yorulmuşlardır artık, eve gitmeye karar verirler lakin çıkışını bulamazlar lunaparkın. Hapsolmuşlardır oraya. Bir polis bulurlar, polis de aynı şaşkınlığı yaşar, çıkışı o da bulamaz, sonra bir yaşlı amca, o da onlarla aynı vaziyette. Hikâyede saat daima 11'i gösteriyor. Saat işliyor ama zaman durmuştur onlar için. Büyük kalabalıklar hiçbir şeyin farkında değil umarsızca yeni eğlencelere katılıyorlar. "Kaybolmamak" için duvar diplerinden ilerleyelim çıkışı buluruz böylece diyorlar ama nafile.. uçsuz bucaksız bir parktır bu. Karşılarına aniden çıkan sarhoş "ya sarhoş olun yahut kalabalıklara karışın" der. Ve hikâye burada noktalanır. Sonu böyle bitsin istemezdim. Gözüm bir kurtarıcı arayıp durdu hep. Biri çıkıp "işte gelin çıkış bu taraftan" diyecek onlarla birlikte ben de kurtulmuşum gibi sevinecektim. Ama olmadı. İyi ki bir hikâye ama anlatılanlar tamamiyle gerçek. Şimdi dönüp soralım kendimize; "Biz kendimizi lunaparkın hangi oyununda unuttuk?" "Dünya hayatı ancak bir oyun ve bir eğlencedir. Elbette ki ahiret yurdu Allah’a karşı gelmekten sakınanlar için daha hayırlıdır. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?" (En'am Suresi 32. Ayet) (Ayşegül)

Bu Böyledir: Mustafa Kutlu en sevdiğim yazarlardandır. Bu böyledir isimli kitabının ilk sayfasını okuduktan sonra derin bir nefes alıp tuttum. Çok çekici, ilgi bekleyen ve anlaşılmak istenen bir kitap. Kitabın yarısına kadar anladıklarım havada kaldı birleştirmekte zorlandım olayları. Kitapta insanın iç sesi somutlaştırılmıştır. Kitabın sonunda ise bir lunapark hikayesi vardır. Süleyman, Zinnure ve kızı Fatma lunaparkta olmaktan mutludurlar. Ancak saatler geçtikçe yorulurlar ve çıkışı ararlar, eve gitmek isterler. Ama bu lunaparkın çıkışı yoktur. Hakikate gelecek olursak İnsan da yaş aldıkça bu fani dünyayı terk etmek ister, anavatanına karşı bir hasretliği vardır ve kavuşmak ister. Süleymanın kucağındaki fırın ise dünyadaki imtihanlarımızdır. Hikayede fırın gittikçe ağırlaşır tıpkı yaş aldıkça artan imtihanlarımız, sıkıntılarımız gibi.. Dünya uzaktan eğlence dolu ama eğlenceye girince çıkışı bulmak zorlaşıyor. "Bu dünya hayatı hakikatte sadece bir oyun ve eğlenceden ibarettir;ahiret yurduna gelince işte asıl hayat odur;keşke bunu bilselerdi. Ankebut Suresi /64.Ayet Sonuca gelecek olursak Umudu kesmemek gerek. Çıkabiliriz, çıkacağız da Allah'ın izni ile. (Genç Okur R.)

Kitabın Yazarı Mustafa Kutlu Kimdir?

Mustafa Kutlu, 6 Mart 1947’de Erzincan’un Ilıç ilçesine bağlı Kuruçay nahiyesinde doğar. Babası Nurettin Bey, annesi Sulhiye Hanım’dır. Beş kardeştirler. Üç ablası ve bir de kız kardeşi vardır.

Mustafa Kutlu ‘nun ailesi ilmiye sınıfındandır. Babası Nurettin Bey rüştiye tahsillidir. Nahiye Müdürlüğü yapar. Anadolu’nun pek çok yerinde bu görevi yürütmüştür. Dedeleri de çeşitli memuriyetlerden gelmedir. Soylarına Hacıyakupoğulları denir. Ailenin bilinen bütün kökleri Erzincan’dadır. Babasının görevi sebebiyle bir yerde bir iki sene kalıp başka bir yere nakilleri gerçekleşir. Babası 1953 yılında emekli olduktan sonra Erzincan’a döner, kahvelerde arzuhalcilik yapar. Babasını 1959 yılında 12 yaşındayken kaybeder.

