Elveda Gülsarı - Cengiz Aytmatov Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Elveda Gülsarı kimin eseri? Elveda Gülsarı kitabının yazarı kimdir? Elveda Gülsarı konusu ve anafikri nedir? Elveda Gülsarı kitabı ne anlatıyor? Elveda Gülsarı kitabının yazarı Cengiz Aytmatov kimdir? İşte Elveda Gülsarı kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Cengiz Aytmatov
Çevirmen: Refik Özdek
Yayın Evi: Ötüken Neşriyat
İSBN: 9789754371093
Sayfa Sayısı: 224
Elveda Gülsarı Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Elveda Gülsarı, ünlü yazar Cengiz Aytmatov'un en güzel romanlarından biridir. Cins ve ünlü bir yorga olan Gülsarı adındaki atın doğumundan, yaşlanarak ölümüne kadar geçen fırtınalı hayat macerası, romanın ana konusu gibi görünür. Ama, atın sahibi Tanabay'ın ve Tanabay gibi devrime inanmış Kırgız gençlerinin hayatı, daha az çalkantılı, daha az çileli geçmemiştir. Bunu, Tanabay'ın, can çekişen sevgili atının başında, yüreği üzüntülerle dolu olarak geçirdiği bir kaç saatlik süre içinde kendisiyle, geçmişiyle hesaplaşmasından anlıyoruz.
Tanabay, o bir kaç saatlik süre içinde kendi çocukluğunu, gençliğini ve yaşlılığını, sevinç ve acılarıyla, umut ve umutsuzluklarıyla, sevap ve günahlarıyla yeniden yaşıyormuş gibi hayalinde canlandırır. O kendini devrime, mutlu yarınlara adamış, ama siyasî rejim onun ömrünü mutsuzluklar ve sıkıntılar içinde geçirmesine sebep olmuştur.
Aytmatov, kendine özgü anlatım biçimi ve gücü ile, Kırgız-Kazak ellerinin doğasını, Kırgız-Kazak Türklerinin töresini ve folklorunu da pek canlı olarak gözler önüne seriyor. Aşk ve heyecan, çarpıcı örneklerle eleştiri, okur için derin edebi haz, yazarın bu eserinde yoğun olarak vardır. Tanabay'ın o çok özverili ama çileli hayatını okurken, onun gençliğinde yürekten bağlandığı bir siyasî rejimin, komünizmin, can çekiştiğini, bugünkü dağılma ya da çöküşün kaçınılmazlığını da görüyoruz.
Elveda Gülsarı Alıntıları - Sözleri
- Tende beden, bedende can taşıdıkça, bu dünyada yaşadıkça, hayat yolunun önündeki engelleri aşmaya, kaldırmaya çalışacaksın, arkadan omuz vereceksin. Ne var ki, her omuz vuruşta, hayat arabasının tekerleği omzunu bıçak gibi yaralıyor, yara üstüne yara, derken nasır tutuyor.Eğer yaptığın işi seviyor, meyvesini de alıyorsan, nasırların hiç önemi yok.
- "Ama bu bir hayaldi artık. İnsan ömrünün yarısı böyle hayallerle, düşlerle geçiyordu işte."
- Demek ki düşünmemek unutmak demek değilmiş.
- “Demek ki,düşünmemek unutmak demek değilmiş.”
- "Zaman kimseyi kayırmaz, her canlı yaşlanır, her şey eskir."
- Atla insan arasındaki tek fark, atın atı kıskanmamasıdır.
- Artık neden yüzümüz gülmüyor, neden eskisi gibi türkü söylemez olduk?
- İnsan ömrünün yarısı böyle hayallerle, düşlerle geçiyordu işte.
- İnsanı yaşlandıran yıllar değil, çile idi.
- Anlamıyorum. Zaten bugünlerde anlamadığım çok şey var.
- ..insanı yaşlandıran yıllar değil, çile idi.
- Tende beden, beden de can taşıdıkça, bu dünyada yaşadıkça, hayat yolunun önündeki engelleri aşmaya, kaldırmaya çalışacaksın. Başka türlü olmuyordu.
- Sen kendi kendinin düşmanısın.
- Demek ki, düşünmemek unutmak demek değilmiş.
