Deniz Kurdu - Jack London Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Deniz Kurdu kimin eseri? Deniz Kurdu kitabının yazarı kimdir? Deniz Kurdu konusu ve anafikri nedir? Deniz Kurdu kitabı ne anlatıyor? Deniz Kurdu kitabının yazarı Jack London kimdir? İşte Deniz Kurdu kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Jack London
Çevirmen: Fadime Kahya
Orijinal Adı: The Sea-Wolf
Yayın Evi: İş Bankası Kültür Yayınları
İSBN: 9786053320883
Sayfa Sayısı: 376
Deniz Kurdu Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Jack London’ın bütün eserlerine bir simgeci natüralizm örneği olan Deniz Kurdu ile devam ediyoruz. Varlıklı bir aileden gelen Humphrey Van Weyden, geçirdiği deniz kazasının ardından Hayalet adlı uskunanın kaptanı Wolf Larsen tarafından kurtarılır. Barışçıl bir “beyefendi” olarak, iradesi dışında Larsen’in hizmetine girmesiyle kendini şiddet dolu “gerçek dünya”da bulacak; bu deneyim onu elitist bir entelektüelden, cesur bir eylem adamına dönüştürecektir.
Van Weyden’la Larsen arasındaki çatışma, yalnızca zayıf olanın ezildiği bir dövüş değil, bir fikir savaşıdır aynı zamanda. Hayatı “kutsal” olarak gören Van Weyden’ın idealizmiyle, var olmak dışında bir kaygı taşımayan Wolf Larsen’in materyalizmi arasındaki karşıtlık roman boyunca yinelenirken, Deniz Kurdu’nu farklı düzeylerde okunabilecek bir yapıt haline getirir. Ancak, London’ın en büyük başarısı hiç kuşkusuz ustalıkla geliştirip ete kemiğe büründürdüğü unutulmaz Wolf Larsen karakteridir. Nietzsche’nin “üstinsan” kavramını anıştıran Wolf Larsen, Ambrose Bierce’in de dikkat çektiği gibi, bir yazarın yaratabileceği en muazzam karakterlerden biridir…
JACK LONDON (1876-1916): Asıl adı John Griffith Chaney olan Jack London, 12 Ocak 1876’da San Francisco’da doğdu. California’daki Oakland’da, annesinin ve London soyadını aldığı üvey babasının yanında yetişti. On dört yaşında okulu bırakarak serüven dolu bir hayata başladı. Bir tekneyle San Francisco Körfezi’nde dolaştı, kaçak istiridye avladı, tayfa olarak çalıştığı bir gemiyle Japonya’ya gitti ve ABD’yi dolaştı.İlk kitabı Son of the Wolf (1900; Kurt Kanı) geniş bir okur kitlesine ulaştı. Ona kalıcı bir ün sağlayan yapıtı ise The Call of the Wild (1903; Vahşetin Çağrısı) oldu.
Diğer önemli yapıtları arasında White Fang (1906; Beyaz Diş), Iron Heel (1907; Demir Ökçe), Martin Eden (1909) ve Burning Daylight (1910; Yanar Gün) sayılabilir. London, 22 Kasım 1916’da ardında çok sayıda eser bırakarak hayata gözlerini yumdu.
Deniz Kurdu Alıntıları - Sözleri
- Bütün bu yıllar boyu seni arayarak dolandım Bir Dünya dolusu kadın arasında
- Benim bütün hatam fazla okumamdır.
- Yazgıya boyun eğmiş , onunla el ele yürüyor ve serinkanlılıkla çarpışmanın sonuçlarını hesaplıyordu .
- "Ben de seni tanıyana kadar korkağın biriydim."
- “Yaşarken sevilmedikleri gibi sonunda da sevgisiz ölüyorlar.”
- “Siz neye inanıyorsunuz, o zaman?..” “Yaşamın kargaşa olduğuna inanıyorum...”
- “Bugünlerde insanlar öyle bir hale geldiler ki artık yaşama kapasiteleri sahip oldukları paraya göre belirleniyor.”
- Şimdiye kadar, insanların bu kadar vahşi, bu kadar gaddar olabileceklerini düşünmemiş ve duymamıştım.
- “Sanki kendimin dışında durmuş da kuşkuyla kendime bakıyor gibiydim.”
- “Güneş gerilerde battığında gözleri ışığım olsun, Sesinin kemanımsı tınıları kulağıma erişen son ses olsun.”
