tatlidede

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu - Peyami Safa Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu kimin eseri? Dokuzuncu Hariciye Koğuşu kitabının yazarı kimdir? Dokuzuncu Hariciye Koğuşu konusu ve anafikri nedir? Dokuzuncu Hariciye Koğuşu kitabı ne anlatıyor? Dokuzuncu Hariciye Koğuşu kitabının yazarı Peyami Safa kimdir? İşte Dokuzuncu Hariciye Koğuşu kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
  • 12.02.2022 17:47
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu - Peyami Safa Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Peyami Safa

Yayın Evi: Ötüken Neşriyat

İSBN: 9789754370485

Sayfa Sayısı: 112

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Peyami Safa'nın şaheserlerinden Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Türk edebiyatında "insan ruhunun derinliklerinde ve labi-rentlerinde dolaşan ilk roman" olması ve hasta bir insanı ve onun psikolojisini ele alması bakımından önemli bir yere sahiptir. Birçok araştırmacı ve yazar tarafından Türk edebiyatında bir ilk kabul edilen Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Tanpınar dediği gibi, "acının ve ıstırabın yegâne kitabı" olarak hem kemiyet hem de keyfiyet bakımından başka hiçbir eser olmasa da Türk romanının var olduğuna delil gösterilebilecek kudrette bir eserdir. Romanın genç kahramanı, ayağındaki rahatsızlıktan kurtulabilmek için sayısız doktora görünür ve en nihayetinde havadar bir ortamda, stresten uzak bir istirahat dönemi geçirmesi gerektiğine ikna edilir. Ancak, gerek akrabaları olan bir Paşa'nın Erenköyü'ndeki köşkünde misafir kaldığı dönemde, gerekse kendi evi ve hastaneye gidiş gelişlerinde şuurunu adeta bir facia atmosferinde yoğurur. Peyami Safa'nın çocukluk ve gençlik dönemlerinden fazlasıyla izler taşıyan roman, hem umudu ve umutsuzluğu, hem de sevinci ve felaketi aynı sayfalara sığdırabilmiş olması bakımından insanın eşsiz bir tarifini sunuyor.

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu Alıntıları - Sözleri

  • Herkes yalandan nefret eder ve yalan söyler.
  • Yalan bana suçların en ağırı gibi geliyordu; ve bir yalan söylendiği zaman insanların değil, eşyanın bile bunu nasıl tahammül ettiğine şaşıyordum.
  • İçimde hep ne olduklarını bilmediğim gizli ve meçhul ümitlere sarılmıştım; onlar olmasa bir saniye nefes alamazdım.
  • Hâlbuki mesele çok basit: İnsan hastalanır ve ölür.
  • Daha büyük acılara hazırlanıyordum.
  • -Allah rahatlık versin. ~Size de efendim. - Bana da mı? Ümit etmiyorum.
  • Bütün bu ev, bütün bu insanlar bana yabancı geliyordu.
  • Bu odada bir şey var, mühim bir şey.
  • Çabuk uyumak, kaybolmak istiyorum.
  • Az ümit edip çok elde etmek hayatın hakikî sırrıdır.
  • Daha büyük acılara hazırlanıyordum.
  • Büyük bir hastalık geçirmeyenler, her şeyi anladıklarını iddia edemezler.
  • İçimde hep ne olduklarını bilmediğim gizli ve meçhul ümitlere sarılmıştım; onlar olmasa bir saniye nefes alamazdım.
  • “Hani senin o güzel kelimelerin, çılgınlıkların, şarkıların, davetlileri kahkahalara boğan şakaların?„