- Nutuklardaki sözlere göre her şey yakında düzelecek, çok iyi olacakmış. Hadi ben yanılıyorum diyelim, dilerim ki yanılmış olayım. Ama biliyorum ki başkaları da benim gibi düşünüyor, işte bunu da biliyorum ve bunda yanılmıyorum.
Elveda Gülsarı İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Aysun Kayacı'nın sosyoloji dünyasını çatlatan meşhur tespitini pek çoğunuz bilirsiniz; "Ben vergi veriyorum niye vergisini vermeyen, 'dağdaki çoban'la benim oyum eşit mesela. Niye? Hiç vergisini vermeyen biriyle niye benim oyum eşit. O benim kadar duyarlı benim kadar sorumluluk sahibi bir şekilde yaklaşıyor mu acaba" 'BEN VERGİMİ VERİYORUM...' İşte bunlar hep aşırı dozda beynimize Hollywood filmi akıtılmış bir nesil olmaktan ileri geliyor sevgili 1k dostları... "Ben vergimi veriyorum lanet olasıca aynasız, bana hiçbir şey yapamazsın. Hemen toprağımdan defol!" Evet, bir birey olmanın ifadesi olarak 'vergi veriyor olmak' kültürümüze yeni giren bir kavram. Mesela ben dedemden veya babamdan hiçbir zaman 'evladım sakın ha vergini ihmal etme, günü gününe öde vergini' şeklinde bir nasihat işitmedim. Siz işittiniz mi? Pekâla, bu tespitin devamına da bir göz atalım; "O benim kadar duyarlı, benim kadar sorumluluk sahibi bir şekilde yaklaşıyor mu acaba?" İşte burası çok daha kritik! Şimdilik burada dursun, birazdan tekrar döneceğiz bu yakarışa... Amacım, değerli bir Aytmatov eseri incelemesinde Aysun Kayacı yergisi yapmak değil tabii ki. Herkesin fikri kendine... Ancak bu yaklaşımın genel manada elit bir kesim tarafından içten içe alkışlandığını bilmeyecek kadar da saf insanlar değiliz nihayetinde... Peki, 'Elvada Gülsarı'nın tüm bunlarla ne alakası var?' diyenler için sadede gelelim o halde... Çok alakası var... Çünkü bu kitap, neredeyse baştan sona bir çobanın hayat hikayesini anlatıyor. Bu öyle sıradan, dümdüz bir hayat hikayesi değil... Çobanlık mesleğinin inceliklerinden, bu mesleğin insanda yarattığı tüm mesleki deformasyona kadar ince ince işliyor Aytmatov... Bir çobanın hüznü, sevinci, mesleğine, içinde bulunduğu topluma ve mesleğinin varlık nedeni olan hayvanlarına olan tutkusu; diğer taraftan o çobanın aile ilişkileri, birey olarak toplumda sahip olduğu roller, siyasi kimliği ve her birimizin payını aldığı sistem, adalet, hak, hukuk gibi kavramların onun üzerinde bıraktığı yıkıntı; patlayan bir yanardağdan boşalan lavlar gibi akıyor Aytmatov'un mucizevi kaleminden zihnimize... --------------------- Çobanımızın adı Tanabay... Eski bir Komünist Partili, aynı zamanda her cephede savaşmış eski bir asker... Devrim için büyük bir emek harcamış gençliğinde... Ülkesine, ideolojisine olan bağlılığı, devrim sonrası onda 'ülkem için her görevi kabul ederim' anlayışını hakim kılmış. Bağlı olduğu kolhozun başkanı ve yakın dostu Çora aracılığıyla yılkıcı, yani at yetiştiricisi/çobanı olmayı kabul ediyor. Cins ve ünlü bir yorga at olan Gülsarı ile de bu şekilde tanışıyor. Gülsarı'yı diğer atlardan farklı kılan şey, doğuştan yorga olması. Yorga atlar, o dönemin ve o kültürün en hızlı ve en değerli atları... İnsanlar iyi bir yorga ata sahip olabilmek için birbirini öldürüyor! Özelliği ise çok hızlı