Çılgın Gibi - Suat Derviş Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Çılgın Gibi kimin eseri? Çılgın Gibi kitabının yazarı kimdir? Çılgın Gibi konusu ve anafikri nedir? Çılgın Gibi kitabı ne anlatıyor? Çılgın Gibi PDF indirme linki var mı? Çılgın Gibi kitabının yazarı Suat Derviş kimdir? İşte Çılgın Gibi kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Suat Derviş
Yayın Evi: İthaki Yayınları
İSBN: 9786053754916
Sayfa Sayısı: 304
Çılgın Gibi Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
İthaki Yayınları, Suat Derviş'in tüm eserlerini okurlarla buluşturmaya devam ediyor.
Bugünün okurlarını da etkileyecek bir aşk romanı olan Çılgın Gibi'de Suat Derviş'in bir başka unutulmaz kahramanı Celile sahne alıyor. Geçmişin farklı dünyasına değişmeyen duyguların eşlik ettiği Çılgın Gibi'nin, Türk romanının önemli örnekleri arasında kalıcı bir yer edineceğine inanıyoruz…
Suat Derviş, bence önemli bir romancımız. Siyasî görüşleri dolayısıyla hem epey eziyet çekmiş, hem de unutturulmak istenmiş. İlk romanlarını çok genç yaşta kaleme almış. O zamanın büyük bir ustası, Ahmet Haşim, bu ilk eserleri özellikle salık vermiş; genç romancıyı bir 'üslûpçu' olarak esenlemiş. Edebiyat tarihimiz pek farkında değil.
Birkaç kez basıldığı halde, edebiyatseverlerin üzerinde yeterince durmadıkları Çılgın Gibi, Suat Derviş imzalı çok güzel bir romandır. Acı bir aşk romanı. Aşkı Marksist açıdan tahlil eden bir roman; bence, edebiyatımızda kardeşi yok.
-Selim İleri-
Suat Derviş önce kahramanlarının yaşadığı iklimi ustalıkla tarif ediyor. Dönemin İstanbul'u, karaborsa ve savaş zenginlerinin hayatı, güç tutkusu, soyluluğun bir hayalet gibi hâlâ gücünü hissettirmesi vs… Sonra kahramanlarımızı tanıyoruz tüm hususiyetleriyle ve ardından başlayan yasak aşk hikâyesi. "Aşkın masumluğundan kopması, aldatmanın insanda yarattığı haz ve pişmanlık, mutluluğun her halükârda elde edilemeyişi", hepsini de ince ince işliyor.
-Ercan Kesal-
(Tanıtım Bülteninden)
Çılgın Gibi Alıntıları - Sözleri
- "Sana bu kadar yakın ve senden bu kadar uzak.. "
- Başka bir kadının rengini, sesini, yakınlığını, hareketini, gülüş, konuşma ve susuşunu beğenmeyecek kadar ona alışmıştı.
- “Bu gece niçin bu kadar mahzunsunuz?” “Sana bu kadar yakın ve senden bu kadar uzak olduğum için.”
- Eğer Celile bu otuz beş seneyi yaşamışsa, bütün bu mukadder olan bu neticeye varmak, onu Muhsin’e ulaştırmak için çizilmiş ve yaşatmış olabilirdi.
- "Hayatı geldiği gibi ve olduğu gibi kabul ediyor, hayır hatta kabul dahi etmiyor, seyrediyordu."
- - Bu gece niye bu kadar mahzunsunuz? +Sana bu kadar yakın ve senden bu kadar uzak olduğum için.
- Hayat sahnesinde şimdi o artık kendi rolünü oynuyordu.
- “Bu gece niçin bu kadar mahzunsunuz?” “Sana bu kadar yakın ve senden bu kadar uzak olduğum için.”
- O manevi varlığını ve ruhunu, bugüne kadar, sade satıh halinde görmüş ve öyle mütalaa etmiş, bu sathın arkasında başka şeylerin bulunabileceğini hiç de tasavvur etmemişti. Halbuki şimdi ruhunda başka buutlar keşfediyordu. Girintili çıkıntılı köşeler, kenarlar, bu köşe ve kenarda gizlenmiş, kendini saklamış kudretli ve kahhar duygular: '' Eğer bir defa daha böyle içersem...''
