Dillerin Kökeni Üstüne Deneme - Jean-Jacques Rousseau Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Dillerin Kökeni Üstüne Deneme kimin eseri? Dillerin Kökeni Üstüne Deneme kitabının yazarı kimdir? Dillerin Kökeni Üstüne Deneme konusu ve anafikri nedir? Dillerin Kökeni Üstüne Deneme kitabı ne anlatıyor? Dillerin Kökeni Üstüne Deneme kitabının yazarı Jean-Jacques Rousseau kimdir? İşte Dillerin Kökeni Üstüne Deneme kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Jean-Jacques Rousseau
Çevirmen: Ömer B. Albayrak
Orijinal Adı: Essaı Sur L'origine des Langues, Oû IL Est De La Mêlodie Et De L'ııtation Musicale
Yayın Evi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
İSBN: 9789944881265
Sayfa Sayısı: 104
Dillerin Kökeni Üstüne Deneme Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Jean-Jacques Rousseau (1712-1778): Bilimler ve Sanatlar Üstüne Söylev'den Toplum Sözleşmesi'ne ve Emile'e, İnsanlar Arasında Eşitsizliğin Kaynağı'ndan İtiraflara, insanlık tarihine çığır açan Aydınlanma düşüncesinin en önemli Romantik düşünür-yazılardır.
Melodi ve Müziksel Taklit ile İlişki İçinde Dillerin Kökeni Üzerine Deneme ise, Rousseau'nun ilk ses olarak kabul ettiği "doğanın çığlığı"ndan jestlerin diline, sözcüklerin ortaya çıkışına ve "dünyanın adlandırılması"na doğru uzanan bir süreçte dillerin kökenini müzik ve melodi ile ilişkilerine de değinerek anlatıyor.
Dillerin Kökeni Üstüne Deneme Alıntıları - Sözleri
- çığlıklar, sızlanmalar basit seslerden oluşur..
- Korku ve güçsüzlük acımasızlığın kaynaklarıdır.
- İnsanlardan ilk sesleri çekip alan açlık ya da susuzluk değil aşk, nefret, acıma, öfkedir.
- Yazma sanatı konuşma sanatına hiç benzemez.
- Nesnelerin resmedilmesi vahşi halklara, sözcüklerin ve önermelerin işaretlerle gösterilmesi barbar halklara, alfabe de uygarlaşmış halklara uygundur.
- Söz insanı öbür hayvanlardan ayırır; Dil ulusları birbirlerinden ayırır; bir insanın nereli olduğu konuştuktan sonra anlaşılır.
- İnsan düşünmeye başlamadan önce hisseder.
- Sadece hoşa giden ve hiçbir şey anlatmayan şarkılar da usandırır; çünkü haz kulaktan kalbe değil, kalpten kulağa taşınır.
- Gereksinimlerin arttığı, işlerin karmaşıklaştığı, aydınlanmanın yayıldığı ölçüde dil de nitelik değiştirir: daha doğru ve güçlü duygulanımlardan arınmış hale gelir; duyguların yerine fikirleri koyar, artık kalbe değil akla seslenir.
- ...toplanmış halka düşüncelerinizi anlatamadığınız her dil köle dilidir...
- İlk tarihler, ilk söylevler, ilk yasalar dizeler halinde yazıldılar; şiir düzyazıdan önce bulundu; böyle olmalıydı çünkü güçlü duygulanımlar akıldan önce konuştu.
- Güçlü duygulanımların jestleri vardır, ama vurguları da vardır, ve bizi ürperten bu vurgular, sesinden ayıramadığımız bu vurgular o sesle kalbimizin derininedek işlerler, onları çekip çıkartan hareketleri bize rağmen oraya taşırlar ve duyduğumuz şeyi hissetmemizi sağlarlar.
- Bir halkın karakterinin, geleneklerinin ve ilgilerinin, dili üstünde ne kadar etkili olduğunu somut olarak saptamak ve örneklerle göstermek oldukça felsefi bir incelemenin konusu olurdu.