ve dengeli olmaları, yorulmak nedir bilmeden var gücüyle koşan, bir nevi dönemin en popüler makam araçları diyebiliriz. Evet hız bakımından günümüzde Ferrari'ye, tarz bakımından da CEO'ların kullandığı Mercedes S600'e karşılık gelebilir. Gülsarı'nın değerinin, kafanızda daha net canlanabilmesi için bu örnekleri verdim... Çünkü Tanabay'ın gözünden sakınıp büyük bir özveri ile yetiştirdiği; hiçbir yarışta ya da hiçbir oyunda kaybetmeyen bu özel at, zamanı geldiğinde doğal olarak o bölgedeki tüm 'yönetici'lerin dikkatini çekiyor. Zaten hangi rejimle yönetilirseniz yönetilin, ister metropolde ister en döküntü kasabada oturun değişmeyen tek bir şey vardır; o da yönetici sınıfının makam aracı sevdasıdır... Uruguay devlet başkanı ya da Papa, eski model bir arabaya biniyor diye uzaylı görmüş gibi şaşırmamızın nedeni de budur biraz... Doğuştan kabullenmişizdir yönetici-makam aracı ilişkisini... Ben 30'lu yaşlarıma kadar bu konuyu hiç sorgulama ihtiyacı hissetmedim mesela... Benim için yönetici ve makam aracı arasındaki ilişki, toprakla ağaç arasındaki ilişki kadar doğaldı... Neyse, fazla dağılmadan konumuza geri dönelim tekrardan... Tanabay ve Gülsarı arasındaki ilişki hayatları boyunca hiçbir zaman kopmaz. Zaferi de zulmü de beraber yaşarlar, fiziken ayrı olsalar dahi... Okurken insanı farklı duygulara götüren bu güzel ilişkinin detaylarını kitabın kendisine bırakıyorum... Bir at çobanı olan Tanabay, yine kolhozun değişen ihtiyaçları doğrultusunda görev değişikliğine gider ve artık bir koyun çobanı olur. İşte benim nazarımda kitabın en can alıcı, etkisinden uzun süre çıkamayacağım bölümleri tam bu noktada başlar... ----------------------- Çünkü çobanlık mesleğiyle gerçek anlamda tanışmanıza vesile olur Aytmatov... Kendisi de eski bir veteriner olması hasebiyle en ince detaylarına kadar hem bilgi sahibi olmanızı hem de adeta o atmosferin birebir içinde yaşamanızı sağlar. Kitap bittiğinde çobanların masallardaki gibi sırtında abası, elinde kavalı, koyun otlatıp ağaç gölgesinde uykuya dalan insanlar olmadığını görürsünüz. Hani 'tükenmişlik sendromu' denilen moda bir kavram var ya son yıllarda; işte bu kavramı ortaya atan insanlar Tanabay'ı biraz tanımış olsalardı, sendromlarını da yanlarına alıp bırakın isyan etmeyi, hallerine şükretmekten dilleri damakları kururdu... Özellikle koyunların kuzulama dönemi, çobanların ömürlerinden ömür alan, saçlarını beyazlatan, yüzlerini çökerten, 'Allah düşmanımın başına vermesin' diyeceğiniz türden zor, sıkıntılı, bir o kadar da insanı tüketen bir dönem... Üstelik bu kuzulama döneminin çok ağır kış şartlarına denk gelmiş olması ve konu makam aracı olduğunda saniye sektirmeden koşar adım dağ başına tırmanan yöneticilerin, böylesine zor şartlarda bir anda 3 maymuna dönmesi dikkate alındığında, sıradan bir çobanın nasıl bir süper kahramana dönüştüğünü az çok tahmin edersiniz. -------------------- Sona yaklaşırken birkaç konuya daha kısa kısa değinmek istiyorum; * Bu kitap benim 6. Aytmatov kitabım. Özelde Kırgız genelde ise Türk kültürüne ait pek çok motif, gelenek veya ortak değer, her Aytmatov eserinde işlenen ortak konularının başında gelir. Ancak Elveda