En Çok Kendisine Yabancıdır İnsan - Marquis de Sade Kitap özeti, konusu ve incelemesi
En Çok Kendisine Yabancıdır İnsan kimin eseri? En Çok Kendisine Yabancıdır İnsan kitabının yazarı kimdir? En Çok Kendisine Yabancıdır İnsan konusu ve anafikri nedir? En Çok Kendisine Yabancıdır İnsan kitabı ne anlatıyor? En Çok Kendisine Yabancıdır İnsan kitabının yazarı Marquis de Sade kimdir? İşte En Çok Kendisine Yabancıdır İnsan kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Marquis de Sade
Çevirmen: Hakan Akdoğan
Yayın Evi: Aylak Adam Yayınları
İSBN: 9786059115902
Sayfa Sayısı: 88
En Çok Kendisine Yabancıdır İnsan Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
En Çok Kendisine Yabancıdır İnsan, Marquis de Sade'ın tüm eserlerinden özenle derlenmiş bir seçkidir.
"Mutsuzluklarıma benim düşünce tarzım değil diğerlerinin düşünme tarzı neden oldu."
En Çok Kendisine Yabancıdır İnsan Alıntıları - Sözleri
- XV. Louis nedensiz yere birini öldüren Charolais isimli bir adama, "Sizi affediyorum," demişti, "ama sizi öldürecek kişiyi de affededeğim." Cinayete karşı çıkartılacak bütün kanunların temelinde bu yüce ilke olmalıdır.
- Bütün değişimler insanların hoşuna gider. İmparatorların despotluğundan bıktıklarında, bir devrime ihtiyaç olur.
- Doğanın iki sesi vardır, bildiğiniz gibi birisi tüm gün emrederken diğeri o emirleri ayıplar.
- Hayatın kuralı 'keyfine bakmak' olmalıdır !
- Siyasete göre cinayet bir suç mudur? Tersine, ne yazık ki bunun, siyasetin en önemli ve en büyük araçlarından biri olduğunu itiraf etmeliyiz .
- Bütün insanlığın mutluluğunun bir adamın hayal gücünde yattığını ve geçici heveslerini önemsemeden buna erişemeyeceğini hiçbir zaman gözden kaçırmayın.
- ...insanı insan yapan yönetilme biçimidir.
- Hayatının en mutlu zamanlarını iyi değerlendir : bu zamanlar öyle kısa ki !
- "Bazı kişiler zor görünebilirler çünkü güçlü duygulara sahiptirler ve bazen sınırları epey zorlayabilirler; dikkat çeken kayıtsızlıkları ve acımasızlıkları aslında diğerlerinden daha güçlü görünmek için sadece kendilerinin bildiği bir yoldur."
- XV. Louis nedensiz yere birini öldüren Charolais isimli bir adama, "Sizi affediyorum," demişti, "ama sizi öldürecek kişiyi de affedeceğim." Cinayete karşı çıkartılacak bütün kanunların temelinde bu yüce ilke olmalıdır.
- Bütün değişimler insanların hoşuna gider. İmpa ratorların despotluğundan bıktıklarında, bir devrime ihtiyaç olur.
- Dinler despotizmin beşikleridir.
- Umut zavallı bir garibanın en hassas tarafıdır.
- Mutsuzluklarıma benim düşünce tarzım değil diğerlerinin düşünme tarzı neden oldu.
En Çok Kendisine Yabancıdır İnsan İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Sapkın Thanatos Tipolojileri: Marques De Sade' ın edebiyata çizdiği sapkın Thanatos tipleri ve psikanalizdeki yansımaları: Marques De Sade' ın marjinal sanat görüşünü dile getiren aforizmalarımızın ilkini Freud' un uygarlıkta sanatın önemine değindiği kısımlara gönderme yapan bir girizgâh olarak ekledim. "... ve hepsinden öte yazıyı hayatını kazanmanın bir yolu olarak düşünmemelisin. Eğer düşünürsen, eserin sefaletinin kokusunu taşıyacaktır. Güçsüzlüğünle boyanacak ve açlığın kadar zayıf olacaktır. İlgilenebileceğin başka zanaatler var: kundura yap, kitap değil." Syf.34 Sade* * Psikanalitik kuram sadece bireyin ruhsal durumlarıyla ilgili bir tedavi yöntemi değildir. O aynı zamanda ve belki de daha güçlü bir biçimde uygarlığın temel dinamiklerini oluşturan dil, teknik, sanat, din ve bilim gibi alanlarla ilgilidir. Bu nedenle psikanaliz aslında bir kültür incelemesidir. İnsan çeşitli çaba ve zahmetlerle, en önemlisi dürtülerini bastırarak uygarlığı oluşturmuştur. Kişi, hem birey olarak kendisiyle hem de bir toplumsal varlık olarak ait olduğu kültürle çatışma ve mücadele içindedir. Bu mücadelede insanın kültür düşmanı olmasını engelleyen sanat, din, bilim ve felsefe olgularla uğraşılardan elde edilen doyumdur. Kültürdeki huzursuzluğun en aza indirgenmesi ve uygarlığın devam edebilmesi için Eros ile Thanatos arasındaki savaşta Eros’un galip gelmesi gerekmektedir: * " Olduğumuzdan başka