diorex
life
Dedas

Evvelotel - Saklı - Ayfer Tunç Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Evvelotel - Saklı kimin eseri? Evvelotel - Saklı kitabının yazarı kimdir? Evvelotel - Saklı konusu ve anafikri nedir? Evvelotel - Saklı kitabı ne anlatıyor? Evvelotel - Saklı PDF indirme linki var mı? Evvelotel - Saklı kitabının yazarı Ayfer Tunç kimdir? İşte Evvelotel - Saklı kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 05.04.2022 14:00
Evvelotel - Saklı - Ayfer Tunç Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Ayfer Tunç

Yayın Evi: Can Yayınları

İSBN: 9789750732720

Sayfa Sayısı: 248

Evvelotel - Saklı Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Ayfer Tunç, ona 1989’da Yunus Nadi Öykü Armağanı’nı getiren Saklı’yı üzerinden 17 yıl geçtikten sonra Evvelotel’e dahil etti, deyim yerindeyse sakladı: “İlk yayımlandığında bağımsız bir kitap olan Saklı, bu yazma macerası içinde Evvelotel’in bir parçası oldu. Dolayısıyla iki kitabı birleştirmek gereği duymak da söz konusu olmadı, konu yapısal olarak böyle gelişti. Saklı’nın içerdiği temalar ve karakterler üstüne inşa ettiğim için, Saklı’yı da Evvelotel’e dahil etmek zorundaydım, bunu yapmasaydım Evvelotel olmazdı.”

Evvel Otel’e geldik. Annem babana bu otelin sahibi kim? diye sordu. Baban benim dedi. Annem babandan babamı aşağıya çağırmasını istedi. Baban hanım git işine dedi. Annem ben onun karısıyım deyince baban bembeyaz oldu. O sırada babamla o kadın merdivenlerden iniyorlardı, el ele tutuşmuşlardı. Babam durdu, baban durdu, o kadın durdu, annem, ben, dünya, kâinat her şey durdu bir an. Annem elimi öyle bir sıktı ki, acıdan soluğum kesildi. Anneme baktım, babama bakıyordu. Babam onu seviyorum dedi, başıyla kadını işaret ederek. O kadar. Annem bayılırken çığlık attım, çünkü elimi sıkı sıkı tutan eli bir anda boşalmış, yumuşak, soğuk bir ölü eli olmuştu. Baban koştu, annemi kaldırdı. Ben annemin başında hüngür hüngür ağlıyordum. Ağlarken koskoca çocuk olduğumu düşünüyordum.

Evvelotel - Saklı Alıntıları - Sözleri

  • Zaman örtmüyor, ama yatıştırıyor; bu da az şey değil.
  • Yazılmayacak bir romanın içinde, yazılacakmışız gibi yaşamıştık.
  • Hep neşeler gezdirmişimdir yanımda. Benimle birlikte olanlar, en çok neşemi severler, bilirim. Çünkü hüzünlü suskunluklar, ağlamaklı duruşlar insanlara kendi küçük acılarını hatırlatır.
  • Zaman örtmüyor, ama yatıştırıyor; bu da az şey değil...
  • Hikayenin hangi satırı doğru bilmiyorum. Doğruların ne önemi var, onu da bilmiyorum...
  • Yaran varsa kanar, durduramazsın. Sabrım var sanırsın, tükenir. Öleceğin yoksa bile ölürsün. Ölmezsen eksilirsin...
  • Bir kitabı kapatıp diğerini açarken, tuhaf bir bağlantı cümlesiymiş ya da kötülüklerden koruyan bir duaymış gibi mırıldandığım dize beni ele veriyordur...
  • ...... Her rüzgârda incecik sallanan, ıslak gözleri hep uzaklarda bir yerlere takılı duran, suskun kadın.
  • “Okumaktan yorulur mu hiç insan?”
  • • Zaman örtmüyor, ama yatıştırıyor; bu da az şey değil. •
  • ‘Hayat sonsuz bir şiirden başka bir şey değildir.’ Nereye kanacağını tahmin edemediğimiz, küçük, ha­şarı kuşlara benzerdi sözleri, ordan oraya uçardı...
  • Ne çabuk tükettik yılların hatırını?
  • Yalanlarıyla hayatımı güzelleştirdi dedi, evet yalan söylüyor, ama doğruyu yaşamaktan bıktım artık...
  • Çocukluğumun bütün anıları gülümseyen fotoğraflar oldular artık. Hiç yaşanmamış kadar uzak..
  • Hâlâ burada yaşıyorsan bil ki, son sen, ilk sen değilsin. Kendimden biliyorum, eksildim...