Dokuzuncu Hariciye Koğuşu İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Kitabı okuduktan sonra Peyami Safa adına derin bir üzüntü duydum. Çünkü psikolojik tahlil dediğimiz şey bundan daha iyi yapılabilir mi bilmiyorum. Çünkü hemen hemen her cümle için “bu cümle böyle de söylenebiliyor muymuş vay be!” dedirten bir kitap okudum. Çünkü şimdiye kadar en çok alıntı yaptığım kitap bu kitaptı sanırım hatta bir ara tüm kitabı siteye kopyalamaktan korktum. Peyami Safa adına derin bir üzüntü duydum çünkü siyasi görüşü nedeniyle geri planda bırakılmış, gereken değer verilmemiş bir usta yazar olduğunu gördüm. Keşke sanatçıyı kişiden bağımsız kılarak sadece sanat yönünden değerlendirsek. Ama yapamayız. Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, genç yaşta yakalandığı ve tüm hayatını etkilediği hastalığı olan bir gencin çektiği acıları ve yalnızlığını, yaşadığı aşk acısı ile harmanlayarak psikolojik tahlil ve enfes betimlemelerle ele almış olduğu bir yapıttır, diyebilirim. Hastane sahnelerdeki betimlemeler ve genç hastanın psikolojisinin aktarımı o kadar olağanüstü ki hastanenin kokusunu duyarak çektiği acıyı ta içinizde hissediyorsunuz. Peyami Safa bu eseri eski kadim dostu Nazım Hikmet Ran'a ithaf etmiş. Ve kitabın arkasında da bulunan Nazım Hikmet'in kitap ile ilgili düşünceleri şöyledir; "Ben Peyami'nin bu son romanını üç defa okudum, otuz defa daha okuyabilirim ve okuyacağım. Bu kitabın karşısında ben, yıldızlı göklerin sonsuzluğuna bakanve k layetenahi (sonsuz) alemde yeni pırıltılar, o zamana kadar hiçbir gözün görmediği acayip, fakat hakiki alemler keşfeden müneccimin hayranlığını duymaktayım. Eğer ıstırabı, azabı ve nefleyi coşkun bir ciddiyetle duyan öz ve halis halk kitleleri okuma yazma bilselerdi, bu romanın on bin, yüz bin, hatta bir milyon satması işten bile değildir." Görüşlerini ve siyasi olaylar ve durumlara tutumunu hiçbir bağlamda kendimle bağdaştıramayacağım bu yazarın icra ettiği sanata hayran kaldım ve biliyorum ki diğer kitaplarını da büyük bir ilgi ve hayranlıkla okuyacağım. Okuyunuz efenim, ön yargılarınızı bir kenara bırakarak okuyunuz. Emin olun hayran kalacaksınız. (Ama insan diyemeden de geçemiyor; keşke Necip Fazıl'a değil de eski kadim dostun Nazım Hikmet'e dönseymişsin yüzünü be usta.. her şey çok farklı olurmuş) (Simone)

