Değirmen - Reşat Nuri Güntekin Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Değirmen kimin eseri? Değirmen kitabının yazarı kimdir? Değirmen konusu ve anafikri nedir? Değirmen kitabı ne anlatıyor? Değirmen kitabının yazarı Reşat Nuri Güntekin kimdir? İşte Değirmen kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Reşat Nuri Güntekin
Yayın Evi: İnkılâp Kitabevi
İSBN: 9789751001825
Sayfa Sayısı: 144
Değirmen Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Değirmen, Reşat Nuri Güntekin'in kısa romanlarıdan biri.
Bir kasabada yaşanan acı tatlı olaylar, kasabanın ileri gelenlerinin ruh dünyası, Sarıpınar'daki depremin açtığı yaralar ile çıkarcı, entrikacı tiplerin acımasız davranışları, ibret verici bir biçimde başarıyla işleniyor. Toplumun gerçekleriyle bir kez daha yüzyüze gelerek irkiliyorsunuz. Çarpıcı bir roman.
Değirmen Alıntıları - Sözleri
- “Elbirliğile beni bu hale getirdiniz. Şimdi de hayret ediyorsunuz.”
- Vali , ertesi sabah arkasında yine büyücek bir kalabalıkla kasabanın çarşısını ve birkaç mahallesini dolaştı : " Merhaba arkadaş . Nasılsın bakalım ? " diye dükkânlara dalıyor esnaftan utanıp sıkılanlara : " Ne oluyoruz yahu ? Vali adam yemez ya ! .. Ben senin hizmetine bakmaya , dertlerine çare aramaya memur bir adamım . Kahveni içmeye vaktim yok . Ver bakalım bir sigara . Bir tane de kendin yak da dertleşelim . Ha şöyle , şimdi söyle bakalım . Çekinme , konuş ! " gibi sözlerle gönlünü alıyordu . Fakat hemen hemen aynı zamanda bir tavanda sarkan bir sinek kâğıdına , bir kavanozun üstündeki tozlara , daha olmazsa dükkâncının sakal veya tırnaklarının uzunluğuna gözü ilişerek bağırıp çağırmaya başlıyordu .
- O, klasik bir idare adamıydı; meslek hayatında vakaları daima olduklarından hafif göstermeyi bir idare kaidesi olarak belirlemişti.
- Muhterem arkadaşlar ... Telgraf Mabeyn - i Hümayûndan ... Sarıpınar zelzelesi teessür - i şahaneyi mucip olmuş . Hareketzedegânın tehvin - i istirabına medar olmak üzere ihsanı şahane irade buyurmuşlar ... Ayrıca selâm ve taziyet - i şahanelerinin tebliğine beni memur buyuruyorlar . Ayağa kalkın . Telgrafı okuyorum .
- Meseleden korkarsan mesele büyür ve seni yerdi.
- Tevekkeli dememişler, deli bir kuyuya taş atar, kırk akıllı çıkaramaz diye...
- Böyle adamı korumak vazifeyi suistimal demektir.
- Ah, bu idare işi ne ucu bucağı olmayan bir derya idi.
- Vali, halkın "öperken ısırır" dediği cinsten, ortası olmayan bir adamdı.
- .....şimdiye kadar onun ölmesinden ziyade bu çirkin ölümü birdenbire haber alarak korkmaktan korktum.
- Zelzeleye karşı cesaret yoktur; o son dayanılacak yerin ayaklar altından kaçmasıdır.
- Koşmaktan görmeye vaktimiz olmuyor ki... Doğru değil mi ama? Şu dünyayı adam akıllı görmeden, dünyanın ne olduğunu adam akıllı anlamadan buradan gidecek olduktan sonra ne diye buraya geldik sanki?
- Sanat sanat içindi; bu, muhakkak! Fakat ne çare ki, pratik hayatta bu, kunduracının sırf kendi ayağına göre kunduralar yapmasına benzer bir şeydi. Kendini halka tanıtmak isteyen şair, aktüaliteye dair şiirler yazmalıydı.
- Hakikat her şeyden üstündür.
