diorex
Dedas

Günümüz Hadis Problemleri - Yavuz Köktaş Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Günümüz Hadis Problemleri kimin eseri? Günümüz Hadis Problemleri kitabının yazarı kimdir? Günümüz Hadis Problemleri konusu ve anafikri nedir? Günümüz Hadis Problemleri kitabı ne anlatıyor? Günümüz Hadis Problemleri PDF indirme linki var mı? Günümüz Hadis Problemleri kitabının yazarı Yavuz Köktaş kimdir? İşte Günümüz Hadis Problemleri kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 17.08.2022 22:00
Günümüz Hadis Problemleri - Yavuz Köktaş Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Yavuz Köktaş

Yayın Evi: İnsan Yayınevi

İSBN: 9789755746722

Sayfa Sayısı: 430

Günümüz Hadis Problemleri Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Dün olduğu gibi bugün de hadîs ve sünnetle ilgili pek çok soru sorulmaktadır. Düne baktığımızda konuyla alâkalı Hadîs Fetvâları adıyla bir literatür bile oluşmuştur. Bugün de aynı ivmeyle hadîsle ilgili sorulara cevap verilmekte, bunun için kitaplar yazılmakta, internette siteler kurulmaktadır. Elinizdeki bu çalışma karşılaştığımız ve sorulması muhtemel sorulara bir cevap arayışı neticesi ortaya çıkmıştır. Zira medya tartışmalarında olsun veya öğrencilerimizin bize yönelttiği sorularda olsun hadîs ve sünnete ilgi duyulduğu anlaşılmaktadır. Özellikle medya tartışmalarında hadîs ve sünnete duyulan bu ilgi sağlıklı zeminlerde ele alınmamakta, bu da bir kafa karışıklığına sebep olabilmektedir. Bu çalışmayla hadîs ve sünnetle ilgili gündemde olup merak edilen sorulara kısa ama doyurucu cevaplar verilmesi amaçlanmaktadır. Bununla birlikte okuyucunun tartışmalardan faydalanabilmesi için az da olsa bir hadîs alt yapısına sahip olması gerekmektedir. Bu çalışma tamamen usûl, tarih, anlama, literatür çerçevesinde hadis problemlerinin incelenmesine tahsis edilmiş olup hadîs usûlüyle ve günümüz hadîs problemleriyle alâkalı seksen yedi soruya cevap aranmış ve verilmiştir. Bu sorular özellikle günümüzce sıkça sorulan ve hadîsten şüphelenmenin nedeni olarak ileri sürülen iddiaları kapsamaktadır.

