matesis
dedas

Cahiliyye - İlhan Arsel Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Cahiliyye kimin eseri? Cahiliyye kitabının yazarı kimdir? Cahiliyye konusu ve anafikri nedir? Cahiliyye kitabı ne anlatıyor? Cahiliyye PDF indirme linki var mı? Cahiliyye kitabının yazarı İlhan Arsel kimdir? İşte Cahiliyye kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
  • 08.05.2022 04:00
Cahiliyye - İlhan Arsel Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: İlhan Arsel

Yayın Evi: Kaynak Yayınları

İSBN: 9789753434225

Sayfa Sayısı: 64

Cahiliyye Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

İlhan Arsel, bu kitabında, Muhammedi'in Cahiliyye diye

nitelendirdiği İslam öncesi dönemi, Kur'an'dan aldığı

ayetler ışığında tartışmaktadır.

''Muhabbed, cahil Arapları,kabile toplumu olmaktan

çıkarıp 'feodal' bir toplum haline getrmiş,dünya devleti

düzeyine yükseltmiş ya da ilkel yaşamlardan ve batıl

inançlardan kurtarıp uygarlık anlayışına yöneltmiştir''

tezine karşılık Arsel ,''Muhammed, Arapları dünya

devleti düzeyne yükseltmek şöyle dursun,doğru dürüst bir

devlet anlayışına bile sürükleyememiştir.

Onun döneminde 'devlet' diye bir kuruluş dahi

oluşmamıştır.Öte yandan Muhammed,ne kendi toplumunu ve

ne de islama soktuğu toplumları batıl inançlardan

kurtarmış değildir, çünki bizzat kendisi batıla

inanmışlardandır.'' tezini öne sürmektedir.

Cahiliyye Alıntıları - Sözleri

  • Tarih boyunca iktidar sahipleri, kendi çıkarları ve saltanatları bakımından, kendilerinden önceki dönemi kötülemek ve getirdikleri yeni düzeni üstünmüş gibi gösterme siyasetini izlemişlerdir.
  • Öte yandan Arap geleneklerinden bazılarını değiştirmek istediği zaman, bunları eski "Cahiliyye" döneminin uygulamaları olarak kötülerdi. Örneğin kadınların süslenmelerini yasaklamak için şu ayeti koymuştur: "...Evlerinizde oturun! Eski Cahiliyye'de olduğu gibi süslenip püslenerek çıkmayın..." (Azhâb Suresi, ayet 33)
  • Yine söylemesine göre, yemek ya da içecek içine sinek düştüğünde, dışarıda kalan kanadın iyice yemeğe gömülmesi ve sonra çıkarılıp atılması gerekir. Çünkü güya sineğin bir kanadında zehir (günah) ve diğerinde şifa (sevap) vardır ve sinek "idrak" sahibi olduğu için, önce zehir kanadını yemeğe daldırır ve şu hale göre eğer sineğin diğer şifa kanadı yemeğin içine daldırılacak olursa şifa (sevap) zehri (günahı) giderir ve temizlik sağlanmış olur. (Sahih-i Buhari Muhtasarı..., c.9, Hadis No. 1365 ve c.12, s.96-97.)
  • Tarih boyunca iktidar sahipleri, kendi çıkarları ve saltanatları bakımından, kendilerinden önceki dönemi kötülemek ve getirdikleri yeni düzeni üstünmüş gibi gösterme siyasetini izlemişlerdir. Muhammed'in yaptığı da bu olmuştur. Sırf İslamiyeti, büyük bir "aşama", "aydınlanma" dönemiymiş gibi göstermek için, İslam öncesi dönemi "Cahiliyye" olarak kötülemiştir.
  • Bu arada, ''Cahiliye'' döneminin güzel ve olumlu nitelikteki bazı geleneklerini yok edip bunlar yerine kötü nitelikte sayılabilecek birtakım geleneklerin yerleşmesine de vesile olmuştur. Örneğin ''Cahiliye'' döneminde oğullukların eşleriyle evlenme yasağı varken, bu eski güzel geleneği kaldırmış ve Müslüman erkeklere, kendi oğulluklarının karıları ile evlenebilmek gibi, pek olumsuz bir geleneği yerleştirmiştir. Yerleştirirken de buna bizzat kendinden örnek vermiştir. Nitekim vaktiyle oğul edindiği Zeyd'in karısı Zeynep'e aşık olup onunla evlenmesi bunun ilginç bir örneğidir.
  • Muhammed'in ''Cahiliye'' diyerek küçümsediği dönem, İslami döneme nazaran birçok bakımdan daha üstün, daha rasyonel, daha olumlu, daha hoşgörülü ve daha insancıl nitelikte bir dönemdi. Putperestlikle ya da batıla inanmışlıkla suçladığı ve aşağıladığı Araplar, İslamı kabul eden Araplara nazaran çok daha olgun, çok daha insansever, çok daha yardımsever kimselerdi. İçlerinde nice örneklerden biri olarak zikredeceğimiz Huzaa İbn-i Luhay gibi, yoksul halkı beslemek için her hac mevsiminde yüzlerce deve kesen ya da giydirmek için yüzlerce giysi dağıtan ya da hayvanları rahata kavuşturmak için çalışan kimseler vardı. O kadar ki, beş batın doğuran develeri, artık zahmetli bir yaşam sürmesinler diye salıverirler ve onlara artık iş gördürmezlerdi.
  • "Muhammed, Arapları dünya devleti düzeyine yükseltmek şöyle dursun, doğru dürüst bir devlet anlayışına bile sürükleyememiştir. Onun döneminde "devlet" diye bir kuruluş dahi oluşmamıştır. Öte yandan Muhammed, ne kendi toplumunu ve ne de İslama soktuğu toplumları batıl inançlardan kurtarmış değildir, çünkü bizzat kendisi batıla inanmışlardandır."
  • Muhammed, Kureyş kabilesini ve bu kabile içinde Haşimileri yüceltip kendisini Haşimilerden göstermekle, Araplar arasında günümüze dek gelen bir sınıflaşma, hizipleşme ortamı yaratmıştır. Bugün yeryüzünde 160 milyon Arap bulunmakta ve bu Araplar, hâlâ aşiret niteliğini aşamamış elli kadar devlet halinde yaşarlar.
  • Muhammed, kadınların süslenmelerini yasaklamak için şu ayeti koymuştur: "...Evlerinizde oturun! Cahiliyye'de olduğu gibi süslenip püslenerek çıkmayın..."
  • İslam öncesi dönem itibariyle Yemen ve Hadramut gibi bölgelerin kendilerine özgü uygarlıkları vardı. Bunların başında "Dehriye zümresi" gelirdi. Bu inanç sahipleri: cennet ya da cehennem masallarını, ahiret ve ceza gününü, halk arasında geçerli bulunan hurafeleri, rüya tabirlerini, meleklerin ve ifritlerin varlığına dair inançları reddederlerdi.
  • O kadar ki, İslamı kabul etmeyerek öldü diye amcası Ebu Talib'e mağfiret dilememiş ve başkalarının da kendi akrabalarına aynı şeyi yapmaları için Kur'an'a: "Cehennemlik oldukları anlaşıldıktan sonra, akraba bile olsalar, puta tapanlar için mağfiret dilemek Peygamber'e ve müminlere yaraşmaz" (Tevbe Suresi, ayet 113) şeklinde ayetler koymuştur. (...) "İslam'dan başka din yoktur; din İslam olana kadar onlarla savaşın" (Fetih Suresi, ayet 16) diyerek ya da "Müşrikleri nerede görürseniz öldürün" (Tevbe Suresi, ayet 15) şeklinde ya da benzeri emirlerle dehşet siyaseti izlemiştir.
  • ''Tavaf'' etmek, kutsal sayılan bir şeyin (bir taş, bir mihrap, vs.gibi) etrafında koşarak ya da yürüyerek dönmek, dönerken de onu öpmek ya da ellemek demektir. Bu geleneğin kökeninin, İsrailoğulları'nın eski yaşamlarına indiği ve ayrıca İran, Hindistan vs. gibi yerlerde de görüldüğü bir gerçektir. Eskiden araplar, ''İbrahim'in dininin bir uygulamasıdır'' diyerek, Kâbe'deki ''al-Hacar al-Asvad'' denilen kara bir taşı tavaf ederlerdi.
  • Başka bir deyimle Kureyşliler, Muhammed'in olumsuz davranışlarına karşı genel olarak hoşgörü yolunu seçmişlerdir, ta ki Muhammed onları, kendi hoşgörüsüzlüğü nedeniyle, çileden çıkartana kadar. Kısaca özetlemek gerekirse, Muhammed'in "cahiliyye" diye nitelendirdiği dönemde farklı din ve inançtaki halklar, barış içinde yaşarken, Muhammed bu güzel geleneği yok etmiş inanç farkları yüzünden insanlar arasına düşmanlıklar salmıştır. Salabilmek için her şeyden önce kendinden örnekler vermiş, kendi öz anası ve babası ve kendisini bir baba gibi yetiştiren amcası Ebu Talib için tanrıdan mağfiret dilememiş, onları cehennemlik bilmiştir.
  • Muhammed'in eski Arap geleneklerinden bazılarını sırf kendi çıkarlarına uygun bulup sürdürdüğünü ya da günlük siyasetinin gereksinimlerine yatkın düşecek şekle dönüştürdüğünü söylemek yanlış olmayacaktır.
  • Muhammed, cahiliye döneminde arapların batıl inançlara saplı bulunduklarını, örneğin hayvanlarının kulaklarını yardıklarını vs. söylerken bizzat kendisinin batıl inanışlara fazlasıyla saplananlardan olduğunu ve islamı batıl nitelikteki inanışlarla donattığını bilmezlikten gelmiştir.

