Geleceğin Devrimi - Murray Bookchin Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Geleceğin Devrimi kimin eseri? Geleceğin Devrimi kitabının yazarı kimdir? Geleceğin Devrimi konusu ve anafikri nedir? Geleceğin Devrimi kitabı ne anlatıyor? Geleceğin Devrimi PDF indirme linki var mı? Geleceğin Devrimi kitabının yazarı Murray Bookchin kimdir? İşte Geleceğin Devrimi kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Murray Bookchin
Çevirmen: İbrahim Yıldız
Çevirmen: Soner Torlak
Yayın Evi: Dipnot Yayınları
İSBN: 9786054878383
Sayfa Sayısı: 270
Geleceğin Devrimi Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
"Bookchin, ömrünü kapitalizmin "ya büyü ya öl" mantığına, o doymak bilmez ethosuna karşı çıkmakla harcadı. Bu kitaptaki dokuz deneme bu çabanın vardığı en son noktayı temsil ediyor: eşitlikçi, doğrudan demokrasinin uygulandığı ekolojik bir toplumun kuramsal payandalarını, böylesi bir toplumun nasıl inşa edilebileceğiyle ilgili pratik bir yaklaşımla birlikte, sunuyor. Bookchin, toplumsal değişimi hedefleyen geçmiş hareketlerin başarısızlıklarını eleştirel gözle inceliyor, doğrudan demokrasi vaadini yeniden diriltiyor veçevre krizini hakiki bir tercih momentine nasıl dönüştürebileceğimiz konusundaki ümidinin dayanaklarını özetliyor -toplumsal cinsiyetin, ırkın, sınıfın, ulusun paralize edici hiyerarşilerini aşma fırsatından, toplumsal sistemimizin radikal kötülüğüne radikal bir çare bulma fırsatından söz ediyor. (…) Bookchin, arı düşüncesi, ahlaki sorumluluğu ve gerçekçi bir ümidin peşinde ödün vermeden, bütün içtenliğiyle koşması itibarıyla gerçek bir Aydınlanma çocuğudur."
-Ursula K. Le Guin-
"Bookchin, olağanüstü yeteneği ve enerjisiyle yıllar boyunca farklı alanlarda boy gösterdi: tarih, teknoloji, toplumsal örgütlenme, adalet arayışı ve özgürlük, vs. Bu alanların her birine ışık ve içgörü kattı, özgün ve provokatif düşünceler ile esinleyici bir vizyon kazandırdı. Radikal demokrasi üzerine yazdığı yazılardan oluşan bu kitap onun büyük başarılarını daha da ileri bir noktaya taşıyor."
-Noam Chomsky-
Zuccotti'den Taksim'e meydanlarda şekillenen radikal demokrasi, sergilediği müthiş direniş anlarına rağmen, ortaya henüz işe yarar bir alternatif politika koyamadı. Ne ki tabandaki heyecan ve dayanışma, bugünün baskıcı güçler dizilimini bertaraf etme ve onun yerine vizyoner, eşitlikçi -daha da önemlisi, ulaşılabilir- yeni bir toplum geçirme yetisine sahip bir politik praksis oluşturacak birleşik bir güce dönüşmüş değil henüz. Bookchin doğrudan bu ihtiyaca değiniyor; özgür bir toplumun ne menem bir şey olabileceğine ilişkin bir vizyon, bizi o ideale götürebilecek bir yol haritası ve yeni bir politik strateji sunuyor. Dolayısıyla, biz bu kitabı, dile getirdiği düşüncelerin kâğıt üzerinde kalmaması, bize direnişten toplumsal dönüşüme doğru hareket etmemizi sağlayacak düşünce ve eylemler esinlemesi umuduyla okurlara sunuyoruz.
Geleceğin Devrimi Alıntıları - Sözleri
- Kültürel özgürlük ve çeşitlilik, vurgulamama izin verin, milliyetçilikle karıştırılmamalıdır. Özgün halkların kendi kültürel kapasitelerini tam anlamıyla geliştirmekte özgür olmalarının gerekliliği, sadece bir hak değil, bir ihtiyaçtır da. Modern kapitalizm eliyle büyük ölçüde kültürsüzleştirilmiş ve tektipleştirilmiş dünyanın yerini muazzam bir farklı kültürler mozaiği almadığı taktirde, dünya, iç karartan bir yer olur. Fakat yine aynı nedenle, halkların kültürel farklılıkları sınırlandırılması ve görünürdeki "kültürel farklılıkların, toplumsal cinsiyet, ırksal ve fiziksel üstünlük gibi biyolojik nosyonlara dayanması halinde, bu sefer dünya, tamamen bölünmüş hale gelecek ve halklar da birbirleriyle sürekli biçimde anlaşılmazlık içerisinde olacaktır. Tarihsel olarak, halkların ülke sınırları boyunca ulusal bütünleşmesinin, akrabalık toplumlarının temeli olan dar akrabalıktan daha geniş bir toplumsal alan ürettiği, aynen kentlerin kabilelerden daha geniş insani yakınlıkları beslemeye yatkın olması gibi, yabancılara daha açık olduğu bir durum da vardır. Fakat ne kabilesel yakınlıklar ne de ülke sınırları, insanlığın zengin fakat uyumlu kültürel çeşitlemelerle birlikte tam anlamıyla bir müşterekliğe ulaşma potansiyelinin gerçekleşmesini sağlamaz. Sınırların gezegenin üzerinde yeri yoktur, aklın manzarasında bir yerden fazlası değildirler.
