Can Parası - Fakir Baykurt Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Can Parası kimin eseri? Can Parası kitabının yazarı kimdir? Can Parası konusu ve anafikri nedir? Can Parası kitabı ne anlatıyor? Can Parası PDF indirme linki var mı? Can Parası kitabının yazarı Fakir Baykurt kimdir? İşte Can Parası kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Fakir Baykurt
Yayın Evi: Literatür Yayıncılık
İSBN: 9789750406720
Sayfa Sayısı: 246
Can Parası Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Fakir Baykurt, öykülerinde köy yaşamının sertliği, yoksulluk, cahillik, taassup, batıl inanç, sömürü gibi sorunları ele alarak köylünün maddi ve manevi dünyasını toplumsalcı ve gerçekçi bir bakıştan işliyor. Gözlemlerden, canlı tanıklıklardan yola çıkan yazar, günlük konuşma dilini öyküye taşıyarak zaman zaman mizahi bir dil kullanıyor; bürokrasinin çarkları arasında sıkışan ama içinde de bir umudu barındıran "sıradan insanı", yaşadığı yerin atmosferiyle birlikte çarpıcı bir biçimde betimliyor.
İlk basımı 1973'de yapılan ve 1974 yılında Sait Faik Öykü Ödülünü alan Can Parası'nı yeniden okurla buluşturuyoruz:
"Kavak hevesi tam bu işlerin içindeyken doğdu. Gezdiği köylerde kasabalarda kıpırtı yoktu daha. Radyodan duymuş, gazetelerde görmüştü. Fabrikanın 100 metre yukarısındaki Kozpınar'a rakı içmeye giderlerdi ara sıra. Çukur'dan, Zeytinköy'den bir kuzu alır, beş altı arkadaş otururlardı. Yeni gelmiş bir müdürü çağırırlardı kimi zaman. Arkadaşlar fabrikaya kadar arabayla gelir, yukarısını yürürlerdi. Güzel yerlerdi çünkü. Ekilmiş tarlaların, sebzeliklerin arasından geçerdi yol. Ağaçlar, kimi dalı meyveden kınla kınla, kimi de başlarını alıp göklere çekilerek, toprağın yüzünü gölgelendirirdi. İrfan'ın babası toprak işlerine dalmadı pek. Bu fabrikayı da Rumlar göçüp giderken Topal Aleksi'den aldı. Aleksi'nin fabrikası Tavas yolunun üstünde, Rum değirmeninin altında, kuytudaydı. Bir gün işe yarar diye değirmeni de satın aldı Hacı Kâmil. O günkü günde, Rumlar tatlı can derdinde! Para değildi değirmen filân? Tabii değirmeni alınca, arığını da almış oldu, tapuya öyle geçti."
-Kavak 214-
(Tanıtım Bülteninden)
Can Parası Alıntıları - Sözleri
- "İnsanda biraz ruh olmalı ruuh!.. Birazcık vijdan olmalı..."
- Yahu gene de dünyada göğsü acımalı adamlar var !
- Cahillik cavırlıktan kötüymüş !
- Köylüler dostları... Ama yoksul insanlar... Ağanın ve doğanın karşısında ne kadar güçsüzler! Ne kadar kolay kandırılıyor, çabuk uyutuluyorlar... Genel olarak çok geç ayıkıyorlar!..
- “... insanı ağlatan derdidir.”
- Ödüncün ömrü üç gündür !
- "Okumuş adam zorlamaz, idareli idareli kullanır kendini..."
- İnsanı ağlatan derdidir..
- “Kime niyeet, kime kısmet? Nasip ise gelir Hint’ten Yemen’den, nasip değil ise ne gelir elden?” demişler.
- Kahroluyorum sağır çerçeveler içinde!
- Kaldırımlarda insanlar... Neşeli olmaları gerek değil miydi? Çoğu bir şeylere üzgün, çoğunun -evet!- çoğunun kaşları çatık, yüzleri aşıktı, gidip geliyorlardı: Öfke ve korku içindeydiler.
- «Sonuçlanmamış davalarım. kesinleşmemiş cezalarım var. Kesinleşirse girer yatarım. Yazarlar alışkındır. Benden öncekiler nasıl katlanmışsa ben de onlar gibi, onların şanına gölge düşürmeden katlanırım, katlanmam gerekir... Bir yazarın cezaevinde yatacağım diye yüksünmesini anlamam ... »
- Çünküm yoksulluk var körolası! Yoksullukta hastalık yaman zor.
