Eşekli Kütüphaneci - Fakir Baykurt Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Eşekli Kütüphaneci kimin eseri? Eşekli Kütüphaneci kitabının yazarı kimdir? Eşekli Kütüphaneci konusu ve anafikri nedir? Eşekli Kütüphaneci kitabı ne anlatıyor? Eşekli Kütüphaneci PDF indirme linki var mı? Eşekli Kütüphaneci kitabının yazarı Fakir Baykurt kimdir? İşte Eşekli Kütüphaneci kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Fakir Baykurt
Yayın Evi: Literatür Yayınları
İSBN: 9789750404030
Sayfa Sayısı: 147
Eşekli Kütüphaneci Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Sıcak bir yaz günü, Peribacaları diyarına Yunanistan'ın Larisa şehrinden Dimitrios Katsikas adında biri gelir. Bu genç adam, yıllar önce bu topraklardan göçe zorlanan büyükbaba ve büyükannelerinin izini sürmek, bir daha buraya dönemeyen akrabalarının yerine bu güzel yerleri gezmek istemiştir. Tesadüfler karşısına yörenin sevilen şahsiyetlerinden Baba lakaplı Aziz Güzelgözü çıkarır. Aynı yaşlardaki bu iki genç kısa sürede kaynaşır. Dimitrios, Aziz'in evine konuk olunca, bu büyüleyici diyarda inanılmaz bir adamla tanışır. Aziz'in babası Mustafa Güzelgözdür bu kişi; namı diğer Eşekli Kütüphaneci. Ürgüp'teki kitaplığı yönetirken otuzdan fazla köyün halkına eşekle kitap taşıdığı için takılmıştır bu ad ona. Herkes, özellikle de kadınlar, kitap okusun diye yıllarca çırpınmıştır Mustafa Güzelgöz. Dimitrios ile Eşekli Kütüphaneci arasındaki sevgi köprüsü yöreyi birlikte gezerlerken iyiden iyiye pekişip güçlenir. Bu arada kan kardeşi olan Aziz ile Dimitriosun aklına, Ürgüp ile Larisa'yı kardeş şehir yapma fikri düşmüştür. Ama bu o kadar da kolay olmayacaktır... Fakir Baykurt'un, klasik anlatımının tüm olanaklarından yararlanarak, gücü yetene, hatta bitene dek, hasta yatağında yazdığı bu son romanında, sevgi, kardeşlik, azim, cesaret gibi duygular yine okuru sarıp sarmalıyor.
Eşekli Kütüphaneci Alıntıları - Sözleri
- “ Cahilliği ancak okumakla yenebiliriz. “
- Eskiden cahillik fazlaydı;şimdi daha fazla.
- "Kitap sevgisi diye bir sevgi vardır sanırım. Ana sevgisi, kardeş sevgisi, yâr sevgisi gibi bir sevgi. Bu sevgi insanın içinde doğuştan mıdır? Yoksa sonradan mı uyanır? Bunu bilmiyorum. Daha doğrusu, ben şöyle inanıyorum: Kitap sevgisi de bütün öbür sevgiler gibi doğuştan vardır; ama uyuyordur. Onun, zamanı gelince uyandırılması gerekir.”
- Eskiden cahillik fazlaydı; şimdi daha fazla.
- "Köylere kitap götürmek, çöle şu götürmek gibidir."
- Eskiden cahillik fazlaydı; şimdi daha fazla.
- Eğer geleceği kurtarmak istiyorsak, kitapları asıl çocuklara okutacağız.
- ...Aldığınız kitapları anlayıncaya kadar okuyun!"
- "Beyim diyor, bizim yolumuz, çeşmemiz, köprümüz yok, kitaplığı ne yapacağız?" Anlatıyorum ona: Eğer kitaplığınız olursa, yolunuz, çeşmeniz, köprünüz de olur..!
- Şimdi eskisinden daha güçlüyüm karanlığa karşı…
- ¶¶ Eğer kitaplığınız olursa, yolunuz, çeşmeniz, köprünüz de olur! ¶¶
- Kitap sevgisi de bütün öbür sevgiler gibi doğuştan vardır; ama uyuyordur. Onun, zamanı gelince uyandırılması gerekir.
- Bu dünyada en önem verdiğim senin gönlündür. O ne diyorsa, olacaktır.
