Günce 1953-1955 - Nurullah Ataç Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Günce 1953-1955 kimin eseri? Günce 1953-1955 kitabının yazarı kimdir? Günce 1953-1955 konusu ve anafikri nedir? Günce 1953-1955 kitabı ne anlatıyor? Günce 1953-1955 PDF indirme linki var mı? Günce 1953-1955 kitabının yazarı Nurullah Ataç kimdir? İşte Günce 1953-1955 kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Nurullah Ataç
Yayın Evi: Yapı Kredi Yayınları
İSBN: 9789750801617
Sayfa Sayısı: 422
Günce 1953-1955 Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
"Ölüm ne kadar birdenbire olursa olsun, şaşırtmıyor insanı. Herhalde beni şaşırtmıyor. 'İnanamıyorum öldüğüne' diyenleri anlamıyorum, ölen kim olursa olsun,
ben inanıyorum öldüğüne. Ben asıl yaşamağa şaşıyorum, yaşamağa inanamıyorum. Ciğerlerimizin, yüreğimizin işlemesi, bu güzelim yeryüzünü görmemiz, işitimemiz,
koklamamız doyulmaz bir mucize değil mi? 'Mucize' diye baktığımız bir halin kesilivermesine şaşılacak, inanılmayacak ne var?"
Nurullah Ataç Türk eleştirisine dürüstlüğü, içtenliği, gösteride uzak yalın bir anlatımla düşünceyi düpedüz söyleyebilme tutarlığını getirdi. Ne büyük sözlerin ardında düşüncesini gizledi ne de bilmediği bir konuda bilgiçlik tasladı.
Nurullah Ataç'ın Günce'sini okumak sevimli, aksi, heyecanlı, öfkeli, bilge, kendiyle barışık bir amcayla yolculuk etmeye benziyor.
Günce 1953-1955 Alıntıları - Sözleri
- Başkalarını beğenmediğim için yahut pek az kimseyi beğendiğim için benim kendimi çok beğendiğimi sanıyorlar. Hayır, kendimi de beğenmiyorum, benim de o beğenmediğim kimseler gibi olduğumu biliyorum. ... Bir kimse çok kişiyi beğeniyorsa bilin ki kendini beğenmiş bir adamdır, kendine yakın ne bulursa hemen hoşlanıyor, hayran oluyor demektir. ... Pek severim kendimi göstermeyi, bir yere gittim mi hemen birtakım parlak sözlerle dikkati çekmeğe çalışırım, överim kendimi, beğenilmek isterim, şöyle susup da bir yanda oturamam. ... Kendimi beğensem, başkalarına beğendirmek için o kadar çabalamam, didinmem. Başkalarınca beğenilmek istemek bilirim ki aşağılık duygusundan gelir, bende de var o. Halimi düşünüyorum da inan olsun, çoğu tiksiniyorum kendimden.
- Belki de gönül gençlik istiyor şiiri sevmek için, ben o gençliği yitirmişim.
- Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer.
- Aşk tehlikeli bir konudur, çocuklara açmaya gelmez.
- Her gün ne yaptığımı mı anlatacağım? Hayır. Her gün benim ne yaptığımdan kime ne? Okuduklarım bana bir şeyler düşündürürse onu yazacağım. Okuduklarım, yahut gördüklerim, duyduklarım. Olur a! kimi de kendiliğinden bir şey esiverir. Her gün de yazı yazmak olur mu a efendim? Kimi başka işlerim bırakmaz, kimi de tembellik. Şöyle uzanıp düşler kurmak, düşleri de bırakıp uyuyuvermek dururken, kağıdı kalemi alıp yazı yazılır mı?
- Solcu da değilim, sağcı da değilim: Bireyciyim. Bireyci olduğum için de kimsenin ağzının tıkanmasını istemem, özgürlükten yanayım.
- Anıların, geçmişi anmanın tadı, güzelliği de bir umut beslememize bağlıdır. Umutsuz kişiye anılar da bir avunma getiremez, onlar da gözlerini ışıklandıramaz.
- Çocuk, çocuk olduğunu kabul etmemelidir, yoksa kurtulamaz çocukluktan.
- Ben, şımarık gençleri günümüzün istediği o sünepe, köhne kafalı gençlere yeğlerim.
- Bilirler beni tanıyanlar: hiç bir ulustan nefretim, hiç bir ulusa kinim yoktur benim. Öfkelendiğim, sevmediğim bireyler olabilir, öfkelendiğim, kızdığım toplumlar yoktur.