Can Parası İncelemesi - Şahsi Yorumlar
"Can Parası" adlı hikayeyi okuduktan sonra yarım bırakmama rağmen, hem son zamanlarda çok sık yarım bıraktığımın farkına vardım hem de bu yılki okuma planım içinde Fakir Baykurt'a yer verdiğim için kitabı biraz da kendimi zorlayarak bitirdim. Ayrıca eserin bir hikaye kitabı olması da bunda etkili oldu. Yazarın daha önce kitap/efkar-tepesi--194802 adlı eserini okumuş ve beğenmiştim. Bu kitapta yazar, ağırlıklı olarak öğretmenlik yıllarında başından geçenleri anlatmıştı; bu açıdan bir anı kitabıydı ve bence yazarın asıl başarılı olduğu tür birincil olarak anı ve röportaj, ikincil olarak da tiyatro yazarlığı, üçüncü olarak da deneme olurmuş gibi geliyor. Bu fikrimi hikayeler üzerinden değineceğim bazı noktalarla temellendirmeye çalışacağım. Kitaba adını veren "Can Parası" adlı öykünün konusu, ağır hasta olan kızına çare aramak amacıyla Nevşehir'in köyünden Ankara'ya, Hacettepe Hastanesine gelen Sadullah'ın burada yaşadıklarıdır. Dönemin sağlık sisteminin gayri insani hali, milletvekilleri ile halk arasındaki kopukluk, okumuş şehirli kesimin köylüler hakkındaki önyargıları hikayenin temalarını oluşturmaktadır. (s.42)'de geçen Sadullah'ın yardım istemek amacıyla milletvekilinin yanına ikinci kez gidişinde, milletvekili ile köylü arasındaki kopukluğu vurgulamak amacıyla milletvekilinin sözleri bence abartı. Benzerine kitap/yasamak--60686 adlı kitapta denk gelmiştim, orda da bir doktor ile bir Çinli köylü arasında diyalog söz konusuydu. Bununla birlikte, "Can Parası" daha az abartı barındırıyor diyebilirim. Hikaye (s.43-44)'te yer yer fazla tiyatral bir yöne kayıyor. Sanki, sahne tamamlanıyor, oyuncular diğer sahne için içeri gidiyor, sadece bir oyuncu (muhtemelen başrol) kalıyor, o da seyirciye dönük monologunda, bu ana kadarki duruma dair bir değerlendirme ve bundan sonrasında yaşanacaklar için ipucu ile tahminlerini anlatıyor. (s.48)'de ise yazarın mesaj verme isteği, doktorun tiradı vesilesiyle hikayenin epey önüne geçiyor: "Fırsat bulan Amerika, Kanada, Almanya, Belçika, Hollanda deyip gidiyor! Fırsat bulan gidiyor bol paralı ülkelere ... İnsanın kişisel rahatını sağlaması kolay. Karın, kızın, otomobilin, hatta garsoniyerin! Bundan kolay şey yok böyle bir mesleğin olunca! Fakat ya toplumsal sorumluluklarımız? Ve toplumcu sorumluluklarımız? Yani benim mutsuzluğumun başlıca nedenleri!.. Bu koşullar içinde nasıl mutlu olurum? Sadullah'ın kızını parasız tedavi edebilseydim, onu üzmeden, yormadan... Ve onunla birlikte ötekileri tedavi edebilseydim, yani edebilseydik, yani sağlık bütün yurttaşlar için parasız olabilseydi, yani benim toplumcu özlemlerim hep böyle, ama kahroluyorum sağır çerçeveler içinde! Bu sınırlamaları hiç sevmiyorum, çok çok nefret ediyorum bu çerçevelerden!" Bu noktada yine bir hikaye okumuyor da tiyatro izliyor gibi hissediliyor. Bununla birlikte bence, verilmek istenen mesajı hikayenin kendisi doğal akışında kendisi vermelidir. Son olarak, bu hikayenin 1974 Sait Faik Hikaye Ödülüne layık bulunduğunu belirtmek isterim. "Çizmeler" adlı hikayede, küçük bir ilçenin belediye başkanlığı boşalır, seçim gidilecektir lakin aday çıkmadığı için aslen buralı olup başka bir yerde avukatlık yapan bir kişi ikna edilerek aday gösterilir. Ancak bunu gören Hacı Osman da adaylığını koyarak sorun çıkarır. Propaganda süreci esnasında yaşanılanlar ve seçim sonuçları bize tanıdık gelebilecek öğeler içerdiği için hem bizi tebessüm ettirir hem de kendi yaşadığımız bir olayı okumaktan dolayı memnuniyet duyarız. Ancak, (s.74)'te yine tarikatları kullanacak Hacı Osman ile "Cumhuriyet çocuğu İlhan" fazla üzerine basılarak belirtilir. Bu durum beni ilkokul yıllarıma götürdü: sanki okumayı yeni öğrenmiş bir öğrenciyim ve öğretmenim başında benim okumamı an be an takip ediyor. Ya da ilkokul üç, dört, beşinci sınıfım ve Hayat Bilgisi dersinde öğretmenim bana bir paragraf okutuyor, bu esnada paragrafta vurgulamak istediği bazı noktaları bana dikta ediyor. İşte Fakir Baykurt da "Cumhuriyet çocuğu İlhan," vb vurgulamalarıyla bunu yapıyor gibi okurlarına. Yazarın anı veya röportaj türüne daha uygun olma fikrine beni en çok meyleden nokta ise yazarın hikayede an be an bulunması, sanki tüm olaylar yaşanırken o da orada bulunuyor ve her an bize yön vermeye çalışıyor. Bundan dolayı, Sadullah'ın hikayesini değil de Fakir Baykurt'un hikayesini Sadullah üzerinden veya Sadullah adlı bir kişiyle röportaj yapmış Fakir Baykurt'un