diorex
sampiyon

Düşman Kazanmak Sanatı - Tarık Buğra Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Düşman Kazanmak Sanatı kimin eseri? Düşman Kazanmak Sanatı kitabının yazarı kimdir? Düşman Kazanmak Sanatı konusu ve anafikri nedir? Düşman Kazanmak Sanatı kitabı ne anlatıyor? Düşman Kazanmak Sanatı kitabının yazarı Tarık Buğra kimdir? İşte Düşman Kazanmak Sanatı kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 08.03.2022 08:00
Düşman Kazanmak Sanatı - Tarık Buğra Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Tarık Buğra

Yayın Evi: Ötüken Neşriyat

İSBN: 9789754373844

Sayfa Sayısı: 350

Düşman Kazanmak Sanatı Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Bütün alçakgönüllülüğüme, kadir kıymet bilme çabalarıma rağmen kendini beğen­miş sayıldım ve yığınla düşman kazandım. Sevdiğim üç patrondan birisi, rahmetli Ali Naci Karacan bile, ga­zetesindeki yazılarım yüzünden bana; “Herkesi kendine düşman yapıyor, bütün kapıları kapatıyorsun,” demiştir. Ama kapı arayan kim? Gerçeği ben, yaşadığım ortamda, düşman kazanma sanatı olarak gördüm: Düşünce için, kanaat için düşman kazanmak alınyazısı gibi bir şeydi. Yazarlığım buna göre biçimlendi ve buna göre sürdü. Buna göre de sürecek. Kitaba “Düşman Kazanmak Sa­natı” adını verişim, aynı başlığı taşıyan yazım yüzünden değil, asıl bunun içindir: Bütünüyle yazarlığımı simgele­diği içindir. Bunun böyle olduğunu bu kitap yeterince göstermektedir sanıyorum. Ama bu kitabın göstermediği ve gösteremeyeceği, bunun için de benim söylemem gereken bir gerçek daha var; sözümü onunla bitireyim: Bu yol, bu tutum, bu ilke bana dostlukların en sağlamlarını, sevgilerin en arınmış­larını da kazandırdı. O kadar ve öylesine ki, ben artık en iyi dost kazanma sanatının düşman kazanma sanatı­nı öğrenmek ve uygulamak olduğuna inanıyorum. Belki zor, belki çetin ve acılarla yüklü bir yol; ama gerçek dost­luklar edinmenin ve onlara lâyık olmanın güzel yolu! Deneyen birisi, özellikle gençlere söylüyor: Deneyin. Değer.

Düşman Kazanmak Sanatı Alıntıları - Sözleri

  • "İşin gerçeği şu ki, koca bir dilin kaderi Dil Kurumu adındaki çiftliğin ağalarına, bu ağaların hasta heveslerine kaldı, yağma Hasan'ın böreği, gidiyor."
  • "Bir dile, hele benim dilime bu kadar saygısızlık olmaz, olamaz, olmamalıdır."
  • "Bu memleket gramer okutmayan mektepler gördü. Bırakın grameri, lûgatten ne haber?"
  • "Ne olur biz de, iki değil, yüz iki Türkçe yanlışı yapan profesörlerin, belediye veya vekâlet neşriyat müdürlerinin ve benzerlerinin değiştirildiği günü bir görsek!"
  • "Yakasını "kelime anarşisi"ne kaptırmış bir eğitimden sağlam ürün beklemek boştur."
  • "Politikadan ne kadar uzağım bir bilseniz. Politik tutumlar bana yalnız vız gelmiyor, yararsız da buluyorum onları. İnsanı kurtaralım biz, önce kendimizi kurtaralım, kuralım. Bunun da ilk şartı yakamızı politikacılara kaptırmamaktır."
  • "Arapça hakikat yerine Türkçe gerçek sözcüğünü kullansak ne kaybederiz? Cevap sorunun içinde idi: Hakikat'ı kaybederiz."
  • "Türkiye'de fikir grupları değil, inanç grupları var." Mümtaz Turhan
  • "Okumayan toplum, okuyanı taklit etmeye, onun peşinden gitmeye, bunu yaparken de büyük primler ödemeye mahkûmdur."
  • Övülmeği herkes ister, fakat övülmenin çok defa bütün yermelerden daha küçültücü olduğunu pek az insan kabule yanaşır.
  • Bunaldıkça kitaplara sığınırım.
  • "Okumayan insan tembeldir ve tembellik şarlatanların, zalimlerin istismar ettiği en hazin esarettir."
  • Kelimelerle düşünürüz, denmiş. İşin gerçeği de budur. Ve iyi düşünmek, sağlam dülünmek isteyenler kelimeleri iyi ve sağlam bir şekilde öğrenmeli, bunun için de onları sorguya çekmesini bilmelidirler.
  • ..."Arapça hakikat'ın yerine Türkçe gerçek'i kullansak ne kaybederiz?" Cevap çok kısa idi: "Hakikat'ı kaybederiz".
  • "Sevgi denen şeyi unutup da ıvırın zıvırın kavgasına düşmek! Alın işte; bu da Türkiye'nin 1960 baharından beri afişten inmeyen trajedisi."