- Korkarım avcılardan. Hayvanları öldüre öldüre insanları öldürmeye de kalkabilirler.
- Konuştuğumuz gibi yazmak doğru değilmiş, konuşma dili gündelik işler içinmiş, yılları aşacak, kalacak eserin özenerek kurulmuş, dayanıklı bir dille yazılması gerekirmiş... Bunu kendileri biliyor da biz bilmiyoruz! A efendim! Konuşma diliyle yazalım, konuşma diliyle yazmak gerektir diyen oldu mu? Ben konuşma diliyle mi, benim konuştuğum dille mi yazıyorum? Kitap gibi konuşurum ben, fiilleri hep sona bırakarak.
- Yeni benliği edininceye kadar olsun, eski divanları okumayacak, eski musikiyi çalıp dinlemeyeceğiz. Gün gelir, yeni benliğimiz kurulur, gelişir, yerleşir, Fuzuli'yi Baki'yi bir İngilizin, bir Alamanın okuduğu gibi, yani duygularımızla değil, bilgimiz, düşüncemizle okur, beğeniriz, o gün gene bakabiliriz geçmişe.
- Bu güzellik kraliçelerinin gençler arasından seçilmesini anlayamıyorum. 35 yaşından, kırkından sonra güzel kalmış kadınlar arasından seçmeli. On sekiz yaşındaki bir kızın güzel olup olmadığı daha belli değildir, kolaydır on sekizinde güzel olmak. Hele kırkını geçsin, tazeliği geçsin, gene güzel kalacak mı bakalım? güzel kalmayı biliyor mu bakalım?
- Yaşlandıkça daha çok seviyorum uyumayı. Hiç de memnun değilim bundan. Uykuya düşkünlük, öyle sanıyorum, kafamızın durgunluğundan, düşünme gücümüzün iyice işlememesinden gelir.
Günce 1953-1955 İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Cumhuriyet Dönemi yazarlarının birçoğunun eleştirilerine değer verdiği sivri dilli yazar Nurullah Ataç'ı namıdiğer Ahfeş'i severek okudum. O dönemi ve yazarlarını anlamakta ufuk açıcı bir eser olduğunu düşünüyorum. (Erdinç BİGE)
Üniversiteye herkes hazırlanıyordu. Ben ise Erkek Lisesinin o 130 yıllık binasında en üst katta kütüphanede bunu okuyordum. Canım sıkılmıştı ve atıştırmalık arar gibi buldum bunu sarıldım bırakmadım Ödünç aldım , Çaldım bitirdim geri yerine koydum. İlk okuduğum eleştiri romanı oldu ve çok sevdim (Muhammed TÖRE)
Günce 1953-1955 PDF indirme linki var mı?
Nurullah Ataç - Günce 1953-1955 kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Günce 1953-1955 PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Nurullah Ataç Kimdir?
Nurullah Ataç (d. Nurullah Ataç, 21 Ağustos 1898 - 17 Mayıs 1957), Türk eleştirmen, denemeci, yazar, şair. Eleştiri ve deneme alanı dışında hemen hemen yapıt vermeyen sayılı yazar ve şairlerden biridir.
Hayatı
Nurullah Ataç, 21 Ağustos 1898'de Hammer'in Osmanlı Tarihi isimli kitabı Türkçeye çeviren Mehmet Ata Bey'in oğlu olarakİstanbul'da doğdu. Nurullah Ataç'ın babası Mehmet Ata başarılı bir bürokrat idi. İlkokuldan sonra Galatasaray Lisesi'nde 4 yıl okudu. Daha sonra eğitimini İsviçre'de sürdürdü. Babasının ölümünün ardından 1919'da İstanbul'a döndü.1922 yılına kadar İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ni sürdürdü tamamlayamadı. Fransızca öğretmenliği ve çevirmenlik yaptı. 1945'ten sonra Cumhurbaşkanlığı çevirmeni olarak görev yaptı.
1926 yılında Leman Ataç ile evlendi. Bu evlilikten 1926'da, daha sonra babasının yaşamından kesitler anlattığı kitabı "Babam Nurullah Ataç"ı yazacak olan Meral Ataç Tolluoğlu doğar.
