diorex
life

Gökdelen - J. G. Ballard Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Gökdelen kimin eseri? Gökdelen kitabının yazarı kimdir? Gökdelen konusu ve anafikri nedir? Gökdelen kitabı ne anlatıyor? Gökdelen PDF indirme linki var mı? Gökdelen kitabının yazarı J. G. Ballard kimdir? İşte Gökdelen kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 07.06.2022 20:00
Gökdelen - J. G. Ballard Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: J. G. Ballard

Çevirmen: Dost Körpe

Orijinal Adı: High Rise

Yayın Evi: Sel Yayıncılık

İSBN: 9789755705804

Sayfa Sayısı: 168

Gökdelen Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Her şeyin kontrol altında olmasının değişmez kural olduğu modern dünyada, kontrol mekanizması bozulursa birden, modern insandan geriye ne kalır?

Dış dünyadan izole, sakinlerinin tüm ihtiyaçlarını dışarı çıkmadan giderebilecekleri bir sisteme sahip, upuzun gökdelenlerden oluşan dev bir site dışarıdan nasıl görünür? Gazete ve televizyonlardaki lüks site reklamları gibi mi? Güvenli? Sıcak? Zengin? Huzurlu?

"Gökdelen"in hikâyesi tam da böyle bir dünyada başlıyor. Gökdelen sakinlerinin kalplerine yayılan küçük nefret tohumları, "üst, orta ve alt kattakiler" arasında giderek vahşileşen akıl almaz derecede şiddetli bir savaşa dönüşüyor. Kaosun merkezinde ise sitenin kalbi olan tüketim katedrali, dev bir alışveriş merkezi yer alıyor.

Sonrası Ballard'ın ağzından anlatılan bir modernizm masalı. Ve tüm modernizm masalları gibi, sonu iyi bitmiyor. Ballard'ın çizdiği distopik dünya korkutucu, şiddet dolu ama gerçek: Erk, yetki ve sahip olma arayışıyla, bu arayışın getirdiği kırgınlık ve kızgınlıklarla harmanlanmış bir tüketim kültürünün patlaması...

(Tanıtım Bülteninden)