Türklerin Dostoyevskisi: En son söyleyeceğimi en başta söyleyeyim; Bu bir başyapıt! Peyami Safa da Türklerin Dostoyevskisi. İnsanın tüm dehlizlerine inen ne bir eksik ne bir fazla tahlilleri ile tamamen insanı ve insana dair duyguları çıplaklıkla sergileyen bir roman. Psikoloji biliminin edebiyatı takip ettiğini gösteren en güçlü örneklerden biri. Ve bunu yaparken yazar kelimeleri o kadar ustalıkla ve yerinde kullanıyor ki romandan bir bağlacı kaldırsanız, herhangi bir cümleyi silseniz anlam kaybı yaşıyorsunuz. Bütünü anlatırken zıtlıkları (ikilik, dualite ) bir arada sergilemesi ve aynı cümle içinde tezat kelimeleri birlikte kullanması derinliği ve etkileyici artıran unsurlardan. Tahlillerin sadeliği ve bir o kadar da etkileyiciliği insanı sürükleyici bir anlatım ile baş başa bırakıyor. Özellikle, çoğumuzun ama farkına varmadan ama farkına vararak ( bu ben ) hayatımızın direksiyonunu korkularımıza teslim edişimizin temsili niteliğinde bir hikaye. Bütün bunları yazınca gönül istiyor ki “ Suç ve Ceza “ ne kadar okunuyor ise bu kitap da o kadar okunsun. Keşke, Peyami Safa çağdaşları Freud ve Jung ile ahbaplık yapabilse imiş derken buluyor insan kendini. Ana dili Türkçe olan herkesin mutlaka okuması gereken bir şah-ı eser. ( Yanılmıyor isem çoğunlukla liselerde bu kitap okutuluyor. Ve fakat bu eserin hakkını verebilmek için olgunluk döneminin daha uygun olduğunu düşünüyorum) Gelin detaylara birlikte bakalım; • Zıt kavramları aynı cümlede kullanması ve güçlü bir anlatım yakalaması; “Yüzünde bıkkınlıkla sebatın kavgası var.” “Kendimi çok sevdiğim ân, kendime çok acıdığım ân.” “Birbirimize açıldıkça kapanıyorduk” “Izdırabın derinlerine indikçe sevincimizi kaybetmek korkusu kalmadığı için, yeni bir sevinç başlıyor.” • Çağdaşı olan analitik psikolojinin kurucusu Carl Gustav Jung’un savunduğu ruhun sezgiselliği üzerine kurduğu cümleler; “Bazen etrafımızda o kadar esrarlı bir hadise olur ki ince teferruatına kadar bunu sezeriz, fakat hiçbir şey idrak etmeyiz; ruhumuzun içinde ikinci bir ruh her şeyi anlar, fakat bize anlatmaz, böyle korkunç işaretlerle bizi muammanın derinliklerine atar ve boğar.” “Ah ben ruhumun içindeki o ikinci ruhu bilirim, esrarı gören gözleriyle ve esrarı duyan kulaklarıyla her şeyi sezer ve bana sezdirir ve beni aldatamaz, ah, içim beni aldatmaz.” • İnsanın güven arayışı ve bunu bir çıpa yapma eğilimi; “Kendimi çok sevdiğim ân, kendime çok acıdığım ân. Beni yalnız bu koruyor: Bu aşk, bu merhamet.” “Her bedbaht gibi ben de bu basit nüktede bile bir merhametten, bir teselliden şüphe ettim: Kendi kendime güvenimi o kadar kaybetmiştim.” “Meçhul ümitlere inanmadığım ân, beni kurtaracak şeyin ne olduğunu bilmek istiyorum. Ümit etmek bile az. Emin olmak ihtiyacı. Yalancı istikbâlin şüpheli vaatlerine değil, teminatına ve senedine ihtiyacım var. Hâlbuki o vaat bile etmiyor ve kendisine beni nasıl karşılayacağını sorduğum vakit, korkunç bir dilsizlikle susuyor. “ • Peyami Safaca aşk; “Birbirimize açıldıkça kapanıyorduk. Önceleri her şeyimizi birbirimize açık anlatırken, sonraları, beni kendime karşı, onu da kendisine karşı hayrete düşüren birçok tereddütler ve hesaplar içinde susmaya başladık. Sohbetlerimize ihtiyaç girdi. Zaman geçtikçe birbirimizi daha çok tanıyacakken, birbirimize karşı yenileşiyorduk. (Bütün bunlar aşka benzer şeylerdir, o vakitler bunu anlamıyordum)” • Freud’un insanın yaratılışı gereği defolu olduğu ve özünde değersiz hissettiği- önce annemizin karnından fırlatılmak, sonra memeden kesilme, sonra kucaktan atılmağın getirdiği en dipteki değersizlik hissi- ve ilk aksilikte yıkılmak zorunda olduğu tezine örnek; “Odadan çıkınca nereye gideceğimi, ne yapacağımı şaşırmıştım. Bütün bu ev, bütün bu insanlar bana yabancı geliyordu. Onları bana tanıtan bütün alakalar, hatıralar bir anda kaybolmuştu.” • Yalanın hayat ile olan dansı; “Öyle bir yaşta idim ve öyle bir mizaçta idim ve çocukluğumda o kadar az oyun oynamıştım ve aldatmasını o kadar az öğrenmiştim ki, yalan bana suçların en ağırı gibi geliyordu; ve bir yalan söylendiği zaman insanların değil, eşyanın bile buna nasıl tahammül ettiğine şaşıyordum. Yalana her şey isyan etmelidir. Eşya bile: Damlardan kiremitler uçmalıdır, ağaçlar köklerinden sökülüp havada bir saniye içinde toz duman olmalıdır, camlar kırılmalıdır, hatta yıldızlar düşüp gökyüzünde bin parçaya ayrılmalıdır filan… Zavallı mürâhik… Nüzhet bana yalan söyledi.” • Hakikat arayışı; “Hakikati seviniz, o da sizi sever; hakikati arayınız, o da sizi arar ve üstüne yalan Çin setleri gibi kalın duvarlar örsün, altında kalan hakikat bir ince iniltiyle, bir hafif rüzgar dalgasıyla, herhangi bir küçük işaretle mevcudiyetini bildirir: “Buradayım!” der.” • Korkularımızın hayatımızın direksiyonunu ele geçirişi; “Korkunun bu en derin nevi dayanılacak şey değil; ızdırabın vukuundan evvel ruhta bir gölgesinden ibaret olan korku, ızdıraptan bin kat daha müthiş. Muhayyilenin ışığına yaklaştıkça ruhta uzanan, büyüyen ve aslından daha korkunç bir gölge.” “Müthiş ağırlığı altında ruhumu deviren korkudan kurtulmak için, felaketin üstüne yürümek istiyorum. Izdıraptan korkmamanın tek ilacı ızdıraptır. Bu ateşi o ateş söndürür.” “Izdırabın derinlerine indikçe sevincimizi kaybetmek korkusu kalmadığı için, yeni bir sevinç başlıyor: Izdırabın ilacı ızdıraptır. İkisinin hasıl-ı zarbı: Sevinç” (Mustafa Düzgün)

