diorex
Dedas

Caligula - Albert Camus Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Caligula kimin eseri? Caligula kitabının yazarı kimdir? Caligula konusu ve anafikri nedir? Caligula kitabı ne anlatıyor? Caligula kitabının yazarı Albert Camus kimdir? İşte Caligula kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 02.03.2022 20:00
Caligula - Albert Camus Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Albert Camus

Çevirmen: Ayberk Erkay

Tasarımcı: Utku Lomlu

Orijinal Adı: Caligula

Yayın Evi: Can Yayınları

İSBN: 9789750724169

Sayfa Sayısı: 136

Caligula Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

CALIGULA: […] Kim cüret edebilir seni yargılamaya şu yargıçsız, şu kimsenin masum olmadığı dünyada! Tarihin şahit olduğu en acımasız tiranlardan biri olan, adı zorbalık, gaddarlık ve delilikle bir anılan İmparator Caligula, Camus'nün sahnesinde, imkânsız olana, gökteki aya sahip olma arzusunun peşinde, halkının felaketine, mutlak zaferine doğru yürüyor. 

Albert Camus 1944 yılında son şeklini verdiği Caligula'da, sevdiği kadının ölümünün ardından mutluluğu, özgürlüğü, gücü ve ahlaki değerleri sorgulamaya başlayan genç yaştaki Roma imparatorunun, "göğü denize çalmak, çirkini güzele katmak, kederi neşe kılmak", yok olanı var etmek adına, sınırsız güçle imtihanını sahneye taşıyor. İmparator Caligula, her şeyin yegâne sahibi olmasına rağmen, insanların öldüğü ve mutlu olmadıkları bu dünyada mevcut olanlarla yetinmeyecek, imkânsız olanı elde etmek uğruna, imparatorluğunu bir korku ve zulüm zindanına dönüştürecektir. Tüm ahlaki değerleri ve yasaları inkâr eden Caligula, delilikle yaftalanmak pahasına, son nefesine kadar aklın ve vicdansızlığın yolundan vazgeçmeyecek, bu uğurda hem kendini hem sevenlerini hem de bütün Roma halkını yıkıma götürecektir. 

Albert Camus'nün bütün oyunları Can Yayınları'nda.

(Tanıtım Bülteninden)

Caligula Alıntıları - Sözleri

  • "Beni kitaplarımla başbaşa bıraksınlar isterdim."
  • "Beni kitaplarımla baş başa bıraksınlar isterdim."
  • Aşağı düşmek, yukarı çıkmaktan çok daha kolaydır şu hayatta.
  • Niye tasalanmalı şimdiden? Bekleyelim. Gittiği gibi dönecek belki de
  • Yalnızlık ha? Ah, hiçbir zaman yalnız kalamaz insan! Geçmişin ve geleceğin ağırlığı her yerde omuzlarındadır.
  • Umut­suz yaşanabileceğini biliyordum ama, bunun anlamını bilmiyor­dum
  • Çünkü ben yaşamak ve mutlu olmak istiyorum. Anlamsızın ötesinde anlam aramakla bulunacak bir şey değil bunlar.
  • Sevgiyi öğrenemeden yaşlandık...
  • neler vermezdim tatmak için gerçek bir yalnızlığı, bir ağacın sessizliğini, titreyişini..!
  • Sonumuz ötekiler gibi olacaksa ne gerek var bunca tantanaya?
  • İçimdeki şu garip şey, şu sessizlik denizi, şu çürümüş otlar.
  • Bütün yaşam önünde! Şu yeryüzünde yaşamdan daha değerli ne var ki ardında koşasın?
  • Yüreğin yatıştığı yerde yeniden bulacağım bu büyük boşluğu
  • «En beğendiğim yanım, duygusuzluğumdur», der.
  • Yalnızlıkmış! Sen kimsin adını anacak yalnızlığın? Sen nereden bileceksin yalnızlığı? Sen o şairlerin, sen o acizlerin yalnızlığını bilirsin ancak! Yalnızlık! Söyle bana hangi yalnızlık! Ah, kim tadabilmiş yalnızlığı, kim? Kimse! Asla! Nereye gitsen peşinde geçmişin yükü, geleceğin yükü! Bırakmaz peşini aldığın canlar. Ah ama sanma ki yalnız onlar! Bil ki mahkumsun yürümeye sonsuza dek sevdiklerinle, sevmediklerinle, sevenlerinle, pişmanlıklarınla, arzularınla, acılarınla, sevinçlerinle, bil ki bırakmayacak peşini orospular, bırakmayacak peşini tanrılar. Ah yalnızlık! Benzemez başkasına benim yalnızlığım, dört yanımı sarmış hortlaklar, kalmışım biçare, neler vermezdim tatmak için gerçek bir yalnızlığı, bir ağacın sessizliğini, titreyişini! Yalnızlıktan bahsetme bana Scipion! Benimkisi başka, dişler gıcırdıyor benim yalnızlığımda, kulağımı tırmalıyor uğursuz haykırışlar, gaipten uğultular. Koynumda bir kadın, gece örterken üstümüzü ve ben sanırken etimin nihavet yatıştığını, sanırken ölümle yaşam arası bir yerde ben olana nihayet dokunacağımı, o an uyanıyor yalnızlığım her defasında, yanı başımda kadın sere serpe, kasıklarına sinmiş keskin bir koku ve sarıyor o koku benim yalnızlığımı.