- “Ayaklarımın üstünde durmayı öğrenmiş olabilirim, ama daha o ayaklarla başkalarının üstünde tepinmeyi de öğrenmem gerek.”
- Burada her şey kaba kuvvetle çözümleniyordu. İnsanlık, ahlak gibi erdemler bir kenara atılmıştı.
- “Bütün bu yıllar boyu seni arayarak dolandım Bir dünya dolusu kadın arasında.”
- “Siz neye inanıyorsunuz, o zaman?” “Yaşamın kargaşa olduğuna inanıyorum.”
Deniz Kurdu İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Ekmek mayası gibi...: yazar/Jack-London' un bende bağımlılık yapan bir etkisi var. Yoksa bir bende mi böyle oldu, bilmiyorum. Denizcilik geçmişi olan yazarın eserlerinde de denizcilik, okura yaşatılıyor haliyle. Kitaplarında anladığım kadarıyla kendinden de bir parça koyuyor. Gerçi Martin Eden bir çeşit biyografi sayılıyorsa da bu eserimizdeki Japonya açıklarında ki fok avı gibi yazar da 1893 yılında Japonya sahillerine gitmek üzere Sophia Sutherland adlı fok balıkçısı uskunaya katılmış. Yani coğrafyaya da yabancı değil. Betimlemelerin muazzamlığından, teknik bilgiye hakimiyetten, gemi içerisindeki ortamın yalın tasvirinden bahsetmeyeceğim bile. Bazı şeyler yaşanmadan bilinmez demek ki. Daha önce okuduğum kitap/martin-eden--1614' de de tabi konu denizlerde geçmese de Martin' in de denizcilik geçmişi vardı. Aynı yazar gibi. Tabi yazar mükemmel kurgularının, etkileyici anlatım dilinin gerisinde görüşünü, düşüncesini yaratıcı metaforlara yüklüyor, eser boyunca bu düşüncelerin çatışmasını okuyoruz. kitap/martin-eden--1614' de bireyciliğin yenilgisini okumuştuk. Burada da metaryalizmin ölümüne sahit oluyoruz. Hem de ne ölmek. Buradan sonrası eser içeriği hakkında bilgi barındırabilir. Hikayemiz Sausalito ile San Francisco arasında gidip gelen Martinez adlı gemiyle başlıyor. Denizden, denizcilikten ve hatta dünyadaki tüm kötülüklerden bihaber Humphrey van Weyden' in gözünden bakıyoruz. Kendisi, para kazanmak için emek harcamamış, zorluk görmemiş, daha sonra sırtı bir hanımefendinin ki gibi narin benzetmesi yapılacak bir beyefendidir. Aynı zamanda kitap eleştirileri ile iştigal etmektedir. Sularda sakin sakin yol alırken birden büyük telaş başlar, panik, düdükler, suya indirilmeye çalışılan sandallar, bağrışan kadınlar derken Martinez başka bir tekneyle çarpışır ve kabus başlar. Deniz soğuktur, kahramanımız ise bir kara insanıdır, beyefendidir, denizi bilmez. Tam ölümün eşiğindeyken, her şey kararmaya başlamışken yukarı çekilir. Başka bir gemiye. Hayalet' e. Asıl olaylar da buradan sonra başlıyor zaten. Kendisini karaya çıkarmaları için ne ücret gerekiyorsa ödeyeceğini ifade etse de burada ters giden birşeyler vardır. Bu gemide habis bir ruh vardır. Kurt. Wolf Larsen. Geminin kaptanı olan Wolf Larsen ne karşılığında olursa olsun Humphrey van Weyden' ı karaya çıkarmayı reddeder ve hatta onu mürettebatı yapar. Böylesine korkunç, güçlü bir adama 'Hayır!' denilebilir mi? Diyemez ve gemide en alt görevden işe başlar. İlk başta kahramanımıza yalakalık yapan aşçı bile artık onu azarlamakta ve gururunu kırmaktadır. Wolf Larsen' e dönecek olursak, kendisi "Yaşamın kargaşa olduğuna inanıyorum." diyor, devamında da "ekmek mayası gibi, devinen ve bir dakikalığına, bir saatliğine, bir yıllığına ya da