Gerçek Tarihin Peşinde - Mustafa Armağan Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Gerçek Tarihin Peşinde kimin eseri? Gerçek Tarihin Peşinde kitabının yazarı kimdir? Gerçek Tarihin Peşinde konusu ve anafikri nedir? Gerçek Tarihin Peşinde kitabı ne anlatıyor? Gerçek Tarihin Peşinde kitabının yazarı Mustafa Armağan kimdir? İşte Gerçek Tarihin Peşinde kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Mustafa Armağan
Yayın Evi: Timaş
İSBN: 978-605-114-667-6
Sayfa Sayısı: 272
Gerçek Tarihin Peşinde Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Osmanlı hangi tarihte kuruldu?
Padişahın özel odasında ne gibi şifreler var?
Kanunî Nuh’un gemisini aramış mıydı?
Günümüzde Kanuni’ye ne gibi iftiralar atılıyor?
“Muhteşem Yüzyıl” mı? “Muhteşem Rezalet” mi?
Mithat Paşa bizim Neron’umuz muydu?
Eyüp Sultan’ın kardeşi hangi ilimizde yatıyor?
Özgürlük Heykeli’ni Sultan Abdülaziz mi yaptırdı?
Mimar Sinan, Mihrümah Sultan’a gerçekten aşık oldu mu?
Tarihine hayret nazarlarıyla bakmayanlar ondaki canlılığı, renkliliği ve ilginçliği de göremezler. Oysa tarihe delici bir nazarla bakıldığında bugün olup bitenlerden çok daha fazla hayret edilecek olaya rastlamak mümkündür. Eski ABD başkanlarından Harry Truman’ın dediği gibi “Bilmediğimiz geçmiş dışında dünyada yeni bir şey yoktur”.
Mustafa Armağan asıl tarihteki olaylara hayret etmeyenlere hayret eden araştırmacı zihinlerden biri. Öğrencilerin nasıl olup da tarih derslerinde esneyebildiklerini, tarihin, idrakimizi diken diken edecek nice süngülenmiş olayla örülü olduğunu ve aslında insanlardaki merak duygusu bilenirse tarihin bize söyleyebileceği çok sözü bulunduğunu iddia eden Armağan, bu yeni kitabında “okurlarıyla birlikte” gerçek tarihin peşine düşüyor, tarih okyanusundan bulup çıkardığı incileri onlarla cömertçe paylaşıyor.
Gerçek Tarihin Peşinde tarihimizde bilinmeyen, unutulan ve yitirilmiş gerçeklerin fark edilmesi yönünde cesurca bir girişim. En önemlisi de, “bu tarih”in, Türkiye’nin geldiği noktaya yakışmadığı kanaatinde.
Gerçek Tarihin Peşinde Alıntıları - Sözleri
- “Bütün ümit kapılarını yüzlerine kapadığımız bir gençlikten farklı bir yüz istemeye yüzümüz olabilir mi?”
- ..en başta Osmanlı 'nin fütuhat ideolojisini anlamamak üzerine kurulu kısır bir tarih okutuyoruz çocuklarımıza.
- Hem Osmanlı'nın tek derdi Batı' ya doğru ilerlemek miydi sahiden de? Hiç başka 'derdi' kalmamış mıydı? "Ta Viyana kapılarına kadar dayandık" klişesini dinleyip durduk yıllardır, üstelik Viyana'nın Osmanlı başkentine Van'dan daha yakın olduğunu düşünmeden tekrarladık bu sözü. Niçin "Ta Van'a kadar, ta Bağdat'a kadar, ta Hindistan'daki Goa limanına kadar gittik" demiyoruz da, Viyana'ya kadar gitmeyi en kayda değer marifeti sanıyoruz Osmanlı'nın? Bizim tarihimiz Batı' dan bakılarak yazılmıştır da ondan. Kuruluş ve yükseliş, onları ilgilendirdiği kadarıyla yazılır ve Kanuni Sultan Süleyman adeta onlar 'Muhteşem' dedikleri için büyüktür. Batı karşısında, ancak onlar karşısında başarılı olduğu için büyüktür bir başka deyişle. Çünkü Batılılar, yine tarihin mihveridir, mihenk taşıdır, nireng noktasıdır. Osmanlı kuvvetleri ne zaman ki Garp cephesinde başarısız olmaya başlamıştır, işte o zaman gelsin 'duraklama' dönemi;ne zaman ki savaşlarda yenilgiler peş peşe gelir olmuştur, o zaman gelsin 'gerileme' dönemi;ve ne zaman ki Osmanlı'nın gövdesi Batı' nın müdahaleleriyle kemirilip parçalanmıştır, bölünmüştür, o zaman da gelsin 'çöküş' dönemi. Görüldüğü gibi tamamen Avrupa-Batı coğrafyası ve tarihi kıstas alınarak ve oradan bakılarak yazılmış tek yönlü, tek eksenli ve tek yanlı bir tarih karşısındayız Osmanlı tarihi denilince.