Gökdelen Alıntıları - Sözleri

  • Kendi kendine "Hayatta bir kural vardır," diye mırıldandı. "Sarımsak kokusu alıyorsan her şey yolundadır."
  • Apartmanın orta kısmında oturan disiplinli, profesyonel insanlarla başa çıkamazlardı. Hamurlarında gevşeklik vardı, müdahalelere epey katlandıktan sonra birden toplanıp gidiverme eğilimi vardı. Kısacası psikolojik ve toplumsal anlamda bölge sahiplenme içgüdüleri öylesine körelmişti ki, artık sömürülmeye hazırdılar.
  • Onyıllardır toplanan veriler gökdelenin sürdürülebilir bir sosyal yapı olabileceği fikrine gölge düşürse de bu dikey kentler, halk konutlarının maliyetlerini düşürdüklerinden ve özel sektöre yüksek kazançlar getirebildiklerinden, sakinlerinin gerçek ihtiyaçları göz önüne alınmadan inşa edilip duruyorlardı.
  • Onların gerçek hasımları çok yukarılarında oturan bina sakinlerinin hiyerarşisi değil, kendi zihinlerindeki bina imajıydı, yerde çakılı kalmalarına yol açan beton katmanlarıydı.
  • “Yine de hepimiz eşit derecede suçluyuz kesinlikle.”
  • "Apartman yeni bir sosyal tip, gökdelen hayatının psikolojik baskılarına karşı bağışıklığı olan, mahremiyet ihtiyacı asgari düzeyde kalan, nötr atmosferde gelişkin bir makine ırkı gibi serpilen, soğukkanlı, duygusuz bir kişilik yaratıyordu. Bu türden bina sakinleri fahiş dairelerinde oturup da kısık sesle televizyon seyretmekten ve komşularının hata yapmasını beklemekten başka bir şey yapmamakla yetinebiliyorlardı."
  • "Gökdelenin kabuğunun içinde, otomatik pilota alınmış bir yolcu uçağındaki yolcular gibi güvende olduklarından istedikleri şekilde davranmakta ve bulabildikleri en karanlık köşeleri incelemekte serbesttier. Gökdelen, teknolojinin gerçekten özgür bir psikopatolojinin ifadesini mümkün kılma yolunda yaptığı her şeyin bir modeliydi birçok açıdan."
  • . Bu insanlar bir anlamda geleceğin hali vakti yerinde ve iyi eğitimli proletaryasının öncüsüydüler, şık mobilyaları ve akıllı duyarlılıklarıyla bu pahalı apartmanlara kapatılmış, kaçış imkânları yoktu. ...
  • Dr. Robert Laing sonradan, balkonunda oturmuş köpek yiyorken, son üç ay içinde bu dev apartmanda gerçekleşen olayları düşündü.
  • Pandora'nin kutusunun bin kapağı içe doğru açılıyordu birer birer.
  • adamın uzmanlık alanı doğum çığlığı kayıtlarını bilgisayarda analiz etmek suretiyle , ileride yaşanabilecek sayısız sağlık sorununu öngörmekti..
  • Her seydeki yozlaşma sürüyordu, ağır ağır düşen psikolojik bir çığ onları aşağı sürüklüyordu.
  • Gökdelendeki hayat yavanlaştıkça ve etkisizleştikçe sunduğu olasılıklar artıyordu. Gökdelen verimliliği sayesinde, herkesi taşıyan sosyal yapıyı ayakta tutma görevini devralmıştı. Herhangi bir antisosyal davranışı bastırma ihtiyacını ilk kez ortadan kaldırmıştı ve insanların sapkın veya dizginsiz güdüleri keşfetmelerine imkan vermişti. Hayatlarının en önemli ve en ilginç yönleri tam da bu alanda yaşanacaktı. Gökdelenin kabuğunun içinde otomatik pilota alınmış bir yolcu uçağındaki yolcular gibi güvende olduklarından istedikleri şekilde davranmakta ve bulabildikleri en karanlık köşeleri incelemekte serbesttiler. Gökdelen, teknolojinin gerçekten "özgür" bir psikopatolojinin ifadesini mümkün kılma yolunda yaptığı her şeyin bir modeliydi birçok açıdan.
  • Kadın, Wilder'ı kabullenmişti, tıpkı herhangi bir yağmacı avcıyı kabulleneceği gibi. Önce onu öldürmeye çalışacaktı, başaramayınca yiyecekle ve vücuduyla doyuracaktı, onu memeleriyle besleyerek çocukluğuna geri döndürecekti, hatta belki de sevgi duyacaktı. Wilder uyur uyumaz da kadın onun boğazını kesecekti. İdeal evliliğin sinopsisiydi bu.
  • Bu insanlar yirminci yüzyıl sonunda ortaya çıkan yeni bir hayat tarzında ustalaşan ilk kişilerdi. Tanışlarının hızla azalması, başkalarıyla ilişki kurmamak ve tamamen kendi ayaklarının üstünde durmak, hiçbir şeye muhtaç olmadıklarından asla hayal kırıklığına uğramamak…

Gökdelen İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Postmodern dönem insanının yalnızlaşmasına bir örnek teşkil ediyor, insan topraktan gelen varlık, toprak anneyle haliyle güvenle de içiçe bir yapıdır. Yükselen gökdelenlerde insan özündeki sevgiden, saygıdan, ruhtan uzaklaşıyor. Göğe ulaşma isteği köklerinden koparıyor da farkında değil bu sürüklenmenin. (Ayşenur)