- Milliyetçi olmak, insandan daha eksik bir şey olmaktır, fakat aynı zamanda, bireylerin kendine özgü kültürel geleneklerin, çevrelerin ve ruh hallerinin ürünleri olmaları nedeniyle kaçınılmazdır da. Mutlak milliyetçilik olgusunu bir kenara bırakmak, insanların kendilerini aynı türün üyeleri olarak kabul ettiği ve "ulusal" istisnailiklerinden ziyade ortaklıklarını çoğaltma arayışında olduğu daha yüksek bir evrensel ilkedir.
- Üstelik, liberter belediye, diğer toplumsal yapıntılar gibi, oluşturulan bir şeydir. Onun, nesnel etik ölçütlerden yoksun olan ve dolayısıyla kolayca baskıcı kurumlara ve kaotik topluluklara meydan verebilen keyfî "tercihler" sonucu değil, aklın bilinçli bir biçimde uygulanması sonucu yaratılması gerekir. Belediyenin anayasası ve yasaları yurttaşların haklarını olduğu kadar zorunluluk alemini de açık bir biçimde aydınlatmalıdır. Belediyenin yaşamını belirleyen şey yasalardır, insanların keyfi tutumları değil. Böyle bir hukuk sistemi baskıcı olmaktan ister istemez uzaktır: binlerce yıl boyunca, ezilenler keyfi yönetimden ve "yapısızlığın zorbalığından" kendilerini sakınmak için yasa talep etmişlerdir. Özgür bir belediyede yasa her zaman ussal, gidimli ve açık surette türetilmeli ve dikkatli mülahazalara tabi olmalıdır. Aynı zamanda, insanlığı zalimlerin boyunduruğuna koşmuş olan düzenlemelerin ve tanımların da sürekli farkında olmamız gerekmektedir.
- Bir defa, halk demokrasisi herkesin halk meclislerine katılabileceği, katılacağı ve hatta katılmak isteyeceği fikrini kendine öncül olarak almaz. Anarşist olduğunu iddia eden hiç kimse, katılımı zorunlu kılmamalı, insanları katılım yönünde zorlamamalıdır. Daha da önemlisi, devrimler tarihinden bildiğim kadarıyla, belli bir yerdeki insanların hepsi şöyle dursun, büyük çoğunluğunun bile devrime katılması hiç söz konusu olmamıştır. Devrimci bir durumda ayaklanma baş gösterdiğinde, az sayıda destekçinin yardımını gören (adı sanı bilinmeyen) militanlar başkaldırıp kurulu düzeni alaşağı ederken, halkın büyük bölümü olan biteni seyretmekle yetinir. (...) bütünüyle başarılı olmuş bir devrimde, kendi toplumlarının kaderi hakkında önemli kararlar alan meclis toplantılarına katılan insanlar hep küçük bir azınlığı oluşturmuştur. Kapitalist bir toplumda kitlelerin politik ve toplumsal bilinç, çıkar, eğitim ve yetişme biçimi bakımından sergiledikleri farklılıklar, beraberinde, halkın devrime topyekün değil, dalga dalga katılmasını getirir. İlk önce en militan öncü dalga gelir (bu dalgayı başlatanların sayısı oldukça azdır); onu, olaylara o zamana dek seyirci kalmış insanlardan oluşan, ama eğer kalkışma başarılı olacak gibi görünüyorsa birinci dalgayla birleşen ikinci dalga izler. Kalkışmanın başarılı olma olasılığı yüksek olması halinde ancak, politik açıdan daha az gelişmiş dalgalar, değişik derecelerde, ona katılır.
- Kapitalist ekonomi, tanımı gereği, büyüdükçe yaşar; Bookchin şöyle yazıyor: "Kapitalizmin akılsızca büyümekten vazgeçmesi onun için toplumsal intihara yeltenmekle birdir." Kendi toplumsal sistemimize model diye kanseri seçmiş durumdayız. Ursula K. Legun'un önsözünden
- Birincisi, "olması gereken" gelecekteki politik gündemin ve politik hareketin her ilkesini güdümlemelidir. Protesto politikası ne denli önemli olsa da o, toplumsal yenilik politikasının yerine geçemez. Bugün hem marksistler hem de anarşistler savunmacı bir pozisyondalar; mevcut toplumsal düzene ve onun yarattığı problemlere tepki vermekle yetiniyorlar. Böylelikle de kapitalizm, kendi sezgisel hasımlarının davranışlarını düzenleyebiliyor. Dahası, kurnazca bir tutumla, protestoculara kısmî tavizler vererek muhalefeti susturmayı öğrenmiş durumda.
- Toplumsal devrimler, iktidar sorununu kendi görüş alanlarından çıkarmak şöyle dursun, iktidara somut ve özgürlükçü bir kurumsal formun nasıl verileceği sorununun üzerine gitmek zorundadır. Bu meselede suskun kalmak ve günümüzün aşırı ısınmış kapitalist gelişmesine yanıt üretemeyen köhne ideolojilerin arkasına saklanmak, devrimle oyun oynamaktan, hatta devrime ulaşmak için her şeylerini veren sayısız militanın hatırası ile alay etmekten başka bir şey değildir.
- Geçmişin büyük bölümü şimdiye eklemlenmiştir hep; Marx'ın da ısrarla vurguladığı gibi "saf bir kapitalizm" yoktur; kapitalizmin önceki biçimlerinden hiçbiri radikal nitelikli yeni toplumsal ilişkiler kurulana ve bu ilişkiler karşı konulmaz bir biçimde egemen hale gelinceye dek sönüp yok olmayacaktır.
