Germinal - Emile Zola Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Germinal kimin eseri? Germinal kitabının yazarı kimdir? Germinal konusu ve anafikri nedir? Germinal kitabı ne anlatıyor? Germinal kitabının yazarı Emile Zola kimdir? İşte Germinal kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Emile Zola
Çevirmen: Bertan Onaran
Orijinal Adı: Germinal
Yayın Evi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
İSBN: 9789944889391
Sayfa Sayısı: 556
Germinal Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Natüralizm akımının en önemli temsilcilerinden olan yazar, romanları için gerekli yaşam deneyimini zorluklar içinde geçen gençlik yıllarında kazandı. Zola, romancının olayları bir izleyici gibi kaydetmekle yetinmemesi, kişileri ve tutkularını bir dizi deneyden geçirirken, duygusal ve toplumsal olguları bir kimyacı gibi işlemesi gerektiğini savundu. Kuzey Fransa’da uzlaşmaya yanaşmayan maden işçilerinin grevini konu alan Germinal sadece Zola’nın değil, Fransız edebiyatının da en değerli eserleri arasında sayılmaktadır.
Germinal Alıntıları - Sözleri
- insan güçlü olmadığı zaman akıllı olmak zorundadır.
- Kentleri ateşe verin, insanları kırıp geçirin, her şeyi kökünden kazıyın, bu çürümüş dünyadan hiçbir şey kalmadığı zaman yerine daha iyisi biter belki.
- ❝İnsan güçlü olmadığı zaman akıllı olmak zorundadır.❞
- "İnsan güçlü olmadığı zaman akıllı olmak zorundadır."
- "Pırlantadan alınmayan vergi kitaptan alınıyordu; çünkü pırlanta alandan değil, kitap okuyanlardan korkuluyordu."
- İnsan güçlü olmadığı zaman akıllı olmak zorundadır.
- “İşin asıl kötü yanı şu ki, bu düzenin değişmeyeceğine inanıyoruz... İnsan gençken, günün birinde rahata ereriz sanıyor; ama yoksulluğun sonu gelmiyor, bir türlü bu çemberden çıkamıyorsun...”
- Tanrı biliyor ya, kimseyle bir alıp veremediğim yok. Ama zaman zaman bunca haksızlığa dayanamıyorum.
- İnsan umudunu yitirdi mi, yaşamanın da tadı kalmıyor çünkü.
- Hayır, hayır, en iyisi hiç dünyaya gelmemekti ya da geleceksen, bir ağaç, bir taş olarak, daha da iyisi gelip geçenlerin topukları altında ezilen, kan dökmeyecek bir kum tanesi olarak gelmekti.
- ❝-Haklısın, insan yiyecek bir lokma ekmek buldu mu haline şükredip yaşıyor.❞
- Hem yalnız olmak daha iyidir, insan o zaman dilediği gibi karar verir.
- İnsan aynı düşünceleri beslemeden de birbirini sayabilir.
- … bir daha görüşmemek üzere ayrılmak mutlaka üzerdi insanı.
Germinal İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Yüz Karası Değil KÖMÜR Karası, Böyle Kazanılır EKMEK Parası..: Selamlar canolar .. "Tanıtım" yazısı az uzun , o yüzden hoşbeşi boş vererek hemen girizgah yapıyorum olaya .. Her tanıtım yazısında belirtiyorum .. Bir daha belirtmekte fayda var .. Ben kitap özeti şeklinde bir anlatımdan yana değilim .. Romanı okuyacaklar için sebepler ve sonuçları belirteceğim .. Okuduğunuzda kimi gerçekler kafanızda yer etsin diyerek .. Zaten okuyacaklar , küçük bir ön hazırlık ve araştırmayla bu kitabın bir "emek - sömürü" romanı olduğunu kendileri de göreceklerdir .. Ha yine de iki üç noktaya da değineceğim ..O yüzden spoiler yerim korkusu olanlar meraklanmasınlar .. Efenim, hepimizin bildiği gibi tarihteki büyük olaylar , sanattaki büyük artistik eserleri yaratmıştır.. Misal verecek olursak Avrupa'daki Rönesans hareketi ...17. yüzyılda başlayıp , 18. yüzyılda büyüyen ve 19. yüzyılda son halini alan Sanayi devrimi .. Diğer yandan 1789 ' da Fransız Devrimi ve burjuvazinin yükselişi .. Ki bu devrim Amerika'daki ayaklanmaların devamıdır esasen ... Tüm bu saydıklarım, tarihin gidişatını değiştiren büyük momentler .. Ve bu saydıklarımın tümü üstün nitelikli yapıtların doğmasına neden olmuş .. Sanat bunlarla beslenmiş .. Konuyu bu noktalardan almış .. Felsefe , müzik , resim ve burjuvazinin yükselişiyle gelen roman geleneği .. Eleştirel gerçekçilik ile dünyanın en büyük roman geleneğini yaratmış bu insanlar.. Bu bahsettiğim dönemlerden öncesine baktığımızda ise karşımıza Perikles ve Atina kent devletleri dönemi çıkıyor .. Marx' ın " Bir daha böylesi yapılmayacak , bir daha böylesi gelmeyecek" dediği .. İçinde Phidias ve öğrencileri Alkamen, Agorakrit gibi heykeltraşların , Parthenon Tapınağı' na şekil veren Ictinus ve Callicrates gibi mimarların , "İnsan her şeyin ölçüsüdür" diyen Protagoras gibi filozofların , “Yaşamın amacı erdemdir. Erdem iyilik çabasıdır" diyen Sokratlar'ın içinde yer