Evvelotel - Saklı İncelemesi - Şahsi Yorumlar

“Saklı” Ayfer Tunç’un ilk kitabı, benim de kendisinden okuduğum ilk kitap oldu. Genç yazar bu kitabında genel olarak şiirsel bir üslupla yazdığı öykülerini hassas bir anlatımla ortaya koymakta. 1988-1989 Yunus Nadi ödülünü aldıktan sonra yayınlanan bu kitap yazarın kurgusunun gücü hakkında bir fikir vermekte. Yanlış bir zamanda, yanlış bir kitaba inceleme yapmaya başladığımı düşünebilirsiniz tabii. Öyle ya “Evvelotel” yazıyor kitabın kapağında, yayım yılı 2006. Herkes tarafından takdir edilen bir yazar var ortada bir de – Ayfer Tunç. Ben de başta Ayfer Tunç nasıl bir yazar, nasıl öyküler yazıyor diye başlamıştım bu yolculuğa. İlk iki öyküyü okuduktan sonra ama - ki ikisi de modern insan sorunlarını irdeleyen üst düzey hikayelerdi- nette biraz gezindim ve bir kitaba körü körüne atlamanın zararlarını tekrar deneyimledim tabiri caizse. “Evvelotel” toplam 9 öyküden oluşuyordu sadece, kitabın ikinci kısmındaki öyküler yazarın 24 yaşındayken yazdığı “Saklı” kitabındandı, yani iki kitap bir arada satılıyordu. Üstelik “Evvelotel” “Saklı”nın bir nevi yeniden yazımıydı. Ayfer Tunç ilk kitap günleri ile yüzleşerek, orada potansiyelini tam karşılayamadığını düşündüğü öykülerini, farklı anlatıcılar, farklı kurgular, farklı dönemler kullanarak tekrar yazmıştı. Bunu anladıktan sonra yazara saygım arttı tabii artmasına ama değişik bir okuma yöntemiyle tekrar okumaya başladım kitabı. İlk önce “Saklı”nın ilk hikayesini okuyor sonra da onun “Evvelotel” versiyonun okuyordum. İlk kitabı daha önce okumayanlar, bu yöntemi deneyebilir, ya da ilk önce “Saklı”yı daha sonra da “Evvelotel”i okuyabilirler. Öykülerin “Evvelotel” versiyonları derken birebir aynı hikayeler olarak düşünmeyin. Ama bu konuya daha sonra gireceğim. Önce iki kitap arasındaki en önemli farktan bahsedelim. Başta söylediğim gibi “Saklı” yazarın ilk kitabı. Buradaki hikâyeleri Ayfer Tunç ilk gençlik döneminin başlarından itibaren kaleme almış, açıkça söylemek gerekirse bir ilk kitap nasılsa bu da öyle. (Bir iki öyküde bizim hikaye etkinliklerimizde yazılan potansiyeli yüksek bazı öyküler geldi aklıma açıkçası) Tüm cephanesini kullanmış yazar. Bir hikayede her şeyi vermek istiyor sanki, ama bunaltmıyor genelde. Şiirsellik ön planda, öyküler alıp götürüyor bizi, hüzün, yalnızlık, sevgisizlik gibi konular ön planda genellikle. Kelimeler düzgün, metin akıcı. Bir iki öykü hariç beğendim hikayeleri. Yeniden yazım öyküler ama, daha dolduruyor insanın içini. Buradaki kurguyu çok daha fazla sevdim. İlk kitaptaki hikayeler üzerine olsa da, buradaki ana temalar yabancılaşma, yalnızlık, kıskançlık gibi modern insan problemleri bir nevi. Tek başına okunduğunda bir profesyonelin elinden çıkmış güçlü öyküler olarak yorumlanabilecek “Evvelotel”, Saklı’dan sonra okunduğundaysa gerçek bir kurgu şaheseri olarak göze çarpıyor. Üstkurmacanın çeşitli yöntemlerini denemiş Ayfer Tunç burada. Bir hikaye ilkinin açtığı parantezi kapatıyor, diğeri ilk hikayenin içindeki bazı bilgileri bizi irrite etmeden yalanlıyor. Bazen bir soruya cevap buluyorsunuz, bazense anlaşılamayan şeyler açıklığa kavuşuyor. Ama bunlar sıkmıyor kesinlikle okuyucuyu, su gibi akıp gidiyor. Biraz da hikayelerden bahsedeyim. Kitapların isim hikâyeleri “Saklı” ve “Evvelotel”de iki farklı öykü var aslında. “Evvelotel”de,”Saklı”da anlatılan Süslü Yenge’nin hikayesinden bahsedilmiyor, orada saklı olan başka bir hikayeye yoğunlaşıyor Ayfer Tunç. Süslü Yenge’nin kocasının eski oğlunun, babasını bulmak için otele gelişi buradaki konu. “İhtilaller Neye Benzer” hikâyesinde kardeş ”Kibir” hikayesini bir nevi intihar mektubu olarak kabul ediyor ağabeyinin. Abisine karşı olan duygularını mükemmel bir şekilde yansıtıyor Ayfer Tunç burada. İlk hikâyedeki bazı bilinmeyenler de su üstüne çıkıyor. “Yaşadığımız Yerler”de şiirsel anlatım yüzünden işin içinden çıkılamıyor fazla, ama Halas’ın sevgilisinin anlattığı “Halas” öyküsünde işin iç yüzünü anlıyoruz büyük oranda. “Önemsizlik “ve “Acılezzet” birbirini tamamlayan ve bir nevi birbirini yalanlayan öyküler. Birisinde yazar tarafından Madam Estrea ile Nesim arasındaki bağ anlatılırken, diğeri, hikayenin sonrasında ve öncesindeki olayları Madam’ın kiracısı ve ona platonik bir aşk besleyen bir gencin kaleminden anlatıyor bize. “Ay Bakıyor”da eşini kaybettiği gölde oğlunu da bıraktığını kabul edemeyen bir Selvi hanımın dramını okuyoruz kendi dilinden. “Hiçbir Hikaye Göründüğü Kadar Temiz Değildir” de bu annenin dönemlik komşusu pis bir beyaz yakalının öyküsünde öğreniyoruz, işin aslını. “Mozart’ın Son Zartı” yaşamak için yalan söylemiş bir kadının itiraflarını ve arkadaşının o yalanlara bağımlılığını okuyoruz, “Doğru”da ise o yalanlara , ama başka bir kadın üzerinden kapılan bir kocayı görüyoruz. İki öykü arasındaki bağ tek bir paragrafta anlaşılıyor burada. “Su” ve “Yanık Taşlar”da farklı dönemlerde tek bir anlatıcının ağzından dinliyoruz hikayeleri. Ana tema aynı ama susuzluk. “Silentium”da bir yaz adasında fayans işçiliği yapmakta olan Cafer’in hüzünlü bekleyişini görüyoruz. “Tevekkül”de ise hikâyeyi başka birinin, Cafer’in çalıştığı evin sahibinin ağzından dinliyoruz ve beklenilenle tanışıyoruz. Son öykü(ler) “Yüreğin Mahallesi”nde yalnız bir kadın olan Asude’nin hikayesini okurken , “Serim Düğüm Çözüm” de ilk hikayenin yazarına yapılan oldukça sert bir eleştiriyi görmekteyiz. Asude’nin çözüme bağlanamama sebeplerini araştırıyor yazar. Bu son öyküyle Ayfer Tunç sanki tüm “Saklı” kitabını eleştirmiş ve üstkurmacanın da en tepesine çıkmış. Kitap boyunca Ayfer Tunç’da 17 yıl sonra ne kadar değişim yaşandığını görüyoruz, ama daha da önemlisi neden Ayfer Tunç okumamız gerektiğini de anlıyoruz. “Saklı” edebi bir derinliğe sahip bir kitap evet, betimlemeler, metaforlar üst düzeyde ama sanki bir yavanlık var, bitmiyor kolay kolay öyküler. Oysa “Evvelotel”deki hikayeler okutuyor kendini büyük bir zevkle, olması gereken olmuş ve kitap gerçek potansiyeline kavuşmuş. “Saklı”da dolup taşan o genç şairane yazım tarzı, “Evvelotel”de olgunluğun verdiği hesaplılıkla tam kıvamına çekiliyor ve bize mükemmel bir kitap olarak geri dönüyor. Romanlarını okumadım ama anladığım kadarıyla Ayfer Tunç Türk edebiyatının en başarılı öykücülerinden biri. 1000 kitap inceleme klişelerinden de bir iki örnek vererek bitireyim yazımı (Bunlara da girmek lazım bir ara) Kendisini bu kadar geç tanıdığım için pişman olduğum bir yazar Ayfer Tunç, okuduğum ilk kitabı ama kesinlikle son olmayacak. Daha önce okumayanlara kesinlikle tavsiye edebilirim. (Erhan)