Düşman Kazanmak Sanatı İncelemesi - Şahsi Yorumlar

yazar/tarik-bugra kitap/dusman-kazanmak-sanati--69192 Toplumumuzun gelişmemiş olmasını, birçok nedene bağlıyoruz. Kimi zaman yoksulluğa kimi zaman da okullardaki egitimin kötü olmasına,kimi zaman da terör belasına. Tarık Buğra ise toplumumuzun gelişmemiş olmasını okumamamıza bağlıyor. Türk insanının,tarihini ve edebiyatını bilmiyor olması onun canını yakıyor. Evet okuyup da cahil olanlar da var. Onlar ya yanlış kitapları okumuşlar ya da okuduklarını anlamışlar. Kitap birçok edebi makaleden oluşuyor. Düşman kazanmak sanatı ise bu makalelerden sadece bir tanesi. Ayrıca kitap her ne kadar makale (fıkra) yazılmış olsa da, damakta söyleşi tadı bırakıyor. Yazar yazılarında politik görüşünü belirtmiş olmasına rağmen olaylara objektif bakıyor, taraf tutmuyor. Kitapta da sanatçıların olaylara ideolojileriyle değil, objektif olarak bakması gerektiğini savunuyor. Tarık Buğra TDK'nin dilde öztürkçe adı altında yapmış olduğu değişiklikleri eleştiriyor,yeriyor, yerden yere vuruyor. Bu değişiklikler;bize benliğimizi kaybettiriyor,bizi şuursuzlaştırıyor. Saf,ari bir dil oluşturma safsatıyla;dilde yer edinmiş yabancı kökenli kelimeleri çıkarıyorlar. Bu yapılan bir katliamdır, aynı zamanda ırkçılıktır. TDK'nin öztürkçe hakkında yazdığı yazılarda; kökeni Türkçe olan kelimeler kadar, kökeni Türkçe olmayan kelime kullanıyor olması ise işin trajikomik tarafı. Bu öztürkçe masalının faturası olarak da bizler,daha az Kelime ile daha az düşünebilen insanlar oluyoruz. Bundan 100 yıl önce 3000 kelime ile konuşup düşünürken; bugün 300 bilemedin 500 kelime ile konuşuyoruz, düşünüyoruz. Derdimizi anlatamıyoruz, çünkü derdimizi ifade edecek kelime bulamıyoruz. İnsan kelimelerle yaşayıp, kelimelerle düşünen bir varlık... (meloşunuzzzz)

