Cahil Hoca - Jacques Ranciere Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Cahil Hoca kimin eseri? Cahil Hoca kitabının yazarı kimdir? Cahil Hoca konusu ve anafikri nedir? Cahil Hoca kitabı ne anlatıyor? Cahil Hoca PDF indirme linki var mı? Cahil Hoca kitabının yazarı Jacques Ranciere kimdir? İşte Cahil Hoca kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Jacques Ranciere
Çevirmen: Savaş Kılıç
Orijinal Adı: Le Maître İgnorant
Yayın Evi: Metis Yayıncılık
İSBN: 9789753429665
Sayfa Sayısı: 144
Cahil Hoca Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Felsefenin elması Joseph Jacotot'nun başına düşmüştür: 1818'de sürgünde bir devrimci olan Jacotot Belçika'da Fransız edebiyatı okutmanı olarak yarı-zamanlı bir iş bulur. Tek kelime Fransızca bilmeyen Flamanlara, kendisi de tek kelime Flamanca bilmediği halde hocalık etmek zorundadır... İkidilli bir Fénelon baskısı koşar imdadına; "öğrencileri"nin kendi kendilerine Fransızca ve Telemak'ı öğrenmelerine kılavuzluk eder. İnsanın bilmediğini de öğretebileceğini gösteren bu tuhaf deneyin sezdirdiği kaçınılmaz sonucu anlamakta hiç gecikmez Jacotot: Bilen ile bilmeyenin, öğreten ile öğrenenin, kol emekçisi ile zihin emekçisinin, kısacası zekâların eşitliği.
Bu şaşırtıcı hikâyeyi ve Jacotot'nun felsefesini anlatan Jacques Rancière hem eğitim üzerine çok özgün bir düşünce sunuyor hem de zekâların eşitsizliğini ve bilgi hiyerarşisini bahane eden toplumsal eşitsizlik tasavvurlarına önemli eleştiriler getiriyor. "Özgürleştirmeksizin eğiten aptallaştırır," diyen Cahil Hoca, eğitimciler ve eğitim sistemi üzerine kafa yoranlar için olduğu kadar siyaset felsefesiyle ilgilenenler için de ufuk açıcı bir kitap.
(Tanıtım Bülteninden)
Cahil Hoca Alıntıları - Sözleri
- "Yüksek sesle 'Ben de ressamım!' demekte bir kibir yoktur. Kibir başkalarına 'Yoksa siz ressam değil misiniz?' diye fısıldamaktır."
- Bir zekanın bir başka zekaya tabi kılındığı yerde aptallaşma vardır.
- Halkı aptallaştıran öğrenimsizlik değil, zekâsının aşağı olduğuna duyduğu inançtır.
- Bir zekânın başka bir bir zekâya tabi kılındığı yerde aptallaşma vardır. ... Özgürleştirmeksizin eğiten aptallaştırır.
- Arayan her zaman bulur. İlle de aradığını, hele ki bulması gerekeni bulmaz. Ama bildiği şey ile ilişkilendireceği yeni bir şey bulur mutlaka.
- "Özgürleştirmeksizin eğiten aptallaştırır."
- "Bir zekanın bir başka zekaya tabi kılındığı yerde aptallaşma vardır."
- Çünkü cehalette hiyerarşi yoktur.
- Zekâ dünyasından dışlananlar dışlanma kararını bizzat imzalarlar.
- Bir kere olmuş olan her zaman için mümkündür.