Hissetmeye Üşenmeyin: ‘’Bazı durumlarda sonuna kadar tanık olmak bir kısmını görmekten iyidir. Muhayyile denen azgın alem işlemeye başlamaz hiç olmazsa‘’ Ayfer Tunç’un yazdığı bu satırlara sahip bir öykü kitabında , hayal gücünü bir kenara bırakıp, ilk kitabı Saklı’yı okuduktan sonra Evvelotel’i merak etmeyip okumayacak okur kalmayacaktır diye düşünüyorum. Saklı ile başladıysanız okumaya benim gibi, Evvelotel’ e geçtiğiniz anda bir bakıyorsunuz kahramanların ne cinsiyetine takılmışsınız ne de isimlerine. Hoş gerçi az ya da çok fazla isim belirtildiğini fark bile etmediğim 9 öykü sizi öylesine anlatıcısına bağlı kılıyor ki, kimdir nedir diye sorgulamak aklınızdan bile geçmiyor. Düşünüyorum da; aklımda kalan birkaç isim Süslü Yenge (isim de değil de işte), Umman, Neşide, Selva /Silva ve Nesim. Başka yok :) Taa ki Evvelotel’e başladığınızda aa bu tahmin ettiğim ya da kendi kendime uyumladığım kahramandan ne kadar da farklıymış şaşkınlığını yaşatana kadar. Saklı’da inandığım, güvendiğim , sevdiğim birçok kahramanına Evvelotel’de bana, az bile olmuş başına gelenler dedirtecek ters köşe öyküler var. Yarım kalmışlıklar, seviyorum aslında yarım kalmışlıkları. Hep bir umut ışığı doğurur içimde. İstediğim gibi sonlanmasını kendim belirlerim, benim istediğim şekli de hoşuma gider mutlu olurum. Ama Ayfer Tunç'un muazzam kalemi müsaade etmiyor. Saklı’yı okuyup Evvelotel’e de hadi bir bakayım merakınız ve yazara olan hayranlığınız olmazsa, hayalinizdeki sonlar için ideal. Saklı’nın kahramanlarının, gizli kıyıda kalmış yaşanmışlıklarını Evvelotel’de ruhunu soyarcasına gözümüzün önüne seriyor. Betimlemelerine o kadar hayranım ki önce yazdığı olayı , sonra tekrar başa dönüp anlatma tarzını defalarca okuyorum. Buraya kadar kitap için azıcık olsa da naçizane diyebildiklerim. Terk edenler, ihanet edenler, terk edilenler, vazgeçemeyenler, yüzleşmek isteyen, yüzleşemeyen, kaçan, saklanan tüm kahramanlardan hissettirilen pişmanlıklar, söylenemeyenler, öykülerden bende kalanlar neler mi ? Kimi zaman hayatımıza girer biri farkına varmadan. Nefes alıp verir gibi. Kimi zaman da gitmiştir bile bizde kaldığını bilmeden. Anlamadan dinlemeden işte bu demekten vazgeçmek, inanmamak telafisi mümkün olmayan bir pişmanlıktır. Bazı insanlara yanımızda olmasalar da ne kadar önemli olduklarını, varlıklarının bize ne kadar iyi geldiğini, bir merhabalarının bize her şeyi unutturup içimizi ısıttığını izah edemiyoruz. Hayatımızda olmasalar ne kadar eksik kalırdık , farkında olamıyor ve fark ettiremiyoruz. Olsun, sevdiğimiz insanlara kırıldığımızda ya da kırıldıklarını hissettiğimiz ve ihmal edildiğimizi düşündüğümüz tüm zamanlarda, onlardan sevgimizi geri çekme lüksümüz olmuyor olmamalı da. Sevgimizin yüceliği hoşgörüden ve anlamaktan geçiyor. Hayatı nasıl yaşayacağınız tamamen size ait. Önemli olan şu: " Bir kitabı kapatıp diğerini açarken, tuhaf bir bağlantı cümlesiymiş ya da kötülüklerden koruyan bir duaymış gibi mırıldandığım dize beni ele veriyordur : Bir gün herkes kendisi olsun.’’ Beklentilerimi karşılayan bir hayatım yok evet Dinlemeye karar verdim kendimi; hayatımdaki fazlalıklardan. Beni yoran düşüncelerden isteklerden anılardan insanlardan. Beni yoran bağlardan dayatmalardan kurtulmak istiyorum . Huzurlu ve mutlu bir hayat... Herkese yetip kendine yetemeyen ben, biten bir kitabın ardından sanırım kimyam da bozuldu şu saat itibariyle. Heyecanlı ve telaşlıyım, ya da siz de biliyorsunuz endişe ve hüzün yine çok moda. Hiç sevmediğim şeyleri yapasım olsa da ara sıra , üzmek istemiyorum ne kendimi ne de çevremdekileri. Yine de terk etmek, sonradan pişmanlık duyacağım bir ömürde ah vah etmek, terk edene takılarak hayatı kendime zehir etmek yerine; Sadece sevdiğimin baktığını, sadece sevdiğimin merceğinden süzülenleri görürdü göz bebeğim, Yapıp yaptığım her iş sevdiğime ait olsun isterdim, yazdığım her kelime sevdiğimin eseri olurdu ellerimde, Yokluğuna bir saniye bile tahammül edemez, içime her çekişimde yeniden doğuş sebebim olurdu nefesi, Bağlanmaktan değil çözülmekten korkardım ikinci baharıma. Bir nefes alımlık mesafe kalmasına rağmen aramızda , kavuşmaya daha bir ömrün olduğunu hissettiğim özlemim olurdu da, Görüp görememenin bir öneminin olmadığını bilerek, hiç göremeyeceğimi bilsem dahi, hep bakmasını ister ve ; Nerede, hangi durumda olursam olayım, varlığı, gönlüme hep iyi gelecek duygularıyla sever, anlar , yaşar ve yaşatırdım diyebiliyorum. ‘’Unutmak bir yalanlamadır, en yalnız zamanlarımda kendime bir bir anlattığım. Aslında hiçbirini unutmadım, sakladım.’’ diyor Ayfer Tunç. Hatta satır aralarında bir yerde ''düşünmeye üşendim'' cümlesine rastladığınızda ; Siz üşenmeyin derim.. Okuduğunuzda kendinize neleri anlatıp , neleri halen sandıklarda tuttuğunuzu sorgulamak adına, bağlanmaktan değil de çözülmekten korkacağınız sevgilerin kayıplarını yaşamadığınız bir ömürde; Keyifli okumalar diliyorum. (Ferah)