- Milliyetçilik - geleneksel marksistler bu kavramı da "soyut" görebilir - insanı insandan ayıran bir hastalık olagelmiştir ve kabilesel darkafalılığa doğru bir gerilemeden ve topluluklar arası savaşın yakıtından başka bir şey olarak görülemez. Üçüncü Dünyada ve Doğu Avrupada yeni devletler üreten ulusal kurtuluş mücadeleleri, ne emperyalizmin yayılmasını durdurmuş ne de tamamen demokratik devletler ortaya çıkmıştır. Stalinist imparatorluğun "özgürleşmiş" halkların bugün komünist idare altında olduklarından daha az eziliyor olması bizi yanıltmamalı, bu halkların aynı zamanda neredeyse bütün ulus devletlerin beslediği yabancı düşmanlığından ya da kapitalizm ve onun medyasının ürettiği kültürel tektipleştirmeden özgürleşmiş olduğuna inandırmalıdır. Kuşkusuz hiç bir liberter, boyun eğdirilmiş halkların kendilerini özerk bir varlık olarak kurma hakkına karşı çıkmaz. Fakat bir zalime karşı çıkmak, önceden sömürge olan ulus devletlerin yaptığı her şeye destek çağrısında bulunmak demek değildir. Etik açıdan konuşursak, bir tarafın yaptığı yanlışa karşı çıkıp, diğer tarafın yaptığı aynı yanlışı desteklememek gerekir. Bir klişe fakat özlü söz olarak "düşmanımın düşmanı dostum değildir" vecizesi, özellikle totaliter odaklar, dinci yobazlar ve "etnik temizlikçiler" eliyle yönlendirilebilecek olan ezilen halka kısmen uygulanabilir. Nasıl özgün insani potansiyeller üzerinden yine özgün bir etik üzerine düşünülmesi ve buraya dayanılması gerekiyorsa liberter bir sosyalizmin ya da anarşizmin de eğer toplumsal meselelerde akıl rehber olarak alınacaksa, kendi etik bütünlüğünü muhafaza etmesi şarttır.
- Bugün yirminci yüzyılın sonu itibariyle, insanlığın özgürleşmesinin gerçekleşmekte neden başarısız olduğunu sorma hakkına sahibiz. Özellikle proleterya neden öngörülen devrimi yapmakta başarısız oldu? Gerçekte bir zamanlar radikal olan sosyal demokratlar neden Almanya gibi merkezlerde, çoğunluğun oyunu almak gibi ilk varlık nedenlerini yerine getirmekte başarısız oldu? Neden 1933'te Hitler'e kuzu kuzu boyun eğdiler? (...) Dahası, kapitalizm kendisini 1930'lar boyunca iflah olmaz biçimde gömülmüş gibi göründüğü "kronik iktisadi krizler"den nasıl kurtardı? (...) Son olarak, 1930'ların şiddetli iktisadi ve toplumsal krizlerini takiben, kapitalizm neden bir ikinci dünya savaşından, geçmişte olduğundan çok daha istikrarlı ve toplumsal olarak daha yerleşik bir düzen olarak çıkabildi? Devrimci Marksistlerin tahmini hesapları dahilinde oldukça önemli olan, başta Marx'ın kendi "aşamalı tarih kuramı" kapsamında kapitalizme atfettiği ilerici rol başta olmak üzere bu olayların hiçbiri, temelde ve tarihsel olarak yeterince açıklanmamıştır (Gerek Rusya gerekse Almanya'da, "burjuva demokrasisi"nin -yani kapitalizmin- toplumu sosyalizme taşıyacak bir önkoşulsal aşama olduğuna dönük kanaat, Sosyal Demokrasinin işçilere 1917 ila 1919 yıllarında proleter devrim yapmaları için öncülük etme konusundaki isteksizliğini meşrulaştırmaya yardımcı oldu. Marx'ın "aşamalar kuramı", aslında sadece tarihsel gelişmeye dair bir yorum yapma girişimi değildi; aynı zamanda 1917-21 Alman ve Rus Devrimlerinden 1936-37 İspanyol Devrimine, Marksist politikada hayati bir rol de oynadı). Aksine marksistler, yıllardır, polemiğe dönük enerjilerini, her şeyden önce Marksizmin neden ihanete uğramaya bu kadar müsait olduğunu sorgulamaksızın, ihanetle suçlayarak harcadı. Daha yakın zamanlarda ise marksistler, Fouriercilik (burada bir örnek diye sadece Marcuse'ü analım) ya da sendikalizm, anarşizm, ekoloji, feminizm ve komüniteryanizm gibi bir zamanlar ütopik diye yaftalayıp hakir gördükleri ideolojileri, bugünkü Marksizmin temelde yabancı ideolojilerden parçaların bir araya getirildiği bir tür yamalı bohça olarak gördüğü değişen burjuva gerçekliğine ilişkin kendi sınırlı bakışlarını cilalamak üzere zimmetine geçirmeye çalışacaktı.
- Nihayet, ulusun yerini özgür komünler ve devletin yerini konfederal örgütlenme formları aldığında, insanlık kendini milliyetçilikten kurtaracaktır.
- Kendi dünyamızin aptalca göreneklere ve yıkıcı ön yargılara göre değil, salt kendi türümüze ait olan akıl, düşünüm ve söylem kanunlarına göre bilinçle yaratmaliyiz
- Kapitalizm tartışmasız, tarihin gördüğü en dinamik toplumdur. Elbette ki, tanımı gereği, satılmak ve kar elde edilmek üzere üretilen nesnelerin her yere yayıldığı ve beşeri ilişkilerin büyük bölümünü dolayımladığı bir meta mübadelesi sistemi olarak kalacaktır hep. Gelelim kapitalizm aynı zamanda bir hayli değişken bir sistemdir, sürekli olarak şu vahşi maksimi öne sürer: kendi rakiplerinin aleyhine olacak şekilde büyümeyen her girişim ölmek zorundadır. Dolayısıyla “büyüme” sürekli değişim kapitalist varoluşa can veren yasalardır tam da. Bu şu demektir; kapitalizm sadece bir formda kalmaz asla, kendi toplumsal ilişkilerinden kaynaklanan kurumları dönüştürmek zorundadır hep.