Aşk, aşkın hangi türlüsü zor? Karşılıksız olup sağlıklı olanı mı ? Karşılıklı olup sağlıksız olanı mı ? Vb... Bu kitapta karşılıklı olup sağlığı yerinde olmayan 15 yaşında olan bir çocuğun hikayesi işlenmiş ... Çok etkilendim diyebilirim, sevgi ya yaşatır ya da öldürür bu insanından insanına değişiri neler bağladığın önemlidir karşı tarafa. En küçük şeylere büyük anlamlar yüklersen kalkamazsın bu yük altından... Ya çok büyük seversin ama anlamlar yüklemezsin bitti ders geçersin, kişilik meselesidir bu bunlar aşk konusunda kendi yorumum.. Kitabı beğendim aslında ilk başta ismini görünce bir tane film izlemiştim hapishanede geçen okuyunca çok farklı olduğunu gördüm alakası yokmuş... ah küçük çocuk ahhh hastalığın yerinde olsaydıda sım sıkı sarılsaydın sevdiğine sım sıkı hemde ama nasip işte olmuyor bazen .. Öneririm çok beğendim ama hüzünlü bir kitap ağlamak istemeyen okumasın derümm (Çağrı PINARBAŞI)

Kitabın Yazarı Peyami Safa Kimdir?

Peyami Safa (d. 1899, İstanbul - ö. 15 Haziran 1961), Türk hikâye ve romancısı. Server Bedi takma ismini de kullanan yazar romanlarının yanı sıra, düşünsel yapıtları, polemikleri, köşe yazarlığı ve gazeteciliği ile de tanınır.