Yanlızlik,sevgisizlik, yabancılaşma,bekleyiş, sorunlu ilişkiler gibi konuları ele alan değişik hikayelerden oluşmuş kitap;yazılan bir cümlesinde yada bir hikayesinde çok tanıdık duygular buluyor insan kendinden. (Semiha D.)

Evvelotel - Saklı PDF indirme linki var mı?

Ayfer Tunç - Evvelotel - Saklı kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Evvelotel - Saklı PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Ayfer Tunç Kimdir?

Ayfer Tunç 1964'te Adapazarı'nda doğdu. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni bitirdi. Üniversite yıllarında çeşitli edebiyat ve kültür dergilerine yazılar yazmaya başladı.

1989 yılında Cumhuriyet gazetesinin düzenlediği Yunus Nadi Öykü Armağanı'na katıldı, Saklı adlı yapıtıyla birincilik ödülü aldı. 1999-2004 arasında Yapı Kredi Yayınları'nda yayın yönetmeni olarak görev yaptı. 2001 yılında yayımlanan ve okurdan büyük bir ilgi gören Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek-70'li Yıllarda Hayatımız adlı yapıtı, 2003 yılında yedi Balkan ülkesinin katılımıyla düzenlenen Uluslararası Balkanika Ödülü'nü kazandı ve altı Balkan diline çevrilmesine karar verildi. Tunç'un 2003 yılında Sait Faik Abasıyanık'ın öykülerinden hareketle yazdığı Havada Bulut adlı senaryosu filme çekildi ve TRT'de gösterildi. Tunç'un Saklı, Mağara Arkadaşları, Aziz Bey Hadisesi ve Taş-Kağıt-Makas adlı dört öykü kitabı, Ömür Diyorlar Buna adlı bir e-kitabı, Kapak Kızı adlı bir romanı, İkiyüzlü Cinsellik adlı (Oya Ayman'la birlikte yazdığı) bir inceleme kitabı ve Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek adlı bir yaşantı kitabı var.