Caligula İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Duyguların Ötesinde: Genellikle bir roman okuyucusu olarak Caligula benim okuduğum ikinci Albert Camus oyunu ve çok zevk aldım okurken. Caligula Roma İmparatorluğu'nun üçüncü hükümdarı olan Gaius Julius Caesar Augustus Germanicus'a verilmiş bir lakaptır. Sadece 4 yıl tahtta kalmış ve kendi askerleri tarafından defalarca bıçaklanarak öldürülmüştür. Tarihte deli kral olarak bilinir. Gerçekte ciddi psikolojik problemleri olan biridir. Ensest ilişki, sebepsiz adam öldürme, işkence etmekten zevk alma, kendini tanrı sayma gibi sapkınca davranışlarda bulunmuştur. Camus'nun Caligula'sı ise deli değil farkındalığı çok yüksek biridir. Kendine has mantığıyla hareket eden ve gerçeği kendi yöntemleriyle insanlara anlatmaya çalışır. Oyun Caligula'nın hem kız kardeşi hem de sevgilisi olan Drusilla'nın ölümüyle başlar. Bu olay Caligula'yı derinden etkiler ve değişimine neden olur. İnsanların mutsuz ve ölümlü olduklarının, ölümden korktuklarının ve özgür olmadıklarının farkına varır. Bununla birlikte kendisi zamanın en güçlü imparatorlarından biridir, elindeki gücün onu özgür kılacağını fark eder. Bundan sonra düşüncelerinde, aldığı kararlarda, eylemlerinde özgür iradesiyle hareket edecektir. Cüreti sınırsızdır ve imkansızı istemek onun için haktır. Caligula'ya göre hayat anlamsızdır ve hiçbir şeyin değeri yoktur. Dün çok ıstırap çekmiş olabilirsin ama bugün unutmuşsundur, acının, acı çekmenin bile bir değeri yoktur. Peki hiçbir şeyin değeri yoksa insan hayatının, iyi insan olmanın, toplumun, ahlakın, kuralların, doğruların, vs ne önemi var ? Sebepsizce birini öldürmek, aşağılamak, tecavüz etmek, işkence etmek neden kötü olsun ? Onun için hayatın hiçbir manası yoktur. Bu şekilde özgürleşir ve özgürlüğü bu davranışları yapmayı gerektirir. Caligula öldürerek ölüm korkusunu bitirmeye çalışır, etrafındaki insanları bilinçlendirmek ister, hayata başkaldırmalarını umar, çünkü kocaman bir yalanın içinde samimiyetsiz bir yaşam tarzı sürerler. Onun için der ki ne kadar öldürsem azdır. Herkes duygularına göre hareket eder, Caligula ise mantığıyla hareket etmeyi seçer. İnsanın kendini duygularına kaptırması, herkes ne yapıyorsa onu yapması daha kolaydır. Caligula da her zaman mantığı tercih etmekte zorlanır. Pes etmek istediği zamanlar olur ama daha sonra tekrar mantığı devreye girer. Ok yaydan çıkmıştır artık geri dönemez. Duygusal davranmaktan uzak durmak için en sevdiklerini bile öldürür. Bu şekilde özgür kalmaya devam eder. Zamanla birilerini öldürmek de anlamsızlaşır ama sonuç değişmez. İmkansızı, doğası gereği, elde edemez. Kendi ölümü de anlamsız hale gelir bu yüzden komplocuları durdurmak için hiçbir şey yapmaz. Caligula ölümü ve yenilgiyi kabul etmiştir. Oyunda altını çizecek, üzerine düşünecek çok fazla bölüm vardı kitapta. Okurken gerçekten keyif aldım ve oyunu, özellikle son bölümünü sahnede izlemeyi çok isterdim. Okumayı düşünen herkese tavsiye ederim, iyi okumalar. (Ayşe yılmaz)