- Uzlaşımın dili sadece insana aittir.
- Uzlaşımın dili sadece insana aittir. İşte bu nedenle insan, iyi yönde olsun kötü yönde olsun, ilerleme gösterir, ve bu nedenle hayvanlarda ilerleme hiç görülmez.
Dillerin Kökeni Üstüne Deneme İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Dilin yapısı ve oluşumu hakkında sayısız makale ve deneme yazılagelmiștir. İnsanın insan olma yolundaki en büyük engel belki de dildir. İnsan ancak dil kullandığı zaman insan olmuştur belki de. Harari'nin sapiens kitabında da bu konuya değinilmiştir. İnsan dedikoduyu icat ettiği için var olmaya devam etmiştir der. İslam'ın ana kaynağı olan Kur'anda da dil üzerine değinilmiştir. Yaradılıș kıssasına bakacak olursak Tanrı Adem'e eşyanın bilgisini ve ismini belletmiștir melekler karşısında. Buradan çıkacak sonuç elbetteki bilinç düzeyidir. Lakin dile atfedilen önem burada da kendini göstermektedir. Rousseau da dil üzerine düşünmekten ve yazmaktan kendini alamayanlardan olmuştur. (Bu arada Rousseau'nun dili kullanımı şahanedir. Tam bir Gorgias örneği) Rousseau dilin icadını daha kompleks şekilde ele almış ve başlangıç itibarı ile jest ve mimiklere odaklanmıştır. Daha sonraları ise duygulanımlar asıl belirleyici olmuştur dilde. Çünkü ona göre temel gereksinimler( yiyecek- içecek) dilin icadı ve gelişimi konusunda çok da belirleyici olmamıştır. Asıl belirleyiciler duygular ve kompleks davranışlardır. Bu duygular aşk, nefret, öfke, sevme, acıma vs vs dır. Ayrıca dilin kökeni için belirleyici olan bir başka ana unsur ise ahlaki gereksinimlerdir. Rousseau dilin ilk örneklerinin daha çok mecazlı olduğunu dile getirir. Çünkü daha mantıksal yargılar ilerlemediğinden, kullanılan dil oldukça sade olduğundan mecazi bir yapı göstermiştir. Bundan ötürü dilin mi düşünceyi; düşüncenin mi dili geliştirdiği sorusuna yanıt arayacak olursak sanırım Rousseau'ya göre daha çok dil düşünceyi geliştirmiştir. Ama tam olarak bir şey diyemem. Sadece çıkarımdan ötürü böyle bir şey diyebilirim. Dilin kullanımı konusunda yazıya da değinmiştir düşünür. Yazının bazı uygarlıklardaki gelişimi ve değişimi hakkında bilgiler sunmuștur. Yazı ve dilin aynı şeyler olmadığını beyan etmekle birlikte kronik olarak da aynı evrede gelişemeyeceğinden den vurmuştur. Misal olarak Yunan- Fenike ikilemini sunar bize. Yunanlılar yazıyı Fenikelilerden almasına rağmen Yunan dilinin çok daha eski olabileceğini de söylemiştir bize. Yazı aynı zamanda dili sınırlandırıcı bir etkiye sahiptir der yazar. Çünkü yazıda duygulanım kolay olarak anlaşılamaz. Oysaki konuşma esnasında yapılan vurgu ve tonlamalar ifadeleri daha zengin kılmaktadır. Salt yazı dili ile dile getirmek okumaktan farksızdır der. Sanırım buna çözüm olarak günümüzde noktalama işaretleri ve pek pek yeni sayılabilecek emojileri icat ettik bizler de :)) Coğrafya insan anatomisi üzerinde mutlak etkiye sahip bileşenlerden biridir. Rousseau da coğrafyanın önemine atıfta bulunup farklı coğrafyalarda yaşayan insanların farklı yaşam biçimlerinin