yüzyıllığına devinen, ama sonunda devinmeyi bırakacak bir şey, bir maya gibi. Devinmeyi sürdürebilsin diye büyük küçüğü yer, gücünü yitirmesin diye güçlü zayıfı yer. En fazlasını şanslı olan yer, en uzun da o devinir, işte o kadar." şeklinde düşünüyor. Tamamen materyalist perspektifle hayata bakıyor. Ruhun, etik değerlerin, kısaca insani değerlerin varlığına inanmıyor. Saygı da göstermiyor. Burada Larsen, belki gemi kaptanı ama hayatta bir çok alanda başka görevlerde de ona benzer karakterler bulabiliriz. Burada önemli olan kaptanın bu hali bilinmesine karşın tüm murettabatın Larsen' e boyun eğmiş olması. Salt korku. Peki amaç ne? Larsen düşüncelerinde haklı mı? Yoksa kaba lakabıyla Hump mu haklı? Tabi zaman içinde, hassas bir beyefendi olan Humphrey van Weyden, Hump diye çağırılmaya başlandıktan bir süre sonra yeni kimliğe bürünmeye başlıyor. Kurt her ne kadar vahşi de olsa kitap okuyan entelektüel bir yapıda olduğundan Hump ile çokça konuşuyor, tartışıyor. Bazen de -cogu zaman- kontrolden çıkıyor. İlk başlarda bu dünyaya uzak olan kara insanı Hump, hayatın zorluğunu tanıyor, hayat denen şeyin küçük mayalar için ne kadar da değersiz, ne kadar çabuk vazgeçilebilir olduğunu görüyor. Peki gerçekten insanlık, etik değerler, ruh önemsiz mi? Yaşamın yegane gayesi hayatta kalabilmek için her yolu mübah görmek mi? İnsanı, insan yapan değerler amaçsız mı? Bunun için kitabı bir de siz okuyun. Ben, yazarın bu eserini de çok beğendim, kesinlikle tavsiye ederim. Bu adının hakkını veren -hayalet- gemide; Hump' un evrimine tanıklık edebilir, mürettebatın varoşluğuna, kaptanın, kurdun vahşiliğine, ama kendince haklılığına, umudun hep var olduğuna şahitlik edebilirsiniz. Keyifli okumalar. (Mehmet Çelik)
Deniz Kurdu: • Spoiler! Hepimize bir Ghost lazım! Şöyle bizi ayağa dikecek, konfor alanımızdan çıkaracak ve yaşamın farkına varmamızı sağlayacak bir hayalet gemi.. Bir düşünün 35 yaşındasınız, hayatınız boyunca sorumluluk almanız gerekmedi, tüm hayatınız kitaplar, kitaplar ve kitaplar.. Evet, aslına bakarsanız şu an hayatımızın çoğunu kitaplar kaplıyor ve bunu seviyoruz ya gerçek hayat? Kabul edelim kitap okuma nedenlerini sıralayacak olursak 'gerçeklerden kaçma' maddesi belki de en fazla duyacağımız yanıt olacaktır. Ne diyorduk? Evet, şimdiye dek ekmek elden su gölden şeklinde geçti zaman fakat bir an gözlerinizi açtığınız ve size istediğini yapabilecek en az 20 avcının olduğu bir avcı gemisindesiniz, yaşamayı seviyorsunuz ve hayatta kalmalısınız. Ne olurdu? Sanırım ben bu macerayı yaşamak isterdim en azından öldürülmeyeceğimden emin olsaydım :) yazar/Jack-London 'ın bir olay örgüsü yaratma şeklini, kitabı yaşatma gücünü seviyorum. Okura yüklenmiyor aksine çok akıcı ve açık bir üslup kullanmayı başarıyor çünkü sosyalizmi benimsiyor ve tüm halka hitap etmeyi amaçlıyor. Kitabı okurken en sevdiğimiz duyguyu yani sizde oluşan mutluluğu fark edebiliyorsunuz, Jack London ile dinlenebiyorsunuz. O denizde artık siz de varsınız, mürettebata dahilsiniz tıpkı kendisi gibi. Yazarı benimseyecek olmanızın bir sebebi de eserlerinin hayatından bağımsız olmayışı. Düzensiz bir hayatı olması ile beraber birçok farklı işte çalışmasına rağmen sürekli kütüphaneye