İlk defa bir Albert Camus oyunu okudum. Roma tarihine olan ilgimden dolayı Caligula’yı ve nasıl can verdiğini biliyordum. Ama sanatsal bir oyunla Camus’un ağzından okumak inanılmaz bir zevk. Caligula, Roma’nın 3. imparatoru. 4 yıllık geçen hüküm süresinde birbirinden delice şeyler yapmış, kardeşleriyle ensest ilişkiye girmiş, atını önce senatör sonra konsül yapmış, Augustus ve Tiberius’un ağzına kadar dolu bıraktığı hazineyi 4 yılda bitirmiş, bu hazineyi geri toplayabilmek için zengin senatörlere kendini varis olarak göstererek idam ettirmiş, bir sürü insanı katletmiş, kendini Tanrı ilan etmiş ve Venüs’e meydan okumuş bir hükümdar. İşte böyle bir hükümdarın sevgilisini yani kardeşi olan sevgilisini kaybetmesi üzerine girdiği büyük bunalımı sanatsal bir şekilde anlatıyor Camus. Can almakla övünen, insanları özgürleştirdiğini zanneden bir imparatorun öyküsü bu. Tabi ki sonunda bir komploya kurban gitmiş ve bu 4 yıllık kariyerinde Roma’ya neredeyse hiçbir şey kazandırmamış hatta zamanında kazanılan her şeyi alt üst etmiş. Roma tarihine hakim olanlar veya en azından ufak bir ilgisi olanlar bilirler Caligula’yı. İşte böyle bir adamın oyunu bu kitap. Keyifli okumalar. (Yaşar G.)

Camus, Veba ve Yabancı'da gösterdiği gibi kendi felsefi ilkelerini burada da ana karakterin ağzından göze batmayan, kararında ve ele geçirici bir şekilde aktarmış; okurunu hem düşünsel hem duygusal olarak uyarmayı ustalıkla başarmıştır. Bu enfes yapıtında, kendi felsefesi - popüler eserlerinde olduğu gibi - sokakta yürürken görebileceğimizi düşündüğümüz birisinin ağzından değil de hayalini kurmanın bile zor olduğu Roma imparatoru ağzından aktarıldığı için birtakım farklar var. Sevgilisini kaybetmiş olan Cesar, şanlı Roma'nın imparatoru olsa da ölüm onun gücünü, kudretini önemsememiş ve kendisini kaybettikten sonra mental yıkıma uğrayacak kadar sevdiği - ve kız kardeşi olan - sevgilisini elinden almıştır. Bu olay Cesar'i derinden sarsmıştır. Sanata ve edebiyata olan tutkusuna ve o tutkuyu kendisiyle paylaşanlara inancı yıkılmıştır çünkü sanat ve edebiyat hayatı güzellemek, duyusal ve düşünsel olarak hoşa gidecek şekilde ifade etmeye çalışmak demektir bazı durumlarda. Fakat Cesar artık varoluşun acıdan, ölümden ve güçsüzlükten başka bir şey olduğuna inanmaz. Camus'nün absürdist fikirlerinin Cesar'in sözlerindeki yankıları burada göze çarpar. Evet, hayat acı, çaresizlik varlığımıza derinden işlemiş, hayatın akışı içinde güçsüz hissediyoruz bazen - belki sık sık - fakat bu gerçeklere verdiğimiz tepkiler kimi etkiliyor? Etrafımızdakileri, yakınlarımızı - belki de koca bir imparatorluğu - yıkıma mı sürüklüyoruz? Yoksa onların da bizimle benzer bir gerçeklik içinde olmalarından dolayı bizim gibi hissediyor olabileceklerini düşünerek kendi durumumuzu bir kenara bırakarak onlara yardım eli mi uzatıyoruz? Onların cehennem ateşini mi harlıyoruz yoksa yardım eli uzatan melekleri mi oluyoruz? Belki de anlam ararken etrafımıza, bizimle varoluşun temel acılarını paylaşanlara baksak bir şeyler görebiliriz. Zorluk, sorumluluk, güç, anlam ve biz... Eline sağlık Camus. Sağlıcakla kalın. yazar/albert-camus kitap/caligula--42402 (Berkay Demirci)