birisine dönüşebilir miyiz?" Sade* "Kimsenin görmediği kadar ahlaksız bir hayal gücüyle, buyurgan, huysuz, öfkeli, her şeyde aşırı, bağnazlığa varacak derecede tanrıtanımaz, az ve öz olarak buyum ve beni tekrar öldürün ya da olduğum gibi kabullenin çünkü değişmeyeceğim." Syf.16 *** Bir hekim olarak Freud, psikanalizi öncelikle ruhsal hastalıkların tedavi yöntemi ve psikodinamik bir kuram olarak ortaya atmıştır. İnsan doğasının ve özellikle de bilinçdışının varlığı ve bunun rüyalarda, belirtilerde, karakterde ve tüm simgesel üretimlerde dışavurumlarıyla ilgili genel bir kuram. Bununla birlikte bu kuram sadece bireyin ruhsal durumlarıyla ilgili bir tedavi yöntemi olmanın ötesinde aynı zamanda ve belki de daha güçlü bir biçimde toplumsal hayatın temel dinamiklerini oluşturan dil, din, sanat, bilim ve teknoloji gibi alanlarla da ilgilidir. Nitekim Freud, özellikle yaşamının son dönemlerinde psikanalizi bireyin ruhsal dünyasını açıklamakla yetinen bir kuram olmaktan çıkarma çabalarına hız vermiş ve psikanalizi toplumu ve uygarlığı anlama ve açıklamada da etkin, yararlı ve yaratıcı fikirler ileri süren bir kuram olarak geliştirmeye uğraşmıştır. Bu bakımdan o, psikanalizi, “bilincin doğrudan ulaşamadığı, derin ruhsal katmanlarda geçen psişik olaylar öğretisi olarak” tanımladıktan sonra, bir adım daha atarak bunu tüm insan bilimlerine uygulamayı amaçlar. Bu adımın da, bireyin ruhsal etkinliğinden insan toplulukları ve kavimlerin ruhsal etkinliklerine, yani bireysel psikolojiden kitle psikolojisine geçmekle gerçekleşeceğini ifade ederek, aradaki şaşırtıcı bir takım koşutlukların kendisini böyle bir adımı atmaya zorladığını belirtir. Bir Yanılsamanın Geleceği adlı eseriyle başlayan bu incelemeler Uygarlık ve Hoşnutsuzlukları, Musa ve Tektanrıcılık adlı kitaplarıyla sürdürür. Baskılanmışın geri dönüşü uygarlığın tabulaşmış ve yeraltındaki tarihini oluşturur. Bu tarihin araştırılması bireyin ve uygarlığın gizini açığa çıkarır. İlksel baba, egemenliğin arketipi olarak, uygarlık tarihini damgalayan köleleştirme, ayaklanma ve pekiştirilmiş egemenlik biçimindeki zincirleme tepkimeyi başlatır. Bu arketip psikanalizin bir diğer önemli kavramı olan Freud’un Oedipus kompleksi adı verdiği karmaşanın da temelini oluşturmaktadır. Freud bireysel Oedipus karmaşasıyla insanlığın tarih öncesi arasında koşutluklar olduğunu ilk kez ünlü eseri Totem ve Tabu’da ortaya çıkarmıştır. Nevrotik belirtilerle ilkellerdeki toplumsal ve kültürel görüntülerin ve uygarlığın kökenlerinin ortak temellerine ilişkin bir kuram gelişmeye başlamıştır. Bu ortak temeli oluşturan düzenek ilk atanın öldürülmesi öyküsünde, Oedipus karmaşasının bir yansımasında görülmekteydi. Freud’a göre her küçük oğlan çocuk babasını öldürme ve annesiyle evlenme gizli dileğini yenmek zorundaydı. Bu sorunu başarıyla atlatabilirse babanın tasarımını kendi içine alır, böylece üst-beni kurulmuş olur ve sonunda normal bir olgunluk ve erişkinliğe ulaşabilirdi. Eğer bunda başarısız olursa nevroz kaçınılmazdı. Bu olgu dizisi her insanın kaderinde vardı. Ama bu bireysel kader insanlığın tarih öncesinde gerçekleşmiş bir olayın yansımasından ibaretti. Binlerce yıl önce insanlar sürüler halinde zalim bir atanın sultası altında yaşamaktaydı. Bu ata, sürünün bütün kadınlarını kendi elinde tutup, yetişkin oğullarını sürü dışına atıyordu. Bu dışa atılan oğullar ayrı bir toplulukta, eşcinsel duygular ve davranışlarla yaşamak zorundaydılar. Bir rastlantıyla ya da amaçlı olarak oğullar bir fırsat bulup babalarını öldürdüler ve yediler. Böylece öfkeleri doymuş fakat aynı zamanda totemcilik de başlamış oldu. Atayı temsil eden totem hayvanını, atanın kendisiymiş gibi sayıyor, fakat belli zamanlarda onu öldürerek yiyorlardı. Bu olay, ahlak ve dinin başlangıcı olmuştur. Babalarını öldürdükten sonra kardeşlerin baba mirası uğrunda uzunca süre birbirleriyle mücadele etmiş, her biri bu mirasa tek başına sahip çıkmak istemiştir. Söz konusu mücadelenin bir başarı sağlamayışı ve sürüden kovulduktan sonra bir arada yaşama sonucu oluşan duygusal bağlantılar nihayet kardeşler arasında