- Mesela İkinci Meşrutiyet'in "tarih darbesi" nden önce yazılmış ve Sultan 2. Abdülhamid döneminde basılmış önemli bir metin olan son vakanüvis Abdurrahman Şeref Bey'in Tarih-i Devlet-i Osmaniye'si (ilk cilt 1891, ikinci cilt 1895'te basılmıştır), calib-i dikkattir ki, çağ tasniflerini bizim alışık olduklarımızdan farklı yapmaktadır. Bu kitapta Osmanlı tarihini "Kuruluş ve hareketlenme", "Uyanış ve kuvvetlenme", "Büyüklük ve işlerin yoluna girmesi", "Duraklama ve bölünme", ve "Yenileşme ve ilerleme" şeklinde bölümlenmiş görmekteyiz. Son bölümün bizim kitaplarımızda "Çöküş" başlığı altında yazılmasına mukabil, Abdurrahman Şeref Bey'in tarihinde "Teceddüd ve terakki" (yenilenme ve ilerleme) başlığı altında zikredilmiş olması ilginç bir manzara ortaya çıkarmaktadır, zira bizim çöküş diye bildiğimiz bir zaman dilimi, o olayın içindeki insanlara hiç de öyle görünmeyebiliyor, tam tersine, bir ilerleme dönemi olarak tasavvur edilebiliyordu.
- Bir trajedi,yeni trajediler yaratilarak düzeltilemez.
- Böylece 1071 tarihinde gerçekleşen Malazgirt Savaşı, Abbasilerin yıkılışından sonra beliren otorite boşluğunda Güneydoğu Anadolu ve Irak'ta kurulmuş olan bağımsız Kürt emirliklerinin de sonu olacaktı.
- Tabii o yıllar için "Türk" veya "Kürt" olmanın, ideolojik açıdan bizim zannettiğimizden çok daha önemsiz olduğu açık. Aksi halde Selçuklu ordusunda bulunan Kürt askerler meselesini açıklayamacağımız gibi, Alparslan'ı öldüren Yusuf Bey'in de (Urfalı Mateos'un tarihine bakılırsa) Kürt olmasını da, Alparslan'ın kızını Kürt beyine vermiş olmasını da, kendisinin bir Ermeni kralının kızıyla evlenmesini de açıklayamayız. Çünkü bizler bugünkü zihinsel kategorileri o zamanın bedenine giydirmeye çalışmaktayızdır.
- Kanuni devri yönetimi üzerine doktora yapmış olan Amerikalı tarihçi Albert Howe Lybyer şöyle yazıyor: Bir Doğu hareminin yapısı ve özelliği genellikle yanlış anlatılır. Haremde yüzlerce hatta binlerce kadın bulunsa da bunlardan ancak birkaçı hükümdarın gerçek eşiydi. Geri kalanların çoğu hükümdarın annesinin, karılarının, kızlarının ve çocukluk çağındaki oğullarının kişisel hizmetkarı ve eğlencesiydi. Kanuni çağında harem, sarayın geri kalan bölümlerinden öylesine kopuk, öylesine az görülen ve az tanınan, öylesine sultanın kişisel konusu niteliğindeydi ki, saray incelenirken haremin üzerinde durmak pek gerekmezdi. Anlaşıldığına göre Kanuni, hareme sık sık gitmiyordu. Neymiş? Harem genellikle yanlış anlatılırmış, bir. İçinde binlerce kadın yaşasa da haremdekilerden ancak birkaçı hükümdarın eşiymiş, iki. Harem o kadar az bilinen bir konuymuş ki üzerinde durmak bile gerekmezmiş, üç. Kanuni haremine sık sık gitmiyormuş, dört.