aldığı .. Öylesine büyük ve ihtişamlı ki!! Gelgelelim içinde çelişkileriyle var olmuş , doğmuş bir toplum bu.. Her şeyden önce "köleci" toplum!! Ama rahat bir toplum .. Tarihte ilk kez demokrasinin filizlendiği , romanımızın başlığı olan Germinal'in , yani tohumun ilk kez toprağa düşüp yeşerdiği ve olgunlaştığı bir toplum.. Düşünün ki halk meclisleri kuruluyor ve bunlar kura ile seçiliyor.. Ve bunlar karar veriyor gidişata.. Krallar saraylarda yaşamıyor!! Böylesine büyük bir devir.. Sophokles ' i var , tanrılarının arasında dünyanın en büyük savaşçısı olarak kabul edilen Akhilleus' u ( fransızcası hepimizin bildiği Achille ) var , Oidipus var.. Bugün futbol manyaklığı ile stadyumları dolduranlar o dönemlerde tiyatroları dolduruyor .. Çeşitli yarışmalar yapılıyor.. Olimpiyatların hikayesini açın okuyun misal .. Her neyse .. Çok da uzatmak istemiyorum .. Ekonomik refah zirvede ve Troçki' nin dediği gibi, "sanat ekonominin öz suyunda yeşeriyor".. İşte ilk başta bahsettiğim toplum, temellerini , can suyunu burdan almış .. Şuraya bağlamak istiyorum ; dünyanın en büyük uygarlığı olarak göz önünde bulundurulan, kabul edilen ve örnek alınan Avrupa uygarlığının temelinde ne var ? Kan var , gözyaşı var , ırkçılık var , sömürü var , cinayet var , kıyım var !! Bütün bir dünyayı , tüm insanlığı sömürmüşler kardeşim ! O yukarda saydıklarım para olmaksızın , işgücü olmaksızın olacak işler mi ? Pek tabiidir ki HAYIR !! Emperyalizm kitabında Lenin bakın ne diyor.. "1911 senesine gelindiğinde , Dünya üzerinde sömürülmeyen bir (sayıyla 1) santimetre kare kalmamıştı." Türkçesi hepimizin sevdiği o Ankara oyun haavalarından birinin dizelerinde saklı : "Oy tatarım , tatarım , SEN ÇALIŞ BEN YATARIM!! " Bkz: Ankara Oyun Havalarının Didaktik ve Emperyalizme Karşıt Olma Özelliği .. Bunu sana baban yapmaz !! =)) Neyse efenim .. Devam edelim .. Şimdi , düşünün ki , 1853 - 54 lerde , bugün demokrasi havariliğini kimselere kaptırmayan Fransa' nın Çin Hindinde ne işi var ?!? 18. yüzyılda , demokrasi ve insan hakları diye yeri göğü ayağa kaldıran bugünki İngiltere' nin Hindistan' da ne işi var ?!?! Pablo Escobar' ın adı çıkmış ...Tarihin görüp görebileceği en büyük kartel , en büyük uyuşturucu TRÖST'ü İngiltere'nin ta kendisi !!! Ordan cukkaladıkları afyonu , bir de SİLAH ZORUYLA Çin' e zorla satanlar babam mı ? İster kabul edelim, ister etmeyelim ama burdan sağlanan kapital ile sanat , sanat olmuş .. En basitinden konusunu bu ve buna benzer noktalardan almış .. Latin Amerika edebiyatı bunun örnekleri ile dolu .. Vargas Llosa' lar Teke Şenliğini niçin yazdı .. Marquez, Muz üzerinden dönen sömürüyü ve sömürülen işçileri ,Ajdar Çikita Muz parçasını aranje etsin diye mi yazdı ? Eduardo Galeano , Tepetaklak ve Latin Amerika' nın Kesik Damarları' nı boşuna mı yazdı ? Bahsettiğim yukardaki etki , tepkileri doğurdu .. Tüm bunlardan evel , kendini , terazinin sömürülenler kısmında yer alanların kefesine yerleştiren Zola , hem bu eseri hem de SUÇLUYORUM'u kaleme aldı .. İsme bir bak !! Kısacık bir kitap .. Bahsetmek istemiyorum yazı uzamasın diyerek .. Manifesto denen kavramın karşılığı işte o kitap .. Sömürüyü görmüş bir yazar Zola .. Hangi sömürüyü dersen , buyur böyle devam edelim şekerim.. "Naturalizm akımıyla kaleme alınan bu romana konu olan Fransa' ya uzanalım " diye başlayacakken es vermek ihtiyacı hissediyorum .. Kusuruma bakılmasın .. Naturalizmi de açıklayalım , sonra yola devam edelim .. En başından, naturalizm denince bizim okura bir irkilme geliveriyor ..Bana geldi de diyorum .. Ama size gelmesin canım kardeşim .. Korkmayın .. Korkulacak bir durum yok .. Kendim ne ola ki bu naturalizm diye türlü türlü makale ve yazı okudum .. Başım beynim döndü .. Ben ne anladım dersen .. İster kınayın , ister topa tutun beni ama bu şekilde anlatırsam daha akılda kalıcı oluyor .. Akıllardan çıkmıyor kolay kolay .. Şimdi efenim .. Diyelim ki bahse konu olan romanda bir küçük çocuk var .. Bu çocuk eğer ki , - "allah beterinden saklasın " - romanda "zart" diye osuruyorsa romanı kaleme alan şahıs size o gaz sevkiyatını "Fıs" sesine müteakip , aman neşemiz kaçmasın edasıyla vermiyor .. Zart sesini ve gaz partiküllerini , kulağınızla hem duyuyor hem de burnunuzda hissediyorsunuz .. Tamamıyle "doğal" anlatım anlayacağınız .. Bu bağlamda romandaki cinsel içerikli kısımların, Rtük 'ün engeline takılmadan kütür kütür gözünüzün önünde bir Tutti Frutti edasıyla canlanmasının sebebi diyebilirim ki işbu naturalizm akımı .. Artık romanın yazıldığı döneme uzanalım ve kalkan mideleri müreffeh günlere kavuşturalım değil mi ? =)) Yukarda size devrimlerden bahsetmiştim .. Hatırladınız mı ? Roman orda saydığım iki devrimi kapsıyor .. 