bir birlik ve beraberliğin, bir çeşit toplumsal sözleşmenin doğmasını sağlamıştır. Böylece içgüdüsel vazgeçişle birlikte toplumsal örgütlenmenin ilk şekli karşılıklı yükümlülüklerin benimsenmesi, kutsal ilan edilen kurumlar, yani ahlak ve adaletin temelleri gelişip ortaya çıkmış, sonunda kardeşler babalarının yerine geçme isteğinden, anne ve kız kardeşlere sahip olma gayesinden vazgeçmiştir. Bu da yasak aşk tabusunun ve dış evlenme (egzogami) yasasının konması sonucunu doğurmuştur: * "Yıkım da yaratım gibi Doğa'nın emirlerinden birisidir." Syf. 17 Sade "Çoktan söylemiştim: bir kadının kalbine giden yol işkenceden geçer. Ondan daha kesinini bilmiyorum." Syf.18 Sade "Tutkularımızın ortaya çıkardığı her şeye ayrım gözetmeksizin kucak açarsak her zaman mutlu olacağız ... Törel bilinç Doğa'nın değil, sadece önyargının sesidir." Syf.19 Sade *** Bu bağlamda Freud psikodinamik kuramı toplumsal durumlara uygularken Yunan mitolojisinden ve Darwin’in evrim kuramından yararlanmıştır. İnsanlığın ilkel dönemlerde, erkek bir tiranın yönetimi altında sürüler halinde yaşadığı düşüncesi, Darwin’in bir varsayımıydı. J.J. Atkinson, Darwin’in bu düşüncesini alıp işleyerek genişletmiş, Freud ise bu düşünce ile Oedipus kompleksini birleştirerek bir uygarlık kuramı oluşturmuştur. Freud’un uygarlık kuramı ile ilgili bir diğer kavramı yine Eski Yunan mitolojisinden aldığı Eros’tur. Freud, insan yaşamını iki temel içgüdüyle açıklamaktadır. Bir yanda özyaşamı ve soyyaşamı sürdürme içgüdüleri yani Sevgi (Eros) diğer yanda ise ölüm ya da yok etme içgüdüsü olan Thanatos vardır. Yaşamsal fenomenlerin çeşitliliği bu iki ilkel içgüdünün eş zamanlı veya karşılıklı eylemleri sayesinde açıklanmaktadır. Freud’un bu görüşü Empedokles’i hatırlatmaktadır. Empedokles, evrende birden fazla tözün varlığını kabul etmiş ve bunları ateş, toprak, hava ve su olarak belirlemiştir. Buna karşılık, bu tözlerin birbirleriyle birleşme ve ayrılmalarının nedeni olarak iki ilkenin, iki kuvvetin yani Sevgi ve Nefret’in varlığını kabul etmiştir. Bu iki kuvvet fail nedendir. Empedokles’e göre evrende sevgi ve nefret eş zamanlı olarak birlikte sırayla hüküm sürerler. ‘Sevgi veya dostluk’ birleştirici ilke, ‘Nefret veya uyuşmazlık’ ayırıcı yani çözümleyici ilkedir. Evrende Sevgi’nin egemenliğini Nefret’inki, Nefret’in egemenliğini de Sevgi’ninki takip etmektedir. Sevgi farklı türlerden unsurları birbirleriyle birleştirir, aynı unsurun parçalarını birbirinden ayırır. Nefret ise ayrı türden unsurları birbirinden ayırır, aynı türün parçalarını birbirleriyle birleştirir. Eros, Empedokles’in Sevgi ilkesi ile, Thanatos ise Nefret ilkesi ile oldukça benzerdir ve her iki düşüncede de bu ilkelerin işlevleri neredeyse aynıdır. Eros ile Thanatos bizzat kültürü yaratan ilkeler olarak karşımıza çıkmaktadır: * "Yığınla insan var," diye gözlemlemeye alışkındı Dük, "şehvet onları belaya iteklediğinde edepsizlik yapmayan yığınla insan; ateş bu insanların bedenle rinin dışına çıkar, sakin ruhları huzurla fazilet yoluna girer ve böylelikle nifaktan günaha, günahtan da pişmanlığa giden hayatlarıyla dünyada canlandırdıkları rollerinin ne olduğunu anlatamayacakları biçimde günlerini geçirirler. Bu gibi kişiler," diye devam ederdi, "kesinlikle zavallıdırlar: ebediyen serseri, mütema diyen kararsız, bütün hayatları her sabah önceki gece yaptıklarından iğrenmekle geçmiş. Bir anda dönüştükleri 'suçta erdemli, erdemde suçlu' türde, tadına vardıkları hazlardan tövbe edeceklerini bilerek, hazları titreyerek alırlar." Syf.21 * Freud psikanaliz yöntemini uygarlık kuramına aktarırken teknik, sanat, bilim ve din gibi uygarlığın temel dinamiklerini açıklamaya çalışmıştır. Bu konudaki açıklamalarına tekniği analiz ederek başlar. Ona göre teknik, uygarlaşmanın vazgeçilmez koşuludur. Bununla birlikte, uygarlık tekniğe indirgenemez. Asıl önemli olan uygarlığın maddi yaratımları değil, sanat, din ve bilim olmak üzere tinsel öğeleridir. Nitekim Freud saldırganlık dürtüsünün ancak uygarlığın tinsel öğeleri ile yüceltilebileceğini düşünmektedir. Freud’un uygarlıkla bireysel varoluş arasında