diorex
Dedas

Din ve Allah - Doğu Perinçek Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Din ve Allah kimin eseri? Din ve Allah kitabının yazarı kimdir? Din ve Allah konusu ve anafikri nedir? Din ve Allah kitabı ne anlatıyor? Din ve Allah PDF indirme linki var mı? Din ve Allah kitabının yazarı Doğu Perinçek kimdir? İşte Din ve Allah kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 10.12.2022 14:00
Din ve Allah - Doğu Perinçek Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Doğu Perinçek

Yayın Evi: Kaynak Yayınları

İSBN: 9789753430753

Sayfa Sayısı: 448

Din ve Allah Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Doğu Perinçek, Kemalist Devrim'in din ve Allah felsefesini araştırıyor. Elinizdeki kitap Cumhuriyet Devrimi ideolojisinin, din nedir, Allah nedir sorularına verdiği cevapları, İslamiyete bakış açısını ve laiklik anlayışını inceliyor. Atatürk'ün din, Allah ve İslamiyet konusundaki görüşleri kendi el yazılarıyla saptanıyor. Dahası, Atatürk'ün bu görüşlerinin Cumhuriyet Dönemi'nin resmi yayınlarına ve ders kitaplarına nasıl yansıdığı belirleniyor. Bugüne kadar Kemalist Devrim üzerine çok yazılmış çizilmiş, ancak din ve Allah konusuna hiç girilmemiştir. Doğu Perinçek, Kemalizmin kendi tarihini yazamayacağı bakış açısıyla gizlenenbu belgeleri ve kaynakları gün ışığına çıkarıyor. Ayrıca bu çalışma, Kemalist Devrim'in laiklik anlayışını, toplumsal süreçteki rolünü tartışarak incelemekte, eleştirmekte ve yeni bir tahlil getirmektedir.

Din ve Allah Alıntıları - Sözleri

  • Oysa ovaları anlatabilmek için, dağlara çıkmak gerekir.
  • Atatürk, Kelime-i Şehadet'e karşı tavrını ,kendi dünya görüşüne uygun bir seçenek belirlemeye kadar götürmüştür. 1935 yılında şöyle demektedir: "Bu dünyadan göçerek Türk milletine veda edeceklerin çocuklarına, kendinden sonra yaşayacaklara son sözü şu olmalıdır: 'Benim Türk milletine, Türk Cumhuriyetine, Türklüğün geleceğine ait görevlerim bitmemiştir, siz onları tamamlayacaksınız. Siz de sizden sonrakilere benim sözümü tekrar ediniz.' ...Bunu her Türk bir parola gibi kendinden sonrakilere tekrar etmekle son nefesini verecektir."
  • Laiklik incelemeleri, felsefî boyuta ulaşamayınca, tarihsel gerçekten kopuyorlar...
  • Türkiye'de Kemalist Devrim mirasına dayanmak, yalnız siyasal alanda değil, bilimsel alanda da ileri atılımların şartıdır.
  • İnsan özgürlüğünü doğadan sonra ikinci sınırı getiren, sınıf hâkimiyetidir...

Din ve Allah İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Mustafa Kemal'in el yazıları: Devamlı Atatürk hakkında yazılanları okuyup dururuz da, neden hiç kimse Atatürk'ün kendi kalemini/yazdıklarını okumaz??? Beni çok üzen ve şoke eden bir kitaptı. Atatürk'ün ateist olduğunu zaten biliyordum ancak onun bu kadar katı bir pozitivist/materyalist olduğuna kitaptaki kendisinin orijinal el yazmalarıyla şahit oldum. Atatürk'ün 1925'e kadarki birçok icraatlarına imzamızı atarız hepimiz. Tarikatları kapatması, hatta halifeliği kaldırması dahil. Çünkü kaldırmasaydı hilafet batının baskısı altında oyuncak hale gelecek ve şerefi kalmayacaktı. Doğruya doğru. Ancak onun özellikle 1931'den sonraki yaptığı uygulamaları tam bir facia. 1931-1939 yılları arası devlet okullarında milletimizin Müslüman çocuklarına derslerde açık bir ateizm pozitivizm eğitimi okutuluyor. Kitapları bizzat Atatürk'ün kendisi hazırlıyor ve içerisindeki ifadeler kan dondurucu. Yüzbinlerce adet devlet matbaalarında basılıp okullarda çocuklara okutuluyor: -Arap oğlu Muhammetin yaveleri (kuran). -İkra bismi rabbike safsatası (kuran) -Muhammet büyük bir arap filozofuydu, düşünce ve fikirlerini vahiy diye etrafındakilere inandırdı. -Allah fikrini binlerce yıl önce insanlar yarattı. -Kabe tavla zarına benzeyen bir yapı. + -Bütün dinler denizin dibini boylasın istiyorum. -Gökten indiği sanılan kitaplar. Vs vs. Daha neler neler... Anladığım kadarıyla gençlik yıllarında Atatürk özellikle harbiye öğrencisiyken, Selanik merkezli ittihatçıların yönlendirmesiyle eline geçen ''müsteşrik'' kitapları okuyarak kendisinde bu fikriyat hasıl olmuş. İslamdan adeta nefret etmiş. Ayrıca dönemin Osmanlısındaki tarikat vs çevrelerin cahil uygulamaları yüzünden ve ileriki yıllarda arap cephelerinde edindiği araplara karşı içinde oluşan iğrenti onun katı bir materyalist haline gelmesine sebep olmuş. Atatürk'ün Kuran'ı Kerim'i Türkçeye çevirtme sebebi de; M. Luther'in yaptığı gibi, anadilinden okuyan insanların kendisi gibi Kuran'ın safsata olduğunu anlayacaklarını düşünmüş ve buna o kadar inanmış ki, en alim hoca olan Elmalılı Hamdi Yazır'a yaptırmış bu çeviriyi.(Avrupadaki Protestan reform hareketinin sonuçlarından biliyoruz ki Luther incili halk dili olan Almancaya çevirmesinden sonra 2 yüzyıl içerisinde insanlar incilin çelişki ve mantıksızlığı karşısında hızlı bir materyalizme/ateizme yönelmişlerdi, oysa Kuran, incil gibi tahrif edilmemiş olduğundan bizim insanlarımız islamdan kopmadılar) Ve Kur'an meali yazma görevini ilk olarak Mehmet Akif Ersoy'un aldığını, ama onun Atatürk'ün bu niyetini öğrenince meali yarım bırakıp Mısır'a kaçtığını da unutmayalım. Zaten Elmalılı hoca da aynı şekilde Atatürk'ün niyetini farkedince bir uyanıklık yaparak Kur'an meali değil, Kur'an türkçe tefsiri yazdı :) Sonuç olarak Atatürk, istediği gibi ateist bir türk halkı elde edemese de, günümüze kadar sürecek bir "Laik-Müslüman" kavgasını kucağımıza bırakmış oldu diyebiliriz. Yaşamı boyunca 10 binin üzerinde kitap okumuş ve bunun etkisiyle başarılı bir asker ve devlet adamı olduğu aşikar. Ancak ne kadar doğru bir sözdür ki ağaç yaşken eğiliyor. Kişinin karakter oluşumunda çevrenin etkisi inkar edilemez. Yazık çok yazık. Keşke son on yılında ateist bir nesil yetiştirmeye çalışmasaydı ve memleketimizde islamı iptal etmeseydi Atatürk. İslamın pratiğini/hukukunu iptal etti ve İslamı devlet baskısıyla sadece "namaz ve oruç" kavramlarına indirgetti. Oysa islam demek "adalet" demekti. Ve Kur'anın da %90'ı hep ahlak ve adalet vurgusundan oluşuyordu. Bir düşünsenize, hergün okula gönderdiğiniz küçük çocuğunuza devletin müfredatıyla Allah'ın, Kur'anın, peygamberin uydurma olduğu öğretiliyor, o tazecik masum gönüller böyle bir din karşıtı eğitimle yoğuruluyor. O uygulamadan sonra gelen nesillerin hali nice olur? Olan olmuş da zaten, bugün ülkemizde hala İslamdan alenen nefret eden bir kesimin o günki eğitimden geçenlerin torunları olduğu açık ve net. Çok üzücü gerçekten.. Ama herşeye rağmen o bizim Atatürk'ümüz, bizim insanımız. Memleketimizin Avrupa bilimini yakalaması için gayreti inkar edilemez. Ve askeri mücadelesi de olmasaydı, bugün Anadolu'da Sivas ve Eskişehir arasına sıkışmış batı mandası, Lübnan gibi küçük bir ülkecikten ibaret olurduk. Umarım son nefesinde en azından imanlı gitmiştir. Doğu Perinçek'i ise sevmem, fikirlerini de doğru bulmam. Ancak sırf Atatürk'ün orijinal el yazmalarını içeriyor diye aldım bu kitabını. İyiki de almışım. Ayrıca bu kitapta Perinçek'in paylaştığı el yazıları sadece çok küçük bir kısım. Sonuçta 58 yıl ömür süren ve ülkeyi yöneten bir insanın mektupları, telgrafları, notları, emirlerinden oluşan devasa bir külliyatı olur değil mi? Biraz daha araştırarak bu el yazılarını devlet müsaadesiyle yayınlayan başka kitaplara da ulaşabilirsiniz. Sonuç olarak onun el yazılarına kronolojik olarak okumaya başlarsanız, başından beri hiç inanmadığını, ancak taa Çanakkale cephesindeki "ben size savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum" sözünden, Balıkesir camiindeki verdiği cuma hutbesine kadar tüm dînî hareketlerini aslında milleti direnişe sevketmek için ortaya koyan bir Atatürk gerçeğiyle karşılacaksınız. "Bende herkes gibi Müslüman görünüp insanlarımızın dini duygularını tazyik etmeseydim böyle ağır bir işgalden kurtulmamız mümkün değildi" mealinde birkaç cümlesini de okumuştum onun. Elbette herkesin inancı kendini bağlar. Ancak cumhuriyetin kuruluşundan sonraki dine dair halk ve gençler üzerindeki uygulamaları çok üzücü. DİKKAT: Kitapta islama karşı çok ağır ithamlar içeriyor. Dini bilgisi sağlam olmayanlar kitabı dikkatli okumalı ve ağırına giden, anlam veremediği satırları bir İlahiyatçıya danışmalı. Okurken sayfa kenarlarını reddiyelerle doldururken, ben bile yer yer zorlandığımı söyleyebilirim. Not: Perinçek'in kitabını bu kadar uzun tutma sebebi, o Chp'yi Atatürk'e ihanet etmekle suçluyor. Çünkü 1939'da bizzat Chp alelacele Atatürk'ün tüm bu el yazılarını sansürlemiş ve milletten gizlemiş ki sonraki nesiller Atatürk'ten nefret etmesin. Bu yüzden günümüzde hala çoğu vatandaş onun bu uygulamalarından bihaber. Ancak artık devlet arşivlerinin açılıp yasakların kalkmasıyla, Perinçek gibi isteyen herkes Atatürk'ün el yazılarına ulaşabilir ve okuyabilir. Lütfen artık yazar/kadir-misiroglu gibi ona haketmediği derecede iftira atan, yahutta yazar/yilmaz-ozdil gibi onu hatasız bir insan olarak yücelten yobaz ve din karşıtlarının Atatürk hakkındaki kitaplarını bırakıp, bizzat Atatürk'ün kendisini okuyunuz. Okuyun ki son 100 yıldır memleketimizdeki kavgayı daha iyi anlayın. Artık daha fazla insanlarımız ölmesin, milletimiz bölünüp birbirinden nefret etmesin. Yoksa bu cahil kavgalarımız bizi öyle bir hale getirecek ki, sonumuz araplardan bin beter olacak... *Benim bu incelememi de, Atatürk hakkında başkaları tarafından yazılan her satırı da çöpe atın, sadece ama sadece Atatürk'ün kendi yazdıklarını okuyun. Doğrusuyla yanlışıyla onun bütün iç dünyasına ve duygularına apaçık bir şekilde şahit olurken, siz de benim gibi yer yer sevinip, yer yer hüzünleneceksiniz.. (Mehmet cT)