Servet-i Fünun dönemi şairlerinden İsmail Safa'nın oğludur. Sivas'a sürgüne gönderilen babasının orada ölmesi üzerine 1901 yılında iki yaşında yetim kalmış, bu yüzden "Yetim-i Safa" adıyla anılmıştır. Babasız büyümenin acılarının yanı sıra, sekiz dokuz yaşlarında yakalandığı bir kemik hastalığı dolayısıyla 17 yaşına kadar, bu hastalığın fiziksel ve ruhsal bunalımlarını yaşamıştır. Doktorlar kolunun kesilmesinde karar kılmış, fakat Safa bunu kabul etmemiştir. Daha sonraları bu günlerdeki tecrübelerini "9. Hariciye Koğuşu" adlı romanında okurlarıyla paylaşır. Hastalık ve savaşın yol açtığı maddi sıkıntılar dolayısıyla öğrenimini sürdürememiş, 13 yaşında hayatını kazanmak ve annesine bakmak için Vefa İdadisi'ndeki öğrenimini yarıda bırakmıştır. Karton Matbaası'nda bir süre çalışan Peyami Safa, Posta - Telgraf Nezareti'ne girmiş, I. Dünya Savaşı'nın başlamasına kadar orada çalışmıştır (1914). Daha sonra Boğaziçi'ndeki Rehber-i İttihat Mektebi'nde öğretmenlik yapmaya başlamıştır. Dört yıl çalıştığı bu okulda, hem öğretmiş, hem de kendi çabasıyla Fransızca'sını ilerletmiştir. Buradaki izlenim ve deneyimlerini "Biz İnsanlar" adlı eserinde kullanmıştır 1918 yılında ağabeyi İlhami Safa'nın isteğine uyarak öğretmenlikten ayrılmış ve birlikte çıkardıkları "20. Asır" adlı akşam gazetesinde "Asrın Hikâyeleri" başlığı altında yazdığı öykülerle gazetecilik yaşamına başlamıştır. İmzasız olarak yazdığı bu hikâyelerin tutulması üzerine Server Bedi takma adını kullanmaya başlayan Peyami Safa, daha sonra 1921'de Son Telgraf gazetesinde yazmış, oradan da Tasvir-i Efkâr'a geçmiştir. Daha sonra Cumhuriyet gazetesine geçmiş, 1940 yılına kadar bu gazetede fıkra ve makalelerinin yanı sıra, roman da tefrika etmiştir. 1960'lı yıllara kadar başta Milliyet olmak üzere birçok gazete ve dergide yazan Peyami Safa 27 Mayıs'tan sonra Son Havadis gazetesinde yazmaya başlamıştır (1961). Aynı yıl Erzurum'da yedek subaylığını yapmakta olan oğlu Merve'nin ölümü üzerine büyük bir sarsıntı geçiren Peyami Safa, iki üç ay sonra İstanbul'da vefat etmiştir.

Edebî hayatı

İlk romanlarında sola yakın görüşler taşıyan Peyami Safa, bir hastanın psikolojisini anlattığı otobiyografik romanı Dokuzuncu Hariciye Koğuşu'nu (1931) Nazım Hikmet'e ithaf etmişti. Bu roman hariç, 1922-1939 yılları arasında yazdığı Mahşer (1924), Şimşek (1928), Fatih-Harbiye (1931) ve Biz İnsanlar (1939) adlı romanlarında Doğu-Batı sorunsalını karakterlerde somutlaştırarak işledi. Safa, bu romanlarında, ruh hallerini çözümlemede, kurguda, dilinin kıvraklığında, anlatım tekniklerindeki denemelerde başarılı bulunurken romanlarında düşünceyi öne çıkarması dolayısıyla eleştiriler aldı. II. Dünya Savaşı sırasında Nasyonal Sosyalistlere yakınlaşmasıyla dikkat çeken Safa'nın gerçekçi roman çizgisi Matmazel Noraliya'nın Koltuğu (1949) ile mistisizme yöneldi. İlk uzun hikâyesi "Gençliğimiz"i 1922 yılında neşreden Peyami Safa, para kazanmak amacıyla yazdığı kitaplarında, ilk defa ağabeyi İlhami Safa'nın takma ad olarak kullandığı, annesi Server Bedia Hanım'ın adından uyarladığı Server Bedi müstear adını kullanmış, bu takma adla yüzlerce eser vermiştir. Bunlar arasında en sevilenler Cingöz Recai macera romanları ile Cumbadan Rumbaya adlı romanı olmuştur. Peyami Safa, Türk kültür yaşamında yayımlandığı yıllarda hayli etkili olmuş Hafta, Kültür Haftası (1936, 21 sayı) ve Türk Düşüncesi (1953-1960, 63 sayı) dergilerini çıkarmıştır. Asıl ününü romancı olarak yapan Peyami Safa, bazı uzun öyküleri ile de dikkati çekmiş, yazar Batılı kaynakların bir "Zalim" olarak tanıttıkları hun hükümdarı Attila'yı aklamak amacıyla aynı adda bir de tarihsel roman yazmıştır. Tüm bu üretkenliğine rağmen yeterince tanınmamış ve tanıtılmamıştır.