kurduğu ilişkiyi “Uygarlık insan içgüdülerinin sürekli boyun eğdirilişi üzerine dayanır” sözüyle özetlemek mümkündür. Freud, bireyin bu acı çekme sürecini kaçınılmaz ve değiştirilmez olarak görmektedir. Bu durum birey ile toplum arasında bir çatışmaya neden olmaktadır. Çünkü insanın dürtü gereksinimlerinin özgür doyumu uygar toplum ile bağdaşmaz. Uygarlıkta ilerlemenin önkoşulları ise bireysel vazgeçme ve doyumu ertelemedir. Bunun için de bireyin arzu ve dürtülerine getirilen baskı ve zorlama şarttır. Bu zorlama ve baskı kesintiye uğratıldığında insanların çoğunluğu yeni zenginlikler elde etmek için gerekli çalışmaları üstlenmek istemez. Bu durum ise uygarlığın gerilemesine ve hatta yok olmasına neden olur: "Şimdi felsefemin düğüm noktasına geldik: koşullara göre alınan haz suçlu şahıs tarafından arttırılıyorsa -eğer, gerçekten, alınan haz direkt olarak suçu kapsayan şiddetle orantılıysa- şu halde zevk veren ve görünürde zevkli olan, suçun kendisi değil midir - eylemi üretmek gerçekleştirmenin aracı olmaktan başka bir şey değildir." Syf.36 Sade* "Bu canavar öyle devasa becerilerle donatılmış ki en geniş caddeler bile ona dar gelebilir." Syf.37 Sade* *** Freud uygarlığın düzenlemelerinin ancak baskıyla sürdürülebilmesi olgusundan sorumlu iki neden göstermiştir: İnsanların kendiliğinden çalışmaya hevesli olmamaları ve onların arzu ve dürtülerinde vazgeçmek istememeleri. O, uygarlığın yasaklamalarının toplum halinde medeni bir şekilde yaşamak için gerekli olduğunu vurgular ve bu yasaklamaların kalkarsa şu şekilde bir tablo ile karşılaşılacağını belirtir: “O zaman insan hoşlandığı herhangi bir kadını cinsel nesne olarak alabilir, aşk rakibini ya da yolunu kesen herhangi birini duraksamadan öldürebilir, başka birinin malını izin almadan alabilirdi. Ne harika olur, insanın yaşamı nasıl da bir doyumlar dizisine dönüşürdü! Evet, insan çok kısa sürede ilk güçlükle karşılaşırdı: başka herkes de benim isteklerimin tıpatıp aynını isteyecek ve bana benim onlara davranırken gösterdiğimden daha fazla özen göstermeyeceklerdir. Böylece gerçekte uygarlığın kısıtlamalarının kaldırılmasından yalnızca bir kişi kısıtlanmaksızın mutlu olabilirdi ve o da güç için tüm araçları eline geçirmiş bir despot, bir diktatör olurdu. Ama onun bile diğerlerinden an az bir kültürel emri gözetmelerini istemek için nedenleri olacaktı: Öldürmeyeceksin.” Bu tablo tartışmalı bir durum sergilemektedir. Bu tablonun alt metninde “uygarlığın birey üzerindeki yasaklamaları, engellemeleri ve kuralları ortadan kaldırıldığında insanların büyük bir çoğunluğu hatta hepsi başına buyruk davranmak isteyecek ve bunun sonucunda da kaos meydana gelecektir” düşüncesi yatmaktadır. Freud doğa durumunu bir kaos hali olarak kabul eder ve uygarlığın yok edilmesi için uğraşmayı tamamen reddeder. Bütün uygarlıkların mücadele etmek zorunda kaldıkları düşmanlığın nedeni en temelde toplumsal ahlak kuralları ile tezahür eden kültürel yasaklamalardır. Kültürün getirdiği ilk ve en önemli kısıtlama cinsel hayatın kısıtlanmasıdır. Daha ilk kültürel aşama olan totemizm aşaması, ensest nesne seçimi yasağını da beraberinde getirmiştir.Fakat uygarlığın cinsellik konusuna getirdiği kısıtlama ve yasaklamalar, bir toplum olarak yaşayabilmek için gerekli ve zorunludur. Çünkü insan sadece ılımlı, yumuşak, sevgiye muhtaç, olsa olsa ancak kendisine saldırıldığında kendini savunmayı bilen bir varlık değildir. Aksine o muazzam bir ölçüde saldırganlık eğilimi de taşımaktadır. Dolayısıyla insan için öteki sadece muhtemel yardımcı ve cinsel nesne değil, saldırganlığını o kimse üzerinden doyuma ulaştırma, ona acılar verme ve öldürme yolunda bir girişimdir de. Bu durumu en iyi anlatan Hobbes’un “Homo homini lupus” sözü Freud’un insan görüşünü özetlemektedir. İnsan insanın kurdu olunca insanın oluşturduğu kültürde de gerilimlerin, çatışmaların ve huzursuzlukların olması kaçınılmaz bir durumdur: "Dini kıyımlar ve savaşlar nedeniyle 5O milyondan fazla kişinin hayatlarını kaybettiği tahmin ediliyor. Aralarında basit bir kuşun kanı kadar değeri olan bir kişi yok muydu?" Syf. 