- Avusturya elçisi Baron Busbecq bizzat görüştüğü Kanuni hakkındaki izlenimini şöyle aktarır: Artık yaşlanmakla birlikte bu muazzam imparatorluğun hükümdarlığına hala yakışmaktadır. O aşırılığı sevmeyen, kendini bir çok zevklerden mahrum etmesini bilen, irade sahibi bir kimsedir. Gençliğinde bile ağırbaşlılıkla hareket eder, şarap içmezdi. Dindardır, ibadetini hiç ihmal etmez. Bir emeli devletin hudutlarını genişletmek ise diğeri dinini yükseltmek ve yaymaktır. Titiz bir çalışma olan Harem-i Hümayun'unu sık sık tavsiye ettiğim ABD'li Osmanlı tarihçisi Leslie P. Pierce ise Batılıların haremle ilgili takıntılarını cesurca irdeliyor: Biz Batılılar, İslam toplumunda cinselliği saplantı haline getirmek gibi eski ama güçlü bir geleneğin mirasçılarıyız. Harem, Müslüman cinsel duyarlığı üzerine kurulu Batı efsanelerinin kuşkusuz en yaygın simgesidir. Avrupa, bir Doğu tiranı efsanesi geliştirdi, özünü de sultanın hareminde yakaladı. Seks alemleri, kokuşmuş iktidarları anlatmakta kullanılan bir mecaza dönüştü. Haremin temel dinamiğini cinsellikten çok aile politikası oluşturuyordu. Haremdeki bir çok güçten sadece biriydi cinsellik;burada incelen dönemde de pek önemli değildi.
- Kanuni Sultan Süleyman'ı birileri ecdadı olarak kabul etmeyebilir. Ama ben onu ecdadım olarak görüyor ve çocuklarıma da öyle anlatıyorum. Ve bu ülkede yaşayan bir birey olarak benim tarihimi şekillendirmiş bir insanı kadın düşkünü, yataktan başını çıkarmayan, sefih bir padişah olarak göstermelerini şiddetle kınıyorum. Kaldı ki gerçekte öyle biri de değil. İlk iki seferini 26 ve 27 yaşlarında Rodos ve Belgrad'a yapmış ve toplam iki yılın bir yılını çadırlarda geçirmişti. Gerçek dışı, kimsenin bilmesine imkan bulunmayan olaylar gerçekmiş gibi anlatılıyor dizide. Kim görmüş haremin içinde geçenleri? Bütün bu olaylar kurmaca. Ama siz bu kurmacalar ile ecdadımın göğsündeki kıllara kadar her şeyini ortaya döktünüz. Bu, insan haklarına da sığmaz. Nasıl yaşayan bir insanın vazgeçilmez hakları varsa, ölen ve arkasında sevenleri bulunan insanların da çiğnenmemesi gereken temel hakları vardır. Kimse özgürlük, sanat, yaratıcılık şu bu maskesinin arkasına sığınmasın. Kendi anne babanızı onların yerine koyarak düşünün bakalım önce. Onları o sahnelerde görmeye içiniz elverir miydi? Birileri de kalkmış, 'Peki bu şehzadeler polenle mi dünyaya geldi?' diyor pişkin pişkin. İnsanın şunu söyleyesi geliyor:İyi de sen de polenle dünyaya gelmedin, ne yapalım yani o zaman ebeveyninin yatak odasını mı çekmemiz gerekecekti bunu ispatlamak için? Hatırlayın, Deniz Baykal'ın kaseti ortaya çıktığı zaman ne yapmıştık? Yüzde yüz gerçek olduğu halde(kendisi dahi inkar edememişti) hep beraber dedik ki:Kimsenin bir insanın yatak odasına kamera sokmaya hakkı yoktur. Peki ama siz benim ecdadımın yatak odasına kamera sokuyorsunuz. Üstelik o zaman malum kasete 'özel hayata müdahale' diye tepkide bulunanların Kanuni'nin yatak odasını yalan yanlış canlandırmaya destekçi çıkmalarını hiç mi hiç aklım almıyor. Ben meseleye iki açıdan bakıyorum. Birisi İslami, diğeri de ahlaki. İslami açıdan bakarsak "Tecessüs etmeyiniz" emri var elimde. Ahlaki açıdan bakarsam da kendine yapılmasını istemediğini başkasına yapma uyarısı. Benim için ahlak yoksa siyaset de yoktur, bilgi de. Açık söyleyeyim:Aynı yatak odası sahneleri Atatürk için de çekilse ona da karşı çıkarım. Neden? Çünkü ben özel hayatın hakikaten o insanın tamamen kendisine mahsus olduğuna ve bir insanı yatak odasından vurmanın alçakça bir şey olduğuna inanırım.