Ayfer Tunç Kitapları - Eserleri

  • Suzan Defter
  • Aziz Bey Hadisesi
  • Yeşil Peri Gecesi
  • Kapak Kızı
  • Dünya Ağrısı
  • Osman
  • Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi
  • Aşıklar Delidir ya da Yazı Tura
  • Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek
  • Evvelotel - Saklı
  • Ömür Diyorlar Buna
  • Kırmızı Azap
  • Mağara Arkadaşları
  • Taş - Kağıt - Makas
  • Memleket Hikayeleri
  • Saklı
  • Harflere Bölünmüş Zaman
  • İkiyüzlü Cinsellik

Ayfer Tunç Alıntıları - Sözleri

  • Çocukluğumun bütün anıları gülümseyen fotoğraflar oldular artık. Hiç yaşanmamış kadar uzak.. (Evvelotel - Saklı)
  • ...... Her rüzgârda incecik sallanan, ıslak gözleri hep uzaklarda bir yerlere takılı duran, suskun kadın. (Evvelotel - Saklı)
  • Bekledim onu, hep bekledim... Gelmedi. (Ömür Diyorlar Buna)
  • Kendini her zaman olduğu gibi koca şehirde, koca ülkede, koca dünyada yapayalnız hissetti. (Kırmızı Azap)
  • Türk halkı nelere inanmamıştı ki? Futbolda sekiz sıfır yenilir ve ezilmediğine inanırdı. İhtilallerin memleketin menfaati için yapıldığına inanırdı. Dünyanın sadece Türk olduğu için kendisine düşman olduğuna inanırdı. Hep bir şeylere sonuna kadar inanırdı. (Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek)
  • Öykü edebiyatın gayri meşru çocuğudur. Nüfusa kaydedilmiştir, edebiyat ailesinin asil üyesidir. Ama şiir ve romanla aynı evde oturmaz. O kendi küçük evinin odalarında oturup pencereden bakar. Kenar mahallelerin dar sokaklarında yürür. Kendine ait dünyasına başkalarını sokmayı pek sevmez. Oysa şiir ailenin haylaz, havai ve biraz da hayırsız çocuğudur. Duyguludur, zaman zaman hırçındır, kavga etmeyi sever. Ağır konuşur, ağır aşk yaşar. Meraklıdır, romanın da öykünün de işine burnunu sokar. Sevimlidir, girdiği yerden çıkmaz, kimse ona git diyemez. Roman ise ailenin ağırbaşlı, ciddi, ne yaptığını bilen çocuğudur. Öykünün hakkını korur, nüfusa kayıtlı olduğundan hareketle onu ailenin üyesi sayar. Roman öyküyü gizlice sever, çünkü kendi çocukluğunu görür öyküde. Ama şiire de, öyküye de akıl vermeye kalkar. Hırslıdır. Tartışmaları o açar, gündemi o değiştirir. Akıllıdır ne de olsa, şiir kadar duygularına yenilmez. Öyküyle şiir çok iyi geçinirler. Birbirlerine daha çok benzerler. Şiir öykünün gayri meşru oluşuna aldırmaz; bütün sevecenliği ve sevimliliğiyle öykünün hayatına sızar, orada derin izler bırakır. Oysa roman, şiirin bu girdiği yere sızma ve yayılma eğilimini kaldıramaz. Yatağından şiiri kovmaya çalışır, bazen başarır, bazen başaramaz. Roman bilgiçtir, arada bir küstahlaşır, kendini ailenin sözcüsü, temsilcisi olarak görür, gösterir, başarır. Şiir romanın bu tutkusuyla dalga geçer. Havaidir. Roman çalışır, kazanır. Şiir çalışmaz, kazanır. Öykü çalışmaz, kazanmaz. Deneme ise ailenin nüfusa bile kaydedilmemiş gayri meşru çocuğudur. Çokları onun aileden olmadığını sanır. Ciddidir, boş konuşmaz, hoşsohbettir ama biraz sesi kısıktır. Aileden olmak olmamak hiç umurunda değildir. Uzak durur, beni de aranıza alın, ben de sizdenim demez. Ailenin canı cehennemedir. Duygusal olduğu halde, öyle görünmeyi sevmez. Pek varlıklı da değildir. Nüfusa kayıtlı olmadığı için payına miras düşmez. Deneme çok çalışır, ama kazanamaz. Oyun ailenin zengin