giderek kendisini geliştirmiştir. Hakkında bilinen fakat emin olunmayan bir diğer bilgi ise istenmeyen bir çocuk olduğu. Söylentilere göre babası annesine Jack'i doğurmaması için baskı yapar, annesi intihara teşebbüs eder fakat kurtulur. Çocuk doğar ama annesinin psikolojik sorunları nedeniyle başka birine verilir. Doğumunda yaşananlar tüm hayatını etkiler ve eserlerine yansır. Muazzam bir dönüşüm hikayesi olan kitabımızın içeriğine değinme vakti. Anlatıcımız yani Humphrey Van Weyden edebiyat ve sanat alanında tanınan biridir. Biz ona muhteşem bir karakter olan ve kitaba adını veren Kurt Larsen gibi sadece Hump diyeceğiz. Hump Bir dostunu ziyaret etmek üzere bir yolculuğa çıkar fakat işler umduğu gibi gitmez ve bindiği tekne batar. Tam her şey bitti derken gözlerini hayatının ve karakterinin değişmesine sebep olacak Ghost'ta açar. Bu gemi ayıbalığı avına çıkar, İlerleyen bölümlerde Hump bu avcılık ile ilgili "Kadın elbiseleri için savunmasız hayvanları öldürüyorsunuz" diyerek bunu vahşet olduğu ile ilgili düşüncelerini dile getirir fakat ne var ki ilerleyen zamanlarda kendisi de avcılık yapmak zorunda kalır. Ghost en az 20 avcının (keza sadece ayıbalığı için değil birbirleri için de birer avcıdırlar) bulunduğu, bir anda herkesi birbirine ateş edebileceği fakat 5 dakika sonra can ciğer olmuş bir şekilde eğlenebileceği adamlarla doludur. Neticede bu gemide ölüm ve yaşam birbirini tamamlayan iki kavramdır. Yaşamak için öldürmek, insanoğlunun doymayan açlığı. Ve en önemlisi bu geminin bende de hayranlık uyandıran bir kaptanı vardır: Kurt Larsen. Kaptanımız kötü bir çocukluk geçirmiş çok acımasız ama ünlü yazarları okuyan oldukça bilgili biridir fakat sık sık öldürücü derecede olan baş ağrıları çeker. Hump uyandığında istediği tek şey evine, rahat hayatına dönebilmektir çünkü burada yaşayamayacağını düşünür. Kurt eğlenebileceği bir av bulmuşken bırakır mı? Hayır, onu bilhassa gemide tutar ve Hump'ı muhteşem bir hayattan alıp dibe çeker, ona kamarotluk yaptırır büyük bir para teklifine rağmen. Şimdi Hump için 35 yaşından sonra hayatın asıl öğretici kısmı başlar. Onun için her şey çok zordur gemideki en alt birimde olmak, her an öldürülebilecek olmak, asla karşılaşmadığı yapıdaki adamlarla aynı yaşam alanında -belki de ölüm alanı demeliyim- olmak tüm geminin hizmetini görmek.. Dayanılacak gibi değildir fakat kaçamaz da kalıp savaşmak ve öğrenmek zorundadır, öğrenmeye karar verir çünkü başka çaresi yoktur. Hump ve Kurt'un arasındaki ilişkiyi çok seveceksiniz çünkü iyi mi kötü mü asla karar veremeyeceksiniz tıpkı kaptanın iyi mi kötü mü olduğunu anlayamayacağınız gibi ama bu dahi hayranlık duymanıza engel olamayacak. Kahramanlarımızın arasında sıkı bir bağ oluşur sürekli edebi sohbetler ederler Ömer Hayyam'dan dahi söz edilir, birbirlerine hem hayrandırlar hem de düşman. Hikayemizin tamamlanması için bir aşka ihtiyacı var değil mi? Jack London da böyle düşürmüş olacak ki gemiye Maud isimli güzel ve şair bir kadının -zaruri de olsa- yolu düşer. Hump daha önce Maud'un şiirleri ile ilgili eleştiri yazmıştır yani birbirlerine az da olsa tanırlar. Ve şimdi Hump'ın sadece kendisi için değil aşkı için de savaşması gerekecek. Daha