bunları hikayemsi bir şekilde kağıda dökmesini okuyoruz. Yazarın amaç edindiği toplumculuk idealinin edebiyatına yansımasının sonucunda ise ortaya bir hikaye değil, oldukça didaktik bir metin çıkıyor. Bence başarılı yazar, didaktikliği de hikayesine yediren, hikayenin içine gözükmeyecek şekilde işleyebilendir. Bu noktada "ama halkın en aşağı kesimi de anlamalı," argümanı ileri sürülebilir lakin asıl etkili mesaj bence, izah ettiğim yöntemle verilebilir. Sadullah'la birlikte Ankara'ya gelmiş gibi hissetmeliyiz; doktorların köylü diye hakir görmesini kurulan diyalogların abartıya kaçmayan, düzgün bir Türkçeyle kurulmuş sade, doğal diyaloglarla ve buna eşlik edecek betimlemelerden anlayalım, milletvekili ile köylü arasındaki kopukluğu yine abartıya kaçmayan doğal diyaloglara görelim veya iki tarafın psikolojisinin anlatımından hissedelim, çıkaralım, anlayalım. Aksi takdirde kendimizi bir okur gibi değil babası tarafından elinden tutularak parka,okula getirilmiş veya gezmeye çıkarılmış bir çocuk gibi hissedebiliriz, en azından ben böyle hissediyorum. Tüm hikayelerde beni rahatsız eden bir nokta, yazarın karakterlerini fazlasıyla şiveli, sokak ağzıyla konuşturması. Ancak bu duruma yazar/Aziz-Nesin in kitap/kazan-toreni--140513 adlı eserine yaptığım incelememde (gonderi/112007469) yer verdiğim için tekrara düşmek istemiyorum. "Cumhur Ali" adlı hikayenin başlangıcındaki yer yer anlatımı (örn: "... Cumhur Ali kim peki?"...") (s.156) ve kitap/yilanlarin-ocu--2396 adlı romanının başlangıcı aklıma Kitabı Mukaddes'ten şu paragrafı getirdi: "Nuh'un oğulları Sam, Ham ve Yafet'in soyunu anlatan kayıt budur: Tufandan sonra onların oğulları oldu. Yafet'in oğulları Gomer, Magog, Maday, Yavan, Tubai, Meşek ve Tiras'tı. Gomer'in oğulları Aşkenaz, Rıfat ve Togarmay'dı. Yavan'ın oğulları Elişah, Tarşiş, Kittim ve Dodanim'di. Ada halkları bunlardan çıktı; hepsi kendi diline, ailesine ve milletine göre yurtlarına ayrıldı. Ham'ın oğulları Kuş, Mitsraim, Put ve Kenan'dı. Kuş'un oğulları Saba, Havila, Sabta, Raama ve Sabteka'ydı. Raama'nın oğulları Seba ve Dedan'dı. Kuş'un Nimrod adında bir oğlu oldu. Nimrod yeryüzündeki en güçlü adamdı; Yehova'ya karşı gelen kudretli bir avcı olarak tanındı. “Yehova’ya karşı gelen kudretli avcı Nimrod gibi” sözü buradan gelir … Mistram'in oğulları …" Yanlış anlaşılmak istemediğim için dalga geçmek gibi bir amacımın olmadığının altını kalın çizgilerle çiziyorum. Fakir Baykurt'un sıklıkla anlatımında kullandığı bu yöntem, yani, karakterleri en baştan nüfus memuru edasıyla tanıtması, okurun dikkatini abartılı şekilde karakter üzerine çekmesi ve okurun anlamasından emin olma çabasının bende yaptığı çağrışımı ve üzerimde bıraktığı etkiyi daha somut şekilde izah etmek istedim sadece. Bununla birlikte bu özelliği nedeniyle yine tiyatroya kayma söz konusu. Kitaptan en beğendiklerim ise "Gazi Büyürken", "Balyalı Deli Kemal" ve "Keller Köyü" adlı hikayelerdir. Bilhassa ilkini çok beğendim. Şehirde bir apartmanda kapıcılık yapan bir aile merkeze alınmış. Evin erkeği bir bahaneyle ikinci işi olan inşaatta çalışıyor. Bu esnada apartmanın işlerine eşi bakıyor. Kadın henüz on sekizinde olmasına karşın iki küçük çocuğu var. Bunlardan hikayeye ismini veren Gazi sürekli Pepsi istiyor annesinden. Kadın telaşla daireden daireye, ordan bakkala koştururken Gazi sağlığını bozacak bir yaramazlık yapıyor. Tüm bu olaylar esnasında kadının yaşadığı telaş, öfke, üzüntü gibi duygular başarılı şekilde okura aktarılıyor. Sanki her kafadan bir ses çıkıyor hissini yaşıyoruz tam da olması gerektiği gibi. Şiveli konuşturma dışında da az önce değindiğim olumsuzlukları da barındırmıyor "Gazi Büyürken." Son olarak hayatı hakkında biraz bilgi sahibi olduğum yazara saygı duyuyorum. Zorluklar yaşamış, doğru bildiğinden şaşmadan halk için faydalı bir birey olmaya gayret etmiş. Ancak bu, kendisini eleştirilmez kılmaz. Sonuçta ortaya edebi eserler ortaya çıkarmış ve burada Fakir Baykurt'un siyasi, sosyal vb edebiyat dışı özelliklerini mevzubahis etmiyorum, sadece edebiyatını ele alıyorum. Haliyle, sırf edebiyat dışı faktörlerden dolayı yazarın edebiyatını beğeniyor gibi gözükmek veya kendimi beğenme psikolojisine sokmak istemem. Keyifli okumalar (Kaan)