Kitabın Yazarı Albert Camus Kimdir?

Varoluşçuluk ile ilgilenmiştir ve absürdizm akımının öncülerinden biri olarak tanınır; fakat Camus kendini herhangi bir akımın filozofu olarak görmediğinden, kendini bir "varoluşçu" ya da "absürdist" olarak tanımlamaz. 1957'de Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanarak, Rudyard Kipling'den sonra bu ödülü kazanan en genç yazar olmuştur.Ödülü aldıktan 3 yıl sonra bir trafik kazasında hayatını kaybetmiştir.

Hayatı

Çocukluğu ve gençliği

20. yüzyılın en güçlü Cezayirli yazarlarından biri olan Albert Camus, 1913'te Cezayir'in Mondovi kasabasında doğdu. Yoksul bir aileden gelen Camus'nün babası bir Alsaslı, annesi ise İspanyol'du. I. Dünya Savaşı sırasında, 1914'te babasını kaybetti. Annesi evlerde hizmetçilik yaparak oğlunu okutmaya çalıştı. Ancak Camus, daha bağımsız bir hayat sürebilmek için evinden ayrıldı. 1923'te liseye, ardından da Cezayir Üniversitesi'ne kabul edildi. Üniversite eğitimi sırasında sağlığı bozuldu ve 1930'da vereme yakalandı. Hastalığı yüzünden üniversite takımının kaleciliğini bırakmak zorunda kaldı. Bundan sonra çeşitli işlerde çalışmaya başlayan Camus, felsefe eğitimini ancak 1936'da tamamlayabildi.

1934'te Fransız Komünist Partisi'ne katıldı. Bu hareketinin kaynağı, Marksist-Leninist öğretisine (doktrinine) desteğinden ziyade, İspanya'da daha sonra iç savaşla sonuçlanacak politik duruma duyduğu kaygıydı. Ancak üç yıl sonra, Troçkist suçlamasıyla partiden atıldı. Camus 1934'te Simone Hie'yle evlendi. Simone bir morfin bağımlısıydı ve Camus'yle evlilikleri, Simone'nun sadakatsizliğine bağlı olarak son buldu. 1935'te "İşçinin Tiyatrosu"nu (Théâtre du Travail) kurdu fakat bu tiyatro 1939'da kapandı. Aynı yıl, verem hastası olduğundan Fransa ordusuna kabul edilmedi.

1940'ta piyanist ve matematikçi Francine Faure ile evlendi ve 5 Eylül 1945'te Catherine ve Jean adlarında ikiz çocukları oldu. Aynı yıl Paris-Soir dergisi için çalışmaya başladı. Daha henüz "Sahte Savaş" olarak adlandırılan II. Dünya Savaşı'nın ilk zamanlarında bir pasifist olarak kaldı. Ancak bu tutumu Paris'in Alman ordusu tarafından işgali ve 1941'de, komünist gazeteci Gabriel Péri'nin gözleri önünde idam edilmesiyle değişti ve onun da başkaldırmasına neden oldu. Paris-Soir ekibiyle Bordeaux'ya gitti ve aynı yıl ilk kitapları olan "Yabancı" ve "Sisifos Söylencesi"ni tamamladı. Camus, Bordeaux'yu 1942'de terkedip Cezayir'in Oran şehrine gitti ve ardından Paris'e döndü.