- Hakikati bilmeyen araştırır ve bu yolda çok şey çıkar karşısına. Tek hata şu olur: kanılarımızı hakikat sanmak
Cahil Hoca İncelemesi - Şahsi Yorumlar
IQ’lar eşit olmadıkça insanlar eşit olmazlar.: Bu kitabın temel felsefesi de tam olarak bu sözdür. Felsefesi bu olunca eğitim, öğrenme ve öğretme gibi uygulama alanları bizzat üzerinde durduğu noktalar olmuş yazarın. Bu noktada öğrenci merkezli eğitimin ve bilgide özgürlük alanının geniş olduğu bir eğitim sisteminin öneminin altını çizmiş her eleştiri ve analizinde. Öğretmeni de sürekli öğrenen bir misyonda değerlendirerek, öğrenciye, kendisinin de bilmediği bilgiyi de öğretebilme durumunu ve üst bilgiye ulaşmanın yolunu açabilmesi üzerinde durur. Dolayısıyla yazar bilginin bir hiyerarşisinin olmadığını savunmuştur. Bilgi her şekilde her anda öğrenebilir bir pozisyondadır. Aslında yazarın bu tarz yaklaşımında kitle-iktidar ilişki yatmakta. Bilgiye ulaşım ve bilginin kendisi iktidar yarattığı için bilgi eşitsizliğe yol açmaktadır iddiası haklı bir pozisyonda kalmaktadır. Eşitlik ilkesinin önemseyen yazarımız bu kitabında muhalif olduğu nokta tam olarak bu alan diyebilirim. Bu yüzden zekaların eşitliği ilkesini önemsemektedir. Bilgiye ulaşımda eşit koşul yaratmaktadır. Ancak algılama gibi bir gerçek de var. Iq’su 120 olan iki öğrencinin bilgiye ulaşmada aynı yolları izlemeyeceği gibi verileri aynı kapasitede değerlendirebileceği de meçhul. Çünkü zekanın kullanımı farkındalık ve algılama/görme yetileriyle de doğrudan ilişkilidir. Görüşüm nispeten ayrılsa da bu kitabın çok değerli olduğunu söyleyebilirim. Okunması gereken kitapların başında geliyor. Keyifli okumalar dilerim. (Uğur De Molinari)
Bu kitaba ne diye inceleme yapıyorum ki? Bu kitaba inceleme yapmak bana mı düştü? Ben ne anladımki ne anlatayım? Kitabın adı zaten "Cahil Hoca" olduğundan 'bilmediğimi öğretebilirim' felsefesiyle yazmaya başlıyorum. Okurken, kitap hakkında söylemek istediğim çok fazla şey vardı. Ancak kitap bittikten sonra bir dinginlik geldi. Ve ne diyeceğimi bilemez hâle geldim. O yüzden, doğaçlama gideceğim. Bindim bir alamete, gidiyorum kıyamete! "İnternet'in Öz Çocuğu" adlı bir biyografik film var. İzlediniz mi bilmiyorum. Aaron Swartz adlı birinin hikâyesini ele alıyor. Film ve kişi hakkında çok bilgi vermeyeceğim. Filmin başında Aaron'un çocukluğu anlatılıyordu. Aaron buzdolaplarının üzerindeki yapıştırıcılar ve evin içindeki konuşmalar ile diğer yazılı kağıtlar sayesinde 4 yaşında okumayı öğrenmiş. Ardından da yazmayı öğrenmiş. Şimdi bunu niye mi anlattım? Kitabın başında bir hikâye vardı. Onu da söylemeyeceğim, ama bir söz paylaşacağım. Buradan kısaca demek istediklerimi anlarsınız. "Ama Telemak'taki Fransızcayı öğrenmelerini sağlayan zekâ aynı zamanda ana dillerini öğrenmelerini sağlayan olan zekâdır: Öğrenecekleri şeyi gözlemleyip kaparlar, tekrarlayıp doğurularlar, bilmeye çalıştıkları şey ile bildikleri arasında bağ kurar, yapar ve yaptıkları üstüne düşünürler. Geçmemeleri gereken bir yoldan geçmişler, çocuklar gibi el yordamıyla, tahminle yol almışlardı." O.O Sizde de şaşırma oldu mu? Benim nezdimde önemli olan tek bir şey için çabalamak var. Çocuk gibi görmek. Bunu hem duygusal, hem de mantıksal açıdan yakalamaya çalışıyorum. Yani her şeye, bir çocuk gibi yaklaşmaya çalışıyorum. İlk başta, gözlem ve onunla gelen anlamı algılamak. Sonra da sora sora hepsini bir LEGO gibi dizmek ve kendi şatomu yapmak. Bu sayede de olabildiğince 'kendim' olmuş olurum. Başkaları tarafından düşüncesel ve/veya sezgisel bir şekilde yönlendirilmiş olmam. Bunu bilinç düzeyinde yapabilmek gerçekten zor. Çünkü dayatılmış olanlardan sıyrılmaya çalışıyorum. Kısacası var olanları, hiç yapmaya çalışıyorum. Bu ne kadar kolay olabilir ki? Deneyin ve görün. "Evrensel eğitimin birinci ilkesi buydu: Bir şeyi öğrenip her şeyi onunla ilişkilendirmek. Dolayısıyla