Hakkında yapılan çalışmalar

Prof. Dr. Mehmet Tekin, Doç Dr. Mehmet Önal ve Dr. Nan a Lee Peyami Safa hakkında birer doktora tezi vermişlerdir. Beşir Ayvazoğlu'nun yazar (Peyami Safa) hakkında Ötüken Yayınları'ndan çıkmış, biyografik bir eseri bulunmaktadır. Zülfikar Uğur Yıkan, 2004 yılında Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü bünyesinde "Peyami Safa'nın Server Bedi İmzalı Romanları" konulu Yüksek Lisans tezini hazırlamıştır. Yazar-çevirmen Sabri Kaliç 2011 yılında Peyami Safa'nın "Dokuzuncu Hariciye Koğuşu" romanını "Exterior Diseases - Ward: 9" adıyla İngilizceye çevirmiştir.

Ayrıca internet üzerinde Peyami Safa hakkındaki bilgilere ulaşabilceğiniz " www.peyamisafa.biz " şeklinde bir internet adresi mevcuttur.

Peyami Safa Kitapları - Eserleri

  • Dokuzuncu Hariciye Koğuşu
  • Fatih Harbiye
  • Yalnızız
  • Sözde Kızlar
  • Matmazel Noraliya'nın Koltuğu
  • Bir Tereddüdün Romanı

  • Cânân
  • Selma ve Gölgesi
  • Biz İnsanlar
  • Mahşer
  • Şimşek
  • Bir Akşamdı
  • Cingöz Recai - Esrarlı Köşk

  • Attila
  • Cumbadan Rumbaya
  • Cingöz Recai - Arsen Lüpen İstanbul'da
  • Cingöz Recai - Elmaslar İçinde
  • Cingöz Recai - Mişon'un Definesi
  • Eğitim - Gençlik - Üniversite
  • Cingöz Recai - Zeyrek Cinayeti

  • Cingöz Recai - Cingöz Kafeste
  • Cingöz Recai - Tiyatro Baskını
  • Cingöz Recai - Cingöz'ün Esrarı
  • Havaya Uçan At
  • Cingöz Recai - Sherlock Holmes İstanbul'da
  • Cingöz Recai - Şeytani Tuzak
  • Türk İnkılabına Bakışlar

  • Cingöz Recai - Kral Faruk'un Elmasları
  • Cingöz Recai - Kaybolan Adam
  • Cingöz Recai - Sultan Aziz'in Mücevherleri
  • Kadın, Aşk, Aile
  • Din, İnkılap, İrtica
  • Osmanlıca, Türkçe, Uydurmaca
  • Sosyalizm, Marksizm, Komünizm

  • İstanbul Hikayeleri
  • Cingöz Recai - Cingöz Recai'nin Harikulade Sergüzeştleri
  • Kartal Pençesinde
  • Amerika'da Bir Türk Çocuğu
  • Ah Minel Aşk
  • Deli Gönlüm
  • Kağıthane Faciası

  • Göztepe Soygunu
  • Cingöz Recai - Kibar Serseri
  • Sanat, Edebiyat, Tenkit
  • Cingöz Recai - Kral Faruk'un Elmasları 2
  • 20. Asır Avrupa ve Biz
  • Yazarlar, Sanatçılar, Meşhurlar
  • Sherlock Holmes'e Karşı Cingöz Recai

  • Son Şarkı
  • Cingöz Recai - Sağdan Üçüncü Söğüt
  • Cesur Çocuklar
  • Hikayeler
  • Kızıl Çocuğa Mektuplar
  • Cingöz Recai - Cingöz Recai'nin Harikalı Sergüzeştleri
  • Bir Varmış Bir Yokmuş