Babası ile pek fazla içli dışlı olamaz. Nurettin Bey tam bir Osmanlı Beyefendisidir. Eski harfleri çok iyi yazar. Kutlu’nun kendisi gibi Nurettin Bey de babasını 12 yaşında kaybeder. Babanne ikisi erkek, ikisi kız olan çocuklarını kendi başına yetiştirmek zorunda kalır.

Mustafa Kutlu ‘nun Annesi Sulhiye Hanım ve babannesi de tam bir Osmanlı Hanımefendisidirler. Eşlerinin yokluğunu çocuklarına hissettirmemek için ellerinden gelen gayreti gösterirler. Sulhiye Hanım’ın isminin kaynağı 1923’te ilan edilen Cumhuriyet’tir. “Sulh” olduğu için ismini Sulhiye koymuşlardır.

Çocukluğunda yazları annesinin köyüne gider. Eskiden şehir ve taşra hayatı birbirinden bugünkü kadar kopuk değildir. Erzincan’da mahallelerinin hemen yakınında bir köy uzun yıllar; ahırıyla, mereğiyle, davarı, nahırıyla varlığını korur.

Babasının tayin edildiği bir nahiyede ev bulamadıkları için istasyon yakınlarında bir binada kalırlar. Burası Kemah Beylerinden Sağıroğulları’nın Cebesoy İstasyonu’na yaptırdıkları bir dinlenme evidir. Kısa bir süre de karakol binasında kalmışlardır. Bu günlerin hatıralarını Kupa Maçı [Gİ] ve 5492 [AKY] isimli hikâyelerinde kullanır. Burada dumanlı trenler, istasyonlar, demiryolu çalışanları, ıssız tabiat ve hayvanlarla içli dışlı olur.

Beş altı yaşlarındayken okula giden ablalarının kitaplarından okuma yazmayı öğrenir. Bu kitaplardaki şiirleri ezberler. Okula gitmeden önce ikinci üçüncü sınıf talebesi kadar bir birikime sahip olur.

Babasının ölümü ile birlikte (orta ikinci sınıftadır) zor günler başlar. Annesine yardımcı olmak için birçok iş yapar. Sebze halinde arabadan karpuz indirir, kahvede garsonluk, çadırlarda puantörlük yapar. Yine bu yıllarda uğraştığı iki iş vardır. Biri resim yapmak diğeri futbol oynamak. Mahalli ligde futbol oynar.

Mustafa Kutlu – Tahsili

Mustafa Kutlu, İlkokulu, ortaokulu ve liseyi Erzincan’da okur. Ortaokula kadar oturdukları ev deprem sonrası yapılan prefabrik evlerdendir. Buraya elektrik gelmediğinden orta ikiye kadar petrol lambası kullanmışlardır.

İlkokuldan itibaren edindiği okuma alışkanlığı, ortaokul sıralarında edebî zevke dönüşür. Edebiyat okumayı düşünür; fakat edebiyatçı olmak gibi bir tasarısı yoktur. Lisede fen kolundan mezun olur. Fen koluna giriş sebebini şöyle açıklar: “Sıra arkadaşımla mahalli bir amatör kümede, aynı takımda top koşturuyoruz. Çocuk kütüphane müdürünün oğlu ve dersleri çok iyi. Ben haytayım, derslerim o kadar iyi değil. O arkadaşım babasının yönlendirmesiyle fen bölümüne giriyor. Fen, yani zor bölüm, ki üniversitede tıp kazansın, teknik üniversiteye falan gitsin. Ben de diyorum ki, “ulan orayı yapamayız oğlum, biz top oynuyoruz, edebiyata gidelim, edebiyat kolay.” O fen koluna gidince ben de onun peşi sıra fen bölümüne gittim. Yani arkadaş kurbanı oldum.” (Murat Menteş, “Göründüğü Gibi Olan Adam”, Gerçek Hayat, 16-21 Mart 2001, s.17)

Mustafa Kutlu on üç dersten bitirme imtihanına girerler. Yazılıyı vermeyeni sözlüye almamaktadırlar. Birçok öğrencinin tek dersten kalıp liseyi bıraktığı bir dönemde mezun olabilen iki öğrenciden biridir. (1963)

Mustafa Kutlu , Liseyi bitirdikten sonra resme olan hevesi yüzünden Güzel Sanatlar Akademisi imtihanına girmek ister. O güne kadar Erzincan sınırlarına çıkmamış bir taşra çocuğunu Güzel Sanatların “frapan havası” iter. Böylece on yıl uğraştığı resim defterini kapatır. Buraya girmeyişinin bir başka sebebi de taştada bir kılavuzu olmayan, belli bir eğitimden geçmemiş, kendi kendini yetiştiren bir ressam adayının pek bir yere varamayacağını hesap etmesidir.