Edebiyat kariyeri

Camus II. Dünya Savaşı sırasında Naziler'e karşı oluşmuş Fransız Direnişi'ne katıldı ve bu direnişin bir parçası olarak "Combat" adında bir gazete yayımlamaya başladı. 1943'te gazetenin editörü oldu; fakat 1947'de "Combat" ticari bir gazete olunca buradan ayrıldı. Jean-Paul Sartre ile tanışması burada gerçekleşmiştir.

Savaştan sonra, Sartre ve Beauvoir gibi kişilerin buluştuğu Boulevard Saint-Germain'deki Café de Flore'u ziyaret etmeye başladı. Bu yıllarda, aynı zamanda Amerika'yı turlayarak Fransız varoluşçuluğu hakkında dersler verdi. Politik olarak sol görüşlere yatkın olmasına rağmen komünizme karşı çıkması, ona komünist partilerde arkadaş kazandırmadığı gibi Sartre'dan da uzaklaştırdı.

Camus, 1949'da vereminin tekrarlaması yüzünden iki yıl inzivaya çekildi ve "Başkaldıran İnsan"ı yayımladı. Bu kitap, Fransa'daki birçok sol görüşe sahip arkadaşı ve özellikle de Sartre tarafından hoş karşılanmadı ve Sartre'la bütünüyle yollarını ayırdı. Kitabının tatsız yorumlarla karşılanması Camus'yü kitap yazmaktan tiyatro oyunları çevirmeye itti.

Camus, 1950'lerde kendini insan haklarına adadı. 1952'de Birleşmiş Milletler, Francisco Franco diktatörlüğündeki İspanya'yı üye olarak kabul edince UNESCO'daki çalışmalarını durdurdu ve kurumdan ayrıldı. Ayaklanmalarda insandışı bir sertlik kullanan Sovyet metodlarını eleştirdi. Pasifistliğini koruyan Camus, İdam cezasına karşı savaşını sürdürdü.

Cezayir Bağımsızlık Savaşı 1954'te başladığında, Camus kendini ahlakî bir ikilem içinde buldu. Bunun nedeni, Cezayir doğumlu Fransızları tasvir ederken kullandığı sıfat olan "siyah ayak"tı. Ancak, sonunda, savaşta Fransa hükümetini savunuyordu. Kuzey Afrika'da başlayan isyanın, aslında Mısır önderliğindeki yeni-Arap emperyalizminin ve batıya saldıran Sovyetler Birliği'nin işleri olduğunu düşünüyordu. Cezayir'in özerk, hatta bir federasyon olmasını savunuyor; fakat bütünüyle bağımsızlığını desteklemiyordu. Öte yandan, Araplar'la "siyah ayak"ların beraber yaşayabileceğini düşünüyordu. Bu kriz sırasında ölüm cezasına çarptırılan Cezayirlilerin kurtulması için gizlice çalıştı.

Camus, 1955 ve 1956 yıllarında Fransız "L'Express" dergisinde yazdı. Bunların ardından 1957 yılında Camus Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazandı. Nobel ödülünü aldıktan sonra büsbütün genişleyen ünü, onu XX. yüzyıl dünya edebiyatının başköşesine yerleştirdi. Genel yaklaşım bu ödülün bir önceki yıl yayımlanan "Düşüş" için değil, idam cezasına karşı yazdığı "Réflexions Sur la Guillotine" makalesi için verildiğidir. Stockholm Üniversitesi'nde yaptığı bir konuşma esnasında Cezayir konusundaki hareketsizliğini savundu. Fakat daha sonra Cezayir'de yaşayan annesinin başına ne geleceği konusunda meraklandığını bildirdi. Çelişkili sayılan bu durum Fransız sol entelektüelleri tarafından tepkiyle karşılandı.