Günümüz Hadis Problemleri Alıntıları - Sözleri

  • "Ben ve İbn Şihâb ilim talep ediyorduk. Sünen'i yazmaya karar verdik. Resûlullah'tan gelenleri yazdık. Sonra İbn. Şihab sahabeden gelenleri de yazalım dedi. Ben onlar sünnet değildir dedim. O ise bilakis sünnettir dedi. O yazdı, ben yazmadım. O kazandı, ben kaybettim."
  • Hadislere Akılcı Yaklaşım Mu'tezile’nin akılcı olduğu biliniyor. Günümüzde Ehl-i Sünnet olduğu gözüken insanlarda hadîslere akılcı yaklaşımın bariz bir şekilde ortaya çıktığı bir vakıadır. Hadîslere akılcı yaklaşma ve akabinde reddetmenin sebepleri nelerdir? Hadîslere akılcı yaklaşanlarda göze çarpan özellikler nelerdir? Hadîsleri böyle ele alanların temel yaklaşımları nelerdir? Hadîslere akılcı yaklaşmanın elbette farklı farklı sebepleri vardır. Hadîslere akılcı yaklaşanlarda dikkat çeken ortak özellikler de söz konusudur. Hadîslere karşı reddedici tavır almanın sebeplerini ve bunu besleyen temel yaklaşımları toplu olarak şöyle belirlemek mümkündür: a. Oryantalistlerin etkilemesi: Oryantalistlerden etkilenerek hadîslere eleştirel yaklaşanlar vardır. Buna oryantalistlerin büyüsüne, cazibesine kapılmak da diyebiliriz. Oryantalistlerden etkilenme iki türlüdür. Biri oryantalistlerin vardığı sonuçları alıp kullanma veya pazarlama; diğeri -bana göre daha tehlikeli olanı- ise oryantalist zihniyetle, üslupla, yaklaşımla ve metotla meselelere bakmadır. Bu, tam bir eksen kaymasıdır. Birincisinin tedavisi mümkündür, ama İkincisinin tedavisi ise -olmakla birlikte- oldukça güçtür. b. Batılılarla siyasî ve ekonomik işbirliği içinde olup sadece hadîslere değil, İslâm’ın temel meselelerine şaşı bakan insanlar vardır. Bu daha ziyade sömürgecilik dönemlerinde görülen bir durumdur. Şimdi var mı, doğrusu bilmiyorum. Batıliların finanse ettiği, onların vakıflarında, derneklerinde araştırma yapanlar var mı, bilemiyorum. c. Modernizmin etkisi: Hadîsleri modern toplumlarda kendisi İçin ayak bağı görenler de vardır. Zira hadîsler Kur’ân’ın anlaşılmasında birincil görevi görür. Hadîsler olmasa Kur’ân’ın modern topluma daha rahat uydurulabileceği düşünülmektedir. d. Psikolojik sebepler: Kişi okuduğu hadîs kitaplarında bazı ilginç, acaib hadîslerle karşılaşmıştır. Buradan yola çıkarak “Böyle şey olmaz, bu hadîslerin hiçbirine güvenilmez!” diyerek feveran etmiştir. Şöhret, reyting gibi unsurları da buna dâhil edebiliriz. Hadîsleri reddetmek prim yapıyorsa, diğer bir ifadeyle hadîsleri reddetmek bir reyting unsuruysa insanlar bunun cazibesine daha fazla kapılabiliyor. Bazen de insanlar küçük yaşta eğitimleri sırasında veya okudukları medreselerde bazı katı kural, yaklaşım, anlama veya yorumlama ile karşılaşabiliyor. Yetişkin durumunda başka saikların da etkisiyle çocukluk çağlarında edinilen bu durum hadîslere karşı olumsuz bir yaklaşım olarak dışa vurabiliyor. e. Davete engel görme: Bazıları da ilginçtir, bazı hadîsleri davete engel gördüğü için reddetmiştir. Mısırlı ilim adamı M. Gazzâlî’nin tavrı boyledir. Öyle anlaşılıyor ki, kişi çeşitli kesimlere İslâm’ı anlatmaktadır. Bu arada hadîslerden kaynaklanan sorulara muhatap olmaktadır. Bu sorular biraz da zordur. Hemen aklı ikna edecek cevaplar vermek kolay değildir. Bu sorulara cevap arayıp vakit kaybetmektense zaten zannî olan haber-i vâhidleri reddetmenin daha ekonomik olacağı düşünülmektedir. f. Mahalle baskısı: Kişi çeşitli kesimlerle (meselâ laik kesimlerle...) iç içedir veya hadîslere karşı kitap, makale ve medya yoluyla yaygın bir söylem vardır. Toplumun hadîslerden kaynaklanan soruları olmaktadır. Bu sorular biraz kafa karıştırmaktadır. Araştırılıp cevaplar aransa çok da bu kesimi tatmin etmeyecektir. Bu kesimle teması koparmamak için hadîsleri reddetmenin kestirme bir yol olduğu düşünülmektedir. Bunun üstteki maddeyle bir farkı vardır. Üstteki maddede kişi gerçekten davet işiyle uğraşmaktadır. Burada ise davetçi olmak zorunda değildir. Entelektüel bir tatminkârlık içinde böyle davranışlar sergilenebilir. g. Bazı ideolojilerin etkisi: Yukarıda modernizm demiştik. Burada daha spesifik ideolojilerden bahsetmek mümkündür. Meselâ feminizm. .. Bu anlayışın ağır bastığı insanlar özellikle kadınla ilgili hadîsleri rahatça, reddedebiliyor. Bu noktada bazen ateistlerin yazdığı kitaplar bile hadîslere olumsuz yaklaşmaya sebep olabiliyor. Meselâ eşitlik... Hadîslerde -hatta Kur’ân’da- buna aykırı durumlar varsa hemen eleştirebiliyor. Meselâ şiddet kültürü... Hadîslerde zahiren bunu ifade eden durumlar varsa kolayca uydurma denilebiliyor. h. Hadîsi savunanların aşırılıkları: Bazen Öyle oluyor ki, hadîsi savunduğu iddiasında olanlar sahîh mi zayıf mı bakmadan Ehl-i Sünnet bir kitapta geçen bir hadîsin delil olduğunu, asla reddedilemeyeceğini söylüyorlar. Yeri geldiğinde akıl almaz bir şekilde zayıf ve uydurma hadîslerle görüşlerini takviye ediyorlar. Bu ta tabii olarak bir antipati oluşturuyor. “Hadîsler böyle bir şey ise demek ki, hadîsler hep böyle karmakarışık, akıl almaz” gibi bir algı ortaya çıkıyor. Bu da hadîslere olumsuz yaklaşmaya sebebiyet veriyor. i. Kur’ân’la hadîslerin çelişik olduğu iddiası: Bu da hadîsleri reddetmenin kolay bir yolu olarak tercih ediliyor. Zaten kesin aykırılık tespit edildiğinde kimsenin bu tür hadîsleri kabul edeceği yoktur. Ama aykırılığı biraz keyfimize biraz modern ideolojilerin baskısına göre belirliyoruz. Biraz da kendimizi aykırılık var diye zorluyoruz. Şefâatle ilgili, gaybla, kıyamet alâmetleriyle ilgili hadîsleri reddedenlerin tavrı böyledir: İllâ da şefâat Kur’ân’a aykırıdır; Kur’ân’a göre kıyamet ansızın kopacaktır; ansızın gelecek olanın alâmeti mi olurmuş... vs. k. “Kur’ân’da yok” modası: Hadîsleri inkârın modern ifade tarzıdır. Aslında çok da modern sayılmaz, ama öyle diyelim. Kadere iman esastır; hayır, çünkü Kur’ân’da yoktur. Kabir azabı haktır; hayır, Kur’ân’da yoktur. Hz. îsâ’nın nüzûlü söz konusudur; hayır Kur’ân’da böyle bir şey yoktur. Mi’râc haktır; hayır Kur’ân’da yoktur. Bu yaklaşımda din varlarla değil, yoklarla kaimdir, nasıl oluyorsa!l. l.