kuzenidir. Sahneyle, oyunculukla, rejiyle kardeştir. Aristokrat takılır, soy ağacında kökleri çok geriye gider. Aslında tiyatro ailesine mensuptur. Edebiyat ailesinin sıkıntıları onu pek ilgilendirmez, başka bir deltada yaşar. Oyunun ailesi zengindir, ailece çalışıp kazanırlar, sonra ailece bölüşürlerken kavga çıkar. Senaryo ailenin ahbabıdır. Çok cazibelidir. Romanı pek sever, ama roman uzak durmaya çalışır ondan. Ne zaman senaryoyla dostluk etmeye kalksa kazık yiyen roman olmuştur. Anı, ailenin bunak büyükbabasıdır, çok bilir, çok konuşur, yarısı palavradır. Biyografi ailenin yurtdışında yaşayan üyesidir. Bencildir, fazla uğramaz memleketine. Otobiyografi bu ülkede daha doğmamış çocuktur, adı hazırdır, kendi yoktur ortada. Hayat aslında tek bir uzun öyküdür. Her defasında değiştirilerek yazılsa da, finali yoktur. (Harflere Bölünmüş Zaman)
  • Kelimelerin iyi geldiği, yarım kalmış insanlarız biz. (Aşıklar Delidir ya da Yazı Tura)
  • Geçmiş, her anlattığımızda kılık değiştiren bir uydurmadır. (Memleket Hikayeleri)
  • "Müzikten konuşurken geçip giden güzel saatlerimiz..." (Saklı)
  • Birini bir zamanlar sevmiş olmak insanın içinde iz bırakıyordu. İnsan o kişiyi artık sevmese bile iz kalan yer acıyordu. (Yeşil Peri Gecesi)
  • Gülüşü kurgulanmış gibiydi. (Suzan Defter)
  • Anadolu halkı, yüz yıl sonra “Kendi okulunu kendin yap”, kampanyasına şaşılası bir coşkuyla destek verecek, bir Allah’ın kulu çıkıp “Okulumuzu da kendimiz yapacaksak devlet niye vergi alıyor?” diye sormayacaktı. (Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi)
  • Kaçamıyordu insan hayattan. Hiçbir biçimde kaçamıyordu. Mekanlar, eşyalar, şehirler, sokaklar değişiyor ve insan kendinden, hayattan kaçamıyordu. Ya da ben yapamıyordum. (Mağara Arkadaşları)
  • "Artık her şey, her yer değişiyordu. Çağa uygun düşen bir yoksulluk olacaktı bahar." (Saklı)
  • “En fazla bir yıl sürer yirminci asırlarda ölüm acısı.” (Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi)
  • Sevmenin insanı böylesine var edebileceğine inanmazdım, yaşadım;sevmenin yokluğu fikrinin bile insanı yok edebileceğine de. Onu da yaşadım... (Kırmızı Azap)
  • Yaş ilerleyince anlıyordu insan. Mutluluk öyle gökten zembille inmiyor, itina istiyordu (Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi)
  • “Eriyorum, çürüyorum, hayatım bataklık gibi dibe çekiyor beni desem sana, o manasız soruyu bile sormazsın: Neden? Hemen teşhisi koyarsın: Rahat batıyor sana!” (Suzan Defter)
  • Viski yorgunluğu alır derler. Kasttettikleri günün yorgunluğudur. İstediğin kadar iç, hayatın yorgunluğu baki kalır. (Yeşil Peri Gecesi)
  • “Neden yazıyorum?” Yazarların birçoğu neden yazdığını bilmez. Ya da neden yazdığını bilerek başlamaz yazmaya. Yazının evrenine girildiğinde sorular belirginleşir, önceleri pek de tatmin edici olmayan, oynak cevapların bir kısmı yerli yerine oturur. Birçok soru cevaplansa da, cevaplandığı sanılsa da, “neden yazıyorum?” sorusu lezzetli bir iç huzursuzluğu sorusu olarak kalmayı sürdürür. Çünkü yazmanın bütün sırrı aslında bu sorunun içindedir ve bence yazarlar bu soruya kesin bir cevap bulup defteri kapatmak istemezler. Yazı, yazarın da eremediği bir sırdır; sır aydınlanırsa yazar ışığa yakalanmış bir tavşana dönüşür, kıpırdayamaz. Ben böyle olduğunu