Can Parası bir öykü kitabı. Fakir Baykurt, salt romancı kimliğiyle değil, öykü yazarı kimliğiyle de “Köy Enstitülü” yazarlar kuşağının öncülerinden. Bu öykü kitabını ilk okuduğum ortaokul yıllarında, yaşamdan ustaca koparılan yaşanmışlıkların, coşkuların, derin acıların, kelimelerle, tümcelerle, kitap sayfalarına olanca gerçekliğiyle nasıl ustaca yapıştırıldığına şaşarak tanık olmuştum. On yıllar sonra bir kez daha okurken o eski duygular canlandı yüreğimde yine…Köy Enstitülerinden yetişmiş öğretmen yazarların öykü ve romancılarını okumayan bir kitapsever çok eksik kalır. Köy Edebiyatı sınıflandırması yapılarak dar sınırlara hapsedilen bu kitapları okurken karşılaşacağınız, sözlüklere girmemiş yüzlerce kelime, yüzlerce deyim, yüzlerce atasözünün “sınırsızlığına” şaşacaksınız. Cumhuriyetimizin ilk yıllarındaki insan manzaralarının, onların duygu ve düşünce dünyalarının hangi kaynaklardan akıp geldiğini görmek açısından da bakarak, bu kitabı özellikle okursever genç arkadaşlara öneririm. İyi okumalar. (OKURYAZAR)
Aslında aldığımda tek parça roman sanıp sonra hikayelerden oluştuğunu anladığım bu eser biraz uzun sürdü.Herhalde kopuk kopuk oluşu,dersler,yazılılar derken nihayet bitti. En çok kitaba da adını veren Can Parası, Keklik Eti,Cenan özellikle hoşuma gitti. Fakir Baykurt candır can.Seviyorum onu,dilini,anlatımını.... Okumak bizi özgür kılar... (Neslihan Koçak)
Can Parası PDF indirme linki var mı?
Fakir Baykurt - Can Parası kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Can Parası PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Fakir Baykurt Kimdir?
Fakir Baykurt (Asıl adı Tahir'dir) (d. 15 Haziran 1929, Burdur - 11 Ekim 1999, Almanya) Türk yazar, sendikacıdır.
Çocukluğu
Fakir Baykurt (Asıl adı Tahir'dir) Burdur'un Yeşilova ilçesine bağlı Akçaköy'de doğdu, Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber şu sözleri ile 1929 yılında haziran ortası olduğu varsayılmaktadır; "1929 doğumlu olduğum doğru. Ay, gün bilinmiyordu. Anamla konuştuk. Köyde orak mevsimi. Tarlada sancılanıp eve gelmiş. Haziran ortasıdır..." Tahir Baykurt'un annesinin adı Elif ve babasının adı Veli'dir. Doğduğunda ona savaşlarda vurulup geri dönmeyen Amcasının adı olan Tahir adı verilir. Tahir 1936 yılında Akçaköy İlkokulu'na başlar ve iki yıl sonra babasını kaybeder. Babasının ölümünden sonra dayısı Osman Erdoğuş tarafından Balıkesir iline bağlı Burhaniye köyüne götürülür ve orada dayısının yanında dokumacılık yapmaya başlar. II. Dünya Savaşı'nın başlaması ile dayısı askere alınır ve Tahir Akçaköy'e dönerek okula devam etme imkânı bulur. 1942 yılında ağır bir sıtma geçirir bu dönem aynı zamanda şiir yazmaya başladığı dönemdir.
Köy Enstitüsü yılları
İlkokulu bitirdikten sonra Isparta Gönen Köy Enstitüsü'ne yazılır. Köy enstitüsü yıllarında özellikle şiire olan ilgisi artar, kendini okumaya verir. Bu dönemde özellikle Türkçe'ye çevrilen klasikleri okur. Fakir Baykurt Köy enstitüsündeki yıllarını ve kendisine kazandırdıklarını şu şekilde anlatmıştır;
"...Köy enstitüsü benim için olağanüstü bir fırsat oldu. İlkokulu bitirdikten sonra gidebileceğim başka hiçbir okul yoktu. Ailemin gücü yetmezdi. Ben okumak istiyordum enstitü benim gibi köy çocuklarını çağırıyordu..."
"...Klasiklerin en iyi okuru enstitülü gençlerdi. Ceplerimizi ona göre yaptırırdık, kitap sığsın. Kız arkadaşlarımız koyun kuzu gütmeye giderken, torbaya azıkla birlikte kitap da katardı..."
Bu yıllarda Bursa Cezaevi'nde olan Nazım Hikmet'in şiirleri ise gizli gizli yayılmaktadır. Tahir Baykurt da bu dönem Nazım Hikmet'in şiirlerini bulur ve gizli gizli okumaya başlar.
"...Kitaplıkta Nazım Hikmet'in kitapları yoktu. Yasaklandığını öğrenince Çivril'in bir köyüne gidip onları buldum. Nazım'ın yedi kitabını kendi yaptığım defterlere kitap harfleri ile yazıp defalarca okudum."
Köy enstitüsü yıllarında ilk şiiri Fesleğen Kolum Eskişehir'de çıkan Türke Doğru dergisinde çıkar. Edebiyata olan ilgisinden dolayı enstitüde de kitaplığın yönetimine seçilir ve daha fazla okuma fırsatı bulur. 1947 yılında Köy Enstitüleri ve Kaynak Dergisi'nde şiirleri çıkar ve bu yıllarda önce şiirlerinde daha sonra tüm yazılarında Fakir Baykurt adını kullanmaya başlar. Köy enstitüleri üzerindeki baskıların artması ile birlikte tüm enstitülere daha baskıcı yönetimler atanmaya başlar. Bu dönemde enstitüler daha önceki bir çok özelliğini yitirmeye başlarken eski öğrencilerin yaşam alışkanlıkları da bu yeni yönetimlerce sorun olmaya başlar. Fakir Baykurt da yeni atanan müdürle sorunlar yaşar ve defalarca kovuşturmaya maruz kalır. Ancak 1947 yılında Köy enstitüsünü başarı ile bitirir ve Yeşilova'nın Kavacık Köyü'ne öğretmen olarak atanır.