olduğunu öne sürmüştür. Hal böyle iken bu farklı yaşam biçimleri elbetteki dili de etkileyecektir. İklim ve toprak özelliği yaşam biçimini değiştiren ana unsurlardır ve kullanılagelen dile de sirayet etmiştir der. Kurak alanlarda toplu yaşam sürerken sulak alanlarda toplu yaşam izleri daha azdır. Bundan dolayı kurak alanlarda işbirliği ve işbölümü, paylașımı olduğundan dilin gelişmesi daha olası olur. Aynı şey benzer ifadelerle toprak için de geçerlidir. Verimli topraklarda insan yoğunluğu fazla olduğundan etkileşim de fazla olur ve dil daha çok gelişir. Oysaki verimsiz topraklarda etkileşimin azlığından ötürü dilin gelişimi de az ya da yavaş olur der Rousseau. Kuzey ve Güney dillerine değinen düşünür güney dillerinin daha sıcak ve yumuşak olduğunu öne sürer. Buna karşılık kuzey dilleri iklimin sertliğinden dolayı daha sert olur. Çünkü iklim metabolizmayı evrilten bir etkiye sahiptir. Ayni zamanda bilinci. Gereksinim ve aile tipleri ve dilin gelişiminde oldukça önemlidir. Nasıl ki soylarımızı aktarıyorsak aile kurumunun daha fazla önemsendiği iklimlerde, topraklarda dil de ilerler, gelişir. Yalnızca bir adada konuşulan dil ölmeye mahkumdur de düşünür. İlgimi çokça cezbeden bir başka konu da milletleşme olgusudur. Düşünüre göre kuzey iklimlerinde yaşam daha zor olduğundan işbölümü daha fazladır. Ancak birliktelik sağlanınca doğa karşısında başarı sağlanır der. Oysa güney iklimlerimde birçok iş bireysel düzeyde yapılabilir. Dolayısıyla birlikteliğin daha önemli olduğu sert iklimlerde yani kuzey iklimlerinde milletleşme daha fazla ve çoktur. Totalde bu paragrafa katılıyorum. Kimse Rusça'nın Hintçe'den daha nahif ya da yumuşak olduğunu söyleyemez:)) Düşünürün üzerinde durduğu bir başka nokta da ses ve işlevleridir. Elbetteki diller çeşitli seslerden meydana gelmektedir. Sesler kültürden kültüre, coğrafyadan coğrafyaya değişiklik gösterir. Salt sesin pek bir şey ifade edemeyeceğini öne sürerken sesin armoni, melodi ile beste ile anlam bulacağını söyler. Dolayısıyla anlamadığımız bir dildeki şarkının zamanla bize kötü geleceğini söyler. Oysaki manasını bildiğimiz ya da kendi dilimizden çıkan sesler anlamlı olup kulağa da daha hoş gelir ve dinleme konusunda da süreklilik sağlar. Örnek vermek gerekirse Fransızca bir şarkının zamanla Karayipli birine gürültü şeklinde algılanmasına neden olur der. Rosseau'ya bu konuda hak verilip verilmeyeceği konusunda tereddütlerim var. Nitekim anlamını bilmediğimiz dillerdeki şarkıları dinliyor ve zevk alıyoruz. Sadece armoni konusunda belki haklı olabilir. Seslerin ahenkli bir şekilde birbiriyle harmanlanması ve bizzat kendilerinin dile gelmesi. İdir'in a vava inouva şarkısını anlamamıza rağmen beğenmeyecek kişi yoktur sanırım:) Öte yandan anlamlandırmayı ses mi yapar mantık mı yapar yine tartışma konusu olur. Mallarme'nin "kim konuşuyor" sorusu karşısında Nietzsche'nin "kelimelerin kendisi" şeklinde cevap vermesi üzerinde durulması gereken fenelomenlerdendir bence. Kitap güzel şeylerden bahsediyor:) günümüz dil araştırmalari elbette ki çok daha ilerici. Bu konuda ayrıca araştırma yapmak isteyenler Chomsky ve çalışmalarına bakabilir. İyi okumalar (Çekiçli feylesof)