18 . yüzyıl insanlık tarihine yön veren iki büyük devrime sahne oldu .. İlki Endüstri devrimi .. Buharlı makinaların icadı ile üretilip işlenecek pamuğun dünya evine girmesiyle vuku bulan Endüstri devrimi .. İkincisi Fransız Devrimi .. Ki romanda o döneme de bol bol atıfta bulunuluyor .. Endüstri devrimini ele alırsak .. Oradaki mamülü yani pamuğu neyle işleyecekler .. Kömür ile .. Enerji kömür .. Daha petrolün işlenmesine çok var .. Ve giderek daralan sömürü alanı ile gözünü sınırlar içerisine diken dönem Fransa' sının hedefindeki kitle kim ? İşçiler! Emekçiler .. Maden işçileri cicim .. Tarımsal üretime dayalı bir toplumdan , meta üretimine dayalı bir dönemsel geçiş ile işçi sınıfı var olmuş .. Hal böyle olunca patron - işçi olgusu oluşmuş .. Üretimin arttırılmak istenmesiyle , daha çok üretim olgusu devreye giriyor .. Ve durum buna evrilince kulaklarımıza güzel güzel tınılarla gelen çalışma kelimesi gün geliyor işçi vs. patron arasındaki ÇATIŞMAYA evriliyor .. Sermaye payına düşenden paylaşmak istemiyor .. İşçi de hakkının peşine düşüyor .. Pek tabii Fransa' nın o dönem gütmüş olduğu liberal ekonomi planlaması bunda başat oynayan etkenlerden akla ilk geleni .. Ortada bir liberalizm söylemi var ama keseri kendine yontanından .. Şaşırmanın alemi yok .. Keser elindeyse , salladığın ağaçtan yonttuğun kısımlar her türlü senin önüne düşecek ! Paylaşmak sana kalmış .. Pek tabii bu liberalizmi şimdiki neoliberalizm olgusuyla karıştırmamak lazım .. Benzerlik varsa da çok çok daha ilkeli .. Nedir liberalizm ? O dönemde yapılanlarla açıklayacak olursak , "Bırakınız yapsınlar , bırakınız etsinler" kafası .. İşçiye bu hak veriliyor mu? Hayır ! Peki işçinin önüne getirilen opsiyonlar neler ? Buyrun bakalım neler !! 16 saat ve üstü çalışma zorunluluğu .. Reşit olmayan bireylerin , maden sahası gibi yıpranma payının hesaplanması gereken alanlarda çalıştırılması ..Misal Hector Malot ' un Kimsesiz Çocuk romanı bu yüzden kaleme alınmıştır .. Olmayan sendikal haklar ve sendika olgusu .. Bakın .. Bugün sermaye, küreselleşme çağı olarak adlandırdığımız şu devirde , Londra borsasından kalkıp saniyeler içinde Tokyo borsasının kapısını çalarak suşileri wasabilere banaraktan GÜP GÜP yiyebilmektedir !! Dünya piyasalarında ve hisse senetlerinden devlet tahvillerine uzanan bir genişlikte, bir bilgisayar ya da akıllı telefon marifetiyle, günün 24 saati adeta ışık hızında dolanabilmektedir. İnternet var olsun !! =)) O dönemlerdeki liberalizmin araçları bunca çok ve çeşitli değildi pek tabi.. Ama amaç aynıydı .. Sermayenin hiçbir sınıra ve engele dayanmaksızın dünya üzerinde dolaşımı .. Fiber optik kablolar yoktu o günlerde ellerinde ama işçinin kanı ve canı sınırsız idi .. Ulus-devletin bariyerleri... Gümrük duvarları...Vergiler, parlamenter karar alma süreçleri, kamu mülkiyeti, sendikalar, işçi örgütleri, yargı denetimi, bürokrasi… Bunların hepsi aşındırılmalı ve olabildiğince yozlaştırılarak zayıflatılabilmeliydi ki, sermaye pürüzsüz bir bağlamda, akışkan bir şekilde ve en yüksek hızda hareket edebilsin. Bu süreç bağlamında işçiler , yani emekçiler öldükleri ile kaldılar ama bir yerden sonra artık buna bir "DUR" deme kararı aldılar .. Romanımızın konusu ile açıklayacak olursak , yerin bilmem kaç km altına inmeme kararı aldılar .. DUR dediler bu sürece .. Dediler dediysem sanma ki bir kurgu bu !! Zola öylesi büyük ve efsane bir isim ki kalemini gerçeklere bandırmış .. Mürekkebi işçi kanıyla karıştırılmış kömür tozu !! Romanda verilen rakamların hepsi dönemin sayısal değerleri ile BİREBİR örtüşmekte .. Adam ne oluyor , ne bitiyor diye o madenlere inmiş .. Yüzlerce gün hem de.. Bir dolu işçi ile röportaj yapmış .. Haksızlık ve hukuksuzluğu örtbas etmeye kalkanlara inat o madenlerin en ücra köşelerine dek inmiş .. Ve konuşmuş onun söylemleri ile "karanlıkta sadece göz akları ve güldüklerinde ortaya çıkan beyaz dişleriyle" var olan maden işçileri ile .. Tek tek not almış tüm sorunlarını .. Çok büyük bir araştırma örneği bu .. Öyle büyük ve öylesi doğru ki , ölümünde tabutunu sırtlamaya binlerce madenci gelmiş ..Deniyor ki şu ana