Bir Modern Dünya Alegorisi: Gökdelen: "Gökdelen onlara karşı elinden geleni ardına koymamakta kararlı olan dev, agresif bir canlıydı sanki." Daha önce Arion Yayınları’ndan (1 adet) ve Ayrıntı Yayınları’ndan (11 adet) kitapları çıkan James Graham Ballard’ın Sel Yayınları etiketiyle yayımlanan ilk kitabı olma özelliğini taşıyor Gökdelen. Orijinal adı High Rise olan ve 1975 yılında kaleme alınan eser, Ballard’ın yurtdışında en sevilen yapıtları arasında yer alıyor. Geç de olsa, bizler de 2012 yılında Dost Körpe çevirisiyle bu eseri ülkemizde de görme fırsatına eriştik. Eserin çeviri ve editörlük anlamında gayet başarılı olduğu söylenebilir. Ballard okumuş olanlar bilirler. Kendisinin nevi şahsına münhasır bir tarzı vardır ve her ne kadar yazdığı birçok şey bilimkurgu sınırları içine girse de, aktif bilimkurgu okurlarının pek de tercih etmediği bir yazardır. yazar/Isaac-Asimov, yazar/Arthur-C-Clarke, yazar/robert-a-heinlein, yazar/philip-k-dick gibi yazarları büyük bir iştahla okuyanlar, Ballard’a gelindiğinde aynı tadı alamaz ve hatta onu bilimkurgu yazarı olarak bile gör(e)mezler. Ballard’ın yazdığı roman ve öyküler çok ağırdır çünkü. Korkutucudur. Kimilerine göre ise, bilim tabanından yoksun kurmaca metinler. Ve bu da onu bilimkurgunun farklı bir basamağına oturtmaya yetmiştir. Bilimkurguda New Wave (Yeni Dalga) akımının da öncülerinden olan Ballard, her zaman dış uzayı reddetmiş ve iç uzaya odaklanmıştır. Uzay gemilerini, gezegenleri ve son model teknolojik gelişmeleri elinin tersiyle itmiş ve hemen bütün yapıtlarında insanın kendisine odaklanmıştır. Zira Ballard için en önemli şey insandır. Hayattaki her şey karşısında insanın vereceği tepkiler önemlidir. İnsan doğası ve psikolojisinin evreleri onun odak noktasıdır. Yazdığı 100’den fazla öyküde, 20’ye yakın romanda bu hep böyle olmuştur. Bu yönüyle öteki bilimkurgu yazarlarından ayrılan Ballard, Polonyalı bilimkurgu yazarı yazar/Stanislaw-Lem’e çok daha yakındır diyebiliriz. Her ne kadar Lem bilimkurgunun tüm malzemelerini cömertçe kullansa da, onun yapıtlarının da merkezinde her daim insan olmuştur. “Mutluluk verici bir ilkel hayata doğru topluca gittiğimizi sanmak hata olur.” Ballard’ın birçok yapıtı gibi Gökdelen de bilimkurgusal bir distopyadır. Bu anlatısında da okurlarına iyi şeyler söylemiyor ne yazık ki ama zaten aktif Ballard okurları, kitapları bunun bilincinde olarak okudukları için, bir nevi karamsar senaryolara alışkınlar. İlk defa okuyanlar ise bu sert kurgular karşısında bir alışma evresi geçirmek zorundalar. Her gün gözümüzün önünde olan ve bizim için sadece ifade ettiği anlamı taşıyan şeyleri Ballard alır ve ustaca işler. Ortaya ise ürkütücü şeyler çıkar. İşte bu kitap da tam olarak bu kurala uyuyor. Ballard’ın “gökdelen”i, büyük şehirlerde yaşayan herkes için artık normalleşmiş olan büyük binalardan aslında çok da farklı değildir. Başlangıçta o da normal bir binayı temsil etmektedir ama daha büyük, daha kalabalık ve daha kapitalist. “Uzun asansör boşluklarında inip çıkan asansörler, bir kalbi çalıştıran pistonlar gibiydiler. Koridorlarda yürüyen bina sakinleri bir atardamar ağındaki hücrelerdiler, dairelerindeki ışıklarsa bir beynin nöronlarıydı.” İnsanlara her istediğini veren bir gökdelen düşünün. Eviniz, işiniz, yaşamsal ihtiyaçlarınızı karşılayacağınız dükkanlar, sosyal aktivitelerinizi özgürce gerçekleştirebileceğiniz alanlar ve hatta daha fazlası, her şey bu gökdelenin içinde. Çok mecbur kalmadıkça gökdelen dışına dahi çıkmıyorsunuz. Yeterince korkutucu mu? Ballard’ın yarattığı karakterler için hiç de değil. Ballard’ın geleceğe dair öngördüğü unsurlardan biri hiç şüphesiz öteki romanlarında da zaman zaman değindiği betonlaşma konusu. Giderek artan betonarme yapılar ve yükselen şehir nüfuslarını modern insanın en büyük kabusu olarak gören Ballard, dev bir gökdelen içinde yaşayan ve yalnızca belli şeylere odaklanarak robotlaşan insanları resmetmiş Gökdelen’de. Kitapta anlatılan bu dev binanın mimarı Anthony Royal, orta sınıfa ait bir doktor olarak hayatını idame ettiren Robert Laing ve aşağı sınıfın lideri ve aynı zamanda bir televizyon programcısı Richard Wilder romanın etrafından