Eşekli Kütüphaneci İncelemesi - Şahsi Yorumlar
sadece kitap... gerisi teferruat...: Bir süredir çoğunluğu yabancı yazarlardan oluşan kitapları okumaktan dolayı bu kitap bana tokat gibi geldi. Hani vursan yerinde gül açar deriz ya, tam deyim yerindeyse ; bu hissi yaşadım. Buram buram Anadolu havası içime işledi. Yer yer şive, beyitler, dörtlükler ve hatta bölüm bölüm anlatılan hikayenin başlığına yapılan süslemeler bile bize ; işte tam olarak bir Türk 'ün, türklüğe, kitaba, Anadolu insanına önem veren bir eseri dedirtiyor... Yazmayı, okumayı, kitabı, öğrenme ve öğretmeyi seven yazar Baykurt zamanın köy enstitülerinden çıkma bir öğretmen olması, onun neden bu sevdası sorusuna en net cevap olacaktır. Ama bu ülkenin ; güzellikleri ters düz etmesindeki başarısı gün gibi aşikar. Yazarımız enstitüler dönemine dair, "yarısı cennet, yarısı cehennemdi benim için" ifadesini kullanmıştır. İnsanlar bilinçlendikçe, sanata, bilime daha çok özen ve önem verdikçe ; bu durum bazı kesimlerce hiç de hoş karşılanmadı ve köy enstitüleri yıkıldı!... Sorgulayan bireyleri kabul etmek yürek işi! Kitaba dönecek olursam ; gerçek bir hikaye olması, geçmişi, şimdiyi, geleceği öngören satırlar, ve buna istinaden yürekleri dağlayan buruk bir kitap olarak okuyor insan. Ama hemen öyle karamsar olmayalım lütfen, çünkü ben Mustafa Güzelgöz olsaydım. Benim de bir eşeğim ve yolu engebeli yollarım olsaydı, adım adım, harfiyen o yolda gider ; hatta bir yere varamayacağımızı dile getirerek, " Ne yapacaksın bu kadar okuyup" diyen zihniyetlere karşın ; yolumuz, çeşmemiz yok hayıflanmalarına göğüs gererek, bizim Eşekli Kütüphaneci'nin dediğiyle karşılık verirdim o ağızlara. ¶¶ Eğer kitaplığınız olursa, yolunuz, köprünüz, çeşmeniz de olur. ¶¶ gonderi/138694025 Bizim pos bıyıklı demiş ya hani, "ben bu kulaklara göre ağız değilim" diye. Bizim has Anadolu insanı Güzelgöz de o ağızlardan çıkan sözlere kulağını amade etmemiş; ne mutlu ki... Kitap, Mustafa Güzelgöz ağzından, anlatılıyor. Hikayesini bizzat tüm iç sesi, tüm zorluğu ve güzellikleri birinci ağızdan aktarıyor, ta ki Bir zamanlar atalarının Ürgüp 'ten çıkarılan Dimitrios'la karşılaşıncaya kadar tabi. Güzelgöz anlatıyor Dimitrios not alıyor. 6 çocuğu olan Mustafa Hanefi çiftinin o misafirperver tavırlarıyla 7.çocukları olarak kabul ediyorlar Dimitrios'u. Ülkemin güzel insanlarının yanı sıra fesat olanlar da yok mu(?) sanıyorsunuz. Kasadan çürük elma çıkmaması mümkün değil tabi. Hiç Yunan-Türk bu kadar samimi olurmuymuş muş muş'lar... Ama Güzelgöz ailesi, hatta ailenin reisi o kadar yaşanmışlıktan sonra bununla baş etmesini elbet bilir. Hikayesinin ayrıntılarını okuyucuya bırakarak, kitap okumanın önemini, bizim kitaplara olan merakımızı bir nebze de olsa hislerimle aktarmak isterim. Kitabı okurken tesadüfen karşıma çıkan merhum Cem Karaca'nın sözleriyle başlamak isterim, " 287 yıllık bu rötardan dolayı mı acaba, sizler, ben, hepimiz kitaba karşı bu kadar az meraklıyız. Ne dersiniz? “ Kütüphane deyince aklımıza" kitap" gelir değil mi? Kitap deyince de "matbaa" gelir. Ve matbaayı ilk "Johan Gutenberg" in Almanya 'da bu işi ilk kurmasından tam 287 yıl sonra bize ulaşmasını "İbrahim Müteferrika" adında bir zatın gayretleriyle gerçekleştirilmiş. Yani merhumun demesiyle " bu kadar rötardan dolayı mıdır (?) bizim kitaplara verdiğimiz bu az değer! Güzelgöz, çocuklar, kadınlar kitap okusun ki ufukları açılsın istemiş. Kendilerini tanısınlar, devleti bilsinler, topraklarını bile nasıl ekmesini öğrensinler diye, hiçbir hava koşulu gözetmeksizin eşeğiyle ince ince not alarak kitap götürmüş civar köylere... O zamanlarda değiliz artık. 287 yıllık rötar açığını kapatacak üstün teknoloji, imkanlara sahibiz. Okumak doğuştan mı, sonradan mı der bizim Kütüphaneci... Ne fark eder?! Sonuç odağında o kitabı okuyup benimseyip veyahut reddedip sorgulamayı öğrendiğimizde tüm bu yaşanılmış zorluk ve imkansızlıkları çekenlere karşın bir borcumuzu ödemiş olmaz mıyız?!.. Çok okur var, okuduğunda asla bir çıkarım sağlamayan, bunun ne değeri vardır ki... Aslolan sadece okumak değil, kitap sayfalarındaki puntolara göz atmak değil! Bir gün anlar mısınız beni, Mustafa Güzelgöz 'ü, Cem Karaca' yı, yazar-şairleri... Al bir kitabı, gerçekten okunulduğunda kitap sevgisi aşılayacak bir kitabı, mesela kitap/esekli-kutuphaneci--2398 kitabı neden olmasın. ;)) Yoldan geçen bir vatandaşa uzat. Okuyacağına inandığım için sana hediye etmek istiyorum de. Ben yaptım bunu bir gün... Okudu mu bilmiyorum. Ama başka zaman bir çocuğa kitabı verdim. Oku haftaya anlat dedim. Hani biz biraz bu fırının ekmeğinin hasını yemişiz