kadar yapılmış en iyi sistem eleştirisi bu kitaptır .. Eğer ki Şikago Mezbahaları' nı okumasaydım kesinlikle katılırdım .. Kitabı okurken , kalemini toplumdan yana oynatan pek çok ismi gördüm kitapta .. Jack London ' ın kendisinden yola çıkarak yarattığı Martin Eden ve bu romanda Etienne Lantier ismiyle okuduğum karakter bunlardan biriydi .. Yine işlenen maden olgusu Jack London ' ın Uçurum İnsanları' nda yer alan İngiltereden pek de farklı değildi .. Zola' nın yolundan gidip Şikago ' da mezbahalara giren Upton Sinclair ... Herşey iyi hoş ... Çok güzel falan da .. İşin asıl garip yanı ne biliyor musunuz ? Bu romanları bizim okuyor olmamız ! Bu romanları işçi sınıfı okumuyor kardeşim .. Eşitlikten , haktan , hukuktan , sosyalizmden bahsedenler bizleriz !! İşçilerin bunlardan haberi dahi yok !! Ölen öldüğü ile , sömürülen karşılığını alamadığı emeği ile kalıyor Türkiye' de .. Türk okur için sarsıcı ve okuru acı acı düşündüren bir eser Germinal .. Niye dersen .. Şuraya bir resim bırakayım ... Biz henüz buradayız çünkü .. Her sabah bu resme bakarak biniyorum ben otobüse .. Bizdeki TOHUMLAR maalesef hep ASFALTA düşüyor .. Yeşerme imkanı yok .. https://hizliresim.com/0qsdTx (Tuco Herrera)
Germinal!: Okuma grubumuz ile listelerimizde, Kasım klasiklerinde Germinal vardı. Benim ikinci okumam olan ve çok az kitapla kıyaslanabilecek bir eserdir Germinal, bilenler bilir. Lâtincede, tohum, tomurcuk, filiz anlamına gelir Germinal. Aynı zamanda Fransız Cumhuriyetçi Takvimi'nin 7. ayı anlamındadır. Yazarın, Germinal öncesinde Meyhane adlı kitabını okuyanlar Etienne'e aşina olacaktır. Rougone - Macquart Serisi'nin 7. kitabıdır Meyhane. Etienne burada Jervez'in oğlu olarak çıkar karşımıza. Etienne'in çocukluğunu Meyhane'de okuruz bu sayede. Yine yazarın Nana adlı eserinin (9 nolu kitap) baş karakteri Nana da Etienne'in kardeşidir. Yani kitap karakterleri arasındaki bağ büyüktür. Germinal de Rougone - Macquart Serisi'nin 13. kitabıdır. Etienne burada göçebe bir işçidir. Hayatını kazanmak için birçok işte çalışır. 1877 yılında yazılan Meyhane'den sekiz yıl sonra, bir gece Montsou yolunda bir genç yürür Germinal'in ilk sayfasında. Makinecidir, iş arar. Adının Etienne Lantier olduğunu öğreniriz. Büyümüştür, Kuzey Fransa'ya gelmiştir. İş bulmak, geçinmek için çalışmak zorundadır. Madene inip burada tumbacı olarak çalışmaya başlar. Maheu ile arkadaş olur. Maheu kıdemlidir; 7 çocuğu, babası ve bir eşi vardır. Voreux Maden Ocağı'nda ailesini geçindirmek için çalışanlardan biridir ancak 10 kişilik aileyi besleyecek kazanç tabi ki sağlayamaz. İş zordur, maden zordur. Kazalar, havasızlık, öksürük, hastalık birleşince ekmek parası kanla terle kazanılır! İşçi mahallesinde güne erken başlanır, soğan kokusu karşılar bu mahalleye girenleri. Biraz kahve, bir parça ekmekle geçer günleri buranın sakinlerinin. Gün gelir kadınlar birbirine ödünç kahve verir, gün gelir evde sadece irmik olur çorba yapılır. Ama yine de kadın, ailesini ayakta tutmaya çalışır! İşte hâl böyleyken; madenin büyükleri, ortakları şartları değiştirir. Kötü gidişat daha da kötüye gidecektir ama büyük etkilenmez ki bu işten! Tok açın halinden anlamaz misali oturur sıcacık evinde büyük insan. Misafir ağırlar, yer, içer, kahkahalar atar büyük insan. Yakınana inanmaz, madenden çıkan kötü yakacakları işçilere dağıtması ile övünür, işçi mahallesine harcadığı paralarla hizaya getirmeye çalışır karşısındakileri büyük insan! Maden işçilerinin hayatlarındaki karmaşa artar, açlık artar, zulüm artar ama asla aldıkları maaş artmaz. Yapacak en doğru şey direnmektir der Etienne. İşçi hakkını alacaktır! Artık devir değişecek, suyun başına onlar geçecektir! Greve liderlik eden Etienne hem okur hem de fikirlerini işçiler ile paylaşır. Madenciler ve aileleri direnişe tüm benlikleri ile katılır. Tek vücut olurlar, tek yürek olurlar, yaşadıkları acıların son bulmasından ve hak ettikleri kazancı almaktan başka istekleri yoktur. Hayalleri vardır, insanca (!) yaşamak isterler, gece aç uyumamak isterler, en azından çorbaya atacak şehriye ve eve girecek iyi yanan biraz kömür isterler. Bu grevin en büyük amacı onları yok sayanlara biz de buradayız demektir! Tüm dünyadaki işçiler gibi onlar da ezilendir, hor görülen, değer verilmeyendir. Bahanelerle gözleri boyanmaya çalışılır, yeter ki madene insinler iş aksamasındır. İş şartları iyileştirmeye gelince herkes yok olur, biz de