“Âhâddır, mütevâtir değil” modası: Hadîsleri reddetmenin bir başka şeklidir. Mütevâtir ile ilgili düşüncelerimizi bir başka soruda ifade ettik. Mütevâtir değil, diyerek hadîsleri reddetmek eskiden beri olsa bile günümüzde ayrı bir renk kazanmış ve moda olmuştur. Aslında böyle diyenlerin mütevâtirden ne kastettiği de belli değildir. Bize göre âhâd-mütevâtir hadîsin sabit olduğuna dair bilgi kalpte hâsıl olduktan sonra böyle diretmenin anlamı yoktur. m. Tarikatların yanlış uygulamaları: Tarikatların bazı yanlış uygulamaları, özellikle müridler arasında görülen uygulama ve söylemler de hadîslerin reddine sebep olmaktadır. Zira bu söylemlerde aşırılık vardır. Uygulamalarda işi özünden saptırmak vardır. Tabii iyi bir araştırmacıya düşen papaza kızıp oruç bozmak değildir. n. Avamın yanlış algıları: Yukarıdaki maddeyle aynıdır. Ancak bu daha genel, müridler daha özeldir. o. Müslümanları Kur’ân’dan soğutmama: İlginç bir karşı çıkış örneğidir. Meselâ hayızlı kadının Kur’ân okumaması... Daha genel olarak "özürlü hallerinde namaz kılıp oruç tutmamaları... İllâ da okumaları gerekir. Neden? Kur’ân’dan uzak durmasınlar. Ayrıca tabii bu yasak Kur’ân’da yoktur. İllâ namaz kılsınlar. Neden? Allah’tan uzak kalmasınlar. Saf ve masum bir gerekçe, ama Allah Resûlü’nün murâdı hilâfına... Bunu anlamak mümkün değildir. Bu yasağa uyulurken kişi ibadet yapmaktadır. Zira bir yasağa uymaktadır. İllâ Kur’ân okusunlar diye diretmenin ne anlamı vardır. Kur’ân kurslarında veya bazı eğitim yuvalarında özel hallerde Kur’ân okuyup okumama ise başka bir şeydir. ö. Hadîste ıztırab görme: Bazı reddiyeciler ise hadîsler arasında manayla rivâyetten kaynaklanan lâfız farklılıkları gördüğünde hemen “bu metinler muztaribdir, amel edilmez” söylemine başvuruyorlar. Bunlar bazen zayıf ve sahîh hadîsleri beraber değerlendirip metinde ıztırab iddiasını dillendirebiliyor. Bu durum hadîsleri reddetmeye ayarlı bir Önyargıya sahip olunduğunu gösterir. Hz. Isa’nın nüzulü veya mi‘râc hadîslerini reddetmek bu tavra örnektir. Oysa konuyla ilgili çok rivâyet var. Sahîh de zayıf da var. Manadan kaynaklanan bazı problemler de söz konusu. Ama bütün bunlar bizi tercih imkânından mahrum bırakmıyor. Sahihleri esas almak mümkündür. p. Bilime aykırı görme: Özellikle sineğin yemeğe düşmesiyle ilgili hadîs böyledir. Deve bevliyle tedavi, tıpla ilgili hadîsler buna dâhildir. Belki başka hadîsler de vardır. Burada bilimsel gelişmeler esastır. Ancak hangi bilimin bunu dediğine dair sarahat yoktur. r.. Günümüzün sosyal şartlarına aykırı olma: 1400 sene önceki Arap toplumunun örfleriyle bugünün toplumlarının örf ve alışkanlıkları aynı değildir. Bu da tabiidir. Ancak bu uyumsuzluğu hadîsleri reddetmeye gerekçe kılanlar da vardır. Özellikle yeme, içme, oturma, kalkma, evlilik, talâk vs. böyledir. Bunlar içinde örfle alâkalı olanlar vardır. Ama insanoğlu kendi şartlarını evrenselleştirmek ister. Her yerde onu arar. Yemeği parmakla yemek, parmakları yalamak, yere düşen ekmeği alıp yemek böyledir. s. Hadîslerde İsrâiliyyât izi var: Bu da hadîsleri kolayca reddetmenin bir yolu olarak denenmektedir. Buna daha önceki sorularımız içinde detaylı cevap verdik. Belki bazı rivayetlere bunu uygulamak mümkündür. Ancak neye İsrâiliyyât denilecek neye denmeyecek konusunda ciddi bir metot ortaya konulamadığı için en ufak bir benzerliğe dayanarak hadîslere İsrâiliyyât damgası vurulmaktadır. ş. Alaycı yaklaşım: Bazı hadîsler alay konusu olabilmektedir. Reddedenler reddetmekle kalmayıp o hadîsi kabul edenleri alay konusu yapabilmektedir. Hz. Mûsâ’nın ölüm meleğini tokatlaması, yine Hz. Mûsâ’nın bir ayıbının taşa örttürülmesi, deve bevliyle tedavi, Kur’ân sahifelerini bir hayvanın yemesi... vs. Belki bazı hadîsler tenkide konu olabilir, ama bunları “İşte hadîsçiler bunları rivâyet ediyor!” diye alaycı bir tavır takınmak kişinin meselenin ne. kadar uzağında olduğunu göstermesinin yanında İlmî olmaktan da çok uzak bir durumdur. İlmî meselelerde, âlimlerin ictihâdlarıyla, güvenilir râvilerin rivâyetleriyle dalga geçmek olmaz. Bu ciddiyetsiz bir yaklaşım olur. t. Çifte standart: Bu da hadîsleri reddedenlerde göze çarpan ilginç durumlardan biridir. Meselâ bunlar hadîsleri reddederler, ama Hz. Peygamber’in “Benden Kur’ân’dan başka bir şey yazmayın!” hadîsini delil olarak kullanırlar. Yine bunlar hadîslere karşı çekinceli davranırlar, ama siyaset mitinglerinde hadîs kullanarak liderlerini savunmaktan da geri durmazlar. Bunlar içinde hukukî hadîslere karşı çıkıp sadece ahlâka dair hadîsleri kabul etmek isteyenler de vardır. Ayrıca ilginçtir, hadîslere eleştirel yaklaşanlar, bunu savunmak için “Benden size nakledilen bir şey duyduğunuzda Kur’ân’a arzediniz...” şeklindeki mevzû’ hadîsi de delil olarak kullanabiliyorlar! u. Sahâbenin adaletine ta’n: Hadîs reddedenlerin yıkmaya çalıştıkları bir engel de sahâbenin adaleti konusudur. Sahâbenin adaletine yaklaşımları hiç de adil değil. Duygusal ve oldukça agresif. Bazen alaycı tavırlara kaçtıklarını söylemek mümkün. Ayrıca sahâbenin adaletini niye tenkid konusu yaptıkları da belli değil. Bundan ellerine ne geçecektir? Hadîsler tenkid edilecekse sahabe bu işe bulaştırılmadan yapılabilir. O halde neden sahâbeye bulaşılıyor?! ü. Hadîsleri yanlış anlama: Hadîsleri reddedenlerin bir özelliği de hadîsleri önce yanlış anlamaları, sonra ona uydurma demeleridir. Kadının fitne oluşuyla ilgili hadîs böyledir. Önce fitneye yanlış anlam veriyorlar, sonra böyle hadîs olmaz diyorlar. Bunun örnekleri oldukça fazladır. v. “Hz. Peygamber böyle şey demez” söylemi: İstismara çok açık bir söylem olduğu açıktır. Hz. Peygamber söyleyeceklerini bize mi danışacaktı ki, böyle söylüyoruz? Ancak ciddi olarak kullanılırsa güzel bir metin tenkidi kriteridir. Onun için Hz. Peygamber’in hayatını, siretini, sünnetini ve Kur’ân’ı çok iyi bilmek gerekiyor. İnsan hadîslerle yoğrulmalı, sünnet kişinin eti- kanına dönüşmelidir. Böyle olunduğunda elbette bazı hadîsleri tenkid etmek mümkündür. Ama üç beş kitap okumakla, falan İzm ve ideolojiden etkilenerek “Hz. Peygamber böyle şey demez” demek ciddi bir sathiliktir. y. Emevî uydurması: Bu hadîsleri reddetmek için geliştirilen güncel bir tepki söylemidir. Bir hadîsi beğenmiyorsanız veya o hadîs biraz geçmişle, tarihle, siyasetle alâkalı ise “bunlar hep Emevî uydurması” ifadesi bulunmaz bir söylemdir! Bazıları bunu tepe tepe kullanmakta mahir! Bunun bîr yansıması da falan hadîs için “sonraki gelişmelerin ürünüdür” diyerek onu reddetmektir. Özellikle siyaset ve hilâfet ile ilgili hadîsler böyledir. Bunları siyasetçiler veya onların yandaşları uydurmuştur. Böyle olunca zühd ve fakirlikle ilgili hadîsleri tasavvufçuların, meselâ sünnetin dindeki yerini vurgulayan hadîsleri aslında sünneti dinde delil kabul edenlerin uydurduğunu söylemeye bir mani kalmamaktadır. z. Anlamaya yatkın olmayıp aceleci davranmaları: Bu da hadîs reddedenlerde görülen bariz bir özelliktir. Anlamaya çalışmaktan ziyade hemen reddediyorlar. Sanki yetişecekleri bir yer var. Bu ne acele! Bu kadar aceleye gerek var mı? İşte neden bu kadar acele ediliyor sorusunun cevabı da yukarıda ifade ettiğimiz unsurlarda saklıdır. Önce anlamak ve yorumlamak esas olmalıdır. Ama takdir edilir ki, anlamak zor iştir. Aynen bina yıkmanın artık çok kolay yapmanın zor olduğu gibi... Görüldüğü gibi hadîsleri şu veya bu şekilde reddedenlerde göze çarpan temel Özellikler ve temel yaklaşımlar genel olarak bunlardır. Bunlar elbette sorunlu yaklaşımlardır. Hiçbir İlmî özellikleri yoktur. Sathî ve de çoğu duygusaldır. Bunlara çalışmamızda yer yer temas ettiğimiz için ayrıca üzerinde detaylı durmayı gerekli görmüyoruz.