güçlü daha zeki olmak zorunda. Ahh ne şans ama hayatının en olmayacak yerinde aşka yakalanmak. Burada da Kurt, Hump ve Maud üçlüsü arasında yaşananlar zaten zevkle okunan roman da daha fazla merak uyandırıyor. Gemide birçok olay olur birbirlerini dövenler, öldürenler, kaçmaya çalışanlar.. Tayfa öfkeli ve acımasız adamları ile doludur fakat en büyük öfke Kurt'a karşıdır ve bu öfke kaptana saldırmalarına sebep olur fakat kaptan fiziksel ve zihinsel olarak çok güçlüdür baş etmeleri mümkün değildir. Bunlar yaşanırken Hump olaylara asla karışmaz ve sürekli kaçmanın yollarını arar Maud'un da sorumluluğunu tüm varlığıyla omuzunda hisseder gemide Kurt ile birlikte asla güvende olmadığını bilir ve kısa zamanda sevdiği kadının Kurt'un kolları arasında kurtulmak için çırpındığını gördüğünde ne yapacaksa hızlı olması gerektiğini bir kez daha fark eder. Kaptanın o an baş ağrısının başlaması onların kurtulmasını sağlar. Hump Kaptan'a saldırır etkisiz hale getirmek oldukça kolay olacaktır fakat Maud buna izin vermez ve bir sandalla kaçarlar. Günlerce yaşam savaşı verirler ve karaya çıkmayı başarırlar. Bu kez de orada günlerce baraka yapmak için uğraşırlar ve bu onları daha fazla yakınlaştırır. Bir sabah uyandıklarında Ghost'un direkleri kırılmış bir şekilde karaya vurmuş olduğunu görürler. "Ahh Ghost ne olursan ol yine gel" Ya Kurt gemideyse? Hayalet gemiyi kaptansız düşünmek imkansız ve evet bir kaptan gemisini asla bırakmaz. Hump kontrol etmek için gittiğinde Larsen'i görür fakat artık Kurt denmeyecek durumdadır, fazla hırpalanmıştır. Denizde olan kardeşi Ölüm Larsen tüm tayfasını almış ve denizcilik hayatını bitirmiştir. Hump ve Maud gemiyi tamir etmeye karar verir fakat Larsen burada ölmek istediğini ve Hump'ı öldürmediği için ne kadar pişman olduğunu söyler. (Hadi ama Kurt Hamp'a onu öldürmeyecek kadar hayrandın ve çok tehlikeli olmana rağmen bu gemi tek kurtuluş yolu olmasına rağmen o da seni öldürmeyecek kadar sana hayran.) Gemi yola çıkmak için hazırlanırken Larsen yapılan tüm hazırlıklara zarar verir Hump ve Maud onu bağlamaya karar verir. Kurt baş ağları nedeniyle birkaç gün sonra kör olur, kulakları duymamaya başlar, sol tarafına felç iner artık tamamen zararsızdır, ölüdür.. Cesedini sarıp onun da daha önce tayfada ölenlere yaptığı gibi denize atarlar. Hump ve Maud'ın Ghost ile başlayan bu hayatı Ghost'un yardımı ile biter, iki ayrı kişi olarak geldikleri gemide tek vücut olarak yeni hayatlarına başlamak üzere denize dönerler. yazar/george-orwell kitap/1984--100 eserinde "Bize duymak istediklerimizi söyleyen kitapları severiz" der. Hayır, ben beni haksız çıkaran kitapları severim. Beni yanıltan, bildiğimin dışına çıkaran, bilhassa sonunun düşündüğümden farklı olan kitapları.. Ama acı çektirerek hükmedebileceği konusunda haklıydı. kitap/deniz-kurdu--247297 da istediğinizden fazlasını verebilecek ve acı çektirerek nasıl hükmedilebileceğini örnekleyecek muhteşem bir eser. İtiraf etmeliyim ki Deniz Kurdu'nun ölmesini istemedim, Hump ile aralarında oluşan o bağın arkadaşlığa dönüşmesini istedim fakat bir yandan da tahmin ettiğim gibi bitmemesi tatmin ediciydi. Kitapta da gördüğümüz gibi kişi koşullara göre şekillenir. Yalnız kalmak, savaşmak çok korkutucu gibi dursa da yapabileceklerimizin farkına varmak için oldukça etkili bir yoldur. Son olarak eklemek isterim ki Deniz Kurdu diğer birçok ünlü eserin karakterleri gibi unutulmamayı hak eden ve okuma listenize heyecan katacak bir karakter. Keyifli okumalar sevgili okurlar. (Eski)