emir kuluyuz teraneleri ile süsler cümlelerini. Mezbahalarda bu böyledir, muz işçileri direnirken böyledir ve madende de böyledir. Çünkü işin adı değişse de açgözlü patron değişmeyecektir. Umutla ve ılımlı bir uzlaşma yolu aramak için başlanan direnişler öfkeyle başkaldırı ile sürecektir! Direniş son ana kadar çaresizliğin önüne geçer, soğan kokuları ile insanı karşılayan mahallelerde artık sadece bekleyiş vardır. İşçilerin dirençlerini kırmak için her yol denenir, işkenceler şiddet bu yolların en zalimce en alçakça olanıdır. Havaya kalkan el işçiye vurulan tokat olur, insanı ailesinin aşkının önünde yere seren tekme olur, utanç olur. Bir de bunu yazan Zola ise, yaşananlar okurun boğazında düğüm olur! Yine de, her kötü günün bir sonu vardır umudunu verir Zola her şeye rağmen. Çünkü; insanlar yetişecek, kara kin dolu bir ordu bir asır sonraki hasada hazırlanacaktır. Tohumlar filiz verecek, bir gün düzen değişecektir! Bir gün hak yerini bulacak, işçi hakkını alacaktır! Zola'nın mezarının başında "Germinal" diye haykıran kalabalık asla "Ekmek" diye haykırmayacak, adalet yerini bulacaktır! (fazi)
Nasıl ki bir durumu nitelemek için onun tanımının bilinmesi bir şarttır, aynı zamanda biz insanlara atfedilen ve hayat boyunca omuzlarımızda ağırlığınca da taşıdığımız kelimeleri, yüceltilişleri de bilmeli, tanımalıyız. Üstelik ne denli özgürlük naralarının atıldığı ve kişisel olarak atfettiğimiz kendimize özgü hayatların sahibi olsak da sormalıyız.. Özgürlük nedir ve elbet sorumuzu oluşturan, konumuzu oluşturan bir kıstas, Başarı nedir? Neyi niteler ve asıl soruyla, Başarı Kimdir? Yeryüzüne şöyle bir albenisiyle, o tüm parlak ışıklarıyla, elmaslara da benzetiyorum ya bazen, baktığımızda gördüğümüz şey nedir peki? Muhakkak ki gün üzere telaşına ve dahi kaygısına düştüğümüz bir mesele bulutların ardından göz kırpacaktır bize. Misal, gündüz vakitleri, açlıktan kırılan ve bizim hiç ilgilenmediğimiz kim bilir konumuzu dahi oluşturmayan bir kıtada ismini dahi bilmedikleri bir mısır tanesine benzetebiliriz göğü. Keyfimizde yerindeyse üstelik, bizi bekleyen bir sofra ve bir aile, başımızı sokacağımız bir yuva, bir çatı ve kemiklerimizi ısıtan bir sıcaklık varsa, özellikle havaların soğuduğu topraklarımızda.. Söyledim ya bu bizi ilgilendirmeyen ya da seni, aslında da beni, bizi ilgilendiren bir mevzu tam olarak. (...) Bakışlarını gökyüzünün elmaslarından, o büyüleyici semadan aldığın vakit veyahut çaldığın mı demeliyim, karşılaşmayı umduğun nedir peki? Ve farz edelim ki karşımızda Émile Zola var. İlk yapmaman gereken şey bir *arkadaş tavsiyesidir unutma, çağının sana taleplerin ölçütünde baş döndürücü bir hızla sunduğu ve karşılık olarak sade ve sadece düşünmemeni, en verimli çağındayken üstelik, gençliğinde, nesillerinin bir meşalesi de vazifesindeyken sorgulamamayı öğütlemesidir ve senin yazardan sakın bu hususla bir imza isteğin ki olmasın. İmza bir kimliktir, bir devamlılıktır ve bir söz verme biçimidir ve bak, kitabın yere düşmüş, aslında da yerdeydi, çamurların içinde, kömür karası, mevsimine küsmüş bir iklimin, çocukların yanaklarındaki pembede solmuş bir iklimin nefessiz gölgesinde... Yerin bilinmeyecek raddesiyle de altındayız. Klostrofobinin hükmünün geçmediği bir mekanda. Astım krizlerinin tetiklediğini söylüyorsan veyahut eteklerinin çamurlardan da çamur beğeneceğini korkma, bak beyazca bir kuş, orada, kafesinde ölmemek için, ölmemen için çırpınıyor. O yaşadıkça sen de yaşayacaksın, o nefes aldıkça kirlenmeden ve dahi kirletmeden sen de var olacaksın. O yüzden ellerindeki ve gözlerini kaplayan bu yüzyıllık lekeyi silmeye çalışma. Bak sen de bizdensin ve yazarın tuttuğu ışık, yetersiz kalıyor. Korkma! Sen de bizdensin arkadaşım. Biz, eşittir sensin. Yer üstünde olduğu kadar yer altında da binbir zorlukla karşılaşmaya alışıktır denilir kadın... Güçlüdür, güçlüyüzdür elbet. Bir tohumdan, nice tohumları eviririz, göğsümüzde büyütürüz gecelerce günlerce, parlak bir semanın güvencesine emanet ederiz. İnanırız. Ve Korkma! Korkmayız zira senin, belki yaşıtımız oldun kimi gün, belki babamız, atamız bildiğimiz bir zamanın insanıydın, o bilgeliği bir kabuk gibi sende eksik kalmış olan... Korkma! Korkmayız, çarpık, çarpıtılmış ve bizi yer altında dahi kendi içimize, içinin çürümüş mezarlığında hapsetmeye uğraşan sen ve senin gibilerinin utanmazlığından. Ve yeri yoktur. İnanmayız! Ne hak yiyen, ne