ATATÜRK ATEİST MİYDİ: Bir insanın kendine karşı en büyük ödevi hakikati keşfetmektir. (gonderi/73093133) __________ En hoşlanmadığım hususların başında aklımla dalga geçildiği hissi yaşamak veya başka bir ifadeyle aldatılmışlık hissi yaşamak gelir. Bu hissi en çok yaşadığım hususların başındaysa Atatürk’ün şahsının ve onun icraatlerinin din ve laiklikle ilgili kısımlarının gizem bulutu arkasına saklanması veya kasıtlı/kasıtsız çarpıtılarak aktarılması gelir. Çünkü onun bu konudaki sözlerinin, yaptığı işlerin geçtiği ilk elden kaynaklara ulaşmak deveye hendek atlatmaktan daha zor olabiliyor. Eğer internet olmasa katiyen bu kaynaklara ulaşamayız. Böyle olunca onu sevenler başka sevmeyenler başka iddialarda bulunuyor ve her iki tarafta aslında gerçeği değil de kendi gerçeklerini yaratmaya çalışıyorlar. Örneğin, bir tarihçi defalarca basılan kitabında ve çıktığı televizyon programlarında Atatürk’ün, ordusuyla Filistin’e inerim dediği iddiasını ballandıra ballandıra dile getirebiliyor. Bu iddianın kaynağı olarak verdiği Hakimiyeti Milliye gazetesiyse iddianın geçtiği 1937 yılında yok! Sanırım üç yıl önce Ulus adını alıyor ancak bu gazetenin de o sene içinde hiçbir yayınında yine bu iddia yok. Ayrıca bu konu hakkında İçişleri bakanı Şükrü Kaya’nın falanca tarihinde Cumhurbaşkanına durumu haber ettiğini söylüyor lakin yine verdiği belgeye göre falanca tarihte değil, ondan birkaç ay öncesinde haber ettiği geçiyor ama Cumhurbaşkanına değil, Başbakanlığa haber ettiği görülüyor. Son olarak Atatürk’ün içinde tüm Hristiyan dünyasına adeta “adam ol, akıllı ol” tarzında verdiği bir demeci de yok. Olduğu rivayet edilmiş ve bu haber ta Hindistan’da bir gazetede de çıkmış. Bu tarz ortalıkta bir sürü haber, iddia dolaşır. Bunu Atatürkçü isimler çok yapıyor, bence amaçları halkın Atatürk’ü sevmesini veya ondan dini konulardan dolayı soğumamalarını sağlamak istemeleridir. Bir başka nedense buna kendilerini de inandırmaları olabilir. Ama şunu unutmamalılar ki, yalanların üzerine bina olunan sevgi ve saygı darmaduman olmaya mahkumdur. Eminim ki “gerçekleri Perinçek gibi bir adamdan mı öğreneceğiz” diyenleriniz oluyordur. Sizi anlıyorum, zira ben de kendisine güvenemediğim için yararlandığı kaynakları buldum ve bizzat kontrol ettim. Bu kaynakların başında şunlar geliyor: Türk Tarihinin Ana Hatları (Devlet Matbaası-1930), Atatürk döneminde liselerde okutulan Tarih kitapları (Devlet Matbaası-1931), Medeni Bilgiler Kitabı, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri. İkincil kaynaklar da dönemin hükümeti içinde önemli mevkilerde olan isimlerin Meclis’te veya birtakım çalışmalardaki beyanları. Bunlardan birisi örneğin; dönemin Samsun vekili Ruşeni Beyin (Barkur) Atatürk’e sunduğu ve Atatürk’ün de kenarlarına “Aferin” ve “Alkışlar” şeklinde notlar düştüğü ‘Din Yok Milliyet Var’ yazısıdır. Yazının alt başlığı “Benim dinim benim Türklüğümdür”, yanına “Aferin” notu düşülen son cümlesiyse “Ve türk olmak kadar ‘DİN’ mi var”. Bu yazı Kenan Evren tarafından “insanların inancını bozar” gerekçesiyle kilit altına alınıyor. Ayrıca kitap, yaklaşık 400 sayfa ama bunun yarısı ise kaynak ve Atatürk’ün kendi el yazmalarıdır. Bu el yazmalarının birinde Atatürk, bizzat Mısır’da tek tanrı inancının nasıl doğduğunu anlatır: "Masum ve cahil insanları, yüzlerce allaha taptırmak veya allahları muayyen gruplarda toplamak ve en nihayet bir allah kabul ettirmek, siyasetin doğurduğu neticelerdir."( gonderi/87566643 ve Türk Tarihinin Ana Hatları, s.220 ve Atatürk’ün elyazması: https://hizliresim.com/r8KIbt , daha fazla elyazmaları da Perinçek’in kitabının arkasında bulunuyor) Bunu şundan belirtiyorum: yazara bakıp ön yargıya kapılarak kitap hakkında okumadan yargıda bulunmayalım. Hatta bu tutum, genel bir ilkemiz olmalıdır. Bu arada ben, bahsettiğim tarihçinin yanlış bulduğum bir yönünü örnek vererek başladım yazıma lakin bu, onun eserlerini hiç okumayacağım manasına gelmiyor. Sadece okurken daha dikkatli olurum. __________ Yalanın faydası bir kere içindir, gerçeğin ise sonsuzdur. DENİS DİDEROT __________ Perinçek, Kemalist Devrimin iki dönemi olduğunu ifade etmiş. Bunlardan ilki, 1919-1924 arasındaki siyasal devrimdir. Bu dönem temel sorun: milli egemenliği hakim kılmak olmuştur. Bunun için dinsel ideolojinin temeli olan egemenlik kaynağının Allah olduğu savının çürütülmesi gerekiyordu. Sonuçta, Allah iktidardan uzaklaştırılmış oldu. Ayrıca bu dönemde M.Kemal, yer yer Allah, Muhammed gibi konularda olumlu beyanlarda bulunur. İkinci dönem ise 3 Mart 1924 Halifeliğin kaldırılmasıyla başlayan ideolojik hesaplaşma dönemidir. Siyasal devrimin her zaman toplumu dönüştürmeyi beraberinde getirdiğini ifade eden Perinçek, Kemalizm’in din, Allah, laiklik gibi konularındaki felsefe ve pratiğinin 1924 öncesine bakılarak anlaşılamayacağını söyler. Zira 1929-30’larda tarih üzerine araştırmalar yoğunlaşır. Atatürk’ün de el yazılarının ve yazdırdıklarının önemli bir kısmının dinler tarihi ve İslamiyet üzerine olduğu ifade edilmiştir. Türk Tarihinin Ana Hatları’nın hemen girişinde iki temel amaç belirtiliyor. İlki milli bir tarih yazmaktır. İkinci amacı direkt kitabın kendisinden alıntılıyorum: “İkinci bir maksadımız da kainatın teşekkülüne, beşerin zuhuruna ve beşer hayatının tarihi devirlerden evvelki mazisine dair, yakın zamanlara kadar itibarda bulunmuş yanlış telakkilerin önüne geçmektir. Yahudilerin mukaddes saydıkları efsanelerden çıkan bu efsanelerden çıkan bu telakkiler membaların tenkidi ile ve son zamanların ilmi keşifleriyle artık tamamen kıymetini kaybetmiştir. Tenkidi tarihe ve tabii ilimlere dayanılarak kurulan faraziyeler elbette Sifrittekvin’in haberlerinden daha ilmidir…”(s.2) Böylelikle dolaylı yoldan Kuran’ın evren ve insanın yaratılış anlatımlarını çürütüp yerine dönemin biliminin anlatımlarını koyma süreci başlar. Bunun arkasında ise sadece bilimsel konular değil, her alanda dinin yani İslam’ın hakimiyetini kırmak ve onu bireylerin vicdanına hapsetmek bulunur. Bu durum, Atatürk ve arkadaşlarının zihin yapılarını şekillendiren kişi, düşünce, dönem ve olaylara bakılırsa gayet anlaşılır bir durumdur. Onlar, Aydınlanma döneminin düşünürlerinden etkilenmişlerdir; zira Atatürk’ün kitaplığında bunların kitapları önemli bir yer teşkil eder. Örneğin: Montesquie’nin insan aklını “tek insanlık yasası” olarak görmesi, yasaların kaynağının din olamayacağı ve biricik kaynağın insanların ihtiyaçları olabileceği, bu ihtiyaçları ise belirleyen tek etkenin insanın aklı olduğu fikirleri Kemalizmin en temel kabullerinden olmuştur. Rousseau’nun hürriyetçi ve milli egemenlikçi fikirler kabul edilmiştir. Voltaire, D’Holbach, Feuerbach, Diderot gibi isimler de diğer önemli etkilenilen kişilerdir. Bunlardan Holbach, Atatürk’ü çok etkilemiş gözüküyor. Holbach, Hristiyanlığı eleştirmekle yetinmemiş, doğayı yaratan bir varlığı da kabul etmemiştir. Holbach için tanrı kavramı, ilkel insanların doğa olayları karşısında duyduğu korku ve cehaletten doğmuştur. Yani “dinin kökeni, çoğunluğun korkusu ve azınlığın yalanıdır,”(s.107). İnsanın ortaya çıkışı gibi bilimsel konularda Darwin’in kuramı etkili olmuş ve ders kitaplarına geçmiştir. Atatürk, kimi yerlerde “Tanrısızlığın İlmihali” adıyla anılan Jean Meslier’in Aklıselim kitabını ve Caetani’nin İslam tarihi ansiklopedisini Türkçeye çevirttirmiştir. Fransız İhtilali’ni ve ondan doğan fikirleri son derece önemli bulmuş ve bunu da dile getirmiştir: “Devrimlerin en önemlisi, en feyizlisi ve en doğurganıdır.” __________ Gerçeği her zaman savun, anlayan olmasa bile vicdanına karşı hesap vermekten kurtulursun. HG WELLS __________ Kemalizm’e göre din toplumsal bir konudur. Uzak geçmişte insanlar doğaya karşı kendilerini son derece savunmasız bulmuşlar, bunun sonucunda her şeyden korkmuşlardır. Anlam veremedikleri doğa olaylarını doğa üstü bir baba figürüne nispet etmişlerdir. Bu da aslında aile veya kabiledeki reisten duyulan korkunun tezahürü olmuştur. Topluluk halinde yaşamanın olmazsa olmazı düzeni sağlamak adına da bundan faydalanılmış, zaman içinde birtakım kurallar yaratılmış ve nihayetinde tüm bunlara kutsallık atfedilerek adına din denilmiştir. Aynı zamanda Atatürk’ün ifadesiyle "Din daima siyaset aracı, menfaat aracı, istibdat aracı yapıldı. Bu hal Osmanlı tarihinde böyle idi. Abbasiler Emeviler zamanında böyle idi."(Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, ll, s. 146.) Bununla birlikte dini, bireysel özgürlüğü engelleyen güçlü bir etken olarak görmüşlerdir. Din, egemenliği bir monarka Tanrının verdiğini dikta eder ve sadece bunula kalmaz; toplumu hiyerarşik olarak düzenler. İnsanların 7/24 nasıl davranacaklarını kati suretle belirler. Özgür düşünceye, sorgulamaya ve araştırmaya kısıtlamalar getirir. Tüm bunların sonucunda birey diye bir şey söz konusu olamaz, insan ancak ait olduğu zümreyle bir varlık bulabilir. Ancak Atatürk ve arkadaşları, Fransız Devriminin temel dayanaklarından olan bireyin özgürlüğü ve doğal hak kavramına gönülden bağlılardır. O halde, dinin buna koyduğu engeller yıkılmalıdır. Atatürk, Medeni Bilgiler kitabının Hürriyet bölümünü kendisi yazmıştır; ben Toplumsal Dönüşüm Yayınlarının 2010 tarihli 2. Baskısından Hürriyetin Tarihsel Gelişimi başlıklı bölümden konuyla alakalı bazı parafları alıntılamak istiyorum, dilerseniz siz de bizzat kaynağından bakabilirsiniz: “İlkel insan gruplarında, ata korkusu ve sonunda, büyük kabile ve kavimlerde, ata korkusu yerine geçen Allah korkusu, insanların kafalarında ve hareketlerinde hesapsız yasaklar yaratmıştır … İnsan, öncelikle tabiatın esiri idi; sonra, buna, gökyüzünden kuvvet ve yetki alan bazı adamlara esir olmak eklendi, insan toplulukları büyüdükçe ve devlet haline geldikçe, bireyler üzerindeki ağırlık o kadar çoğaldı. Devletin başında bulunan adamın hakkı, kayıtsız, şartsız kesin bir kudret olarak kabul ediliyordu … Doğanın, her şeyden büyük ve her şey olduğu anlaşıldıkça doğanın çocuğu olan insan kendinin de büyüklüğünü ve onurunu anlamaya başladı. İşte, insanlar, bu anlayış derecesine yükseldikten sonradır ki “doğanın, insanda yarattığı bütün yetenekler, çalışmalarını serbest olarak yapmayı ve serbest olarak geliştirmeyi gerekli kılar; bu gereklilik doğaldır; doğanın verdiği haktır ”, düşüncesine ulaştılar … Bireysel haklar görüşü, tabii hak düşüncesi, Allahlık sıfatı düşüncesi temelinden gökyüzünden koparılarak yeryüzüne indirildikten sonra, meydana çıkabilmiştir.” Bunların aslında doğal sonucu da diyebileceğimiz dine karşı durulmasının diğer etkense milliyetçiliktir. Bilindiği üzere Osmanlıyı kurtarabilmek adına birtakım fikir akımları kullanılmış lakin başarılı olunamayıp Türkçülük akımının da etkili olduğu Kurtuluş Savaşı’yla yeni Türk devleti kurulmuştur. Devrimin kadrosu yeni ulus yaratımında mihenk noktası olarak da milliyetçiliği belirlemişlerdir haliyle. Din ise mevcut milyonlarca Müslüman alemin bulunduğu esaretten de anlaşılacağı üzere faydasız bulunmuş ve aynı zamanda tarih boyu Türklerin milli hislerini körelten ve giderek Araplaşmalarına neden olan bir unsur olarak görülmüştür. Zaten Türklerle İslam devletinin ilk karşılaşmaları sonucunda çokça kan akmış, Arapların yağmaları ve talanları hüküm sürmüş, Türklere zorla İslam’ı kabul ettirmeye çalışmışlar lakin Türklerin İslam’a kitle halinde girişleri, Türk komutanlarının İslam’da söz sahibi olmalarından sonra olmuştur. Nasıl Araplar, Türklerin İslam üzerindeki egemenliğinin sonucunda İslam’da gerilemenin başladığını düşünüyorlarsa, Türkler de tam tersini düşünüyorlar; devrimin kadroları ise uygarlığı Türklerin sağladığını ve İslam uğruna dört bir yanda Türk’ün evlatlarının kanlarını heba ettiklerini düşünüyorlardır. Sonuç olarak artık Türk milletinin mihenk noktasını din değil, milli his ve milliyetçilik belirleyecektir. Atatürk, Medeni Bilgiler kitabında şunları söyler: "Türkler arapların dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi. Arap dinini kabul ettikten sonra, bu din, ne arapların, ne aynı dinde bulunan acemlerin ve ne de mısırlıların vesairenin türklerle birleşüp bir millet teşkil etmelerine hiçbir etki yapmadı. Bilakis türk milletinin milli bağlarını gevşetti; milli hislerini, milli heyecanını uyuşturdu. Bu pek tabii idi…”(gonderi/87543561) Yine devamında Medeni Bilgiler’de şunları der: “Türk milleti, milli' hissi; dini hisle değil, fakat insani hisle yan yana düşünmekten zevk alır. Vicdanında, milli hissin yanında, insani hissin şerefli yerini daima muhafaza etmekle iftihar eder.” Atatürk, verdiği demeçlerde “Türk yalnız tabiatı takdis eder,” der, buna gazetecinin Goethe’nin tabiatı tanrı olarak görmesi fikrini belirtmesine ise karşı çıkarak "Ben bu muammayı kabul edemem, takdise layık ancak insan toplumunun reisi olan kimsedir,” der. Öte yandan A.Comte ve H.G.Wells’ten de etkilenen Atatürk, insanlığa duyduğu güveni sık sık dile getirir. Bununla birlikte Kemalist devrim, dinin toplum üzerindeki etkisini kırmaya da çalışır. Çünkü ancak bu şekilde ağanın kölesi, kulu durumundaki insanlar özgürleşecek ve birey olabileceklerdir. Bu insanlar daha sonra işçi sınıfını oluşturacaklardır. Çünkü Atatürk devrimi de Fransız devrimi gibi burjuva merkezlidir. Çağını yakalamaya çalışır ve çağ da budur. Bu esnada dikkat çekici bir noktayı dipnot olarak eklemeliyim: İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, "Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun"un görüşmeleri sırasında Meclis kürsüsünden hükümet adına aynen şunları söyler: "Dinler işlerini bitirmiş, vazifeleri tükenmiş, yeniden uzviyet ve hayatiyet bulamayan müesseselerdir.” Bu sözler mecliste alkışlanır. Şimdi olsa sanırım adamı döve döve kürsüden indirirler. (TBMM Zabıt Ceridesi. Dönem 4c. 24. i: 11, 3.12.1934, s.77). Kemalizm’in Allah kavramı ve onunla ilgili hususlara bakışını inceleyelim. Atatürk’ün talimatıyla ve gözetimiyle yazılan Türk Tarihinin Ana Hatları kitabının girişinde belirtilen amaçlarını yukarıda alıntılamıştım. Buna bir örnek: gonderi/87666426 Sonra, insanın yaratılmadığı, onun doğanın çocuğu olduğu belirtilir. Bunlara temel olarak dönemim bilimsel gerçekleri alınmıştır. Yani eskilerin yaratılış efsaneleri yerini devrimin kitaplarında, bilimsel gerçeklere bırakmaktadır: gonderi/87667718 Şunu ise bizzat Atatürk yazmıştır: “Her halde, hayatın her hangi bir tabiat harici bir amilin müdahalesi olmaksızın, dünya üzerinde tabii ve zaruri bir kimya ve fizik seyri neticesi olduğunu kabul etmek lazımdır.”