- Vülger marksistlerin (ve örtük olarak sendikalistlerin) iddia ettiklerinin aksine işçiler tarihin özneleri falan değildir. İşçiler kentlerde, kasabalarda ve köylerde yaşıyor; sadece sınıfsal varlıklar olarak değil aynı zamanda 'civik' (sivil, yurttaş) varlıklar olarak da. İşçiler aynı zamanda bir anne baba, kız kardeş-erkek kardeş, dost ve yoldaştır; küçük burjuvazi içerisinde ekolojik muadillerinden daha az olmamak üzere çevre sorunlarıyla da ilgilidirler. Anne baba ve genç insanlar olarak eğitim imkanına kavuşma, bir meslek edinme ve benzeri problemlerden kaygı duyarlar. (...) Onların ufku fabrika ve hatta büro çevresinin çok ötesine, kendilerinin ve ailelerinin yaşadığı kentsel yerleşim dünyasına uzanır.
- Mahalle insanların evlerini yaptıkları, çocuklarını yetiştirdikleri ve bir çok ürün satın aldıkları bir yer değildir salt. Bir mahalle, deyim uygunsa, daha politik renklendirme altında, insanların toplumsal meseleleri yanı sıra politik meseleleri de tartışmak üzere bir araya geldiği o canlı mekanları da pekala içerebilir. Gerçekten, mahalleyi önemli bir politik alan ve iktidar alanı olarak tanımlayan şey, bir kentte ya da kasabada kamusal meselelerin açık bir biçimde tartışıldığıdır.
Geleceğin Devrimi İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Sol düşünceyi benimseyen herkesin okuması gereken bir yazar Murray Bookchin. Yazarın birçok kitabı var ve solun geleceğini çizmek açısından çok değerli olduğunu düşünüyorum. Benim elime ilk olarak bu kitabı geçti. Düşüncelerini anlattığı birçok farklı makaleden oluşuyor kitap. Komünalizm, liberter belediyecilik, yerel yönetimler, ekolojik sorunlar vb konularda fikirlerini belirtmiş Bookchin. Kapitalizmin sanıldığının aksine her geçen gün daha da güçlendiği, çevre ve sağlık sorunlarının git gide arttığı dünyamızda, insanların kendi gelecekleri adına bir seçim yapmaları gerekiyor. İşe, Bookchin gibi yazarları okuyarak başlayabiliriz. (Çağrı)
Geleceğin Devrimi PDF indirme linki var mı?
Murray Bookchin - Geleceğin Devrimi kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Geleceğin Devrimi PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Murray Bookchin Kimdir?
Murray Bookchin ( d. 14 Ocak 1921- ö. 30 Temmuz 2006) özgürlükçü sosyalist, siyaset felsefecisi, hatip ve yazar. Özgürlükçü sosyalist ve ekolojikdüşünsel çizgide bulunan toplumsal ekoloji hareketinin kurucusu Bookchin anarşist gelenek ile çağdaş ekolojik bilincin sentezini kurması ile dikkatleri üzerine çekti. Bookchin siyaset, felsefe, tarih ve kentsel sorunlar üzerine iki düzine kitabın yazarıdır.
Bookchin radikal anti-kapitalist ve toplumsal özyönetimin sözünü esirgemez savunucusu idi. Yaşam alanlarının özgürlükçü özyönetimi üzerine yazıları ile Yeşil Hareket ve Reclaim the Streets gibi anti-kapitalist doğrudan eylem grupları üzerinde büyük etkisi oldu. "Derin ekoloji" ve "Sosyobiyoloji"nin biyolojik gerekirci düşünceleri gibi, yaşam merkezli felsefelerin sağlam eleştirilerini yaptı, ve Charlene Spretnak gibi "New Age" Yeşilleri üzerine eleştirisi 1990'larda Amerikan Yeşil hareketini etkileyen bölünmelere neden oldu.
Yaşam öyküsü ve yazıları
Bookchin göçmen Rusya yahudisi olan Nathan ve Rose (Kaluskaya) Bookchinlerin çocuğu olarak New York'ta doğdu, ve Marksist ideolojiyle çocukluğunda tanıştı. Komünist gençlik örgütü olan Young Pioneers'a dokuz yaşında katıldı. Fabrikalarda çalıştı ve Endüstriyel Örgütler Kongresi -Congress of Industrial Organizations- aracılığı ile çalışanların örgütlenmesinde görev aldı. 1930'ların sonunda, Stalinizmle yollarını ayırdı ve Contemporary Issues adlı yayını çıkaran bir grupla çalışarak Troçkizme yakınlaştı. Geleneksel Marksizm-Leninizm baskıları karşısında hayal kırıklığına uğrayan Bookchin 1950'lerde New York'ta Özgürlükçüler Birliği'nin kurulmasına yardım etti ve Anarşist oldu.
1950'ler ve 1960'lar boyunca, Bookchin işçi olarak aralarında demiryollarında yükleme işçiliğinin de bulunduğu birçok işte çalıştı. 1960’ların sonlarında Manhattan'da 1960’ların muhalif bir enstitüsü olan Özgür Üniversite’de ders vermeye başladı. Bu ona Mahwah’da -New Jersey- bulunan Ramapo Devlet Koleji’nde öğretim görevi kazanmasını sağladı. Aynı zamanda, Vermont’da Goddard Koleji bünyesinde 1971 yılında kurulan Toplumsal Ekoloji Enstitüsü’nün kurucuları arasında bulundu.