  • Gün Doğuyor
  • Nasyonalizm Sosyalizm Mistisizm
  • Polis Hafiyesi Kartal İhsan’ın Maceraları
  • Seçmeler
  • Tilki Leman'ın Harikulade Maceraları
  • Mistisizm
  • Cingöz Recai - Beyaz Cehennem

  • Doğu Batı Sentezi
  • Çekirge Zehra'nın Harikaları
  • Millet ve İnsan
  • Milli Mücadele'nin Üç Kahramanı 1
  • Korkuyorum
  • Küçük Alp'in Yıldızı
  • Kızlar ve Yıldızlar

  • Zıpçıktılar
  • Bir Akşamdı
  • Cingöz Recai - Madam Çiviciyan'ın Gerdanlığı
  • Kavga Yazıları
  • Milli Mücadele'nin Üç Kahramanı 2
  • Gençliğimiz
  • Deniz Kızı

  • İki Öksüz Arkadaş
  • Cingöz Merih’te
  • Zümrüdüanka Kuşu
  • Sosyalizm
  • Milli Mücadele'nin Üç Kahramanı 3
  • Ramazan Geceleri
  • Allo... Allo... Yetişiniz!

  • Edebi Akımlar ve Fikir Cereyanları
  • Karım ve Metresim
  • Mahutlar
  • Çılgın Akşamlar
  • Kavga Yazıları
  • Şeytana Uyanlar
  • İçimdeki Yangın

  • BİZ İNSANLAR
  • Paşa Kızı ile Köylü Çocuğu
  • Yürekli Çocuklar

Peyami Safa Alıntıları - Sözleri

  • Protoplazmadan insan şuuruna ve oradan da medeniyetlerin tarihine çıkınca önümüzde yığılan harikalar, Allah’a inanmayı bırakıp da tesadüf maymununa iman etmeyi maskara edecek bir zenginliğe varıyor. Hemen ilave edeyim: Allah’ın ispatı bu kadar kolay değil.Fakat,bu kadarcık bir düşünme bile, Allah’ın mevcut olmadığını ispat etmenin imkansız derecede zor olduğunu hissettirmeye kafi. Aziz okuyucular,bu dar sütundan daha fazlasını beklemezler sanırım. Şu kısa okuyucu mektubu göründüğü kadar ehemmiyetsiz değildir: “Koca Peyami, Şu Allah, Allahçı lafları senin ağzına yakışmıyor.Çünkü kafan işliyor ve mantığın sağlamdır. Yoksa sende de mi öte dünya korkuları başladı?..” İmza yerinde de şu cümle " Komünist filan değil.Sadece Allahsız:Sahir kafalı bir okuyucun” Diyen koca kafalı, dünyanın Eflatun'dan,Farabi'ye, İbn-i Sina'ya, Mevlana'ya,Newton'a,Hegel'e,Einstein'a,Bergson'a ve bugün hayatta bulunan doğulu, batılı meşhur ilim adamları ve filozoflara varıncaya kadar “Kafası işleyen” ve “Mantıkları sağlam” yüzbinlerce dahi ve mütefekkir Allah’a inanırlar. Kafası dalavereden başka bir şeye işlemeyen karaborsacılar,vurguncular,düzenbazlar ve çeşit çeşit günahkarlar arasında Allah’a inanmayanlar pek çoktur. Allah’ı körü körüne inkar etmek kolaydır ve çok kârlı görünür: İnsanı hesap vermekten,mes’uliyetten,vicdan azabından,ceza korkusundan kurtarır.Fakat Allah’ı metafizik felsefi ve ilmi delillerle inkâr etmek, ispat etmekten daha zordur.Allah fikri öyle bir güneştir ki,onsuz her izah karanlıkta kalır. Allahsız filozoflar bile hedefini şaşırmayan karanlık bir tabiat şuuruna inanmışlardır.Arada,bir kelime ve derece farkından başka bir şey kalmaz.Mahiyet aynıdır. Ben Allah’a öteki dünya düşüncesinden en uzak olduğum çocukluk çağımda inanmaya başladım.Bütün ömrüm bu inancımı kontrol etmekle geçti.Mizacım bakımından,inanmaktan ziyade şüphe etmeye meylim vardır.Boşuna inanmaktan ve boşuna şüphe etmekten çok sakınırım.Bence şüphe edilecek şeyden şüphe etmek,ahmaklıktır.Benim imanım şüpheye karşı adım adım kazanılmış bir dikkat,inceleme,tenkid ve bilgi zaferidir. Allah,kendisini kabul ettirmek için insana yeter derecede bilgi imkanı vermiştir.Fakat gizli bir varlığın (hele Allah’ın) yokluğunu isbat etmek için her şeyi bilmek lazımdır.Hiç kimse bu külli bilgiye sahip olduğunu iddia edemez.Allah’a inanmak değil,inanmamak insanın boyunu aşar.Unutma ki insanlar arasında Allah’a inanan dehalar ve büyük zekâlar pek çoktur,eşekler arasında hiç yoktur!” :) 22 Eylül 1958 Milliyet (Kavga Yazıları)
  • — Odur, o melun! Demek hâlâ yalının etrafında dolaşıyormuş! Ah, edepsiz, rezil... (Cingöz Recai - Mişon'un Definesi)
  • Hakikaten, insan sevdiklerinin kadrini yokluklarında anlıyor. (Sözde Kızlar)
  • Sherlock Holmes çok az konuşan, çok az gülen, daime düşünen ve tetkik eden bir adam olduğu malûmdu. (Cingöz Recai - Kaybolan Adam)
  • Bana evlenmekten bahsetme, hayatımda yangından, zelzeleden, fırtınadan, yıldırımdan, hastalıktan ziyade evlenmekten korkarım. (İstanbul Hikayeleri)
  • Biri size: "Niçin böyle düşünüyorsunuz?" diye sorsa verilecek hiçbir cevap bulamaz, fakat öyle düşünmekten de kendinizi alamazsınız. (Cingöz Recai - Arsen Lüpen İstanbul'da)