Öğretmenlik ve yazarlık yılları
1951 yılında ölene kadar birlikte olacağı Muzaffer Hanım'la evlenir. Bu yıl ayrıca körbağırsağı patlar ve iki kez amelliyat olur. Öğretmenliği Dereköy'e aktarılır. Üzerindeki baskılar devam eder, savcılıkça evine baskın yapılır ve koğuşturma geçirir. 1953 yılında Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümüne girer ve bir sene sonra bu sefer Gayret Dergisi'nde çıkan bir yazısı nedeni ile yargılanır. 1955 yılında Gazi Enstitüsü'nü de başarı ile bitirirerek Hafik'de açılan ortaokula atanır. Aynı yıl ilk kitabı olan Çilli yayınlanır. 1957 yılında askere alınır ve Ankara Piyade Yedek Subay Ortaokulu'na öğretmen olarak atanır. İlk kızı Işık da bu yıl dünyaya gelir. 1958 yılında ilk romanı Yılanların Öcü Cumhuriyet Gazetesi'nin açtığı Yunus Nadi Roman Ödülleri'nde birinci olur. Ancak roman nedeni ile hem Baykurt hem Cumhuriyet koğuşturma geçirir. Baykurt bu dönemden sonra Cumhuriyet Gazetesi'nde yazmaya başlar.
Askerlikten sonra Şavşat Ortaokulu'na öğretmen olarak atanır ve ikinci kızı Sönmez dünyaya gelir. Yılanların Öcü adlı romanı da Remzi Kitapevi tarafından basılır. Ardından Köy ve Eğitim Yayınları tarafından Efendilik Savaşı adlı kitabı yayımlanır. Cumhuriyet'teki bazı yazıları yüzünden öğretmenlikten alınıp Ankara'da Milli Eğitim Bakanlığı Yapı İşleri Bölümü'nde görevlendirilir. Sürüp giden yazıları ve Yılanların Öcü romanı yüzünden Bakanlık buyruğuna alınarak cezalandırılır. Altı ay açıkta kaldıktan sonra 27 Mayıs 1960'da Ankara İlköğretim müfettişliğine atanır ve aynı yıl Efkar Tepesi adlı kitabı basılır. 1961 yılında yazarın Yılanların Öcü adlı romanı tiyatroya ve filme uyarlanır. Tiyatro gösterimi yasaklanır, film ise ancak Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'in konuya el koyması ile gösterime girer ancak filmin gösterimi sırasında olaylar çıkar. Bu yıl ayrıca yazarın Onuncu Köy, Karın Ağrısı, Irazca'nın Dirliği kitapları yayımlanır. Bir sene sonra yazarın oğlu Tonguç dünyaya gelir. Baykurt Amerika'ya giderek, Bloomington'daki Indiana Üniversitesi'nde göze kulağa hitap eden ders araçları ve yetişkinler için yazma öğrenimi görür. 1963 yılında yurda dönerek Ankara İlköğretim müfettişliği görevini sürdürür. Onuncu Köy Bulgarca'ya çevrilir ve kitapları Bulgaristan'da Türkçe olarak da basılır. Yılanların Öcü ile Irazca'nın Dirliği de Almanya'da, "Die Racheder Schlangen" adıyla basılır. Yılanların Öcü Rusça'ya çevrilir.
Türkiye Öğretmenler Sendikası
1965 yılında TÖS'ün kuruluşuna katılır ve genel başkan seçilir. 1966 yılında İlköğretim müfettişliğinden uzaklaştırılarak yeni kurulan Milli Folklor Enstitüsü'nde uzman olarak atanır. Kaplumbağalar ve Amerikan Sargısı romanları yayımlanır. 1967 yılında Onuncu Köy adlı eseri de Rusça'ya çevrilir. Yazıları ve TÖS'teki çalışmaları yüzünden sık sık kovuşturma geçiren Baykurt Gaziantep'in Fevzipaşa bucağına sürülür. TÖS "Devrimci Eğitim Şurası"nı düzenler. Bir yıl sonra da TÖS "Büyük Eğitim Yürüyüşü"nü bir sene sonra da "Genel Öğretmen Boykotu"nu düzenler. Bu faaliyetlerinden sonra tekrar görevden alınarak bakanlık emrine alınır ancak Danıştay kararı ile görevine geri döner. 1970 yılında Fevzipaşa'dan Ankara'ya Ortadoğu Teknik Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Yayın Müdürlüğü görevine getirilir. Anadolu Garajı ve Tırpan kitapları yayımlanır. Tırpan ve Sınırdaki Ölü ile TRT Ödülleri'ni kazanır. Ardından Onbinlerce Kağnı adlı kitabı yayımlanır.