(gonderi/87669400) Aynı kitapta dönemin evrimsel bilgilerine dayanılarak insanın oluşumu açıklanır ve benzer şeyleri Atatürk de demeçlerinde söyler: gonderi/87676676 Yine Atatürk şunları söyler: "Doğa insanları türetti; onları kendine taptırdı da. Ancak insanların dünyada yaşayabilmeleri için, onların doğaya egemenliğini şart kıldı. Doğaya egemen olmasını bilmeyen yaratıklar, varlıklarını koruyamamışlardır. Doğa, onları kendi unsurları içinde ezmekten, boğmaktan, yok etmekten ve ettirmekten cuda çekinmemiştir.” (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, Il, s. 279.) ve "İnsanlar, sürfeler gibi sulardan çıktılar en önce ... ilk atamız balıktır. İşler daha ilerledikçe insanlar, primat zümresinden türediler. Biz maymunlarız; düşüncelerimiz insandır."( Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk Tarih ve Dil Kurumları, Türk Dil Kurumu Yayını .. Ankara 1954, s. 53. İnsanın oluşumunun Darwinci tezle açıklanması konusunda bir başka örnek için bkz. Felsefe Kurumu Seminerleri, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1977, s. 231 vd.) Atatürk ve Kemalistlerin aslında insanın oluşumu gibi konulardaki fikirleri şu cümle özetlenir ki bunu da Atatürk demiş, sonrasında da insanın mutlak özgür olmadığını, çünkü tabiatın da kanunlara tabi olduğunu belirtmiştir: “Hürriyet insanın düşündüğünü ve dilediğini başka birinin hiçbir etki ve karışması olmaksızın kesin olarak yapabilmesidir. Bu tanım Hürriyet kelimesinin en geniş anlamıdır. İnsanlar bu anlamda Hürriyete hiçtir zaman sahip olmamışlardır ve olamazlar. Çünkü bilinir ki İNSAN TABİATIN YARATILMIŞIDIR. Tabiatın kendisi dahi kesin hür değildir, evrenin (kâinatın) kanunlarına tabidir.”(Medeni Bilgiler kitabının yukarıdaki baskısı, s.29) Ve Atatürk din konusunda yukarıda da alıntıladığım şu sözüyle net bir şekilde noktayı koyar: "Masum ve cahil insanları, yüzlerce allaha taptırmak veya allahları muayyen gruplarda toplamak ve en nihayet bir allah kabul ettirmek, siyasetin doğurduğu neticelerdir." Din konusunda Atatürk ve Kemalizm’in spesifik manada fikirleri nelerdir, yani İslam konusunda, bakalım: Atatürk, Lise Tarih kitabının "İlk vahiy" bölümünü bizzat söyleyerek yazdırmıştır. Atatürk, şu gerçekleri saptamaktadır: - Kur'an sureleri gökten indirilmemiştir. - Bu süreler Muhammed'in beyanlarıdır, yani Muhammed'e ait sözlerdir. - Kur'an süreleri, Muhammed'in uzun bir dönem süren dinsel düşüncelerinin ürünüdür. Kendisinde vahiy ve ilham düşüncesi yıllarca düşündükten sonra doğmuştur. - Muhammed, çalışıp, incelemeler yaptıktan sonra surelere edebi bir şekil vermiştir. - Peygamber ayetleri "lüzum ve ihtiyaçlara göre" kararlaştırıyordu. - Muhammed, şiddetli bir heyecana uğramıştı, kendisini tahrik eden içsel etkenin tabiatın üstünde bir varlık olduğu kanısındaydı.[5] (gonderi/87576959) Aslında bu alıntının yorum kısmında 1931 basım Lise Tarih-2 kitabından ilgili kısmın tamamını paylaşmıştım. Yine de bazı parafları alıntılamak istiyorum: “Muhammed’in koyduğu esasların toplu olduğu kitaba Kuran denir … Muhammet birdenbire Allah’ın Resulüyüm diyerek ortaya çıkmamıştır. O, Arapların ahlak ve adetlerinin pek fena ve pek iptidai ve ıslaha muhtaç olduğunu anlamış, bunları ıslah için tenha yerlere çekilerek senelerce düşünmüş ve yıllarca tefekkürden sonra kendisinde vahiy ve ilham fikri doğmuştur … Kuranın içindekiler başlıca üç bahiste mütalea olunabilir … Hukuki hükümler zaman ve mekan içinde içtimai heyetlerin uğradıkları değişikliklere göre değişe geldiğinden on dört asır evvelki zaman ve mekanın ihtiyacına göre lüzumlu ve kafi görülmüş olan esaslar yerine bugün birçok mütenevvi kanunlar ve usuller konulmak zarureti görülmüştür. Bunlar dahi ebedi olmayıp zamanla değişmeğe mahkumdurlar. Tarihe ait malumata gelince: yeni fenler sayesinde meydana çıkarılan hakikatler en yakın tarih bilgilerini bile temellerinden sarsmaktadır…” Gerek almadığım yerlerde gerekse de Medeni Bilgiler’de daha önce alıntıladığım kısımlardan Atatürk’ün, İslam’ı Arapların dini olarak gördüğü rahatlıkla görülebilir. Ayrıca vahiy diye bir şeyin olmadığı, bunları Muhammed’in toplumunda gördüğü aksaklıklar üzerine uzun uzun düşünmesi sonucunda kendisinin ürettiği ortaya koyulmuş olur. Nitekim, din Kemalistler için toplumsal bir vakadır. Yine Lise Tarih-2 kitabından bir paraf alıntılayalım: “Kabe bidayette mahalli bir mabet iken Mekke ahalisi burasını bir milli mabet derecesine yükseltmişlerdi. Mekkeliler Arapları kendi mabetlerine celbedebilmek için Arap Yarımadasının muhtelif yerlerinde mabut tanılan 360 putu Kabede yerleştirmişlerdi. Kabenin kutsiyetini yahudi an'anelerine de raptetmişlerdi. Bu uydurmalara göre İbrahim, karısı Hacer ile oğlu İsmaili buraya getirmişti; Zemzem de onlar için fışkırmıştı; İbrahim, oğlu İsmail ile birlikte Kabeyi bina etmişlerdi. Cebrail kendilerine o zaman beyaz ve mücella olan Haceriesvedi getirmişti; bu taş seradan günahkarların ellerini sürmelerinden dolayı kararmıştı. Bunların hepsi, bittabi, sonradan uydurulmuş masallardır.”(s.85) Tüm bunları destekleyici olacak sözleri ise Atatürk hayatının sonlarında Meclis kürsüsünden 1 Kasım 1937’deki konuşmasında beyan etmiştir: “Fakat bu prensipler gökten indirildiği sanılan kitapların dogmalarıyla asla bir tutulmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.” Belki de Atatürk’ün dinde en çok karşı olduğu husus kaderciliktir. Bu konuyla ilgili paraf: “Atatürk, yabancı bir gazetecinin "kaza ve kader" meselesini sorması üzerine, "bu iki kelimenin arapça olduğunu ve Türkleri ilgilendirmediğini" söyler. Arkasından insanın talihinin kendi elinde olduğunu açıklar. Bunun için, uygulanması mümkün işlere düşünerek ve irdeleyerek başlamak, fırsatları büyük bir azimle değerlendirmek ve akla uygun bir yol izlemek gerektiğini belirtir.” (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, III, s. 86.) Ahiret konusundaki paraf: “Medeni Bilgiler kitabına konması amacıyla kendi eliyle yazdığı notlarda, dini düşünceyi, " ... fani dünyaya kıymet verdirmediği" için eleştirir. Din, insanlara "sefaletler, zaruretler, felaketler his olunmaya başlayınca, asıl, hakiki mutluluğa öldükten sonra ahirette kavuşacağı" vaadinde bulunmaktadır; "feci manzara karşısında kalanlara, kendilerinden evvel ölenlerin, ahiretteki mutluluklarını düşünerek veya bir an evvel ölüm dileyerek ahiret hayatına kavuşmayı telkin etmektedir." Oysa, "millet uyandığı zaman, ... acı hakikati görmektedir."[30: Medeni Bilgiler, s. 367 vd. Afet İnan'ın yayımladığı kitabın sonundaki el yazıları bölümünde yer alan bu açıklamalar. Medeni Bilgiler kitabının 1929 ve 1932 baskılarında bulunmuyor.] Ayrıca ilgili bölümü beğenmeyip bizzat kendisinin kaleme aldığı ve nihai sözlerini iki kez daha alıntılamış olduğum Türk Tarihinin Ana Hatları’nın Mısır tarihi kısmında Atatürk, hem ahiretin hem de tek tanrı inancının doğuşunun nasıl olduğunu burada anlatır: “Mısırlılar, zamanla, ruhun ebediyeti hakkında şu fikre saptılar: her ölünün ruhu, Allah Osiris riyasetinde bir mahkeme huzurunda, muhakeme edilir; ruh tartılır; eğer fena amellerle yüklü ise mahvedilir; mahvedilecek kadar günahları çok değilse hayatında yaptığını itirafa mecburdu. Ruh, irtikâp etmediği fena işleri sayacaktı. Meselâ, evvelâ diyecekti ki "öldürmedim, mabutlara karşı vazifelerimde kusur etmedim., v.s Sonra da iyi işlere geçerek," açlara ekmek verdim, susuzlara su verdim, çıplaklara elbise verdim... v.s. diyecekti. Temiz olduğu sabit olan ruh, ebediyete kabul edilir ve serin, kokulu pir havada yaşar ve allahın sofrasında yemek yerdi. Ahiret, yahut hesap günü , mizan, sırat köprüsü, cehennem, cennet telâkkilerinin Mısırda uyanması böyle olmuştu.”