TDK yayın kolu başkanı oldu. İlk şiirleri Dergâh'ta yayımlandı. Fransız, Latin ve Rus klasiklerinden çeviriler yaptı. Gazete ve dergilerde eleştiri ve deneme türünde yazılar yazdı. Eleştiri yazılarıyla Türk edebiyatında izlenimci eleştirinin ilk örneklerini verdi. Akşam'da tiyatro eleştirmenliği, Hakimiyeti Milliye, Ulus, Milliyet, Tan, Posta, Cumhuriyet, Son Havadis, Dünya gazetelerinde eleştiri yazıları çıktı. Denemeleri Türk Dili, Varlık, Yedi gün, Ülkü, Seçilmiş Hikayeler dergilerindedir.
Nurullah Ataç’ın pek çok kez kullandığı takma isimlerden bazıları Sabiha Yağızlar, Alkan, Ahfeş, Süha Kavafoğlu, Ali Gümrükçü olarak sıralanabilir.
Ataç yazı yaşamına tiyatro eleştirisi ile başlamıştır. İlk yazısı 1921’de Dergâh’ta yayımlanan “Türk Tiyatrosunda İlk Göz Ağrısı” adlı tiyatro eleştirisidir. Ataç, tiyatro eleştirisi ile ilgili yazılarını Dergâh ve Akşam dışında Hâkimiyet-i Milliye, Milliyet, Son Posta, Haber-Akşam Postası, Ulus, Son Havadis gazetelerinde ve Hayat, Darülbedayi (Türk Tiyatrosu), Yeni Adam, Ülkü dergilerinde yayımlamıştır. Bu gazete ve dergilerde 1921-1957 yılları arasında tiyatro hakkında yaklaşık 125 yazısı bulunmaktadır ve bu yazıları kitaplarına girmemiştir. Ataç, tiyatro eserleri için yazdığı eleştirilerle Türk tiyatrosu için bir yol gösterici olmuştur. Batılı tiyatroyu yakından tanıyan Ataç, Türk tiyatrosunun ve seyircisinin Batı’nın seçkin oyunlarını oynayacak ve izleyecek düzeye gelmesi için çok çaba harcamıştır. Ataç tiyatro hakkında yazmış olduğu eleştirilerle yalnızca tiyatro sanatı ile ilgili teorik görüşlerini ve Türk tiyatrosunun tarihî gelişimini gözler önüne sermekle kalmamış, aynı zamanda bu sanatın ülkemizde gelişimine de katkıda bulunmuştur.
Yazınsal Biçimi
Dilde yalınlaşma ve özleştirme deviniminin savunucularındandır. Türkçedeki yabancı sözcükleri kullanmamış, dille düşünce arasında dolaysız bir ilişki olduğunu, somut düşünme geleneğinin doğabilmesi için kavramların saydam, hangi kökten geldiklerinin anlaşılır olması gerektiğini vurgulamıştır. Bu yol da, Ataç'a göre, Latince, Grekçe, Farsça, İngilizce,Arapça gibi yabancı dillerin eğitimini zorunlu kılmak başarılamayacağına göre, bunlardan alınan sözcüklerin Türkçeleştirilmesinden geçer:
“
Uydurma dil dediler mi, bir şey söylediklerini sanıyorlar. Söyleyim ben size; Bu uydurma sözünü, Türkçecilik akımına karşı bir silah diye kullanmaya kalkanlardan ne dediğini bilen, şöyle gerçekten düşünerek konuşan bir tek kişi tanımıyorum. Evet, uyduracağız, bizim yaptığımız, uydurduğumuz kelimeler de yavaş yavaş halka işleyecek, eski Arapça, Farsça kelimelerin işlediği gibi. Onların yerini tutacak.
”
Bazı yazılarında arı Türkçe kullandığı için anlaşılmaz olarak eleştirilmiştir. Onu eleştirenler arasında Attilâ İlhan, Halit Fahri Ozansoy gibi isimler vardır.[3]Divan Edebiyatıgeleneğini iyi bildiği anlaşılır, kişisel olarak zevk aldığını da belirtir, fakat zamanını doldurmuş bir yazın olduğu görüşündedir. Yazı diliyle konuşma dili arasındaki uçurumu kapatma çabasının bir parçası olarak özgün Türkçeyi ve devrik tümceyi kullanmasıyla döneminin yazarlarını da, daha sonraki kuşakları da etkilemiştir.