önce bir şey öğrenmek lazımdı." Şimdi, bu söz kitapta geçiyor. Beni en fazla etkileyen kısım burası oldu. Çünkü, bu sözün benzerini daha önce bir yerde görmüştüm. Nerede olduğunu biraz düşündüm. Aklıma yıllardır hayran olduğum ve hayranlığımın en ufak bir şekilde azalmadığı gibi sürekli arttığı sanatçı geldi. Bu sanatçı, Leonardo Da Vinci'ydi. O, şöyle demişti: Nasıl göreceğini öğren. Her şey, her şeyle bağlantılıdır; fark et. Da Vinci'nin söylediği söz aslında basitti. Sahip olduğum meziyetlerden bir tanesi olan anlama sayesinde edindiğim her bilgiyi, diğer tüm bilgilerle birleştirmek. Bunun için de kullanılabilecek en güzel duyusal yöntem, görme olacaktır. En azından, ben öyle düşündüm. En basitinden gökyüzünü sesle anlayamayız ya da ona ellerimizle dokunamayız. Ama gözlerin devreye giremediği cok az olgu vardır. Şimdi, kitapta geçen söz ile Da Vinci'nin sözünü birleştirince ortaya ne çıkıyor? Ahmet, bir tane bilgi edinmelisin. Gözlemlerin ve anlama yetinle bir tane bilgi edinmelisin. Sonra da o bilginin sağında, solunda, aşağısında, yukarısında ve/veya tam karşısında olan bilgileri de gözlemlemeli ve anlamalısın. Bir tanesi sayesinde hepsine ulaşabilirsin. Nasıl ulaşabilirsin peki? Dikkatli olarak. Dikkatini verdiğin sürece iki olgu arasındaki bağları fark edebilirsin. Bir kere fark ettikten sonra da üzerinde düşüncesel çaba harcayarak anlayabilirsin. Doğru veya yanlış olması önemli değil. Önemli olan dikkatli bir şekilde çaba sarf etmen, Ahmet! Bir tanesi yanlış olsa bile bir dahakinde bu yanlışı fark edebilirsin. Çünkü bütünün kendi içinde gösterdiği uyumluluk hâli, bir tanesindeki uyumsuzluğu belli edebilir. Hatta bazen uyumlu olan parça bile, yanındaki uyumsuzu ifşa edebilir. Bu sayede, ilerleyebilirsin. Anlamların arasında kaybolman, bilinmezlikler içinde boğuluyor olman veya yanlışlıklar denizinde yüzüyor olman da güzel. Yeter ki bunların hepsi sana ait olsun. Yani gittiğin yol ve düşünce tarzı, sana ait olsun. Ahmet, keşifçi olmalısın. Parmağını nasıl hareket ettirdiğini anlayarak, Güneş'in Dünya'yı nasıl hareket ettirdiğini anlayabilirsin. Ama hepsinin zamanı ve yolu var. Dikkatini vermek ve çaba harcamak zorundasın. Tembellik yaparsan eğer, sen de kendini bilgin zanneden kibirli insanlardan olursun. Unutma ki; önce insansın, sonra öğrencisin, sonra da kendinin 'Cahil Hoca'sısın. Sen, kendine hoca olabilirsen eğer, başkalarının da kendilerine hoca olmasına yardımcı olabilirsin. Ama bu yardımın onlara ne yolu göstermek, ne yolda ilerlemelerini sağlamak, ne de yol için gerekli ihtiyaçları sunmak olacaktır. Sadece ve sadece senin bir yoksulun olduğu gibi onların da bir yolu olduğunu fark etmelerini sağlamalısın. Bunu da aynı yolun yolcusu olduğunu göstererek yapmalısın. Farklı bir yolunuz olduğunu ben de biliyorum, Ahmet. Bunu, şöyle düşün: Suyun izlediği yol her yerde aynıdır. Yer çekimi sayesinde durağanlığı bozulur ve hareket eder. Rüzgâr da işin içine girerek yön verebilir. Göllerin, nehirlerin, denizlerin ve okyanusların kaderi budur. Her birinin bulunduğu yer ve maruz kaldıkları farklıdır. Ama kendileri aynıdır. Yani, suyun saf özelliklerini hangisi göstermez? Hepsi gösterir dimi? Aynen öyle. Burada temelde olan bir benzerlik ve eşitlik var. Farklılıkla bütünleşen bir eşitlik bu. O yüzden, ikinizin gideceği yol farklıyken bile benzerdir. Benzer değilse bile eşittir. 