Gerçek Tarihin Peşinde İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Yazar kitabını yazılış amacını şu sözlerle açıklıyor ilk sayfalarda; “Kitaptaki her bölüm, okurun aklına, kalbine, vicdanına bir kıymık gibi saplansın, onu rahatsız etsin..” Kitap, tarihte yaşanan birbirinden bağımsız bir çok olayın yanlışlarını düzeltmek için özellikle yabancı kaynaklara göre belgelendirmeye çalışılarak hazırlanmıştır. Keyifli okumalar.. (A.Topcu)
Eser birbirinden bağımsız birçok konunun yanlışlarını ele alarak düzeltmek amacıyla yazılmış. Bütün bu düzeltmeleri gerek yerli gerek yabancı kaynaklarla destekleyerek ispatlamaya çalışılmış. Köşe yazısı niteliği taşır özellikte... Karacaoglan şiirinden,Hirat Dink'e,Çalıkuşu romanının değiştirilerek içindeki Osmanlı ve İslama örnek teşkil eden kısımların çıkartılarak Cumhuriyet Turkiye'sine uyarlandigi,Timur'dan Malazgirt Savaşı 'na,Kanuni'den Evliya Çelebi 'ye ,Muhteşem Yüzyıl dizisine ,ev hanimliginin nasıl ortaya atıldığı, feministlerin tüm kadınlar yerine kendi görüş ve ideolojilerine hizmet edecek şekilde yapilanmasina, düşünce yapılarının çıkara göre sekillendigi ,Nazım Hikmet'in komunistligine, masonluktan,Özgürlük Heykeli'ne,Mimar Sinan ve Mihrimah Sultan'a ve tarihi bilmeden uydurma yazılar yazan yazarlara kadar geniş bir çerçevede ele aldığı konuları konuşma üslubuyla izah etmiş. Biraz düşündürücü biraz kafa karıştırıcı bir eser...farklı bilgilere ,daha önceden bildiğimiz birçok konunun bildiğimizin dışında nasıl oluştuğuna dair farklı görüşlere sahip olabileceğiniz ve de arastirmalarinizda yönlendirici olabilecek bir eser diyebiliriz.... (N.Cldr)
ABDÜLHAMİD ETRAFINDA Cumhuriyet isimli, vaktiyle rejime ubudiyet, bu arada liberalizma ve kapitalizmaya merbutiyet, derken faşizma ve nazizmaya meftuniyet, en sonra da sosyalizma ve komünizmaya mensubiyet ve küfre memuriyet varakasında, evvelki gün, “Cumhuriyetin 45'inci yıl dönümünde Ulu Hakan Abdülhamîd Han” başlıklı bir yazı çıktı. Bu yazıyı gûya ilim ve fikir şivesiyle çırpıştıran, bilgi maskesi altında cahil haylazın, benim mevzuumda ihtiyatlı bir çocuk; hiç olmazsa kendi bâtılına samimiyetle inanan, onun dışındaki gerçekleri de yadırgamayan ve ayran kabartıcı sefil istismarlara tenezzül etmeyen bir kişi olduğunu sanırdım. Aldanmışım! İki şey söylüyor: Abdülhamîd, sahnede, yumruğunu masaya vurarak “bu memlekete ne belâlar gelmişse Selânikten gelmiştir!” diyormuş!... Selanikten gelen ise Hareket Ordusu ve Atatürkmüş!... Abdülhamîd (komprodor)ların başı ve istibdat, rüşvet ve jurnalciliğin kurucu hüviyetiymiş!... Bu iddiaların birincisinde, en âdi soyundan tahrif ve kalpazanlık, ikincisinde de (komprador) gibi çiğnene çiğnene posası bile posalaşmış bir tâbir gerisinde, minareye kuyu dercesine, hamakat imzalı cehalet vardır. Birinci iddiaya cevap: Eserim olan “Sultan Hamîd” piyesinde böyle kıtıpiyoz bir cümle yoktur. Abdülhamîd'in söylediği, bütün kötü cereyanların Makedonya istikametinden geldiği ve bir gün Selâniğin kendisinden öç almaya kalkışacağını önceden bildiğidir. Bu da, sadece, yahudiliği, masonluğu ve İttihat ve Terakkiyi çerçeveleyen bir teşhistir ve Atatürk ile hiçbir rabita belirtmemektedir. Atatürk'ün Selanikli olması ve o zaman küçük