spoiler var sonra üzülmeyin: Deniz Kurdu metaforlarla dolu, doyurucu bir kitaptı. Gemide geçmesi, farklı karakterlerde, farklı sınıftan insanların verdiği mücadeleyi anlatması ve acımasızlıklarla dolu olması sebebiyle ''Sarmaşık'' adlı yerli filmi anımsattı. İzlemeyenler için tavsiye ederim. Kitap bir deniz kazasıyla başlıyor ve Humphrey Van Weyden isimli entelektüel ve üst sınıftan bir insan ölmek üzereyken kurtarılıyor. Kurtuluyor kurtulmasına ama onu kurtaran gemide çok farklı bir dünya ile karşılaşıyor. O güne kadar çalışmadan yaşayan bu beyzade, mecburen çalışıyor, zorlanıyor, horlanıyor. Hayatı o kadar sorgulamasına rağmen bunların hep burjuva kaygıları üzerine olduğunu anlıyor. İlk kez teorilerden kurulu olmayan pratik bir dünyaya düşüyor. Öyle ki başta yaşamın görkemine inanırken statüsünün aşağı olduğu yeni dünyada: "Bütün bunlar neydi? İnsan ruhlarının böylesine nedensiz yere mahvedilmesine izin veren yaşamın görkemi neredeydi?" Diye sorguluyor. Şu hakkaniyetsiz dünyada sınıfın farklıysa aynı dünyayı bile bambaşka görüyorsun. Geminin kaptanı Wolf Larsen karakteri de sadece kaptan değil. Bir ülkenin diktatörü, bir dinin tanrısı veya şeytanı, bir mahkeme salonunun hakimi... Artık metafordan ne anlam çıkarabilirsek o. Önemli olan kısım tüm bu kötücül yönlerine rağmen neden gemi tayfası isyan etmiyor? Neden o gemiye binmeye razı oluyor, neden birlik olup diktatörü alaşağı edemiyorlar? Evet okurken isyan ediyorsunuz bu pasif karakterlere. Ardından gemi tayfasının hikayelerini okudukça hak veriyorsunuz. Sonra düşünüyorsunuz ''Ulan sen kendi hayatında böyle değil misin?'' En son ne zaman hakkını yiyen işverene karşı rest çekebildin? Bakmakla yükümlü olduğun sevdiklerin varken ne zaman taviz vermeden yaşadın? Sadece baştakini indirmek yetiyor mu? O kaptanın ikinci kaptanı, yardakçıları yok mu? Kaptanı öldürürsen gemiyi idare edebilecek örgütlenme modelin var mı? Ölüm korkusu, kötü şartlarda da olsa yaşamaktan daha kötü değil mi? Aslında o gemi bir dünya, tayfalar biziz. Evet kaptan herkesi kafasına göre öldüremiyor çünkü onlara muhtaç, tıpkı bu sistemde bize ihtiyaç olduğu gibi. O nedenle sadece istatistikten ibaretiz. "Hepsi aynı gemide." Günümüzde de sıkça duyduğumuz söz. Peki o aynı geminin nimetlerinden hakça yararlanabiliyorlar mı? Wolf Larsen tıpkı tipik bir diktatör gibi okyanustaki diğer sandallara savaş açıyor. Çünkü kaynak gerekiyor çünkü gemidekiler o liderin etrafında mecburen kenetlenmeli. Bu strateji hiç değişmez. Bu nedenle biz bir geminin olduğu kadar dünyanın kendisini de okuyoruz. Bu kitapta idealizmle materyalizmin, iyi ile kötünün, yaşama sevinci ile yaşamın anlamsızlığının, varlığın kutsallığıyla hiçliğin önemsizliğinin mücadelesini görüyoruz. Kitaba sonradan katılan Maud ise tüm bu zorluklara rağmen bize güç veren aşkı temsil ediyor. İyi okumalar. (Yorgun demokrat)
Kitabın Yazarı Jack London Kimdir?