döndüğü üç ana karakter olarak öne çıkıyorlar. Kendi içlerinde çetin bir savaş veren bu üçlünün hayatlarına konuk oluyoruz sırayla ve bu sayede de gökdelen yaşamının henüz ilk zamanlarının sakinliğinin tadını çıkarıyoruz. Eğer okuduğunuz kitap Ballard’a aitse, bu sakinliğin çok sürmeyeceğini az çok tahmin edebiliyorsunuz. Ve beklenen oluyor da: Gökdelen yaşamının sakin ve huzurlu günleri çok sürmüyor, giderek artan şiddet, romanın sonunda doruk noktasına ulaşıyor. Bu son teknoloji harikası olduğu söylenen gökdelende yaşayan insanlar bir müddet sonra vahşileşmeye başlayacak ve ilkelliğe doğru giden bir süreç de durmamacasına devam edecektir. Herkesin mutlu olarak işine gidip geldiği günlerin yerini savaş cepheleri, yağmalar, çatışmalar ve ölümler alacaktır. Modern insanın günün birinde tekrar özüne, ilkelliğe döneceğini söyleyen Ballard bu düşüncesinde son derece ciddi. “Gökdelen sakinleri ışıkları söndürülmüş bir hayvanat bahçesinde bir arada yatan yaratıklar gibiydiler; arada sırada kısa süreliğine birbirlerine vahşice saldırıyorlardı.” Kitapta alt sınıfı temsil eden Wilder’ın amacı binanın en üstüne tırmanmak ve savaşın henüz ulaşmadığı, refahın üst düzeyde olduğu bölgelerde yaşamak. Bunun için önüne çıkan tüm engelleri aşan Wilder, ilerlediği bu kutsal yolda attığı her adımı mübah görmektedir. Bunun sonucunda oldukça korkunç şeyler yapan Wilder’ın öyküsü bir yandan devam ederken, binadaki hiyerarşi düzeninin de allak bullak olması karakterler arasındaki tüm dengeleri sarsacak boyutlara ulaşacaktır. Tıpkı yaşadığımız dünyadaki gibi bir sistemin işlediği bu dev yapıda da bir süre sonra alt sınıflar isyan edecek ve üst sınıfların koltukları sallanmaya başlayacaktır. Gökdelen yaşamı artık hiç olmadığı kadar tehlikeli bir hale bürünmüş olmasına rağmen, içinde yaşayanların onu terk etmemesi, aksine sıkı sıkıya sarılması da yine ilginç bir tezatlık örneği olarak karşımıza çıkıyor. Ballard bu kısımla birlikte, geleceğin insanlarının dışarıdaki hayattan tamamıyla kopacağını ve koridorlarında kelimenin tam anlamıyla amansız bir savaşın hakim olduğu gökdelende kalmanın, dışarıdaki dünyadan daha güvenli olduğuna körü körüne inanacaklarını ifade ediyor. Her şeye rağmen, bu beton yığınının içinde kalmanın ölüm anlamına geldiğini bildikleri halde, buradan ayrılmak istemeyen insanlığın zaten çoktan ölmüş olduğunu görmekteyiz. Zira çözümü doğada aramayı unutan bir insan doğal olarak insan olduğunu da unutmuştur, diyor Ballard. Gökdelen’de okurlarına adeta bir edebiyat resitali sunan Ballard, şiddetin dozunu artırmaktan hiç çekinmiyor. Betonlaşmaya karşı olduğunu bildiğimiz Ballard bir modern dünya alegorisi sunuyor ve düşlediği distopik geleceğin çok da uzak olmadığı konusunda bizleri bilinçlendirmeyi amaçlıyor. “Şiddet artık tamamen stilize bir hal almış, arada sırada patlak veren soğuk ve rastlantısal bir saldırganlığa dönüşmüştü. Gökdelendeki hayat dış dünyaya benzemeye başlamıştı; kibarlıkların ardında aynı acımasızlık ve saldırganlık gizliydi.” Ballard’ın tam 41 yıl önce kaleme aldığı bu romanın, 21. yüzyıl insanını anlatmadığını kim inkar edebilir? Tüm gerçekleri bir kez daha yüzümüze vurmayı başaran yazarın bu önemli eserinin kocaman bir uyarı niteliği taşımadığını kim söyleyebilir peki? Kimse. Ballard’ın bu yönüyle modern dünyaya açılan bir kahin olduğunu söylemek çok da yanlış olmasa gerek. Hayatınızın sadece gökdelenden ibaret olduğu bir dünya şimdilik sadece Ballardvari bir senaryo olarak görünebilir. Ama unutmayın ki günümüzün modern şehirlerinde insanlar bu gibi gökdelen ve plazalarda yaşamaya daha çok rağbet gösteriyorlar. Günün birinde dünyanın böyle bir çıkmaza sürüklenmesi işten bile değil. Keyifli okumalar dilerim. “İnsanlar artık yarınlarını hiç düşünmüyorlardı sanki.” yazar/J-g-ballard Not: Kitabın 2015 yılında gösterime giren Ben Wheatley yönetmenliğinde bir de film uyarlaması bulunuyor. Filmin oyuncu kadrosunda ise Tom Hiddleston, Jeremy Irons, Sienna Miller ve Luke Evans gibi isimler bulunmakta. Not 2: Bu yazı daha önce Kayıp Rıhtım'da yayımlanmıştır: https://kayiprihtim.com/inceleme/gokdelen-bir-modern-dunya-alegorisi/ (Bahri Doğukan Şahin)