Mustafa Kutlu Erzurum Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesine 1964’te kaydolur. Burada yeni ve değişik bir dünya ile karşılaşır. Orhan Okay, Kaya Bilgegil, Niyazi Akı, Selahattin Olcay gibi hocalarla tanışır.

Mustafa Kutlu iki arkadaşı ile birlikte Erzurum Halkevi salonunda yağlıboya resimlerinden oluşan bir sergi açar. Burada 30-40 kadar resmi sergilenir. Üniversite üçüncü sınıfa kadar aklında yazı yazmak düşüncesi yoktur.

Mustafa Kutlu bir gün Orhan Okay Hoca’nın odasında Hareket Dergisi’nin sahibi Ezel Erverdi ile karşılaşır. Bu karşılaşma hayatında bir dönüm noktası olur. Çünkü Ezel Erverdi desensiz mesensiz diye eleştirdiği Kutlu’dan desen göndermesini ister. Gönderdiği ilk desenler Hareket’in 28. sayısının kapağını süsler. Sonra bu dergide hikâyeleri de yayımlanmaya başlar. İlk hikâyesi 29 Mayıs 1968’de yayımlanan “O…”dur, hikâye ile birlikte biri kapakta olmak üzere 6-7 deseni çıkar.

Üniversitenin son sınıfında Orhan Okay Hoca ile “Sait Faik’in hikâyelerinin resim ve perspektif açıdan incelenmesi” konulu tezini hazırlar. 1968’de okulu bitirir.

Mustafa Kutlu – Memuriyeti

1969’da Erzincan’da görücü usulü ile, hayatımın en güzel tevafuku dediği eşi Sevgi Hanım ile evlenir. (Bu evlilikten bir erkek bir kız çocukları olmuştur. ) Evliliği ile birlikte öğretmenliğe başlar. İlk tayini Tunceli’ye çıkar. Dört yıl Tunceli Lisesi’nde çalışır. 1972 yılında İstanbul’a tayin edilir. Küçükköy Vefa Poyraz Lisesi’nde iki yıl öğretmenlik yapar. 1974 yılında çok sevdiği mesleğinden istifa ederek ayrılır. Hareket Yayınları’nı genişletmek isterler. İstifa gerekçesini şöyle açıklar: “Öğretmenliği çok seviyordum; fakat yine de dergiye ağırlık vermemiz gerektiği için istifa ettim.” (Murat Menteş, “Göründüğü Gibi Olan Adam”, Gerçek Hayat, 16-21 Mart 2001, s.17)

Mustafa Kutlu – Yayın Hayatı

Mustafa Kutlu, 1968 yılında İstanbul’da çıkan Fikir ve Sanatta Hareket Dergisi’nde yayımladığı hikâyelerle yayın dünyasına girdi. Adımlar (Erzurum, 1970-72), Hisar, Türk Edebiyatı, Düşünce, Yönelişler gibi dergilerde yazdı.

“Üniversite yıllarında yazmaya başladım. İlk yazdığım “O” hikâyesinden itibaren bütün yazdıklarımı yayımladım. Bu işi şuurla yürüttüm. Bizim neslin bu sahada ağabey, hoca, arkadaş kabilinden mürebbisi yok sayılır. Kendimi yetiştirdim. Bu açıdan ilk hikâyelerimin yayınlanması, hatta kitap haline gelmesi hem bir şans, hem bir talihsizliktir. Okuyucunun karşısına olgun örneklerle çıkamadım, ancak zamanla kendi hikâyeme doğru yürümeye başladım. İlk iki kitabım hazırlık dönemidir.” (Yaşar Kaplan, “Mustafa Kutlu’yla Bir Söyleşi”, Aylık Dergi, Sayı 63-64-65, 1984, s:44)