ya, lakin daha çok fırının da ekmeğini yiyeceğiz, işte oturduk tartıştık; sözlü inceleme yaptık beraber... Şimdilerde "Ayfer abla sen olmayınca bana kitap alan yok" diyor. Fark eder mi?! O artık bir kitap sever... Şimdi bu incelemeye şahit olan okurlar, bulunduğunuz yer kitap okuyanlarla çevrili. Yeter ki amacına uygun kullananı ara bul. Derdin sadece gerçek bir okur ile kitap istişaresi yapmak ise... Uzatmama lüzum yok diye düşünüyorum, anlamak isteyen, anladığını fark eden yeterli bu okura. Diğer kesimi fark ettiğimde, bana ışık yaktıklarında onlara bildiğim, öğrendiğim, yapmak isteyip beraber tartışacağım tüm kitap muhabbetlerini sunmaktan büyük zevk duyarım. Lütfen bilinçli okuyalım. Zamanın insanlarının onca zahmetleri heba olmasın... gonderi/138682621 gonderi/138693667 Sevgili Sunay Akın 'ın Eşekli Kütüphaneci ile ilgili ufak bir videosunu da buraya bırakıyorum. https://youtu.be/JK1tQPHfLlw Okur kalın... (Ayfer)
Kitapla Gelir Devrimler: Zaman zaman sosyal medyada denk gelirdim bu “eşekli kütüphaneci” söylemlerine. Çok da dikkat etmezdim, bizim insanımızın şov amaçlı paylaşımlarından biri diye düşünürdüm. Kitabı bitirince bu hikaye gerçek mi diye baktım, evet, Mustafa Güzelgöz de, oğlu Aziz de, Larisalı Dimitrios da gerçek; hikayeleri de gerçek. Ve Fakir Baykurt’un son eseri olan bu gerçek yaşam öyküsü, benim Baykurt’la tanışma eserim oldu. “Köye kitap götürmek çöle çeşme götürmek gibidir.” Eşekli Kütüphaneci Mustafa Güzelgöz, bu cümlenin ve fikrin sahibi. O, yalnız söylemekle yetinmiyor, uyguluyor da bu fikrini. Yıllar boyunca eşeğiyle, katırıyla köy yollarına düşüyor; Ürgüp’ün, Ürgüp’ten yola çıkarak tüm ülkenin gelişimi için çaba harcıyor. Kitap, kendi köklerini bulmak, tanımak amacıyla Ürgüp’e yolculuk yapan Larisalı Dimitrios’un tanıtılmasıyla başlıyor; Dimitrios’un Aziz Güzelgöz’le tanışması ve bu sayede onunla hatta tüm Ürgüp’le dost olmasına kadar ilerliyor. Baykurt; zamanda geriye dönüşlerle Mustafa Güzelgöz’ün kütüphanecilik yıllarına, sanatçı Refik Başaran’ın hikayesine, mübadele dönemlerine götürüyor bizleri. Nihayetinde günümüze kadar yaklaştırıp Larisa ile Ürgüp’ün kardeş şehir ilan edilmelerine kadar getiriyor. Eser; kitap/beyaz-zambaklar-ulkesinde--136761, Mustafa Güzelgöz ise bu kitabın başkahramanı olan Snellman çağrışımı uyandırdı bende. Ülkesinin gelişimi için hiç yerinde durmayan; araştırıp soruşturan, çalışıp çabalayan, pes etmeyen iki kahraman. Ancak bizim Mustafa’mız Snellman’a göre biraz talihsiz. Snellman’ın ülkesinde ona köstek olmaya çalışan ağalar, politikacılar yok, maşa görevi gören müfettişler yok; bizde var bunlar ne yazık ki. (O ağalar, o politikacılar ki halkın aydınlanmasından korkan, ülkeyi çağdışı eğitime döndüren…) Bu yüzden bu hikaye buruk bir tat da bıraktı üzerimde. Bazı sözler keşke hiç söylenmeseydi diyorum: “Türkiye’de hiçbir başarı cezasız bırakılmaz.” sözü de bu hikaye için çok doğru bir söz. Günümüzde köylerdeki birçok okulun “öğrenci azlığı” süslemesiyle kapatılıp bu öğrencilerin taşımalı eğitim adı altında merkezlerdeki okullara yönlendirilmesi, köydeki öğretmen lojmanlarının kapatılarak öğretmeni köyden ve köylüden uzak tutma çabası; köyde devleti muhtarın, imamın (işini layıkıyla yapanlar hariç) temsil etmesi bana köyü, köylüyü cahil bırakma çabası gibi geliyor. Kitapta da buna benzer işlerin (Köy Enstitülerinin, Halk Evlerinin kapatılması gibi) nasıl yapıldığı kısmen de olsa anlatılıyor. Romanda alışık olmadığım bir üslup var, dil çok sade, düşündüren bir derinlikten, sanatsal kaygıdan uzak bir dil. Fakir Baykurt diğer eserlerinde de böyle bir dil mi kullanıyor bilmiyorum ancak biyografik bir romanda böyle bir dil kullanılmasını normal karşıladım. Alışık olmadığım ikinci bir şey ise eserin, bir eser olduğunu belli etmesi. Üst kurmaca mı yoksa romantizm akımının etkisinden mi bilemedim. Kitap beni içine çekip alamıyor sanki, yazarımız kahramanlarla aramıza girmiş, bize doğrudan “Hey okuyucu, ben bir romanım, ona göre oku, anlatılanlara kapılıp gitme.” der gibi. Bunun dışında, “kitapta anlatılanlar kurguysa boşuna ütopyalar kurulmuş çünkü günümüzde gerçekleşmesi çok zor ama gerçekse muhteşem bir olay” diye diye okudum anlatılanları. Çoktan gerçekleşmiş hepsi bizler (bilhassa ben) uyurken. İşte bu yaşam öyküsü gerçek olduğu için Mustafa Güzelgöz’ün o yılmayan kişiliği, sonsuz çabası 10 puandan fazlasını hak ediyor. Ve Busrabul kitabı önerdiğin; Fakir Baykurt ve Mustafa Güzelgöz ile tanışmamızı sağladığın için sana çok teşekkür ediyorum. Darısı diğer kitaplara :) (Sıfır Virgül Beş)
Eşekli Kütüphaneci PDF indirme linki var mı?