Tarık Buğra'nın Kelime Katli Eleştirisi!: Toplumumuzun gelişmemiş olmasını, birçok nedene bağlıyoruz. Kimi zaman yoksulluğa, kimi zaman okullardaki eğitimin kötü olmasına, kimi zaman da terör belasına. Tarık Buğra ise toplumumuzun gelişmemiş olmasını, okumamamıza bağlıyor. Türk insanının, tarihini ve edebiyatını bilmiyor olması onun canını yakıyor. Salt okuma ile her zaman, her şey halledilemese bile; cahilliğe iyi geldiği âşikar. O yüzden okuyalım, okutturalım. Bunu, bu platform'da demem biraz saçma gelebilir ama okumaya her yerde teşvik etmek lazım. Başta öğretmenlerim olmak üzere, beni okumaya teşvik eden herkese buradan saygılarımı ve sevgilerimi yolluyorum. Şimdi, "Okuyup da cahil olanlar yok mu?" diye sorduğunuzu duyar gibiyim, sormadıysanız bile cevaplamak istiyorum. :) Evet okuyup da cahil olanlar da var. Onlar ya yanlış kitapları okumuşlar, ya da okuduklarını anlamamışlar diye düşünüyorum. Başka bir nedeni olabilir mi emin değilim. Bu konuda bilgisi olan varsa, fikir alışverişi yapmak isterim. Düşman Kazanmak Sanatı'na başlamadan önce beklediğim içerik, kesinlikle okuduğumda gördüğümden daha farklıydı. Biraz clickbait yemiş gibi hissettim. Okuyacak arkadaşların da haberi olsun. Kitap, birçok edebi makâleden oluşuyor. Düşman Kazanmak Sanatı ise bu makâlelerden, sadece bir tanesi. Ayrıca kitap her ne kadar makâle(fıkra) tarzında yazılmış olsa da, damakta söyleşi tadı bırakıyor. Yazar, yazılarında politik görüşünü belirtmiş olmasına rağmen olaylara objektif bakıyor, taraf tutmuyor. Kitapta da sanatçıların olaylara ideolojileriyle değil, objektif olarak bakması gerektiğini savunuyor. Tarık Buğra, TDK'nin dilde Öz Türkçe adı altında yapmış olduğu değişiklikleri eleştiriyor, yeriyor, yerden yere vuruyor. Bu değişiklikler; bize benliğimizi kaybettiriyor, bizi şuursuzlaştırıyor. Saf, ari bir dil oluşturma safsatasıyla; dilde yer edinmiş yabancı kökenli kelimeleri çıkarıyorlar. Bu yapılan bir katliamdır, aynı zamanda ırkçılıktır. TDK'nin Öz Türkçe hakkındaki yazdığı yazılarda; kökeni Türkçe olan kelimeler kadar, kökeni Türkçe olmayan kelime kullanıyor olması ise işin trajikomik tarafı. Bu Öz Türkçe masalının faturası olarak da bizler, daha az kelime ile daha az düşünebilen insanlar oluyoruz. Şimdi kitaptan çok beğediğim bir kısmı alıntılayacağım. "Soruyorlar: Arapça "hakikat" ın yerine Türkçe "gerçek" kullanılsa ne kaybederiz. Ne mi kaybederiz? Hakikat'ı hakikat'ı..." Bu alıntı bile, bu konuyu ve bu işin ciddiyetini daha iyi anlamamızı sağlayabilecek nitelikte. Bundan 100 yıl önce eğitimli insanlar minimum 3000 - 5000 kelime ile konuşup düşünürken; bugün üniversite bitirmiş insanlar bile 300 bilemedin 500 kelime ile konuşuyor, düşünüyor. Derdimizi anlatamıyoruz, çünkü derdimizi ifade edecek kelime bulamıyoruz; böyle bir kelime dağarcığına sahip değiliz. İnsan kelimelerle yaşayıp, kelimelerle düşünen bir varlık. Böyle bir tasfiye hareketi, bizi düşünemez hale getiriyor. Günümüzde TDK, ne halde bilmiyorum ama geçmişe baktığımda, hiç de güzel bir tablo göremiyorum. Umarım şu anda bu çalışmalara devam etmiyordur. (Ömer Çankaya)

Tarık Buğra 'yı tanımam konusunda güzel bir başlangıç yaptım diyebilirim. Kitap makalelerden oluştuğu için devamlı bir okuma yapamadım. Arada birçok başka kitap bitirdim. Kitapta 1-Türkçe Deyip Geçtikleri 2-Bir de Sanat Vardı 3-Her Yazara Bir Yasa olmak üzere toplam üç konu başlığı altında yayımlanmış makaleleri vardı. En çok altını çizdiğim ve bir çok konuda yazarla hemfikir olduğum konu Türkçe konusu idi. Mustafa Kemal'in komutanlığını öven ve kendisini seven bir yazar olan Tarık Buğra harf devriminin yapılan çok büyük bir hata olduğunu çok açıklayıcı ve iddialı bir üslubla dile getirdi. Okuyup istifade edebileceğiniz güzel bir kitap (saatleri ayarlama müessesesi)

Düşman Kazanmak Sanatı PDF indirme linki var mı?

Tarık Buğra - Düşman Kazanmak Sanatı kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Düşman Kazanmak Sanatı PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Tarık Buğra Kimdir?

Süleyman Tarık Buğra (d. 2 Eylül 1918 – ö. 26 Şubat 1994), Türk gazeteci ve roman, hikâye, oyun ve fıkra yazarı.

Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının tanınmış yazarlarındandır. Çok yönlü bir yazar olan Buğra, özellikle romanlarıyla tanınır. 1991'de devlet sanatçısı unvanı almıştır.