  • Hz. Ebû Bekir’in kendi yazdığı hadîsleri yaktırdığı söyleniyor. Bu rivâyet doğru mudur? Hadîslerin yazılması meselesinde tereddüdle ilgili ilk örnek, Hz. Ebû Bekir’den rivâyet edilmiştir. Bu rivâyet Hz. Âişe’den nakledilir: “Babam Resûlullah’tan 500 kadar hadîs yazmıştı. Bir gece hiç uyuya-madı ve yatakta döndü durdu. Bu duruma üzülerek: “Babacığım, sâna yapılan bir şikâyet veya ulaşan bir haber yüzünden mi uyuyamadın?” dedim. Sabah olunca: “Kızım, yanındaki hadîsleri getir” dedi. Ben de getirdim. Ateş yaktırdı ve hepsini yaktı.” Sıhhati hususunda büyük muhaddis Zehebî ihtiyatı tercih etmiş ve buna “sahîh değil” demiştir. Dolayısıyla bu rivâyeti kabul etmek mümkün değildir. Sahîh olsa bile bunu -hadîsten şüphelenenlerin anladığı gibi değil- Hz. Ebû Bekir’in hadîslerin tespitinde çok hassas davrandığı, hadîste en ufak bir hata vaki olmasına gönlünün razı olmadığı şeklinde anlayabiliriz. Sahâbenin -özellikle Hz. Ebû Bekir, Ömer ve Ali’nin- hadîs tespitinde diğer sahâbeyi töhmet altında bırakmayı kastetmeksizin ne kadar ihtiyatlı ve hassas davrandıkları tarihen bilinen bir husustur.
  • Hadîslerin anlaşılması, hadîslerden hüküm çıkarma, onlarla amel etme meselesi her zaman güncelliğini korumuştur. Tâ sahabeden bu yana âlimler, fakihler, müctehidler hadîsleri anlamaya çalışmış, onlardan hayatı düzene sokacak hükümler çıkarmıştır. Şüphesiz bu noktada hadîsleri Kur’ân’dan bağımsız düşünmemek gerekir. Zira hadîsler bir anlamda Kur’ân’ın açılımıdır, beyanıdır. Geçmişte âlimler tabir câizse kılı kırk yarmışlar, Allah ve Resûlü adına konuşmanın sorumluğunu her zaman taşımışlardır. Fetvâ vermek başlı başına bir sorumluktur ve oldukça ciddi bir İştir. Bir iki kitap okumakla, Kur’ân’ı mealinden birkaç kere hatmetmekle, beş on hadîs ezberlemekle olacak iş değildir. “Bir hadîs kitabını okuyayım ve sırayla onda geçen hadîslerle amel edeyim.” diyebilirsiniz. Ama bu gerçekten zor bir iştir. Hadîs kitabı okuma şevkinizi kırmak istemem. Ama hadîs kitabı okumakla hadîsle amel etmek, yani hadîsten hüküm çıkarmak farklı şeylerdir. Onun için âlimlerimiz Riyâzu’s-Sâlihîn gibi kitaplar yazmıştır. Sade vatandaş da okusun, Efendimizin bir mü’minden ahlâkî anlamda nasıl olmasını istediğini kavrasın diye... Bununla birlikte Efendimizin hadîslerini okumak istiyorsak şayet, muhakkak şerhleriyle birlikte okumamız gerekir. Belki Arapça bilmeyenlerin buna imkânı yoktur. O halde Arapça bilmeyenlere Rİyâzu’s-Sâlihîn’in Türkçe şerhini; Kütüb-i Sitte’nin İbrahim Canan ve Kemal Sandıkçı tarafından yapılan şerhlerini tavsiye etmek mümkündür.
  • 4. “Hadîsler de Kur’ân gibi uyulması gereken şeyler olsaydı, onlar da Kur’ân gibi yazılırdı. Hz. Peygamber Kur’ân’dan başka şeylerin yazılmasını yasaklamıştır. Bu da uyulması gerekenin Kur’ân olduğunu gösterir.” İlginçtir! Bu örnekte sünnete uymayı reddetmek için hadîslerden delil getirilmiştir. Bu çifte standartlık bir yana Hz. Peygamber’in ken- dişinden Kur’ân dışında bir şey yazılmasını yasakladığına dair ifadeler doğrudur. Ancak bunun yanında Hz. Peygamber döneminde hadîslerin yazıldığı, Allah Resulü’nün buna izin verdiği vakıası da dikkate alınmalıdır. Bir delili alıp diğerlerini görmezlikten gelmek İlmî bir tutum olamaz. Mesele bu iki grup delilden birinin tercih edilmesi söz konusu olacaksa, kesinlikle hadîslerin yazıldığına dair hadîsleri tercih etmek gerekecektir. Çünkü bu hadîsler oldukça fazla ve çeşitlidir. Oysa yasak hadîsi bir sahâbiden nakledilmiştir. Hal böyle olsa da İlmî olan tavır her iki grup hadîsi anlamaya çalışmaktır. Acaba yasak hadîsindeki yasaklık mutlak mıdır? İzin verildiğine göre mutlak değildir. O halde yasaktan ne kastedilmiştir? Bu konuda çeşitli te’vîller ileri sürülmüştür. İzin hadîsleri yasak hadîsini neshetmiştir. Bu durumda Allah Resûlü’nün bir dönem de olsa sözlerini yasakladığı anlamı çıkar ki isabetli değildir. Abdullah b. Amr gibi yazı bilenlere yazma izni vermiştir. Abdullah’ın dışında da yazı yazanlar olmuştur. İzin neden bir kişiye has olsun ki! Aynı anda hem yasağın hem de iznin bir gerekçesi olmalıdır. Büyük ihtimalle Hz. Peygamber Kur’ân sahifeleriyle karışmasın diye sözlerinin Kur’ân sahifelerinin kenarına yazılmasını yasaklamıştır. O dönem Kur’ân’ın muhafazasına büyük ihtimam gösteriliyor, her türlü tedbir alınıyordu. Belli ki, vahiy kâtipleri veya özel mushafı olanlar yazdıkları Kur’ân sahifelerinin kenarına Hz. Peygamber’den duydukları bazı şeyleri hemen not ediyorlardı. Bunun ileride sıkıntılara yol açabileceğini düşünen Allah Resûlü buna mani olmak istemiştir. Bunun dışında dileyen, yazabilen onun sözlerini istediği yere kaydedebilecektir. Son olarak şunu sormak gerekir: Bir şeyin delil olması yazılı olmasına mı bağlıdır? Yazılı olmayan şeyler delil olmaz mı? Bir şeyin delil olma şartı yazı olamaz. Zira sözü yazan adil biri değilse o sözün yazılması bir mana ifade etmez. Diğer taraftan meselâ namazı ele alalım. Bütün şartlarıyla birlikte Resûlullah’ın bunu yazdırdığına dair bir bilgiye sahip değiliz. Şimdi namaz kılmayacak mıyız? Allah Resûlü, “Beni nasıl görüyorsanız öylece kılınız.” demiştir. Namaz nesilden nesile böyle aktarılmıştır. Ne olacak şimdi?! Yine Kur’ân naklinde de birinci derecede ezberde olana itibar edilmiştir. Acaba Kur’ân sırf yazıldığı için mi bizler için delil oluyor yoksa yüzbinler nesilden nesile onu ezberden naklettiği için mi? O dönemin yazı çeşidini düşündüğümüzde gerçekten zorlukları var, onun için gelişmiş ve (nokta ve hareke açısından) nisbeten değişmiştir. Elbette yazı çok önemli bir takviye unsurudur, ancak birinci derecede Kur’ân’ı muhafaza eden tevâtüren ezberdir. ..
  • Sünneti inkâr edenlerin ileri sürdükleri deliller esasen dörttür. Bunları şu şekilde belirlemek ve cevaplamak mümkündür. 1. “Din kat’î olmalıdır. Sünnet ise zannîdir. Kur’ân’da ise zan ve şüphe yoktur. Allah ‘Bu kitapta asla şüphe yoktur. ’ buyurmaktadır. Ayrıca Kur’ân zanna uymayı da yasaklamıştır.” Burada epey bir mesele iç içe sokulmuştur. Belli ki kat’îlikten tevâtür kastedilmektedir. Buna göre Kur’ân mütevâtirdir ve sübûtu kat’îdir. Sünnet ise âhâd haberdir ve sübûtu zannîdir. Buraya kadar doğrudur. Bundan sonra gelen hüküm cümleleri ise oldukça problemlidir. “Sünnet zannî olduğu için Kur’ân ona uymayı aslında yasaklar.” İşte bu noktada her zan (kastettiğimiz gâlib zandır) ifade edenin uyulmaması gereken şey olduğu tespiti sorgulanmalıdır. Bir kere Kur’ân’ın yasakladığı zan hakikat karşısında, kesin bilgi, vahiy karşısındaki zan- dır. Bu zan hakikat karşısında hiçbir şey ifade etmez. Dolayısıyla iman ve tevhid konularında zannın yeri yoktur. Diğer taraftan Kur’ân’ın sübût yönünden kat’î olduğu söylenebilirse de delâlet bakımından her zaman kat’î değildir. Bazı âyetlerin delâleti zannî olabilir. Ayetin zannî olması muhtemel birkaç anlamının bulunduğu manasına gelir. Bu itibarla onun muhtemel manalarından birisi tercih edilip uygulanırsa bu uygulamanın zannî olduğu, dolayısıyla batıl olduğuna hemen karar verilemez. O halde delâleti zannî de olsa biz nasslara uymakla mükellefiz. Bir şekilde nassları anlamada gayret sarfetmeli, yani ictihâd etmeli, ardından oluşan gâlib zanna göre amel etmeliyiz. İmam Şâfiî’inin bu meselede ortaya koyduğu bir akıl yürütme vardır ki oldukça aydınlatıcıdır. Ona göre kat’î bir delille haram olan şey zannî bir delille mubah olabilir mi? Olabilir. Eğer mahkemede iki şâhid birinin bir adam öldürdüğünü söylerse o kişiye kısas uygulanır. Adam öldürmek kat’î delillerle haramdır. İki şâhidin şâhidliği ise zannî bir durumu ifade eder. Zira bunların yalan veya yanlış şâhidlik etmeleri muhtemeldir. O halde niçin bu şâhidliğİ kabul edip haram olan bir şeyi mubaha çeviriyoruz? Çünkü iki kişinin şâhidliğini kabul etmeyi Allah emretmektedir. Bunun gibi haber-i vâhid de olsa, bunları nakleden râvilerin yalan veya yanlışlık yapma ihtimali de olsa Hz. Peygamber’in söz ve davranışlarına uymakla mükellefiz. Çünkü ona uymayı bize Allah emretmektedir.