Ölümü

 Camus, 4 Ocak 1960'ta, Sens yakınlarındaki küçük Villeblevin kasabasında "Le Grand Fossard" isimli bir yerde geçirdiği trafik kazası sonucu hayatını kaybetti. Daha sonra mantosunun cebinde bir tren bileti bulunmuştur. Büyük bir olasılıkla, Camus gideceği yere trenle gitmeyi planlamıştı; fakat arkadaşıyla birlikte arabayla dönmeyi tercih etti. İronik biçimde, Camus daha önce en absürt ölüm şeklinin ne olduğu sorulduğunda, araba kazasında ölmeyi bunlardan biri olarak nitelendirmişti. Kazanın gerçekleştiği Facel Vega marka otomobilin sürücüsü ve yayımcı dostu da Camus'yle birlikte hayatını kaybetti. Camus Lourmarin Mezarlığı, Lourmarin, Vaucluse, Provence-Alpes-Côte d'Azur'de gömülmüştür.

 Camus'nün ölümünden sonra telif hakları Camus'nün çocukları olan, Catherine ve Jean Camus'ye devredildi. Ölümünden sonra 1970'te "Mutlu Ölüm", 1995'te de öldüğünde hala bitmemiş olan "İlk Adam" yayımlandı.

Camus'ye göre "saçma"

Camus'nün felsefeye en büyük katkısı, insanların ne berraklık ne de anlam sunan dünyada bunları aramalarının sonucu olarak oluşan "absürt" fikridir. Filozof bu felsefesini "Sisifos Söylencesi"nde açıklayıp "Yabancı" ve "Veba" gibi romanlarında da işlemiştir.

Genelde varoluşçulukla birlikte ele alınan "Absürdizm" (Saçma, uyumsuzluk felsefesi) ile birçok yazar ilgilenmiş ve bu felsefi düşünce akımını kendine göre yorumlamıştır, Camus "saçma"`nın kurucusu değildir fakat bu düşünce akımında önemli bir yer tutar.

Camus, makalelerinde okuyanı dualizmle tanıştırır. Mutluluk ve keder, yaşam ve ölüm, karanlık ve aydınlık.. Hayatın çeşitli biçimlerde geçtiğini ve insanın ölümlü olduğu gerçeği de budur. Sisifos Söyleni`de bu dualizm bir çelişki halini alır: Bir yanda yaşayarak hayatlarımıza değer vermekte öte yandan eninde sonunda yok olacağımız gerçeğini de bilmekteyiz. Bu çelişkiyle yaşamak "Absürt"`ün ta kendisidir. Eğer hayatımızın anlamsız ve boşuna olduğunu biliyorsak, kendimizi öldürmeli miyiz? Bu trajedik kısır döngü nasıl aşılabilir? Camus saçma kavramını burada kurar: yaşamın beyhudeliğinin bilincinde olan insan. Fakat Camus intihardan yana değildir, yaşamın anlamsızlığının yok edilemeyeceğinin bilincindedir fakat bununla savaşmaktan kaçınmaz.

Varoluşçuluk ve absürdizm hakkındaki görüşleri

Bazı eleştirmenler Camus`yü kategorize etmeye çalışarak onun bir varoluşçu ya da absürdist olduğunu söyler. Eleştirmenlerin mi ya da Camus`nün kendi ifadesinin mi doğru olup olmadığı tartışılmakla birlikte, Camus etiketlenmeyi sevmediğini belirterek varoluşçu olduğu tanımına karşı çıkar: "Hayır, ben bir varoluşçu değilim. Sartre ile isimlerimizin yan yana anılmasına hep şaştık. Sartre ve ben kitaplarımızı birbirimizle gerçekten tanışmadan önce yayımladık. Birbirimizi tanıdığımızda ise ne kadar farklı olduğumuzu anladık. Sartre bir varoluşçudur, benim yayımladığım tek fikir kitabı Sisifos Söylencesi`dir ve sözde varoluşçu filozoflara karşı doğrultulmuştur.Camus felsefesini en iyi anlatan sözlerinden biri de; 'hayat hiç bir şey değildir, itina ile yaşayınız.'dir. Hayatın bir anlam aramaya çalışmayacak kadar kısa olduğunu, nihayetinde bir anlamı olmadığı, anlamı olsa bile olmasının hiç bir şey değiştirmeyeceğidir. Bu yüzden insanın yapabileceği en iyi şey hayatını yaşamak olacaktır. Camus hayatın anlamsız olduğunu söylemiştir, fakat anlamsız bir şeyi anlamlı yaşamanın da bir sakıncası yoktur. Bu yüzden Camus'un felsefesi pesimizm veya aşırı bir melankoli değildir.