- "Ve hayat onun için, içinde hiçbir şekil ve hiçbir renk olmayan sonsuz bir karanlıktı."
- "Hangi insan, diğerini ne kadar zaman daha seveceğini bilebilir? Vakıa, bütün aşkların tehlikesi sonunda bir tarafın diğerinden daha çabuk usanmasıydı".
- "Muvaffak olmak hırsı sanki onun bütün kanını emen bir acayip hayvandı."
- Sana bu kadar yakın ve senden bu kadar uzak olduğum için ...
- İstanbul gibi bir şehirde güzel bir kadın herkesten ne kadar uzak ve ne kadar yalnız bir hayat geçirirse geçirsin, her zaman nazar-ı dikkati üzerine celp eder ve her zaman ayakları altında isterse çiğneyip geçebileceği, isterse eğilip toplayabileceği kalpler bulurdu.
- Onun her sözüne boyun eğecek, onun her bir arzusunu sevinerek, adeta ibadet eder gibi ulvi bir haz duyarak yerine getirecek kadar onu seviyordu.
Çılgın Gibi İncelemesi - Şahsi Yorumlar
1945 yılında yayımlanan Çılgın Gibi, 1940’lı yıllarda İstanbul’da geçen bir aşkı anlatır. Celile 35 yaşlarındadır.İstanbul’da bir yalıda büyümüştür.Orta halli bir memur ailesinin tek oğlu Ahmet ile evlenir. İkinci Dünya Savaşı sırasında, vurgunculuğun,karaborsanın,nüfuz ticaretinin yaygın olduğu bir dönemde zengin olmaya çalışan Ahmet, nüfuzlu, güçlü bir iş adamı olan Muhsin ile yakınlık kurar. Celile ile Muhsin arasında doğan aşk da kitabın ana temasıdır. Tabii ki Çılgın Gibi’ye sadece bir aşk romanı demek haksızlık olur. Selim İleri, “Acı bir aşk romanı.Aşkı Marksist açıdan tahlil eden bir roman; bence, edebiyatımızda kardeşi yok.” diye bahseder bu romandan. Benim çok içimi yakan, Celile’nin yanında olduğum bir roman oldu. (Özlem Akbaş)
‘Hayatta, rolü ve fonksiyonu kalmamış olanlar için, ellerinde kalan son şeyleri feda etmek o kadar güç değildir.’ Syf :127 Suat Derviş’in daha önce ankara mahpusu kitabını okuyup beğenmiştim fakat okuduktan sonra her iki kitapta da sonlarının son saçma bittiğini farkettim. Herhangi bir sona bağlanmıyor, sanki devamı varmış gibi bitiyor ve bundan rahatsız oldum. Çılgın gibi ; acılı bir aşk hikayesini anlatıyor. Aynı zamanda Birini çılgın gibi sevmenin ve her şeyi göze almanın hikayesi. Celile annesini çok küçük yaşta kaybetmiş. Babası başka bir kadınla evlenince Celileyi anneannesi büyütmüş. Anneannesi de öldükten sonra yalnız kaldığı için amcasının yanına yerleşiyor ve onlarla yaşamaya başlıyor. O çevrede tanıştığı ahmet ile evleniyor. Ahmet ise celile’yi çok seven, en güzel kıyafetleri, en pahalı mücevherleri, en büyük yalıları karısı için almak isteyen masum koca. Tek bir kötü huyu var o da bir süre sonra paraya tapmaya başlaması. Dini imanı para olmuş derler ya onun gibi. O kadar ki para kazanma hırsından karısını ihmal etmeye başlıyor. Celile ve Ahmet on yıl güzel giden evliliklerinin ardından Muhsinle tanışırlar. Ve hayatları birdenbire değişir. Bana göre bu hikayede yanan ahmet oldu. Okurken hem sinir oldum, hem üzüldüm. Kitabı genel olarak sevdim ama daha iyi aşk romanları okuduğum için çok etkilenemedim. Tek istediğim kitabın son sayfasını değiştirebilmek. (Şeyma Öztürk)
Kitabın adı:Çılgın Gibi Yazarın adı:Suat Derviş Okuyanın adı:Nezaket Topal Sayfa sayısı:309 Kitabımız bir kadın ve iki erkek arasında geçiyor. Celile annesini çok küçükken kaybetmiş babası başka bir kadınla evlenmiş Celileyi anneannesi büyütmüştür. Celile kendi halinde arkadaşı olmayan bir genç kızdır önceleri zengin varlıklı bir aile iken yokluğa düşen bir kişidir neyse fazla uzatmayalım anneanne vefat eder Celile tekbaşına kalır amcası yanına alır artık amcası ile yaşamaktadır . Evlilik çağı gelmiştir Ahmet diye biri ile evlenir Ahmet bankada memurdur ama gözü zenginliktedir Muhsin diye zengin biri ile tanışırlar Ahmet kafaya koymuştur zengin olacaktır bankadan ayrılır bir inşaat ofisi açar ve Muhsinden yardım ister teminat mektubu alır bu arada Muhsin Celileye aşık olur elde etmeye çabalar . Kafama takılan bir konu acaba kitap anlatılan ağız kavgası ve konuşmalar acaba gerçekten oldu mu yoksa iç ses mi... (Nezaket topal)
Çılgın Gibi PDF indirme linki var mı?