Sıkıyönetim yılları
1971'de ordunun yönetime el koyması ile başlayan sıkıyönetim döneminde Baykurt iki kere gözaltına alınır. Aynı yıl Tırpan ile Türk Dil Kurumu Ödülü'nü kazanır. Kitaplarının yeni basımları yapılırken yazar askeri tutukevinden Ankara Merkez Cezaevi'ne aktarılır. 1973 yılında Can Parası ve Köygöçüren basılır. Baykurt'un yurt dışına çıkışı da yasaklanmıştır. 1974 yılında İçerdeki Oğul basılır. Keklik romanını yazar. Can Parası ile Sait Faik Ödülü'nü kazanır. Askeri Yargıtay'da TÖS Davası'ndan beraat eter. Sınırdaki Ölü ve Keklik kitap olarak basılır. 1976 yılında Sakarca basılır.
Emeklilik Yılları
Sosyal Sigortalar Kurumu'ndan emekli olan Baykurt Madaralı Roman Ödülü'nün kuruluşuna yardımcı olur. 1977 yılında İsveç'te öğretmen yetiştirme çalışmalarına katılır ve Yayla romanı basılır. Frankfurt Uluslar arası Kitap Fuarı'na katılır ve Almanya, Hollanda ve İsviçre'ye geziler yapar, göçmen işçilerle iletişim kurar. 1978 Yılında Sakarca sahneye uyarlanarak İstanbul Şehir Tiyatroları'nca oynanır. Kara Ahmet Destanı ile Orhan Kemal Ödülü'nü kazanır ve Kültür Bakanlığı'na danışman olur. 1979 yılında Tırpan adlı eseri de tiyatroya uyarlanır. Devlet Tiyatrosu tarafından İzmir, Ankara ve Antalya'da oynanır. Baykurt, göçmen işçi konusunu incelemek üzere tekrar Almanya'ya gider. Duisburg şehrinde yaşamaya başlar. Yandım Ali kitap olarak basılır. Bu dönemde ODTÜ'de öğrenci olan oğlu Tonguç da tutuklanır. 1980 yılında Tırpan İstanbul Şehir Tiyatroları'nca da sahneye konulur ve iki mevsim oynanır. Tırpan'dan ötürü Baykurt ve Taner Barlas, "Avni Dilligil En Başarılı Yazar" ödülü kazanırlar. Suna Pekuysal da "En Başarılı Oyuncu" seçilir. Rur Havzası'nda Türk işçi çocukları için başlatılan RAA programında görev alır ve bir İngiltere gezisi yapar. Kızı Işık da bu yıl tutuklanır. Baykurt, Taner Barlas ve oyunda rol alan sanatçılar "İsmet Küntay Ödülü" kazanırlar. Tırpan'daki oyunu nedeniyle Suna Pekuysal "Ulvi Uraz Ödülü"nü kazanır.
1981'de "Sakarca" İsveç'te çizgi film yapılır ve Macarca'ya da çevrilir. DDR'de bir inceleme gezisi yapar. Öyküleri Gürcistan'da da kitap olarak basılır. "Kaplumbağalar" filminin senaryo çalışmalarına katılmak üzere İsviçre'nin Neuchatel şehrine gider. Almanya'daki göçmen işçilerin yaşamını konu alan öyküleri "Gece Vardiyası" adıyla basılır. İşçi çocuklarının yaşamını dile getiren öyküleri de "Barış Çöreği" adıyla basılır. Kitaptan yapılan seçmeler Almanya ve Hollanda'da iki dilli olarak yayımlanır. 1983 yılında "Yüksek Fırınlar" kitap olarak basılır. Oğlu Tonguç'la birlikte Sovyetler Birliği gezisi yapar. Moskova, Bakü, Batum ve Leningrad şehirlerine ve Yasnaya Poliana'ya giderek Tolstoy'un Yurtluğu'nu ziyaret eder.
1984 yılında Berlin Senatosu Çocuk Yazını Ödülü'nü kazanır. Gece Vardiyası ve Kara Ahmet Destanı Almanca, Yılanların Öcü ile Irazca'nın Dirliği Bulgarca basılır. Türkiye'de "Barış Derneği İkinci Davası"nda sanık olarak aranır. 1985 yılında Gece Vardiyası ile Alman Endüstri Birliği BDI'nin Yazın Ödülü'nü alır. Dünya Güzeli ve Saka Kuşları adlı Kitapları Türkçe ve Almanca olarak basılır. 1986 yılında Duisburg'ta öğretmenliğe başlar ve yurt dışında oluşan Türkiye Aydınlarıyla Dayanıma Girişimi'nin yönetiminde görev alır. "Duisburg Treni" adlı eseri basılır. Kopenhag'ta Dünya Barış Kongresi'ne katılır aynı yıl Koca Ren basılır.
1987 yılında Keklik romanı 20 öyküsüyle birlikte Rusça’ya çevrilip basılır. Londra’ya bir gezi yaparak Highgate’te Karl Marx’ın gömütünü ziyaret eder. Aynı yıl aralarında birçok yabancı dile çevrilen kitabının da bulunduğu 19 kitabı Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Aziz Nesin, Halikarnas Balıkçısı, Mihail Şolohov, Ernest Hemingway, İvan Gonçarov, Tolstoy, Gogol, Panait Istrati gibi yazarlarla beraber gerekçe göstermeden yasaklanır. Aynı yıl Sakarca adlı eseri de Hollandaca ve Almanca olarak basılır. Türkiye – Yunanistan Dostluk Gelişimi’nin Avrupa’da kuruluşunda görev alır. Tiflis’te İlaya Cavcavadze’nin 150’nci doğum yıldönümü konferansına katılır.