(s.222) Ayrıca Mısır’da oldukça fazla tanrının sayısının zamanla üçe indirildiği ve bu üçlü tanrının Hristiyanlıktaki teslis inancını oluşturduğunu da yazar. Genel bir değerlendirme yapacak olursam: Atatürk, Fransız Devriminin ortaya çıkardığı fikirlerden, Aydınlanmacı düşünürlerden, Hristiyanlığı ve tanrı inancını sıkı şekilde eleştiren eski din adamları ve düşünürlerden, Caetani’nin İslam tarihi ansiklopedisinden ve benzeri unsurlardan etkilenmiş ve kendi dünya görüşünü oluşturmuştur. Öyle ki, henüz Çanakkale Savaşları sırasında yabancı bir bayan arkadaşına yazdığı mektuplarda dahi askerlerin inançlarının savaştaki faydasına değinirken aynı zamanda bunlardan kendisi inanıyor gibi bahsetmez. Harbiye’de okurken kendilerini zorla namaza kaldırdıklarından okuldan arkadaşı bahsetmiştir. Doğduğu, büyüdüğü muhit Osmanlı’nın Avrupa’ya açılan kapısı olup her fikir ve inançtan insanlar bulunmuştur. İlk mekteplerinden birisi dönemine göre oldukça modern egitim veren bir okuldur ve ileride de o dönem en iyi eğitimin verildiği askeriyede bulunmuştur. Bununla birlikte Şam’da görev yaparak Anadolu dışındaki İslam’ı da görmüştür. Gençliğinden beri devrimci olan Atatürk, nihayetinde fırsatını bulmuş; önce Kurtuluş Savaşı’na önderlik ederek halkını bağımsızlığa taşımış, ardından zihnindeki devrimleri yapabilmek için mutlak siyasi gücü eline geçirmiş ve aralıksız devrimlere başlamıştır. Bunu yaparken karşısında asırlar boyunca iyi kötü hükmetmiş bir ideoloji bulunuyordu. Bu ideoloji dinseldi, özelde de İslam’dı. Öncelikle 1924’e kadar İslam’ı bilime ve akla uydurmaya çalışmış lakin yaşanan olaylardan sonra bunun mümkün olmadığını anlayınca bundan vazgeçmiştir. Aynı zamanda dönemin modernist İslamcı isimlerini de okumuş ve bunların kitaplarına, onlara inanmadığını belli eden hatta kızan notlar düşmüştür. Aklı ve buna bağlı olarak bilimi her şeyin temeline alan Atatürk, nitekim manevi miras olarak hiçbir dogma bırakmadığını ifade etmiş ve hayatta en hakiki yol gösterenin bilim olduğunu belirtmiştir. Halifeliğin kaldırılması adeta dönüm noktası olmuş ve tepki de çekmiştir. Zira bir sene sonra birçok önemli silah arkadaşı, dine saygılı ibaresi adı altında bir parti kurmuşlar ve kısa sürede bu partiye gericiler dolmaya başlamıştır. Şeyh Sait isyanı sonucunda parti de kapatılmış, akabinde Atatürk’e suikast düzenlenmiş, bundan sonra da partinin kurucu isimleri tamamen tasfiye edilmiştir. Belki de devrimlerin arasında en önemlilerinden Medeni Kanun kabul edilmiştir. Bu kanun aynı zamanda İslam’ı, toplumsal hayatın dışına itmek ve hareket alanını daraltmak yönünde büyük bir adım olur. Çünkü bu adımla kadınlar erkeklerle eşit haklar almış ve kadınların özgürlük alanı genişlemiştir. İslam için bu, öldürücü darbedir. Öyle ki dönemin Adalet bakanı bu kanunun çıkarılması sırasında şunları söylemiştir: gonderi/87659117 Laikliği getiren Atatürk, laikliği sadece din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması olarak algılayamayıp, din ile dünya işlerinin birbirinden ayrılması olarak niteler ki normali de budur. Laiklik bir uzlaşmadır: din dünyevi işlerden uzak olacak, asıl gayesi olduğunu iddia ettiği uhrevi boyutla ilgilenecek ve din bireyin vicdanında yer alan bir şey olacaktır. Bundan dolayı, din fikirleri, vicdanda kaldığı sürece özgürdür. İnanca, inançsızlığa ve ibadetlere karışılmaz, gericiliğe müsamaha gösterilmez. Dini bireyin vicdanına bırakmayan ve bireyi kabul etmeyen tarikat, tekke gibi oluşumlarla mücadele edilir. Çünkü gaye, çağdaşlaşmak ve milli hakimiyetin yerleşimidir. Öte yandan tarih boyunca da laiklik halkın prangalarını kırmasının mücadelesi olmuştur. Yunancada laos sözcüğü, ruhbandan olmayan halkı tanımlar. Yani halka ait olandır. Batı dillerinde seculaire kelimesinin kökü çağ yani çağdaşlaşmadır. Bunlar için ise tarihin her devrinde, dinle ve onun adamları olan ruhban sınıfıyla mücadele gerekmiştir. Yani laiklik, dinsel ideolojiden kopuşu ifade eder. Siyasi boyutunda feodaliteye karşı mücadele bulunur. Burjuva feodalizmi yıkmak için öncelikle feodal beylerin yetkeyi tanrıdan aldıkları inancının yerine yetkenin milli hakimiyet olduğu inancını yerleştirmek için mücadele etmişlerdir. Aynı zamanda tanrının hakim olduğu yerde insanın özgürlüğü söz konusu değildir. Tanrının hakimiyeti demek de din adamları ile kralın hakimiyeti demektir. İlerleyen zamanlarda bilimin de dinle mücadele ederek ortaya koyduğu verilerin, dinsel mutlak doğru olduğu kabul edilen dogmaları çürütmesiyle din büyük yara alarak geriler. Dinin bulguları sonucu her şeye kadir tanrı inancı sorgulanır hale gelir ve tabular yıkılır. Sonuçta laikliğin özeti, ilahiyatın dünyadan kovulmasıdır. Ancak gerek Avrupa’da gerekse de Türkiye’de burjuva, laiklikle egemenliği ele geçirince bu gidişata dur demiştir. Çünkü aksi takdirde halk daha da uyanacak bu sefer kendileri için ayaklanacaklardır. Bunu da burjuva istemez. O halde kovulan dini geri çağırırlar. Haliyle devlette din olmaz, ama topluma din boca edilir. Böylelikle burjuvalar yeni tanrılar olur, toplum da kulluğa devam ederler. Atatürk’ün ölümünün ardından bu işlemler bir bir atılmaya başlanır. Zira bu bilgileri aktardığım onun emri ve gözetimiyle basılan ve okutulan kitaplar apar topar kaldırılır. Dine tavizler verilir sürekli, sonra bu sefer de halk Atatürk’ten soğumasın diye onun sözleri sansürlenir. Halen de öyle, bu kitapların yeni basımları olmaz ve bunun gibi işler… Atatürk, “Kara taassub seni parçalamaya bile kalksa, başını vereceksin fakat eğilmeyeceksin,” demiş ama adam ölür ölmez etrafındaki birçok insan taassubun içine atlamış. Atatürk de tarihe geçmiş pek çok lider gibi yalnız bir insanmış kısacası. 21. yy’ın ilk çeyreği bitti ama onun hem madden hem de manen özgürleştirdiği halkının bir kısmı onu hiç anlamayarak ona düşman olmakta, bir kısmı ona değer vermenin temel ölçütü olarak, onun ancak Müslüman hatta dindar olması veya onun din hakkında açık sözlerini ordaonudemekistemiyorculuğa tabi tutup yine dine uyumlu kılmak olarak belirliyor. Ama ikinci kesim farkında değil ki, şu an ordaonudemekistemiyorculuk yapabiliyorsa bunu yapabilmeyi, Atatürk’e ve onun aralıksız devrimlerine borçludur. Eğer devrimler olmasa bunu yapamazdınız, örnek istiyorsanız, daha geçenlerde Pakistan’da sırf tanrıya inanmıyor veya tanrıya sözüm ona hakaret ediyor diye birini idam ettiler. Bundan dolayı, tarihe ve bilhassa kendi tarihimize duygusallığı, hassasiyeti bir kenara koyup aklı, sağduyuyu ve bilimi baz alarak objektif şekilde yaklaşalım. __________ Dünyaca bilinmektedir ki, bizim devlet yönetimimizdeki ana programımız, Cumhuriyet Halk Partisi programıdır. Bunun kapsadığı prensipler, yönetimde ve politikada bizi aydınlatıcı ana çizgilerdir. Fakat bu prensipleri, gökten indiği sanılan kitapların doğmalarıyla asla bir tutmamalıdır. Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya yaşamdan almış bulunuyoruz. 1 Kasım 1937- TBMM / ATATÜRK __________ EK: gonderi/87975735 EK: gonderi/60905701 İyi okumalar. (Kaan)