38 Sade* "Ne kadar tuhaf olduğunu düşünürseniz düşünün, mutlak anlamda canice olabilecek tek bir eylem olmadığı gibi mutlak anlamda erdemli denilebilecek tek bir eylem de yoktur. Her şey bizim geleneklerimize ve içinde yaşadığımız iklime bağlıdır; burada suç olan şey yüz fersah daha aşağıda çoğu zaman erdem kabul edilir, bir başka yarımkürede erdem olarak gö rülen şey, tersine dönerek bizim için suç olabilir. Tek bir dehşet yoktur ki tanrısallaştırılmamış olsun, tıpkı gölge düşürülmemiş tek bir erdem olmaması gibi ... " Syf. 39 Sade *** Peki bu saldırganlık karşısında uygarlık ne gibi önemler almaktadır? Uygarlık, kendisine karşıt yönde hareket eden saldırganlığın önüne set çekmek, onu zararsız hale getirmek amacıyla çeşitli araçlar kullanmaktadır. Bu araçlar yukarıda bahsedilen sanat, din ve bilim gibi uygarlığın tinsel öğeleridir. Bireylerin saldırganlık dürtülerini yücelterek zararsız hale getirmede bu öğelerin büyük etkisi vardır. Bu alanlardaki uğraşılar birbirlerinden farklı da olsalar bireye yaşattıkları haz hemen hemen aynıdır. Birey bu hazla narsistik türden bir doyum sağlar ve içindeki yıkıcı dürtüleri tamamen yok etmese de en aza indirgeyerek kültürel yaşama katılmış olur. Böylece uygarlık yok olma tehlikesinden kurtulmuş olur. İnsan türünün kader sorusu, kültürünün gelişmesinin, insanların bir arada yaşamalarından kaynaklanan saldırganlık dürtüsüne hakim olmasının mümkün olup olamayacağı ve olursa bunun ne ölçülerde mümkün olacağı sorusudur. Bu sorunun cevabı oldukça zordur. Freud da kültür incelemesinin sonucunda bu sorunun cevabını kesin ve net olarak vermemiş ve bu sorunun çağlar boyunca süreceğini belirtmiştir. Onun bu tespiti oldukça yerindedir. İnsanlar doğa güçlerine hakim olarak bu güçlerin yardımıyla birbirlerinin kökünü son insana kadar kazımakta hiç de zorlanmayacak hale gelmişlerdir. Günümüzdeki huzursuzlukların, tedirginliklerin, mutsuzlukların, endişeli hallerin büyük bir kısmı buradan kaynaklanmaktadır. Bu durum karşısında Freud’un temennisi ezelî, ebedi Eros’un, aynen kendisi gibi ölümsüz rakibi ile mücadelesinde direnip saldırılara başarı koyması ve üstünlük kazanmasıdır: "Savaştan daha ölümsüz olan ne vardır?" Syf.40 Sade "Birisi güvende olmadığı için ağlarken, diğeri korkar, krallar bu yüzden zalimdir." Syf.40 Sade "Biz canavarlar da gerekliyiz doğaya." Syf.43 Sade *** Freud’un insan doğası görüşü belirlenimcidir. Ona göre insanın bir yanını Eros, diğer yanını Thanatos oluşturmaktadır ve bu iki ilke arasındaki sonu gelmeyen mücadele hem bireyin hem de uygarlığın kaderidir. Freud, sadece insan doğası konusunda değil uygarlık kuramını oluştururken de mitolojik öğelere başvurmuştur. O, uygarlığın temeline Yunan mitolojisinden esinlendiği Oedipus kompleksi ve Eros’u yerleştirmiştir. Bu kavramların bilimsel olup olmadığı ya da bilimsel bir teorinin temeli olup olamayacağı tartışmalıdır. Bilimsel olsun ya da olmasın Freud’un insan ruhu hakkındaki metaforik açıklaması muazzam bir kültürel güce sahiptir. O, varlığın Logos olan özünü Eros olarak değiştirmiş ve bu ontolojik temellendirme çerçevesinde uygarlık kuramını ortaya koymuştur.Bununla birlikte Freud, bu kuramla çağına damga vurmuş olan iki dünya savaşının nedenlerine de cevap vermiştir. II. Dünya Savaşı’nın başlamasına yakın bir zamanda Einstein, hem bir aydının insanî duygularıyla hem de ortaya koyduğu kurama dayanılarak atom bombasının yapılacağı ve kullanılacağı endişesiyle Freud’a bir mektup yazmıştır. Einstein’ın mektubundaki soru açıktır: “İnsanlığı savaş belasından kurtarmanın bir yolu var mıdır?”Freud’un cevabı ise olumsuzdur. Savaş, kültürel gelişimin bize kazandırdığı iç dünyaya ters düşen bir durumdur; dolayısıyla bizler ister istemez savaşa karşı tepki duyar ve onu kabul edilemez bir durum olarak algılarız. Fakat insanların geri kalanının barışsever olması için daha ne kadar beklememiz gerekir? Bunu kestirmek imkansızdır. Kültürel gelişim savaş karşıtı bir gelişim olmakla birlikte savaşı tamamen ortadan kaldırmak için yeterli değildir. Savaş ilk olarak insan doğasında Eros ile Thanatos arasında