'Cahil Hoca'nın da dediği gibi: ''Özgürleşmiş birinin asıl kâdir olduğu şey özgürleştirici olmaktır: Bilginin anahtarını vermek değil, bir zekânın başka her zekâya ve her zekâyı da kendine eşit gördüğü zaman ne yapabileceğinin bilincini kazandırmaktır." "Eşitliğe az çok düşkün olanların tereddüt etmemesi gerekir: Bireyler gerçek varlıklardır, toplumsa bir kurmaca. Eşitliğin kurmaca varlıklar değil gerçek varlıklar için bir değeri vardır." "Tanrısal yasa diye bir şey varsa eğer, kanıtını taşıyan tek şey kendi içinde düşünce, doğru sözlülüğü korunmuş düşüncedir. İnsan konuştuğu için düşünmez -aksini iddia etmek düşünceyi mevcut maddi düzene tabi kılmak olur-, insan var olduğu için düşünür." Şimdi, bu iki sözü kitapta okuduğum zaman aklıma ilkokuldaki bir arkadaşım ve anılarım geldi. İlkokul birinci sınıftayım. Ama afilli bir birinci sınıfım. Okula başlamadan önce komşumuz Fatma teyzenin kızı olan Emel ablacım, bana okuma-yazma ve matematik öğretmiş. Birinci sınıfta tamamen bunlardan oluşuyordu. Yani, benim için boş bir sene olacaktı. Dersler umrumda değildi. Kopyalama yaparak yazıyor ve çözümler yapıyordum. O sırada da etraftaki arkadaşlarımı ve öğretmeni gözlemliyordum. Boyum çok kısa diye ön sıraya oturtulmuştum. Sonra ders esnasında sağa sola ve arkaya çok bakıp diğerlerini konuşturduğum için ikinci günden en arkaya atılmıştım. Sevinmiştim. Orada Hüsnü ve Kenan vardı. Hüsnü, bizlerden iki yaş büyüktü. Bir sene geç yazılma ve bir senede sınıfta kalma. Hüsnü'nün boyu, en uzunumuzdan en az 20cm uzundu. Öyle büyük görünüyordu. Saçlarında da beyazlar vardı. İlk gördüğümde çok şaşırmıştım. Hiçbir şey demedim. Ama garipliğini de aklımdan atamıyordum. Hüsnü'nün yanında da Kenan oturuyordu. Kenan, okulun sağ çarpazında bulunan bir gece konduda kalıyordu. Üzerindekiler eski püsküydü. Her yerinde kir belliydi. Sonra kokular da yayılıyordu. İlginç bir ikilinin arkasına düşmüştüm. Tahtayı görme ihtimalim yoktu. Zaten ilgimi de artık çekmezdi. Anlamam gereken ve sevdiğim iki arkadaşım olmuştu. Dersler kimin umrundaydı ki? Teneffüs olduğunda heyecanla direkt bahçeye koşup kovalamaca veya şişelerle top oynuyorduk. Sonrada tekrar derse geliyorduk. O günün sonunda fark ettim ki, Hüsnü ile Kenan hiç bizimle oynamıyor. İlginç geldi. Yarın okula gidince ne yapmam gerektiğini ve istediğimi biliyordum. İlk teneffüs geldi ve onlara gelmelerini söyledim. Birlikte oyun oynamaya çağırdım. Şaşırdılar. Hüsnü reddetti. Ama Kenan kabul etti. Aşağı indik ve arkamızdan Hüsnü'de geldi. Tam o anda kaos oldu. Benim güzel(!) arkadaşlarım bir anda irkildiler. Yüzleri ekşidi. Pet şişeyi bırakıp bize bakmaya başladılar. Bense "Hadi oynayalım!" modunda heyecanlıyım. Sonra beni çağırdılar ve birisi sessizce şunları söyledi: "Onlarla mı oynayacağız?" Ardından diğeri de: "Hüsnü, kocaman. Onunla nasıl oynayacağız?" Son darbede izleyici bir prensesten geldi: ''Onlar kokuyor. Siz oynayın." Ben şaşkına döndüm. İğrençlik, benim küçük kız kardeşimde de vardı. Ama ben, onu seviyordum ve onunla oynuyordum. Bu yüzden onlarla neden oynamayayım ki? Ayrıca ben çok mu güzelim ki? Onlara hiçbir şey söylemedim. İyi eğlenceler dileyip etrafa bakınmaya başladım. Bir ortaokullu sağ olsun, o sırada yere su şişesi attı. Kapağı çıkartıp şişeyi ezdim. Sonra da Hüsnü ve Kenan ile gidip başka yerde oynadık. Bir kaç gün böyle geçti. Derslerde de herkes bize taraf olmuştu. Ne yapacağımı bilmiyordum. Ama kurtarıcı bir meleğe denk geldik. Öğretmenimiz durumu sezmiş olacak ki, bir gün bize Doğu'da çalıştığı zamanlardan bir hikâye anlattı. Akşamlar kadar tarlada toz toprak ve kir içinde çalışan ve geceleri de mum ışığında ders çalışıp okula gelen öğrencilerini anlattı. Böyle bir hikâyeden sonra diğer çocuklar bana gelmeye başladı. Bir dahaki teneffüste dört kişi oynadık. Ertesi gün ise hep birlikte oynamaya başlamıştık. Bu hikâyeyi neden anlattım? Kendimi iyi bir insan gibi göstermek için mi, insanların arasındaki uçurumları göstermek için mi, birbirimizden çok da farklı olmadığımızı göstermek için mi, eğitimin önemi için mi, öğretmenin önemi için mi, insanları kazanmanın kolay olduğunu göstermek için mi, yoksa bunların hepsi için mi? Hayır, hiçbiriyle alâkası yok. Sadece kitabı okumanızı sağlamasını umarak yazdım. Çünkü bu kitapta olan bakış açılarını ve bilgilerini bir kenara bırakırsam eğer, her