Cumhuriyet Devrimi ideolojisinin doğal olarak Atatürk'ün din ve Allah olgularına bakışının belgelerle anlatıldığı bir kitap. Belge arası not okudum diyebilirim. (Birgül Özdemir)

Din ve Allah PDF indirme linki var mı?

Doğu Perinçek - Din ve Allah kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Din ve Allah PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Doğu Perinçek Kimdir?

17 Haziran 1942 tarihinde Gaziantep'te doğdu. Sadık ve Lebibe Perinçek'in oğlu. Erzincan'ın Kemaliye ilçesi Abçağa köyünden PTT Memuru Cemal Perinçek ile Rahime Perinçek'in ve Malatya'nın Gerimteri köyünden öğretmen İbrahim Olcaytu ile Tunceli Pertek'li Firuze Olcaytu'nun torunları.

İlk çocukluk yıllarını babasının yedek subaylık ve yargıçlık görevleri nedeniyle Gaziantep, Antakya ve Diyarbakır'da geçirdi. Beş yaşından sonra Ankara'da büyüdü.

Ankara Sarar İlkokulu, Atatürk Lisesi ve Bahçelievler Deneme Lisesi'nde ilk ve orta öğrenim gördü. Üniversite yıllarında, 1962 ve 1963'te toplam 10 ay Almanya'da işçilik yaptı ve Almanca öğrendi. Haziran 1964 : Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi ve Kamu Hukuku (Devlet Teorisi ve Kamu Hürriyetleri) kürsüsüne asistan olarak girdi.

Mart 1968 : Hukuk doktoru. Doktora tezinin konusu ve ilk kitabı, Türkiye'de Siyasi Partilerin İç Düzeni ve Yasaklanması Rejimi'dir.

1964 yılında dünya görüşü olarak sosyalizimi benimsedi.