Our Synthetic Environment(Sentetik Çevremiz) adlı kitabı ‘Lewis Herber’ takma adı ile Rachel Carson’un Silent Spring (Sessiz Bahar) kitabından altı ay önce yayınlandı, kitabında çevre sorunlarını geniş çaplı ele aldı fakat siyasi radikalizmi nedeniyle çok az ilgi gördü. Çığır açan makalesi "Ekoloji ve Devrimci Düşünce" ile ekolojiyi radikal politik kavram olarak ortaya attı. 1960’ların diğer makaleleri, ekolojik teknolojiler konusunda yaratıcı düşüncelere öncülük etti. Birleşik Devletler’de birçok yerde verdiği derslerle, muhalif kültürün ekoloji kavramını geniş kitlelere tanıttı. 1969 yılında yazdığı yaygın olarak tekrar tekrar basılan makalesi “Dinle, Marksist!” ile Demokratik Bir Toplum için Öğrenciler’ grubunu, Marksist bir grubun onu ele geçirmesine karşı uyardı fakat sonuçsuz kaldı. Bu makaleler ve önemli etkiler yaratan diğer 1960-dönemi makaleleri Post Scarcity Anarchism (Kıtlık Sonrası Anarşizm) adlı eserde biraraya getirildi.
The Ecology of Freedom (Özgürlüğün Ekolojisi) 1982 yılında yayınlanan kitabı, Birleşik Devletler ve diğer ülkelerde ortaya çıkan ekolojik hareketler üzerinde derin etkilerde bulundu. Kentleşmeden Şehirlere (İlk olarak Kentleşmenin Yükselişi ve Yurttaşlığın Düşüşü adı ile yayınlandı) adlı kitabında politik felsefesini etkileyen ve özgürlükçü yerel yönetim kavramının uygulamasını tarif edendemokratik gelenekler üzerinde iz sürdü. Yirmi yıllık arkadaşı Janet Biehl tarafından yazılan daha ufak bir çalışma, Toplumsal Ekoloji Siyaseti kısaca bu düşünceleri özetler. 1999 yılında, Bookchin anarşizm ile bağlarını kopardı ve düşüncelerini komünalizm düşüncesi çerçevesine oturttu. Politik yazıları yanında, diyalektik naturalizm olarak adlandırdığı felsefi düşünceleri hakkında da geniş bir şekilde yazılar yazdı. Hegel’in, değişimin ve büyümenin gelişimsel felsefesini açıklığa kavuşturduğu diyalektik yazıları, Bookchin’e gore, onlara yaşayan –organik- hatta ekolojik yaklaşımı ödünç vermiştir. Sonraki felsefi yazıları, hümanizm, rasyonellik ve Aydınlanma’nın idealleri üzerine vurguda bulunur.
Önemli son yayınlanmış çalışması, dört ciltlik, Avrupa ve Amerikan devrimci hareketler içindeki özgürlükçü-liberter etkinin tarihi üzerine olan Üçüncü Devrim adlı eseridir. Ramapo’dan emekli olduktan sonra Bookchin Hoboken’dan –New Jersey- Vermont’a gitti ve zamanını yazılarına ve tüm dünyada gerçekleştirilen konferanslara adadı. 2004 yılına kadar ISE’de eğitim vermeye devam etti.
Ölümü
Bookchin, 2002'den beri kalbindeki ağrılardan sürekli şikayetçiydi. 2005'in Haziran ayından sonra ağrıları bitti. İyi olduğu konusunda haberler çıktı. Ancak 30 Temmuz 2006'da Burlington’da –Vermont- bulunan evinde 85 yaşında öldü. Yakınları, son zamanlarda tehditler aldığını ve otopsi yapılmasını istedi. Ancak otopsi yapılmadı ve ölüm nedenine 'kalp yetmezliği' dendi.
Murray Bookchin Kitapları - Eserleri
- Özgürlüğün Ekolojisi
- Toplumsal Ekoloji Ve Komünalizm
- Ekolojik Bir Topluma Doğru
- Toplumu Yeniden Kurmak
- Toplumsal Anarşizm Mi Yaşamtarzı Anarşizm Mi
- Kentsiz Kentleşme
- Toplumsal Ekolojinin Felsefesi
- Geleceğin Devrimi
- İnsanlığı Yeniden büyülemek
- Köylü İsyanlarından Fransız Devrimine
- 1905'ten 1917'ye Rus Devrimleri
- Spartakistlerden İspanya İç Savaşına
- Modern Kriz
- Fransız Devriminden İkinci Enternasyonale
- Anarşizm Marksizm ve Solun Geleceği
- Kıtlık Sonrası Anarşizm
Murray Bookchin Alıntıları - Sözleri
- Bizzat yaşamın bütünlüğü karşısındaki bu dehşet verici tehlike yüz binlerce yıl boyunca yanı başımızda olacaktır. Radyoaktif atıklara, bir de böcek ilaçlarını; kurşun atıklarını; yiyeceklerde, su ve havadaki zehirli ya da potansiyel zehirli binlerce kimyasal maddeyi; neredeyse ulus ölçülerine yükselen kent nüfuslarının belli kent kuşaklarında yoğunlaşmasını; art alanda artan gürültü yoğunluğunu; izdiham, kitlesel yaşam ve kitlesel manipülasyonun yarattığı gerilimleri; çöp, artık, atık, endüstriyel atık maddelerinin olağanüstü birikimini; taşıt trafiğine açık kent sokaklarının ve anayolların tıkanmasını; eşsiz hammadde kaynaklarının savurganca tahribatını; yeryüzünün arsa spekülatörleri, orman ve maden sahipleri, yol yapım bürokratları tarafından tarumar edilmesini eklemeliyiz. Biyosfere karşı öldürücü aşağılamanın kanıtı bu