Cahiliyye İncelemesi - Şahsi Yorumlar

İlhan Arsel’le cahiliye dönemine gidip dönem hakkında yanlış fikir sahibi olabilmek için çok ideal bir kitap. Alternatif tarih arıyorsanız el kitabınız olabilir. Birkaç iddiayı örnek olarak vereceğim. İlhan diyor ki, kız çocuklarını gömmek yaygın değildi kız çocuklarının doğuşunu talihsiz saymak gelenekte yoktu. Dakika bir gol bir. Evet her evde görülecek kadar yaygın değildi. Her çocuk gömülmüyordu. Kaç kişi gömüldüğüne dair sayı vermek mümkün değil fakat 7-8 kabilede uygulandığına dair bilgiler kitaplarda aktarılıyor. Kız çocuklarının doğuşunu gerçekten talihsiz sayıyorlardı. Bu konuda sayısız rivayet var fakat alternatif tarih oluşturmak için tamamını yok saymak lazım tabi. İlhan diyor ki, cahiliye Arapları İslam’ı kabul edenlerden çok daha olgun çok daha yardımsever kimselerdi. Çok olgunlardı tabi o yüzden kan davalarıyla uğraşıyorlardı sürekli. Yardımseverliğe verilecek bir iki örneği de var kitapta. Yekpare olarak vahşet devri olarak görünmüyor zaten. Peygamber sonradan müslümanlara şöyle sesleniyordu: “Ey Sâib! Câhiliyye çağında yaptığın faziletli şeylere İslâm devrinde de devam et; misafiri ağırla; yetime ikram et ve komşuna iyi davran!” Yine “İnsanların câhiliyye devrinde hayırlı olanları İslâm devrinde de hayırlıdır” buyurması da câhiliyye döneminde hayırlı amellerde bulunan insanların var olduğunu göstermektedir. Ancak bunları cahiliyye zamanında yapmalarının sebebi kibir, övünme, kabilelerini yüceltmektir. Zaten cahiliyye denmesinin sebeplerinden biri de budur. Bir de peygamberlikten önce Hz.Muhammed’in Hilfü’l – Fudul adlı grupta olduğu biliniyor. Bu grubun amacı ne peki? Toplumda haksızlığa uğrayan insanların, zulüm görenlerin hakkını aramasına yardım etmek. Mekke’de çatışmaların yaygın olduğunu gösteren bir örnektir bu. Ayrıca her gelene de yardım edilmiyordu. Bazen mazlumun kabilesi sebebiyle bundan kaçınılabiliyordu. Bu yardımseverlik İslam’dan sonra kat kat artmıştır. Hatta sadece kendi coğrafyalarında değil başka ülkelerde zulüm gören insanlar varsa ve yardıma muhtaçsalar İslam devleti gidip savaş yapabiliyordu. Alternatif değil gerçek tarih okunursa görülür. Zekattan fakirlere yoksullara güçsüzlere fon ayırmak da buna örnektir. Ayrıca köleler kurtulsun diye zekattan para ayırmak bile gerekiyordu. Cahiliye devrinde bu durumun kat sayısı 1 ise dinden sonra 5 olmuştur. Bu konuda kimin kitabını okursanız okuyun ittifak olması gerekir. Şu ana kadar kimseden aksi bir yorum görmedim. Ayrıca Hilfü’l – Fudul cemiyetinin uygulamaları kaldırılmayıp peygamber döneminde de devam etmiştir. Rivayetler arasında bu cemiyetin uygulamalarından yararlanıp peygamber vesilesiyle zalimlerden hakkını alan kişiler olduğu anlatılıyor. İncelenirse görülür. Neyse. Bir iki yararlı yardımsever uygulamayı gösterip tüm toplumda bu vardı imajı veriyor yazar fakat öyle değildir. Ayrıca din bu sınırlı sayıda örneklerle verdiği yardımsever uygulamaları parası belli bir noktaya ulaşmış herkes için zorunlu hale getiriyor. Zekat uygulaması buna misal verilebilir. Ayrıca kurban ibadeti yine buna örnek verilebilir. Bunlar zorunlu olmasa parası yeten 100 kişiden en fazla 10 kişinin içinden bunu yapmak gelir ama zorunlu olunca herkes yapmakla mükellef. Bir de İslam’la birlikte yukarıda zikredilen yardımseverliklerden hangisi eksilmiştir? Peygamberin yaşamı eksildiğini değil tüm topluma yayıldığını gösteriyor. Zaten cahiliyede olup da İslam’dan sonra kaldırılan yardımsever uygulamalara yazar da herhangi bir örnek vermemiş. Cahiliye diğer inançlara saygılıdır diyor. Dehrilere karşı hoşgörülü davranmışlardır, diyor. Dehriler azınlık bile denemeyecek kadar az sayıda olduklarından olabilir mi? Arapları tehtid edecek kadar varlıklarını göstermemelerinden olabilir mi? Köle, cariye, zayıf, güçlü her tabakadan insan onların dinini araştırmaya merak duymuşlar mı? Araplar o kadar hoşgörülüydü ki köle ve cariyeler inanıyor diye işkencelere başladılar evet. Arsel, çıplak tavaftaki sınıf ayrımından bahsediyor. Çıplak tavafta alt sınıflardaki kişilerin tavaf sırasında giyilebilecek iyi bir kıyafeti olmadığı için tavaf sonrası manevi anlamda temizlenme amacıyla üstlerinden attıklarını böylece çıplak kaldıklarını söylüyor. Az önce hoşgörüsünden bahsettiği Cahiliye Araplarının kadın çıplak tavaf yaparken nasıl saldırgan bakışlarla dikizlediğini ve tavaftaki kadınların onlara lanet okuduğunu anlatmış. Çelişki diz boyu. Neyse. Muhammed bu uygulamaya peygamberlikten 19 yıl geçmesine rağmen ses çıkarmamıştır diyor. Hicretten 9 yıl sonra yasaklamış diyor. Şaka gibi ama Medine’ye geçmesiyle beraber Mekke’deki kuralları değiştirebilme imkanı elde ettiğini sanan bir mantık yatıyor bunun altında. Zaten Mekke’de ve Kabe’de tek başına hüküm sahibi olduğu anda da bunu yasaklamıştır. Zaten yasaklayan cümle de aşağı yukarı şöyle: Müşrikler artık burada hac yapamayacak, çıplak tavaf da bundan sonra yasaklandı. Bundan önce nasıl yasaklayabilirdi sayın filozof? Mantıklı bir eleştiri mi bu? “Yav ben Medine’deyim ama Kabe’de çıplak tavaf yapmanızı yasaklıyorum.” demeliydi sanırım. Cahiliyye yazarının durum analizi yapabilme kuvveti ve yeteneği görülüyor burada.Her zamanki gibi iddialarına kılıf bulmak için yalan söyleme yoluna gidiyor sonra. Zeynep Zeyd’i Muhammed kendisine aşık oldu diye boşadı, diyor. Kaynaklar başından beri Zeynep’in evlilikten şikayetçi olduğunu söylüyordu zaten. Bir de Muhammed Hatice ile evli olduğu için Zeynep’le evlenmedi yoksa yıllar önce aklındaydı diye bir sallama yapıyor. Halbuki Hz.Hatice Mekke’de ölmüş Zeyd ve Zeynep ise Medine’de evlenmiştir. Aklında olsa aradaki boşlukta zaten evlenirdi ama evlendirmiş. Önce meseleyi istediği gibi tahrif edip sonra yorumlar yapması sık uyguladığı bir yöntem. Başka kitapta da bir konuda yorumlar yapmadan önce şöyle yazmıştı: “Selman-ı Farisi, İran asıllı Hristiyan bir köle olarak Arapların eline geçmiş ve Hatice tarafından alınıp Muhammed’e hediye edilmiştir.” Selman’ın hicretten sonra Müslüman olması dışında sorun yok. Yalanlara devam. Daha sonra şigar nikahı gibi bir uygulamanın cahiliyede olup peygamber döneminde aynen devam ettiğini savunmuş. Cumhurun görüşüne göre bu yasaklanmıştır, haramdır. Sadece Hanefi mekruh görmüştür mehir verilirse sahih olabileceğini söylemiştir. Çoğunluğun görüşü mehir verilse bile haramdır peygamber kesinlikle yasaklamıştır yönündedir. İlhan Arsel cahili bir yandan İslam’a göre çok daha ahlaki bir yaşam sürdüğünü iddia ediyor cahiliyenin. Bir yandan da böyle çoğunluğun kabul etmediği örnekler verip işte ahlaki olmayan uygulama devam etmiş diyor. Nerden baksan tutarsızlık nerden baksan ahmakça. Ayrıca cahiliyede uygulanıp da yasaklanan nikah çeşitlerini okuyunca Arsel’in bu konuda söz söylemeye utanması gerekir ki bunu yaptığını sanmıyorum. Utanma var mı onu da bilmiyorum. Henüz görmedim. Bu arada birden fazla yerde diline doladığı hülle cahiliyede de vardı diyen yazarlar gördüm makalelerde. Üzerine kitap yazdığın konuda yeterince okuma yapmazsan böyle oluyor işte. Bir de muta nikahı kaldırılmamıştır diyor. Dinsiz bir Şii ilk defa görüyorum :D Araplar kız çocuklarına sahip olmaktan utanç değil gurur duyarlardı, diyor. Gömme olayı abartılmıştır ve çok azdır diyor. Araplar hatta kızlara erkeklerden daha çok önem verirdi diyor... Kızları kutsal nitelikli varlıklar olarak nitelerlerdi diyor. Bu konuda verdiği ayetlerden biri İsra 40 mesela. Evirip çevirip ekranı tersten tutsan, kuranı tersten okusan, sadece siyer ya da tarih okusan ve bunların hepsini amuda kalkarak okusan burada anlatılanın ne olduğunu anlarsın. Müşrikler Allah’a, “erkek çocukları bizim kız çocukları Allah’ın” demişler ki bu ayet inmiş. Herhangi bir yorum farkı bile görmedim. Burada hemen hemen tüm tefsirlerde daha değerli olan erkek çocukları bizim değersiz olan kız çocukları Allah’ın manası çıkarılmıştır. Ama herhangi bir ilmi birikimi olmayan; Arapça bilmeyen, İslam hukuku bilmeyen, usul bilmeyen İlhan Arsel tefsirinde bu söylenebilir tabi. Ama sık yaptığı gibi kendisi bilmediği için fikir babası Turan Dursun’a başvursa ve Zuhruf 16’yı “ O (Tanrı), yarattıkları arasından “kız”ları kendisine aldı da “oğlan”ları size mi beğenip ayırdı.” şeklinde çevirdiğini görse, bu tarz benzer ayetleri "İslam öncesi Araplarda, beğenilen erkek çocuklardır, beğenilmeyenlerse kız çocuklar..." şeklinde bir anlatımla verdiğini görse Arapların burada kızları istemediğini anlardı fakat ilim yoksunu olduğu için yanlış anlamış ya da gerçeği bilmesine rağmen isteyerek tahrif ederek saçma sapan bir dayanak yapmış kendine. Kendisinin iddialarını Turan Dursun’un kitaplarından bile kaçıncı defa reddettiğimi hatırlamıyorum. Kendisi bilmiyor fakat herkesi cahil görüyor. Bir de bu ayete takla attırmasını Şeriat ve Kadın kitabında reddediyor. Şaka gibi ama ikisi aynı kafanın ürünü: “Demek erkekler sizin için, dişiler Allah'ın mı? Doğrusu âhirete inanmayanlar, meleklere dişi adını takarlar... Oysa onların bu hususta bir bilgileri yoktur, sadece sanıya uyarlar...” (53 Necm 21,27,28). Bu satırlardan anlaşılacağı gibi Muhammed, melekleri dişi sayanlara çatmakta ve Tanrı'nın ağzıyla onları paylamaktadır. Özellikle Arapların erkek çocukları kendilerine alıkoyup tercih etmelerini ve buna karşılık kız çocukları Allah'ın melekleri şeklinde göstermelerini hakâret bilip onlara karşı şöyle bağırmaktadır: 'Kendilerine istedikleri erkek çocukları alıp kızları da Allah’a mal ediyorlar. (Tanrı) bundan münezzehtir... Aralarından birine bir kızı olduğu müjdelendiği zaman içi gamla dolarak yüzü simsiyah kesilir... Kendisine verilen kötü müjde yüzünden, halktan gizlenmeye çalışır, onu utana utana tutsun mu, yoksa toprağa mı gömsün... "(16 Nahl 57-59). Daha başka bir deyimle Tanrı Muhammed'in bildirmesine göre, Arap bedevisine karşı: "Sen kız çocuğundan utanıyorsun ama, utandığın bir şeyi bana yakıştırıyorsun; senin utandığın bir şeyi benim değerlendirdiğimi sanıyorsun. Hayır, biz melekleri kızlardan, dişilerden, yaratmayız" şeklinde konuşmuştur. Bu cümlelerden sonra aşağıdaki paragrafta değineceğim konu sebebiyle başka yorumlar yapıp Arapların kızları değerli gördüğünü iddia ediyor fakat böyle yaparken yukarıdaki ayete de kendince tefsir yapıp peygamberin, onların kızlardan utandığını dile getirdiğini söylemiş oluyor. Farklı bir yorum bile yok bu konuda. Tefsirlere bakılabilir. Yani peygamberi konuşturarak yaptığı saçma sapan yorumlardan anlaşıldığına göre ayet açık ve burada diğer kitabın yazarı İlhan Arsel bu kitabın yazarı İlhan Arsel’e reddiye yapıp "ayet öyle değil Araplar kızları değersiz gördüğü için onları Allah’a, erkekleri kendilerine mal ediyorlar" diyor bir nevi. Diğer kitabın yazarına bu kitabın yazarını eleştirdiği için teşekkür ederim. Kitabın en aykırı iddiasını hiç kimseye bırakmadan yine kendisi reddeden adam gibi adam :D Kızlara önem verildiğini göstermek amacıyla dayandığı noktalardan biri de lat, menat ve uzza putlarının yani bu dişi putların Arapların en kutsal gördüğü putlar olduğu düşüncesidir. Oysa bu putlar ikinci derecede putlardır ve önlerinde Hübel putu olduğu, bunun da Kabe’nin en büyük ve en önemli putu olduğu söylenir. Putların Araplardaki önemi hakkında özel bir okuma yapmadım fakat Hübel putunun Baal putundan geldiği iddiasını gördüm çalışmalardan birinde. İnternette ise Hübel olan dönüşümlü haldeki kelimenin başındaki hu ekinin Arapça'daki hu zamirine yani eril zamire ait olduğu iddiası var ki hu erkekler için kullanılıyor gerçekten Arapça'da. Eğer doğruysa bu da erkeklere daha çok önem verildiğini mi kanıtlıyor yani? Ayrıca birçok put arasında örnek verdiği bu üç putun isimlerini Araplar kendi oğullarına vermiştir. Kızlarına daha çok değer veren toplum çocuklarının ismini Abduluzza ve Abdulmenat koyar mı? Bu isimlerin anlamı Uzza’nın kulu, Menat’ın kulu şeklindedir. Ayrıca erkek çocuğu doğurduğunda gurur duyma, kız çocuğu doğurduğunda utanç duyma anlatısı yaygın bir şekilde hemen her kitapta yer alıyor. Böyle kendi kendini reddeden açıklamalara gerek yok. İlhan Arsel iddiasının saçma olduğunu bilmesine rağmen kitaplarında yer vermeye çekinmeyen biridir. Öyle saçma yorumlar var ki okuyan kişi umarım bunu bilinçli olarak yazmamıştır der. Bir de aşağıda vereceğim kitap benzer konu işlemiş ve bilimsiz Arsel’den daha tutarlı bir tarih sahnesi ortaya koymuş. Mesela orada böyle yorumların aksine melekler hakkındaki telakkilerinin kız çocuklarının gömülmesi olayını kolaylaştırdığı anlatılmakta. “Onların, meleklerin Allah’ın kızları olduğuna ve küçük yaşta öldürülen kızların da meleklere katılacağına inanmaları da kız çocuklarını gömme nedenleri arasında sayılmaktadır” diyor. Mesela Kurtubi'nin tefsirinde de yukarıdaki cümleleri destekleyen şu cümleler var: Bir de onlar kızları Allah'a isnad ederler. Hâşâ! O, münezzehtir. Halbuki candan arzuladıklarını da kendileri için isterler. "Bir de onlar kızları Allah'a isnad ederler.” Bu âyet, Huzaalılar ile Kinânelîler hakkında İnmiştir ki, onlar meleklerin Allah'ın kızları olduğunu iddia ediyorlar ve (kız çocuklarını öldürerek) kızları kızlara gönderin, derlerdi. (Nahl 57 ayetinin tefsiri) Bu Nahl 57 ayeti Arsel'in yukarıda kendince tefsir ettiği ayet. Bu ayet sebebiyle Araplar melekleri Allah'ın kızları olarak görüyorlar niye kendi kızlarını değersiz görsünler diyor. Fakat doğruluğu yok. Biraz tefsir kitabı karıştırsa tarihi rivayetler üzerinden durumun sebebini anlayabilirmiş. Bir de bu ayetin tercümesi bile Arsel'in kızları daha değerli görüyorlardı argümanını yalanlıyor zaten. Ayet farklı yorumlanmaya müsait olmayan açık cümlelerden oluşuyor. Bir de Arsel'in argümanına onun gözüyle bakalım. O görüyor ki ayetlerde hem Arapların kızlardan utandıkları hem de dişi putlara taptıkları bilgisi var. Öyleyse ilki abartma ya da yalan olmalı diyor. Peki biz birini reddedecek olsak niye Arsel'in yaptığı üzere birincisini reddedelim? Tarih kitaplarında bulunanlar birincisini değil reddetmek aksine doğrular nitelikte. Arsel'in kendisinin iddiasını doğruladığını söylediği ayet yani Arapların meleklere Allah'ın kızları olarak bakışından bahseden ayet bile tarihi rivayetleri göz önüne alınca onun tefsirini yalanlıyor ve o bakışın sebebini açıklıyor. Kendisi de kitabın bir yerinde kızların şu şu sebeplerle öldürüldüğü söyleniyor derken bu bakışı dile getirmişti. Fakat reddetmek için rivayetleri atlayıp işte böyle alternatif yorumlar üretmek lazım o da bunu yapıyor zaten. Bir de bu ayetten 5 ayet ileri gidip Arapların hoşlanmadıkları şeyleri Allah'a nisbet etmelerinden açık bir şekilde yine bahsedildiği ve yorumlarının altının boş olduğu görülebilir. Bu ayetlerin indiği zaman müşrik veya müslüman kimse de çıkıp dememiş "bu nasıl ayet biz kızlarımızı erkek çocuklardan daha çok seviyoruz" diye. Bu kadar ayet ve tarihi rivayet varken büyük oyunu gören sadece Arsel var. Başka kimse görmedim. Turan Dursun bile zamanında Arsel ile mektuplaşırken kardeşim bu da eleştiri olarak yazılır mı diye içinden geçirmiştir bence :D Ortada kız çocuklarının öldürülmesi ile ilgili bir iki örnek bulunduğu kabul edilebilir ancak diyor. Oysa bu konuda herhangi bir makale okursanız ondan fazla farklı olay rivayeti aktarıldığını görürsünüz. 