  • Tecrübe ile hasıl olmuş bir istikşaf, bir seziş hassam vardır. (Korkuyorum)
  • Devrimbazın inkılâptan ve medeniyetten hiçbir şey anlamadığı, 36 senedenberi bu mefhumları hiçbir derlitoplu eserle anlatmaya çalışmamasından bellidir. (Doğu Batı Sentezi)
  • Allahtan korkmayanların hükümettten, kanundan, nizamdan korkacaklarını sanmak boşunadır. Onların iblis zekası en belli ahlak suçunu bile kitaba uydurmasını bilir. (Kavga Yazıları)
  • Canın sıkıldıkça kitaplara sarıl. (Cingöz Recai - Cingöz'ün Esrarı)
  • Erkeklere galebe eden insan, kadınlara mağlûb olur. (Attila)
  • Anlaşılmayan ruhlara deli demek adettir, (Selma ve Gölgesi)
  • İki millet döğüşmezse, bu, onların seviştiğini değil, fakat birinin ötekini yeneceğinden emin olmadığını gösterir. (Nasyonalizm Sosyalizm Mistisizm)

  • "Zira, para kolay kazanılır ama hayat insana iki defa gelmez " (Cingöz Recai - Elmaslar İçinde)
  • “ Önü çirkin ve arkası güzel bir mahluk gibi yalan, başkasından bize doğru geldiği zaman iğrenç, bizden başkasına gittiği zaman sevimli bir şeydi. “ (Bir Akşamdı)
  • "İstanbul'da 'sosyete' dedikleri şeyin bir lâhana turşusu gibi karışık olduğunu bilmiyordu." (Mahşer)
  • Hakikati aramak günah değildir... (Cingöz Recai - Sultan Aziz'in Mücevherleri)
  • " Uykuyu taklit edelim.. " . (Attila)
  • İnsan yaptığını çeker, bunu bilesin.. (Yalnızız)
  • “Bir insanı tamamıyla tanımak için bazen asırlar bile yetişmez; kâfi derecede tanımak için bazen bir an bile yetişir.” (Bir Tereddüdün Romanı)

Yorum Yaz