başlamıştır ve insanlık var olduğu sürece de devam edecektir: "Yok etme bilimi değilse nedir savaş? Alenen savaş tekniklerini öğretmek ve en hünerli katiller olduklarını kanıtlayanları madalyalarla ödüllendirmek tuhaf bir körlük değil midir?" Syf.45 Sade "Felsefenin kutsal ateşinin ruhumuzu bir anlığına aydınlatmasına izin verelim; kişisel nefretleri, intikam duygularını, savaşları, kısacası, cinayete sebep olan sonu gelmeyen nedenleri karşımıza çıkaran şey Doğa'nın sesinden başka ne olabilir? Bu, ölüm kusan eylemler konusunda bizi yüreklendirdiğine göre, Doğa'nın bunlara ihtiyacı var demektir. Vahşilik, kötülük olmanın çok ötesinde, Doğa'nın içimize kattığı ilk duygudur.Çocuk akıl çağına gelmeden oyuncağını kırar, annesinin memesini ısırır, kuşunu boğazlar; daha önce de söylediğim gibi, Doğa'nın kanunlarının bizden çok daha net olarak görülebil diği hayvanlara vahşilik işlenmiştir; vahşet duygusu, Doğa'ya uygarlıktan daha yakın olan yabaniler arasın da daha yaygındır; o halde vahşiliği acımasızlığın bir sonucu olarak görmek saçmadır." Syf.48 *** Freud' a göre insanın en temel dürtüleri saldırganlık ve cinselliktir. Fakat insanların bir arada yaşayabilmesi için saldırganlık ve cinselliğin başka bir otorite tarafından dizginlenmesi ve bazı dürtülerin bastırılması ve yön değiştirmesi gerekmektedir. İnsanın doğuştan getirdiği bu dürtüleri bastırması ise çok kolay olmamakta ve gerilimlere neden olmaktadır. Bu dürtülerin önüne set çekebilecek olan ve kültürün devamlılığını sağlayacak olan sanat, din ve bilim gibi kültürün tinsel dinamikleridir. Birey toplumsal ahlak kuralları nedeniyle yaşadığı engellenmenin yaşattığı gerilimler ve doğasındaki saldırganlığın verdiği yıkıcılık arzularını bu alanlardaki uğraşıları ile gidermektedir. Bireyin bu uğraşılarla yaşadığı doyum ve Eros’un yarattığı uyum insanları bir arada tutmakta ve uygarlığın devamını sağlamaktadır. Fakat bu dinamikler de kültürdeki huzursuzluğu tam olarak yok edememektedir. Birey ve uygarlık var olduğu sürece aralarındaki gerilim de var olmaya devam edecektir. Bu gerilimlerden dolayı bazı bireylerde nevrozlar meydana gelmektedir. Freud bu nevrozları kültürel gelişme için insanlığın ödemesi gereken bir bedel olarak görür. O, her ne kadar uygarlaşmanın bireyi kısıtladığını ve bu nedenle nevrotik rahatsızlıklara yol açtığını vurgulasa da, birey-toplum sorunsalı söz konusu olduğunda her zaman toplumdan ve uygarlıktan yana olmuştur. Yani ona göre uygarlığın bireye uyguladığı baskı olması gereken bir baskıdır: "Bu kadar kalabalık bir toplumun bir bireyinin eksik veya fazla olmasının ne önemi olabilir? Kanunları, gelenekleri, alışkanlıkları zarar mı görür? Toplumla rın üzerinde bir bireyin ölümü hiçbir zaman herhangi bir etki uyandırdı mı? En büyük savaşın kaybedilme sinin ardından, dünyanın yarısının, hat t a tamamının yok olmasından sonra kurt u lacak birkaç insan en ufak bir farklılık hisseder mi? Hayır, asla! Doğa da bundan fazlasını hissetmeyecektir ve insan soyunun tamamen ortadan kalkmasının peşisıra gezegenlerin hareket et meye devam et t ikleri görülünce her şeyin kendisi için yaratıldığına inanan insanın ahmakça kibri epey kafa karışıklığı yaratacaktır." Syf. 49 Sade *** Freud aile, devlet ve toplumdaki karşılıklı insan ilişkilerini ayarlayacak düzenlemelerin yetersizliği”, yani insanın doğasının zorluğuna işaret eder ve Freud, bunun insan çabasıyla aşılabilecek bir şey olmadığını söyler. Bu temellendirmelerle o adeta uygarlığın bireylere uyguladığı baskıyı haklı çıkarmaya çalışmakta ve her ne kadar mutsuzluk kaynağı da olsa “olması gerekenin ve doğru olanın” uygarlığın bu durumunda mevcut vurgulamaktadır. Yani Freud çok güçlü bir uygarlık savunucusudur. O, distopik bir uygarlığın anarşi ortamından çok daha iyi olduğunu düşünmektedir ve bu nedenle kültür düşmanlığına şiddetle karşı çıkmaktadır. Çünkü uygarlık var olsun ya da olmasın mutlu olma ihtimalimiz zaten yoktur. Bu nedenle kültüre gereksiz bir düşmanlık beslemek yerine Eros ile Thanatos arasındaki mücadelede Eros’un galip gelmesi için çaba harcanmalıdır. Bu çaba