10 kişi bunu aktarmışsa kaç kişi yapmıştır kim bilir. Bu rakam bir konu hakkında hüküm verebilmek için çok iyi bir rakamdır ve hiçte az değildir hadis usulculerine göre. En çok bilinen olaylarda bile daha az rivayet yer alabiliyor elimizde. Hadis rivayet edenlere sadece 10 olay aktarılmış demektir bu. Fakat birçok kabile ismi verdiklerine göre daha fazla olduğu muhakkak. Turan Dursun cahiliye hakkındaki şiirin tercümesi öyle olmayabilir dedikten sonra aklı başında hiçbir baba çocuğunu gömmez deyip ideolojik saplantısını yansıtıyordu. Bunların kafa gidip geliyor bazen. İlhan Arsel, Arap şairlerinin şiirlerinde kız çocuklarının öldürüldüğüne dair bir şey yok diyor. Cahiliye'de yazılmış bir şiir var mı bilmiyorum fakat cahiliye görmüş kişilerin konu hakkındaki rivayetleri hiçte az değil ve herhangi bir şiire ihtiyacımız da yok bence. Ama yazar en azından Turan Dursun okusa cahiliye devrini yaşayan sahabeleri gören Ferezdak isimli şairin cahiliyeyi anlatan bir şiiri olduğuna rastlayabilirdi. Gerçi Dursun da şiir şaire ait olmayabilir, çevirisi böyle olmayabilir diyerek işin içinden sıyrılmaya çalışsa da cümlenin çevirisi en çok kullanılan sözlüklerinden biri olan Lisanü’l Arab sözlüğüne dayanmaktadır. Turan yalanlamaya çalışsa da buna kendisinin bile inandığını sanmıyorum o yüzden Dursun 2 Arsel 0 maç devam ediyor. Bir de Arsel Şeriat ve Kadın kitabında Ferezdak’ın babasının kız çocuklarını kurtardığı bilgisini de veriyordu. Fakat iddiasını desteklemeyeceği için sayı vermekten kaçınmıştı. Onun veremediği sayıyı ben vereyim. Dia'nın Mev'ude maddesinde Ferezdak'ın babasının tam 360 çocuğu bu şekilde alıp kurtararak geçimlerini sağlayıp büyüttüğüne dair rivayet var. Dayanamadım bir bilgi daha veriyorum. İlhan Arsel cahiliye kadının durumu İslam'dan öncesinde daha iyiydi bunun için şu, şu kitaplara bakın demişti Şeriat ve Kadın isimli kitabında. O eserlerin yazarları Ebul Ferec, İsfahani, İbnü'l Esir gibi kişilerdir. Mesela bu konuda yazılmış makalelerde bu isimler geçiyor. Ebu'l Ferec'ten aktarılan rivayette yukarıdaki adam Ferezdak'ın dedesi olarak geçiyor ve kurtardığı kişi sayısı 280 olarak verilmiş. Diğer bir verdiği kaynak olan İbnü'l Esir'in kitabında ise sadece kız çocukları değil erkek çocukların da öldürüldüğü bilgisi var. Aşağıda vereceğim kitabın kaynaklarından biri de zaten İbnü'l Esir'dir. Bu konuyu ele alan makaleleri inceleyip verdikleri kaynakçalara göz atarsanız bu bilgiler ve hangi yazarlardan alındıkları görülüyor. Arsel bu kitapları iddiasına kaynak göstermesine rağmen 1-2 defa bu gömülme olayı gerçekleşmiş diyebiliyor yine de. Neyse yani diyorlar ki Ferezdak'ın dedesi(ya da babası) bu kadar kişiyi özgürleştirmiş ancak oğlunun şiirlerindeki ifadeler bundan bahsetmiyor olabilir. Adamın yaşamında bu bilgi varsa şiirlerindeki cümleler ondan bahsetmemiş olabilir demek çok zor. Bu iki saplantılı yazar sürekli birbirlerinin iddialarını yalanlıyor. Ya da kendi iddialarını başka kitaplarında yalanlıyor. Aydın olmuş ama aydınlanamamışlar. Bir de zaten her kız gömülüyor demek yanlıştır. Öyle olsa ortada nesil kalmazdı. Fakat nadiren demek de doğru değil. İlhan Arsel bir yandan bu konuda bir iki olay görülse de deyip çok nadir sayıyor bir yandan da İslam öncesinde de bunu yasaklayan bir kavim vardı diyor. Bu bir çelişkidir. Münferit bir iki olaysa zaten bunun için yasaklamaya gidilip genel bir kural alınmaz. Bir de İslam'dan önce tümden yasaklanmış olsaydı elimizde Müslüman olduktan sonra pişmanlıklarını anlatan kişilerin rivayetleri olmazdı. Ayrıca Arsel islam öncesinde bunu yasaklayan bir kavim zikrederken kaynaklarda bunu uygulayan 7-8 kabile ismi zikredilir. İlhan Arsel gibi saplantılı biri değilseniz böyle ucuz yöntemlerle yalanlama yoluna gitmezsiniz. Bir de az olması yasaklanmayacağı anlamına mı geliyor? Din üvey annesiyle evlenen Araplara bu konuda yasak getirmiştir ama yapan azdır. 7-8 nikah çeşidi daha var bunun dışında. O toplumda her kabilede bunları biraz uygulayanlar varsa bile bu sadece görülen aşağılık uygulamaların yükseltilmesi ve kadınların mevkilerini artırmasına örnektir ki bizim elimize ulaştığına göre 5 kişinin ismi geçiyor bunu yaptığına dair. İlhan’ın sık kullandığı kitaplardan birinde aktarılıyor bu isimler. Araştırılsa diğer kaynaklarda da anlatıldığı da görülebilir muhtemelen. Dia’da da buna değinilmiş. Yaygın değil fakat hiç görülmeyen bir şey de değil. Ayrıca saplantılı yazarımız bunlara rağmen cahiliye insanını utanmadan ve galiba buna inanarak ahlaklı görmüştür. İşte cesaret işte feraset işte fedakarlık işte mertlik işte adam gibi adamlık :D İlhan Arsel bu konuda aktarılanları “güya böyle olmuş” diyerek yalanlıyor fakat kitapları tek bir rivayete dayanıp onu kesin gerçek olarak sunduğu hikayelerle dolu. Usul bilmeyen, hadis bilmeyen, tefsir bilmeyen, tarih bilmeyen, hukuk bilmeyen ama buna rağmen kendi düşüncelerini herkesinkinden üstün tutan bir adam için fazla iddialı yaklaşımlar bunlar. İlhan Arsel sallamalara devam ederek kız çocuklarını öldürmenin yasaklanmasının ancak Mekke'nin fethi sırasında, mümtehine 12 ayetinin inmesiyle birlikte gerçekleştiğini söylüyor. Evet bu ayet o zaman inmişti fakat bu konudaki yasak çok daha önce zaten gelmişti. Fakat o diyor ki Muhammed peygamber olduktan sonra 19 yıl buna bir şey dememiş ancak ölmeden önce yasaklamış. Halbuki akla gelen ilk örneklerden biri daha birinci akabe biatındaydı. Bunun böyle olduğunun kanıtı operatör profesör her şeyin bilirkişisi sayın doktor İlhan Arsel'in Şeriat ve Kadın kitabında kaynağıyla beraber geçiyor: Birinci Akabe biati diye bir biat vardır ki,"Muhammed'in el-Akabe'de Ansardan 12 kişiyle buluşması ile oluşmuştur. İslâm'da buna "Kadınlar biati" adı verilir. Bu adın verilmesi, biat'ın kadınlar tarafından yapılmış olmasından değil, fakat savaş farzedilmeden önce yapılmış olmasındandır. Ibn Hümey'in belirttiğine göre, bu biat'a katılanlar Tanrı'ya hiçbir şey ortak katmamak, iftira etmemek, hırsızlık yapmamak ve zinada bulunmamak, çocuklarını öldürmemek için biat etmişler, Muhammed de onlara cennetleri va'd etmiştir. Bu konuda bk. Taberî, age, (1966), II, 178 ve d. Ayrıca bk. Sahih-i..., IV, 411-2; v e X, 31?-6, ve XI, 198. Görüldüğü üzere gelen kişilere çocuklarınızı öldürmeyin diyerek şart koşmuş. Hatta daha az da olsa erkek çocuklarını da öldürenler vardı ki çocuklar olarak geçmiş. İlhan Arsel’in diğer kitabındaki yorumlara göre Kuran'da çocuklarınızı öldürmeyin diye bahsedilirken kız çocuklara dikkat çekilmiş. Ben diğer kitaptaki İlhan Arsel’in yalancısıyım valla. Ancak diğer kitaptaki İlhan Arsel de haksız. Peygambere gelen bir kadın dört erkek evladını öldürdüğünü anlatmıştı. İlhan Arsel kadınların değil sadece erkeklerin bu uygulamaya gittiğini söylüyor fakat elimizde kadınlardan da bunu yapanlar olduğunu söyleyen veriler var. Yine işkembeden sallama çıkarımı yapmış. Bu yüzden çocuklar diye kast edilen kız ve erkek çocuklar ama daha çok kız çocuklardır. Neyse. Bu biat 621 yılındaydı. Bu alıntı bu kitaptaki İlhan Arsel’in sallamasından çok daha önce ve peygamber daha Mekke'deyken yasaklandığını gösteriyor. Bu örnek benim aklıma gelen en erken tarihli örnek. Daha da önce gerçekleşmiş olduğu muhakkak. Çünkü bu eylemden dolayı insanların azarlanıp tehtid edildikleri tekvir suresi peygambere inen 6. suredir. Buradan da İslam'ın geldiği ilk zamanlardan beri bu fiilin kınandığı görülebilir. Neyse. Öteki kitabın yazarı İlhan Arsel'e bu kitabın yazarını aydınlattığı için teşekkür ederim. Bir de sahabeler arasında Müslüman olduktan sonra bunu uygulamaya devam eden tek bir kişi gösteremez İlhan Arsel ve bu da erken dönemlerde ortadan kalktığını gösteriyor zaten. Eğer 19 yıl daha hiçbir şey dememiş olsaydı devam eden dönemde bunların uygulamaları da bize aktarılırdı. Bunun yerine aktarılan şeyler sadece Müslüman olduktan sonra cahiliye uygulamalarından dolayı pişmanlıklarını dile getiren kişilerin rivayetleridir ki az değildir. Bu iddia da öncekiler gibi sallamadan ibarettir. Yauw bunlara aydın diyorlar bir de. Doğrusunu bilmesine rağmen yalan söylüyor işte görüldüğü gibi. Cahiliye döneminde böyle bir uygulamaya ceza verilmediği de aktarılan bilgiler arasında. Kimse yaptıklarından ötürü bu kişileri kınamıyor bile. Ama 1400 yıl sonra birisi cahiliyenin daha ahlaklı olduğunu iddia edebiliyor. Saplantı işte. “Her ne kadar Muhammed Mekke’deyken Kureyşlilerin kendilerine saldırı siyaseti izlediklerini ve bu yüzden Medine’ye hicret zorunda kaldığını söylerse de gerçek bu olmaktan uzaktır. Çünkü Kureyşliler çeşitli din ve inançlara karşı hoşgörülü kimselerdi.” Yanlış okumadınız böyle bir cümle var kitapta. İdeolojik körlük bu hale getiriyor işte insanları. Elde onlarca kaynak varken bunu iddia edebilmek ben kitaplarımda bilimden ve akıldan bahsediyorum ama kendim bunlardan çok uzağım demektir. Bunları dedikten sonra Kureyşlilerin en çok ticarete önem verdiklerinden vs bahsediyor. Zaten dine inanmama sebeplerinin en önemli nedenlerinden biri de bu para babalığıydı. Diyor ki ilk başlarda Muhammed’e de hoşgörü vardı kimse bir şey demiyordu. O kadar hoşgörülü olunsa davetin ilk üç yılı gizlice olmazdı. Zaten peygamber ilk defa tanıdıklar arasında yemek verip açıklama yaptığında daha bizzat amcasının eline taş alıp ona fırlattığı da yazıyor kitaplarda. Sallıyor yine Arsel. Bir de Ebu Talib’in peygamberi koruduğu dönemde o ilahlarına sataşsa da Kureyşliler ona saldırmayıp hoşgörü göstermiştir diyor. O koruma olduğu için bir süre saldırmadıklarını bilmeyen yoktur ama neyse. Hadi ona saldırmıyorlar hoşgörüsünden. Hadi o putlarına sataşıyor ama onlar sabrediyorlar. Diğer inanan insanlara saldırmalarını nasıl açıklıyor dersiniz Arsel? Korumasız kölelere inandıkları için saldırmalarını nasıl açıklıyor? Açıklamıyor çünkü açıklaması yok. Arsel, şeytan ayetleri masalını anlattıktan sonra Kureyşliler aralarından Müslüman olanlara bile fazla düşmanlık göstermemişlerdir diyor. Bunun koca bir yalan olduğunu herkes biliyor tabi ama buna da Hz.Ömer'in Müslüman oluşunda Kureyşlilerin hoşgörü gösterdiklerini kanıt olarak sunmuş. Halbuki yalandır. İlhan Arsel'in cümleleri şöyle: "Gerçekten Ömer Müslüman olunca Kureyşlilerden bazıları kendileriyle kavga etmek ister. Olaya tanık olan Kureyş ulularından biri onlara 'Nedir bu hal?' diye çıkışır. Onlardan 'Ömer dinini terk etti biz de ona hesap soruyoruz' diye yanıt alınca şöyle der: Ne? Bir adam kendine bir din seçmiş ise bundan size ne?" Oysaki aynı Ömer Müslümanlığı seçtiği andan itibaren Muhammed'in getirdiği hoşgörüsüzlük geleneğine sarılmış olarak sırf babası kendine "Ey oğlum, neden atalarının dinini terk ettin?" dedi diye kendi öz babasının kellesini kesmiştir." Burada son iddiaya dair kaynağı nedir bilmiyorum doğru olma ihtimali çok düşük. Zaten babasına dair pek bilgi bulunmuyor elimizde. En azından ben görmedim. Bildiğimiz şeyler ise babasının o dönem müslüman olanlara eziyet ettiğini anlatan rivayetler. Öyle müslüman olan birine hoşgörüyle yaklaşıp niye terk ettin diye soracak bir karaktere sahip olduğu anlatılmıyor. Zeyd b. Amr'a Müslüman olduğu için yaptıkları anlatılıyor bunun aksine. Hoşgörüden çok duruma sinirlenmiştir bence ama kesin bir şey söylemek zor. Kaynaklar sınırlı ve ben Arsel'in kitaptaki kaynağını görmedim kitabı okumak yerine Youtube'den dinlemeyi tercih ettiğim için. Arsel'in ilk cümlelerindeki algıya bakalım bir de: "Gerçekten Ömer müslüman olunca Kureyşlilerden bazıları kendileriyle kavga etmek ister." Kavga etmek sadece bir istek olarak geçmiyor rivayetlerde. Bunun aksine Kureyşlilerin, din değiştirdiğini öğrenince hemen ona saldırdıkları anlatılıyor. "Olaya tanık olan Kureyş ulularından biri onlara 'Nedir bu hal?' diye çıkışır. Onlardan 'Ömer dinini terk etti biz de ona hesap soruyoruz' diye yanıt alınca şöyle der: 'Ne? Bir adam kendine bir din seçmiş ise bundan size ne?' Bu cümleler sonrası ikinci iddiaya geçiyor Arsel ama bunu yaparken de Kureyşlilerin bu cümleler sonrası kavgadan vazgeçtikleri algısını bırakıyor. "Gördüğünüz gibi Kureyşliler ona nasıl hoşgörülü davranmış ama bakın müslüman olan Ömer babasına ne yapmış?" demek istiyor. Ama öyle değil. Bu bahsettiği yaşlı adam olaya hemen o anda tanık olup dahil olmuyor bu kavgadan çok daha sonra oraya gelip araya girdiği yazıyor rivayette. İlhan Arsel okuduğu rivayetin detaylarını değiştirerek farklı bir şekle sokup yalan söylüyor. Rivayet aynen şöyle: îbn-i İshâk dedi ki : Abdullah b. Ömer’in âzâdlısı Nâfi, İbn-i Ömer’den naklen haber verdi ki o şöyle dedi: Babam Ömer müslüman olduğu zaman Kureyş’ten haberleri iyi anlatan kim var, diye sordu. Ona denildi ki : Cemil b. Mamer el-Cumahi var. Bunun üzerine babam onun yanına gitti. Ben de onun peşine gittim. Gittikten sonra ey Cemil, müslüman olduğumu ve Muhammed'in dinine girdiğimi biliyor musun? dedi. Allah'a and olsun Cemil haberi alır almaz cübbesini kaldırıp gitmeğe başladı. Ömer de onun peşine gitti. Ben de babamın peşine düştüm . Nihâyet mescidin kapısının önüne geldiği zaman en yüksek sesiyle onlar Kâbe’nin etrafında meclislerinde bulunmakta iken şöyle bağırdı: Ey Kureyş agâh olunuz ki Ömer b. el-Hattâb dininden başka bir dine çıkmıştır. Ömer onun ardından, yalan söylüyor, ben yalnız müslüman oldum ve şehâdet ettim ki, Allah’tan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur ve Muhammed onun kuludur ve Resûlüdür, der demez onun üzerine atıldılar ve onunla çarpıştılar. Nihâyet güneş zeval vaktine yaklaştı. Ömer yoruldu ve oturdu. Onlar başında dikildiler. O ise şöyle diyordu: Aklınıza geleni yapınız. Allah’a yemin ederim ki, şâyet biz üçyüz adam olsaydık Mekke’yi ya sizin için terkederdik. Veya siz bizim için terkederdiniz. Onlar o durumda iken Kureyş’ten bir yaşlı geldi. Üzerinde yemeni bir cübbe ve renklerle nakışlı bir gömlek bulunmaktaydı. Nihâyet yanlarında durdu ve şöyle dedi:Nedir bu haliniz? Dediler ki, Ömer dininden çıkmış. Dedi ki: "Bırakın! Adam kendine bir yol seçmiş size ne? Beni Adiyy b. Kâb’in bu adamlarını size teslim edeceklerini, onu yardımsız bırakacaklarını mı zan ediyorsunuz? Adamı bırakın gitsin." Allah'a and olsun, sanki onlar bir elbise idi de onun üzerinden soyuldular. Ben, Medine’ye hicret ettikten sonra babama dedim ki :Ey babacığım, Mekke’de müslüman olduğun zaman kavmin seninle savaşırken onları senden men eden adam kim idi? Dedi ki : Ey oğulcuğum , o As b. Vâil es-Sehm i’ idi. (İbn Hişam'ın Siyer'inden) Hani Kureyşliler aralarından Müslüman olanlara dahi fazla düşmanlık göstermemişlerdi? Daha ne kadar göstermeleri gerekiyor acaba yazara sormak lazım. Arsel cümleleri öyle algı yapılacak şekilde kuruyor ki sanırsın hiç kavga etmediler, Kureyşliler hiç saldırmadılar. Bu cümleleri kaynak göstererek yazıyor bir de kitaba. Yani sorarsanız Arsel kaynaklara dayanıyor derler. Kaynaklar konuşmuyor sonuçta, konuşturuluyor. Ayrıca okuyucu bakmayacak nasılsa, yaz yazabildiğini kardeşim! Rivayetleri ve olayları küçük detaylarla öyle ince ince tahrif ediyor ki şaşıp kalıyorum bazen. Başka kitaplarında da birçok defa bunu yaptığına denk geldiğim için yanlışlıkla yapılan bir hata olarak görmüyorum artık böyle detayları. Yani elindeki rivayet Kureyşlilerin hoşgörüsünden hiçbir şekilde bahsetmiyor aksine saldırganlıklarını anlatıyor ama Arsel kitabında bu olayı onların hoşgörüsü olarak sunuyor. Kavgadan sonra gelen adamın son iki cümlesi de biraz fikir özgürlüğü biraz da kabilecilik anlayışına dayanıyor. Burada hoşgörüden söz edilebilecekse sadece o adama ait. Kureyşlilerin genel tavrıyla bu hoşgörünün ilgisi yok. Çoktan saldırı gerçekleşmiş ve adam kabile anlayışından ötürü Hz. Ömer'i korumasa kavga belki de devam edebilirmiş. Çünkü adam Hz.