Gülsarı, bunu en net ve kapsamlı şekilde görebileceğiniz eserdir diye düşünüyorum. Yine de bu konuda daha detaylı bilgi almak isteyenler, hercaiokumalar hanımın incelemesine gonderi/29372602 veya bir başka Aytmatov uzmanımız ss55 hocama başvurabilirler. * Yine bu kitap, at yetiştiriciliğinde ve at binme kültüründe dünyanın açık ara önünde olan Kırgız halkını daha yakından tanımak ve onların atlarla olan yakın ilişkisine içeriden yaklaşmak isteyen okurlar için bulunmaz bir nimettir... * Ve tabii ki, okuduğunuz her Aytmatov kitabı, sizi kendi kültürünüze biraz daha yakınlaştırır... ------------------- Şimdi gelelim incelemenin başında yarım bıraktığımız 'benimle çoban bir olamaz' meselesine... En son şu cümlede kalmıştık; "O benim kadar duyarlı, benim kadar sorumluluk sahibi bir şekilde yaklaşıyor mu acaba?" Evet sevgili 'Beyaz Türk' yaklaşıyor... Hatta hayatında biraz daha duyarlılık ve sorumluluk hissetmek istiyorsan, benim sana verebileceğim en iyi tavsiye, bir çobanın kapısını çalmak olur. Dünyanın merkezinin sen ve senin gibiler olmadığı ve bu merkezin dışına burnunu uzatıp gerçek dünya ile yüzleşme cesaretini gösterdiğin gün kimin oyunun kimin oyundan daha değerli olacağını kendi gözlerinle göreceksin... Tekrar edeyim, lafım tek bir kişiye değil değerli dostlarım... Şimdi siz, 'aydın' diye sadece aydınlıkta oturanları alıp çıkartırsanız karşımıza, karanlıkta yaşayanların hayatımıza nasıl bir katkısı olduğunu da göremezsiniz haliyle... Aydın dediğin, biraz da karanlığın içinden çıkıp gelmelidir çünkü... Tıpkı bir çoban gibi... Hepinize keyifli okumalar dilerim... (Necip G.)
Sindire sindire yavaş yavaş okuduğum bir kitap oldu.. Kendinizden ödün veripte bir hic uğruna yaşamın nasıl akıp gittigini, pişmanlıkları acıları , hüzünü , kederi bunca ağırlığı aslında bir hiç uğruna tasıdığınızı anlamanızı sağlıyor.. Sonuna dogru anlatılan avcı karagülün hikayesi günümüzü anlatıyor.. Ve gülsarı hoyrat ve özgürlüğünü yaşayamadan solup giden bir hayat.. (Melike Uysal)
Tanabay ve Gülsarı… Son günü belki de son saatlerini yaşamakta olan Gülsarı’nın, Tanabay ile yolda geçirdikleri süre boyunca yaşadıkalarının hikayesi. Bu yolculuk boyunca sık sık geçmişe dönüşlerin olması güzel olmuş İlgimi çeken yerlerden birisi olay örgüsünün içinde okuduğumuz eski kırgız türküleri. o kadar can alıcı yerlerde kullanılmışlar ki, çaydar'ın çaldığı demir kopuzun Altay Türkleri arasında bugün de kullanılan, halk ozanlarınca çalınan üç telli bir Türk sazı. sesini ve bozkırın uğultusunu duyuyorsunuz. (Lokman Şenlik)
Kitabın Yazarı Cengiz Aytmatov Kimdir?
Cengiz Aytmatov, (Kırgızca: Чыңгыз Айтматов (Çıňğız Aytmatov), Rusça: Чингиз Торекулович Айтматов) (d. 12 Aralık 1928, Kırgızistan - ö. 10 Haziran 2008, Almanya).
Ünlü Kırgız Türkü edebiyatçı, gazeteci, çevirmen ve siyasetçi. 12 Aralık 1928 tarihinde Kuzeybatı Kırgızistan'daki Talas eyaletinin Şeker köyünde doğdu. Babası Torekul Aytmatov, Sovyet Kırgızistanı'nda seçkin devlet adamı idi, ancak 1937'de tutuklandı ve 1938'de kurşuna dizildi. Tatar kızı olan annesi Nagima Hamziyevna Abdulvaliyeva tiyatro aktrisiydi. Adı, Cengiz Han'dan esinlenerek konulmuştur.