rütbeli bir subay olarak Hareket Ordusunda bulunması, bu teşhiste asla kendisini (angaje) etmez. Onun İttihat ve Terakki ve masonluğa aykırılığı herkesçe malûmdur. Böyle, sahtekarca ayran kabartma ve alçakça kışkırtma oyunlarına tenezzül etmek, ancak Allah ve vicdanı inkâr eden bir komüniste yaraşabilir. İkinci iddiaya cevap: Yazı sahibi cahil çocuğun Abdülhamîd hakkında ne bilgisi olabilir ki, kendisini ilmî bir teze muhatap tutabilelim? Zerrece insafı olsaydı, duydukları ve bildikleri kadarıyle de takdir ederdi ki, Ulu Hakan, kendisine kadar gelen gerçekten “komprador” devirlerine “dur!” demiş, bütün sömürücü yabancı müesseseleri tasfiyeye çalışmış, Avrupaya (1) kuruş borçlanmamış, aksine, "Düyun-u Umumiye" borcunu yüzde doksanıyle cebinden ödemiş, yahudilerin milyonlarca altın karşılığı olarak Filistin'de minicik bir toprak isteğini reddetmiş ve nihayet gerçekten (komprador)lar kadrosu ve kuklası İttihat ve Terakki tarafından devrilmiş bir Padişahtır ve bu bakımdan (anti kapitalist) ve (anti emperyalist) telâkkilerce bile benimsenmesi gereken bir Hakan'dır. Bundan ötesi ise istibdat, rüşvet, jurnalcilik masalları vesaire, Galata Kulesini bostan kuyusu diye gösterircesine yahudi uydurmalarından başka bir şey değildir ve ispatları "Ulu Hakan Abdülhamîd Han” isimli kitabımızda laboratuar katiyetiyle gösterilmiştir. Nihayet aynı tetkik eserinden mülhem bir piyes tecrübesine karşı 31 Mart yerine 29 Ekim ayaklanması... Bu defa ayaklananlar küfür yobazlarıdır ve nâraları "Şeriat isteriz!” yerine “küfür isteriz!”den ibarettir. Cumhuriyet, Ulus ve Akşam isimli gedikli küfür çavuşlarının idare etmek istedikleri, fakat hiçbir zaman beceremedikleri ve beceremeyecekleri bu ayaklanma, kimbilir hangi tahrik kutbunun zoruyle uyandırılmak istenmektedir ki, şimdiye kadar ne Abdülhamîd Hân üzerindeki tetkik eserimize ağzını açan olmuş, ne de piyes İstanbul'da M.T.T.B sahnesinde günlerce temsil edildiği halde yan bakmaya cesaret eden bulunmuştur. İş, Ankaraya ve Devlet Tiyatrosu diye yalan söyledikleri Türk Ocağı sahnesine intikal ettikten ve tarihi de tesadüfen Cumhuriyet Bayramını da içine alan bir devreye rastladıktan sonra mı küfür yobazlarının akılları başlarına geliyor? Cumhuriyetin 45'inci değil, 50'inci yıl dönümünde manâsı daha iyi anlaşılacak olan eseri, çocuklarımız rahat rahat oynayabilirler; ve bir gün cephemizin sanat ve tiyatro yanını da haşmet ve heybetle meydana getirmek üzere şu andaki dar ve kısır şartları içinde kendileri ve düşmanlariyle kahramanca savaşabilirler. Hak yardımcıları olsun!... Bugün Gazetesi 1-2-3 Kasım 1968 yazar/necip-fazil-kisakurek / kitap/hucum-ve-polemik--40950 (zaimoğlu mehmet)
Kitabın Yazarı Mustafa Armağan Kimdir?
Urfalı anne ve babanın çocuğu olarak Cizre'de doğdu (1961). İlk ve orta öğrenimini Bursa'da tamamladı. İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden 1985 yılında mezun oldu. Fritjof Capra'dan yaptığı Batı Düşüncesinde Dönüm Noktası adlı çevirisi ile Türkiye Yazarlar Birliği Tercüme Ödülü'nü (1989) ve Şehir ey Şehir adlı kitabıyla Türkiye Yazarlar Birliği Deneme Ödülü'nü (1997) aldı. Bir dönem (1995-1996) İzlenim ve Diyalog Avrasya (DA) dergilerini yönetti. 1995'ten beri Zaman gazetesinde yazıyor.