1988 yılında İçerdeki Oğul’u oyun olarak tekrar yazar. A. Çetinkaya ile birlikte Fridan Halvaşi’nin şiirlerini Türkçe’ye çevirir; Kitap Eninde Sonunda adıyla Almanya’da basılır.
1989 yılında Kuru Ekmek romanını yazar. İçerdeki Oğul, Amersfoort Halk Tiyatrosu’nda oynanır. Şiirleri de Bir uzun yol adıyla basılır. Moskova’ya yeni bir gezi yaparak Nâzım Hikmet’in evinde ve arşivinde çalışır.
Baykurt ders vermeyi Pestalozzi Okulu’nda sürdürür. Şiirleri Hollanda’da “Vuurdoorns – Ateşdikenleri” adıyla basılır. 1991 yılında Ortaokul öğrencileri için, “KALEM – Schreiber” dergisini çıkarmaya başlar aynı yıl boynundan bir ameliyat geçirir. 1992 yılında, bugün Literaturcafé Fakir Baykurt adıyla varlığını sürdüren Duisburg Edebiyat Kahvesi'ni kurar. Bir Uzun Yol’un Almanca’sı “Ein langer Weg” adıyla çıkar. Yazar bu yıl bir de Çin gezisi ertesi yıl da Avustralya gezisi yapar. 1995 yılında Almanya’da öğretmenlik yaptığı çalıştığı Pestalozzi Okulu’ndan emekliye ayrılır. Öykü Kitabı bizim İnce Kızlar basılır ve 7 kitaptan oluşan Özyaşam öyküsünü bititir. 10 Mart'ta Devlet Tiyatroları Opera ve Balesi Yardımlaşma Vakfı tarafından “Fakir Baykurt’a Saygı Gecesi” düzenlenir. Bu yıl Yarım Ekmek romanı da yayımlanır. 1998 yılında Telli Yol öykü kitabı ile birlikte, “Özyaşam” dizisinin ilk cildi “Özüm Çocuktur” yayımlanır. Gezi yazılarının bir bölümünü Dünyanın Öte Ucu (Avustralya Gezi İzlenimleri) adıyla yayımlanır. Benli Yazılar deneme kitabıyla birlikte “Özyaşam” dizisinin ikinci ve üçüncü ciltleri (Köy Enstitülü Delikanlı; Kavacık Köyünün Öğretmeni) çıkar. 1999 Nisan genel seçimlerinde Özgürlük ve Dayanışma Partisi İzmir milletvekili Adayı olur. 11 Ekim 1999 Pazartesi günü tedavi gördüğü Almanya’da Essen Üniversitesi Kliniği’nde pankreas kanserine yenik düşerek ölmüştür.
Fakir Baykurt Kitapları - Eserleri
- Özüm Çocuktur
- Köy Enstitülü Delikanlı
- Kavacık Köyünün Öğretmeni
- Köşe Bucak Anadolu
- Bir Tös Vardı
- Sıladan Uzakta
- Yılanların Öcü
- Irazca'nın Dirliği
- Eşekli Kütüphaneci
- Kaplumbağalar
- Onuncu Köy
- Yarım Ekmek
- Köygöçüren
- Koca Ren
- Genç Emekli
- Yüksek Fırınlar
- Yayla
- Keklik
- Tırpan
- Amerikan Sargısı
- Kara Ahmet Destanı
- Yandım Ali
- Dost Yüzleri
- Dünya Güzeli
- Can Parası
- Dünyanın Öte Ucu
- Benli Yazılar
- Sakarca
- Telli Yol
- Gönül Ustası
- Çilli
- İçerdeki Oğul
- Efkar Tepesi
- Efendilik Savaşı
- Sabır Dağı
- Gece Vardiyası
- On Binlerce Kağnı
- Sınırdaki Ölü
- Duisburg Treni
- Bizim İnce Kızlar
- Kalekale
- Barış Çöreği
- Unutulmaz Köy Enstitüleri
- Öğretmenin Uyandırma Görevi
- Sendika Ve Grev
- Saka Kuşları
- Anadolu Garajı
- Yanar Bir Işık
- Çilli Karın Ağrısı Cüce
- Anadolu Garajı
- Şamar Oğlanları
- Yeni Kölelik mi?