  • Zayıf hadîslerle amel edilir mi veya ne tür konularda amel edilir? Zayıf hadîs derken kastedileni açıklamak durumundayız. Çünkü çok zayıf da hafif zayıf da zayıf hadîs olarak adlandırılmaktadır. Oysa bunların teknik tabirleri farklıdır. Râviler için “oldukça zayıf, çok zayif' tabiri kullanılmaktadır; ama hadîsler için çok zayıf veya şiddetli- hafif zayıf tabiri teknik olarak kullanılmamaktadır. Bunun yerine çok zayıf hadîsler için şiddetin derecesine göre mevzû’, metrûk ve münker terimleri kullanılır. Hafif zayıflar için de esasen bunların dışında kalan terimler kullanılır. O halde burada zayıf hadîsle iki türü de kastedersek onlarla amel durumunu şöyle açıklayabiliriz: Şiddetli zayıf hadîs: Bir başkasını destekleyemeyen ve bir başkası tarafından desteklenemeyen “kizbu’r-râvinin, muttehem bi’l-kizbin, fasığın ve aşırı hata yapan” râvinin hadîsidir. Bunlar sırasıyla yukarıda dediğimiz gibi mevzu’, metrûk ve münker adını alırlar. Bunlarla amel aşağıdaki gibidir: 1. İtikadî konularda: İtikadî konularda asla bu tür hadîslerle amel edilmez. 2. Ahkâm (haram-helâl) konularında: Amelî konularda da asla bu tür hadîslerle amel edilmez. 3. Terğîb ve terhîb, fezâil konularında: Asla bu tür hadîslerle amel edilmez. Hafif zayıf hadîs: Bir başkasını destekleyebilen ve bir başkası tarafından desteklenebilen sû-i hıfz sahibi râvinin, semamı tasrîh etmeyen müdellis râvinin, cehâletu’r-râvinin... hadîsidir. Bu tür zayıf hadîsler destek bulursa hasen li-ğayrihi derecesine yükselir. Destekleri yoksa hafif zayıf olarak kalırlar. Bu durumda onlarla amel meselesinde üç görüş ortaya çıkmıştır. 1. Zayıf hadîslerle asla amel olunmaz. (itikadî, amelî olsun, terğîb ve terhîb, fezâil konularında olsun farketmez, bu tür hadîslerle asla amel edilmez.) 2. Zayıf hadîslerle her konuda mutlak olarak amel edilir. (İtikadî, amelî, terğîb ve terhîb, fezâil konularının hepsinde amel edilir.) 3. Terğîb ve terhîb, amellerin faziletleri konusunda bazı şartlara bağlı olarak zayıf hadîsle amel etmek mümkündür. Buna göre itikad ve ahkâm konularında zayıf hadîslerle amel edilmez ki, isabetli olan görüş budur. Bu şartlar şunlardır: a. Yalancı birinin veya şiddetli zayıf birinin tek başına rivâyet ettiği bir hadîs olmamalıdır. b. Hadîs, kendisiyle amel olunan umumî ve aslî bir hükmün ihatası altına girmelidir. Yani fezâil de olsa yeni bir hüküm getirmemelidir. c. Amel edilirken o hadîsin sabit olduğuna inanılmamalı, aksine ihtiyaten amel edildiği bilinmelidir. ....
  • Kur’ân ile hadîsin sübûtu aynı değerde midir? İkisini anlamada aynı metodu kullanmak mı gerekir? Kur’ân ile hadîsin sübûtu elb'ette aynı değerde değildir. Dolayısıyla başta sübût açısından Kur’ân araştırma dışıdır. Zira mütevâtirdir. Hadîslerin çoğu âhâd olduğu için sabit olup olmadıkları araştırılmalıdır. Bunun için de hadîs usûlü oluşmuştur. Ancak buna bakarak Kur’ân ile hadîsi anlamanın başka başka şeyler olduğunu söylemek yanlış ve tutarsız bir iddia olur. Hadîs sahîh olduğunda onu anlamak ile Kur’ân’ı anlamak arasında fark yoktur. Kur’ân’ı anlamak için uyguladığımız metotların hepsi hadîsler için de geçerlidir. Kur’ân ve hadîslerin dili Arapçadır. Bu da her ikisine aynı metodun uygulanması gerektiğini icap ettirir. Kur’ân lâfızlarının umumu varsa hadîslerin de vardır. Kur’ân lâfızlarında ibarenin, işaretin delâleti varsa hadîslerde de vardır. Kur’ân lâfızlarında müşkil, müteşâbih varsa hadîslerde , de vardır. Kur’ân lâfızlarında hakikat, mecaz, kinaye varsa hadîs lâfızlarında da vardır. Kur’ân’da gaybî haberler varsa, hadîslerde de vardır. Kur’ân’da mu’cizeler varsa hadîslerde de vardır. Kur’ân’da geçmiş peygamber lerden bahisler varsa hadîslerde de vardır. Kur’ân âyetlerinde illet, sebep . söz konusuyla hadîsler için de söz konusudur. Dolayısıyla bütün bu hususları nasıl anlıyorsak hadîsler söz konusu olduğunda da öyle anlamak durumundayız. Meselâ Kur’ân’da mu’cizevî olarak anlatılan olayları kabul edip hadîslerde böyle geçenleri reddetmek tutarsızlıktır. Kur’ân’da Zülkarneyn’in yaptıkları gibi aklı aşan bazı şeyler varsa ve bu durum olduğu gibi kabul ediliyorsa hadîslerde de (akla aykırı değil ama) aklı aşan şeyler olduğunda olduğu gibi kabul etmek durumundayız. Kur’ân’da Allah’ın sıfatlarıyla ilgili olan müteşâbih âyetleri te’vîl edip hadîslerde geçenleri reddetmek bir çelişkidir. Misaller arttırılabilir. Dolayısıyla tutarlılık açısından Kur’ân ve hadîslerin anlaşılmasında aynı şekilde hareket etmek gereklidir.
  • Oryantalistlerin hadîsle ilgili temel iddialarını kaç başlık altında toplayabiliriz? Oryantalistlerin hadîsle ilgili çeşitli iddiaları vardır. Hepsinin temelinde Müslümanların hadîslere olan güvenini sarsmak yatmaktadır. Kısaca bu iddialardan bazılarını şöyle sıralamak mümkündür: a. Hadîs külliyatı sözlü aktarıma dayalıdır. Hadîsler yüz elli-iki yüz yıl kulaktan kulağa nakledildikten sonra yazıya geçmiştir. b. Hadîs külliyatı İslâm’ın nasıl teşekkül edip geliştiğinin iyi bir belgesi olabilir. Zira hadîsler ilk dönem âlimlerin görüşlerini meşrûlaştırmak için Hz. Peygamber’e isnâd ederek uydurdukları metinlerdir. Bu uyduruk metinler İslâm’ı temsil etmektedir. c. Geç dönemdeki eserlerde hadîslerin sayısı ilk ' dönemde yazılan eserlerde bulunan hadîslerden oldukça fazladır. Bu durum hadîslerin sahîh olmadığını, tabir-i diğerle uydurulduğunu gösterir. d. Genç sahâbilerin naklettiği hadîsler daha yaşlı sahâbilerin naklettiği hadîslerden oldukça fazladır. e. Uygulanan isnâd sistemi keyfi olup hiçbir hadîsin sahîh olduğuna bir delil teşkil edemez. f. Pek çok hadîs birbiriyle çelişkilidir. Akla aykırı pek çok hadîs vardır. g. Hadîs metinleri uydurulduğu kadar isnâdlar da uydurulmuştur. h. Müslümanlar sadece isnâd tenkidi yapmış, metin tenkidini uy- gulamamıştır. i. Buhârî ve Müslim uydurma hadîslerle doludur. j. “Peygamber’in sünneti” tabiri dinî bir muhtevaya sahip değildir. Hz. Peygamber dinde teşrîî maksadıyla herhangi bir şey söylememiş ve yapmamıştır. Bu tabir siyasî gelişmelerin ürünü olup İmam Şâfiî ile birlikte İslâm Hukuku’na girmiştir. Ondan önce sünnet toplumun örfü, Müslümanların ictihâdı anlamındaydı. k. Sahâbenin adil olduğu varsayımı hayalden ibarettir. Onlar Hz. Peygamber adına yalan söyleyebilmiştir. l. Hadîsleri nakleden sahâbe, tâbiûn ve sonrakiler sultanların ve meliklerin emrinde, onların kuklaları idiler. m. Hadîsler üzerine tarihî gerçekler bina edilemez. Zira hadîslerde onların uydurulduğuna delâlet eden pek çok tarihî