ekolojik liste gezegenimize onun üzerinde binlerce yıldır yaşayan insanların verdiği zarardan daha fazlasını veren tek bir kuşağın eseridir. Bu tahribatın temposunu düşündüğümüzde, gelecek kuşakları nelerin beklediğini tahmin etmek bile son derece ürkütücüdür. Günümüzdeki ekolojik bunalımın özü, bu toplumun, geçmiş bütün örneklerinden daha fazla olmak üzere, organik evrimin getirdiklerini kelimenin tam anlamıyla mahvetmesidir. İnsanlığın hayatın dokusunun bir parçası olduğunu söylemeye gerek bile yok. Bu geç aşamada, belki, insanlığın can alıcı bir biçimde hayatın karmaşıklığı ve çeşitliliğine bağlı olduğu, insanın geleceği ve yaşamını sürdürebilmesinin organizmaların uzun dönemde giderek karmaşık ve karşılıklı bağımlı biçimlere evrilmesine dayandığını vurgulamak daha önemlidir. Hayatın karmaşık bir ağ haline gelmesi, ilksel hayvan ve bitkilerin son derece çeşitli biçimler alması, insanlık ve doğanın evrimi ve hayatta kalması için bir ön koşuldur. (Ekolojik Bir Topluma Doğru)
- Sonuç olarak, politik yaşamın gerçek birimi, özyönetime sahip yerleşimlerdir; yerleşimlerin insani boyutları aştıkları durumlarda, bunların alt bölümleri, yani mahalleler, gerçek politik birimleri oluşturur. Politika, gücün vekillere verildiği bir sistem etrafında da yapılandırılamaz. "Temsili demokrasi" deyişi, sözcük anlamıyla ele alındığında, kendi içinde bir çelişki oluşturur. "Halkın kendini yönetmesi" anlamına gelen demokrasi kavramı, "halkın temsilciler yoluyla yönetilmesi" kavramını içeren cumhuriyetçi görüş ile tam bir tutarsızlık içindedir. (Kentsiz Kentleşme)
- "Dinle, Marksist” onların etkilerini durdurmak için yazılmıştı.Proletarya hegemonyası kavramını, otuz yıl önce geçerli görünen fikri -sanayi proletaryasının herhangi bir toplumsal devrimde veya sosyalizm mücadelesinde önderlik eden sınıf olacağı fikrini gizeminden arındırmaya (demystify) çalıştı. Bu görüş 1960’larda artık geçerli değildi. Manc’ın zamanında ve gençliğmde, sanayi proletaryası, sosyalizm mücadelesinde kolaylıkla hegemonik bir sınıf olarak görünse de bugün proletarya artık kendisini burjuva toplumuna karşı bir sınıf olarak görmüyor. Sanayi üretiminde yer alan işçilerin desteği olmadan herhangi bir devrim yapmak imkânsız olsa da proletarya Marx’ın bir zamanlar varsaydığı gibi artık bir devrimi başlatmak ve sonuna kadar götürmek için öncülük eden sınıfolarak seçilemez. Proletarya,burjuva sanayi düzenine II. Dünya Savaşı’ndan önce hiç birimizin hayal edemeyeceği ölçüde ekonomik olarak entegre olmuştur. (Anarşizm Marksizm ve Solun Geleceği)
- Kadın, yaşamın temel yollarında yol göstericidir. (Özgürlüğün Ekolojisi)
- Xoza çi ya? (Toplumsal Ekolojinin Felsefesi)
- Kentleşme yalnızca bir bölgenin doğal bütünlüğünü değil, insan ruhunu da zehirleyebilir. (Kentsiz Kentleşme)
- Eski ve Yeni Dünya'da ortaya çıkan zengin tapınaklar, birikmiş zenginliğin kutsallaştırılmasına, daha sonraları cesaretin ödülü olarak yağmaya; ve sonunda politik egemenliğin sonucu olarak armağana tanıklık ederler. (Özgürlüğün Ekolojisi)
- Her halkın asıl düşmanı kendi ülkesindedir. (1905'ten 1917'ye Rus Devrimleri)
- "Büyü ya da yok ol" buyruğunun vahşi rekabetçiliği etrafında yapılanmış olan mevcut piyasa toplumunun kendi kendine işleyen, tümüyle gayri şahsi bir mekanizma olduğunu göremezsek, gittikçe artan çevresel altüst oluşlar için hatalı bir biçimde teknoloji ya da nüfus artışı gibi başka olguları suçlama eğiliminde oluruz. (Toplumsal Ekoloji Ve Komünalizm)
- Demokrasi ve anarşinin uyuşamaz olduğunu, çünkü "tek kişilik bir azınlığın bile" isteklerinin engellenmesinin, kişisel özerkliğin bir ihlali olduğunu ileri sürmek, özgür bir toplumdan değil, ancak Brown'ın "bireyler toplamı"ndan, kısaca bir sürüden yana olmak demektir. Artık "hayal gücü", "iktidara" gelmeyecektir. Daima var olan iktidar, ya yüz yüze ve açıkça kurumsallaşmış bir demokraside bir kolektifin olacak ya da bir "yapısızlığın zorbalığını" oluşturacak olan birkaç oligarşik egonun olacaktır. (Toplumsal Anarşizm Mi Yaşamtarzı Anarşizm Mi)