Fakir Baykurt - Eşekli Kütüphaneci kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Eşekli Kütüphaneci PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Fakir Baykurt Kimdir?
Fakir Baykurt (Asıl adı Tahir'dir) (d. 15 Haziran 1929, Burdur - 11 Ekim 1999, Almanya) Türk yazar, sendikacıdır.
Çocukluğu
Fakir Baykurt (Asıl adı Tahir'dir) Burdur'un Yeşilova ilçesine bağlı Akçaköy'de doğdu, Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber şu sözleri ile 1929 yılında haziran ortası olduğu varsayılmaktadır; "1929 doğumlu olduğum doğru. Ay, gün bilinmiyordu. Anamla konuştuk. Köyde orak mevsimi. Tarlada sancılanıp eve gelmiş. Haziran ortasıdır..." Tahir Baykurt'un annesinin adı Elif ve babasının adı Veli'dir. Doğduğunda ona savaşlarda vurulup geri dönmeyen Amcasının adı olan Tahir adı verilir. Tahir 1936 yılında Akçaköy İlkokulu'na başlar ve iki yıl sonra babasını kaybeder. Babasının ölümünden sonra dayısı Osman Erdoğuş tarafından Balıkesir iline bağlı Burhaniye köyüne götürülür ve orada dayısının yanında dokumacılık yapmaya başlar. II. Dünya Savaşı'nın başlaması ile dayısı askere alınır ve Tahir Akçaköy'e dönerek okula devam etme imkânı bulur. 1942 yılında ağır bir sıtma geçirir bu dönem aynı zamanda şiir yazmaya başladığı dönemdir.
Köy Enstitüsü yılları
İlkokulu bitirdikten sonra Isparta Gönen Köy Enstitüsü'ne yazılır. Köy enstitüsü yıllarında özellikle şiire olan ilgisi artar, kendini okumaya verir. Bu dönemde özellikle Türkçe'ye çevrilen klasikleri okur. Fakir Baykurt Köy enstitüsündeki yıllarını ve kendisine kazandırdıklarını şu şekilde anlatmıştır;
"...Köy enstitüsü benim için olağanüstü bir fırsat oldu. İlkokulu bitirdikten sonra gidebileceğim başka hiçbir okul yoktu. Ailemin gücü yetmezdi. Ben okumak istiyordum enstitü benim gibi köy çocuklarını çağırıyordu..."
"...Klasiklerin en iyi okuru enstitülü gençlerdi. Ceplerimizi ona göre yaptırırdık, kitap sığsın. Kız arkadaşlarımız koyun kuzu gütmeye giderken, torbaya azıkla birlikte kitap da katardı..."
Bu yıllarda Bursa Cezaevi'nde olan Nazım Hikmet'in şiirleri ise gizli gizli yayılmaktadır. Tahir Baykurt da bu dönem Nazım Hikmet'in şiirlerini bulur ve gizli gizli okumaya başlar.
"...Kitaplıkta Nazım Hikmet'in kitapları yoktu. Yasaklandığını öğrenince Çivril'in bir köyüne gidip onları buldum. Nazım'ın yedi kitabını kendi yaptığım defterlere kitap harfleri ile yazıp defalarca okudum."
Köy enstitüsü yıllarında ilk şiiri Fesleğen Kolum Eskişehir'de çıkan Türke Doğru dergisinde çıkar. Edebiyata olan ilgisinden dolayı enstitüde de kitaplığın yönetimine seçilir ve daha fazla okuma fırsatı bulur. 1947 yılında Köy Enstitüleri ve Kaynak Dergisi'nde şiirleri çıkar ve bu yıllarda önce şiirlerinde daha sonra tüm yazılarında Fakir Baykurt adını kullanmaya başlar. Köy enstitüleri üzerindeki baskıların artması ile birlikte tüm enstitülere daha baskıcı yönetimler atanmaya başlar. Bu dönemde enstitüler daha önceki bir çok özelliğini yitirmeye başlarken eski öğrencilerin yaşam alışkanlıkları da bu yeni yönetimlerce sorun olmaya başlar. Fakir Baykurt da yeni atanan müdürle sorunlar yaşar ve defalarca kovuşturmaya maruz kalır. Ancak 1947 yılında Köy enstitüsünü başarı ile bitirir ve Yeşilova'nın Kavacık Köyü'ne öğretmen olarak atanır.