yanlışlıklar vardır. n.Hadîslerde ehl-i kitâbın izlerini görmek mümkündür. Hadîslerin oluşumunda İsrâiliyyât’ın etkisi inkâr edilemez. o. Bir hadîsin ne zaman ortaya çıktığını, diğer bir ifadeyle uydurulduğunu tespit etmeye çalışmışlardır. Buna onların ifadesiyle “hadîs tarihlendirme metotları” denmektedir. Bunu için de metni, hadîsin bulunduğu kaynağı, isnâdı, isnâd ve metni birlikte esas alan tarihlendirme metotları geliştirmişlerdir. Bu çerçevede “ortak râvi” teorisi geliştirmişler ve hadîsi uydurmaktan sorumlu kişiyi de buluvermişlerdir. .. Oryantalistlerin temel iddiaları bunlardır. Bu iddiaları desteklemek için daha pek çok iddiada'bulunmuşlardır. Meselâ Ebû Hureyre, İbn Şihâb ez-Zührî gibi hadîs tarihinde merkezî rol oynayan isimleri töhmet altında bırakmaya çalışmışlardır. Bütün bunlara bilimsel çalışmalarla cevap verilmiştir. Hatta son dönem oryantalistleri bile bu iddiaların gerçeği yansıtmaktan uzak olduğunu itiraf etmişlerdir. Burada özellikle Nabia Abbott, Fuad Sezgin, M. Mustafa A’zamî, Hamidullah ve Ekrem Ziya Umerî’nin adlarını anmak gerekir. Bilhassa Arap dünyasında oryantalistlerin iddialarına yönelik reddiyelerin oldukça fazla olduğunu belirtelim. Son olarak Arap dünyasında Beyânu’l-İslâm: er- Redd ale’l-iftirâât ve’ş-şübühât adıyla Kur’ân ve sünnete yönelik tüm iftira ve şüphelerin yer aldığı ve tek tek cevaplandığı 24 ciltlik ansiklopedik bir çalışmanın yapıldığını hatırlatalım.
  • Özellikle Nüzûl-i îsâ, Deccâl, Mehdî, şefaat, tevessül, kabir azabı çok tartışılıyor. Bunlar hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu konularla ilgili ayrıntılı açıklamaları Günümüz Hadîs Tartışmaları adlı kitabımızda yapmıştık. Burada kısaca bu konulardaki görüşlerimizi belirtelim:Hz. Isa’nın nüzulüyle ilgili hadîsleri otuzdan fazla sahâbi nakletmiştir. Bunlar içinde zayıf ve mevzû’ hadîsler de vardır. Ancak sahîh olanlar oldukça fazladır. Klasik ulemânın deyimiyle bu hadîsler manevî mütevâtir derecesine ulaşmıştır. Burada mütevâtir olan sadece Hz. îsâ’nın nüzûlüne dair bilgidir. Bu hadîsleri red için ileri sürülen “Kur’ân’a aykırılık, İsrâiliyyât olma...” gibi gerekçeler tatmin edici olmaktan uzaktır. Deccâl’le ilgili hadîsler de oldukça fazladır. Deccâl’in birtakım özelliklerinden bahsedilir ki, anlaşılmaları oldukça zordur. Deccâl’le ilgili hadîsler de yoruma tâbi tutulmuştur. Zahirleri bu yorumlara engel gibi durmaktadır, fakat bir hadîs vardır ki, Deccâl’le ilgili hadîsleri yorumlamaya imkân vermektedir. O da “kıyamete yakın otuz civarında yalancı Deccâl’in çıkacağıdır.” Bu rivâyet İlginç özelliklere sahip bir varlığın değil, küfür, isyan, ifsâd, fitne, dejenerasyon ve kargaşanın sembolü olan kişi, kurum, topluluk ve devletlere dikkatimizi çekmektedir. Mehdî ile ilgili hadîslere gelince konuyla alâkalı detaylı bilgi, tartışma ve kanaatlerimizi Günümüz Hadîs Tartışmaları (IFAV, İstanbul, 2012) adlı kitabımızda serdetmiştik. Detaylı bilgi için oraya bakılmalıdır. Burada kanaatimizi özetlemek istiyoruz. 1. Mehdî hadîsleri otuza yakın sahâbiden nakledilmiştir. İçlerinde hasen-sahîh, zayıf ve mevzû’ hadîs vardır. Hadîslerin çoğu tenkide uğramıştır. Ama tenkidden salim hadîsler de bulunmaktadır. 2. Mehdî hadîsleri klasik tabirle manevî mütevâtir derecesine ulaşmıştır. Ama dikkat edilecek husus manevî tevâtüre ulaşan bölümün mehdinin zuhuru ve adaleti tesis edecek olmasıdır. Soyu, ismi, kimler içinden çıkacağı, nereden çıkacağı, kaç yıl kalacağı gibi vasıflara ve zikredilen olağanüstü özelliklere dair hadîsler hem zafiyet açısından hem de haber-i vâhid olmaları cihetiyle ihticâca uygun değildir. 3. Mehdî hadîslerinin klasik anlamıyla manevî mütevâtir olması, inkâr edeni küfre sokmaz. Zira mehdi hadîsleri tartışmalı olup kişi bunu bir gerekçeyle reddetmektedir. Ayrıca mütevâtir haberi reddetmek küfrü gerektirse bile hadîsler söz konusu olduğunda hangi haberin mütevâtir olduğunu belirlemek o kadar da kolay değildir. .... Şefaat hadîsleri pek fazladır. Onlar da manevî tevatür seviyesine çıkmıştır. Şefâat, Allah’ın rahmetinin bir tezahürü olarak Hz. Peygamber’in mü’minler için Allah’tan dua talebinde bulunmasıdır. Şefâat yetkisi Allah tarafından Hz. Peygamber’e verilmiştir. Bu, Hz. Peygamber’i bir anlamda onurlandırmak, ona iltifat etmektir. Şefaatin bazı şartları vardır: Kul hakları şefâatin dışındadır. Kâfirler, münafıklar şefaatin dışındadır. Şefâat, Hz. Peygamber’in, Allah’ın razı olduğu kullarına yönelik olacaktır. Buradaki “rıza” iman olarak yorumlanmıştır. Diğer taraftan şefâat, hiç kimsenin cehenneme uğramayacağı anlamına gelmez. Şefâatle bazı mü’minler doğrudan cennete gireceği gibi cehennemde günahlarının cezasını çekerken şefâatle cennete girecekler de olacaktır. Şefâatin Kur’ân’a aykırı olduğu iddiası tatmin edici değildir. Kur’ân’ın yasakladığı şefâat putlardan umulan veya müşriklerin beklentisi olan şefâattir. Şefâatin torpil olduğu iddiası da doğru değildir. Zira dünyevî şefaatte kişi şefâatçisini kendi tayin eder, kişinin şefâatçisini etkileme payı vardır ve süreç aşağıdan yukarıya doğrudur. Kabir azabıyla ilgili oldukça fazla hadîs vardır. Ayrıca kabir azabıyla ilgili bazı âyetler de söz konusudur. Konuyla ilgili âyet ve hadîsler Şunlardır: 1. “O zâlimleri can çekişirlerken ve melekler de ellerini uzatarak; ‘Hadi canlarınızı teslim edin! Bugün, Allah’a karşı söylediğiniz gerçekdışı sözlerden ve O’nun âyetlerine karşı böbürlenmenizden dolayı alçaltıcı bir azapla cezalandıracaksınız.’ diye seslendiklerinde, o zâlimlerin hâlini bir görseydin!”6 Bu âyetteki “bugün alçaltıcı azapla cezalandırılacağınız gündür” ifadesi ile muhtemelen kabir azabı kastedilmiştir. Çünkü can veren insanın o gün maruz kalabileceği başka bir azap âlemi yoktur. 2. Buna benzer diğer bir âyette de, “O kâfirler öldükleri zaman, melekler onların yüzlerine ve sırtlarına vurarak, ‘Yakıp kavuran azabı tadın bakalım!’ dediklerinde bir görseydin!”7 buyrulmak- tadır. 3. “Onlara iki kez azap vereceğiz. Daha sonra ise onları büyük bir azaba uğratacağız.”8 Burada sözü edilen “iki azap”tan biri, muhtemelen savaşta kaybetmelerinin acısı, diğeri de kabir azabıdır. “Daha sonra ise onları büyük bir azaba uğratacağız.” cümlesi ise, kıyamet gününe işaret etmektedir. Ebû Hanîfe, Mâtüridî, Eş’arî gibi âlimler de bu âyetin kabir azabına delâlet ettiğini belirtirler. 4. Hz. Nûh’un kavmi hakkında gelen; “Onlar tufanda boğuldular ve hemen ateşe atıldılar.”9 âyetinin de kabir azabına delâlet ettiği kabul edilmiştir. Çünkü ölümden sonra hemen ateşe atılmaları, ancak kabir azabı ile izah edilebilir. 5. “Onlara, o en büyük azaptan önce yakın bir azaptan da tattıracağız.”10 âyeti de bazı âlimlere göre kabir azabına delâlet etmektedir. “En büyük azap” mahşerdeki durumu, “yakın azap” da kabir azabını ifade etmektedir. İbn Abbâs, Ebû Hanîfe ve Mâtüridî de bu kanaattedir. .... Ehl-i Sünnete göre kabir azabı haktır. Bu hususta kitap ve sünnetten birçok delil olduğu anlaşılmaktadır. ... 6. En’âm, 93. 7. Enfâl, 50. 8. Tevbe, 101. 9. Nûh, 25. 10. Secde, 21.