- Hiç kuşkusuz kapitalizm tarih boyunca ortaya çıkmış en dinamik toplumdur. Elbette, kapitalizm tanımı gereği, her zaman, satış ve kâr amacıyla üretilen nesnelerin çoğu insan ilişkisini istila ve manipüle ettiği bir meta değişim sistemi olarak kalacaktır. Fakat kapitalizm aynı zamanda son derece değişken de bir sistemdir; "bir şirket rakiplerine zarar verme pahasına büyümüyorsa, yok olmaya mahkumdur" şeklindeki acımasız ilkeyi sürekli olarak geliştirmektedir. Böylece "büyüme" ve sürekli değişim, kapitalizmin hiçbir zaman kalıcı olarak tek bir biçimde kalmayacağı anlamına gelir; kapitalizm temel toplumsal ilişkilerin ortaya çıkarttığı kurumları her daim dönüştürmek zorundadır. (Toplumsal Ekoloji Ve Komünalizm)
- Kentleşme yalnızca bir bölgenin doğal bütünlüğünü değil, insan ruhunu da zehirleyebilir. (Kentsiz Kentleşme)
- Milliyetçi olmak, insandan daha eksik bir şey olmaktır, fakat aynı zamanda, bireylerin kendine özgü kültürel geleneklerin, çevrelerin ve ruh hallerinin ürünleri olmaları nedeniyle kaçınılmazdır da. Mutlak milliyetçilik olgusunu bir kenara bırakmak, insanların kendilerini aynı türün üyeleri olarak kabul ettiği ve "ulusal" istisnailiklerinden ziyade ortaklıklarını çoğaltma arayışında olduğu daha yüksek bir evrensel ilkedir. (Geleceğin Devrimi)
- 1968'de, Fransız öğrencileri Paris duvarlarına "Pratik ol, imkansızı iste" sloganını yazıyordu; bu slogana ben de "imkansızı yapmazsak, düşünülemeyenle yüzleşeceğiz" katkısını yaptım. (Ekolojik Bir Topluma Doğru)
- Devrim, her ne kadar bu terimi çok kullanmak zorunda kalsam da, "kitleler" diye adlandırılan, özelliği olmayan insanlar tarafından yaratılmaz. Ateşlerin yangınlara dönüşmesini sağlayan yakıt, kesinlikle, baskı altındaki katmanlardan gelen ve radikal bir entelijensiya oluşturan militan azınlıktı. (...)"Intelligensia" -belirtmek gerekir ki Rusça bir sözcüktür- sözcüğüyle, bugün üniversitelere kapak atmış "entelektüeller" olarak bildiğimiz kişileri değil, yazarların, sanatçıların, şairlerin ve her türden profesyonelin ve hatta tiyatro oyuncularının oluşturduğu bağımsız bir topluluğu kastediyorum (Köylü İsyanlarından Fransız Devrimine)
- Simone de Beauvior'un bir nesil önce vurguladığı gibi, patriarkal ahlâk kadını yalnızca karşı gelinmesi, olumsuzlanması ve kontrol altına alınması gereken Hegelci bir Ötekiye indirgemez; bu ahlak, aynı zamanda bu ötekiliği kadının öğrenme arzusuna, irdeleyici öznelliğine ve merakına yönelen belirli bir nefret biçiminde ayrıntılandırır. Erkek, kadının "kendi başına bir varlık" olduğunu redederken bile; Havva'yı şeytana uymasından, Pandorayı kötülüklerin kutusunu açmaya cüret etmesinden, Circeyi de olayları önceden görme gücünden dolayı lanetleyerek kadının varlığını doğrular. Aşağılık ve eksiklik duygusu, yeni ortaya çıkan eril ahlâkın her yönüne damgasını vurur: Her yerde bolca kötülük vardır, haz ve duyular yanıltıcıdır ve doğanın " uygarlığı" yeniden ele geçirmemesi için kosmos'u her daim kendi içine çekme tehdidinde bulunan kaos sürekli biçiminde engellenmelidir. İronik bir biçimde, burada kadının öznelliğinin reddi değil, kadının gizli güçlerinden ve bunların toplumsal yaşama yeniden sirayet etme ihtimalinden duyulan feci bir korku söz konusudur. (Özgürlüğün Ekolojisi)
- Gerçek şu ki, 'cinsellik her yerdedir', diye yazar Deleuze ve Guattari, sanki ifade şoke edici olmasa da sıra dışıymış gibi. Cinsellik sadece fiziksel olarak çok biçimli değildir, aynı zamanda toplumsal olarak da çok biçimlidir. Böylece: yazarlar, 'Hitler'in faşistleri cinsel olarak uyandırdığını' ilan ederler. 'Bayraklar, milletler, ordular, bankalar pek çok insanı harekete geçirdi. Devrimci makine, en azından bu zorlayıcı makinelerin kesintiler üretmek ve akışları seferber etmek için sahip olduğu kadar gücü edinemiyorsa, hiçbir şeydir.' Bu kavramlar, Wilhelm Reich'ın kavramlarına doğrudan kendisinden alıntı yapılmadan alınabilecek kadar yakındır. Deleuze ve Guattari için şizofreni, aile içi patolojiden daha çok toplumsal bir patolojidir, Freud'un 'anne ve baba' yaklaşımından farklılaştıklarını iddia ettikleri bir kavrayıştır. Radikal entelektüellerin görevi, görünüşte bireysel patolojileri kuşatan bu toplumsal alanı irdelemektir; ancak bunu Henri Lefebvre'in gündelik olan üzerine vurgusunu andırır biçimde mikro-siyasal bir düzeyde yapmaktır. Gerçekten devrimci bir hareket, özellikle faşizmin 'bayraklar, milletler, ordular' vb.nin ürettiği cinsel uyarılmanın radikal alternatifi