Bir absürdist olup olmadığı hakkında da şunları söyler:

"Absürt kelimesinin kötü bir geçmişi var ve bunun beni rahatsız ettiğini itiraf ediyorum. Absürt`ü Sisifos Söylencesi`de ele alırken, bir metod arıyordum doktrin değil. Sistemli bir şüphe pratiği yapıyordum. Daha sonra bir şeyler inşa edebileceği düşüncesiyle "tabula rasa" yöntemini kullanmaya çalışıyordum. Eğer hiçbir şeyin bir anlamı olmadığı varsayarsak, dünyanın absürt olduğu sonucuna ulaşmalıyız. Fakat gerçekten hiçbir şeyin hiçbir anlamı yok muydu? Bu noktada kalabileceğimize hiçbir zaman inanmadım."

Camus ve futbol

Camus`yle birlikte anılan ve sık sık gönderme yapılan konulardan biri de kaleciliğidir. Bir süre Cezayir Üniversitesi genç takım kaleciliği yapmıştır ve maç raporlarına göre tutkuyla oynayan cesur bir kalecidir. Bir seferinde arkadaşı Charles Poncet "tiyatroyu mu yoksa futbolu mu" tercih edeceğini sorduğunda, "Tereddütsüz futbol" cevabını vermiştir. Tüberküloza yakalanınca futbolu bırakmak zorunda kalmıştır. 1950'li yıllarda bir spor dergisine futbol hakkında bir yazı yazması rica edilince şöyle demiştir:

 « Ahlak ve insanın yükümlülükleri hakkında güvenebileceğim ne biliyorsam onu futbola borçluyum.»

 

Camus, dini ve politik insanların aklımızı karışık ahlaki sistemlerle karıştırmaya çalıştığını böylece aslında basit olan şeylerin olduğundan daha komplike göründüğünü söyler. İnsanlar, politikacılar ve filozofların alanı yerine futbolun basit ahlakına bakmakla daha iyi edebilir.

 

Albert Camus Kitapları - Eserleri

  • Veba
  • Düşüş
  • Yabancı
  • Yaz
  • Sürgün ve Krallık
  • Başkaldıran İnsan

  • Sisifos Söyleni
  • Mutlu Ölüm
  • Tersi ve Yüzü
  • Yolculuk Günlükleri
  • Düğün - Bir Alman Dosta Mektuplar
  • İlk Adam
  • Defterler 3

  • Defterler 2
  • Defterler 1
  • Denemeler
  • Yanlışlık
  • Sıkıyönetim
  • Caligula
  • Asturya'da İsyan

  • Adiller
  • Ecinniler
  • Sanatçı ve Çağı
  • Yabancı (Çizgi Roman)
  • Büyüyen Taş
  • Hə ilə Yox Arasında
  • Yazışmalar 1946 - 1959

  • Ölüm Cezası Üstüne Düşünceler
  • Sartre Camus Çatışması
  • Düğün ve Yaz
  • Seçilmiş Əsərləri
  • Bir Alman Dosta Mektuplar
  • İlk Adam
  • The Guest