“
Oysaki ben, öz Türkçe için nice kazançları teptim, rahatımı kaçırdım, üzdüm kendimi, adımı deliye çıkarttım. Hepsi de ne dediklerini bilmez, kafalarına düşüncenin gölgesi bile girmemiş birer alıktır bana deli diyenler. Öz Türkçeye özenişim de duygularımın etkisiyle değildir. Latince, Yunanca öğretilmeyen bir ülkede tek doğru yolun, tek usul (akla uygun) yolun öz dile gitmek olduğunu düşüncemle anladım da onun için o yolu buldum.
”
Ölümü
1955 yılında gut ve şeker hastalığı ortaya çıktı. Eşinin 1955 yılında ölümünün ardından karaciğer ve böbrek rahatsızlıkları başladı. 17 Mayıs 1957 yılında İstanbul Numune Hastanesi'nde öldü.
Ölümünden sonra birçok yazın ve sanat dergisinde kendisi için özel sayı çıkartılmıştır ve hakkında 2 kitap hazırlanmıştır. Bunlardan ilki 1959'da Tahir Alangu'nun hazırladığıAtaç'a Saygı isimli, O'nun için yazılmış yazıların derlendiği bir kitaptır. İkincisi ise, Türk Dil Kurumunun 1962'de Ankara'da çıkardığı Ataç isimli kitaptır.
Nurullah Ataç Kitapları - Eserleri
- Gene Yalnızlık
- Karalama Defteri - Ararken
- Günlerin Getirdiği - Sözden Söze
- Diyelim - Söz Arasında
- Okuruma Mektuplar - Prospero ile Caliban
- Günce 1956-1957
- Aisopos Masalları
- Günlerin Getirdiği
- Söyleşiler
- Günce 1953-1955
- Karalama Defteri
- Karalama Defteri - Sözden Söze
- Ataç Diyelim
- Keziban’a Mektuplar
- Prospero ile Caliban
- Dergilerde
- Ataç
Nurullah Ataç Alıntıları - Sözleri
- Sevdiğim bir şiiri tanıdıklarıma okumadığım, yahut bir edebiyat sorusu üzerine tartışmaya girmediğim günler, yaşadım saymam kendimi. (Diyelim - Söz Arasında)
- Ne diyor Sultan Süleyman "Aşkıma müstağrakım kılmam nazar hiçbir yana - Bilmezsem var mı cihanda sana benzer ya değil." (Okuruma Mektuplar - Prospero ile Caliban)
- Öğretmenin kitaplığı kurulunca ilkokulu bitirmiş olanların kitaplığı da kurulur. (Gene Yalnızlık)
- Günler geçtikçe şiir şudur, şiir budur demekten uzaklaşıyorum, şiir arıyorum, bana şiir zevkini verecek söz arıyorum. Divanları karıştırıp şiir arıyorum, halk türkülerini dinleyip şiir arıyorum. (Ataç Diyelim)
- Yalancıları susturacağız diye ya doğrucuları da susturursanız? (Diyelim - Söz Arasında)
- Hiç şüphe etmeyin: Her aldığınız kitap iyi çıkacak.. (Söyleşiler)
- Av köpeğinin biri bir tavşan yakalamış, bir ısırır, bir ağzını burnunu yalarmış. Tavşan dayanamamış: "Ayol, ya ısırmayı, ya öpmeyi bırak da dostum musun, düşmanım mısın bir anlayayım" demiş. (Aisopos Masalları)
- Anıların, geçmişi anmanın tadı, güzelliği de bir umut beslememize bağlıdır. Umutsuz kişiye anılar da bir avunma getiremez, onlar da gözlerini ışıklandıramaz. (Günce 1953-1955)
- Aşk tehlikeli bir konudur, çocuklara açmaya gelmez. (Günce 1953-1955)
- Ölümü düşünmeden, aklımıza getirmeden yaşamak elbette en iyi şey, ama elimizde mi? Ölüm düşüncesi bizi bir yol sardı mı, bir daha bırakmıyor, sevinçlerimiz gülmelerimiz içinde bile kendini duyuruveriyor. Yaşamak cömertliktedir: saatlar, günler, aylar, yıllar geçiversin ne çıkar?.. Ölüm korkusu Ölüm düşüncesi ise bizi cimri ediyor; aman bu saat geçmesin! sıkıntılar içindeyim, yarın belki bir genişliğe kavuşacağım, olsun gene de bu saat geçmesin! yarın, o güzel yarın benim ömrümü kısalmış bulacak… Ölüm düşüncesinin çağımızda çok yaygın olduğunu sanıyorum: bakın şairlerin çoğu, hemen hepsi