12 Ocak 1876’da San Francisco’da doğdu. Gerçek adı John Griffith Chaney’dir. Evlilik dışı bir çocuk olarak dünyaya gelen Jack London, soyadını, henüz sekiz aylıkken annesinin evlendiği John London adlı savaş gazisinden aldı. Maddi sıkıntılar nedeniyle küçük yaşta okulu bırakıp gazete satıcılığı, tayfalık, balıkçılık, istiridye korsanlığı, gazetecilik, sahil koruma devriyeliği gibi çeşitli işlerde çalıştı ve Amerikan işçi sınıfını tanıdı. 1894’te serserilik suçlamasıyla otuz gün hapis yattı. Hapisten çıktıktan sonra hayatını değiştirmek arzusuyla liseye kayıt yaptırdı. Lise öğrenimini bir senede tamamlayarak 1896 yılında Kaliforniya Üniversitesi’ne girdi. Bir dönem okuyabildiği üniversiteden maddi zorluklar sebebiyle ayrıldı. 1897’de Klondike bölgesinde altın arayanlara katıldı ama bir yıl sonra yine yoksul ve işsiz olarak geri döndü. Yoğun bir çalışma programı hazırlayarak şansını yazarlıkta denemeye karar verdi. Soneler, baladlar, nükteli fıkralar, anekdotlar, korku ve serüven öyküleri yazmaya başladı. 1909’da yazdığı Martin Eden bu dönemi yansıtması bakımından otobiyografik izler taşır. İlk kitabı Kurt Dölü (1900) büyük ilgiyle karşılandı. Aynı yıl Elisabeth Maddern ile evlendi ve bu evlilikten iki kızı oldu. Ancak bu beraberlik uzun ömürlü olmadı ve 1904’te sona erdi. Charmian Kittredge ile ikinci evliliğin ardından 1916’da Kaliforniaya’daki çiftliğinde hayatını kaybetti. London yazarlık kariyeri boyunca elliye yakın kitap yazdı ve döneminin en çok okunan yazarlarından biri oldu. Yazdıkları, yaşadıkları etrafında şekillenmiş, sosyalizmin de etkisiyle toplumcu bir dünya görüşüne ulaşmıştır. Başlıca eserleri arasında Beyaz Diş, Martin Eden, Uçurum İnsanları, Vahşetin Çağrısı yer alır.
Jack London Kitapları - Eserleri
- Beyaz Diş
- John Barleycorn
- Martin Eden
- Demir Ökçe
- Ay Vadisi
- Demiryolu Serserileri
- Vahşetin Çağrısı
- Deniz Kurdu
- Uçurum İnsanları
- Alın Teri
- Şampiyon
- Dehşet Ülkesi
- Güneşin Oğlu
- Yanan Günışığı
- Kız, Kar ve Kan
- Düş Ülkelerine Yolculuk
- Sevginin Katıksızı
- Tanrılar ve Köpekler
- Suikast Bürosu
- Kurt Dölü
- Denizin Çağrısı
- Midas'ın Müritleri
- Yıldız Gezgini
- Ölüme Boyun Eğmeyen Adam
- Ataların Tanrısı
- Beyaz Sessizlik
- Can Yoldaşı
- Devrim
- Dönek
- Gece Doğan
- Halk Avcısı
- İnsanın Sadakati
- Meksikalı
- San Fransisco'nun Güneyi
- Sınıf Farkı
- Makaloa Hasırı Üzerinde
- Bana Göre Hayatın Anlamı
- Hawaii Öyküleri
- Büyük Serüven
- Kurt Kanı
- Yakalanış
- Öyküler
- Uzak Diyarlarda
- Bir Kuzey Macerası
- Gece Geçen Serseriler
- Gemide İsyan
- Geleceğin Hikayeleri
- Beyaz Cehennem
- Büyük Evin Küçük Hanımefendisi
- Beyaz Diş - Madam Bovary
- Şafak Kızı
- Beyaz Diş - Esrarlı Ada
- Yumruk
- Buzun Çocukları
- Bin Düzine Yumurta
- Adem'den Önce
- Oyun
- Ateş Yakmak
- Acemi Gece
- Vahşetin Çağrısı (Çizgi Roman)
- Kumarbazlar Cenneti
- Vahşetin Çağrısı - Beyaz Diş
- Ateş Yakmak
- Hayatın Kanunu
- Demir Yolu Çocukları
- Kızıl Veba
- Büyük Sorgu
- Mapuhi’nin Evi
- Ölümcül Dalgalar
- Kadın Denen Mucize
- İlk Savaş, İlk Zafer
- İnsanlığın Sürüklenişi
- Kepaze
- Çinago
- Bütün Dünyanın Düşmanı
- Alice Ruhunu Açınca
- Kahekili’nin Kemikleri
- Dağ Adamı
- Bir Dilim Biftek
- Kırmızı
- Tek Özgürlüğüm
- Güneşe Doğru