Ömer'in kabilesine mensup bir kişi. Benî Adî b. Kâ‘b, Kureyş kabilelerinin bir koludur. O dönemlerde kabilecilik öyle önemli ki sırf aynı kabileden olmaları sebebiyle bile adam olaya müdahale etmiş olabilir. Mesela benzer şekilde Hz. Ebubekir Kabe civarına gidip insanları dine davet ettiğinde kötü bir şekilde dayak yediği anlatılır. Etrafta kavgaya şahit olan bir sürü adam varken neden sadece Teymoğulları mensupları onu baygınken kurtarıp eğer o ölürse biz de Hz. Ebubekir'i öldüresiye döven Utbe b. Rabia'yı öldürürüz dediler? Hz. Ebubekir'in Teymoğullarından olmasıyla bir alakası olabilir mi? Bence olabilir. Arsel de bu kitapta olayı doğru anlatıp yaşlı adamla Hz. Ömer'in aynı kabileden olduklarını söylese veya adamın son iki cümlesini aktarsa cümlelerini Kureyşlilerin hoşgörü anlayışları üzerine kuramayacak ama bilerek bunu gizliyor. Bir rivayete göre de kurtaran kişi sadece aynı kabileden değil bir de Hz.Ömer'in dayısıdır. Akrabalık ilişkisinden ötürü de müdahale etmiş olabilir. İbn İshak'ın kitabındaki rivayete göre ise o yaşlı adamın son sözleri, “.......Ne olmuş yani! Adamın biri kendisi için bir tercihte bulunmuşsa onu öldürecek misiniz? Sonra Adiyyoğulları onu size böyle bırakır mı zannedersiniz? Bırakın adamı istediği gibi davransın.” olmuş. Yani hoşgörü varsa sadece o adama ait ve olaya müdahale sebebi de tam olarak hoşgörü değil. Biraz da Hz.Ömer'in akrabası veya aynı kabileden olması sebebiyle yani bir şekilde yakını olduğu için böyle davranmış. Kureyşliler de görüldüğü üzere hoşgörüden değil kavga büyümesin diye orayı terk etmiş. Yaşlı adama hak verip Hz.Ömer'in fikir özgürlüğüne saygı duydukları için değil. Yani sözün özü kendine kanıt yapmak için rivayeti ve yaşanan olayları tahrif etmiş yine Arsel. Bu konuda iddiasını desteklemek için verdiği tek bir örnek var onu da yalanlarla süsleyip sunmuş. Arsel'in bir cümleyle geçip doğru aktarmadığı iddiaları böyle uzun uzun açıklamak zorunda kalıyoruz çünkü karşımızda dürüst bir adam yok. İstediği gibi rivayetleri tahrif ederek sunan bir adam var. Daha sonra Peygamberden önce hoşgörü içinde yaşıyordu Araplar, diyor. Ciddi ciddi bunu iddia ediyor. Adamlar senede dört ay haram ay olsun savaşmayalım demişler ve hoşgörü içindeydiler evet. Kan davaları vardı ve hoşgörü içindeydiler. Bunu iddia etmek ben Cahiliyye hakkında kitap yazdım ama Eyyamu'l Arab gibi bir kavramdan haberim yok demektir. Muhammed’den önce Araplar diğer inançlardan insanlarla evlenebiliyordu fakat Muhammed buna da engel olmuş Müslüman olmayanlarla evlenme yasağı getirmiştir, diyor. Müşriklerle evlenme yasağı getirdiği doğru. Ama ehli kitapla yasak yok İlhan atmış yine. Bir de Ebu Leheb peygambere baskılarını sürdürürken tebbet suresi inince çocuklarına peygamberin kızlarını boşayın emri vermiş ama yine de sen bilirsin Arsel. Mut’a nikahı hakkında “her ne kadar bu usul görünüş itibariyle belli bir süre beraberce yaşamak üzerine antlaşma yapması ve bu sürenin sonunda ayrılması niteliğinde olmakla beraber aslında kadını bir süre için kiralaması demektir.” Bu kitapta bunu derken güya kadınların haklarını korumak için yazdığı Şeriat ve Kadın kitabında bu uygulamayı "Müt'a evlilik sistemi, Islâm'dan önce Arap kadınının özgürlüğünün, bir başka örneğiydi.” Ne kadar da saçma bir düşünce... Ayrıca madem kadının özgürlüğünün örneğiydi senin iddiana göre Muhammed bu nikahı kaldırmadığı için bu özgürlüğü devam ettirmiştir. İki düşünce de sana ait madem o zaman bunu söylemen gerekir ama saplantılı olduğun için söyleyemiyorsun. İlhan kadar kendisiyle çelişen adam zor bulunur. Bir de mehir konusu vardır. Uygulamalar çeşit çeşit. Bir kısım insanlar mehri kıza veriyormuş evlenmeden. Bazılarının mehrini ailesi alıp kıza vermiyormuş. Bazıları mehri zorla kızdan alıp kendi yiyormuş. Bazı babalar mehrin üstüne kızına hediye de alabiliyormuş. Buradaki uygulamalardan hangisinin daha yaygın olduğu hakkında fikrim yok fakat hakkı elinden alınan kişilerden bahsediliyor kitaplarda. Bazıları kadınların çoğunluğunun bu mehri alamadığını da söylemiş ama ben iyimser olarak yarı yarıya deyip örnek vereyim. Diyelim ki 100 kişi var 50’si kızın lehine görülen uygulamaları diğer 50’si kızın aleyhine görülen uygulamaları gerçekleştiriyor. Ya da 70-30 bile olabilir. Din gelip o diğer 50’sinin ya da 30’unun haklarını ayetle sabitleyip bunu zorunlu kılarak kadının mehrine dokunmaya yasak getiriyor. Bu açıktır. Kız çocuklarının gömülmesi de böyledir. Boşanma hakkı, miras hakkı uygulamaları da böyledir. Mesela Hz.Hatice soylu bir aileye mensup ve miras alabilmiştir eski eşinden. Fakat alamayan yekun hiçte öyle azınlık değil kitaplarda anlatıldığına göre. Diğer kadınlara nazaran soylu görülen bazı kadınlar farklı haklar elde etmiş ama bu konuda birkaç kişiden başka kimsenin örnek gösterilememesi durumu varken İlhan Arsel kızların gömülmesi olayındaki gibi davranarak bir iki durum dışında bu haklar alınamıyordu demeliydi. Ancak öyle yapmamış tüm kadınlar bu hakları alıyordu diyerek iki farklı durumda iki farklı tavır sergileyerek kendi kendiyle çelişmiştir. İlhan Arsel dürüst bir adam olsaydı herkesin boşama hakkı olduğunu ve miras alabildiğini iddia etmezdi zaten. Çıkarım yaptığı kitaplardaki nadir örnekleri genel sayıp burada bilimsel bir şeyler ortaya koyduğunu söylüyor ve buna inandırıyor da ilginç olarak. Mesela Hicaz kabilelerinde miras alma hakkı daha çok görülürken başka kabilelerde daha az görülüyormuş ama görülüyormuş. Ya da boşanma hakkı herkeste yok bazıları evlenmeden alabilmiştir bunu. Örneğin "Cahiliye Devrinde Boşanma Çeşitleri ve İslam'ın Boşanmada Örfe İtibar Etmesi" isimli makaledeki bilgiler dikkat çekici: "Cahiliye Arapları, boşanmayı mübah (serbest, günah olmayan bir tasarruf) bilirler ve bunu tamamen erkeğin elinde olan bir yetki olarak kabul ederlerdi. Ancak boylarının şerefiyle imtiyaz eden bazı kız ve kadınlar, evlilik sözleşmesi esnasında boşanmanın kendi ellerinde olmasını şart koşarlar ve bu hakkı elde ederler ve isterlerse aile hayatını sürdürürler, isterlerse\ evlilik birlikteliğini sona erdirirler ve boşanmayı gerçekleştirirlerdi." Mesela bu kitaptakilerle aynı iddialarda bulunduğu Arap Milliyetçiliği ve Türkler kitabında Arsel şöyle diyor: "Örneğin İslamdan önceki dönemlerde kadın, evleneceği erkeği seçmek ya da kocasını boşamak hakkına sahipti. Bunun böyle olduğunu İbn Hişam, Selma bin Amr örneğini vererek kanıtlar. Medine'de asil bir ailenin kızı olan Selma'nın, kendi dilediği bir erkekle evlenmek ve istediği zaman onu boşamak hakkına sahip göründüğünü anlatır." Okuyucusunun İbn Hişam'a bakmayacağını bildiği için böyle rahat rahat atıp tutuyor. İbn Hişam'ın bu konudaki rivayeti Arsel'in anladığı ile değil bunun tam aksine makaledeki bilgilerle tamamen uyuşma niteliği gösteriyor: "Selma kavmi arasında şerefli olduğundan dolayı, ancak boşanma hakkının kendisine ait olmasını şart koşarak evlenirdi. Bu yüzden bir adamdan hoşlanmadığı zaman hemen ondan ayrılırdı." Bu rivayet başlı başına boşama hakkını alabilmenin bütün kadınlara özgü olmadığını doğruluyor. Arsel de kadının asil bir kadın olduğunu söylemiş ama asil bir kadın olduğu için bu hakkı alabildiğini gizlemiş. Görüldüğü üzere kanıt diye sunduğu rivayetin içeriği de bunu bazı kadınlara has bir istisna olarak vurguluyor ama Arsel sık yaptığı gibi yine bahsi geçen konularda yeterli okuma yapmamış okuyucusunu yanlış yönlendirerek onlara yalan söylüyor. Cahiliye'yi konu alan birkaç kitap ve makale incelediğimde gördüğüm nadir örneklerden biri bu Selma örneğiydi ve hemen her çalışma bu tarz örnekleri toplumdaki istisnalar olarak vurgulamış. Belli ki cahiliyede bazıları bu hakkı alabilmiş ama genele yayılmamış. Din ise reform yapmıştır bu konuda. Yani bazılarının uyguladığı şeyleri din tamama yaymıştır. Her ailenin kadına miras vermesini, her kadının boşanma hakkına sahip olmasını sağlamıştır. Ayrıca kadın evlenmeden önce boşanma hakkını isteyip bunu evlenmeye şart olarak koyabilir bu konuda herhangi bir yasak gelmemiştir. İlhan Arsel saplantılı olduğu için cahiliyede bazen görülen bu hakkı genele yaydığı için din reform yapmıştır diyeceğine kadının boşama hakkı vardı İslam elinden aldı diyor. Bu adamlar Türkiye’de değil Avrupa’da bugün böyle eleştiriler yapsa komik duruma düşerdi. Gerçi bir keresinde yaptığı oldukça saçma bir çıkarım üstüne Türkiye gündemine düşüp dalga geçilmişti kendisiyle ama bu yetmez. Aydın diye gösterilenlerin ne kadar karanlıkta kaldığını görmek için bir sürü veri var kitaplarında. Alıntılara cümle eklemesi mi dersin, alıntının kaynağını yanlış vermek mi dersin, alıntının manasını isteyerek tahrif etmek mi dersin, bir kitapta söylediğini diğer kitapta yalanlaması mı dersin, tamamı var bunların kitaplarında. Mesela Turan Dursun kızların gömülme meselesinde yukarıdaki rivayet dahil eldeki tüm rivayetleri ve kanıtları doğru dürüst hiçbir gerekçe göstermeden yoksayıp Arsel'le benzer çıkarımlarla hepsine yalan diyordu en azından. Arsel ise öyle davranmıyor. Birçok kaynakta farklı rakamlarla geçen Ferezdak'ın babasının kurtardığı çocuklardan bahseden rivayeti doğru saymış iddiasını desteklemek için ama sayıyı vermekten kaçarak kendi kalesine gol atmış sonuçta rivayeti kabul ettiği için. Rivayetin tam metnini ya da içeriğini verse bir iki olay diyemeyecek ve kitap boyu böyle yorumlar yapamayacak ama saplantısı rivayetin metnine sadık kalmasına izin vermiyor ve okurunu yanlış yönlendiriyor. Bu durum, Arsel'in bazen meseleleri istediği gibi tahrif ederek konu hakkında az okuma yapmış okuyucusunun aklıyla dalga geçerek yalan söylediğinin net kanıtlarından biri. Ben defalarca bunu yaptığına şahit oldum. Bu adamların kitaplarını iyi inceleyip isteyerek yaptıkları iftiraları görünce ahlaktan bahsedebilecek son kişilerin bunlar olduğu rahatlıkla söylenebiliyor. İlhan, Arap Milliyetçiliği ve Türkler kitabında Araplardan bazılarının Türkler nedeniyle geri kaldık iddialarına yanıt veriyor ve bunu yaparken de bedevilerin yaşamını eleştirirken genel anlamda Arapların adet ve alışkanlıklarını şöyle anlatıyor: "....Daha yukarıdaki bölümlerde bedevi Arabın bu yönlerinin Kur'an'da açıklandığını ve örneğin Tevbe Suresi'nde "Bedevi'ler kafirlik ve münafıklık bakımından şehirlilerden beterdir..." (K 9 Tevbe Suresi, ayet 97), "Bedevi'lerden öyleleri vardır ki... size belalar gelmesini gözetip dururlar, bekledikleri, kötü belalar kendi başlarına gelsin" (K 9Tevbe Suresi, ayet 98) şeklinde ayetler bulunduğunu ve benzeri sözlerin Muhammed tarafından sık sık tekrarlandığını belirtmiştik. İslamdan önceki dönemde de Arabın çok ilkel bir yaşam sürdüğü, batıl itikatlar içinde yüzdüğü, ömrünü sefil ve sefih bir şekilde içki içerek, kumar oynayarak geçirdiği, evlilik yaşamında sakat bir zihniyete sahip olduğu, mirasta erkek çocuklarına öncelik tanıdığı, kız çocuklarını belli bir yaşa geldiklerinde öldürdüğü vb. geleneklere saplı bulunduğu yine bu Arap kaynakların ortaya koyduğu şeylerdendir. Her ne kadar İslam sayesinde Arabın "Cahiliye"den kurtulup ışıklı döneme girdiği söylenirse de, İslam öncesi bu dönemin geleneklerinin çoğunu sürdüren ve çoğunu da pek olumlu sayılamayacak tarzda değiştiren İslamiyet, 1400 yıllık bir uygulamaya rağmen Arabın karakterinde, Arabın zihniyetinde ve yaşam usullerinde herhangi bir gelişme yaratamamıştır. Muhammed döneminin Arabıyla 20. yüzyılın Arabi arasında büyük bir değişiklik olmamıştır. " Son paragrafın bomboş cümlelerden oluştuğunu söylemeye gerek yok ama önceki paragraf bu kitabın tam aksine şeylerden bahsediyor. Hani nerede kaldı bu kitabın saçma sapan iddiaları? Hani kızlar daha değerli görülüyordu Araplarda? Hani "İslam öncesi dönemde, kız çocuklarının öldürülmeleriyle ilgili bir gelenek bulunduğuna ve Muhammed' in bu geleneği kaldırdığına dair söylenenlerin hepsi, yalan ya da abartmadan ibaret şeylerdir." demiştin bu kitapta. Arap kaynaklarına göre cahiliyede böyle bir gelenek bulunuyor muymuş yoksa bulunmuyor muymuş şimdi? Bu defa hangi İlhan Arsel yalan söylüyor?? O kitapta da benzer şekilde bu kitaptaki gibi yaklaşımlara sahip olduğu yerler var ama kitabın sonuna doğru Arap'a karşı Türkleri savunurken kullandığı cümlelerde dediği gibi bunlar Arap kaynaklarının ortaya koyduğu şeylerdir ve alternatif tarih üretmeye gerek yoktur. Diğer kitabın yazarı İlhan Arsel'e bu kitabın yazarı İlhan Arsel'i böylesine eleştirdiği için teşekkür ederim. Tam bir aydınlanma savaşçısı :D Ben cahiliye konusunda daha ilmi daha bilimsel daha tutarlı bir çalışmaya dair kitap linki vereceğim. Kaynaklara bakarak