Gençliği sıkıntılı bir döneme denk gelmişti. O dönemde zaten yeni yerleşmeye başlayan siyasî sistemle, bir de savaşla mücadele etmek zorundaydı. Çok genç yaşta çalışmaya başladı; çünkü II. Dünya Savaşının SSCB üzerindeki etkileri gençleri de etkiliyordu, yetişkinler savaşta olduklarından, gençlere büyük iş düşüyordu. On dört yaşında köyündeki sekreterliğe girdi. Burada tarım makinelerinin sayımı, vergi tahsildarlığı gibi işlerde çalıştı. Köyünden, Kazakistan'a giderek Cambul Veterinerlik Teknik Okulu'nda okudu. Daha sonra şimdiki Kırgızistan'ın başkenti olan Bişkek'e giderek burada Frunze Tarım Enstitüsü'nde öğrenimine devam etti. Ardından Maksim Gorki Edebiyat Enstitüsü'ne geçti ve 1956 ile 1958 yılları arasında Moskova'da okudu. Yazmaya bu yıllarda Pravda gazetesinde başladı. Yazdığı eserleriyle üne kavuştu ve 1957 yılında Sovyet Yazarlar Birliği'ne üye kabul edildi. 1963'te Lenin Ödülü'nü aldı. Eserleri yüz elliyi aşkın dile tercüme edildi. 1990-1994 yıllarında Sovyetler Birliği'ni ve Rusya Federasyonu'nu, sonra ise 2008 yılına kadar Kırgızistan Cumhuriyeti'ni büyükelçi olarak temsil etti.
Aytmatov, Gün Olur Asra Bedel romanının film çekimleri için gittiği Rusya'nın Tataristan Cumhuriyeti'nin başkenti Kazan'da 16 Mayıs 2008'de rahatsızlandı ve böbrek yetmezliği teşhisiyle tedavi için Almanya'ya getirildi. Almanya'nın Nürnberg kentindeki Klinikum Nord'da tedavi gören Cengiz Aytmatov, komaya girdi.10 Haziran 2008 tarihinde Nürnberg'de hayatını yitirdi.
Cengiz Aytmatov Kitapları - Eserleri
- Beyaz Gemi
- Toprak Ana
- Gün Olur Asra Bedel
- Cemile
- İlk Öğretmenim
- Cemile - Sultanmurat
- Elveda Gülsarı
- Yıldırım Sesli Manasçı - Yüzyüze - Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek
- Dişi Kurdun Rüyaları
- Çocukluğum
- Ebedi Gelin
- Kızıl Elma - Oğulla Buluşma - Beyaz Yağmur - Asker Çocuğu - Deve Gözü
- Cengiz Han'a Küsen Bulut
- Sultanmurat
- Selvi Boylum Al Yazmalım
- Kassandra Damgası
- Elveda Gülsarı / Yüzyüze / Cemile / Oğulla Görüşme / Askerin Oğlu
- Şafak Sancısı
- Sokrat'ı Anma Gecesi
- Al Yazmalım, Selvi Boylum - Erken Gelen Turnalar - Fuji Yama - Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek
- Beyaz Gemi - Toprak Ana - Deve Gözü - İlk Öğretmenim
- Kızıl Elma - Oğulla Buluşma - Beyaz Yağmur - Asker Çocuğu
- Yüz Yüze / Oğulla Görüşme / Deve Gözü / Askerin Oğlu
- Fuji-Yama
- Yıldırım Sesli Manasçı - Kızıl Elma - Beyaz Yağmur - Baydamtal Irmağı’nda
- İlk Turnalar - Fuji Yama
- Kader Ağı (Kıyamat)
- Cemile - Deve Gözü - Selvi Boylum
- Deve Gözü
- Yüzyüze
- Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek
- Kızıl Elma - Oğulla Buluşma
- Yıldırım Sesli Manasçı - Asker Çocuğu - Beyaz Yağmur
- Cemile - Öğretmen Duyşen
- Hekayələr
- Kuz Başındaki Avcının Çığlığı
- Bütün Eserleri: 2
- Cengiz Aytmatov Uluslararası Bilgi Şöleni Bildirileri
- Time to Speak
- Seçilmiş Əsərləri
- Yüz Yüze - Oğulla Görüşme
- Gülsarı / Yüz Yüze
Cengiz Aytmatov Alıntıları - Sözleri