Hikâyeleri, desenleri ve diğer yazıları Hareket dergisinde yayımlandı. Adımlar dergisinde şiirleri de vardır. Hikâyelerini bu dönemde kitaplaştırmaya başladı. İlk hikâye kitabı “Ortadaki Adam” (1970) Hareket Yayınları tarafından basıldı. Bunu “Gönül İşi” (1974) takip eder. Bu arada iki inceleme yayımlar. Bunlar Sabahattin Ali ve Sait Faik üzerinedir. Bunların yayımlanması ona göre hem bir şans hem de bir şanssızlıktır. “Talebelik sırasında yapmış olduğum iki çalışma hemen yayımlanma şansı buldu. Bunlar erken yayının bütün acemiliklerini taşıyan kitaplardı; ama benim için büyük bir şanstı.” (Adnan Tekşen, “Mustafa Kutlu ile Mülakat”, Zaman, 16 Temmuz 1987, s. 9.

Mustafa Kutlu , Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisinin (8 cilt 1976-1998) 2. ciltten itibaren yayın yönetimini üstlenir ve bu ansiklopediye geniş ölçüde madde yazar. 1974-75’ten itibaren 20 yılını verdiği bu ansiklopediyi 1973’te aldığı Smith Corona marka daktilosundan yazarak çıkarır. Ansiklopedi için şimdi profesör olan D. Mehmet Doğan ile çalışır.

Fikir ve Sanatta Hareket Dergisi 1982’de kapanınca kendi tabiri ile sudan çıkmış balığa dönerler; çünkü dergi ile yaşamaya alışmışlardır.

Mustafa Kutlu, 1980’lerin ortasından sonra sinemaya yönelir ve senaryolar yazmaya başlar. “TRT’de dramatik belgeseller yazdım: Divan-ı Lügati’t Türk’ün bulunuşu ile ilgili ‘Bir Kitabın Hikâyesi’; ‘Müzedeki Şiir’, Divan Edebiyatı Müzesi ile bağlantılı bir belgeseldi. Selim ileri ile beraber Pazartesi Hikâyeleri’ni hazırladık; birçoğu çekildi. Halit Refiğ’in yönettiği ‘Kurtar Beni’ ile Osman Sınav’ın çektiği ‘Kapıları Açmak’ görünür hale geldi; çünkü her ikisi de ödül aldı. TGRT’de yayınlanan Ufukta Bir Ağaç’ı yazmıştım…” (Murat Menteş, “Göründüğü Gibi Olan Adam”, Gerçek Hayat, 16-21 Mart 2001, s.17)

Ömer Seyfettin’in Yalnız Efe’sini senaryolaştırır. Diyanet İşleri’nin çocuk filmleri yapması ve bu filmlerin TRT’de gösterilmesi için Turgut Özal’ın girişimi ile bir proje hazırlar. Yusufçuk diye 8 bölümlük bir dizi yazar. “İnsanlar Yaşadıkça” isimli dizisi TRT engeline takılır. Son yazdığı senaryolardan birini TRT’ye teklif etmiş, ismi Mavi Kuş olan bu senaryo şu anda sinema filmi olarak düşünülmektedir.”

Mustafa Kutlu’nun Kapıları Açmak isimli senaryosunun Turizm ve Tanıtma Bakanlığı’nın açtığı yarışmada ikincilik derecesi vardır.

Mustafa Kutlu, dergiciliğe uzun bir ara verdikten sonra Dergâh (1990) ile bir dönüş yapar. İlk sayısı Mart ayında yayımlanır. Dergi edebiyat-sanat dergisidir. Dergâh’ın çıkışını Sultan Ahmet’teki Derviş çay bahçesinde İsmail Kara, Mustafa Kutlu ve Ezel Erverdi kararlaştırır.

Mustafa Kutlu derginin yanı sıra Kutlu, hâlen Dergâh Yayınevi’nin yönetimini de sürdürmektedir.

1986 yılından itibaren Zaman gazetesinde “Bir Demet İstanbul” başlığı altında şehir yazıları yayımlanır. Bu yazılar daha sonra Şehir Mektupları (1995) adı altında kitaplaşır. Halen Yeni Şafak’ta kültür-edebiyat yazıları yazmaya devam eden Kutlu, aynı gazetede spor yazıları yazmaktadır.

2012 yılında Osman Sınav’ın yönetmenliğinde ve Kenan İmirzalıoğlu’nun başrollüğünde “Uzun Hikâye” isimli eseri beyaz perdeye aktarılmıştır.