Öğretmenlik ve yazarlık yılları
1951 yılında ölene kadar birlikte olacağı Muzaffer Hanım'la evlenir. Bu yıl ayrıca körbağırsağı patlar ve iki kez amelliyat olur. Öğretmenliği Dereköy'e aktarılır. Üzerindeki baskılar devam eder, savcılıkça evine baskın yapılır ve koğuşturma geçirir. 1953 yılında Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümüne girer ve bir sene sonra bu sefer Gayret Dergisi'nde çıkan bir yazısı nedeni ile yargılanır. 1955 yılında Gazi Enstitüsü'nü de başarı ile bitirirerek Hafik'de açılan ortaokula atanır. Aynı yıl ilk kitabı olan Çilli yayınlanır. 1957 yılında askere alınır ve Ankara Piyade Yedek Subay Ortaokulu'na öğretmen olarak atanır. İlk kızı Işık da bu yıl dünyaya gelir. 1958 yılında ilk romanı Yılanların Öcü Cumhuriyet Gazetesi'nin açtığı Yunus Nadi Roman Ödülleri'nde birinci olur. Ancak roman nedeni ile hem Baykurt hem Cumhuriyet koğuşturma geçirir. Baykurt bu dönemden sonra Cumhuriyet Gazetesi'nde yazmaya başlar.
Askerlikten sonra Şavşat Ortaokulu'na öğretmen olarak atanır ve ikinci kızı Sönmez dünyaya gelir. Yılanların Öcü adlı romanı da Remzi Kitapevi tarafından basılır. Ardından Köy ve Eğitim Yayınları tarafından Efendilik Savaşı adlı kitabı yayımlanır. Cumhuriyet'teki bazı yazıları yüzünden öğretmenlikten alınıp Ankara'da Milli Eğitim Bakanlığı Yapı İşleri Bölümü'nde görevlendirilir. Sürüp giden yazıları ve Yılanların Öcü romanı yüzünden Bakanlık buyruğuna alınarak cezalandırılır. Altı ay açıkta kaldıktan sonra 27 Mayıs 1960'da Ankara İlköğretim müfettişliğine atanır ve aynı yıl Efkar Tepesi adlı kitabı basılır. 1961 yılında yazarın Yılanların Öcü adlı romanı tiyatroya ve filme uyarlanır. Tiyatro gösterimi yasaklanır, film ise ancak Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'in konuya el koyması ile gösterime girer ancak filmin gösterimi sırasında olaylar çıkar. Bu yıl ayrıca yazarın Onuncu Köy, Karın Ağrısı, Irazca'nın Dirliği kitapları yayımlanır. Bir sene sonra yazarın oğlu Tonguç dünyaya gelir. Baykurt Amerika'ya giderek, Bloomington'daki Indiana Üniversitesi'nde göze kulağa hitap eden ders araçları ve yetişkinler için yazma öğrenimi görür. 1963 yılında yurda dönerek Ankara İlköğretim müfettişliği görevini sürdürür. Onuncu Köy Bulgarca'ya çevrilir ve kitapları Bulgaristan'da Türkçe olarak da basılır. Yılanların Öcü ile Irazca'nın Dirliği de Almanya'da, "Die Racheder Schlangen" adıyla basılır. Yılanların Öcü Rusça'ya çevrilir.
Türkiye Öğretmenler Sendikası
1965 yılında TÖS'ün kuruluşuna katılır ve genel başkan seçilir. 1966 yılında İlköğretim müfettişliğinden uzaklaştırılarak yeni kurulan Milli Folklor Enstitüsü'nde uzman olarak atanır. Kaplumbağalar ve Amerikan Sargısı romanları yayımlanır. 1967 yılında Onuncu Köy adlı eseri de Rusça'ya çevrilir. Yazıları ve TÖS'teki çalışmaları yüzünden sık sık kovuşturma geçiren Baykurt Gaziantep'in Fevzipaşa bucağına sürülür. TÖS "Devrimci Eğitim Şurası"nı düzenler. Bir yıl sonra da TÖS "Büyük Eğitim Yürüyüşü"nü bir sene sonra da "Genel Öğretmen Boykotu"nu düzenler. Bu faaliyetlerinden sonra tekrar görevden alınarak bakanlık emrine alınır ancak Danıştay kararı ile görevine geri döner. 1970 yılında Fevzipaşa'dan Ankara'ya Ortadoğu Teknik Üniversitesi Halkla İlişkiler ve Yayın Müdürlüğü görevine getirilir. Anadolu Garajı ve Tırpan kitapları yayımlanır. Tırpan ve Sınırdaki Ölü ile TRT Ödülleri'ni kazanır. Ardından Onbinlerce Kağnı adlı kitabı yayımlanır.
Sıkıyönetim yılları
1971'de ordunun yönetime el koyması ile başlayan sıkıyönetim döneminde Baykurt iki kere gözaltına alınır. Aynı yıl Tırpan ile Türk Dil Kurumu Ödülü'nü kazanır. Kitaplarının yeni basımları yapılırken yazar askeri tutukevinden Ankara Merkez Cezaevi'ne aktarılır. 1973 yılında Can Parası ve Köygöçüren basılır. Baykurt'un yurt dışına çıkışı da yasaklanmıştır. 1974 yılında İçerdeki Oğul basılır. Keklik romanını yazar. Can Parası ile Sait Faik Ödülü'nü kazanır. Askeri Yargıtay'da TÖS Davası'ndan beraat eter. Sınırdaki Ölü ve Keklik kitap olarak basılır. 1976 yılında Sakarca basılır.