1918'de Akşehir'de doğdu. Babası, Akşehir'de ağır ceza hâkimi olarak görev yapan Erzurumlu Mehmet Nazım Bey, annesi Akşehirli Nazike Hanım idi. Çocukluğunun geçtiği Akşehir'i eserlerinin çoğunda mekân olarak tercih etti.

İlk ve ortaokulu Akşehir'de okudu. Ortaokulda Rıfkı Melül Meriç'in öğrenicisi oldu. 1933'te ortaokulu bitirdikten sonra yatılı öğrenci olarak İstanbul Erkek Lisesi'ne devam etti. İstanbul Lisesi’nde Hakkı Süha Gezgin'in, Pertev Naili Boratav'ın öğrencisi oldu. Yazar olmaya onuncu sınıfta karar verdi. Tarık Nazım müstear ismiyle hikâye ve şiirler yazmaya başladı. Okulun yatılı kısmı kapanınca Konya Lisesi'ne geçti ve 1936'da mezun oldu.

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde iki yıl okuduktan sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne geçti. Parasızlık nedeniyle zor bir öğrencilik dönemi geçirdi ve üç yıl sonra mezun olamadan bu okuldan da ayrıldı.

1942-1945 yılları arasındaki üç yıllık askerlik görevi sırasında devlet memurlarının bıyıklarını kesme kuralını ihlal ettiği için on bir sürgün yaşadı. İlk piyeslerini ve ilk romanını askerliği sırasında yazdı. İlk eseri, Akümülatörlü Radyo başlıklı piyesti. Eser, Şehir Tiyatroları tarafından reddedilince, Yalnızlar başlığıyla roman hâline getirdi.

Askerli hizmetini tamamladıktan sonra İstanbul'a döndü ve 1947'de Edebiyat Fakültesi'ne kaydoldu. Burada Ahmet Hamdi Tanpınar ve Mehmet Kaplan'ın öğrencisi oldu. Bir yandan da Şişli Terakki Lisesi'nde muallim muavinliği görevinde bulundu. 1948'de yazdığı Oğlumuz başlıklı hikâyesi Cumhuriyet gazetesinin açtığı yarışmada ikincilik ödülüne layık görüldü. Bu ödül ona edebiyat ve basın dünyasının kapılarını araladı. 1949'da ilk kitabı olan ve içinde 13 öykü bulunan Oğlumuz'u yayımladı. Çınaraltı dergisini çıkaran Yusuf Ziya Ortaç, kendisine dergiye katılmasını, Sanat Hareketleri başlıklı sütunda her hafta bir öykü yazmasını önerdi. Dergiye gönderdiği ilk hikâye, “Havuçlu Pilav Meselesi” başlıklı hikâyesi oldu. Basın dünyasından da iş teklifleri alan yazar, bu teklifler sayesinde basın hayatına atılmak için cesaret buldu ve Edebiyat Fakültesi’nden mezuniyet tezini vermeden ayrıldı.

1949-1952 arasında Akşehir’de babası Erzurumlu Mehmet Nâzım Bey’le birlikte “Nasreddin Hoca” gazetesini çıkardı. 1950'de Jale Baysal ile evlendi, on sekiz yıl sonra boşanma ile sonlanan bu evlilikten 19 Aralık 1951’de kızları Ayşe dünyaya geldi. 1952'de babasını kaybeden Buğra, gazeteyi elden çıkardı ve İstanbul'a döndü. Aynı yıl, ikinci hikâye kitabı “Yarın Diye Bir Şey Yoktur” yayımlandı.

1952-1956 arasında Milliyet, Vatan, Yeni İstanbul gibi gazetelerde edebiyat tenkitleri ve denemeler yazdı. Gazeteciliğinin bu ilk yıllarında Abdi İpekçi, Reşat Ekrem Koçu ve Peyami Safa ile çalışma imkanı bulduğu bilinmektedir.[5] Bu arada üçüncü öykü kitabı İki Uyku Arasında'yı (1954)'te yayımlayan Buğra, 1955'te Siyah Kehribar başlıklı bir roman yazdı. Dönemin faşist İtalya'sında geçen romanın pek çok eleştirmen tarafından hoş görülmedi ve yazar bir bekleme dönemine girerek uzun süre başka roman yazmadı.