- Bir erkek, bir adam ol oğlum.Nerede olursan ol, erkek ol, mert bir erkek olarak kal! (Kızıl Elma - Oğulla Buluşma - Beyaz Yağmur - Asker Çocuğu)
- İnsana korku veren bazı sözler vardır. "Artık hiçbir zaman!" gibi. Böyle sözlerden sonra söyleyecek bir şey kalmaz. (Elveda Gülsarı / Yüzyüze / Cemile / Oğulla Görüşme / Askerin Oğlu)
- Biraz daha; birkaç dakika daha yaşatmak istiyordu onu gönlünde. (Kızıl Elma - Oğulla Buluşma)
- Gün gelir, ağacın kendisi değil, gövdesi bile işe yarar. (Yüz Yüze / Oğulla Görüşme / Deve Gözü / Askerin Oğlu)
- Gözünün bütün yaşlarını dökerek ağlamak istiyordu, ağlayamıyordu. (Yıldırım Sesli Manasçı - Yüzyüze - Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek)
- “Yalnız çalışmak için mi yaşar insan?” (İlk Turnalar - Fuji Yama)
- 20. yüzyıl insanlığın iki büyük dünya savaşına ve türlü kan döküşlere, nükleer felaket ve depremlere, uzayı ele geçirme ve bilimsel teknik uçuşlara tanıklık etmekle kalmadı. Bununla birlikte nice bin yılların, nesillerinin eleğinden geçip seçilmiş manevi zenginliğin, en önemlisi inanç değerlerinin düşmesine; hayatı çürümekten, bozulmaktan koruyangelen yüce sevgi duygusunun basitleşmesine, yok edici edep dışı davranışların mizahı haline gelip zayıf düşmesine yol açtı. Bence bu, insanlık için nükleer savaştan sonra en tehlikeli beladır. (Kuz Başındaki Avcının Çığlığı)
- "Seviyordu ama özlemiyordu , yanındayım diyordu ama uzaktaydı ; sadece sözler vardı , kendisi yoktu." (Selvi Boylum Al Yazmalım)
- Talih vardır güldürür, talih vardır öldürür. (Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek)
- Hayatım boyunca hep seni özledim, seni düşündüm ben. Bu kadar çok beklettiğim için özür dilerim. (Kızıl Elma - Oğulla Buluşma)
- Demek ki, düşünmemek unutmak demek değilmiş. (Elveda Gülsarı)
- İnsanoğlu ömründe bir kerecik olsun vicdanıyla baş başa kalmak, yaşamın hay-huyundan uzak durmak istiyor, … (Al Yazmalım, Selvi Boylum - Erken Gelen Turnalar - Fuji Yama - Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek)
- "Uzun zamandan beri seviyorum seni.. Bilmediğim zamanlardan beri seni sevmiş, seni beklemişim ben. Ve işte geldin, seni beklediğimi biliyormuş gibi geldin! (Cemile)
- İnsan kalbi böyledir: Onu kolayca dondurabilirsiniz ama çok zor eritir, çok zor ısıtırsınız. (Kızıl Elma - Oğulla Buluşma)
- Sanki sevginden utanç duyuyor gibisin! (Kızıl Elma - Oğulla Buluşma)
- İnsanın kahpeliği sınır tanımaz. (Ebedi Gelin)
- Aşk, yaratılışın hediyesi, sonsuzluğun gizli enerjisidir. (Ebedi Gelin)
- İnsanlar ne diye böyle yaparlar, bilmem ki! İyiliğe karşılık hep kötülük, hep kötülük. Sonra yaptıklarından utansalar, pişman olsalar bari! O da yok.... (Beyaz Gemi - Toprak Ana - Deve Gözü - İlk Öğretmenim)
- İnsanın sağlığı yerindeyse, eli kolu tutuyorsa çalışmaktan daha iyi ne var yeryüzünde? (Beyaz Gemi - Toprak Ana - Deve Gözü - İlk Öğretmenim)
- “Öyle bir bakıyordu ki sanki hem acı çekiyor hem de hayranlık duyuyordu Cemile’ye ve mutlulukla acıyı aynı anda yaşıyordu bakışlarında.” (Cemile - Öğretmen Duyşen)
Editör: Nasrettin Güneş