şeyden fazla Umut var. Daha doğrusu Umut için ihtiyacımız olanlar var. Yanlış ile doğru ve eğitim ile öğrenme anlamlarını içeren her şey için Umut var. Bu kitab için ıvır zıvır kesime hitap ederek okunması gerek deneyeceğim. Herhangi bir insanla ilişkisi olan herkesin bu kitabı okuması gerektiğini düşünüyorum. Ama öğretmenlerin -olacaklar da dahil- ve ebeveynlerin -olacaklar da dahil- MUTLAKA okuması lazım. Bilgi dayatması ya da asimilasyon için değil. Sadece bakış açıları ile bile okunması lazım. Çünkü sadece bir çocuğun, sadece bir konu üzerinde bile olsa özgürce düşünmesini ve hareket etmesine vesile olabilecek şekilde değişime uğrayabilirsiniz. Yazarın kalemi hakkında da bir şey söylemek isterim. Su gibiydi. Tıpkı durgun bir su gibi kelimeleri kullanmış. Hem iyi, hem de kötü olan her şeyi barındırıyor olmasına rağmen, öyle güzel bir denge kurmuş ve benimseme olmuş ki; okuduğum her kelimede sanki suyu okuyorum gibi hissettim. İncelemem bu kadardı. Yazdıklarımın hepsi sadece benim naçizane düşüncelerimdir. Kelimelerin kipleri ve anlamları ne olursa olsun, bakış açısı sunmaktan öteye gitmek istemem. Buraya kadar okuyan herkese teşekkür ediyorum. Ama Memento_mori 'ye bu kitabı önce fark etmeme ve sonra okumama vesile olduğu için en içten teşekkürlerimi sunuyorum. Saygılar. (Quidam)
Özgürleştirmeyen Eğitim Aptallaştırır: Fazilet sadece Telemak’ta mıydı? Bence değildi. Çocuğun bir başka öğreticinin akıl yürütmelerine ve açıklamasına gerek duymadan kendi iradesiyle böylesi bir başarı sağlaması öğretmenlerdeki sözlü açıklamaların gerekliliği hususunda beni soru işaretlerine boğdu. Öğrencilerin empirik bir olay sonucunda Fransızca kelime ve çekim eklerini öğretici yardımı olmadan öğrenmesi üstelik bunu her birinin kendi başına yapması “yazılı açıklamları açıklamak için sözlü açıklamalara ihtiyaç vardır” paradoksunun karşısında fikirsel bir devrim niteliğindedir. Yani öğretici öğrencisine bilmediğini de öğretebilirdi, cahil hoca bunu bize kanıtladı. Yazarın eski eğitimde çocuklara dayatılan hiyerarşik sınıflandırma ve seviyelere tabi tutulmasına yaptığı eleştirilerde katılıyorum. Çocuklara farklılık güzellemesiyle vurulan damgalama ve eşitsizlik durumu öğrenci içindeki güdülenmeyi yok etmektedir. Öğreticiler sürekli öğrencilere aşamalar vererek onlara her seferinde yolun başında olduğunu hissettirdiler. Yeni formüller, yeni kitaplar ve yeni uçurumlar… Cehalet uçurumları… Öğrenci her seferinde kendine uçurum yarattı ve öğretici her seferinde bu uçurumları örtmeye endeksliydi. Peki bu böyle nereye kadar gidecekti? Açıklamalardan arınmış bir eğitim büyük bir devrimdi fakat insanı tasvirlemekten geri koymuyordu. Bu devrime yakın Sokratesçilik tekniği vardı ama o da özgürlük ve iradeden yoksundu. Çünkü yine öğretici hükümdar öğrenen köle sıfatındaydı. “Özgürleştirmeksizin eğiten aptallaştırır” demek yerindeydi. Yazar çocukların ve yetişkinlerin açıklayana ihtiyaç duymadan okumayı, yazmayı, müzik çalmayı ve yabancı bir dil öğrenebilmelerini zekaların eşitliği hususunda bir dayanak olarak görmüştür. Bu dayanak çoklu zeka kuramına adeta savaş açmıştır. Biyolojik farklılıklardan ziyade insanlarda derin uçurumlar bana kalırsa da yoktur. Ama tamamı ile zekaların hepsi eşittir demek tartışmaya açıktır. Modern hayatımızda çocukların önüne formülleri yığıp alın kendiniz öğrenin demekte dünyanın dijital yerlisi olan çocuklar için oldukça küçümsenir olacaktır. Çünkü dijitallerle donatılmış 21.YY çağındaki çocuk kendi başına öğrenirken bile Google’ın karanlık dehlizlerinde boğulacaktır. Benim bu kitapta kendime ayırdığım noktalar: Çocukları damgalamadan, ezberleme yöntemiyle hafıza kirliliği yaratmadan, onları güdülenme ve motivelenmeden eksik bırakmayarak özgür bir zihin ve iradeleriyle kendi hükümdarları olan çocuklar… (Nur Kazancı)
Cahil Hoca PDF indirme linki var mı?