- Halk memura vediatullahtır, dedi. Ölmeyince hizmetinden ayrılmamalıdır.
Değirmen İncelemesi - Şahsi Yorumlar
doğal afet Nadya , nam-ı diğer kızancıklı Naciye: Suyun kurusun kanadın kırılsın değirmen Yetişir beni öğüttüğün Bırak cahilliğim saflığım gitmesin elden Bilmek yanmakmış büsbütün. Ben ettim sen etme kuzum değirmenci baba Boşuna değil bu telaş Öğrettiğin acı şeyler gelmiyor hesaba Mola ver dönmesin bu taş. Allahını seversen yarıda kes bu işi Sürmesin bu korkulu düş Rüzgar dalda bırakır yarı olmuş yemişi Tam olanı düşürürmüş. (1 Haziran 1948) Cahit Sıtkı TARANCI Anadolu'da küçük bir kasabada, kendi halinde yaşayan insanlar bir gün, ilçenin kaymakamı da dahil olmak üzere kasabanın bütün devlet görevlileri bir evde alem yaparken, mal müdürünün adının hakkını verir ve zelzele oluyor der.. Hepsi sarhoşluktan, panikten düşer, yuvarlanır, yaralanır. Alem yaparken ev sallandı demekten korkan kasaba efradı da zelzele oldu diye dedikodu çıkarmak zorunda kalır. Alemde bulunan kasaba doktoru "kaymakam ağır yaralı" der. Deprem söylencesinin padişaha kadar ulaşmasıyla meselenin resmi bir hal alması anlatılır. Osmanlının uzun yıllar boyunca geçirdiği depremi anlayabilmesi için traji-komik bir yanlış anlamaya ihtiyacı vardır sanki. İstanbul dışında neredeyse her yerin sıradan, köhne ve değersiz sayıldığı bir ülkenin sefalet, yokluk ve savaşların bellerini büktüğü insanların devletinden umudunu kestiğini ne güzel anlatır! (sayfa 141) Halkın depremden, ortada dönen dolaplardan, Osmanlı’yı kanser gibi sarmış yolsuzluklardan haberi yoktur. Halk sadece kendi yoksulluğunu bilmektedir ve bunun sebebini “taktir-i ilahi” olarak açıklamaktadır. (Asya)
Reşat Nuri Güntekin’in okuduğum 16. kitabıydı. Bir günde okudum. Yazarın diğer kitaplarına bakarak konu olarak farklı bir kitap gibi geldi. Ama çok beğendim böyle ince bir eleştiriye bu kadar mizahi bir dille anlatması çok güzeldi. Reşat Nuri kesinlikle okunması gereken bir yazar. Okumadığım hiçbir kitabı kalmasın istiyorum. Yazar için söylenecek tek kelime olsaydı bu kelime sanırım “nahif” olurdu. Hayata kibar gözlerle bakıyor ve her şeyi o kibarlık süzgecinden geçiriyor, insanı rahatlatan bir yanı var ne anlatırsa anlatsın. (Ayşe Akça)
Acaba değirmenin suyu nereden geliyor sorusunun cevabı. Reşat Nuri Güntekin'e güzel, akıcı vs. gibi şeyler yazmak klişe olur. Ancak bu kitabın konusunu biraz ütopik buldum. Spoiler vermek gerekirse olayın kahramanı olan kaymakam; sazlı, sözlü, dansözlü bir eğlencede iken bir işgüzarin deprem oluyor diye bağırarak paniğe yol açar ve itiş kakış sırasında kaymakam ve orada bulunanların çoğu hafiften yaralanır. Bir gazeteci bu haberi biraz abartarak merkeze telgraf çeker. Bu haberin yankıları çok büyür ve dış basında bile yer alır. Yardımlar çığ gibi büyür. Hal böyle olunca bu durum biraz daha abartılır ama sonunda Şehzade bizzat ilçeyi ve kaymakamı Ziyaret edeceğini bildirince yalanları ortaya çıkmasın diye acaba ne yapacaklar. (DUA)
Kitabın Yazarı Reşat Nuri Güntekin Kimdir?