  • Jonas
  • The Plague

Albert Camus Alıntıları - Sözleri

  • Mutlu muydu, yoksa içinden ağlamak mı gelirdi, bilemezdi o zaman. En azından, barışık olurdu böyle anlarda, neyi beklediğini pek bilmeden, usul usul beklemekten başka yapacağı yoktu. (Sürgün ve Krallık)
  • Nasıl mutlu ölünür? Yani bizzat ölümün bile mutlu olacağı ölçüde mutlu nasıl yaşanır? (Mutlu Ölüm)
  • Bundan böyle korkmak yok, kurtuluş korkmamakta! Gücü yeten ayağa! Neden eğersiniz başınızı? (Sıkıyönetim)
  • Kısas doğanın ve duyunun bir emridir, yasanın düzeni değildir. Yasa, tanımı dolayısıyla doğa ile aynı kurallara uya­maz. Eğer cinayet, insan öldürmek, insan yapısının bir parçasıysa, yasa bu doğayı taklit etmek veya kopya etmek için değil, onu düzeltmek için yapıl­mıştır. Oysa kısas, salt doğal bir itinin onaylanıp, yasal bir güce eriştirilmesidir. Hepimiz, çoğu zaman utanarak bu itiyi duymuşuzdur ve gücünü biliriz; o bize ilkel ormanların derinliklerinden gelmektedir. (Ölüm Cezası Üstüne Düşünceler)
  • "...içimden inanca sarılmak geliyor bazı geceler." (Yanlışlık)
  • Bir adam tanıdım, kafasız bir kadına yaşamının yirmi yılını verdi, her şeyi feda etti ona, dostlarını, emeğini, dürüstlüğünü bile, ama bir akşam, kadını hiç sevmemiş olduğunu anladı. (Düşüş)

  • Mutlu olmak değil artık dileğim, yalnızca bilinçli olmak. (Tersi ve Yüzü)
  • Axı bütün dərslərini hazırlayandan və böyüdüyünü boynuna alandan sonra irəlidə yalnız qocalıq qalır. Yaradıcılıq adına saxtakarlıqla məşğul olan istedadın özünü həyatda arsız və mahiyyətsiz kimi biruzə verməyə qadir olması gün kimi aydındır. İncəsənətin ali məqsədi hakimləri ifşa etmək, istənilən ittihamın üzərindən qalın bir xətt çəkmək və hər şeyə - insana və həyata haqq qazandırmaqdı. Bizim kimi qul cəmiyyətlərinə gerçəyi görməsi üçün iztirab və köləlik lazımdır, - günahları da elə bundadır, - halbuki həqiqət həm də xoşbəxtlikdir, yetər ki, ürək ona layiq olsun. ...istənilən halda qulun həqiqəti ağanın yalanından yaxşıdır. Biz, əlbəttə ki, faciəli dönəmdə yaşayırıq. Lakin çoxları faciəli olanı çarəsizliklə səhv salır. Faciəli olana, - Lourens söyləyirdi, - fəlakətin möhkəm təpiyi dəyməlidir. Hər şeyin öz zamanı var - yaşamaq və bu yaşamı təcəssüm etdirmək zamanı. (Hə ilə Yox Arasında)
  • Əsas məsələ dəqiq ifadə işlətməkdə deyil, düzgün danışıb fikir yaratmaqdadır. (Seçilmiş Əsərləri)
  • "Yalnızca sanatı, çocukları ve ölümü seviyorum." (Defterler 2)
  • Öyle yollar vardır ki, bağışlanamaz. Ben ülkemi aynı zamanda adaleti de severek sevebilmek isterim. (Düğün - Bir Alman Dosta Mektuplar)
  • Niye tasalanmalı şimdiden? Bekleyelim. Gittiği gibi dönecek belki de (Caligula)
  • Hepiniz o beş para etmez aşkınız uğruna yaptıklarınızı haklı çıkarmaya çalışıyorsunuz.. (Adiller)

  • Yaşamı öven her şey, aynı zamanda onun anlamsızlığını artırır (Düğün - Bir Alman Dosta Mektuplar)
  • Nefes almaya mahkûm oldum şu lanet yalnızlıkta, hatırlamak işkencedir artık bana. (Yanlışlık)
  • Çünkü insan yoksulluğu seçmez... Ama bir ömür boyu muhafaza eder... (İlk Adam)
  • Gerçekte, ben de sizin gibi düşündüğümü sanıyor, size nasıl karşı koyacağımı bilemiyordum. Yalnız içimde dayanılmaz bir doğruluk duygusu vardı ve bu duygu en beklenmedik tutkular kadar aklı aşıyordu. Nerde ayrılıyorduk? Siz umutsuzluğu rahatça kabul ediyordunuz, bense etmiyordum.. (Denemeler)
  • "Tecrübeyle öğreniyor insan, bakmaktan hiç fayda gelmiyor." (Yanlışlık)
  • Devrim yaparken yelpaze sallanmaz! (Asturya'da İsyan)
  • İnsan eninde sonunda her şeye alışır. (Yabancı)

Yorum Yaz