Suat Derviş - Çılgın Gibi kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Çılgın Gibi PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Suat Derviş Kimdir?
Suat Derviş (d. 1903, İstanbul - ö. 23 Temmuz 1972, İstanbul), Türk gazeteci, yazar.
Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde gazeteciliğe başlayan Suat Derviş Hanım, ülkenin öncü gazetecilerinden biri ve döneminin en üretken yazarlarındandır..
Otuza yakın roman, pek çok hikaye, makale, eleştiri ve çeviriler yayımlanan Suat Derviş’in en bilinen eseri Fosforlu Cevriye’dir. Eseleri yabancı dillere çevrilen ilk Türk yazarlardandır. Adı, toplumcu gerçekçilik ile birlikte anılır.
Avrupa’ya muhabir olarak giden ilk kadın gazeteci, ilk basın sendikasının beş kurucusundan biri ve ilk başkanı, Devrimci Kadınlar Birliği'nin kurucusudur. Kadın hakları, demokrası alanlarında mücadele etmiş bir aktivisttir.
Hayatı
Gençliği
1903 yılında İstanbul'un Moda semtinde dünyaya geldi. Varlıklı bir ailenin ortanca çocuğu idi. Ailesi ona Hatice Suat adını koydu ancak Suat erkek ismi olduğundan kayıtlara Hatice Saadet olarak geçti. Babası, Darülfünûn’un kurucularından kimyager Müşir Derviş Paşa’nın oğlu tıp profesörü İsmail Derviş Bey, annesi Abdülmecid’in mabeyncilerinden Kamil Bey’in kızı Hesna Hanım’dır. Osmanlı'da Telefon İdaresi'nde çalışmaya başlayan ilk kadınlardan Hamiyet Hanım’ın kardeşidir.
Çocukluk çağında evde özel eğitim görüp Fransızca ve Almanca öğrendi.Eğitimine Kadıköy Numune Rüştüyesi’ne, ardından Bilgi Yurdu’na devam etti. Çocukluğundan itibaren yazmaya ilgi duydu. Hezeyan başlıklı mensur şiirini, çocukluk arkadaşı Nazım Hikmet 1918’de Alemdar gazetesinin edebiyat ekine göndererek yayımlattı. Bu, onun yayımlanan ilk eseridir. Henüz çocuk yaşta olan Suat Derviş edebiyat dünyasına Mehmet Rauf tarafından “hassas bir ruha sahip ve olgun bir müellifin habercisi" olarak tanıtıldı.
Bu yıllarda Nazım Hikmet ile arkadaşlığının şairin ona duyduğu tek taraflı bir aşka dönüştüğü iddia edilir.Şair Nazım Hikmet, 1920’de Gölgesi adlı şiirini Suat Derviş’e ithafen yazmıştır.
İlk eserleri
Suat Derviş’in ilk romanı olan Kara Kitap 1921 yılında basıldı. Edebiyat dünyasında hayret ve şaşkınlıkla karşılanan bu eserde ölüme mahkum güzel ve hassas bir genç kızın son nefesine kadarki yaşama arzusunu belirten iç seslerini ve duygularını anlattı. 1923’de yazdığı Hiç Biri romanını, Ne Ses Ne bir Nefes (1923), Bir Buhran Gecesi (1924), Fatma'nın Günahı (1924), Gönül Gibi (1928) ve Latin harfleri ile yazdığı ilk eser olan Emine(1931) romanları izledi. Bu romanlarında İstanbul’un üst düzey yaşamından kesitler sundu; ilişkileri anlattı; kadının toplumsal konumunu özgürlük talebini irdeledi. 1925’te ilk hikayeleri Almanca’ya çevrildi.