Yayınlanan eserleri: Gelenek (1992); Gelenek ve Modernlik Arasında (1995); Şehir Asla Unutmaz (1996); Şehir ey Şehir(1997); Bursa Şehrengizi (1998; 2. Baskı Osmanlı'yı Kuran Şehir: Bursa'ya Şehrengiz adıyla 2006); Alev ve Beton (2000),İstanbul Mavi Kırpar Gözlerini (2003), İnsan Yüzlü Şehirler (2003), Kuğunun Son Şarkısı: St. Petersburg'da Zamanlar ve Mekanlar (2003); Osmanlı İnsanlığın Son Adası (2003); Osmanlı'nın Kayıp Atlası (2004); Kır Zincirlerinin Osmanlı (2004);Osmanlı Tarihinde Maskeler ve Yüzler (2005); Ufukların Sultanı: Fatih Sultan Mehmed (2006).
Çevirileri: Seyyid Hüseyin Nasr'dan Molla Sadra ve İlahi Hikmet (1991); Fritjof Capra'dan Batı Düşüncesinde Dönüm Noktası(1991); ve Yeni Bir Düşünce (1992); Muhammed Esed'den Sahih-i Buhari: İslam'ın İlk Yılları (2001)
Derlemeleri: İslam Bilimi Tartışmaları (1990); İstanbul Armağanı I: Fetih ve Fatih (1995); İstanbul Armağanı II: Boğaziçi Medeniyeti (1996); İstanbul Armağanı III: Gündelik Hayatın Renkleri (1997); İstanbul Armağanı IV: Lale Devri (2000);İslam'da Bilgi ve Felsefe (1997); İstanbul'da Semtler ve Hayatlar: Bir Semtini Sevmek (2001); Değişen Milliyetçilik: Tartışılan Sınırlar (2001); Cemil Meriç: Düşüncenin Gökkuşağı (2001); Osmanlı Geriledi mi? (2006).
Osmanlı: İnsanlığın Son Adası, Türkiye Yazarlar Birliği'nin 2003 yılı Fikir Ödülü'nü almıştır.
Mustafa Armağan Kitapları - Eserleri
- Abdülhamid'in Kurtlarla Dansı
- Abdülhamid'in Kurtlarla Dansı 2
- Küller Altında Yakın Tarih
- Kızıl Pençe
- Avrupa'nın 50 Büyük Yalanı
- Kazım Karabekirin Gözüyle Yakın Tarihimiz
- Satılık İmparatorluk
- Yavuz Sultan Selim Han
- Ufukların Sultanı
- Yakın Tarihin Kara Delikleri
- Geri Gel Ey Osmanlı !
- Türkçe Ezan ve Menderes
- Cumhuriyet Efsaneleri
- Asım'ın Nesli
- Efsaneler ve Gerçekler
- Paşaların Hesaplaşması
- Osmanlı'nın Mahrem Tarihi
- Osmanlı - İnsanlığın Son Adası
- Kır Zincirlerini Osmanlı
- Büyük Osmanlı Projesi
- Abdülhamid'in Kurtlarla Dansı 3
- Tek Parti Devri
- Korku Duvarını Yıkmak
- Cemil Meriç'in Dünyası
- Fatih'in Rüyası
- Osmanlı Tarihinde Maskeler ve Yüzler
- Ayasofya Entrikaları
- Gerçek Tarihin Peşinde
- Osmanlı Sultanları Albümü
- İnsan Yüzlü Şehirler
- Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı
- Kızıl Elma Peşinde Bir Ömür
- Osmanlı'yı Kuran Şehir - Bursa'ya Şehrengiz
- Cemil Meriç Konuşuyor
- Osmanlı'nın Kayıp Atlası
- Osmanlı Tarihini Yeniden Yazmak
- Gülün Fethi - Fatih Sultan Mehmed
- Bilinmeyen Yönleriyle İsmet İnönü Gerçeği
- Osmanlı'yı İmparatorluk Yapan Şehir İstanbul
- Petersburg'da Osmanlı İzleri
- Düşüncenin Gökkuşağı: Cemil Meriç
- Yakın Tarihte Efsaneler ve Gerçekler
- Gençler için Fatih Sultan Mehmed
- Tarihimizle Hesaplaşmak
- Gelenek ve Modernlik Arasında
- Osmanlı Geriledi mi?
- Şehir Asla Unutmaz
- Cemil Meriç
- İstanbul Mavi Kırpar Gözlerini
- Haritalar Nasıl Yalan Söyler?