yaşamanın güzelliğini anlatıyorlar. Yaşamanın geçici olduğunu, o nimeti çabucak yitireceğimizi duymasalar, düşünmeseler, hep onun güzelliğini anlatırlar mıydı? O sevincin altında bir acı var ki kendini gizliyemîyor. Öyle sanıyorum ki dünün acılan seven, ölümü istiyen, yeryüzünden yalanıp duran, bir an önce yerin dibine mi, göğe mi, neresi olursa olsun işte oraya göçmek için çırpınan, “Ey ölüm! koca kaptan, vakit erişti, demir al! Bu ülkeden sıkıldık, ey ölüm! açılalım!” diyen romantik şairi, ölümün ne olduğunu, yaşamanın tutarsızlığını bizim kadar anlamamıştı. Ölümle oynuyordu o, biz ise onunla oynanamıyacağını anladık, bir yol gözlerimizi kapadık mı bir daha hiçbir güzelliği duyamıyacağımızı, göremiyeceğimizi, bu yeryüzünden başka bir acun olmadığını anladık, onun için ölümle sakal aşamıyoruz, çabucak kaçacağını bildiğimiz yaşamayı yudum yudum tatmak istiyoruz. (Karalama Defteri)
- Hani şiir okumağı, hikâye okumağı boş bir iş sayıp da kendilerine yakıştıramayan kimseler vardır, siz onlar arasında başkalarını anlıyan, başkalarının dertlerine, kaygılarına ortak olan birini gördünüz mü hiç? (Günlerin Getirdiği - Sözden Söze)
- Hadini de deli gönül hadini. Aramazlar gurbet ile gideni. Ak göğüs üstünde çakır dikeni Bitmeyince gönül yârdan ayrılmaz. Karacaoğlan (Okuruma Mektuplar - Prospero ile Caliban)
- Kişi dilediğini başarırmış... Doğru mu? Doğruysa da ben o kişilerden değilim, bilirim kendimi. (Günce 1956-1957)
- Adamın biri tahtadan bir Hermes (2) yontusu yapmış, pazara götürüp satılığa çıkarmış. Bakmış ki alan olmuyor, ille bir alıcı bulayım diye başlamış bağırmaya: "Bu benim sattığım tanrının insana çok iyiliği dokunur, her işinde kazancını artırır." Oradan biri geçiyormuş, durmuş: "Be adam! O kadar iyiliği dokunursa ne diye satarsın? Sakla da sana iyilik etsin" demiş. Putçu: "Beklemeye vaktim mi var benim? Ben hemen bir yardım istiyorum. Oysa ki bu, acele nedir, hiç bilmez: durur durur da ondan sonra eder edeceği yardımı!" demiş. (Aisopos Masalları)
- Mutluluğa ermek için inanmayı öğütlemek de, bir iş görmeyi öğütlemek de kendi kendimizden kaçmayı öğütlemektir. Doğru değil bence. Ben mutluluğu anlamakta görenlerdenim, aldanmakta, avunmakta değil. Kendimizi anlayalım, elimizden ne gelir, ne gelmez, bilelim onu, yeter mutlu olmamıza. Üzüldüğümüz de olurmuş. Olsun. Üzülmenin de mutluluğa yardımı vardır. (Günce 1956-1957)
- Doldururlar evlerine kitapları, bir yerde bir kitap gördüler mi, nedir diye bakmadan geçemezler, benim sokakta gördüğüm her kediyi okşamak istemem gibi. (Diyelim - Söz Arasında)
- Siz sever misiniz boyuna gülümseyenleri? Hani sağlarına bakar gülümserler, sollarına bakar gülümserler. Doğrusu, ben iğrenirim öylelerinden. Yalandan gülümseye gülümseye yalan işler içlerine, bütün işlerine bir düzmecelik siner. Öylelerini gördüm mü, kaçarım. Çoğu alıktır, düşüncesizdir onların. Alık oldukları, düşüncesiz oldukları için de kötü olurlar. (Günce 1956-1957)
- "Romanlardaki kişiler de bizleri yöneten yasalara uymak zorundadırlar, onlar da bizim gibi, ancak bizim gibi birer kişidir, gerçeğin çocuklarıdır." (Karalama Defteri)
- Ben, şımarık gençleri günümüzün istediği o sünepe, köhne kafalı gençlere yeğlerim. (Günce 1953-1955)
- Gül rengi yüzün benli de sinen niye bensiz? (Prospero ile Caliban)