Herkesin içinden geçirdiği ve birbiri ardına tekrar ederek anlamını yitirene kadar telaffuz ettiği kelimelerin nereden geldiğinin merakı beni de sarmış olacak ki Jean- Jacques Rousseau’nun kitabını bitirmiş bulundum. Rousseau, dilin oluşumu ve gelişimi üzerine denemeler kaleme almış ve insanları topluluk olarak yaşamaya iten unsurlardan, dilin gelişimine etki eden unsurlara, merak edilen bir çok noktayı aydınlatmıştır. İnsan düşünmeye başlamadan önce hissediyor diyor Rousseau. Hislerimiz doğuştan varlar fakat düşünmek bilgiye, bilginin elde edilmesi de zamana bağlıdır. Dilin oluşumunun ve gelişiminin temel bilgilerini vermesi için ilk insanlığa uğruyoruz. Burada dertsiz tasasız yaşayan, amacı yalnızca hayatta kalmak olan ve o dönemde konuşmaya ihtiyaç duymadan yalnızca jest ve mimiklerle anlaşılarak idame ettirilen yaşamlar görüyoruz. Bahsettiğimiz ilk insanlar henüz yalnız yaşama evresindeler ve topluluk olarak yaşamayı istemiyorlar. Ne diyor Rousseau: Meyveler elimizden kaçmazlar, konuşmadan da onları besin olarak kullanabiliriz; yiyeceğimiz avı sessizce izleriz; ama genç bir kalbi heyecanlandırmak için, haksız bir saldırganı püskürtmek için doğa vurguları, çığlıkları, yakınmaları dayatır: işte en eski sözcükler böyle bulunmuştur ve bu nedenle ilk diller basit ve yöntemli olmaktan önce şarkıyla söylenen ve güçlü duygulanımlarla dolu dillerdir.” Fakat doğa gereği insan topluluk halinde yaşamaya başlıyor ve doğal gereksinimlerinin dışına çıktığı için jest ve mimikler yeterli olmuyor. Güçlü Duygulanım sonucu karşımıza çıkan şeylere verdiğimiz ilk tepkiler aynı zamanda ilk sesler de oluyor. Bu süreç Rousseau için şöyle işliyor. İlkel insanın dili bugünkü gibi ayrışmadığından, bir nesneden söz ederken ‘her sözcüğe bütün bir önermenin anlamını verir’. Daha sonra; İnsan ilk öce karşılaştığı her varlığa ayrı bir ad verir. Yan yana iki ağaç farklı adlarla anılır. Zamanlar genel adlar ve soyut kavramlar ortaya çıkar. Peki bulunduğu toprağın diline etkisini göz önüne aldığımızda insanları bir arada topluluk şeklinde yaşamaya iten olguların aslında doğal felaketler olduğunu da öğrenmiş oluyoruz. Kitapta Kuzey ve Güney Dilleri isimli bir bölümde bulunuyor ve okuması da epey keyifli. Konuya ilgilenenlerin okuması için önerebileceğim kıymetli bir eser. Yeni yeni kitaplarda buluşacağız. Hoş çakalın. (Merve)
İlk okul yıllarımda hep merak ederdim, şu an kullandığımız kelimelere neden bu isimleri vermişler? mesela neden elmaya elma demişler de başka bir şey dememişler. Hatırlıyorum aynı kelimeyi defaten tekrar eder sonra kelime anlamsız gelmeye başlardı bir süreliğine :) Garip dimi ? Zaten ben çok garip çocuktum. hani o filmlerde sessiz, kendi halinde, insanlar tarafından garip görülen çocuk var ya işte o benim :) yani belki de onlar garipti bilemiyorum ama, tabi