insanı, çoluk çocuk yaşlı demeden çiğneyen, kendinde bir hakkın iddiasını zamanla biçen, zaman öğütücülerinden... Unutma, korkmayız biz arkadaşım. Biz seniz, sen bizsin çünkü. (...) Gün gelir evladımıza, senin çocuğuna üstelik, yarınına, o kendine layık olarak görmediğin birçok şeyi onun için tasarladığın dünyaya ölçtüğün kıymeti bulamayız. Adı zamandır, adı dönemdir ve çağdır, adı savaştır bir uğultunun ki. Ve dünya aslında Parçalanmış Uğultular Ülkesidir. Gün gelir ya duyamaz çocuğun ama sen duymaktan da korkma ve gözlerini de alabildiğine aç zira şu an, şimdi alışman gereken, bilmen gereken ve unutmaman gereken, aslolan kalbinde bir umudu büyüttüğün, insanı yeşerttiğin ve ona kendini, insanlığınla da anlatacak olduğun ülkendir. Korkma ki bu eller, ellerin, ellerimiz çocuklarımıza topraklarımızla nice yarınlar ve umutlar biçebilecek gücündedir. Ellerinden bir avuç toprağını almak isteyenden ise kork daima ve asla kanma, bir başka topraktan, farz et ki cennetten vadedilmiş sana. Yok mudur onun içinde alnının teri, yok mudur onun içinde arkadaşının, kardeşinin, atanın alın teri sakın göz değdirme ve kork asıl o zaman, onlara kandığın ve onlardan olduğun zaman! Onlar ki cürümlerinde yüzyıllardır biz insanların kanıyla beslenmiş korkuluklardır ve tanımlar, nitelikler, hafızandaki o her bir anı ve sofraya konulan o bir tabak ki Gör bak ONUN İÇİNDİR! İzin verme, müsade etme ve aymazlığa düşme. Bu topraklar, ellerin ki ellerin senindir! Ve ellerim seninledir arkadaşım! (...) Bu çağ, bu zaman uğultuların zamanıdır ve sisleri çoktur, farksız değildir yer altı yer üstünden. Farklı olarak nitelendirilir ve sana bana ilk öğretilen şey de en çok budur, farktır ve eşitliğe, eşitliğin ezberlenilen tanım boşluğuna koyulmak istenilen, beklenilen yine hep sensindir. İzin verme. (...) Kan tükürüyorsun arkadaşım, Kömür tükürüyorsun. Kömürü var ediyorsun aslında ve oluşturuyorsun onda kendini, kendinde çürüyerek. Ceplere giriyorsun, adları değiştiriyorsun. Kimi zaman ben gibi bir kadın, kimi zaman sen gibi yüreklice bir erkek oluyorsun. Yüreğini ki kollamalısın arkadaşım. Güzelliğini, ışığını bundan alıyorsun... İnsan söylediklerinden olduğu kadar sustuklarından da sorumludur, diyorlar... duyuyor musun? Ve sormalıyım, sen ki sustuklarından ne denli sorumlusun? Başını bir kenara çekip sadece dua eden ve de yuhalayan bir kesimden misin dünya ağladığında bir çocuğun gözlerinde ve işte bak kış, mevsim birazda bu yüzden; yoksa elini taşın, dünyanın tam da dibine o nice elleri, nice aymazlıkları yerinden edercesine tutan(lar)dan mısın? Ellerinin karşılığında bulacaksın bu elleri. Ellerinin karşılığında bulacaksın hep duyduğun ve senden önce de var olagelmiş zamanın, bilgeliğin ve gerçekliğin, sevginin ki ellerini... " Dünyayı değiştirmek bin yıl ister," diyorlar ya bu sefer... işitiyor musun? Dinleme onları! Bak ki ellerin ellerimdedir, bak ki biz birken birlikteyken öyle güçlüyüzdür. Ve yerin altı yerin üstünden daha adaletsizdir, bilinmezdir, bir girdap safsatasıyla.. İnanma onlara! Bak ki ellerin karayken, senin ellerinken ve alnının teri asıl bir pırlantayken, hiçbir sofrada ve kursakta da layığını bulamayacak olan, benimdir, bizimdir. Kendini kolla, umudunu kolla, yüreğimi kolla arkadaşım... (...) Yerli yersiz bir ışıkla, derinlik ne denli olursa olsun.. Çağırıyor ya bir ses nice zamandır, duyuyor musun, ışıkla! 'İşte orada Émile Zola, gel diyor, gel ki aydınlığa çıkalım birlikte. Gel ki bir kitap esasında bak, çamur dahi beyaz, bizden bir yağmurla durmuyor üzerinde. Bak her şey tertemiz ve ferah...' Bir ay ki tıpkı insan gözleri gibi; elmaslar, yakutlar, zümrütler, pırlantalar gibi parlıyor bir gecede... Aldırma onlara! Yazar bizimledir, yazar bizizdir ve asıl öğretilmek istenen de o nice kitaplarla, düşüncelerle ve dahi fikir fırtınalarıyla, hayranlıklarımızla bizizdir. " Zaman insandır, İnsan iyiyse zaman iyidir, İnsan kötüyse, zaman kötüdür " rotasıyla da... Gör ki UYAN! Seni uykulardan uykulara, Tatlı düşlerden düşlere ve başarılardan Başarılara götüren, Gün gelip ellerini yumruk kılarak hasmını dövdüren; kardeşini sen de, ben de kırdıran, Gün gelip tam bileğimizden de eden ve yokmuşuzcasına bizi biz de belleten kimdir? (...) Uyan. Ellerini bu denli kara bir kana bulatan, Ve seni ekmeğinden, suyundan, senden eden KİMDİR? arkadaşım, hatırladın mı beni? arkadaşım unutma beni. Arkadaşım. *arkadaş: Eserde