- Lost Face And Other Stories
- Theft
- Tom Pomplun
- Kaval Kemikleri
Jack London Alıntıları - Sözleri
- “Sanki kendimin dışında durmuş da kuşkuyla kendime bakıyor gibiydim.” (Deniz Kurdu)
- Henüz çıldırmadım ama çıldırmaya başladığım zaman beni görün;))) (Büyük Evin Küçük Hanımefendisi)
- Yaşlılık zamanlarımızda dine ihtiyaç duyarız Alice. Din bizi yumuşatır, diğer insanların zayıflıklarına, özellikle de nerede sabah orada akşam hovardalık ettikleri ve ne yaptıklarını bilmedikleri gençlik zamanlarında gösterdikleri zayıflıklara karşı daha hoşgörülü ve affedici olmamızı sağlar. (Alice Ruhunu Açınca)
- Ömrüm boyunca gövdemle hayvan gibi çalıştım ve ne kadar çok çalıştıysam çukurun dibine o kadar fazla yaklaştım. (Tom Pomplun)
- °• İnsan her zaman hayattan talep ettiğinin daha azını alır . (Uçurum İnsanları)
- Dünyaya egemen olan kanunu iyi biliyordu: zayıflar ezilir, güçlülere itaat edilirdi. (Beyaz Diş)
- “Bana o gözleriyle bir dakika içinde, bin yılda kitaplarda okuyabileceğimden daha çok şey söylüyordu.” (Büyük Sorgu)
- Bundan şu çıkıyordu ki bir kişi dostluğun d'sini bile bilmez ama soylu biri olabilir! (Uzak Diyarlarda)
- İnsanlar neden şarap içer, at biner, aktristleri tutar, papaz ya da kitap kurdu olur? Öyle isterler de ondan. İşte sana cevap. Hepimiz, elimizdeyse, hoşlandığımız şeyleri yapmak isteriz, elde edelim etmeyelim, istediğimiz şeylerin peşinden koşarız. (Sevginin Katıksızı)
- Güneş her sabah doğar. (Makaloa Hasırı Üzerinde)
- Korkak olduğu için, zorbalığı da korkaklığıyla uyumluydu. (Can Yoldaşı)
- Derler ki, bu aşk hayattan bile daha kıymetliymiş, aşık olanlar böyle söyler. Bir kadın ya da erkek, birini dünyadaki herkesten daha fazla severse, o zaman aşık olduğunu anlar. Böyle denir ama kelimelerle açıklamak fazlasıyla zor. Sadece bilirsin işte, o kadar. (Kadın Denen Mucize)
- “Kalbimde sana duyduğum hisler yıldızlar kadar parlak ve çok, bunu ifade edebilecek bir dil yok. Sana nasıl anlatabilirim ki? Oradalar... Görüyor musun?" (Kadın Denen Mucize)
- Tekdüzelikten uzak olması belki de serseri yaşantısının en güzel yanıdır. Topluluklar hâlinde yaşayan serserilerin ülkesinde, yaşamın yüzü sık sık biçim değistirir. (Demir Yolu Çocukları)
- Yaşamaktan mutluyum, kendi akıl ve gücümden mutluyum, işleri yapmaktan mutluyum, kendim için yapmaktan. Bundan başka yaşamak için bir neden olabilir mi? Kendimden ve yaptığım işlerden keyif almayacaksam, neden yaşayayım? (Buzun Çocukları)
- “Aramızda küçük bir tartışma yaşadık ve yapabileceğimiz en iyi şey, bunun bu kadarla kalmasını sağlamak.” (Vahşetin Çağrısı (Çizgi Roman))
- Kötü olan iyi olanı bozar, her şey birlikte iltihaplanır. (Uçurum İnsanları)
- Bugün n'oluyor, ilkokuldan sonra ortaokul, lise, sonra üniversite, sonra ya memur oluyoruz ya doktor moktor, bildiğimiz serüvenleri de sadece kitaplardan öğreniyoruz. (İlk Savaş, İlk Zafer)
- Hayat hayal kırıklıklarıyla dolu ve öyle olmalı zaten. En tatlı et kıtlıktan sonra gelen ve en yumuşak yatak da zor bir avdan sonra yatılandır. (İnsanın Sadakati)
- Kazanılacak bir oyun gibi gördükleri şeyi yıllarca oynayan insanları izledim. Sonunda kaybettiler... (Dönek)
Editör: Nasrettin Güneş
Ziyaretçi
21.11.2023 / 22:32bnbbbbbbbbbbbhjnnnnnnnnnnn