ki sürü baskın geldiğinden ben kendimi garip hissederdim. neyse bu başka bir hikayenin konusu. Neden? ve Nasıl? oldu da bu diller oluştu? nasıl çıktı bu kelimeler insanların ağzından, ve nasıl milyonlarca kelime türedi? Fikirlerimizi pazara çıkarmanın yegane aracı olan bu dil ne kadar da esrarengiz öyle değil mi? Bu gibi düşünceler sizin de kafanızı meşgul ediyorsa eğer, bu incelemeyi keyif alarak okuyacağınızı düşünüyorum.. insan düşünmeye başlamadan önce hisseder diyor jan jak Russo. Çünkü Düşünmek bilgi ister. Düşünmek, şeylere bağlıdır ve bu şeylerin oluşumu zaman ister. Ama hisler öyle mi? hisler, doğuştan gelir. Herhangi bir şeye gerek duymaksızın kullandığımız silahtır hisler. İlk insanların tek derdi vardı temel gereksinimlerini karşılayarak içgüdüsel olarak hayatta kalmak. İlk insanlar derken, yani bu koca yaşlı dünyada toplum olgusunun oluşmadığı dönemler de yaşayan, dağınık halde dünyanın farklı yerlerinde birbirinden habersiz, tek dertleri karınlarını doyurmak olan insanlardan bahsediyorum. Arada sırada karşılaşan ve sürekli bir savaş hali. E peki dil dediğimiz araç bir temel gereksinim midir? Asla değildir. Çünkü Russonun da dediği gibi; meyveler elimizden kaçmaz, onları konuşmadan da besin olarak tüketebiliriz. Veya yiyeceğimiz avı sessizce izleriz. Yani dil olmadan da yaşamımızı idame ettirebiliriz. Jestlerin dili yeterlidir anlaşmak için. Jestlerin dili evet jestlerin dili insanların dağınık olarak yaşadığı dönemlerde yeterliydi anlaşmak için. Doğal gereksinimlerimizi sınırlı hareketlerle ifade ettik mi bizden kralı yoktu. Eğer sadece doğal gereksinimlerimiz olsaydı, çok büyük olasılıkla hiç konuşmayabilirdik, ve sadece jestlerin diliyle eksiksiz anlaşabilirdik. Diyor Russo. Evet düşünsenize sadece açlık, susuzluk gibi gereksinimlerimizi ifade etmek için niye dil geliştirelim ki ? Bir çitanın ceylanı yakalaması için ağzının laf yapmasına gerek yok :) sadece koşması gerek. Zaten baktığımız zaman hala konuşan bir hayvan olmaması bu durumu kanıtlar niteliktedir. Tabi Davut diyen kediyi saymazsak. https://www.youtube.com/watch?v=uU9IUUqRYz0 :) Konuşan kedim olsun isterdim doğrusu Salem gibi :) neyse konumuza dönelim. ne diyorduk hayvanların bir dil oluşturmaması. Yalnız Russo, karıncaların veya kuşların kendi aralarında anlaştığı bir iletişim sisteminin olduğunu inkar etmiyor elbette bu vardır diyor. Ama bu da jestlerin dilene girer diyor ve insanlar gibi aynı tür bin bir farklı dil oluşturmamıştır diyor. Yani Türkiye de yaşayan Kanada cinsi bir kedi, Kanada da yaşayan Kanada cinsi kediden farklı miyavlamaz. gibi gibi:) Peki dili oluşturan bu ilk sesleri doğa, ağzımızdan nasıl aldı? Nasıl çıktı? Güçlü duygulanım sayesinde yani ki aşk, nefret, acıma, öfke gibi duygular. Bu duyguları yaşayan insan istem dışı olarak ilk sözlerini söyleme ihtiyacı duydu. Mesela Russonun da dediği gibi meyveleri konuşmadan da besin olarak tüketebiliriz ama genç bir kalbi heyecanlandırmak için kelimelere ihtiyacımız olur :) Bu