Reşat Nuri Güntekin (25 Kasım 1889;, İstanbul - 7 Aralık 1956; Londra), Cumhuriyet dönemi edebiyatında önemli bir yeri olan Çalıkuşu, Yeşil Geceve Anadolu Notları gibi önemli eserlere imza atmış romancı, öykücü ve oyun yazarıdır.
Hayatı
1889'da İstanbul’un Üsküdar ilçesinde dünyaya geldi. Babası, askeri tabip Nuri Bey, annesi Kars valisi Yaver Paşa'nın kızı Lütfiye Hanım'dır. Reşide adlı kız kardeşi çok genç yaşta hayatını kaybetti, tek çocuk olarak büyüdü. Babası askeri doktor olduğu için öğrenim hayatı boyunca birçok il gezen Reşat Nuri, ilköğrenimine Çanakkale'de başladı. Çocukluk yıllarında dinlediği Fatma Aliye Hanım’ın Udi isimli romanı hayatına iz bırakıp,sanata heveslendiren eserleri arasına girdi. Babasının Çanakkale’deki evlerinde zengin bir kütüphanesinin olması onu kitaplara iten ve yazı yazma kültürünün gelişmesini sağlayan bir araç oldu. İzmir'deki Frerler okulunda bir süre öğrenim gördükten sonra İstanbul’da Saint Joseph Lisesi’nde öğrenim gördü. Yükseköğrenimini Darülfünun Edebiyat Şubesi'nde 1912'de tamamladı. Böylece öğrenim hayatını yirmi üç yaşında bitirmiş oldu.
1927'ye kadar Bursa ve İstanbul’da çeşitli okullarda Fransızca ve Türkçe öğretmeni ve müdür olarak görev yaptı. Görev aldığı okulların bazıları Bursa Sultanisi, İstanbul Beşiktaş İttihat Terakki Mektebi, Fatih Vakf-ı Kebir Mektebi, Akşemseddin Mektebi, Feneryolu Murad-ı Hâmis Mektebi, Osman Gazi Paşa Mektebi, Vefa Sultanisi, İstanbul Erkek Lisesi, Çamlıca Kız Lisesi, Kabataş Erkek Lisesi, Galatasaray Lisesi ve Erenköy Kız Lisesi'dir. 1927’de Erenköy Lisesi’nden yeni mezun olan öğrencisi Hadiye Hanım ile evlendi.
Öğretmenlik mesleğinin yanı sıra edebiyatla uğraşan Reşat Nuri, Halit Ziya’nın eserlerinden aldığı ilhamla hikâye yazma hevesi duymaktaydı . Daha sonra tiyatro edebiyatını benimseyerek bir tiyatro yazarı olmak için uğraştı. Yazı hayatına I. Dünya Savaşı sonlarında başladı. Başlangıçta “Eski Ahbap” (1917) gibi uzun hikayeler, “Hançer”(1920) ve “Eski Rüya” (1922) gibi sahne eserleri, “Gizli El” (1924) gibi romanlar yazan, tiyatro eleştiri ve araştırmaları yayınlayan sanatçı “Çalıkuşu” adlı romanının 1922’de Vakit Gazetesi’nde tefrika edilmesiyle şöhrete kavuştu.
Güntekin, 1931'de maarif müfettişi oldu ve bu arada Dil Heyeti'yle birlikte bazı çalışmalarda bulundu. Anadolu’yu baştan başa dolaşmasına neden olan müfettişlik görevi sayesinde ülkenin gerçeklerini yakından görme ve tanıma imkânı buldu.
1939'da ise Çanakkale milletvekili olarak TBMM'de bulundu. Bu görevini 1946'ya kadar sürdürdü. 1941’de tek çocuğu olan kızı Ela dünyaya geldi.
1947'de, Cumhuriyet Halk Partisi'nin Ankara'da yayımlanan Ulus gazetesinin İstanbul kolu olan Memleket gazetesini çıkardı. Güntekin daha sonra müfettişlik görevine geri döndü ve 1950'deBirleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Türkiye temsilciliği ve öğrenci müfettişliği görevleriyle Paris'e gitti. Paris kültür ataşeliği yaptı. 1954'te ise yaşından dolayı bu görevden ayrılmak zorunda kaldı.