olacaksa bireysel insani 'arzulayan makinelerdeki' enerji tıkanıklıklarını serbest bırakmasın diye daha büyük toplumsal meselelerle fazla meşgul olmamalıdır. Dolayısıyla Deleuze ve Guattari, 'bilinç öncesi düzeydeki devrimci grubun, iktidarı ele geçirirken bile, arzu üretimi köleleştirmeyi ve ezmeyi sürdüren güç biçimine atıfta bulunduğu müddetçe zaptedilen bir grup olarak kaldığını' ileri sürer. Ne var ki, 'arzu üretimi' bilinçli seviyesine ulaştıktan sonra, devrimci bir 'makinenin', arzu ve libidinal cinsel siyaset ile öfkelenen, naif 'yaşam tarzı' anarşizminin ötesine nasıl geçtiği ve bir bütün olarak toplumu nasıl değiştirmeye çalıştığı açık değildir. Anti-Odipus'un bu sorunu ele almak için başka bir cilde fena halde ihtiyacı vardı. Önceki kitapları Kapitalist ve Şizofreni gibi aynı alt başlıkla süslenmiş, hayranlarının sekiz yıl sonra (1980) kavuştuğu, ortak çalışmaları Bin Yayla oldu. Toplumsal değişim meseleleriyle yüzleşmek bir yana, bu çalışmada Deleuze ve Guattari, edebi üsluplarda, entelektüel kaprislerde, İngilizceye çeviren Brian Massumi'nin yazdığı gibi 'keneler ve yorganlar ve bulanık kümeler ve nooloji ve siyasal iktisat' gibi önemsiz alanlarda çıktığı gezintilerde rahatına düşkün biçimde kural tanımadı. Maassumi okuru, 'kitaba nasıl yaklaşacağını bilmek zor' diye uyarmıştı. Massumi'nin aşırı kibarca öne sürdüğü gibi, 'karmaşık teknik dağarcığını' bir kenara bırakırsak, 'yazarlar bir kaydı dinlermiş gibi okumamızı tavsiye ediyor.' Kısaca, 'arzulayan makinelerin' toplumsal devrimci hatlar boyunca nasıl geliştirilebileceği sorusu cevaplanmamıştır. Bunun yerine, dil, üslup ve düzensizlikleriyle eleştirel incelemeden bağışık olan Deleuze ve Guattari, akılcı düşünme ve onun entelektüel sonuçları üzerine tipil postmodernist saldırı başlattı. Aklı 'ağaç' ile karşılaştırarak, kökleri (temeller), biçimi (mantık) ve yapısı (tutunum) olan, bilgi için çok eski Batı metaforuna meydan okudular. Bunun yerine yeraltında kıvrılan 'köksap' metaforunu yani çokluk, heterojenlik, merkezsizlik, biçimsizlik, yani tutarsızlık kavramlarını andıran filizlerin yayılmasını önerdiler. Bu 'rizomatik' imgelem ve yöntem bizi mikroanalizleriyle; tarihi, tefrikalar ve süreksiz olaylar içinde eritme eğiliminde olan Foucault'ya geri getirir. Beklendiği üzere, Foucault Anti-Odipus'a coşkulu biçimde onaylayan bir giriş yazdı. (İnsanlığı Yeniden büyülemek)
- Kente ilişkin egemen girişimcilik kavrayışının tam karşılığı günümüzdeki hakim yurttaşlık kavrayışıdır. Kenti doğrudan bir “yatırım” olarak gördüğümüz için bize yeterli miktarda maddi kazanç sağlamasını bekleriz. Vergilerimizi karşılığında hizmet bekleyerek öderiz. Ödediğimiz para karşılığı aldığımız hizmet ne kadar büyükse, o kentte oturmak bizim için o kadar karlıdır. Kentsel konfor bariz biçimde okul sayısıyla, toplumsal sınıfların büyüklüğüyle, park ve bahçeleriyle, itfaiye ve polis hizmetleriyle, suç oranıyla, otoparklarıyla ve saysız benzeri özellikleriyle ölçülür. Bir yerleşim bölgesinde yer satın almadan önce ilk olarak bu maddi ve lojistik kolaylıkları göz önünde tutarız; yerleşimin kültürel yönden teşvik ediciliği ya da sahip olduğu birlikte yaşam ruhu ikinci planda kalır, ya da hiç dikkate alınmaz. (Kentsiz Kentleşme)
- teknoloji ve bilimi, çalışma süresini (zorunluluk alanı) azaltacak ve boş zamanı (özgürlük alanı) genişletecek biçimde geliştirmeliyiz. Herkesin ihtiyaçları karşılanmıyorsa ve herkesin kamusal işleri yönetmek için gerekli zamanı yoksa hiçbir insan gerçekten özgür olamaz. İhtiyaçlarımızın akılcı olması ve nicelik karşısında niteliğe ve kaba iştah karşısında estetiğe değer vermemiz gerektiğini vurgulamak gerekir. Fakat insanlar istedikleri yaşam tarzını seçmekte özgür olmalılar. Bunu yapma hakkından yoksun olmak, akıl dışı seçimlerin cazip görünmesini sağlayan zorunlu bir mahrumiyet duygusunu geride bırakacaktır. (İnsanlığı Yeniden büyülemek)
- Bireysellik, topluluktan ayrılamaz ve özerklik, işbirliğine yönelik bir topluluk içine yerleştirilmedikçe anlamsız kalır. insanlığın özgürlük gizilgüçleriyle karşılaştırıldığında, göreci ve kişiselci bir "özerklik", toplumsal kuram içinde daha açık kılınmış ve yayılmış ruhsal terapiden başka bir şey değildir. (Toplumsal Ekolojinin Felsefesi)