okunabilir. İİhan’ın kitabını okumadım Youtube’den dinleyerek okumuş saydım kendimi ve sık sık not aldım dinlerken. Bu yüzden kaynakları nelerdir göremedim. Fakat diğer yazdığı kitaplardan genelde hangi kaynakları kullandığı hakkında bilgim var. Bu vereceğim kitapta da İlhan’ın zaman zaman kitaplarında dayanak gösterdiği kaynaklar var. Mesela İlhan, diğer hiçbir kaynakta hiç kimseden aktarılmayan bir olayı kitaplarında yegane gerçek sayabilecek kadar ilimden yoksun biridir. Diğer kaynakların hiçbirinde o çok sınırlı birkaç gün içinde Arsel’in tek kaynakla aktardığı olayın yaşandığından bahsedilmiyor. Hatta diğer kaynaklar ne olduğu hakkında az çok ittifak halinde. Bunları görmezden gelip kesin gerçek olarak sunuyor bu adam. O olayda kullandığı kaynak burada da kullanılan kaynaklar arasında mesela. Ayrıca aynı kaynağı örnek vererek Şeriat ve Kadın kitabında şöyle diyor Arsel: "Kitab el-Muhabbar" yazarı Muhammed İbn Habib İslam'dan önce Arap kadınının sosyal ve ekonomik haklara sahip olduğunu, evleneceği erkeği seçmekte ya da dilediği işleri görmekte özgür bulunduğunu kanıtlayan nice örnekler verir. Okuyucusu bakmayacak nasılsa bu kitaba. Bu yüzden dilediği gibi konuşabiliyor. Aşağıda vereceğim kitapta kaynaklardan biri de bu kitaptır. İçerik olarak Arsel'in bahsettiği gibi miymiş göstermek için aktarmalar yapayım: “Muhabber’de yer alan bir rivâyete göre ise cahiliye döneminde kadınla nikâhlanmanın dört şekli bulunmakta olup, bunlardan biri kadını istemeyle gerçekleşirdi. İkincisi; kadının devamlı yanına giden bir dostu olurdu. Kadın doğum yapınca o adamdan olduğunu söylerdi. Böylece çocuk ona ait olurdu. Üçüncüsü; sancak sahibi olan kadınlar vardı ki insanlar ona giderek zina ederlerdi. Kadının bir temizlik zamanında (adet olmadığında) iki adam bu kadının yanına gitmişse ve kadın hamile kalmışsa çocuk bu iki adamdan birine ait olurdu. Bu olaya “Mukassime” adı verilirdi. Ayrıca belli bir adam herhangi kavme ait bir cariyenin yanına gider cariyeden olan çocuğun kavmi kendilerine ait olduğunu söyler, adam da çocuğu onlara satardı.” Aşağıda vereceğim kitapta ya da başka kaynaklarda yalnız bu değil çok daha fazla nikahlama çeşidi görülmekte. İlhan’ın tutarsızlığını ve kaynaklardaki ifadeleri kafasına göre gerçek sayıp kafasına göre reddettiğini göstermek için bunu örnek verdim. O kadar rivayet varken “güya böyle oluyormuş” diye reddettiği olaylar kaynak diye kullandığı kitaplarda da vardır. “Cahiliye döneminde öz anne ile evlenmek haram sayılmaktaydı. Ancak bununla birlikte kocası ölünce dul kalan bir kadının üzerine üvey oğullarından hangisi erken davranır, üzerine elbisesini atarsa kadın o kişinin olmaktaydı. Şayet kadın acele davranıp kaçabilirse serbest kalmaktaydı. Kadına sahip olan üvey evlat isterse onunla mihirsiz olarak evlenebilmekte veya dilerse mihrini kendine almak şartıyla başkalarıyla da evlendirebilmekteydi. Yahut öz babasından kalan mirastan kadını mahrum etmek için onun başkalarıyla evlenmesine engel olmaktaydı.” Böyle birbirinden ahlaksız uygulamalar kaynak diye gösterdiği kitapta da zikredilirken Arsel cahiliyyeyi ahlaklı olarak sunuyor. Evet verdiği kaynağa göre evleneceği erkeği seçebiliyormuş kadın! Arsel gibi davranıp tek bilgiyle işte hiçbiri seçemiyormuş demek lazımdı ama durum öyle değil. Kaynaklar taranınca seçebilenler olduğu gibi seçemeyen, velisi tarafından zorla evlendirilenlerden de birçok kişi olduğu görülüyor. Ayrıca Arap kadınının ekonomik haklara sahip olduğunu bu kaynakla dillendirmişti fakat bakalım İbn Habib bu konuda neler yazmış: "Kaynaklarda yer alan bilgilere göre cahiliye döneminde kadınların bir kısmı kendilerine karşı olumsuz bakış açısı sergileyen kimseler tarafından bazı haksızlıklara maruz kalmıştır. Bu haksızlıklardan biri kadının mirastan pay alamama durumudur. Bu dönemde mirasta hiçbir hakka sahip olmayan kadın ne kocasının ne de babasının mirasına girebilirdi. Cariyelere, kız çocuklarına ve hatta hür kadınlara bile mirastan pay verilmediği zikredilmektedir. Ancak savaştan ganimet getirenler ve at üstünde savaşanlar miras almaktaydılar." Görüldüğü üzere İbn Habib genel uygulamanın miras alamamaları yönünde olduğunu yazmış. Kitabın pdfsine erişemedim fakat muhtemelen İbn Hişam örneği gibi nadir rivayeti genel saymış olabilir Arsel. Kaynak veriyor ama kaynağa bakılmayacağını iyi biliyor o yüzden içi rahat. Cahiliye kadınlarının sahip olduğu ekonomik haklara(?) dair İbn Habib'den iki alıntı daha vereyim: Bu dönemde bazı kimselerce kadınlara yapılan haksızlıklardan biri de hayvanlardan istifade konusunda karşımıza çıkmaktadır. Bedevi olan halk kendi mallarından ve kestikleri hayvanların etlerinden, yerleşik halk da ekip biçtiklerinden ilahlarına ayırıyorlardı. Bedeviler, “deve beş defa doğum yapınca beşinci doğumunda erkek deve doğurmazsa onun kulağını ortadan ayırırlardı.” Bu hayvana bahîre derlerdi. Denizin başıboş olması gibi bu hayvanı da başıboş bırakıp, “onun kılından koparmazlardı. Ona binince ‘Bismillah’ demezlerdi. Onun üstünde bir şey taşımazlardı. Onun sütünü sadece erkekler içer, kadınlar içmezlerdi.” Yine bu dönemde bir kimse kendi malından veya hayvanlarından bir pay ilahlarına bırakırdı. Bu hayvana sâibe denilmekteydi. Bu hayvan, sahibine haram olurdu ve adam ona karışmazdı. Bu hayvandan gelen gelir sadece erkeklere ait olmaktaydı. Ancak kadınlar bu hayvana karışamazlardı." "Bir koyun yedi defa doğum yapınca yedinci doğumunda bir erkek doğurursa Araplar doğurduğu hayvanı keserlerdi. Bir dişi doğurursa o doğurduğu hayvanı kendi hayvanları arasına bırakırlardı. Bir dişi bir erkek doğurursa o iki hayvanı da haram sayarlar, kimse de onlara dokunmazdı. Onlardan elde edilen gelirler sadece erkeklere aitti. Kadınlar kullanamazlardı." Evet sosyal hayatta da ekonomik haklara sahip olduklarını anlatıyormuş İbn Habib... Ayrıca Mustafa Öztürk'ün cahiliye konulu çalışmasında İbn Habib'in kitabından şöyle bilgiler aktarılıyor: "Cahiliye devlinde boşama hakkı erkeğe aitti. Erkek karısına bir kez 'Boşsun' (enti talikun) dediğinde evlilik nihai olarak sona ermez, dilediği takdirde karısına dönebilirdi. İkinci boşamadan sonra da aynı şey geçerli idi. Fakat üçüncü boşamanın ardından eşine dönmesi mümkün değildi. Rivayete göre cahiliye devrinin meşhur şairlerinden A'şa bir kadınla evlenmiş, fakat kadının yakınları dayak tehdidiyle A'şa'yı boşanmaya zorlamışlardır. Bunun üzerine A'şa kadını bir kez boşamış, ancak kadının yakınları A'şa'yı ikinci ve üçüncü kez boşamaya icbar etmişlerdir." Görüldüğü gibi kaynak diye verdiği kitapta da boşama hakkının genellikle erkeğe ait olduğu söylenmiş ama Arsel istisna olarak bazı kadınların bu hakkı alabildiğini aktaran rivayetleri genel sayıp gerçeğe sadık kalmak yerine okuyucusunu kandırmaya çalışmış. Yine ayrıca İbn Habib kitabında Sakîf kabilesinden on eşi bulunan kişileri isimleri ile birlikte aktarırken İlhan Arsel bu bilgileri atlayıp başka bir cahiliye üretmeye çalışıyor. Saçma sapan bağlantılarla alternatif tarih oluşturmaya çalışmaya gerek yok. Bir yandan işine gelince hiç kimsenin aktarmadığı olayı bu kaynakta diye kabul ediyor bir yandan da aynı kaynakta anlatılanları güya böyle oluyormuş diye reddediyor. İlhan Arsel’i “tarihi rivayetler nasıl değerlendirilir?” diyenlere “güya böyle böyle oluyormuş diyerek istediğimizi reddedelim” yöntemini bilim literatürüne soktuğu için kutluyorum. Halbuki usul bilse kaç kişi rivayet etmiş, kaç farklı kitapta bunlar geçmiş, rivayetler doğru görülmüş mü gibi bir yol izlemeliydi. Zaten görüşlerini belli bir temele dayandırıp rivayetleri öyle reddetseydi ben de bir şey demezdim ama usul yöntem bilmiyor. Burada sadece İlhan’ın iddialarına kaynak olarak gördüğü kitapta böyle geçiyor dedim. Bunun dışında bir sürü nikah çeşidi ve haksızlıklar diğer kitaplarda anlatılıyor ve altta vereceğim kitapta bol bol örnek var ama buna rağmen toplumun ahlaklı olduğunu ilan edebilecek kadar saplantılı bir yazardır kendisi. Kitapları çelişki ve yanlışlarla dolu ilmi yönden çok zayıf bir eleştirmendir. Aydın dense de aydınlanamamış cahil kalmıştır. O kadar cahildir ki hukukçu olmasına rağmen kitaplarında islam hukukuna dair hatalar da hiç az değildir. Tarihçi olmamasına rağmen sırf dine muhalefet etmek için Bernard Lewis gibi sözü dünya çapında okunan bir yazara bile sen yanlış biliyorsun durum bunun tam tersidir deme cüretine de sahiptir. Diğer kitaplarında bu görülebiliyor. Bu kitapta Lewis'e bir şey dememiş fakat hiç kimsenin kabul edemeyeceği şekilde kitabın kapağına Muhammed devlet falan kurmadı gibi saçma bir argüman koyabiliyor. Normalde yazarlar kitabın en dikkat çekici cümlesini veya tespitini kapağa koyar fakat Arsel en saçma olanını tercih ederek ne kadar sıra dışı bir yazar olduğunu farkını ortaya koyarak okura hissettirmiş. Dünya'da bunu iddia edebilecek belki de sayılı kişilerdendir. Tabii ki Lewis'in söylemesi tespiti doğru yapmaz ama çok çok temel konularda bile reddetmek için reddiye yapıyor Arsel. Altı da çok boş net olarak. Bunun saçmalığına cevap vermeye bile utanılır ama yine de Lewis'in cümlelerini koyayım bari: "Hz Muhammed, deyim yerindeyse, kendisi Konstantin'di. Yaşarken devlet kurdu, devlet adamlarının yaptığı işleri yaptı. Orduları yönetti, savaştı, barış yaptı, vergi topladı, adalet dağıttı." Kitaplarında kendisine karşı çıkanları cahillikle suçlayıp tek kitap okuyanı kendisi bellemiştir. Bir de Dursun’la beraber dans etmelerine rağmen bazen kitaplarında hem kendilerinin hem de birbirinin iddialarını reddettiklerini bile fark edememişlerdir. Neyse. Bunlar dışında klasik din eleştirileri vardı onlara bir şey denilmez yorumlar ikna edememişse saygı duyulur ama eleştireceğim diye saçma sapan çıkarımlar ve uydurmalara gerek yoktur. Böyle kitaplar sadece din yobazlarının karşısında dinsiz yobazlar yetiştirmeye yarıyor. Çünkü birçok konuyu doğru aktarmayıp öyle eleştirilerde bulunuyor böyle kitaplar. Zaten öfke kusmak dışında öyle aman aman çıkarımlar yok, oryantalist yazarlar ülkedeki aydın denilenlerden çok daha tutarlı ve çok daha adil eleştirilerde bulunuyor, onlar da okunabilir. En azından doğruya doğru diyecek kadar komplekssizler. İnançları eleştireceğim derken bir sürü kere felsefedeki korkuluk hatasına düşmeye sebep oluyor bu kitaplar. İnceleme istediğimden fazla uzadı. Neyse. Amerigalılara Richard Dawkins bize İlhan Arsel denk geliyor. Some ortadoğu problems. Cahiliye hakkında daha tutarlı bir yaklaşıma sahip olmak isteyenler alttaki kitabı okuyabilir. Siteye eklemeye çalıştım fakat satışta olmadığı için kabul etmediler. Pc’de okudum ve farem bozuk olduğu için altını doğru düzgün çizemedim ama sadece altını çizdiklerimden de belli bir düşünce sahibi olunabiliyor. Benim düşünceme göre cahiliye tamamen vahşet, huzursuzluk, zulüm dönemi olmadığı gibi öyle yardımsever, huzurlu, savaşsız bir ortam da yoktur. Kitapta sonuç bölümünde de bu anlatılıyor. https://drive.google.com/file/d/1zOUjdV4s_Pm8s4DVTvydixGYfF0x7op8/view?usp=sharing Yukarıda Lewis özelinde Batılı araştırmacıların çok daha tutarlı ve adil yorumlarda bulunduğunu söylemiştim. Madem onlardan bahsettim o zaman buraya dünyaca ünlü İslam araştırmacısı Goldziher'in cahiliye hakkındaki görüşlerini bırakayım. O yaygın bakışın aksine cahiliyeyi aydınlanmanın karşılığı olarak görmüyor. Cahiliyeyi hilm kelimesinin karşılığı olarak sunuyor ve cahiliyenin barbarlık kelimesine karşılık geldiğini söylüyor. Kendisinin çok tartışılan yorumları var ama en azından bu konuda hakkaniyetli davranmış: "......Cahiliye, bununla ilgili olarak daha ziyade, içerisinde -buraya kadar müşahade edilen manada- Cehlin yani barbarlığın ve gaddarlığın hüküm olduğu zamandan başka bir şey değildir. İslam’ın tebligcileri, Islam'ın Cahiliyye ahlakına ve alışkanlıklarına son verdiklerini söyledikleri zaman, maksadları Arab müşrikliğinin İslam'dan farklı olan barbarca an’aneleri ve vahşi micazıydı. Muhammed bunlara lağvetmekle kavminin ahlak reformcusu olmak istedi: Yani Cahiliye kibri, kabile gururu, ebedi kabile düşmanlığı, intikam hissinin mukaddesliği, barışıp uzlaşmanın reddi ve Arab müşrikliğinin diğer bütün vasıfları gibi İslam’ın, ortadan kaldırmak istediği şeylerdir. “Kim yalan söz ve cehl’i (yani kaba ahlakı) terk etmezse, muhakkak ki onun yeme ve içmesini bırakmasına Allah'ın hiç de ihtiyacı yoktur” -Ebu Hureyra böyle rivayet ediyor. Bu hadisten de açıkça görüldüğü üzere, cehl tabiri eski Arab şiirinde gördüğümüz üzere nasıl anlaşılmışsa, Islam'ın ilk devirlerinde de öyla anlaşılmıştır. Ca’fer ibn Eba Talib, Habeş kralına şöyle konuşturulur, "Daha önceleri biz Cahiliyenin mensubları olan bir kavim idik, putlara tapardık, ölmüş hayvan eti yerdik, fuhuş ederdik, kan akrabalığına kıymet vermezdik, sadakat vecibesini yerine getirmezdik, bizden kuvvetli olan kimse zayıfları ezerdi (yiyip bitirirdi) Soyu, doğuluğu, eminliği ve iffeti bizce malum olan kendi aramızdan bir Peygamberi Allah bize gönderinceye kadar biz böyle idik, o bizi Allah'a davet etti ki, biz onun birliğini tasdik edelim ve ona ibadet edelim, biz ve ebeveynimizin ondan başkasına taptıkları şeyleri yani putları ve taşları bir kenara atalım; o bize doğru konuşmayı, emaneti yerine getirmeyi, akrabalık bağlarını gözetmeyi, himaye vecibelerini yerine getirmeyi, haram şeylerden ve kan akıtmaktan uzak durmayı; menfur günahlardan ve kötü söz söylemekten uzak durmayı emretti, öksüzün malını yemeyi, iffetli kadınlara iftira etmeyi vs.'yi yasak etti." Ve müşrikleri İslam’a davette onlardan —ibadete aid değil- neredeyse sadece ahlaki şartlara riayetleri istenir; mesela, 'Akabe'de, on iki yeni Müslüman olmuş Medinelinin bey’ati aşağıdaki şartlar altında vuku buldu: Onlar Allah'a şirk koşmayacaklar, hırsızlık etmeyecek, zina yapmayacak, çocuklarını öldürmeyecek ve iftirada bulunmayacaklardı. Eski islamiyet Cahiliyyenin zıddı olarak bu nokta-ı nazarı öne sürmektedir. Islamiyetin ibadetle ilgili ahkamı da zikredilir, fakat Cahiliyyeye aykırı olacak hayat, hassaten, cansız şeylere ibadetten uzaklaşılmasına ve ayrıca Peygamber' in ve Ashabının Cahiliyyenin esas vasfında müşahede ettikleri gayr-i ahlaki ve zalimane muamelelerin terkine yöneliktir. Bu görüşe göre Cahiliyye, dini manada din diye adlandırılan şeyin zıddıdır ve her iki kelimenin zıddiyeti Islam'ın en eski zamanında malumdur." Ama yine de ben marketlerde satılan hazır sallama çaylardan daha sallama bir kitap arıyorum diyorsanız İlhan Arsel okumanızı tavsiye ederim. (Serhat Günaydın)