Mustafa Kutlu Kitapları - Eserleri

  • Uzun Hikâye
  • Ya Tahammül Ya Sefer
  • Mavi Kuş
  • Yoksulluk İçimizde
  • Sır
  • Beyhude Ömrüm

  • Bu Böyledir
  • İyiler Ölmez
  • Menekşeli Mektup
  • Hayat Güzeldir
  • Nur
  • Hüzün ve Tesadüf
  • Tirende Bir Keman

  • Rüzgarlı Pazar
  • Huzursuz Bacak
  • Yokuşa Akan Sular
  • Kapıları Açmak
  • Tahir Sami Bey'in Özel Hayatı
  • Tarla Kuşunun Sesi
  • Sevincini Bulmak

  • Hesap Günü
  • Chef
  • Zafer Yahut Hiç
  • İlmihal Yahut Arzuhal
  • Vatan Yahut İnternet
  • Tufandan Önce
  • Sıradışı Bir Ödül Töreni

  • Arkakapak Yazıları
  • Dem Bu Demdir
  • Fırtınayı Kucaklamak
  • Anadolu Yakası
  • Akasya ve Mandolin
  • Kalbin Sesi
  • Yoksulluk Kitabı

  • Vitrinde Olmak
  • Kalbin Sesi ile Toprağa Dönüş
  • Şehir Mektupları
  • Bir Demet İstanbul
  • Yıldız Tozu
  • Selâm Olsun
  • Akıntıya Karşı

  • Topkapı’dan Topkapı’ya
  • Sabahattin Ali
  • Gönül İşi
  • Ortadaki Adam
  • Sait Faik’in Hikaye Dünyası
  • Haliç İle Çepeçevre İstanbul

Mustafa Kutlu Alıntıları - Sözleri

  • İnsan dünyaya kendini kaptırınca zamanın nasıl geçtiğini bilemez. Bir akıntıya düşüp tüm ömrünü koşturarak geçiren çoktur. (Hesap Günü)
  • “Saçların tarumar gözlerinde nem Ateşe benzerdin küle dönmüşsün.” (Tirende Bir Keman)
  • “Giden gidiyor, geride solgun fotoğraflar kalıyor.” (Selâm Olsun)
  • Aramak vazifedir. “ Aramakla bulunmaz fakat bulanlar ancak arayanlardır.” (Kalbin Sesi ile Toprağa Dönüş)
  • “–Aslımızı yitirmezsek iyidir. – İyidir ya, mümkün mü?” (Yokuşa Akan Sular)
  • Baki olan sadece Cenab- ı Hakk ' tır. (Şehir Mektupları)

  • “Kendisini değil, artık hatırasını seviyordu.” (Tirende Bir Keman)
  • Tren gider, yol gider. Ömür biter, yol bitmez. (Kapıları Açmak)
  • Hayatımızı manevi zenginliklerle donatmak gibi köklü ve insani alışkanlıktan, hayatımızı maddi zenginlikler ile donatmak gibi boyutları belirsiz ve bize ait olmayan bir mutluluk anlayışına kaymamız olup bitenlerin kaynağına işaret eder. (Topkapı’dan Topkapı’ya)
  • Ne denilmiş: Sabır, sebat, murat. (Beyhude Ömrüm)
  • Ölülere sahip çıkamayanlar, dirilere sahip çıkabilir mi? (Haliç İle Çepeçevre İstanbul)
  • Önce zihnimiz kirlendi, sonra kendimizden şüpheye düştük, ardından inançlarımızı sorgulamaya başladık. Bu geleneği ve ahlakı yaraladı. Artık ortada bir 'güven bunalımı' vardı. (Vatan Yahut İnternet)
  • Herşey gelip inceliklerde düğümleniyor. (Bu Böyledir)

  • "Gönül yarası bu kızım, mutlaka izi kalır." (Zafer Yahut Hiç)
  • Eskiye ait ne varsa kıymete bindi. (Vatan Yahut İnternet)
  • Velhasıl dünya hayatı "İş" dediğimiz oyun ve eğlenceden ibarettir. (Hesap Günü)
  • Mahvıma sebep hilmimdir.. (Sevincini Bulmak)
  • Umut bu dağın ardında belki, ama bu dağın ardı meçhul. (Yoksulluk Kitabı)
  • “Dua etmeli derim içimden; hem giden, hem bizim gibi geride kalanlar için artık sadece dua etmeli.” (Selâm Olsun)
  • Giden gidiyor, geride solgun fotoğraflar kalıyor. (Selâm Olsun)

Yorum Yaz