Günümüz Hadis Problemleri İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Eseri ders kitabi olarak okumuştum. Gayet net ve açık lafı dolandırmadan anlatan bir izah biçimi var . Hadislerle ilgili bütün rivayetleri sağlıklı olup olmadığı ravilerin durumunu ;bilindik duyulmuş hadisleri konu edinmiş bir eserdir. +Başucu sayabilecegimiz kaynak gosterbilicek güzel bir kitap. Arasira bu hadis hakkında ne demiş diye bakıyorum. Hani bazılarının aslında peygamber öyle demek istememiş hadisi metazori modernite edip cici gösterme, ip üzerinde cambazliga gitmemiştir. Mantık dahilinde de açıklamıştır. Bazı hadislerin özellikle fiili hadislerin farklı şekillerde olduğu hz. Peygemberin iki farklı tavır takındığını bunun günümüzde de örf anane kültürde şunun daha mubah olduğunu da bahsi geçen hadisin sonunda söyler. (mukavvadan adam)

Günümüz Hadis Problemleri PDF indirme linki var mı?

Yavuz Köktaş - Günümüz Hadis Problemleri kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Günümüz Hadis Problemleri PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Yavuz Köktaş Kimdir?

1969 yılında Trabzon-Of'da doğdu. Yüksek öğrenimini Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde tamamladı. Aynı fakültede Tefsir dalında yüksek lisansını yaptı (1996). 1995'de Karadeniz Teknik Üniversitesi Rize İlahiyat Fakültesi'ne Araştırma Görevlisi olarak girdi. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'ne bağlı olarak Hadîs dalında Metin Tahlili Açısından Fethu'l-bârî ve Umdetu'l-kârî'nin Mukayesesi adıyla doktorasını tamamladı (1999). 2000 yılında Rize İlahiyat Fakültesi'ne Yrd. Doç. olarak atandı. 2005 yılında Doçent; 2010 yılında Profesör oldu. Halen Rize Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde bu görevine devam etmektedir. Evli ve üç çocuk babasıdır.

Yavuz Köktaş Kitapları - Eserleri

  • Günümüz Hadis Problemleri
  • Kur'an'a Aykırı Görülen Hadisler
  • Modern Zamanlarda Hadisi Savunmak
  • Hadis Tarihi ve Usulü
  • 100 Soruda Hadis Meseleleri
  • Anahatlarıyla Ahkam Hadisleri
  • Güncel Hadis Yorum ve Tartışmaları
  • Ahlak Hadisleri II
  • Günümüz Hadis Tartışmaları
  • Çelişkili Hadisler ve Çözüm Yolları
  • Kadınla İlgili Hadisler
  • Hadis Fetvaları
  • Modern Dünyada Müslümanca Düşünmek 1
  • Fıkıh ve Hadis Ya Da Doktor ve Eczacı
  • Yolda Olabilmek Yolda Kalabilmek
  • Bilgi Ahlak ve Hikmet Açısından Sünnet
  • Tüm Yönleriyle Akaid Hadisleri
  • Hadis Usulü Yazıları
  • Hadis ve Sünnette Oryantalist Yaklaşımlar
  • Akıl ve Nakil
  • Hadislerin Anlaşılmasında Yöntem Tartışmaları
  • Ehl-i Hadis Eleştirisi
  • Seküler Dünyaya Hikmetli Cevap; Taha Abdurrahman’ın Felsefesi
  • Hayata Dair 40 Hadis 40 Yorum