Tıpkı Turan Dursun gibi İlhan Arsel de Türk Aydınlanması'nın çok önemli bir ismidir. Eserleri ile Türk halkını aydınlatmaya çalışmış, bu yolda çeşitli fenerler yakmış ve bu sebepten ötürü gerici çevrelerce canıyla tehdit edilmiştir. "Cahiliyye" isimli bu eserinde Arsel, bizlere ilkokuldan itibaren İslamiyet öncesi dönemi "Cahiliyye" olarak nitelendiren paradigmayı ayetler, hadisler ve tarihi kaynakların ışığında tartışmaktadır. Kendisinin bu eserini özellikle İslam konusunda aklında soru işaretleri olan okuyuculara öneriyorum. (—A—)

Yıl 2020 ,çocukların oynadıkları oyunların öldürmeye dayanması zamanın ruhu , Suriye’de çocukların oynadıkları oyunların savaşla ilgili olması zamanın ruhu . Arkadaşını bilgisayar oyunundaki zombiyi öldürür gibi çekiçle öldüren çocuğun tavrı zamanın ruhu .Ama Fransa’da bir dine hakaret ettiği gerekçesiyle boğazı kesilerek öldürülen insanların durumu zamanın ruhu değil .Çünkü bu tavır ortaçağa ait , dinin kendisi gibi . Hegel’in Zeitgeist dediği , zamanın ruhu inançlarımızı geleneklerimizi değerlerimizi güzele iyiye dair yargımızı belirleyen başat unsurlardan da biri . Elbette zamana uygun olarak ortaya çıkıyor . Değişmeleri ve ortadan kalkmaları da oldukça sancılı oluyor. Nasıl ki Kölelik , engizisyon mahkemeleri, ayrımcılık ( kanun üzerinde de olsa ) , işkence gibi daha bir çok şey kamu vicdanında hoş karşılanmıyorsa daha başka bir çok şey de silinip gidecektir tarih sahnesinden. Örneğin dinler, milliyetçilik, ırkçılık, cinsiyetçilik, türcülük, homofobi, hayvan istismarları ,savaş çığırtkanlığı , aşı karşıtlığı, beslenme adı altındaki hayvan katliamı ,çevre sorunları gibi...inanıyorum evrime , gelişmeye , bilime ,doğru kabul ettiğimiz bir çok şey , ilerde zamanın ruhuna aykırı düşecektir hatta düşmelidir de . Göreceksiniz daha laik ,daha bilimsel , daha rasyonel dönemler gelecektir . İşte bu kitap zamanın ruhunun çok ilerisinde bir eleştiriyi barındırıyor . Binlerce kez teşekkürler zamanını aşan ve bize bu değerli bilgileri veren Turan Dursun ve İlhan Arsel’lere... Sevgi ve minnetle.. (S.)

Cahiliyye PDF indirme linki var mı?

İlhan Arsel - Cahiliyye kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Cahiliyye PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı İlhan Arsel Kimdir?