omuzlarında hissettiğin ellerimdir. Düştüğünde ve dahi kalktığında karşında bulacağın gözlerimdir. Ve yüreğimdir, yüreğinden bir kuşun göğüs kafesini her seferinde umutla, inançla ve de ellerimizle yoklayacak olduğu... .... Émile Zola.. ismini özellikle Germinal eseriyle sıklıkla gördüğüm lakin tanışma güzelliğine –tanımak dahi bir merhaledir elbet – yeni yeni ulaşabildiğim bir yazar ve düşünce. Nasıl ki bir eseri sadece bir eser olarak nitelendirmemiz güçtür ve imkansızdır, aynı şekilde bir düşünce de okunulup, anlaşılıp, dinlenilip bir kenara koyulabilen bir çeşitlilikte değildir. Yaşanmışlık denilen bir faktör vardır ki tüm ihtimalleri kökleriyle söküp atar ve yalnızca vicdana, bir mürekkebin bitimiyle üstelik o nice vicdanlara, filizlenişine doğru yol alır. Ve Germinal.. Tutkusuyla, aykırılığıyla, yaşanmışlığıyla ve ne yazık ki ders alınamamış o paydasıyla unutamayacağım bir eser. Ders alınamayacak paydasıyla zira bana dokunmayan yılan bin yaşasın düsturunda, iş kendisine dokunduğu vakit pekala insandan ve haklarından bahsedebilen, çektiği durumları, onurlu bir insanın haliyle eş bir hal ile de bir kılabileceğini düşenen kişiler ve halleri ki bu kelam olduğu kadar vicdandan da pekala uzaktır... Ve muhakkak ki yazar, gerçek bir yazar, vicdanlı ve hakkaniyet sahibi bir yazar, sadece kendi dönemini ve ve dönemleri kuşatan bir ilhamla değil, aynı zamanda bir o kadar özverili bir kaygıyla, o toplumu silkeleyerek, kendine getirmek adına da yine kendini iğretiliğiyle öğütleyecektir... Ve inanıyorum ki vicdanlı bir insanın yazarın bu kaygısına eş düşen kaygısı ve hali onu bir ekmek üzerinde, bir düşünce üzerinde ve bir zaman üzerinde de düşüncelere sevk edecektir... Neredeyse her sayfasında notlar düştüğüm, Kendime bir arkadaş kıldığım bu eserde biliyorum; Bir annenin ailesi için kızıyla birlikte o bir parça tereyağını hazırlarken açlık ve sefalette, ölümün o soğuk ve ıssız kokusuna karşı hiçbir şeyi anlatamayacağımı. Biliyorum bu yoksunlukta ve kimsesizlikte, bu yalnızlıkta, evin babasının, o sarsılmaz çınarın yemesi gereken ve tek tük denk gelebilen bir parça etin çocukların gözlerinde parıldayan umut pırıltısını... Bir evin, evlerin birer birer ışıklarının sönüşünü. Ve insanın hangi koşulların içerisinde olursa olsun o zalim yapısını, Bunu değiştirmesi gerektiğini ve asıl olanın ise kendisini tanıması, bilmesi, sevmesi üzerindeki gerekliliği. Kendinden korkmamasını, bir çözümü. Ahlaksızlıkları, utanmazlıkları. Ve Aşkı... Ve benim bir kadının o her seferinde küllerinden doğarak kendini yinelediği aşkı... Ne denli güçlü olduğunu bir kez daha fark etmesi gerektiğini ve bunun aksi olduğunda, kendine inanmadığında ise bükülen belinin bir başka erkekte belirsiz bir umutla da düzelemeyeceğini. Önce kendisinin iyi olmasını, sonra erkeğinde, sevdiğinde var kıldığı o gücün aydınlık yinelenişini.. Nasıl ki bir tohumu ekmek için toprağa onun mesafesinde eğilmek, saygı göstermek gereklidir ona. Bizden küçüktür, bir bilinmez içindedir lakin umut olur ve belki bir çınarın, o nice çınarların da ülküsü ve ülkesidir... Özellikle Yordam Yayınlarından eseri okumanızı diliyorum ve ayırdığınız zaman için ve aslında arkadaşlığınız için, teşekkür ediyorum :) Saygı ve sevgilerimle... https://soundcloud.com/noemibolojan/blurred-accuracy-1?in=agustosmevsimi/sets/i/s-hTNjN&si=aac1cef934124903997c5901bf8aca71 (özlem)
Kitabın Yazarı Emile Zola Kimdir?
Émile François Zola (2 Nisan 1840 – 29 Eylül 1902), Fransada natüralizm akımının öncüsü olan ünlü bir yazardır. Zolanın edebiyat dışındaki şöhreti ise, Dreyfus Davasında takındığı aydın tavrından kaynaklanmaktadır. 1897 yılında Fransız ordusunda Yahudi olması nedeniyle askeri yargının duyarsızlığına kurban giden yüzbaşı Dreyfus’u hükümetin bütün baskılarına rağmen savunan ve Fransa devlet başkanına hitaben “İtham Ediyorum” makalesini yayınlayan Zola, baskılardan dolayı Fransayı terkedip bir süre Londrada yaşamak zorunda kaldı. Çabaları sonucunda Dreyfus Davasının yeniden görülüp adaletin yerini bulması sonucu yurduna döndü. Émile Zola, 1902 sonbaharında,kaldığı otelin yatak odasında duman zehirlenmesinden öldü. “Nana”, “Germinal” ve “Meyhane” en tanınmış romanlarıdır.Tüm romanlarında,doğal ve gerçekçi bir tarzla,hayatın zorluklarından bahsedilir.Örneğin Nana adlı romanda yokluktan dolayı batağa sürüklenen bir genç kızın dramı,büyük bir gerçekçilik ve dramla anlatılır.