İlk gazetecilik deneyimleri
Derviş, ilk romanı yayımlandığı sırada Alemdar gazetesinde çalışmaktaydı. 1922'de Ankara hükümetinin temsilcisi olarak İstanbul'a gelen Refet Bey’le ilk röportajı Alemdar gazetesi için yaptı.
Bir süre sonra Alemdar’dan ayrılıp İkdam’a geçti ve gazetede bir kadın sayfası hazırlayacak bu konuda öncü oldu.
Berlin yılları
1927’da konservatuar eğitimi için kardeşi Hamiyet Hanım ile birlikte Almanya'ya gönderildi; Berlin’de Sternisches Konservatuvarı’nda piyano dersleri aldı. Bir süre sonra ailesinden habersiz Berlin Üniversitesi Felsefe ve Edebiyat Fakültesi'ne kaydoldu. Faşizmin yükselmesine tanıklık ettiği Almanya’da öğrenciliği sırasında gazete ve dergilerde çalıştı. Yazıları çeşitli edebiyat ve sanat dergilerinden siyasi gazetelere kadar pek çok yayın organında yayımlandı. 1932’de babasının ölümü üzerine fakülteden mezun olmadan Türkiye'ye döndü.
Yurda dönüş ve 1930’lu yıllar
Yurda döndükten sonra Babıali’nin başarılı muhabirleri arasına girdi; İstanbul, İzmir, Adana ve Ankara’da çıkan pek çok gazetede yazılar yayımladı. Bir yandan da roman tefrika etmeyi sürdürdü. Onu Bekliyorum (1934), Onları Ben Öldürdüm (1935), Baba Oğul (1936) romanları çeşitli gazetelerde tefrika edildi.
Resimli Ay’da çalışmaya başlaması ile solcu basın dünyasına adım attı. 1936 yılında Son Posta gazetesinde çalışırken Montreeux Konferansı'nı izlemeye gitmesi ona yurtdışına giden ilk kadın gazeteci unvanını getirdi.
1936 yılından itibaren çalışmaya başladığı Tan gazetesinde kadın sorunlarına değindi ve dış siyaset olayları ile ilgili haberler yaptı. Bu gazetede çalıştığı dönemde Sovyetler Birliği’ne yaptığı gezi, düşünce dünyasını etkiledi.Dönüşünde yayımladığı röportaj dizisi, "kıpkızıl komünist" olarak damgalanmasına ve gazeteden ayrılmak zorunda kalmasına neden oldu.
Gezinin yapıldığı 1937’de tefrika edilen Bu Roman Olan Şeylerin Romanı görüşlerindeki değişimi yansıtır. Gazetelerde nazizme, faşizmin yükselişine ve adaletsizliğe karşı yazılar yayımlarken romanlarında köşklerde yaşanan aşkları, yemek ziyafetleri ve davetleri yazmayı reddeden yazar, artık toplumcu- gerçekçi bir edebiyat anlayışına yönelmiştir. 1938’de Bir İstanbul Gecesi tefrika edildi, 1939’da "Hiç romanı yayımlandı.
Politik yaşamı ve mahkumiyeti
Suat Derviş’in sol görüşleri, kısa süren ilk üç evliliğinin (Seyfi Cenap Berksoy, Selami İzzet Sedes, Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu ile) ardından 1941 yılında Türkiye Komünist Partisi (TKP) genel sekreteri Reşat Fuat Baraner ile yaptığı evlilik ile pekişti. Baraner ve Derviş’i bir araya getiren, partinin talebi doğrultusunda çıkarttıkları "Yeni Edebiyat Dergisi" olmuştu. Çift, Türkiye'de toplumsal gerçekçi akımın ilk yayın organlarından sayılan dergiyi 15 Ekim 1940-15 Kasım 1941 arasında yirmialtı sayı yayımladı. Derviş, dergide kısa öyküler, fıkra ve eleştiriler yazdı. Orhan Kemal, Mehmet Seyda, Hasan İzzettin Dinamo gibi genç yazar ve şairlerin tanınmasına yardımcı oldu.