Jacques Ranciere - Cahil Hoca kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Cahil Hoca PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Jacques Ranciere Kimdir?
Jacques Rancière (d. 1940) Fransız düşünür Paris-VIII (St. Denis) Üniversitesi'nden felsefe profesörü iken emekli olmuştur. 1960'larda Marksist düşünür Louis Althusser ile beraber yazdığı Kapital'i Okumak ile ünlenmiştir.
Rancière, Mayıs 1968 öğrenci ayaklanmaları üzerine hocası Althusser'le olan uyuşmazlığının ardından, ideoloji ve proletarya gibi siyasal söyleme yerleşmiş kavramları güncelleme üzerine çalışmalar yürütmüştür. Örneğin, "Filozof ve Yoksulları" çalışmasında filozofların entelektüel hayatlarında yoksulların rolünü, Platon ve Marx eleştirilerinden yola çıkarak analiz etmiştir. "Siyasalın Kıyısında" kitabında, siyasetin eşitlik ve bütünlük anlayışını eleştirirken bu kitabın içinde yer alan "Siyaset Üzerine On Tez" çalışmasında, demokrasi ve siyaset arasındaki ilişkiyi yeniden tanımlamaya çalışarak düzen anlamındaki siyaset ile varsayılan eşitliğin dışındaki siyasal arasındaki farkları ortaya koymuştur. "Cahil hoca" çalışmasında da Joseph Jacotot'un hikâyesi üzerinden eşitlik kavramını ve eğiticinin rolünü sorgulamıştır.
Ranciere çalışmalarında düzen arayışı için göz ardı edilen eşitsizlikleri göz önüne koymayı amaçlamaktadır.
2006'da Rancière'in estetik teorisi görsel sanatlarda bir referans noktası haline geldiği belirtilmiştir. Rancière, Freize Sanat Fuarı gibi sanat dünyası etkinliklerinde dersler vermiştir. Eski Fransız başkan adayı Ségolène Royal, Rancière'in favori filozofu olduğunu söylemiştir.
2003 yılında Rancière, diğer bazı Fransız aydınları ile birlikte imzaladığı, 2003 Çeçen referandumunun gayrımeşruluğunu protesto eden bir mektubu Putin'e göndermiştir.
Jacques Ranciere Kitapları - Eserleri
- Cahil Hoca
- Kurmacanın Kıyıları
- Özgürleşen Seyirci
- Filozof ve Yoksulları
- Bela Tarr, Ertesi Zaman
- Nasıl Bir Zamanda Yaşıyoruz?