insanların nasıl bir araya geldi? bu çok ayrı ve başlı başına bir kitap/toplum-sozlesmesi--117790 kitap, lakin kısaca değinecek olursak bu bir araya geliş dış etken yani bir yanardağ patlaması, sel, fırtına yani bir kaos durumu ve Doğa insanları bir araya gelmeye mecbur kılıyor. bundan sonra enler çıkıyor artık. Güzel kavramı çirkin kavramı oluşuyor. Daha önce yalnız yaşayan insan bu tür şeylere ihtiyaç duymuyordu. İşte yok oluşumuz ilk sosyalleşmeyle başladı bir bakıma. Diller evrildi, geliştikçe gelişti. Siz bizim yetkinleştirdiklerimizden misinizi? Yetkinleşme ilk bakıldığında olumlu bir şeymiş gibi gelebilir fekat baktığım zaman bu kadar yetkinleşmeseydik demiyor değilim. neyse bu uzar da uzar. Yetkinleşme Russo için önemli bir kavram. Ve insanın gelişimini buna bağlıyor. diyor ki insan sürekli bulunduğu durumu geliştirmeye ve üzerine koymaya meyillidir. Ve artık doğa durumundan çıkıp sosyalleşen insan hiçbir zaman geriye dönemez. Kitabın çok küçük bir kısmını incelemeye çalıştım. Armoniler,Pesler, Tizler, mecazlı diller, öldürülen karısını on iki parçaya bölüp cevaben öldürenlerin kabilesine göndererek hiçbir sözün veremediği mesajı verenler. Müziğin tinselliği üzerine ve yazının ruhu üzerine söylemler... Güney dilleri, Kuzey dilleri vs. vs. daha nicesi hangi birini anlatayım ki. Yine tatmin olmadım. Kafamdaki incelemeyi yazamadım. Ama olsun yapacak bir şey yok.. Aklıma geldikçe geliyor; daha kitabı ikinciye okuduğumdan, neden ikinciye okuduğumdan Felan da bahsedecektim. Okuduğunuz için teşekkürler... (Harun mert)
Kitabın Yazarı Jean-Jacques Rousseau Kimdir?
İsviçre'nin Cenevre kentinde doğmuştur. Bir saatçinin oğludur. Babası Topkapı Sarayı'nda saat tamirciliği yapmıştır. On yaşında eğitimine bir din adamının yanında başlayan Rousseau, daha sonra bir gravürcü ustasının yanında çalışmıştır. 1728-1738 yılları arasında, sekreterlik, müzik hocalığı ve tercümanlık yaparak, Fransa, İtalya ve İsviçre'de dolaşmıştır. Fransa'da yazıları yasaklanınca daha sonra aralarının açıldığı dostu David Hume'un daveti üzerine İngiltere'ye gitti. Daha sonra Batı İsviçre'de Neuchatel'e sığındı. Kalvenist olarak vaftiz olmuştu. Torino'da Katolikliğe geçti, daha sonra tekrar Kalvenist oldu. Bu sebeple doğduğu şehir olan Cenevre'de ateist suçlamalarına mâruz kaldı. 1749'da Ansiklopedinin müzik bölümünü kaleme almıştır.
Jean-Jacques Rousseau'nun yapıtlarındaki karmaşıklık onun; doğal hukuk kuramcısı, doğal hakları yadsıyan biri, aydınlanmacı, aydınlanma ilkelerini yerle bir eden biri, demokrasinin inançlı savunucusu, demokrasiyi ayaklar altına alan biri, burjuva liberal devriminin hazırlayıcısı, öte yandan böyle bir devrimin olumsuzluklarını çok önceden gösteren, hatta reformculuğu bile benimseyen biriymiş gibi birbiriyle çelişen ve çatışan çok karşıt düşüncelerle yorumlanmasına sebep olmuştur. Bu sebeple Rousseau anlaşılması güç bir düşünür olmuştur. Kendisini hep halktan birisi olarak görmüş, halktan kişiler arasında daha rahat etmiştir.