Emeklilik Yılları
Sosyal Sigortalar Kurumu'ndan emekli olan Baykurt Madaralı Roman Ödülü'nün kuruluşuna yardımcı olur. 1977 yılında İsveç'te öğretmen yetiştirme çalışmalarına katılır ve Yayla romanı basılır. Frankfurt Uluslar arası Kitap Fuarı'na katılır ve Almanya, Hollanda ve İsviçre'ye geziler yapar, göçmen işçilerle iletişim kurar. 1978 Yılında Sakarca sahneye uyarlanarak İstanbul Şehir Tiyatroları'nca oynanır. Kara Ahmet Destanı ile Orhan Kemal Ödülü'nü kazanır ve Kültür Bakanlığı'na danışman olur. 1979 yılında Tırpan adlı eseri de tiyatroya uyarlanır. Devlet Tiyatrosu tarafından İzmir, Ankara ve Antalya'da oynanır. Baykurt, göçmen işçi konusunu incelemek üzere tekrar Almanya'ya gider. Duisburg şehrinde yaşamaya başlar. Yandım Ali kitap olarak basılır. Bu dönemde ODTÜ'de öğrenci olan oğlu Tonguç da tutuklanır. 1980 yılında Tırpan İstanbul Şehir Tiyatroları'nca da sahneye konulur ve iki mevsim oynanır. Tırpan'dan ötürü Baykurt ve Taner Barlas, "Avni Dilligil En Başarılı Yazar" ödülü kazanırlar. Suna Pekuysal da "En Başarılı Oyuncu" seçilir. Rur Havzası'nda Türk işçi çocukları için başlatılan RAA programında görev alır ve bir İngiltere gezisi yapar. Kızı Işık da bu yıl tutuklanır. Baykurt, Taner Barlas ve oyunda rol alan sanatçılar "İsmet Küntay Ödülü" kazanırlar. Tırpan'daki oyunu nedeniyle Suna Pekuysal "Ulvi Uraz Ödülü"nü kazanır.
1981'de "Sakarca" İsveç'te çizgi film yapılır ve Macarca'ya da çevrilir. DDR'de bir inceleme gezisi yapar. Öyküleri Gürcistan'da da kitap olarak basılır. "Kaplumbağalar" filminin senaryo çalışmalarına katılmak üzere İsviçre'nin Neuchatel şehrine gider. Almanya'daki göçmen işçilerin yaşamını konu alan öyküleri "Gece Vardiyası" adıyla basılır. İşçi çocuklarının yaşamını dile getiren öyküleri de "Barış Çöreği" adıyla basılır. Kitaptan yapılan seçmeler Almanya ve Hollanda'da iki dilli olarak yayımlanır. 1983 yılında "Yüksek Fırınlar" kitap olarak basılır. Oğlu Tonguç'la birlikte Sovyetler Birliği gezisi yapar. Moskova, Bakü, Batum ve Leningrad şehirlerine ve Yasnaya Poliana'ya giderek Tolstoy'un Yurtluğu'nu ziyaret eder.
1984 yılında Berlin Senatosu Çocuk Yazını Ödülü'nü kazanır. Gece Vardiyası ve Kara Ahmet Destanı Almanca, Yılanların Öcü ile Irazca'nın Dirliği Bulgarca basılır. Türkiye'de "Barış Derneği İkinci Davası"nda sanık olarak aranır. 1985 yılında Gece Vardiyası ile Alman Endüstri Birliği BDI'nin Yazın Ödülü'nü alır. Dünya Güzeli ve Saka Kuşları adlı Kitapları Türkçe ve Almanca olarak basılır. 1986 yılında Duisburg'ta öğretmenliğe başlar ve yurt dışında oluşan Türkiye Aydınlarıyla Dayanıma Girişimi'nin yönetiminde görev alır. "Duisburg Treni" adlı eseri basılır. Kopenhag'ta Dünya Barış Kongresi'ne katılır aynı yıl Koca Ren basılır.
1987 yılında Keklik romanı 20 öyküsüyle birlikte Rusça’ya çevrilip basılır. Londra’ya bir gezi yaparak Highgate’te Karl Marx’ın gömütünü ziyaret eder. Aynı yıl aralarında birçok yabancı dile çevrilen kitabının da bulunduğu 19 kitabı Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Aziz Nesin, Halikarnas Balıkçısı, Mihail Şolohov, Ernest Hemingway, İvan Gonçarov, Tolstoy, Gogol, Panait Istrati gibi yazarlarla beraber gerekçe göstermeden yasaklanır. Aynı yıl Sakarca adlı eseri de Hollandaca ve Almanca olarak basılır. Türkiye – Yunanistan Dostluk Gelişimi’nin Avrupa’da kuruluşunda görev alır. Tiflis’te İlaya Cavcavadze’nin 150’nci doğum yıldönümü konferansına katılır.
1988 yılında İçerdeki Oğul’u oyun olarak tekrar yazar. A. Çetinkaya ile birlikte Fridan Halvaşi’nin şiirlerini Türkçe’ye çevirir; Kitap Eninde Sonunda adıyla Almanya’da basılır.