- Alev ve Beton
- Kuğunun Son Şarkısı
- Küller Altında Yakın Tarih Seti (6 kitap)
- Bursa'ya Ütopik Mektuplar
- İslâm'da Bilgi ve Felsefe
- Şehir Ey Şehir
- Ezan Şehidi Menderes
- İslam ve Bilim Tartışmaları
- Paşaların Hesaplaşması
Mustafa Armağan Alıntıları - Sözleri
- Erzurum kongresi'nden bir ay kadar önce toplanan bu ön kongreye sunulan raporda işlenenler sanki bugünden geçmişin dağlarına çarparak yargılanmış gibidir beraberce şunları okuyoruz: Türk Kürtsüz, Kürt Türksüz yaşayamaz. Geçmişte olduğu gibi gelecekte de Türk ile Kürdün aynı tarih, aynı çıkar, aynı hayat sahibi olacaklarını kabul etmemek mümkün değildir. Bu kadar derin ve esaslı bağlarla birbirine bağlı bulunan Doğu vilayetleri Türk'ü ile Kürt'ünü ayırmak her ikisinede ölüm mahkum etmek demektir.Bugün gözümüzü açarak yaralarımızı öz elimizde sarmaya çalışır, dışarıdan gelen Kürtlük-Türklük gibi ayrıştırıcı telkinlere kulak asmazsak hem memleketimizi kurtarır, hem de herkesin mutluluğunu sağlayacak esasları hazırlarız. "Tarihi bir anda bulunuyoruz" diyen bu önemli rapor şu cümlelerle sürüyor: Duygusallığa kapılarak düşmanlarımıza hizmet etmekten sakınma görevi ile mükellefiz. Son fırsat elimizde.Bunu da kaybedersek tarihimizi aşağılanma ile kapamış ve Hazreti Kur'an'ı elimizle toprağa defnetmiş oluruz. Hakkımızda çevrilen entrikaları, düşünülen felaketleri sonuçsuz bırakmak yalnız bir şeye, Doğu vilayetleri Müslümanlarının İttihat (birlik) ve ittifakına bağlıdır. 95 yıl önce Erzurum'da söylenmesi gerekenler söylenmiş aslında.Aklın yolu birdir ne de olsa! Ve ah Erzurum kongresi, seni bir doğru okuyabilseydik! (Cumhuriyet Efsaneleri)
- Eşrefoğlu, al haberi, bahçe biziz, gül bizdendir. Biz Şah-ı Merdan kuluyuz, yetmiş iki dil bizdedir. (Gülün Fethi - Fatih Sultan Mehmed)
- İslam Bilimi diğer bilgi sistemlerinden farklı olarak siyasî ve iktisadî egemenlik için yüce kelamın (logos) rakipleri tarafından şımartılan bir ideolojinin adı değildir. İslam Bilimi, İslam toplumunun değer yapısı üzerinde bilgi geliştirilmesini mümkün kılan bir matris sunar. Bilgi, bilgi içindir diye bir şey yoktur. Kavramsallaştırma, teorik formülasyon, deneysel doğrulama ve bilginin nihaî şeklini alması sosyo-kültürel bir çevre içinde meydana gelir ve onu hasır altı etmek namussuzluk ve ikiyüzlülükten başka birşey değildir. İslam Biliminin Temelini Atmak Münevver Ahmet Enis (İslam ve Bilim Tartışmaları)
- " Bir şehri sevmek , aşka sebep aramaktır ." (Bursa'ya Ütopik Mektuplar)
- Osmanlı medeniyeti kelimeler üzerine inşâ edilmemiştir. Osmanlı medeniyeti bir hamle medeniyetidir. İman, cezbe, Aşk medeniyetidir... (Cemil Meriç Konuşuyor)
- Soru işaretinin halkaları açılıp kapanıyor birbiri ardınca ve kitaplar imdadıma yetişiyor;sonunda berraklaşıyor manzara. (Petersburg'da Osmanlı İzleri)
- "Cahil bir millet, gösterilen boyunduruğa boynunu kendisi uzatır." (Kızıl Pençe)
- Istiklal marşının güftekarından biri olan şair Faruk Nafiz Çamlıbel'in 27 Mayıs 1960 darbesinin ardından diğer Dp liler gibi süngüyle alaşağı edilerek yassıada da hapse atıldığını biliyormuydunuz ? Onuncu Yıl Marşı'nı gözyaşları içinde, hızlanan kalp atışlarıyla Söyleyip dinleyenler bu marşı onlara armağan edenlerden birini niçin tevkif ettiler? Bugüne kadar bir (söz| yazarını bile kurtaramamış olan Onuncu Yıl Marşı, bugünden sonra da onu tebcil edenleri neden ve nasıl kurtaracak? (Küller Altında Yakın Tarih)