Rousseau, doğru bir siyasal toplumun temellerini ortaya koyabilmek için olguların bir yana bırakılması gerektiğini belirtir. Çünkü ona göre salt olgulardan hareket edildiğinde, çıkarlar, yararlar ön plana yerleştirilmekte ve böylece adalet, hukuk ayaklar altına alınmaktadır. Rousseau, güçlünün haklı kabul edildiği, siyasal toplumun kökenine olguları yerleştiren, olgusal verileri ve kuramları eleştirmektedir. Yurttaşı, ortak benliği, halkı, devleti yaratan bir toplum sözleşmesini ve bu sözleşmeye toplumdaki her bireyin dahil olması gerektiğini savunur. Halk olmanın temelinde egemenliğin var olması gerektiğini düşünür. Yasaların olmadığı bir yerde devletten söz edilemeyeceğini savunmuştur. Yasaların, halkın tümü için geçerli olması gerektiğini düşünmektedir.
Halk sayısı arttıkça, yönetici sayısının azalması gerektiğini savunan Rousseau, demokrasi, aristokrasi, monarşi şeklindeki sınıflandırmayı benimsemiştir. Rousseau'ya göre demokrasi biçimindeki hükümette yönetici, halkın tamamı ya da büyük bir kısmıdır. Aristokrasi biçimiyse küçük bir azınlığın yönetimidir. Monarşik hükümette ise yönetme yetkisi tek bir kişidedir.
Rousseau'ya göre yurttaşlar olmadan erdem, erdem olmadan özgürlük, özgürlük olmadan devlet olamaz. Ayrıca devletin temelinde dinin de olması gerektiğini savunur. Rousseau; devletin iktidara değil, halka ait olduğunu savunmuş ve ulus-devlet anlayışını benimsemiştir.
Jean-Jacques Rousseau Kitapları - Eserleri
- İtiraflar 2.Cilt
- İtiraflar 1. Cilt
- Toplum Sözleşmesi
- İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı
- Bilimler ve Sanatlar Üstüne Söylev
- Dillerin Kökeni Üstüne Deneme
- Yalnız Gezenin Düşleri
- Émile
- Siyasal Fragmanlar
- İçimizde Gezinen Sessizlik
- Yeni Heloise (2 Cilt Takım)
- Ekonomi Politik
- 6 Kitabile Rousseau
- Narsist
- Anayasa Projeleri
- Neden Mutsuzdur İnsan?
- Dağdan Yazılmış Mektuplar
- Siyasal Gövde
- Kırdan Mektuplar Dağdan Mektuplar
- Bir Yalnız Gezerin Düşleri
Jean-Jacques Rousseau Alıntıları - Sözleri
- senli benli konuşmalarını dinlemek zorunda kalmam, beni rahatsız etmeye başladı. (Yalnız Gezenin Düşleri)
- Tüm bilgeliğimiz kölece önyargılara bağlılıktan ibaret; tüm alışkılarımız yalnızca bağımlılık, sıkıntı ve baskı. Uygar insan kölelik içinde doğar, yaşar ve ölür. Doğuşunda bir kundak içinde dirilir; öldüğünde bir tabutun içinde çivilenir; insan şeklini koruduğu sürece, kurumlarımız tarafından zincirlenir. -- (Émile)
- Soyluluğu dikkat çekmeyen güzel kadın yüzünü süslemekten hoşlanır. (Narsist)
- Tanrının bende gördüğü akıl ve hikmet üstünlüğü sadece benim bilmediğimi bilmediğimden emin oluşumdur.” (Bilimler ve Sanatlar Üstüne Söylev)