Uzun zamandır okuduğum en ağır kitaptı, hem akmadı hemde beni reading slump kıyılarında dolaştırdı. Aslında yazar çok iyi bir fikir ve mesaj kaygısı ile yola çıkıyor, modern kültürün ve tüketim toplumu yapısının insanlık üzerindeki etkisini ve ruhunda meydana getirdiği çürümüşlüğü anlatmak istiyor ve bunu küçük bir topluluk üzerinde anlatmaya çalışıyor. İnsanlar kendi kendine yeten gökdelenlerde yaşamaya başlıyor, tek gökdelende ortalama iki bin kişi yaşamını sürüyor, içinde okul, alışveriş merkezi ne ararsanız var. Sistem öyle kurulmuş ki dışarıya hiç çıkmadan yaşamak mümkün. Gökdelende ise katmanlı bir toplum yapısı söz konusu, üst kata çıkıldıkça refah seviyesi artıyor ve en üst kasttakiler burjuvazi yaşamını temsil ediyor. Bu yaşam tarzı herkesin içinde çürümüşlüğe sebep olmuş ama herkes bunu maskesi ardına gizliyor. Aslında tüm bunları ilk 50 sayfa da anlıyorsunuz. Zaten yazar o 50 sayfadan sonra insanın içindeki o çürümüşlüğü dışarı çıkarıyor ve ortaya tam anlamıyla vahşetin hüküm sürdüğü bir kaos ortamı çıkıyor. Yazar vahşiliğe vurguyu biraz fazla yapmış bu da okuru rahatsız ediyor, iyi anlamda değil. Kitap fikir ve mesaj açısından çok iyi bir noktadan çıksa da yazar nasıl yaptı bilmiyorum ortaya okunması çok zor bir kitap çıkarmış. Dili ağır değildi ama akmıyor kesinlikle, ben kitap okurken çok nadiren bu sorunu yaşarım ve kitapta okurken beni zorladı açıkçası. Genel olarak iyi bir kitap olsa da yazarın vahşete olan (benim gereksiz bulduğum) fazlaca vurgusu ve kitabın bir türlü akmaması yüzünden düşük puan verdim. Şimdilik yazarın başka kitabını okumayı düşünmüyorum. (Esma T)