Thanatos kaynaklı yıkıcı ve yok edici dürtülerin kültürel alanlarda yüceltimine yönelik bir çabadır. Böylece birey sanat, din, bilim gibi alanlardan elde ettiği doyumla Thanatos’un etkisini mümkün olduğunca azaltmış olacaktır: "Vahşet, uygarlığın henüz yok edemediği insani bir güçtür: yani bir erdemdir, kötülük değil." Syf. 51 Sade "Aşırılık yapan insanlardan korkuyorsunuz ne gülünç!" Syf.54 Sade "Siyasete göre cinayet bir suç mudur? Tersine, ne yazık ki bunun, siyasetin en önemli ve en büyük araç larından biri olduğunu itiraf etmeliyiz." Syf. 56 Sade Son Kaynakça: FREUD, Sigmund, Mutlu Olma İhtimalimiz, (çev.:Mustafa Fırat), Zeplin Yayınları, İstanbul 2014. FREUD, Sigmund, Psikanaliz Üzerine, (çev.: A. Avni Öneş), Say Yayınları, İstanbul 2002. FREUD, Sigmund, Uygarlık, Toplum ve Din, (çev.: Emre Kapkın), Payel Yayıncılık, İstanbul 2004. FREUD, Sigmund,Yaşamım ve Psikanaliz, (çev.: Kamuran Şipal), Say Yayınları, İstanbul, 1993. FROMM, Erich, Sigmund Freud’un Misyonu, (çev.: Salih Ak), Ayraç Yayınları, Ankara 2009. HORNEY, Karen, Çağımızın Nevrotik Kişiliği, (çev.: Selçuk Budak), Ekin Yayınevi, Ankara 1990. MARCUSE, Herbert, Eros ve Uygarlık: Freud Üzerine Felsefî Bir İnceleme, (çev.:Aziz Yardımlı), İdea Yayınları, İstanbul 1998. (Necla Engin)
Bugün aforizma kitabı ile karşınızdayım! Öncelikle aforizma ne demek ona bir bakalım; kısaca özdeyiş diyebiliriz. Özdeyiş, vecize, aforizma ya da özlü söz; düşünce, duygu ya da ilkeleri kısa ve öz bir biçimde anlatan sözlerdir. Kimi zaman motto, kelamıkibar ve ülger olarak da anılırlar. Özdeyişlerin söyleyeni genellikle bellidir; ancak bazı sloganlaşmış özdeyişlerin kim tarafından yaratıldığı bilinmeyebilir (vikipedi). Ben aforizma okumayı çok severim, bu kitabı da çok sevdim. Zaten kısacık bir şey. Fotoğrafları kaydırıp alıntılara bakarsanız örnek olarak birkaç tane aforizma paylaştım. Gerçekten çok güzel şeyler söylemiş Marquis de Sade. Şöyle kafamı dağıtmak için kısa bir şeyler okuyayım derseniz kesinlikle bunu okuyabilirsiniz. (Öznur Biçer)
Fransız Filozof ve yazar Marquıs de sade nin tüm eserlerinden alınmiş 166 aforizmasından oluşan güzel bir kitap. Kavrayış ve inanç arasında doğrudan bağlar olmalı Tanrı yoktur.doğa kendisine yeter .asla bir yaratıcıya ihtiyacı yoktur. Hiçbirşey cezasız kalkmiş lk suçu kadar cesaretlendirici olamaz. kişi yeterli olana sahip olduğunda çok fazlasına sahiip olmuş demektir (Murat Tosun)
Kitabın Yazarı Marquis de Sade Kimdir?
Donatien Alphonse François le Marquis de Sade (Fransızca okunuşu:maʁki: dəsad) (d. 2 Haziran 1740 - ö. 2 Aralık 1814), Fransız aristokrat ve felsefe yazarı. Erotik edebiyat'ın önemli yazarlarındandır, genellikle sert pornografik yazılar yazardı. Yaklaşık 29 yılını hapishanede, 13 yılını akıl hastanesinde geçirmiştir ve en önemli eseri Sodom'un 120 Günü'nü hapishanede yazmıştır. Bir diğer önemli eseri de Justine'dir. Sadizm'in kökeninin onun yazdıklarına dayandığı bilinir. Yazılarında ahlakı, yasayı, dini öğeleri dikkate almadan aşırı özgürlüğü (hatta ahlaksızlığı) ve en iyinin zevk olduğunu savunuyordu. Sade, 32 yıl farklı hapishanelerde ve akıl hastanesinde hapsedildi; onbir yıl Paris'te (on yılı Bastille'de geçti), bir ay Conciergerie'de, iki yıl kalede, bir yıl Madelonnettes'de, üç yıl Bicêtre'de, bir yıl Sainte-Pélagie'de ve 13 yıl Charenton akıl hastanesinde. Yazılarının çoğunu tutuklu olduğu dönemde yazdı. "Sadizm" kavramı adından türetilmiştir. Sade kitaplarında kişilerarası ilişkilerde insanın insansal yanı bir kez yitirildiğinde, neler olabileceğinin bilgisini verir. Kişilerarası ilişkilerde insanın sahip olduğu onur bir yana bırakıldığında, ortaya çıkan yeni ilke kendi yararını koruma sonuna kadar götürülecek olursa; zorunlu olarak "sadizm"e varılır. Yani insandaki insansal olan tek şey doğaysa, doğrudan doğa nedenselliği insan türünün yapıp etmelerini belirliyorsa, insan olmak cani olmayı da beraberinde doğal olarak taşır. Eserlerinde ahlaksal eylemin belirleyicisi olarak etik değerler değil de, içgüdüler ya da "koşullu buyruklar" eylemin "ilkesi" yapılırsa neler olacağını anlatır.