Sanayici ve iş adamı Nusret Arsel'in ağabeyi İlhan Arsel, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Cenevre Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde doktorasını yaptıktan sonra, doçent ve daha sonra profesör oldu. Otuz yıldan fazla bir süre boyunca üniversite öğretim üyeliğinde bulundu; Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde Anayasa Hukuku dersleri verdi. 27 Mayıs Darbesi'nin ardından yeni bir anayasa tasarısı hazırlamakla görevli on kişilik İstanbul Komisyonu'na ve daha sonra Kurucu Meclis Öntasarısı'nı oluşturan beş kişilik komisyona üye seçildi. 10 Haziran 1966 tarihinde Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay tarafından Cumhuriyet Senatosu'na Kontenjan Senatörü olarak seçilmiş ancak Meclise katılmadan istifa etmiştir. 1971 yılında merkezi New York'ta bulunan 'Inter-University Associate' kuruluşuna danışman ve araştırmacı olarak alındı ve bu kuruluşun kronolojik yorum esasına göre yayımladığı "Constitutions of the Countries of the World" (Dünya Ülkeleri Anayasaları) adlı 14 ciltlik yapıtın "Türkiye" ve "Belçika" bölümlerini (1971 yılı itibarıyla) hazırladı. 1975 yılında ders vermekte bulunduğu Ankara Polis Enstitüsü'nden istifa etti. 1977 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden de istifa etti. Bu tarihten itibaren araştırma ve öğretim faaliyetlerine devam etti. Özellikle bu yıllardan itibaren ölümüne dek İslam'a ve İslam peygamberine yönelik eleştirel yaklaşımını sergilediği kitapları birtakım kesimlerin şiddetli tepkisine neden oldu. Can güvenliği açısından ABD'ye yerleşti. 7 Şubat 2010 Pazar günü, Florida'da (ABD) yaşamını yitirdi.

İlhan Arsel Kitapları - Eserleri

  • Şeriat ve Kadın
  • Şeriatçıyla Mücadelenin El Kitabı
  • Kur'an'ın Eleştirisi 1
  • Şeriat ve Kölelik
  • Müslümanlık Sınavı
  • Cahiliyye
  • Arap Milliyetçiliği ve Türkler
  • Aydın ve "Aydın"
  • Cehaletin İktidarı
  • Kur'an'ın Eleştirisi 2
  • Tevrat ve İncil'in Eleştirisi
  • Kur'an'ın Eleştirisi 3
  • Şeriat Devleti'nden Laik Cumhuriyet'e
  • Şeriat’tan Kıssa’lar (2 Cilt Birarada)
  • Din Adamları
  • Turan Dursun'a Mektuplar
  • Muhammed'e Göre ''Muhammed''
  • Şeriat ve Eşitsizlik
  • Biz Profesörler
  • Şeriat İnsan ve Akıl
  • Şeriat ve Aydınlanma
  • İslam'a Göre Diğer Dinler
  • Şeriatın Getirdiği Hoşgörüsüzlük
  • Şeriat'tan Kıssa'lar
  • Kur'an'daki Tanrı
  • Kur'an'daki Kitaplılar
  • Anayasa Hukukunun Umumî Esasları - 1