- Doğrusunu yalnız Allah bilir. Ancak ben, tarihe bir de yenilgilerin zaviyesinden bakılmasını öneriyorum. Tarihe bu açıdan bakabilmeyi metodolojik bir ilke olarak kabul ettiğimiz takdırde, ağır basan, kaçınılmaz biçimde bizi belirleyen tarafgirliğimiz nedeniyle ele alamadığımız tarihin karanlık yüzünü gönül rahatlığıyla tahlil edebiliriz. Tarihe daha bir sakınmadan, daha geniş yüreklilikle yaklaşabiliriz. En azından, yenilgilerde olumlu bir taraf, bir ders-i ibret bulmaya çalışarak tarihin üzerimizdeki “baskısı”ndan kurtulabiliriz. Bize öğretilen ya da öğretilmek istenen tarih, hep bir zaferle dizisinden oluşmaktadır. İçinden yenilgiler, başarısızlıklar,beceriksizlikler ayıklanmış bir tarihtir aynı zamanda. Yenilgiler genellikle “ihanet" gibi kulpların takıldığını biliyoruz. Halbuki tarihi yapan şey, yalnız zaferler değildir, ayni zamanda yenilgilerdir. Hatta diyebiliriz ki, en çok yenilgilerdir.En azından bugünkü durumumuzun zaviyesinden baktığımızda böyle görünmektedir. (Gelenek ve Modernlik Arasında)
- Eskilerin dilinde "Kuran-ı Kerim Mekke'de nazil oldu, Kahire'de okundu, İstanbul'da yazıldı." diyebir kelam-ı kibar gezerdi. (Abdülhamid'in Kurtlarla Dansı 2)
- İlim sayesinde kişi Hakikat'a ulaşabilir ancak; Hakk ise Allahu Teâlâ'nın diğer bir ismidir. (İslâm'da Bilgi ve Felsefe)
- "Osmanlı'da sarık bilgiyi, kılıç işe kuvveti, başka bir deyişle sarık din ve ahireti, kılıç da dünyayı temsil ediyordu. #Fatih, hayatında olduğu gibi ölümünde de iki fetih yolunu göstermiş oluyordu böylece. Din ve dünyanın beraberce fethini.." -MustafaArmağan (Ufukların Sultanı)
- İslam âlemi, İslamiyet'te ümitsizlik yasaklandığı halde ümidi bırakıp yese iman etmiştir. Nasıl olmuş da uyuşmuştur bu insanlar? Bu din atalarımın önüne saçtığı cevherleri neden benden esirgiyor? diye düşünür. Neredeyse iradesi elinden alınmış aciz birer mahlûktur içinede yaşadığı toplumun ferdleri. Ağır bir felç geçirmiş gibidir. (Asım'ın Nesli)
- Geçmişi unutturma operasyonu, zamanın acımasız akışı Yüzünden bu operasyonu yapanları muaf tutacak değildi elbette Ve resmi tarih yazmaya kalkanların 'temel kitap' olarak aldıkları Nutuk konusundaki vurdumduymazlıkları, Türkiye'de resmi tarihin neden resmileşemediğinin en belirgin örneği değil midir? (Küller Altında Yakın Tarih)
- Bir de Mevlana' ya karşı aşırı bir sevgisi bulunuyordu I. Murat' ın. "Hünkar" ve "Hüdavendigar" unvanlarını almasında bu derin sevginin etkisini görenler vardır. (Osmanlı'nın Mahrem Tarihi)
- Kulağına cepheden silah sesleri çalınıyordu. (Kazım Karabekirin Gözüyle Yakın Tarihimiz)
- Bir giydiğini bir daha giymediğini, üstü başı perişan birini görür görmez sırtındakini çıkarıp hediye ettiğini biliyor muydunuz? (Osmanlı Sultanları Albümü)
- Keşke sizin yüzyılınızda evlere hiç balkon yapılmasa idi , ileriki yıllarda insanlar ölülerini balkonlara gömmek zorunda kalmayacaklardı ." (Bursa'ya Ütopik Mektuplar)
- Suçlamak kolaydır ama yeni bir şey söylemek ve söyletmek zordur tarihte. (Osmanlı - İnsanlığın Son Adası)
- Fatih beldeleri açan olduğu gibi, zamanı da açan, zamana bir açılım verendir. Zamanı zorlayandır. Zamanın kıvrım ve katlarını açandır. (Sezai Karakoç) (Kızıl Elma Peşinde Bir Ömür)
Editör: Nasrettin Güneş