Marquis de Sade Kitapları - Eserleri
- Yatak Odasında Felsefe
- En Çok Kendisine Yabancıdır İnsan
- Erdemle Kırbaçlanan Kadın
- Aşkın Suçları
- Tanrıya Karşı Söylev
- Sodom
- Ensest
- Juliette - Erdemsizliğe Övgü
- Romanlar Üzerine Düşünceler
- Dolandırıcılar
- Can Çekişen Ateist
- İkinize de Yer Var
- Aşkın Hazları
- Cumhuriyetçi Olmak İstiyorsanız Biraz Daha Cesaret
- Karıma Mektuplar
- Aşkın Suçları
- Sade'ın Kayıp Günlüğü
- Ernestine
- Kadercilik
- Çaresizlik
- İçimdeki Giz
- Dişi Kartal, Matmazel
- Tanrıça
- Sadist
- Juliette 2: Suç Kardeşliği
Marquis de Sade Alıntıları - Sözleri
- "Kadınlar... Yapmacık, kıskanç, buyuran, koket ya da sofu... Kocalar... Alçak, sadakat duygusundan uzak, acımasız ya da despot, işte, yeryüzündeki bütün insanların özeti Madam, anka kuşunu bulacağınızı hiç ummayın." (Aşkın Suçları)
- Ahlaksız olmayı seviyorum, erdemli olmaktan her zaman nefret etmişimdir. (Juliette - Erdemsizliğe Övgü)
- Ey bahtsız insanlık! Senin o kendini beğenmişliğin seni nasıl bir zırvalama derecesine getirdi! (Tanrıya Karşı Söylev)
- İsteklerimizi en iyi şekilde belirleyen ihtiraslar, Tanrı’nın buyruklarına karşı geldiği sürece çekicidirler, ya da en azından bazı budalalar bunun böyle olduğuna inandırmaya çalışırlar bizi, ama bu, temelde, imgesel bir zincirin çeşitli yanıltılarla en güçlüyü esir etme isteğidir aslında. (Erdemle Kırbaçlanan Kadın)
- ahlakın dine değil dinin ahlaka dayanması gerektiğine inanmış olduğumuz bir yüzyılda ahlaka uygun bir din gerek, ahlaklı geliştirebilecek, onun kaçınılmaz devamı olabilecek ve ruhu yücelterek, onun günümüzde tapılan biricik put olan bu değerli özgürlük düzeyinde sürekli kalmasını sağlayabilecek ahlaka sahip bir din gerek (Cumhuriyetçi Olmak İstiyorsanız Biraz Daha Cesaret)
- XV. Louis nedensiz yere birini öldüren Charolais isimli bir adama, "Sizi affediyorum," demişti, "ama sizi öldürecek kişiyi de affedeceğim." Cinayete karşı çıkartılacak bütün kanunların temelinde bu yüce ilke olmalıdır. (En Çok Kendisine Yabancıdır İnsan)
- Ölmek, düşünmeyi, hissetmeyi, zevk almayı, acı çekmeyi bırakmaktır: fikirlerin de seninle birlikte yok olacaktır; acıların ve zevklerin mezarda senin peşinden asla gelmez. (Tanrıya Karşı Söylev)
- insan konuştuğu zaman hiçbir şey öğrenemez, yalnızca dinleyerek kendini yetiştirebilir;işte bu yüzden gevezeler genelde budala olur (Romanlar Üzerine Düşünceler)
- • “ Bağlanan kadının vay haline! İnsanın tek bir âşığı bile olsa özgürlüğünü kaybeder...” (Yatak Odasında Felsefe)
- İnsanların hataları bana onu tanımayı öğretiyor. İnsan yasalar ya da doğanın kendisine dayattığı boyunduruklardan ne kadar uzaklaşırsa onunla ilgili araştırma o kadar ilginç oluyor. (Ernestine)
- Dindir ruhumun fırtınasını, güzelim... Benimkinin şahlandığını göreceksin... Ben bu tutkulu şahlanışta birçok çılgınlığın kaynağını... (Dişi Kartal, Matmazel)
- Doğa insanın edepli olmasını amaçlasaydı, onu kesinlikle çıplak doğurmazdı… (Cumhuriyetçi Olmak İstiyorsanız Biraz Daha Cesaret)
- Hiçbir insan yüreği , böylesi bir kötülüğü planlamış olamaz . (Karıma Mektuplar)
- İyi niyetli bir ateist yoktur. Kibir, dik kafalılık, tutkular işte insanın kalbinde ve aklında durmaksızın yeniden canlanan tanrıyı yok eden silahlar bunlardır. (Aşkın Suçları)
- Böylesi bir boş vermişlik, cehaletten ileri geliyor olsa gerek. (Dolandırıcılar)
- Kişilerarası ilişkilerde insanın sahip olduğu onur bir yana bırakıldığında, ortaya çıkan yeni ilke kendi yararını koruma sonuna kadar götürülecek olursa; zorunlu olarak “sadizm”e varılır. Yani insandaki insansal olan tek şey doğaysa, doğrudan doğa nedenselliği insan türünün yapıp etmelerini belirliyorsa, insan olmak cani olmayı da beraberinde doğal olarak taşır. (Ensest)
- yeniden köle olmaktansa bin kez ölmeyi tercih etmeliyiz (Cumhuriyetçi Olmak İstiyorsanız Biraz Daha Cesaret)
- Dinler despotizmin beşikleridir. (En Çok Kendisine Yabancıdır İnsan)
- Ben acı çekmenin ne demek olduğunu iyi bilirim” diye cevapladı düşünür edasıyla, “ve kimsenin desteğine ihtiyaç duymam. (Juliette - Erdemsizliğe Övgü)
- Bu bana ders olsun , bu hep aşırı sevmekten ... Buna hep çok çabuk boyun eğdiğimiz için sevgililerimizin saygısını yitiriyoruz ... Ah Luxeuil , keşke beni daha çok sevmiş olsaydınız , keşke sizi daha yavaş sevmiş olsaydım . (Dolandırıcılar)