1967 yılında Dönüşüm dergisi Yazı Kurulu Üyesi ve Başyazarı. Almanya'da Türk Toplumcular Ocağı kurucusu ve ilk Genel Başkanı. Türkiye İşçi Partisi (TİP) üyesi ve Bilim Kurulu Üyesi, Güvenlik Komitesi Başkanı, TİP içindeki Devrimci Muhalefet hareketinin önderlerindendir.

Mart 1968 : Fikir Kulüpleri Federasyonu (Dev-Genç Genel Başkanı). 1968 yılında Türkiye tarihinin en kitlesel ve güçlü gençlik hareketleri sırasında, 29 Nisan 1968 hareketinde, Haziran üniversite işgallerinde gençlik hareketinin "resmi" ve "fiili" önderidir.

Kasım 1968 : Arkadaşlarıyla birlikte Aydınlık dergisini kurdu ve yayınlamaya başladı.

Temmuz 1969 : 50 bin baskı ve satışlı İşçi-Köylü gazetesinin kurucusu ve başyazarı oldu.

21 Mayıs 1969 : Arkadaşlarıyla birlikte yasadışı Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi'ni (TİİKP) kurdu. 12 Mart 1971 asker" darbesinden sonra arandı. Şehirlerde ve Söke yakınlarında Beşparmak dağlarında mücadeleye devam eti. Mayıs 1972'de Ankara'da yakalandı. TCK 141. maddeden iki ayrı davada, Hapishanede isyana önderlik iddiasıyla ve mahkemeye hakaretten dört ayrı davada yargılandı. 20 yıl hapis cezasına hükmedildi. 1974 Temmuz'unda genel afla serbest oldu.

1975 başında sıkıyönetime karşı çıktığı için yeniden arandı. Üç yıl mücadelesini yeraltında sürdürdü. Haftalık Aydınlık ve Halkın Sesi'nde, aylık Aydınlık'ta başyazıları yayınlandı.

28 Ocak1978 : Aydınlık davasının aklanmayla sonuçlanması üzerine Türkiye İşçi Köylü Partisi'nin yasal kuruluşuna önderlik etti ve ilk Genel Başkanı oldu.

20 Mart 1978 : Günlük Aydınlık gazetesinin kuruluşuna ve yayınına önderlik etti, başyazar oldu.

12 Eylül 1980 darbesinden sonra tutuklandı, önce 12 yıla, sonra 8 yıla mahkum edildi. 1985 Martında serbest kaldı.

Ocak 1987 : Haftalık 2000'e Doğru dergisinin yayınlanmasına önderlik etti. Genel Yayın Yönetmeni ve Başyazarı oldu.

10 Nisan 1990 : "Sansür Sürgün Kararnamesi"nin çıkarılmasıyla hakkında tutuklama kararı verildi. Temmuz'da teslim oldu, Diyarbakır Cezaevi'nde üç ay tutuklu kaldı.

1991 yılında TCK 141. maddesinin kaldırılmasıyla siyasal haklarına kavuştu ve Temmuz ayında Sosyalist Parti 2. Büyük Kongresi'nde Genel Başkanlığına seçildi.

Temmuz 1992'de Sosyalist Parti'nin Anayasa Mahkemesince kapatılması üzerine kurulan İşçi Partisi'ne Genel Başkan seçildi.

1998 yılı Eylül ayının 24. günü, gözaltına alındı. PKK'ya silah ve para yardımı yapmakla" suçlandı. Ancak Perinçek hakkında 1991 seçimlerinde TRT'de yapılan Liderler Açık Oturumu'nda yaptığı konuşma nedeniyle Terörle Mücadele Yasası 8. maddeye dayanılarak verilen 14 ay hapis cezası infaz edildi. Perinçek, 8 Ağustos 1999'a kadar 10 ay 10 gün Haymana Cezaevi'nde kaldı.

Daha sonra çıkan basın suçlarını erteleyen yasayla yeniden siyasi haklarına kavuştu ve 19 Ekim 1999 günü toplanan İşçi Partisi Olağanüstü Kongresi'nde genel başkan seçildi.

Doğu Perinçek, iyi Almanca ve orta derecede İngilizce biliyor.

Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu, gazeteci Şule Perinçek ile evli. Dört çocuğu var: Zeynep Perinçek (ODTÜ Endüstri Tasarım mezunu, 1970 doğumlu), Kiraz Perinçek (Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü mezunu, 1976 doğumlu), Mehmet Perinçek (Hukuk Fakültesi son sınıf öğrencisi, 1978 doğumlu), Sadık Can Perinçek (1994 doğumlu).

Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alındı. 10 Mart 2014 tarihinde serbest bırakıldı.

Doğu Perinçek Kitapları - Eserleri

  • Arkadaşım Deniz Gezmiş
  • Bilimsel Sosyalizm ve Bilim
  • Din ve Allah
  • Kemalizmin Felsefesi ve Kaynakları
  • Türkiye Solu ve PKK
  • Abdullah Öcalan ile Görüşmeler
  • Lenin Stalin Mao’nun Türkiye Yazıları
  • Altı Ok
  • Eşcinsellik ve Yabancılaşma
  • Kadın Kitabı
  • Hz.Muhammed-Silahlı Peygamberin Medeniyet Devrimi
  • Toprak Ağalığı ve Kürt Sorunu
  • Parti ve Sanat
  • Gladyo ve Ergenekon
  • ÖDP'nin Kimliği
  • Teorik Çerçeve
  • Asya Çağının Öncüleri
  • Mafyokrasi
  • Fetö Darbesi
  • Karen Fogg'un E-Postalları
  • Stalin'den Gorbaçov'a
  • Birinci Dünya Savaşı ve Türk Devrimi
  • Atatürk'ün CHP Program ve Tüzükleri
  • Üretim Devrimi
  • Orta Asya Uygarlığı
  • Aydın ve Kültür
  • Çiller Özel Örgütü
  • Tayyip Erdoğan'ın Yüce Divan Dosyası
  • Bozkurt Efsaneleri ve Gerçek
  • Ermeni Sorununda Strateji ve Siyaset
  • Ergenekon Savunması
  • Og'dan Oğur'a
  • Kurtuluş Savaşı'nda Kürt Politikası
  • Kemalist Devrim
  • Kurtuluş Savaşı ve Lozan
  • Bir Devlet Operasyonu
  • Osmanlı'dan Bugüne Toplum ve Devlet
  • ABD Yol Ayrımında
  • Kemalist Devrim 1 - Tarihsel ve Sınıfsal Karakteri
  • 28 Şubat ve Ordu
  • Türkiye’nin Anayasa Birikimi
  • Faşizm Halkın Mücadelesini Durduramaz
  • Türk Sorunu
  • Sahte Tkp'nin Revizyonist Programının Eleştirisi
  • Türk Ordusu'nda Strateji Sorunu
  • Anarşinin Kaynağı ve Devrimci Siyaset
  • Gönül Defteri
  • Kıbrıs Meselesi