- Demokrasi Nefreti
- Siyasalın Kıyısında
- Tarihin Adları
- Kapital'i Okumak
- Estetiğin Huzursuzluğu
- Suskun Söz
- Uzlaşı Çağına Notlar
- Estetik Bilinçdışı
- Uyuşmazlık
- Dissensus
- Sinematografik Masal
- Görüntülerin Yazgısı
- Aisthesis
- Kelimelerin Mekanı
Jacques Ranciere Alıntıları - Sözleri
- "...sanki bir şeye beslenen tek tutku o şeyin yokluğunda bulunurmuş gibi..." (Uyuşmazlık)
- Öncelikle politika, iktidarın uygulanması veya iktidar mücadelesi değildir. (Özgürleşen Seyirci)
- Mağdurun uğratıldığı telafisi olmayan haksızlığın sınırsızlığı, savunmacının hakkının sınırsızlığını haklı çıkarır. (Uzlaşı Çağına Notlar)
- Her tarafta sınırlar. Bundan dolayı melankoli, donuk ve dertli bir şarkı gibi. Bir hekim başka bir hekime karşı bütün varoluşa ve insanların hareketlerine yansır. (Estetik Bilinçdışı)
- Buna inanmak için iman gerekir. (Demokrasi Nefreti)
- Esas olan hikâyenin belirli (tek anlamlı) olmasıdır; imgeselin ve gerçeğin, tersine çevrilebilir romantikliğin ayırt edilmezliğine karşı bir itiraf olayına yol açan Aristo'cu bilgi ve eylem düzenini koymuş olmasıdır. (Estetik Bilinçdışı)
- Bugün, eşitliğin tarihinin özerk bir tarih olduğu ve bu tarihin, tekniklerin, ekonominin, vs. geçirdiği nesnel dönüşümlerin analizine dayanan stratejilerin gelişimi değil, gittikçe daha az yoğunluğa ve süreye sahip kendine has zamansal dinamikler yaratan anların kümelenmesi -birkaç gün, bir hafta, bazen birkaç yıl- olduğu yeniden keşfediliyor. Her seferinde yeni bir başlangıçtır bu ve her seferinde bunun nereye kadar gideceği bilinmez. Bundan ders çıkarma iddiası da pek uzağa götürmez. Önceki deneyimlerden ders çıkar ma düşüncesi daima, isteneni yapmanın bu sefer doğru biçiminin bulunacağını varsayar. Ne yazık ki eşitliğe dayalı bir ânın davranışını belirleyen şey, istenenin ne olduğu değildir. Tersine: "İrade" bir neticedir, eşitlikçi ânın serpilip gelişme sinin aldığı modalitedir. Eşitliğe dayalı anların monadik cehresini yeniden keşfetmek, aynı zamanda bu dinamillaklığını da yeniden keşfetmektir. (Nasıl Bir Zamanda Yaşıyoruz?)
- Öteki hangi göstergelere göre burada var ya da burada yok kabul edilmektedir? Bir ekran üzerindeki görülür formlardan birinde ötekinin var olduğunu, bir başkasında ise olmadığını söylemeye olanak veren nedir? Örneğin Au hasard Balthazar'ın [Rasgele Balthazar) bir planında var olup da Questions pour un champion’un“ bir epizodunda olmadığını söylemeye olanak veren nedir? “Görsel”i küçümseyenlerin en sık verdikleri yanıt şu: Tele- vizyon görüntüsünün -bizzat doğası gereği- ötekisi yoktur, zira kendi ışığını kendinde taşır; oysa sinematografik görüntü ışığını bir dış kaynaktan alır. Vie et mort de l’image [Görüntünün Yaşamı ve Ölümü] başlıklı bir kitapta Regis Debray bunu özetlemektedir: “Burada görüntünün kendi bütünleşik ışığı vardır. Kendi kendini açığa çıkarır. Kendi kaynağını kendinde bulur, kendinin nedeni olarak karşımızdadır. Spinozacı Tanrı ya da töz tanımı.” (Görüntülerin Yazgısı)
- Genel olarak sanatın varlığı, sözcüklerin düzenlenmesi, renklerin yayılması, hacimlerin modellenmesi ya da bedenlerin evrilmesini içeren pratiklere görülürlük ve imlem veren, örneğin resmin ne olduğuna, resim yaparken yapılanın ne olduğuna, resim yapılmış bir duvar ya da bir tuvalin üzerinde görülenin ne olduğuna karar veren bir kimlik belirleme rejimine -ayrıştırma rejimi- bağlıdır. Ama böyle bir karar daima bir pratiğin o pratik olmayan bir şeyle eşdeğerliği rejiminin yerleştirilmesidir. (Görüntülerin Yazgısı)