Emile Zola Kitapları - Eserleri
- Paris Yıldızı
- Nana
- Meyhane
- Yaşama Sevinci
- Therese Raquin
- Hulya
- Suçluyorum
- Bir Aşk Sayfası
- Gerçek
- Emek (1 Cilt)
- Döl Bereketi - 1
- Döl Bereketi - 2
- Apartman
- Germinal
- İtiraf
- Hayvanlaşan İnsan
- Paris'in Karnı
- Toprak 1
- Rahip Mouret'nin Günahı
- Sel
- Bir Gecelik Aşk Uğruna
- Doktor Paskal
- Para
- Plassans Papazı
- Marsilya'nın Gizemleri
- Medan Geceleri
- Aşk Bitmesin
- Toprak 2
- Emek 2. Cilt
- Deneysel Roman
- Değirmene Hücum
- Canlı Ölü
- Başyapıt
- Germinal
- Nana
- Captain Burle
- Yıkılış
- Döl Bereketi 3
- Seçilmiş Əsərləri
- Nasıl Ölünür
- Meyhane (II. Cilt)
- Rougon'ların Yükselişi
- Rougon'ların Yükselişi 2.Cilt
- Bir Aşk Sayfası 2
- Aşkların En Güzeli
- Bir Aşk Gecesi
- Beşerdeki İfrit
Emile Zola Alıntıları - Sözleri
- Bu adamlar sevmiyorlar, sevmekten âciz insanlar, bunlar! Para, iktidar, ihtiras, zevk, evet, bunlar ellerinden gelir, fakat aşk onların kârı değil! (Döl Bereketi - 1)
- Sonra, tek bir sözcükle sürükledi Pauline'i içeri: "Gel, pis çocuk." (Paris'in Karnı)
- Elindeki minik demeti, büyük bir hazla kokladı. Evet! İşte kardeşlik bağının getirdiği iyilik, bir başına mutluluk yaratan sevgi, evreni kurtararak, yeni baştan kuracak olan aşk! (Emek (1 Cilt))
- ''Bu acının tesellisi yok. Yardım istemiyorum.'' (Sel)
- "Evlendirin; eğer onlar aileleriyle böyle çekişmeye, bütün engelleri aşmaya yönelten büyük bir aşkla birbirlerini seviyorlarsa evlendirin. Mutluluğu ancak sevgi sağlar." (Emek (1 Cilt))
- Bütün ihtilaller burjuvalar için yapılıyor. (Paris'in Karnı)
- Gene hasta sandı kendini, sağlığının tamamen yerine gelmesi için son bir şeye gereksinimi vardı: Nerede arayacağını, nerede bulabileceğini bilmediği bir bütünlük gereksinimi, eksiksiz bir doyum gereksinimiydi bu. (Rahip Mouret'nin Günahı)
- Therese'nin odasındaydı ve bu içini mutlulukla doldurdu. Sonra bir anda, bir adamın cesedinin de orada olduğu, nişin oyuğundaki perdelerin tenine dediği aklına geldi. Tüyleri ürperdi, bayılacak gibiydi. Therese bu ufak tefek adamı sevmişti, Aman Tanrım! Bu mümkün müydü? Adamı öldürdüğü için kızı affedebilirdi; asıl kanını kaynatan şey , Colombel'in çıplak ayaklarının dantelli yatak örtülerinin ortasında uzanıyor oluşuydu. (Bir Gecelik Aşk Uğruna)
- ... sonunda sahidende pis bir hal alıyor bu iş. Ben peşleri sıra bir sürü çocuk sürükleyen insanlar gördüğüm zaman sarhoş bir aile görmüş gibi tiksiniyorum. Ondan hiç farkı yok, hatta daha pis. (Döl Bereketi - 1)
- -İstemiyorum! Kimse gelmesin! (Apartman)
- Boşa harcanan paradan söz edildiğini ne zaman duysa acı çekiyor, bu konuda yapılan şakaları bile anlamıyordu. (Medan Geceleri)
- Savunma artık savaşı,savaştan kirli bir şey yok bu dünyada ! (Yıkılış)
- insan güçlü olmadığı zaman akıllı olmak zorundadır. (Germinal)
- İnsan tehlikenin gözüne bakarsa ona meydan okur. Kahramanlık denen şey de budur, bundan daha gizemli ya da daha fazla bir şey değil. (Yıkılış)
- Fakat insanlar gerçekleri bildikleri halde, bunu itiraf etmek istemezler. Bu nedenle suçu daima talihe yüklüyorlar, Tanrı 'nın gazabına uğradıklarını ileri sürüyorlardı. (Meyhane)
- Kentleri ateşe verin, insanları kırıp geçirin, her şeyi kökünden kazıyın, bu çürümüş dünyadan hiçbir şey kalmadığı zaman yerine daha iyisi biter belki. (Germinal)
- İşte böyle… Tutku denen şey kaçınılmazdı… (Bir Aşk Sayfası)
- Ben sözcükleri sevmem... İnsan birini sevdi mi, yapabileceği en iyi şey onu göstermektir. (Apartman)
- "Beni olduğum gibi kabul etmelisin." (Nana)
- Evet, modern konuyu ele alıyorlar. Aydınlık renklerle boyuyorlar, fakat bayağı ve düzgün resim tarzını, herkesin yaptığı göze hoş görünür tertibi, hasılı, beri tarafta burjuvalar beğensin diye öğrenilen formülü muhafaza ediyorlar... Sonra işin kolayına bakıyorlar, tahtadan oyuncak boyar gibi çırpıştırma iş görüyorlar. Bu el çabukluğu, bu rahat iş görme tarzı başarı kazandırıyor. Halbu ki kürek cezasına layık görülmeli... Anlıyor musunuz? (Başyapıt)
Editör: Nasrettin Güneş