Emekliliğinden sonra bir süre İstanbul Şehir Tiyatrosu edebi heyeti üyeliği yaptı. Güntekin'e Akciğer kanseri teşhisi konulduktan sonra tedavisi için Londra'ya gitti ve orada hastalığına yenik düşerek öldü. 13 Aralık 1956 günü, Karacaahmet Mezarlığı'na gömüldü.
Levent’te oturduğu sokağa “Çalıkuşu” ismi, Kadıköy’de ve İzmir’de bir ilköğretim okuluna ve Fatih'te bir tiyatro sahnesine Reşat Nuri Güntekin ismi verilmiştir.
Eserleri Hakkında Bilgiler
Yazar, öykü, roman ve oyunlarıyla edebiyatımızda önemli bir yere sahiptir. Kahramanları genelde tek yönlüdür. Olay kahramanlarını çevreyle birlikte verir.
Anadolu insanını iyi tanıdığını eserlerinden anlaşılır. Bazı eserlerinde genç cumhuriyetin toplumsal ideallerini işlemiştir. Reşat Nuri Güntekin eserlerine konuşma dilinin zenginliğini zorlanmadan yansıtır.
Çalışma Yöntemi Hakkında
Bütün romanlarının tiyatro halinde senaryoları olduğunu söyleyen Reşat Nuri, Hikmet Feridun'la yaptığı bir konuşmada çalışma yöntemlerini şöyle açıklar:
"Roman ve hikâye yazarken konunun evvela asıl canlı noktası, amudi fıkarisi (belkemiği) gelir. Bu amudi fıkaridir ki bana yazmak arzusunu verir. Bu bazen bir vak'a olur, beni alâkadar eden bir vak'a.. Fakat çok kere pek alakadar olduğum insan tipi. (Şu vak'ayı veya şu insanı, şu tipi yazayım) derim. Bu suretle eserin iki adımı atılmış olur. Mevzuu pek iptidai bir şekilde fikrime gelir. Hiçbir zaman hemen derhal bu mevzunun planını yapıp da yazmağa başladığım vaki değildir. Bulduğum mevzuu zihnimde bir köşeye atarım. Onun francala hamuru gibi kendi kendine kabarması için uzun müddet bırakırım. Çok defa aradan birçok senelerin geçtiği de vakidir. Bu müddet zarfında mevzua bazı ilaveler yaparım. Bazı kısımlarını tayyederim, atarım, çıkarırım. Vakaları retuş ederim. Tipleri develope ederim (geliştiririm).. Yazma işine başladığım zaman da çok muntazam çalışırım. Romanın sonunu nasıl bitireceğimi tayin etmeden yazıya başlamam. Evvela umumi bir şema yaparım. Fakat eser henüz definitif (kesin, belirli) olmamıştır. Ortada şahıslar vardır, vakalar vardır, eserin ana hatları vardır. Fakat yazmaya başladıktan sonra şahıslar ekseriyetle hüviyetlerini değiştirirler, evvelce hiç düşünmediğim vak'alar, yeni şahıslar gelir. (Muhit dergisi, 1933; anan: Muzaffer Uyguner, Reşat Nuri Güntekin, Ağustos 1967) Kişilerine sevgiyle sokulan bir romancıdır Reşat Nuri. Genellikle onların gerçek yaşamlarındaki en belirgin özelliklerini yitirmeden yansıtmaya çalışır. Gözlem yeteneği yaşama çok geniş bir perspektiften bakma imkânını sağladığı için romanları geçiş dönemi yaşayan ülkemizden "insan manzaraları" çizme başarısına ulaşmıştır."