Gazeteciliğe 1956-1957 yıllarında Vatan ve Yenigün gazetelerinde yayın müdürü olarak devam etti. 1958'de Milliyet gazetesi spor sayfası sorumluluğu yapan Buğra, aynı yıl Tercüman ve Yeni İstanbul gazetelerinde de yazarlık görevini sürdürdü. 1959'da önce Tercüman'ın, ardından Yeni İstanbul'un, ardından da Türkiye Spor isimli günlük spor gazetesinin yayın müdürlüğünü yaptı. 1962 yılında ise Yol adlı haftalık derginin yayın müdürlüğünü yaptı. Bu arada Türk Kurtuluş Savaşı’nı konu edinen Küçük Ağa romanını hazırladı.

Küçük Ağa, 1963 yılında Yeni İstanbul'da tefrika edildi ve 1964'te de kitap olarak yayımlandı. Çok olumlu tepkiler alan roman, Mehmet Kaplan tarafından mezuniyet tezi olarak kabul edildi ve böylece Buğra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nden diploma aldı.[8] Küçük Ağa'nın ardından dördüncü öykü kitabı Hikâyeler'i, Küçük Ağa'nın devamı olan Küçük Ağa Ankara'da ve ardından da Komik-i şehir Naşit'in hayatını anlattığı İbiş'in Rüyası'nı tamamladı. İbiş'in Rüyası, 1970 TRT Sanat Ödülleri Yarışması'nda başarı ödülüne değer bulundu.

Buğra, 1970-1976 arasında Tercüman gazetesinde köşe yazarlığı ve sanat sayfaları düzenleme işini sürdürdü. 1976'da Tercüman'dan emekli oldu ve zamanını bütünüyle edebiyata verdi. Firavun İmanı (1976), Dönemeçte (1978), Gençliğim Eyvah (1979), Yağmur Beklerken (1981) adlı dönem romanlarını yayımladı. Bu romanlarda Cumnuriyet'in çeşitli evrelerini, demokrasiye geçiş sürecindeki çalkantıları konu edindi. Devlet Tiyatroları'nda Edebi Kurul Başkanlığı'nda Edebi Kurul üyeliği yaptı. 8 Eylül 1977'de hikâye yazarı Hatice Bilen ile ikinci evliliğini yaptı.

Yazarın, Ayakta Durmak İstiyorum (1966) ve Üç Oyun (1981) adlarıyla kitaplaştırdığı piyeslerinin hemen hepsi sahnelendi, romanları da TV dizisi haline getirildi. Fıkralarından seçmeleri Gençlik Türküsü (1964), gezi notlarını Gagaringrad (1962), dil ve edebiyat üzerine yazılarını Düşman Kazanmak Sanatı (1979), denemelerini ise Bu Çağın Adı (1979) başlıklarıyla yayımladı.

Tarık Buğra'nın Sakıp Sabancı'nın hayatını anlattığı Patron başlıklı bir piyesi, Mimar Sinan'ın hayatını anlattığı bir senaryosu ile Mehmed Akif'in hayatını ele alan bir romanı da mevcuttur.

Buğra, Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluş yıllarını anlattığı Osmancık'la (1985) Millî Kültür Vakfı edebiyat armağanı’nı, “Yağmur Beklerken” romanı ile de 1989 Türkiye İş Bankası Büyük Ödülü'nü aldı. 1991'de devlet sanatçısı unvanı aldı.

1993'teki ani rahatsızlığının ardından kanser teşhisi konan Buğra, tedavi gördüğü Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi'nde 26 Şubat 1994'te hayatını kaybetti. Cenazesi Karacaahmet Mezarlığı'na defnedildi.

1999-2000 öğrenim döneminde İstanbul'un Pendik ilçesinde açılan bir liseye “Tarık Buğra” adı verilmiş; 2002’de Akşehir merkez Ortaokulu’nun adı "Akşehir Tarık Buğra İlköğretim Okulu" olarak değiştirilmiş ve 2004 yılında Akşehir'e bir Tarık Buğra heykeli dikilmiştir. Ayrıca Ankara’da Millî Kütüphane önünde bir heykeli bulunur.

Tarık Buğra, tarihçi Ayşe Buğra'nın babasıdır. Ayşe Buğra, iş adamı Osman Kavala ile evlidir.