- Ah, gerçek aşkı duymakta bu kadar geciktim ama gönlüm ve duyularım aşka bu gecikmenin cezasını bol bol ödediler. Paylaşılmayan bir sevgi bile insanı bu hale getirirse, ya bizi seven bir sevgilinin yanında duyacağımız heyecanlar ne olmalı acaba? (İtiraflar 2.Cilt)
- Nesnelerin resmedilmesi vahşi halklara, sözcüklerin ve önermelerin işaretlerle gösterilmesi barbar halklara, alfabe de uygarlaşmış halklara uygundur. (Dillerin Kökeni Üstüne Deneme)
- Ey hırslı önderler! Bir çoban da köpeklerini ve sürülerini pekala idare eder, ama yine de insanlar arasında en aşağıdadır. Buyruk vermek güzel şeyse de, ancak itaat edenler buyruk vereni onurlandırdığı takdirde öyledir: Öyleyse yurttaşlarınıza saygılı olun, siz de saygıdeğer olursunuz; özgürlüğe saygılı olun, gücünüz, iktidarınız, günden güne artacaktır; haklarınızı aşmayın, çok geçmeden sınırsız olduklarını göreceksiniz. (Ekonomi Politik)
- Temkinli olmaya ağırlık verdikçe şans ıskalanır. (Siyasal Gövde)
- Çökmekte olan bir devlette suçların çokluğu cezasız kalmalarına yol açar. (Toplum Sözleşmesi)
- ..kaba güç bir hak yaratmaz.. (Toplum Sözleşmesi)
- İlk köleleri köle yapan kaba güçse, onları kölelikte tutan korkaklıkları olmuştur. (Toplum Sözleşmesi)
- o, yüreğimde, her zaman güvenebileceğim saflığını korudu. (Yalnız Gezenin Düşleri)
- Kendimi sevmemek, yaşamımı daraltmak, sınırlamak olur. (Yalnız Gezenin Düşleri)
- Uzlaşımın dili sadece insana aittir. (Dillerin Kökeni Üstüne Deneme)
- Yeryüzünde benim için her şey bitti. Artık bana burada ne iyilik edebilirler, ne de kötülük. (Yalnız Gezenin Düşleri)
- Bitkiler tarımla, insanlar eğitimle yetiştirilir. (Émile)
- Sağlam yapılı bir devlette insanlar öyle eşittir ki ,kimse daha bilgili,hatta daha becerikli olduğu için ötekine yeğlenmez ,olsa olsa en iyisi olduğu için yeğlenir. (Narsist)
- Ne zaman ki ilkelerime göre davranmam, işte o zaman düşüncelerimden ve ilkelerimden dolayı beni suçlamak haksız olmaz (Narsist)
- Quaestor Cato'nun dürüstlüğün dikkatleri çekmesi ve bir imparatorun(Galba) da yetenekli bir şarkıcıyı bir kaç altınla ödüllendirirken bu paranın devlet hazinesinden değil kendi aile servetinden geldiğini belirtmek ihtiyacını duyması Roma için son derece onur kırıcı birer olaydır. Fakat Galba'lar bile nadirken Cato'ları nerede arayacağız? Kötü huy ve davranış onursuzluk nedeni olmaktan bir kez çıkınca, iyi niyetlerine emanet edilmiş kamu gelirlerine dokunmaktan kaçınacak ve çok geçmeden kendi boş ve rezil savurganlıkları ile devletin şanını yüceltmeyi ve kendi iktidarlarını yayma yollarıyla devletin gücünü arttırma çarelerini birbirine karıştırma görünümü içinde, bunları harcamayı adeta kendine görev saymayacak kadar ilkeli yöneticiler bulabilir miyiz acaba? (Ekonomi Politik)
- Hor görülen bilgisizliğin yerine tehlikeli bir inançsızlık gelecek. (Bilimler ve Sanatlar Üstüne Söylev)