Gökdelen PDF indirme linki var mı?

J. G. Ballard - Gökdelen kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Gökdelen PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı J. G. Ballard Kimdir?

James Graham Ballard (15 Kasım 1930 - 19 Nisan 2009) Şanghay'da doğan İngiliz asıllı bilimkurgu yazarıdır. Bilimkurgu edebiyatta teknoloji tapınmacılığına karşı çıkan Yeni Dalga'nın seçkin temsilcilerindendir.

Ballard ve ailesi Pearl Harbour baskınından sonra diğer yabancılarla birlikte bir sivil tutsak kampına gönderildi. 1942 yazından savaşın bitimine kadar burada kaldılar. Ballard, tutsak kampında yaşadıklarını temel alarak 1984'te Güneş İmparatorluğu (Empire of the Sun) adlı kurmaca kitabını yazdı. Bu kitap daha sonra Steven Spielberg tarafından beyazperdeye uyarlandı. Bilim ve teknolojiye karşıt tutumunun şekillenmesinde, bu dönemdeki tutsaklar kampı, savaşın meydana getirdiği yıkım ve felâket gibi dramatik tecrübelerin büyük etkisi olduğu düşünülür. Özellikle atom bombasının meydana getirdiği fâcia, Ballard'ın eserlerinde kıyamete özgü felâketlerle imgesini bulur.

1946'da İngiltere'ye yerleşen Ballard, 1949'da psikiyatri okumak amacıyla Cambridge'de üniversiteye gitti. Üniversitede ruhtahlili (psikanaliz) ve gerçeküstücülükten etkilenerek yazdığı öncü kurmaca hikâyelerle yazarlığı da bir meslek olarak düşünmeye başladı. İki yıllık üniversite yaşantısından sonra Kanada'ya giderek Kraliyet Hava Kuvvetleri'ne (RAF) katıldı. 1954'te Hava Kuvvetleri'ni bırakarak İngiltere'ye döndü ve bir yıl sonra evlendi. 1956'da üç çocuğundan ilki doğdu ve aynı yıl Prima Belladonna adlı ilk öyküsü Science Fantasy dergisinde yayımlandı. 1962'deki ilk romanına (The Drowned World) kadar öykülerle bu dergide adından söz ettirdi. Bu romanın diğer kıyamet sonrası kurmacalardan farkı başkarakterin, buzulların erimesiyle oluşan felâketi ve kargaşayı hoş karşılayan biri olmasıdır. Ardından yazdığı kitaplarla bu alanda kendini kanıtlayıp tam-zamanlı bir yazar olarak hayatına devam etmiştir.

En çok konuşulan romanlarından biri olan Çarpışma'da (Crash) cinsel arzular ve teknoloji harikası arabalar arasında ilişki kurarak olay yarattı. Bu kitap aynı adla 1996'da David Cronenberg tarafından sinemaya uyarlandı ve müstehcenlik uyarısıyla sansür tartışmalarına sebep oldu. Bu tartışmaların ardından film sansüre uğramadan gösterime girdi ve Cannes Film Festivali'nde Jüri Özel Ödülü'nü kazandı.

Ballard bilimkurgunun teknoloji merkezli konulara bağlılığını teknoloji tapınmacılığı ve basmakalıpçılık diye eleştirip, uzay ve zaman yolculuklarını "iç uzaylardaki yolculuklar"la yer değiştirdi ve "asıl yabancı gezegen dünyamızdır" dedi. Ayrıca bilimkurgunun 20. yüzyılın esas edebî geleneği olduğunu ve bilimkurgunun görevinin reklamlar, imajlar gibi içinde yaşadığımız çeşitli kurgular arasından gerçekliği yakalamak olduğunu ve geleceğin bugünü anlamak için geçmişten daha iyi bir anahtar olduğunu söyledi.

Eserleri Ayrıntı Yayınları tarafından Türkçeye kazandırılmaktadır.

Uzun süre prostat kanseri ile mücadele eden James Graham Ballard, 19 Nisan 2009'da 78 yaşında, Londra'da öldü.

J. G. Ballard Kitapları - Eserleri

  • Gökdelen
  • Çarpışma
  • Güneş İmparatorluğu
  • Öteki Dünya
  • Kristal Dünya
  • Sınırsız Rüyalar Diyarı
  • Beton Ada
  • Süper Kent
  • Milenyum İnsanları
  • Cennete Bir Koşu
  • Vahşet Sergisi
  • Kokain Geceleri
  • Yakın Geleceğin Mitosları
  • Kadınların Şefkati
  • Merhaba Amerika
  • The Drowned World
  • Al Kumsallar
  • Hayatın Mucizeleri