Tarık Buğra Kitapları - Eserleri

  • Osmancık
  • Küçük Ağa
  • Gençliğim Eyvah
  • Yağmur Beklerken
  • İbiş'in Rüyası
  • Firavun İmanı
  • Yalnızlar
  • Dönemeçte
  • Yarın Diye Bir Şey Yoktur
  • Siyah Kehribar
  • Ayakta Durmak İstiyorum
  • Oğlumuz: Yarın Diye Bir Şey Yoktur
  • Düşman Kazanmak Sanatı
  • Bu Çağın Adı
  • Politika Dışı
  • Dünyanın En Pis Sokağı
  • Yüzlerce Çiçek Birden Açtı
  • Bir Ben Vardır Benden İçeri
  • Akümülatörlü Radyo
  • Zafer Gaye Değildir
  • Güneş Rengi Bir Yığın Yaprak
  • Gençliğim Eyvah
  • Hikayeler
  • Güneş ve Arslan
  • Patron
  • Siyah Kehribar
  • Sıfırdan Doruğa - Patron
  • Yalnızlar
  • Düşman Kazanmak Sanatı
  • Gagaringrad-Moskova Notları
  • Üç Oyun
  • İki Uyku Arasında
  • Gençlik Türküsü
  • Sıfırdan Doruğa
  • Bu Çağın Adı
  • Küçük Ağa Ankara'da
  • Tarık Buğra ile Söyleşi

Tarık Buğra Alıntıları - Sözleri

  • En önemli gerçek ve yaşayan tek gerçek geçen günlerdir. (Osmancık)
  • "Ortada fikir yok fikir hürriyeti diye tepinenler sürüyle." (Dönemeçte)
  • Saadet kitaplardadır. (Yalnızlar)
  • Meşhur hikâyeci kağıtların üzerinde öyle bir insan yaratmak istiyor ki; bu insan bütün insanlığın küçülüşlerine, iğrençliklerine teselli olsun. (Yarın Diye Bir Şey Yoktur)
  • "Bu memleket gramer okutmayan mektepler gördü. Bırakın grameri, lûgatten ne haber?" (Düşman Kazanmak Sanatı)
  • "Bir felaketin birdenbire söylenmesi ikinci bir felakettir." (Firavun İmanı)

  • Siyasi kudreti elinde toplayanlar eninde sonunda başkalarının çıkarları ve oyunları için çalışmaya başlıyor, kuklalaşıyorlardı. Ali Yusuf işte bunu tespit etmişti, cümlesini de buldu: Diktatörler kukladır. (Firavun İmanı)
  • Bana kalırsa bütün gerçekler ilgi çekicidir. Tabii öğrenildikleri zaman... (Yüzlerce Çiçek Birden Açtı)
  • İnsan hâin bir mahlûktur kızım. Bunu böylece bilesin. (Siyah Kehribar)
  • Yıllar, saatler, saniyeler değil, biz nereye gidiyoruz? (Yarın Diye Bir Şey Yoktur)
  • ..."Arapça hakikat'ın yerine Türkçe gerçek'i kullansak ne kaybederiz?" Cevap çok kısa idi: "Hakikat'ı kaybederiz". (Düşman Kazanmak Sanatı)
  • Yatcez bâdem şekerim. (Yağmur Beklerken)
  • Yıllar geçiyordu. Ama aynı yıllar, çeşitli insanlar için çeşitli şekilde geçiyordu. (Firavun İmanı)

  • Bunu herkes bilir. Ve.. herkesin bildiklerini söylemektense dans etmek saha iyi olmaz mı? (Yüzlerce Çiçek Birden Açtı)
  • Ölüme giden yollar ve gidişler hep aynı değildir. Ölümün ötesi herkes için aynı değildir ki. (Yarın Diye Bir Şey Yoktur)
  • ‘İnsan yaşayışı ancak ve sadece mantıkla, akılla başarıya ulaştırabilir ve mutluluk da başarının dışında düşünülemez.’ (Dönemeçte)
  • Gerçekte o şimdi bütün dünyaya ve hatta kendisine de düşmandı. (Siyah Kehribar)
  • Dünya bütünüyle ve insanla ilişkisi olan her şey ve hem de en güzel, en üstün halleriyle benim için dönüyor, ben olduğum için olmuş bulunuyordu. (Dönemeçte)
  • Bitiremediğim o kadar çok başlangıcım vardı ki... (Akümülatörlü Radyo)
  • Bir kıta keşfedilmiştir ama keşfedilen cennet de olsa insan tek başına olduktan sonra neye yarar? (Yarın Diye Bir Şey Yoktur)

Yorum Yaz