1989 yılında Kuru Ekmek romanını yazar. İçerdeki Oğul, Amersfoort Halk Tiyatrosu’nda oynanır. Şiirleri de Bir uzun yol adıyla basılır. Moskova’ya yeni bir gezi yaparak Nâzım Hikmet’in evinde ve arşivinde çalışır.
Baykurt ders vermeyi Pestalozzi Okulu’nda sürdürür. Şiirleri Hollanda’da “Vuurdoorns – Ateşdikenleri” adıyla basılır. 1991 yılında Ortaokul öğrencileri için, “KALEM – Schreiber” dergisini çıkarmaya başlar aynı yıl boynundan bir ameliyat geçirir. 1992 yılında, bugün Literaturcafé Fakir Baykurt adıyla varlığını sürdüren Duisburg Edebiyat Kahvesi'ni kurar. Bir Uzun Yol’un Almanca’sı “Ein langer Weg” adıyla çıkar. Yazar bu yıl bir de Çin gezisi ertesi yıl da Avustralya gezisi yapar. 1995 yılında Almanya’da öğretmenlik yaptığı çalıştığı Pestalozzi Okulu’ndan emekliye ayrılır. Öykü Kitabı bizim İnce Kızlar basılır ve 7 kitaptan oluşan Özyaşam öyküsünü bititir. 10 Mart'ta Devlet Tiyatroları Opera ve Balesi Yardımlaşma Vakfı tarafından “Fakir Baykurt’a Saygı Gecesi” düzenlenir. Bu yıl Yarım Ekmek romanı da yayımlanır. 1998 yılında Telli Yol öykü kitabı ile birlikte, “Özyaşam” dizisinin ilk cildi “Özüm Çocuktur” yayımlanır. Gezi yazılarının bir bölümünü Dünyanın Öte Ucu (Avustralya Gezi İzlenimleri) adıyla yayımlanır. Benli Yazılar deneme kitabıyla birlikte “Özyaşam” dizisinin ikinci ve üçüncü ciltleri (Köy Enstitülü Delikanlı; Kavacık Köyünün Öğretmeni) çıkar. 1999 Nisan genel seçimlerinde Özgürlük ve Dayanışma Partisi İzmir milletvekili Adayı olur. 11 Ekim 1999 Pazartesi günü tedavi gördüğü Almanya’da Essen Üniversitesi Kliniği’nde pankreas kanserine yenik düşerek ölmüştür.
Fakir Baykurt Kitapları - Eserleri
- Özüm Çocuktur
- Köy Enstitülü Delikanlı
- Kavacık Köyünün Öğretmeni
- Köşe Bucak Anadolu
- Bir Tös Vardı
- Sıladan Uzakta
- Yılanların Öcü
- Irazca'nın Dirliği
- Eşekli Kütüphaneci
- Kaplumbağalar
- Onuncu Köy
- Yarım Ekmek
- Köygöçüren
- Koca Ren
- Genç Emekli
- Yüksek Fırınlar
- Yayla
- Keklik
- Tırpan
- Amerikan Sargısı
- Kara Ahmet Destanı
- Yandım Ali
- Dost Yüzleri
- Dünya Güzeli
- Can Parası
- Dünyanın Öte Ucu
- Benli Yazılar
- Sakarca
- Telli Yol
- Gönül Ustası
- Çilli
- İçerdeki Oğul
- Efkar Tepesi
- Efendilik Savaşı
- Sabır Dağı
- Gece Vardiyası
- On Binlerce Kağnı
- Sınırdaki Ölü
- Duisburg Treni
- Bizim İnce Kızlar
- Kalekale
- Barış Çöreği
- Unutulmaz Köy Enstitüleri
- Öğretmenin Uyandırma Görevi
- Sendika Ve Grev
- Saka Kuşları
- Anadolu Garajı
- Yanar Bir Işık
- Çilli Karın Ağrısı Cüce
- Anadolu Garajı
- Şamar Oğlanları
- Yeni Kölelik mi?