İlhan Arsel Alıntıları - Sözleri

  • ''Tavaf'' etmek, kutsal sayılan bir şeyin (bir taş, bir mihrap, vs.gibi) etrafında koşarak ya da yürüyerek dönmek, dönerken de onu öpmek ya da ellemek demektir. Bu geleneğin kökeninin, İsrailoğulları'nın eski yaşamlarına indiği ve ayrıca İran, Hindistan vs. gibi yerlerde de görüldüğü bir gerçektir. Eskiden araplar, ''İbrahim'in dininin bir uygulamasıdır'' diyerek, Kâbe'deki ''al-Hacar al-Asvad'' denilen kara bir taşı tavaf ederlerdi. (Cahiliyye)
  • Siz hiç Tanrı'nın, "Ben dilediğimi Müslüman yaparım, dilediğimi kafir (ya da müşrik) kılarım; Müslüman yaptıklarımı Cennet'e alırım, kafir yaptıklarımı Cehennem'de yakarım" diyebileceğini düşünebilir misiniz? Elbette ki düşünemezsiniz, çünkü bu sözler akla ters düşen, birbirleriyle çelişkili sözlerdir. Tanrı insanı hem "kafir" yapsın ve hem de onu "kafirdir" diye cehenneme atsın! Olacak şey midir bu? Ve yine siz hiç Tanrı'nın "...Allah isteseydi puta tapmazlardı (müşrik olmazlardı)..." (En'am Suresi, ayet 106-107) diyerek insanlardan bir kısmını "müşrik" kıldığını bildirdikden sonra, müşrikler nerde görürseniz öldürün!" Diye emredebileceğini düşünebilir misiniz? Elbette ki düşünemezsiniz, çünkü bir kere aklınız size, inanç farkı nedeniyle insanların birbirilerini öldürmelerinin kebul edilemeyeceğini söyler. Öte yandan Tanrı'nın kişileri "müşrik" yaratıp, "müşriktiler" diye öldürtmesini akla ve nantığa ve Tanrı'nın "yüceliği" fikirine yatkın bulmazsınız. Ne var ki, şeriat eğtiminden geçmiş kişiler bakımından durum farklı! Çünkü onlar, bu tür buyrukları Tanrı'dan gelmiş olarak belletmişlerdir ve Tanrı'nın sözlerininde akla ve mantığa aykırılık ve çelişme diye bir şey olmayacağına inanmışlardır. Örneğin Kur'an'da şöyle yazılıdır: "Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslam'a açar, kimi de saptırmak isterse... Kalbini iyice daraltır (kafir yapar) ... " (En'am Suresi, ayet 125) Yine Kur'an'da şöyle buyruklar var: "Müşrikleri nerede bulursanız öldürün." ( Tevbe Suresi, ayet 5) Şimdi tekrar soralım: Hiç Tanrı, insanı "kafir" (müşrik) yapar ve yaptıktan sonra "müşriktir" diye öldürülmesini ister mi? Yine aynı şekilde siz hiç Tanrı'nın "Ben Kur'an'ı, anlaşılsın diye apaçık bir kitap olarak indirdim" dedikten sonra, bu söylediklerini unutmuşcasına, "Kur'an'ı anlamasınlar diye onların kalplerini, kulaklarını tıkadım" diyebileceğini kabul edebilir misiniz? Elbette ki edemezsiniz, çünkü böyle bir davranışı, her şeyden önce ye akılcı düşünce ile ve sonra da "yüce" ve "adil" olarak kabul ettiğiniz Tanrı'ya yakıştıramaz, Tanrı fikriyle bağdaştıramazsınız. Oysa şeriat eğitimiyle yetiştirilen kimselere "vahiy" dir diye belletilen veriler arasında, Kur'an'ın, Tanrı tarafından "apaçık bir kitap" olmak üzere indirildiğini belirleyen hükümler yanında, yine Tanrı tarafından anlaşılmasının önlediğini bildiren hükümler vardır. Örneğin kur'an'da Tanrı'nın, "Biz, apaçık ayetler indirmişizdir; bunları inkâr edene alçaltıcı azap vardır" (Mücadele Suresi, ayet 5) Ankebut suresi'nde de benzeri şu ayet var "kur'an... ayetlerdir. Ayetlerimizi zalimlerden başka kimse inkar etmez" (Ankebut Suresi, ayet 49) ya da"... Onu akıl edesiniz (anlayasınız) diye Arapça olarak Kur'an da indirdik" (Yusuf suresi, ayet 2); "Bunları apaçık kitap ayetleridir" (Şuara Suresi, ayet 2) şeklinde konuştuğu ve üstelik de Araplardan hiç kimsenin "ben bunları anlamadım, bu nedenle ona uyumadım" diyememesi için Kur'an'ı "Arapça olarak" ve hem de çeşitli lehçelerde olmak üzere indirdiğini açıkladığı yazılıdır. (Ta-Ha Suresi, ayet 113; Meryem Suresi, ayet 97 vs.) "İşte kur'an'ı, Arapça okumak üzere indirdik, onda tehditleri türlü türlü açıkladı ki belki sakınırlar..." (Ta-Ha Suresi, ayet 113); "Ey Muhammed. Biz Kur'an'ı inatçı milleti uyarman için senin dilinde indirerek kolaylaştırdık" (Meryem Suresi, ayet 97); Hz.Muhammed'in söylemesine göre Kur'an, çeşitli değişik konuşan Arap kabileleri anlayabilirsin diye, onların lehçesiyle (yedi lehçede) inmiştir. (Kaynak: Bkz sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Serih Tercemesi,c.11 s.229-230,:Hadis No:1766.) Ne var ki, yine bu aynı Kur'an'da Tanrı, Kur'an'ın bazı kişiler tarafından anlaşılmasını istemediği bildirir ve örneğin şöyle der: "Kur'an'ı anlarlar diye kalplerine örtüler, kulaklarına da ağırlık koyduk."(En'am Suresi, ayet 25) Derken de bu düşüncesini şu şekildeki hükümlerle pekiştirir: "Allah kimi dilerse onu saptırır, kimi dilerse onu doğru yola sokar." ( En'am Suresi, ayet 35, 39, 125) Bununla da yetinmez, birde Kuran'ı anlamasınlar diye kalplerine örtüler ve kulaklarına ağırlık koyduğu kimseleri, suçluluk onlara aitmiş gibi, cehennemlik Sayar ve şöyle der: "Ayetlerimizi yalanlayanlar karanlıkta kalmış sağır ve dilsizlerdir... Zalimlerdir." (En'am Suresi, ayet 27,39) Ayrıca da şöyle ekler: "Allah'ın saptırdığı kimsenin çıkar yolu olmaz." (Şura Suresi ayet 46) Görünüyor ki Muhammed'in Tanrısı, bazı kişilerin Kur'an'ı okuyup anlamalarını önlemek için onların kalplerine örtüler ve kulaklarına da ağırlık koyar ve öylece onları saptırıyor ve sonra da bu saptırdığı kimseleri "karanlıkta kalmış, sağır ve dilsiz zalimler" olarak damgalıyor ve cehennemlik sayıyor. Bütün bunlar, şeriat eğitimi ile yetişmiş kişiler için "doğal" ve "kutsal" nitelikle şeylerdir. Fakat akılcı eğitimden geçmiş kimseler için durum farklıdır; onlar "yüce" ve "adil" olduğu söylenen bir Tanrı'dan öyle ayetlerin gelmeyeceğini düşünürler. Yine bunun gibi, siz hiç Tanrı'nın, insanları daha ana karnındayken şekillendirdiğini ve karakterlerini çizdiğini, "doğru yola soktuğunu" ya da "saptırdığını" söyledikten sonra (Şura suresi, ayet 24-31) bu söylediğini unutup " başınıza gelen herhangi bir müsibet ellerinizle işlediklerinizden ötürüdür..." Diyerek onları sorumlu tutabileceğini kabul edebilir misiniz? Elbette ki edemezsiniz, çünkü bu çelişkili sözleri, akılcı düşünceye ve Tanrı'nın kutsallığı fikrine yatkın bulamazsınız. Ne var ki, şeriat eğitiminden geçmiş kimseler, bütün bu verileri rahatlıkla benimserler; bu hükümler de akıl dışılık ya da çelişki göremezler. Peki çoğu "Çelişme bizim düşüncelerimizdedir, Tanrı'ya göre çelişme yoktur" deyip işin içinden kolaylıkla sayılırlar. Bu tür örnekler pek çok. Sadece şunu tekrarlayalım ki, İslam şeriatı akılcı düşünceye olasılık tanımaz; her şeyi akıl dışı, çoğu kez akla ters verilerle belletir. Belletirken de şimdi düşünme gücünü körletir; daha doğrusu, insan beyninin akılcılığa ters düşen, ya da akla meydan okuyan verilerle körletir. (Şeriat İnsan ve Akıl)
  • İslamın 1400 yıllık tarihi incelendikçe göze çarpan şudur ki, uygarlık ya da her türlü gelişme ancak İslami etkiden uzak kalınabildiği dönemlerde kendisini göstermiş ve İslam'a saplanıldığı an gerileme belirmiştir. İslam dünyasının 8. yüzyılın ortalarında uygarlık gelişmesine yönelebilmesi İslam'a sırt çevirebilen halifeler sayesinde olmuştur. 200 yıl kadar süren bu uygarlık İslamın özünü geçerli kılmaya hevesli çevrelerin ve bu çevreleri destekleyen halifelerin iktidara gelmeleriyle son bulmuştur. 19. yüzyılın başlarına kadar İslam ülkeleri, İslamın özüne saplı olarak gerilikler ve ilkellikler içerisinde yaşamışlardır. Batının akıl çağı sayesinde şahlanması sonucu yarattığı uygarlığın tokadını yiye yiye İslam ülkelerinden bazıları, örneğin Mısır, Türkiye vs. Batıya yönelme çabalarına sarılmışlar, fakat kendilerini şeriat hastalığından kurtaramadıkları için sağlıklı bir aşama yoluna sapamamışlardır. Sadece Türkiye, Atatürk sayesinde laiklik esasını benimseyen olmuş, şeriatı arka plana atabilmiş ve bu sayede 20-30 yıl gibi çok kısa bir zaman içerisinde İslam ülkelerinin en modern, en demokratik, en uygar bir ülkesi olabilmiştir. Ne hazindir ki, böylesine parlak bir başarıya erişen bu ülke dahi, Atatürk'ün ölümünden sonra tekrar şeriat bataklığına yönelmiş ve yeniden gerileme dönemine girmiştir... (Arap Milliyetçiliği ve Türkler)
  • Kur’an, her şeyden önce Muhammed’in günlük siyasetinin ve gereksinimlerinin ürünü niteliğini taşıyan bir kitaptır. (Kur'an'ın Eleştirisi 1)
  • Mekke döneminde indiği söylenen sureler ki ilk inen surelerdir,Kur’an’ın en sonlarında yer almıştır: Örneğin, 101. sure olan Karia Suresi’nden 112. sure olan İhlas Suresi’ne kadar olan 11 sure, hepsi de ilk Mekke dönemine ait olmalarına rağmen, Kur’an’ın en sonuna yerleştirilmişlerdir. (Kur'an'ın Eleştirisi 2)
  • Dünyaya uygarlık getirenler ve kentleri inşa edenler, hep bu eski putperestliğin ünlü mensupları ve yöneticileri değil midir? İnsan ruhunu ve beynini geliştirenler ve insan sağlığı için yararlı her ilmî. var edenler ve toplum yaşamlarını en iyi şekilde düzenlemek üzere idari ve siyasi kuruluşları getirenler, Eski Roma ve Yunanın hep bu putperestleri değil midir? Eğer putperestlik olmamış olsaydı, yeryüzü bomboş bir çöl olur ve ilkelliğe ve sefalete gömülmüş olarak kalırdı. (Şeriat İnsan ve Akıl)
  • "Gece bastı kara kaplı kitab oldu hâkim, Anırırken tepişen bunca eşek hep âlim! Hepsi de kendisinin gittiği yol doğru sanır..." Türk toplumunun Atatürk sayesinde şeriat bataklığından çıkmış olmasından duyduğu sevinci belirtirken artık bir daha geriye dönülmemesi hususundaki dileğini de şeriatın yalanlar ve kandırmalarla dolu içyüzünü ortaya vurmak için şöyle konuşur: "Gitme maziye çıkan izbe o kanlı yoldan, Bil, muhabbetle seni karşılayan şeytandır, Aldatır lafz-ı uhuvvetle (kandırıcı sözlerle), tekin ol, kanma; Müslümanlıkta nifak (ikiyüzlülük) an'ane-i imandır (geleneksel imandır)." (Aydın ve "Aydın")
  • Kısır kadını "hayırsız" saymak ve kocasız bırakmak, en hafif deyimiyle gaddarlıktan başka bir şey değildir ve böyle bir gaddarlığı yüce ve adil bir Tanrı'ya izafe etmek mümkün değildir. (Şeriat ve Kadın)
  • "Arapları üç nedenle seviniz: çünkü ben bir Arap'ım; Çün­kü Kur'an Arapça'dır; çünkü Cennet sakinleri Arapça ko­nuşurlar." "Arapları sevmek iman ( sahibi olmak) demektir; onlardan nefret etmek imansızlık demektir; kim ki Arap'ları sever, beni seviyor demektir; kim ki Araplardan nefret eder, ben­den nefret ediyor demektir" "Arapları seviniz ve onların bekasını dileyiniz; çünkü onların varlığı Islamın ışık saçabilmesi için şart'tır; yokluğu ise lslamın zulmet'e boğulmasıdır" "Arapları yermek (eleştirmek), putperestliktir."[6] [Buhari'nin Sahih'i ya da al-Muttaki'l-Hindi'nin Kanz al-Um­mal fi sunan al-akval ya da Acluni'nin Keşfu'l-Hafa'sı ya da Ra­zi'nin e't-Tefsüru'I-Kebir gibi kaynaklara bkz.] (Şeriat ve Eşitsizlik)
  • “Fikir özgürlüğü” denen şey akılcı düşünce yoluyla oluşan bir şeydir ki, akla ters düşen konuları reddetmek anlamına gelir. Daha başka bir deyimle, aklın vahye üstünlüğü demektir. (Kur'an'ın Eleştirisi 2)
  • Şeriat Eğitiminden Geçmiş Arap ve Türk, Türk Düşmanlığında Birleşir Şeriat eğitiminden geçmiş Arap milliyetçisi gibi Türkün şeriatçısının da ölçüleri, ahlak ve erdem anlayışı, İslam öncesi Türkün değer ölçülerini ve erdemlerini takdir edecek düzeyde değildir ve olamaz. Onun ölçüleri, İslam öncesi Türkün gerçek yönlerini (örneğin, akılcılığını ve kadına verdiği değeri) ortaya koyan eserlerle değil, Türkü "kâfir", "dinsiz", "yolundan çıkmış" vb. görmeye alışmış Müslüman düşünür ve yazarların yapıtlarıyla, kıstaslarıyla oluşmaktadır. Çünkü onun elinin altında, bütün yüzyıllar boyunca İslamın yetiştirdiği en ünlü kişilerin, örneğin Câhiz'lerin, Tevhidî'lerin, Mes'ûdî'lerin, Balhî'lerin, İstâhrî'lerin. Birûnî'lerin, İdrisflerin, Hamavî'lerin, Gazali'lerin, Marvazî'lerin, Cüveynî'leıin ve saymakla bitmeyecek kadar çok benzerlerinin yapıtları ve onların Türk düşmanlığını körükleyici çabalan vardır. Kafasını ve ruhunu bunlarla doyurmaktadır.81(...) Söylemeye gerek yoktur ki, bu ruhla yetişen Arap milliyetçisi (ve tabii bizim şeriatçımız) İslamın daha ilk dönemlerine rastlayan Arap fetihlerini ve bu fetihler sırasında Arabın giriştiği yağma ve talanı, din adına yapılıyor diye yerinde ve haklı, buna karşılık Türkün savunmalarını kötü gözle görecektir. Arap ordularının Türklere karşı saldırılarını, Türklerden esir almalarını, Türk ülkelerine karşı yağmalarını, "Tanrı böyle emretmiştir" diyerekten mazur ve meşru görecek, fakat Türkün karşı koymalarını yerecek ve böyle davrandı diye bir de kendi atalarını, yukarıda belirttiğimiz gibi, Belâzurî'lerin ya da Birünî'lerin ve diğerlerinin ağzıyla "kâfir", "dinsiz", "yoldan çıkmış", "imansız" vs. deyimleriyle yerden yere vuracak ve lanetleyecektir. Yine bunun gibi bizim Arap ruhlu şeriatçımız (tıpkı Arap milliyetçisi gibi) Tebriz ve Nişabur kentlerinin Türkler tarafından geri alınmasını "barbarlık" ve "vahşet" gibi şeyler olarak göstermeye çalışan Arap yazarlarla birlikte hayıflanacak ve yine kendi ecdadına sövüp sayacaktır. Başka bir deyimle, Türk kentlerinin Arap orduları tarafından fethedilmesini, yakılıp yıkılmasını ve talan olunmasını, Türk yavrularının ve kadınlarının esir alınmasını "Bunlar İslam seferleridir" diyerek alkışlayacak, buna karşın Tebriz kentinin Türkler tarafından ele geçirilmesine Zînet el-Mecalıs kitabının ünlü yazarı Niizhet ile birlikte ağlayacak ve kendi ecdadına, vaktiyle Arap saldırılarına karşı koymuş olmaları nedeniyle kızacak, Türkün savunma niteliğindeki saldırılarını, Arap şairlerle bir olup "vahşet" deyimiyle yerecektir.82 Ya da Horasan'ın Türklerden geri alınmasını alkışlayacak ve muhtemelen Türklerin İslam ordularına yenilmesini Rebî bin Emir'in ağzından zevkle dinleyecek ve Arap ordularının za- ferlerini Esad bin Musammâs gibi şairlerin mısralarında, onların ağzıyla ifade edecöktir. Hatırlatalım ki, Yakut bu olaylar vesilesiyle şöyle devam eder: "Fetih, Hicret'in 18. yılında vuku buldu. Bu konuda Rebibin Emir şöyle dedi: 'Tüm ülkeyi ele geçirinceye dek kentleri birbiri ardına zabt ederek düşmanı (Türkleri) püskürttük. Mutludur o gözler ki, bizim gibi civanmerd savaşçıların, Türkistanlı ve Kâbul'lu atlıları dağıttıklarım gördü.'"83 Ve işte bizim insanımız Yakut'un ağzından Horasan'daki Nişabur kentinin yağma ve harap edilmesini ve Türklerin yenilmesini ibretle öğrenecektir. Tekrarlamakta yarar vardır ki, bütün bu Arap saldırıları ve yağma ve talanları dini yaymak için değil, din adına varlık sağlamak uğrunadır. Daha sonraları, Hicret'in 111. yılında Ciineyd b. Abdurrahman el- Murrî'nin Beykend yakınlarında Türklere karşı kazandığı ilk zaferini ve Türk hakanının oğlunu esir alışını ezberlemekle zevk duyacak84 ya da Esed b. Abdullah'ın Hicret'in 118. yılında Türkleri feci bir mağlubiyete uğratması olayını ezberleyecektir. Arap milliyetçisi, tıpkı bizim şeriatçımız gibi, sadece Arabın askeri başarılarını ve Ttirke karşı za- ferlerini değil, aynı zamanda dalıa o zamanlar Türke karşı Arap nef- retlerini ve lanetlemelerini okuyacak ve eğittiği insanları da bu duygularla yoğuracaktır. Al-Belâzurî'den okuyoruz ki, Arabın daha o dönemlerde yaptığı şey, Türke beddua etmektir; halka vaiz verenlerin ağzından "Ey Tanrım, (Türklere) ait ne varsa her şeyi yok et, onların güçlerini çökert, üzerlerine felaket yağdır" sözleri eksik olmazdı ve bu sözleri dinleyen ce- maate, "hayır temenni et ki Tanrı onların ayaklarının altına buzlar yerleştirsin ve buz üzerine kayıp düşsünler" şeklinde dua ederlerdi.85 Buna karşılık Muaviye döneminde Sind in fethine gönderilen Ab- dullah b. Sevvâr el-Abdî'ııin Türklere karşı giriştiği saldırılar sırasında Türkler tarafından yenilmesi ve bu nedenle azledilmesi olay- larına Türk çocuğu, şeriat eğitiminden geçirilmesi sırasında, iyi bir Müslüman olarak hayıflanacak ve Arap şairlerin bu olaylar ve- silesiyle Arabi yücelten, fakat Türkü küçülten şiirlerini terennüm ede- rek yetişecektir. İşte böylece Arap milliyetçisi ve onunla birlikte şeriat eğitiminden geçen Türk yavrusu, İslamın ve Arabın bu tek yanlı tarih olayları ve öyküleriyle beslenecek, pek tabii olarak Türke (ve Türk de kendi öz ırkına ve ecdadına) karşı düşmanlık, husumet duyguları ve havası içerisinde yoğrulacaktır. İşte bu suretle Arap milliyetçisi, İslamı ve İslam tarihini kendisine araç sayarak Türk aleyhtarlığı öğesini kendi amacına uygun şekilde işleyecek ve öte yandan Türk yavrusu da şeriatçının "Benim Türklüğüm Müslümanlıkla başlar, ben Türk olmadan önce Müslümanım" uydurmalarına kurban edilecektir, bilmeyecektir ki, Arap milliyetçisi, Türk aleyhtarlığını kendi ulusal birliği için sömürmüştür, sömürmektedir ve bu sömürme yanında, Araplığını İslamın üzerinde görebilmekte ve şeriata yeğ tutabilmekte, her halükârda kendi İslam öncesi yaşantıları ve tarihiyle övünebilmektedir. (Arap Milliyetçiliği ve Türkler)
  • Tanrı, okumasız olarak tanımladığı Muhammed’e, “Oku” diye hitap etmektedir! Bütün bunlar, söz konusu sure ve ayetlerde sadece tutarsızlık ve uyumsuzluk değil, aynı zamanda Tanrı fikrini zedeleyici hususlar olduğunu ortaya koymaktadır. (Kur'an'ın Eleştirisi 2)
  • Her ne kadar Osmanlı devleti 1908 Anayasa’sı (1293 Kanun-u Esâsî) ile köleliği saf dışı kılmış olmakla beraber, bu kuruluşun gerçek anlamda ortadan kalkması ve Türk topraklarından silinip atılması Atatürk’ün yarattığı Türkiye Cumhuriyeti sayesinde olmuştur. (Şeriat ve Kölelik)
  • "Sizden birinizin içeceği (ve yiyeceği) içine sinek düştüğü zaman,o kişi onun her tarafını batırsın,sonra çıkarsın(atsın). Çünkü sineğin iki kanadından birinde hastalık,diğerinde de şifa vardır..." (Müslümanlık Sınavı)
  • "Ben Ademoğulları soylarının en temizinden naklonuldum. Nihayet şu içinde bulunduğum (Haşimi) camia(sından) ne­şet ettim" demiştir" [Ebu Hüreyre'nin rivayeti olan bu hadis için bkz. Sahih-i Buhari Muhtasarı... , c.IX, s.272, hadis no. 1454; ve c.X, s.42]. (Şeriat ve Eşitsizlik)
  • Yık dedim, yık, kanlı kürsiden hayır yoktur sana, Ba'dema meydan bırakma bunları tekrara Türk! Kendi mülkünde garibâne dilendin din için, Tıpkı beygirler gibi döndürdü şeyh âyin için Sırtta heybe, cerre çıktın gafleti telkıyn için, Pek fedakarane yandın bir Kureyşi kin için, Çal da söylet bunları sazındaki efkara Türk! Gönlünü dini tufeyliden temizle gün gibi, Aşka iman et de durma vuslata küskün gibi, Çektiğin âlâm-ı eyyamı unutma dün gibi, Aç gözün, çıldırma bir Leylâ için Mecnun gibi, Bir marazdır bu; de geç, âşıktaki efkâra Türk! Neyzen Tevfik ''Türk'e ikinci öğüt'' (Şeriat’tan Kıssa’lar (2 Cilt Birarada))
  • Türkiye gibi Atatürk sayesinde bu baskılardan ve dinsel bağnazlıktan kendisinin kurtarmış bir ülkede bile, bugün şeriatçıların şahlanması nedeniyle, bu Türk dışılıkla dönüş başlamıştır. Türkiye gibi laikliğe yönelememiş diğer Müslüman ülkelerde ise, bu uygulama, geçmiş yüzyılları hiç de aratmayacak şekilde sürüp gitmektedir. Hemen belirtelim ki, bu uygulamanın, söylendiği gibi ekonomik yoksulluklarla ya da geriliklerle ilgisi yoktur; sadece şeriata saplanmışlıkla ilgisi vardır. Hangi ülkede şeriat dini esas özüne en uygun şekliyle uygulanmaktadır, o ülkede kadın en insafsız "kapatılmalara" mahkum demektir. (Şeriat ve Kadın)
  • Milletçe saplandığımız kısırdöngüden, yani yüzlerce yıl süren medrese eğitiminin nasırlaştırdığı ''akılsızlık'' tan, ''hazırcılık'' tan ve ''taklitçilik'' den sıyrılmayı biz, ilk kez Atatürk'le onun getirdiği akılcı eğitimle öğrenir olmuşuzdur. (Cehaletin İktidarı)
  • "...Yalniz Allah'in dini (Islâmiyet) kalana kadar onlarla savasin..." (Kur'ân: 2 Bakara 193) (İslam'a Göre Diğer Dinler)
  • 1400 yıllık tarih içerisinde hü­kümdarların insan haklarına ve insan şahsiyetinin haysiyetine aykırı davranışları din adamı'nın tepkisine hiç bir zaman yol açmamıştir. Ak­sine din adamı iktidarın en mutlak ve en müstebid bir şekilde uygulan­ masına yardımcı olmuş, insanlarımızı da bu uygulamalara boyun eğ­dirtmiştir. Bu sayede aynı zamanda kendi saltanatının devamını da sağlamıştır . (Din Adamları)

Yorum Yaz