Reşat Nuri Güntekin Kitapları - Eserleri
- Çalıkuşu
- Acımak
- Yaprak Dökümü
- Anadolu Notları 1-2
- Yeşil Gece
- Leyla ile Mecnun
- Kan Davası
- Damga
- Dudaktan Kalbe
- Akşam Güneşi
- Bir Kadın Düşmanı
- Değirmen
- Kızılcık Dalları
- Olağan İşler
- Miskinler Tekkesi
- Eski Hastalık
- Ateş Gecesi
- Gökyüzü
- Gizli El
- Harabelerin Çiçeği
- Sönmüş Yıldızlar
- Tanrı Misafiri
- Kavak Yelleri
- Son Sığınak
- Hadiye'ye Mektuplar
- Salgın - Madalyonun Ters Tarafı
- Eski Ahbap
- Balıkesir Muhasebecisi - Tanrıdağı Ziyafeti
- Hülleci
- Eski Şarkı / Yaprak Dökümü
- Bir Kır Eğlencesi
- Gizli El - Sahne Işıkları
- Bir Köy Öğretmeni
- Roçild Bey
- Çalıkuşu
- Madalyonun Öteki Yüzü
- Yeşil Gece
Reşat Nuri Güntekin Alıntıları - Sözleri
- "Ben sevmeyi onların hepsinden daha iyi biliyorum.." (Olağan İşler)
- Ne bileyim, insan kalbi, öyle anlaşılmaz bir şey ki!.. (Çalıkuşu)
- — Bu acı, zamanla geçer mi acaba enişte? — Her yara gibi o da kapanır kızım,.. Bahusus sen, hemen hemen çocuksun... Önünde bütün bir hayat var... izi bile kalmaz... Bu teselli sözleri onu bilâkis daha ziyade meyus etti. — Ne fena bir şey söylediniz enişte... - Niçin? — Çünkü ben, bu yarayı çok seviyorum. (Akşam Güneşi)
- Fakat hiddet, insana neler yaptırmaz? (Gökyüzü)
- Uzun uzun yüzüme baktıktan sonra gülümseyerek: "Züleyha, senin ne kadar çok susacak şeyin varmış!" dedi. (Eski Hastalık)
- Aynı duayı birbirimden habersiz eden iki insan, er ya da geç birbirlerine kavuşurlar. (Çalıkuşu)
- Tevekkeli dememişler, deli bir kuyuya taş atar, kırk akıllı çıkaramaz diye... (Değirmen)
- O mesut olursa ben ziyan olan gençliğime acımayacağım. (Dudaktan Kalbe)
- Atalarımızın "Ar ve hayâ perdesi yırtılmak" diye pek düşündürücü bir tâbirleri vardır... İnsanın öyle şeyleri saklayıp bir anda ortaya çıkardığı oluyor ki... (Kavak Yelleri)
- " Benim derdim başka... Herkesin bir şeyden şikayeti var; benimki belli değil... Düşünmek, istemek... Hoş bir şey olacağını tahmin ediyorum. Ben, o kadar fukarayım ki..." (Son Sığınak)
- "Meğer ben seni ne kadar severmişim..." (Dudaktan Kalbe)
- "Benim asıl davam kendi kendimle.." (Gökyüzü)
- Gülmesini biliriz biz yalandan. (Damga)
- Sevda, tatlı şeydi. Fakat ne çare ki vefa ile bir arada yaşayamıyordu. (Sönmüş Yıldızlar)
- İnsan, sırası geldikçe eğlenmeli, ama bütün aklını da eğlenceye vermemeli! (Kızılcık Dalları)
- Kurdun çocuğu nihayet kurt olur. (Kızılcık Dalları)
- Bazı tesadüfler insana elli senede öğrenemeyeceği şeyleri iki dakikada öğretiyor. (Eski Ahbap)
- İnsanların paradan başka şeylerle de mesut olacaklarına inanarak yaşadım.O kanaatle öleceğim. (Eski Şarkı / Yaprak Dökümü)
- İlim para ile satılmaz... (Kavak Yelleri)
- Bu dağ tepesinde bütün dünya ile alakasını kesmiş garip, fakir köylülerin cehaletlerinden başka ne günahları olur? (Salgın - Madalyonun Ters Tarafı)