- Proleterlerin vatanı yoktur. Ama burjuvazi kendi başına ancak evrensel sınıf olarak var olabilir; nitekim ulusal alışkanlık ve çıkarları çevreleyen her türlü ''Çin seddini'' ortadan kaldırmıştır. Proleterler için ''yasalar, ahlak ve din'' , ''burjuva çıkarlarının arkasına saklandığı birer burjuva önyargısı'dır. Ama burjuvazi dinsel esrimenin ya da ahlaksal coşkunun verdiği ürpertileri ''egoist hesabın buzlu sularında'' çoktan boğmuştur. Proleterde salt edilginlik olan statü yokluğu, burjuvanın tarafında, daimi devinimiyle tüm sabit belirlenimleri ortadan kaldıran ve kiri pası temizleyen tinin gücüdür. Burjuvazi devrimcidir; tüm sınıfların, tüm sabitlenmiş ve kemikleşmiş belirlenimlerin çözünme hareketi olduğu için. O zaten sınıf-olmayan bir sınıftır, üretme ile yok etmenin trajik özdeşliğidir. Proleterya ise, burjuva devriminin ikizi ya da diğer yüzünden ibaret olarak, yaşam ile ölümün özdeşliğini onaylamaktan başka bir şey yapmaz. (Filozof ve Yoksulları)
- Her seyirci zaten kendi hikâyesinin oyuncusudur; her oyuncu, her eylem insanı da aynı hikayenin seyircisidir. (Özgürleşen Seyirci)
- Kimilerine hala paradoks gibi gelen bir kaç apaçık husustan hareket edelim.Bir hatıra, bir bilincin anılarının toplamı değildir. Çünkü öyle olsaydı, tam da kolektif hatıra [hafıza] fikri anlamdan yoksun olurdu. Bir hatıra, işaretlerin, izlerin, anıtların belli bir bütünüdür, belli bir tertibidir. Kusursuz mezar, Büyük Piramit, Keops'un hatırasını korumaz. O bu hatıranın kendisidir. Kuşkusuz her şeyin iki hatıra rejimine ayrıldığı söylenecektir: bir yanda, geçmişteki bu hükümran güçlerin hatırası (ki, bunların bazıları yalnızca mezarlarının dekoru ya da malzemesi itibariyle bir gerçekliğe sahiptirler) ; diğer yanda ise aksine en alelade varoluşların ve en sıradan olayların tanıklığını kaydetmeye ara vermeyen çağdaş dünyanın hatırası. Enformasyonun bol olduğu yerde, hatıranın yeterinden fazla olduğu varsayılır. Oysaki günümüz, böyle olmadığını gösteriyor. Enformasyon hatıra değildir. Enformasyon hatıra için biriktirmez, yalnızca kendi çıkan için çalışır. Ve onun çıkarı yalnızca şimdinin soyut hakikati kendini onaylasın diye her şeyin çabucak unutulmasındadır ve gücünü bu hakikate tek yeterli şey olarak sunmaktadır. (Sinematografik Masal)
- "İnsan denen hayvanlar, göstergeler ormanı üzerinde iletişim kuran birbirine uzak, mesafeli hayvanlardır." (Özgürleşen Seyirci)
- Tartışmalı amaçlar peşinde koşan kişilerle karşılaştığında kendi kararlılığına yönelen ve sözleriyle bütün bir beğeni sistemine karşı isteklerini ve bir bilinçdışından ötekine duygularını ortaya koyan belli bir şiir anlayışı vardı. (Estetik Bilinçdışı)
- Sinemanın öykücülerinin görüntü-işlemleri varlıkların mevcudiyete gelişinin fenomenolojik ikonlarına dönüşebilir, çünkü tarih çağının "görüntüleri", sanatın estetik rejiminin görüntüleri kendi metamorfik özelliklerini işleme verirler. Çünkü onlar temsili anlatının işlevsel sekansları ve fenomenolojik dininin ikonları arasındaki hesaplanabilirliği sağlayan daha temel bir poetikaya aittirler. Bu poetika, Friedrich Schlegel'in "ilerlemeci evrensel şiir sanatı" fikriyle özetlediği poetikadır: Yani, eski şiirlerin öğelerini yeni şiirler halinde bir araya getirilebilir fragmanlara dönüştüren metamorfozların şiir sanatı, fakat aynı zamanda sanatın sözleri ve görüntüleri ve ortak deneyimin sözleri ve görüntüleri arasındaki dönüştürülebilirliği de temin eden şiir sanatı. (Sinematografik Masal)
- "Sinemayı hikâyeler anlatma sanatı olarak ele almak yalan ile gerçeğin aynı şey olduğunu söylemek gibi ucuz bir şeydir" (Sinematografik Masal)
- Olanaklı olana tutunuyorlar fakat olanaklı olan da fazla olanak sunmuyor. (Uzlaşı Çağına Notlar)
- Gösteri gerçeği saklayan görüntülerin teşhiri değildir. Gösteri, toplumsal etkinlik ile toplumsal zenginliğin birbirinden ayrı gerçeklikler olarak var olmasıdır. (Özgürleşen Seyirci)
- Kısaca, eğer doktor Freud pozitivist meslekdaşlarımn “sıradan” olgular olarak gördükleri ve ilgilenmedikleri şeyleri kendi düşüncelerini kanıtlayan “örnekler”e dönüştürüyorsa bunun nedeni onların zaten bilinçaltına özgü tanıklıklarıdır. (Estetik Bilinçdışı)
- - " (...) Müzik dilsizdir! Fakat tam da bu yüzden, her şeyi ifade etme iddiasındadır..." (Suskun Söz)