düşünüyorum; oysa Sait Faik, “Haritada Bir Nokta” adlı öyküsünü neden yazdığını söyleyerek bitiriyor: “Yazmasam deli olacaktım.” Ama bence bu cümle, o sır dolu sorunun cevabı değil, yazı serüveninin son aşamasında kendiliğinden vardığı bir sonuçtur; hayat karşısında tutunmanın yolunu, Sait Faik’in kendi “çaresiz çare”sini işaret eder bize. “Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi?” Sait Faik’in ölümünden iki yıl önce yazdığı “Haritada Bir Nokta”, imgeler arası ilişkiler açısından çok zengin bir öykü olmanın yanı sıra, yazının evrenine ilişkin soruları, insanla, varolmakla, toplumsallıkla da ilişkilendirerek kurcalayan bir metindir. Öykünün kurgusu ile huzursuz soruları arasındaki ilişki muhteşemdir. Şu soru: “Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi?” sorusu, “neden yazıyorum?” sorusundan hiç aşağı kalmadığı gibi, neden yazıyorum sorusunun bir önceki cevabıdır. Sait Faik bu öyküde, önce neden yazdığı sorusuna bir cevap bulmuş, yazı yazmanın bir hırs olduğuna karar vermiş ve adaya çekilmiş bir adamı / kendini anlatır bize. Ama adada insan vardır, insanın olduğu yerde kötülük vardır, kötülük onu tütüncüye koşturur, kâğıt kalem aldırır, kalemi yontturur, öptürür ve yazdırır. Sorunun cevabı değişmiştir: “Yazmasam deli olacaktım”. Yazı artık bir ilaçtır. İyi de, yazı yazmanın bir hırs olduğuna neden karar vermiştir Sait Faik? Ne olmuştur? Ne gibi kötülükler görmüş ya da etmiştir ki, vazgeçmiştir yazmaktan? “Kaybettiğim her şeyi; insanlığı, cesareti, sıhhati, safveti, dostluğu, alın terini, sessizliği yeniden bulacak; belki yeniden bir adam olmasam bile bir temiz hayatın içinde hayran, meyus ve mahcup ölümü bekleyecektim. Aklıma ara sıra esen yazı yazmak arzusunu, arzusu değil kötü huyunu, bu tek kötü huyu muvaffakiyetler, şöhretler düşünmeden, “düşünürsem Allah canımı alsın!” düşüncesiyle yeniden bulabilirsem, kalemsiz kâğıtsız dağlara fırlayacak, balığa çıkacaktım. Yazmayacaktım.” Sait Faik, bedenine girip çıktığı anlatıcı aracılığıyla, bu öyküyü bir tür günah çıkarma metnine dönüştürür. Öyle bir altmetin akar ki öyküde, Sait Faik’in yazar olmanın bütün nimetini ve külfetini tattığını, ünlü yazarlara vadedilen mevkilere ulaştığını hissederiz. Ama bundan bir parça haz duymuş olduğu için kendinden utanmış gibidir. Yazmaktan değil, şöhretten alınan hazzın yazmanın has anlamını kirlettiğini; onun, mevkilere bir an için bile olsa kanmış olabileceğini, yazmanın varlığının özü olan yanından uzaklaşmış olmaktan korktuğunu düşünürüz. Biz de onunla birlikte yazmanın bir hırstan başka bir şey olmadığına inanırız. Yazdıklarında kendini gizlemeyen, tersine, kendini ancak yazdıklarında açan bir yazar olan Sait Faik, has yazar türündendir. Onun her türlü edebi mevkii reddettiğini, baş köşeye geçip ahkâm kesmekten hoşlanmadığını, gerek yazdıklarından, gerek onu anlatanların anılarından biliyoruz. O, mevkileri reddederek varolmuş bir yazardır. Bu reddedişte de bir altını çizme, bundan övünme payı çıkarma yoktur üstelik. İşi sadece yazıyladır. Edebiyatı en doğal haliyle yaşamış ve yazmış, kendi yarattığı büyüleyici alana bir üstünlük, bir ayrıcalık atfetmemiş, okura veya insana yukardan bakmamış, kendi imgesini yeniden imal etme ihtiyacı duymamıştır. (Harflere Bölünmüş Zaman)

Yorum Yaz