- Bir Uzun Yol
- Ateşdikenleri
- Kovboyculuk Oyunu
Fakir Baykurt Alıntıları - Sözleri
- Yaşam yenileniyor,töreler kalıyor... (Yarım Ekmek)
- Aborcin denilen o insanlar kendi aralarında barışçıl yaşıyor, savaş bilmiyorlar. İlkel silahları sadece avlanmak içindi. Amiral Cook'un adamları karaya çıkar çıkmaz, ilk el de 40000 Aborcin öldürdü. Aborcinler kurşun renkli, oval büyük burunlu insanlar. Gelen beyazları kendilerini var eden ataların dirilip gelen ruhu sandılar. Koşarak, toplanarak atalarını en saygılı devinimlerle, seslerle karşılamak istediler. Karşılık olarak kafalarına, gövdelerine durmadan kurşun yediler. Atalar kurşun attığına göre bunca yıldır biriken suçlarının cezasını veriyorlar diye yorum yaptılar. Birdenbire 40 bin ölü. (Dünyanın Öte Ucu)
- Eskiden cahillik fazlaydı;şimdi daha fazla. (Eşekli Kütüphaneci)
- Ankara uzak, seçim uzak, okul uzak, gökyüzü uzaktı.Büktü boynunu. (On Binlerce Kağnı)
- Tavuklar, horozlar, bizden erken uyanıyor. Kurt, kuş bizden erken uyanıyor. Biz niye geriye kalıyoruz. Hatta bazı horozlar, bizi daha tez uyandırmak için daha erken ötüyorlar. Ama niçin erken öten horozların boynuna vuruyoruz? (Efkar Tepesi)
- Bir sidikli yorgan meseli vardır hani: İnsanlar uyanacağına yakın, ecinni tayfası, sidikli yorganı alıp sokaklarda dolaşırmış. Hangi evde duman tütmüyor, o evin bacasından girermiş. Yorganı, şafak söktüğü halde eşşek gibi yatanların üzerine örtermiş. Yani bu yorgan, değirmen taşı...Ağır! Onu örtünen, öğlelere kadar uyurmuş. Uyansa bile bir ağırlık; kalkamazmış. Yani ben kısa aklımla şöyle diyorum: Bizim köylü milletinin de üstüne sidikli yorgan örtülmüş, kalkamıyor vesselam... (Onuncu Köy)
- "Eller bizi kınar, nerelere gidelim?" "Ellerden arkalara kaldık tüüüüüh!" (Yandım Ali)
- Sabahattin Ali; Pir Sultan Abdal, Garcia Lorca, Nazım Hikmet gibi büyük sanatçılardandı. Kahraman ve kurban olmasa da, olmadan da büyüktü. Onun yaşamında ve yapıtlarında büyük sanatçılığın bütün belirtileri vardır. Biliyoruz, büyük sanatçıların yaşamları da büyüktür. Onlar acıyı da, sevinci de büyük boyutlarda yaşarlar. Yapıtları, sadece içerik, biçim ve estetik yönlerinden değil, sanatın işlevi yönünden de bambaşka özellikler taşır. Bundan ötürü kitleleri çok yakından ilgilendirirler. Bu ilgi de giderek onları etkiler, sarsar, onlara bilinç verir, bunalımlardan çıkış yönlerini, yollarını sezdirir, eyleme dönüşecek maddi gücü aşılar. Büyük sanatçılar bu işlevi, bunalım içindeki halkların yaşamına karışarak, onlarla birlikte soluk alıp vererek, acıyı sevinci onlarla paylaşarak, dayatılan haksız koşullara direnerek, diretmekle yetinmeyip, gerektiğinde savaşarak; savaşım içinde oluşturdukları yapıtlarda halkın dilini, duygularını, düşüncesini sevgiyle, saygıyla kullanarak sağlayabilirler. Böylece yeni tipler, karakterler, yazma yenilikleri ortaya koyarlar. abece, Sayı 12 Mart 1987 (Yanar Bir Işık)
- Camiye, okula, kışlaya, fabrikaya, karakola siyaset girmez, Ferhat Efendi! Girdi mi, o melmeket hapı yutar! (Tırpan)
- Para gibi maymuncuk yoktur! (Duisburg Treni)
- “Evet Pablo Neruda çok büyük bir şairdir. Yalnız Şili’nin degil butün dünyanın, en başta da işçilerin, köylülerin şairidir!” (Genç Emekli)
- Asıl anlatılacak işler "Yılanların Öcü"nde oldu ... (Çilli Karın Ağrısı Cüce)
- Ta yirmi yıl önce bir iğde silkimi zamanı, köyünden kalkıp Almanya'nın yolunu tuttuğu günü hiç unutamaz Salih. Umutlarla doluydu. İçi o gün Karadenizin suları gibi çalkanıyordu. Hiç hesapta olmayan yönlere aktı gitti yaşam. " Bir yıl sonra yirmi olacak! Yaş da kırk yedi! Yaşadığım kadar yaşayacağım nereden belli? Ne anladım ben bu kıyımcı feleğin yönettiği dünyadan?" (Gece Vardiyası)
- Denizgil hücrelerinden çıkmışlar, kapılarının önündeki dar yerde geziniyorlar. Kuzey hücreler, hiç güneş almıyor. Kapılarının ortasında "gözet deliği" var. Celâl'le gözlerimizi uydurup baktık kaçak olarak. Hüseyin'i, Metin'i, Hacı'yı, Mustafa'yı gördük şöyle böyle. Yusuf çıkmamıştı belki... (İçerdeki Oğul)
- "Çok acılar çektik! Karamsar etti acılar bizi..." (Duisburg Treni)
- Eskiden cahillik fazlaydı; şimdi daha fazla. (Eşekli Kütüphaneci)
- Dillerinden bir tane “r” çıkmaz bunların. Doğru dürüst “Murat” diyemezler. O güzelim adı “Muğat Muğat” diye rezil ederler. (Barış Çöreği)
- « İstanbul'da Yaşar Kemal İnce Memed' i yazmış. Ben de Ali enişteyi yazacağım. Evinin önüne ev yapıyorlar, sesini çıkaramıyor. Kuzusunu çalıyorlar, sesini çıkaramıyor. Çıkarsam daha beter çullanırlar üstüme diye korkuyor» (Köşe Bucak Anadolu)
- “ Bugün it bağlasan eğleşmez olmuş hepsi .” (Gece Vardiyası)
- “Pişesiye sabreder, soğuyasıya sabredemez!” (Sabır Dağı)