1944’te Zeynep İçin romanını yazdı. Aynı yıl Biz Üç Kardeşiz, Fosforlu Cevriye, Çılgın Gibi” romanları gazetelerde tefrika edildi.
"Niçin Sovyetler Birliğinin Dostuyum?" adlı incelemesinin 1944’te yayımlanmasından sonra gazeteci kimliği ile hiçbir yerde iş bulamayan Suat Derviş, gerçek ismi olan “Hatice Saadet Baraner” yerine takma adla yazılar yazmaya başladı. Aynı yıl TKP Soruşturmaları ve tutuklamaları çerçevesinde eşi Reşat Fuat Baraner ile birlikte tutuklandı. Sorgu sırasında çocuğunu düşüren yazar, Reşat Fuat Baraner'i sakladığı ve yasadışı Türkiye Komünist Partisi'ne katıldığı gerekçesiyle yargılandı, 8 ay tutuklu kaldı.
Hapisten çıktıktan sonra büyük sıkıntı çekti.. Geçimini sağlamak için Almanca, İngilizce ve İtalyanca çeviriler ve editörlük yaptı. Tiyatro piyesleri ve radyo skeçleri yazdı. 1947’de "Büyük Ateş ", 1950’de "Yaprak Kıpırdamasın " romanları tefrika edildi.
Paris yılları
1951’de tekrar tutuklanan eşinin 1953’de yargılanmaya başlaması üzerine kendisinin de tekrar tutuklanma olasılığına karşılık ülkeden ayrıldı; İsveç'teki ablasının yanına yerleşti. Avrupa’da çeşitli gazete ve dergilerde yazılar yayımladı; kendisini yurtdışında tanıtacak kitapları kaleme aldı.
Zeynep İçin romanını Ankara Mahpusu adıyla yeniden yazdı. Romanı, ablası Hamiyet Hanım Fransızca'ya çevirdi. 1957’de Le Prisonnier d’Ankara adıyla yayımlanan eser on sekiz dile çevrildi ve o kadar beğenildi ki eleştirmenler tarafından Ivo Andriç’in Drina Köprüsü’nden bile daha iyi bulundu.Daha önce yayınlatamadığı Çılgın Gibi eserini Fransızca’ya çevirdi. Eser, Les Ombres du Yali (Yalının Gölgesi) adıyla 1958’de yayımlandı.
Yurda dönüşü
Reşat Fuat Baraner’in hapisten çıkmasının ardından 1963 yılında Türkiye’ye döndü. Bu dönemde takma isimler roman ve hikayeler, çocuk masalları yazdı, tercümeler yaptı. Aksaray’dan Bir Perihan adlı romanı 1963’te Gece Postası’nda tefrika edildi. Fosforlu Cevriye, öğrenci ayaklanmaları ve sert isyanların zirveye ulaştığı 1968'de May Yayıncılık tarafından Ankara Mahpusu ile birlikte yayımlandı.
Son yılları ve ölümü
1968 yılında eşini, 1970 yılında ise ablasını kaybetmesi onu derinden etkiledi. İki gözünde de ciddi sağlık sorunları çıkana kadar yazmaya devam etti.Moskova’da geçirdiği ameliyat sonrası gözlerinden birinin belli oranda düzelmesinin ardından arkadaşı Neriman Hikmet ile birlikte Devrimci Kadınlar Birliği'nin kuruluşunda görev aldı. Derneğin kapatılması üzerine yeniden yazarlığa ağırlık verdi. Sürekli göz altında tutulan Şişi’deki evini devrimci gençlere açıp onları gizledi. 1971’de evi basıldı, birçok solcu genci evinde sakladığı ortaya çıkınca tutuklandı.
Ertesi sene Fosforlu Cevriye 'yi Gülriz Sururi için senaryoya dönüştürdükten kısa süre sonra şeker hastalığının vücudunda yarattığı tahribat sonucu hastaneye kaldırıldı. 23 Temmuz 1972'de Kasımpaşa Askeri Deniz Hastanesi'nde hayatını kaybetti.