Doğu Perinçek Alıntıları - Sözleri

  • Aman eylem yapmasınlar, bizi asmak için bahane arıyorlar. (Arkadaşım Deniz Gezmiş)
  • Türk Komünizmi ile Rus Bolşevikliğinin farkı: “Türkiya’da komünizm, milletin ruhundan gelen yakıcı, yıkıcı, kırıcı ve dökücü bir ihtilal ile gerçekleşecek değildir. (…) Türkiya’yı, komünizmin halk kitleleri için muhakkak surette hayırkâr olan geleceğine götürmek isteyenler, Bolşevizm derecesinde seri ve ateşli bir inkılap için ne Rusya’daki tarzda bir doğuş ve hazırlayış ne de onda böyle kuvvetli bir silah görmüyorlar. Aynı zamanda esasen yukarı tabakadan idare edilmek lazım gelen bu hareket, yüksekten gelen bir mutlakıyet idaresinin Rusya’da bulunduğu gibi şiddetli ve inatçı bir mukavemetine de tesadüf etmiyor. Dolayısıyla Rusya’da Bolşevizmin kullandığı inkılap usullerini burada tatbik etmek istemek kadar inkılapçılıktan haberdar olmayış tasavvur edilemez. Bolşevizm inkılabı bütün Komünizm hareketleri için bir örnek, bir model değil, pek kıymetli, pek canlı, pek muazzam bir rehberdir. Bu rehberden istifade etmeyi, onun gösterdiği yollardan gitmeyi ne kadar candan arzu edersek, onun usullerini şekil itibariyle aynen taklit etmekten de o derece sakınırız." (Kemalizmin Felsefesi ve Kaynakları)
  • "Bu etken, emperyalist grupların Türkiye'yi parçalama ve onun devlet varlığına son verme girişimleriydi. Müslüman halklar arasında devlet olarak daha gelişmiş bir ülke olan Türkiye, böyle bir duruma boyun eğemezdi; mücadele bayrağını kaldırdı ve emperyalizme karşı Doğu halklarını çevresinde topladı." - Stalin 10 Mart 1921 "Milli Meselede Partinin İlk Görevleri Üzerine Rapor", Eserler, c.5, s. 32. (Lenin Stalin Mao’nun Türkiye Yazıları)
  • Atatürk, Kelime-i Şehadet'e karşı tavrını ,kendi dünya görüşüne uygun bir seçenek belirlemeye kadar götürmüştür. 1935 yılında şöyle demektedir: "Bu dünyadan göçerek Türk milletine veda edeceklerin çocuklarına, kendinden sonra yaşayacaklara son sözü şu olmalıdır: 'Benim Türk milletine, Türk Cumhuriyetine, Türklüğün geleceğine ait görevlerim bitmemiştir, siz onları tamamlayacaksınız. Siz de sizden sonrakilere benim sözümü tekrar ediniz.' ...Bunu her Türk bir parola gibi kendinden sonrakilere tekrar etmekle son nefesini verecektir." (Din ve Allah)
  • “… Kemal hükümetinin kişiliğinde, bütün diğer sömürgeleri ve yarı sömürgeleri etrafında toplayan devrimci bir çekirdeğimiz var.” J.Stalin, 28 Şubat 1921’de Moskova İşçi Köylü Delegeleri Sovyet’inde yaptığı konuşma (Lenin Stalin Mao’nun Türkiye Yazıları)
  • Mazlumlar dünyasında, içteki milliyet sorunlarını şiddete dayanarak çözmeye yönelenler, kendilerini kaçınılmaz olarak emperyalizmin kucağında bulurlar. Şiddet eylemlerine hangi ideoloji ve programla başlanırsa başlansın, bu bir tunç yasadır. (Türkiye Solu ve PKK)
  • Sovyetler birliği olmasaydı... Türkiye, Boğazlar’ın yeniden askerileştirilmesi istemini uluslararası bir konferansa getiremeyecekti (Kemalist Devrim)
  • Beş kıtanın beşinde de Mustafa Kemal büyük bir devrimci olarak değerlendirilir. Şeyh Sait ve Seyit Rıza'lar ise her yerde feodal birer şeyhtir ve gericiliğin temsilcisi olarak görülür. (Kurtuluş Savaşı'nda Kürt Politikası)
  • Özetleyecek olursak TİKKO'ya göre, Kurtuluş Savaşı, anti-emperyalist bir savaş değildir. Kurtuluş Savaşı'nın önderi komprador burjuvazidir. Kurtuluş Savaşı gericiler arasında bir savaştır, bir Türk-Yunan savaşıdır. Sovyetler, gericiler arasındaki çelişmeden ustalıkla yararlandı. Emperyalistler, Kemalistlerle anlaşıp Yunanlıları yenik düşürdü. Halk yığınları, sınıf düşmanları menfaati uğruna zorla cepheye sürüldü, kanını ve canını vermeye zorladı Türkiye'nin Kurtuluş Savaşı emperyalistlere umut ve cesaret verdi. (Teorik Çerçeve)
  • Kemalist devrimciler, İslâmın bir ideoloji olarak Türk toplumunun özel mülkiyete, hukuka, devlete, özet olarak uygarlığa geçiş sürecinde oynadığı rolü kavramamışlardır. (Kemalist Devrim)
  • Ağanın, beyin, aşiret reisinin mezra denilen arazisinde birer in tarzında yaptırmış olduğu kulübeye -maraba- adıyla sığınır; her gün oradan kovulma tehlikesi, her an ağanın bir darbesine uğramak endişesi içinde pek sınırlı olan tarlasını eker ve bir iki keçi besler. Bütün mal varlığı, altına serdiği bir çul, kırık bir testi ve birkaç odun parçasıdır. Kursağına yufkadan ve katıktan başka bir şey girmez. Üstü başı lime limedir. Çıplak, aç ve son derece hırslıdır. (Toprak Ağalığı ve Kürt Sorunu)
  • Bazı milliyetçi tarihçiler,milletin tarihselliğini unutarak,Göktürk Yazıtları'ndaki bodun kavramını bugünkü Türkçeye millet diye çevirmişlerdir.Oysa bodun, millet değildir, bir bağımlılık ilişkisini belirtir. (Orta Asya Uygarlığı)
  • Kanunî Sultan Süleyman’ın saltanatı sırasında, Kabız-i Acemî, İsa’nın Muhammed peygambere tercih edilmesi gerektiği görüşüyle ve diğer bazı iddialarla ortaya çıkıyor. Divan’a getiriliyor. Gösterdiği kanıtları Kadı-asker efendiler çürütemeyince, serbest kalıyor. Yargılamayı kafes arkasından dinleyen Padişahın müdahalesi üzerine ertesi gün tekrar yargılanıyor ve İstanbul Kadısının hükmüyle idam ediliyor. (Aydın ve Kültür)
  • Bir üretim fazlasının ortaya çıkması ve bu sayede bazı insanların üretime katılmadan beslenebilmesi, felsefe, bilim ve sanatın da koşullarını yaratmıştır. İnsanlık, derin ve sistemli düşünmeyi, üretim fazlasına, boş zamana ve sınıflaşmaya borçludur. (Aydın ve Kültür)
  • Toprak reformu ilk kez Parti Programı'na girmiştir. 1925 Şeyh Sait ve 1930 Ağrı isyanları'ndan alınan derslerin burada etkili olduğu saptanabilir. 9 "Çiftçiyi toprak sahibi yapmak" başlığını taşıyan 34. Madde şöyledir: "Her Türk çiftçisini yeter toprak sahibi etmek, Parti'nizin ana gayelerinden biridir. Topraksız çiftçiye toprak dağıtmak için özgü istimlak kanunları çıkarmak lüzumludur." (Atatürk'ün CHP Program ve Tüzükleri)
  • Bugün Türkiye’de demokrasinin inşasının önündeki mesele, Orta Çağ’ın bütün kalıntılarını köyden ve kentten, toplumumuzun her alanından söküp atmaktır. (Kemalist Devrim 1 - Tarihsel ve Sınıfsal Karakteri)
  • Eşitlikçi kabile toplumunun hayatını yansıtan Türk efsanelerinde eşcinsel ilişkilerin izlerine rastlanmaz. Fahişelik ve eşcinsel ilişkiler Eski Türkler arasında kıyamet belirtisi olarak kabul edilmektedir. (Eşcinsellik ve Yabancılaşma)
  • Atatürk’e saygı, aslında Kurtuluş Savaşını yaparak ve daha sonra birçok yeniliği benimseyerek Atatürk’ü yaratan Türkiye halklarına saygıdır. (Kemalist Devrim 1 - Tarihsel ve Sınıfsal Karakteri)
  • Stalin, Nazi saldırısına karşı savaşla Sovyet halkına şöyle sesleni­yordu: . "Yürüttüğümüz savaş, kurtuluş savaşıdır, haklı bir savaştır. Bu savaşta ulu atalarımız Aleksandır Nevski, Dimitri Donakoy, Kuzman Minin, Dimitri Pojarski, Aleksandır Suvorov, Mihail Kutuzov'un, yiğitlik örnekleri sizi şahlandırsın! " Stalin'in ismini saydığı bu kahramanların bazıları, eski feodal Slav prensleri ve Çarlık mareşalleridir. Ama hepsinin ortak yanı, yabancı istilaya karşı anavatanı savunmak için savaşmış olmalarıdır. (Teorik Çerçeve)
  • ABD, 1980'li yılların başlarında Suriye'de İhvanı Müslimin (Müslüman Kardeşler) örgütünü kullanarak terör eylemleri ve ayaklanmalar kışkırttı. 1983'te binlerce insan öldü. Bu tertiplerde ne acıdır ki, Türkiye yönetimi ve gizli servisleri kullanıldı. Evren ve Özal'lar, İlerici Esad yönetimine karşı gerici terörü desteklediler. Bunun üzerine Suriye yönetimi, PKK'ya kamp, para, silah ve örgütlenme olanakları sağladı. (Abdullah Öcalan ile Görüşmeler)

Yorum Yaz