- Bir Uzun Yol
- Ateşdikenleri
- Kovboyculuk Oyunu
Fakir Baykurt Alıntıları - Sözleri
- Yaşam yenileniyor,töreler kalıyor... (Yarım Ekmek)
- Aborcin denilen o insanlar kendi aralarında barışçıl yaşıyor, savaş bilmiyorlar. İlkel silahları sadece avlanmak içindi. Amiral Cook'un adamları karaya çıkar çıkmaz, ilk el de 40000 Aborcin öldürdü. Aborcinler kurşun renkli, oval büyük burunlu insanlar. Gelen beyazları kendilerini var eden ataların dirilip gelen ruhu sandılar. Koşarak, toplanarak atalarını en saygılı devinimlerle, seslerle karşılamak istediler. Karşılık olarak kafalarına, gövdelerine durmadan kurşun yediler. Atalar kurşun attığına göre bunca yıldır biriken suçlarının cezasını veriyorlar diye yorum yaptılar. Birdenbire 40 bin ölü. (Dünyanın Öte Ucu)
- Eskiden cahillik fazlaydı;şimdi daha fazla. (Eşekli Kütüphaneci)
- Ankara uzak, seçim uzak, okul uzak, gökyüzü uzaktı.Büktü boynunu. (On Binlerce Kağnı)
- Tavuklar, horozlar, bizden erken uyanıyor. Kurt, kuş bizden erken uyanıyor. Biz niye geriye kalıyoruz. Hatta bazı horozlar, bizi daha tez uyandırmak için daha erken ötüyorlar. Ama niçin erken öten horozların boynuna vuruyoruz? (Efkar Tepesi)
- Bir sidikli yorgan meseli vardır hani: İnsanlar uyanacağına yakın, ecinni tayfası, sidikli yorganı alıp sokaklarda dolaşırmış. Hangi evde duman tütmüyor, o evin bacasından girermiş. Yorganı, şafak söktüğü halde eşşek gibi yatanların üzerine örtermiş. Yani bu yorgan, değirmen taşı...Ağır! Onu örtünen, öğlelere kadar uyurmuş. Uyansa bile bir ağırlık; kalkamazmış. Yani ben kısa aklımla şöyle diyorum: Bizim köylü milletinin de üstüne sidikli yorgan örtülmüş, kalkamıyor vesselam... (Onuncu Köy)
- "Eller bizi kınar, nerelere gidelim?" "Ellerden arkalara kaldık tüüüüüh!" (Yandım Ali)
- Sabahattin Ali; Pir Sultan Abdal, Garcia Lorca, Nazım Hikmet gibi büyük sanatçılardandı. Kahraman ve kurban olmasa da, olmadan da büyüktü. Onun yaşamında ve yapıtlarında büyük sanatçılığın bütün belirtileri vardır. Biliyoruz, büyük sanatçıların yaşamları da büyüktür. Onlar acıyı da, sevinci de büyük boyutlarda yaşarlar. Yapıtları, sadece içerik, biçim ve estetik yönlerinden değil, sanatın işlevi yönünden de bambaşka özellikler taşır. Bundan ötürü kitleleri çok yakından ilgilendirirler. Bu ilgi de giderek onları etkiler, sarsar, onlara bilinç verir, bunalımlardan çıkış yönlerini, yollarını sezdirir, eyleme dönüşecek maddi gücü aşılar. Büyük sanatçılar bu işlevi, bunalım içindeki halkların yaşamına karışarak, onlarla birlikte soluk alıp vererek, acıyı sevinci onlarla paylaşarak, dayatılan haksız koşullara direnerek, diretmekle yetinmeyip, gerektiğinde savaşarak; savaşım içinde oluşturdukları yapıtlarda halkın dilini, duygularını, düşüncesini sevgiyle, saygıyla kullanarak sağlayabilirler. Böylece yeni tipler, karakterler, yazma yenilikleri ortaya koyarlar. abece, Sayı 12 Mart 1987 (Yanar Bir Işık)
- Camiye, okula, kışlaya, fabrikaya, karakola siyaset girmez, Ferhat Efendi! Girdi mi, o melmeket hapı yutar! (Tırpan)
- Para gibi maymuncuk yoktur! (Duisburg Treni)
- “Evet Pablo Neruda çok büyük bir şairdir. Yalnız Şili’nin degil butün dünyanın, en başta da işçilerin, köylülerin şairidir!” (Genç Emekli)
- Asıl anlatılacak işler "Yılanların Öcü"nde oldu ... (Çilli Karın Ağrısı Cüce)
- Ta yirmi yıl önce bir iğde silkimi zamanı, köyünden kalkıp Almanya'nın yolunu tuttuğu günü hiç unutamaz Salih. Umutlarla doluydu. İçi o gün Karadenizin suları gibi çalkanıyordu. Hiç hesapta olmayan yönlere aktı gitti yaşam. " Bir yıl sonra yirmi olacak! Yaş da kırk yedi! Yaşadığım kadar yaşayacağım nereden belli? Ne anladım ben bu kıyımcı feleğin yönettiği dünyadan?" (Gece Vardiyası)
- Denizgil hücrelerinden çıkmışlar, kapılarının önündeki dar yerde geziniyorlar. Kuzey hücreler, hiç güneş almıyor. Kapılarının ortasında "gözet deliği" var. Celâl'le gözlerimizi uydurup baktık kaçak olarak. Hüseyin'i, Metin'i, Hacı'yı, Mustafa'yı gördük şöyle böyle. Yusuf çıkmamıştı belki... (İçerdeki Oğul)
- "Çok acılar çektik! Karamsar etti acılar bizi..." (Duisburg Treni)
- Eskiden cahillik fazlaydı; şimdi daha fazla. (Eşekli Kütüphaneci)
- Dillerinden bir tane “r” çıkmaz bunların. Doğru dürüst “Murat” diyemezler. O güzelim adı “Muğat Muğat” diye rezil ederler. (Barış Çöreği)
- « İstanbul'da Yaşar Kemal İnce Memed' i yazmış. Ben de Ali enişteyi yazacağım. Evinin önüne ev yapıyorlar, sesini çıkaramıyor. Kuzusunu çalıyorlar, sesini çıkaramıyor. Çıkarsam daha beter çullanırlar üstüme diye korkuyor» (Köşe Bucak Anadolu)
- “ Bugün it bağlasan eğleşmez olmuş hepsi .” (Gece Vardiyası)
- “Pişesiye sabreder, soğuyasıya sabredemez!” (Sabır Dağı)