Suat Derviş Kitapları - Eserleri
- Fosforlu Cevriye
- Ankara Mahpusu
- Çılgın Gibi
- Bir Haremağasının Hatıraları
- Kara Kitap
- İki Kadın İki Aşk
- Aksaray'dan Bir Perihan
- Hiç
- Gönül Gibi
- Şoför Mustafa
- İstanbul'un Bir Gecesi
- Kendine Tapan Kadın
- Bu Roman Olan Şeylerin Romanıdır
- Hiçbiri
- Behire'nin Talipleri
- Dirilen Mumya
- Beni mi?
- Sınır
- Ahmet Ferdi Bir Kış Gecesi
- Anılar Paramparça
- Alev Dudaklı Kadın
- Emine
- Onu Bekliyorum
- Yeniden Yaşayabilseydik
- Hepimiz Birbirimizin Örneğiyiz
- Fukara Ölüsü
- Fosforlu Cevriye
- Niçin Sovyetler Birliği’nin Dostuyum?
Suat Derviş Alıntıları - Sözleri
- "Sen hiç tek başına, kimsenin bulunmadığı ve hiç bir aksiseda (yankı) vermeyen bir boşlukla konuştun mu?" (Kendine Tapan Kadın)
- “Alnının teri, yorgunluğun, canın pahasına kazanıp bıraktığın şeyler kime kalacak biliyor musun, tanımadığın birsürü insana.” (Beni mi?)
- Siyah istanbulin ve kırmızı fes giyen haremağaları canlı mahluklardan ziyade birer heyulayı hatırlatıyorlardı. (Bir Haremağasının Hatıraları)
- ben kimseyi sevmedim. (Kara Kitap)
- Hayat öyle güzel bir şey ki yarabbi! (Yeniden Yaşayabilseydik)
- Hiç kimse kendinden başkasını, hakiki muhabbet diye anladığımız duygularla sevemez! Sade ben değil, herkes... herkes öyle. Tahlil etmeyen, menfaatsiz, fedakâr sevgiler, şimdi bize sizin zamanınızın hikâyeleri kadar hayali geliyor. Başka asırların zevkini okşayacak tarzda yapılmış, şiirler, besteler gibi, ruhumuzda ufacık bir tesir bırakmadan, kaybolup gidiyor. (Hiçbiri)
- Yaşamak için sana ihtiyacım var. (Yeniden Yaşayabilseydik)
- “Bu gece niçin bu kadar mahzunsunuz?” “Sana bu kadar yakın ve senden bu kadar uzak olduğum için.” (Çılgın Gibi)
- Güzel serin bir menbaadan tatlı bir su içip hararetini teskin ettikten sonra bir bardak kuyu suyu içen adam, ne hissederse ben de bugün tanıdığım erkekler karşısında aynı hisle mütehassisim, insan beğenmediğini sevebilir mi? (Gönül Gibi)
- Sahiden bir daha gelmeyecek mi ? (Şoför Mustafa)
- Bizi çirkinleştiren veya utandıran şeyleri düşünmemek en hayırlısı değil miydi? (Aksaray'dan Bir Perihan)
- -Niye güldün? -Ağlamamak için! (Hiç)
- Bazen müellif ne kadar az eserine benziyor. (Anılar Paramparça)
- O, kendisini herkesten kıskanıyordu. Kendisini kimseye layık görmüyordu. Kendisine aşkla arzuyla yaklaşan insanlardan nefret ediyordu. Kendilerini onun aşkına layık gören bu küstahlari tokatlamak istiyordu. (Kendine Tapan Kadın)
- Saadeti dünyanın her kıtasında, her eğlencesinde, her hissesinde aradım. Ve nihayet onu evimde buldum. (Beni mi?)
- Kalbimde bir cehennem yanarken, dünyada kopan kıyametin nazarımda ehemmiyeti yoktur. (Gönül Gibi)
- Ben aşk olmasa yaşanabileceğini dahi kabul etmiyorum. (Sınır)
- Gideceği yolu düşündükçe çarmıhını sırtında taşıyan bir İsa gibi bütün vücudu dehşetle titriyor ve dizleri hemen orada bükülüp kıvrılacak gibi adeta kesiliyor. (Bu Roman Olan Şeylerin Romanıdır)
- Sen de bana onlar gibi kötü olma. Sen beni anla. (Yeniden Yaşayabilseydik)
- Hiçbir saadet pürüzsüz olamaz. (Bir Haremağasının Hatıraları)