J. G. Ballard Alıntıları - Sözleri

  • Günün birinde Çin de dünyanın geri kalan bölümünü cezalandırıp korkunç bir öç alacaktı. (Güneş İmparatorluğu)
  • …kendi yaratma gücündeki bir tanrı misali yeniden can veren bir benliğin içi boş izdüşümü gibi hissetmişti kendini. (Kristal Dünya)
  • . Bu insanlar bir anlamda geleceğin hali vakti yerinde ve iyi eğitimli proletaryasının öncüsüydüler, şık mobilyaları ve akıllı duyarlılıklarıyla bu pahalı apartmanlara kapatılmış, kaçış imkânları yoktu. ... (Gökdelen)
  • birtakım nedenlerden ötürü, kendi içimde, başka birine verilmiş olması gereken bir rolü oynadığımı düşünüyordum. (Sınırsız Rüyalar Diyarı)
  • zihnime sızan heyecan duygusu düşmanlık ve şefkat arasında gidip geliyor, bu iki duygu birbirinin yerine geçebiliyordu. (Çarpışma)
  • “Fakat bana öyle geliyor ki Max, tıp mesleği büsbütün hükmünü yitirmiş olabilir. Hayat ile ölüm arasındaki yalın ayrımın artık çok da bir anlamı olduğunu sanmıyorum.” (Kristal Dünya)
  • Birden farkına vardım: Kesinlikle ölü değildim, ama aynı zamanda, yalnızca canlı da değildim. (Sınırsız Rüyalar Diyarı)
  • - "... İzleri takip et. Guilford'dan 2 numaralı terminale kadar. Yolda bir yerde kendinle karşılaşacaksın..." (Milenyum İnsanları)
  • ❝Seninle bir yerlerde karşılaşacağımı düşünüp duruyorum...❞ (Yakın Geleceğin Mitosları)
  • Bugün yeni bir kelime öğrendim. Atom bombası. Gökyüzünde beyaz bir ışık gibiydi. Tanrı fotoğraf çekiyormuş gibi. (Güneş İmparatorluğu)
  • Siyasetten söz ediyoruz. Halk, kendisinin aldatılmasında bile bile suç ortaklığı yapıyor. (Öteki Dünya)
  • Aramızda tıpkı ikimizden birinin başka bir sevgilinin peşinde olduğu partilerde birbirimize zorlama bir şefkat gösterdiğimiz zamanlarda olduğu gibi alaycı bir sessizlik hüküm sürüyordu. (Çarpışma)
  • Her cumartesi geliyorum buraya, eninde sonunda biri soruyor, 'Kaç para?' diye. 'Bedava,' diyorum. Afallıyorlar, sanki bir şeylerini çalmaya kalkmışım gibi tepki veriyorlar. İşte sana kapitalizm. Hiçbir şey parasız olamaz. Bu ideoloji hasta etmiş onları, polis çağırmak istiyorlar, muhasebecilerine mesajlar bırakıyorlar.Kendilerini değersiz hissediyorlar, günah işlediklerine inanıyorlar. Hemen koşup gitmeleri ve bir şey satın almaları gerekiyor yeniden nefes alabilmek için...'' (Öteki Dünya)
  • güçlü ve gelişigüzel cinsel tutkunun etkisi altındaydım. (Sınırsız Rüyalar Diyarı)
  • . Çalışmaları tatmin ediciyse, insanlar eski moda anlamda boş zamana ihtiyaç duymazlar. Hiç kimse Newton ya da Darwin'in rahatlamak için ne yaptığını ya da Bach'ın hafta sonlarını nasıl geçirdiğini sormaz. . (Süper Kent)
  • Garip bir çelişkiyle, aramızda geçen bu sevişme her türlü cinsellikten yoksundu. (Çarpışma)
  • Evde, kendi başıma uzun saatler geçirirdim. (Hayatın Mucizeleri)
  • Dinlerin neden çölde başladığını yeni anladım -dinler birilerinin düşüncelerinin uzantısı gibi.Bakir bir doğadan çok buradaki her taş, her kaynana dili, her tarla sincabı birilerinin aklının uzantısı gibi görünüyordu, her şeyin mümkün olduğu büyülü bir alemdi sanki. Birlikte yeni doğrulara yelken açıyorduk. (Merhaba Amerika)
  • Bir nedenle, ona neredeyse inanmıştım. (Hayatın Mucizeleri)
  • Bütün bir savaşın yükünü yalnız başıma taşıdığımı düşünürdüm bazen. (Kadınların Şefkati)

Yorum Yaz