Yavuz Köktaş Alıntıları - Sözleri

  • 3. Kur’an’ı anlamanın en önemli yollarından biri de sünnete müracaat etmektir. Ümmetin alimlerinin icma ettiği konulara dikkat etmektir. Hele bu icmanın dayanağı Kur’an veya sünnet nassı ise bin düşünmeli bir dahi söylememelidir. Evet, Kur’an’daki bazı ayetlerin muhtemel manaları vardır, diyelim. Şayet biri öyle, Öteki böyle anlıyor ise burada ayetin anlamı zannî demektir. O halde bu ayet tek başına kesin delil olamaz. Bu durumda 0 anlamlardan birini destekleyen karinelere/başka delillere bakmak gerekir. İşte sünnet bu noktada çok önemlidir. Yine gaybı örnek vermek gerekirse, diyelim ki, Hz. Pey gamber’in gaybı bilip bilmemesini tartışıyoruz. Farzedelim ki, ilgili ayetler bize kesin bilgi vermemektedir. Ayetten Hz. Pey gamber’in gaybı bilebileceği de bilemeyeceği de anlaşılmaktadır. O halde bu ayet/ayetler tek başına delil olamaz, demektir, Sünnete müracaat ettiğimizde mütevatir derecesinde Allah Resulunun gaybden haber verdiğini görüyoruz. Yani o kadar çok olay var ki, hepsinin ortak noktası Resulullah’ın gaybden haber verdiği bilgisinin kesin olmasıdır. Bu bilgiyle Kur’an’a baktığımızda faraza manası muhtemel olan ayetin artık bu muhtemel manalanndan birinin tercih edilebilecek delilleri olduğunu tespit ediyoruz. Şayet sünneti dikkate almaz isek ayetin muhtemel manalarından birini neye göre tercih edeceğiz? Sünnet yoksa tercih akla göre olmayacak mıdır? Peki böyle bir metod olabilir mi? Aynı şeyi Hz. İsa’nın nuzulu için de söyleyebiliriz. Aslında mütevatir sayılabilecek hadislerle ayetler birbirini teyid etmektedir. Ama bir an öyle değil de Kur’an ayetlerinin manasının sarih olmadığını, muhtemel olduğunu İsa’nın ref’ine de, ref’edilmediğine de delalet ettiğini düşünelim. O zaman bu manlardan birini tercih etmek için dışsal bir karineye ihtiyacımız var demektir. Bu da sünnetin (ve dahi icmanın) kendisidir. Sünnet, bu konuda mütevatirdir. O halde Hz. İsa’nın ref’iyle ilgili ayetlerde maksad hakiki demektir. Peki sünneti dikkate almaz isek ne yapacağız? Yapacağımız şey bu muhtemel manalardan birini modern şartların da etkisiyle aklımızla belirlemek olacaktır. Aynı şeyi şefaat meselesi için de düşünmek mümkündür. O halde öncelikli olarak metodumuzu belirlemek gerekir. Ve bu metodun sağlam dayanaklarının olması gerekir. Kur’an’da ne varsa ona uyarım, demek bir metoda göre hareket etmek değildir. (Akıl ve Nakil)
  • Kuran'a Göre Sünnetin Dindeki Yeri - 4 Hz.Peygambere İsyan ve Eziyetin Yasak Oluşu: -Allah’ı ve resulünü incitenleri Allah, dünyada ve âhirette lânetlemiş ve onlar için alçaltıcı bir ceza hazırlamıştır.(Ahzap 57) -Yolun doğrusu kendine apaçık belli olduktan sonra Resûlullah’a karşı çıkan ve müminlerin yolundan başkasını izleyen kimseyi saptığı yönde bırakırız ve onu cehenneme atarız. Orası varılacak ne kötü bir yerdir!(Nisa 115) -Kim de Allah’a ve peygamberine itaatsizlik eder ve sınırlarını aşarsa Allah onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar, onun için alçaltıcı bir azap vardır.(Nisa 14) -Şu sebeple ki, onlar Allah ve resulüne karşı geldiler; Allah ve resulüne karşı gelenleri Allah şiddetle cezalandırmaktadır.(Enfal 13) (...) Ona isyan ve eziyet, onun söz ve davranışlarına karşı çıkmak şeklinde belirmektedir. Bu karşı çıkış nübüvvetine yönelik olursa küfürdür. (Kur'an'a Aykırı Görülen Hadisler)
  • g. Kadınlara yazıyı öğretmek “Kadınlarınızı odalarda oturtunuz, onlara yazıyı öğretmeyiniz.”1 Hakim et-Tirmizi, bunu nakletmekle kalmayıp ayrıca onu şu şekilde yorumlamıştır: “Resülullah, erkekleri görmesinler diye kadınların odalarında oturtulmasını istemiştir. Bu, kadınları harama düşmekten korumak içindir. Çünkü onlar nefislerine sahip değildir. O kadar ki bırakılsalar yüksek bir yere çıkıp erkeklere bakarlar. Böylelikle bela ve fitne meydana gelir. İşte Resülullah, fitneye vesile olmasınlar diye onları sakındırmıştır... Yazının öğretimi de böyledir. Bazen bu fitneye sebep olabilir, Kadın, arzu ettiği kimseye mektup yazabilir. Yazıda gözlerden bir göz vardır. Onunla şahid gaibi görür. Bununla dilin söyleyemediği şey gönülden ifade edilebilir. İşte bu, dilden daha etkileyicidir. Neticede Resülullah, kadınları harama düşmekten korumak ve kalplerini temizlemek için fitne sebeplerini ortadan kaldırmak istemiştir.” Burada ayrıca bu tür hadisleri sadece Hakim et-Tirmizi gibi sufilerin kabul etmediğini belirtelim. Şevkani ve İbn Hacer el-Heytemi gibi alimler de bu hadisi kabul edip yorumlayanlar arasındadır." Bu hadisi Hâkim en-Neysabüri, e/-Müsfedrek adlı eserinde nakletmiş ve senetinin sahih olduğunu, ancak Buhari ve Müslim'in onu rivayet etmediklerini belirtmiştir.199 Bununla birlikte Zehebi, onun bu tavrını eleştirmiş, hadisin mevzü olduğunu açıkça ifade etmiştir. Ona göre senette Abdulvahhâb b. Dahhâk vardır ki Ebü Hâtim, onu “kezzâb” olarak nitelemiştir. (Zehebi'nin 72/hisul-mevzüâttaki görüşleri Hâkim en-Neysabüri'nin, el-Müstedrek adlı eserinde dipnot olarak verilmiştir.!37 Aynı zamanda bu hadis, İbnu'l-Cevzi tarafından da tenkit edilmiştir. İbnu'l-Cevzi bu hadisin sahih olmadığını belirtmiştir. Ona göre Hakim en-Neysaburi bunu e/-Müstedrek'te tahric etmiştir. Ancak hadisin durumu ona gizli kalmıştır. Senette geçen Muhammed b. İbrahim hakkında Ebü Hâtim şöyle der: “Muhammed b. İbrahim, Şamlılara atfen hadis uydurur. Ondan sadece itibar için hadis rivayet etmek helaldir. Aslı olmayan birçok hadis rivayet etmiştir. Onunla ihticac etmek ise helal değildir.” Yukarıdaki hadis İslâm'ın temel ilkeleriyle ve yaşanmış İslâm tarihiyle çelişki içindedir. Zira Ebü Dâvüd'un naklettiği bir hadiste Şifâ Ümmü Süleyman b. Ebü Hasme şöyle demektedir: “Hafsa'nın yanında bulunduğum sırada Nebi geldi ve bana 'Şuna yazı yazmayı öğrettiğin gibi nemle efsununu da öğretmez misin” buyurdu.”139 Bu hadisi yorumlayan Hattabi, onda kadınlara yazı öğretmenin mekruh olmadığına delil bulunduğunu ifade eder.!140 Dolayısıyla mezkur hadis, hatta hadisin yorumu sadece tarihi bir değer taşıyabilir. (Fıkıh ve Hadis Ya Da Doktor ve Eczacı)
  • Güçlü bir iman gerçek bir özgürlüktür... (Fıkıh ve Hadis Ya Da Doktor ve Eczacı)
  • Bazı müslümanlarda bazı alerjiler ortaya çıkmış durumda, Hadis, ehl-i sünnet, sahabe, tarikat, tasavvuf, şefaat, keramet, ilham, mezhep, cemaat kavramları bunlardan bir kaçıdır. Bütün bunlar detaylı tahlile muhtaç. Elbette hepsinin hem istismar edilen hem de yanlış anlaşılan tarafları var. Farkındayım. Ama vakıanın böyle olması gerçeğin fotoğrafını olduğu gibi çekmemize mani değil. Bunlar bir yana burada üzerinde durmak istediğim ve alerji oluşturan kavramlardan biri de “aracılık”tır. Zira aracılık şirk ile yanyana kullanılmaktadır. Ve hemen müşriklerin putları aracı kılarak Allah’a yakınlaşmak istedikleri hatırlatılır. Bununla irtibatlı kavramlarımız ise şefaat ve tevessül kavramlarıdır. Bunların detayına girmeyeceğim. Ancak “aracılık” meselesinde sağlıklı düşünmemize ihtiyaç var. “Aracılık” meselesini sağlam bir zemine oturtamazsak dini de yanlış anlamaya başlarız demektir. Onun için sırasıyla bir tahlil yapmak istiyorum: 1. Dediğimiz gibi aracılık günümüzde hep şirk ile birlikte kullanılmaktadır. Siz Allah ile iletişiminizde bir aracı kılıyorsanız, otomatik olarak şirk koşmuş oluyorsunuz. Gerçekten böyle midir? Allah ile arama “aracılar” giriyorsa şirk mi oluyor? Bir kere söyleyelim ki, aracılık kendi başına hiçbir şey ifade etmez. Aracılığa yüklenen anlam önemlidir. Zira “aracı” bazen iyi de olabilir. Onun için aracıya bizim yüklediğimiz anlam önemlidir. 2. Aracı demek bir anlamda “sebep” demektir. Allah ile aramıza aracının girmesiyle “sebepler”in girmesi aynı şeydir. Peki her sebep şirk midir?Elbette hayır. Biz sebepler dünyasında yaşıyoruz. Sebeplere yapışmak dinimizin emridir. Tek şartla; Sebepler, tanrılaştırılmayacak, yüceltilmeyecek, onda olmayan vasıflar ona yüklenmeyecek. Şu dünyada sebep olmayan hiçbir şey yoktur. Allah'a da sebepler yoluyla ulaşırız. Peygamber, sebeptir, aracıdır; alim sebeptir, aracıdır; amel sebeptir, aracıdır; ilim sebeptir, aracıdır. Her türlü, ilim, ibadet, amel, kişi sebeptir, aracıdır. Bu noktada sadece şu ayetleri hatırlayalım: “Allah’a ulaşmak için vesile arayın.” ve “Bilmiyorsanız, zikir ehline sorun.” Bu sebeplere yapışmak şirk olur mu? Olmaz. Neden bunlara yapışmamızı Allah istiyor. Şu “Allah istiyor” meselesi önemlidir. Devam edelim: 3. İlaç, bir sebeptir. Baba, rızık için bir sebeptir. Şifayı yaratanın, rızkı verenin Allah olduğuna inanırız. Şayet kişi, şifayı yaratanın Allah değil, ilacın kendisi veya doktor olduğuna inanırsa şirke girer. Rızkı verenin Allah değil de baba veya rızka sebep olan kimse o olduğuna inanırsa şirke girer. Neden? Çünkü ilaç, doktor veya baba sadece ve sadece birer sebeptir. Sebeplere, onlarda olmayan bir güç isnad etmek şirktir. Mesela bu sebeplerin şifayı yaratması mümkündür. Şifanın sebepte olduğuna inanmak yaratmada Allah’a eş koşmak demektir. Oysa ilaçlar vs. tamamen atomlardan oluşan şuursuz varlıklardır. Onların bir şeyi yaratması düşünülemez. O zaman müslüman ilaç, doktor ve babayı sebep olarak bilecek. Bilirse şirk olmaz. Sebep değil de müsebbip olarak bilirse şirk olur. 4. Bizler namazda Kabe’ye yöneliyoruz. Hacer-i esvedi selamlıyoruz. Dışarıdan bakan bir ateist herhalde bize putperest der. Ama bizim yaptığımız şirk değil tevhiddir. Neden? Oyle yapmamızı Allah ve Resulu istemektedir. Bu noktanın altını çiziyorum. Allah’ın tayin ettiği bir şeyi aracı kılmak tevhiddir; ama Allah’ın değil, bizim kendimizin tayin ettiği şeye ibadet etmek şirktir. İşte taştan olan Kabeye yönelmek Allah’ın tayin ettiği bir iş olduğu için tevhidin kendisidir. Buradan müşriklerin putlara yaklaşımının şirk olduğu ortaya çıkar. Müşrikler putlardan şefaat umar. Niye? Allah’a yakın oldukları ve yaklaştıracakları için. Ama Allah onlara öyle bir izin ve yetki vermemiştir. Müşrikler, onlara öyle bir yetki vermiştir. Bunu da Allah şiddetle reddeder. Allah -olmaz ya!-onlara böyle bir yetki verseydi, aynen Kabede olduğu gibi tevhidin kendisi olacaklardı. 5. Bunun gibi şefaatte peygamberlerin veya başkalarının aracı olması da şirk değildir. Onları aracı kılan, aracı olarak irade buyuran Allah’tır. Bunlar, kendilerine izin ve yetki verilmeden kendilerini aracı olarak tayin etmiş olsalar bu şirk olur. Ama böyle bir şey yoktur. Dolayısıyla böyle bir aracılık şirk olmaz. Nasıl ki, Kabeyi namaz için aracı tayin eden Allah ise şefaat için (yani kendi rahmetinin tahakkuku için) aracılar tayin eden Allah’tır. Bunda şaşılacak bir şey de yoktur. O zaman denilebilir ki, bir aracıyı Allah tayin ederse tevhid, 0 şey kendini aracı kılarsa şirk olur. 6. Mürşid, şeyh, alim, peygamber hep aracıdır. Herkes peygamber ve alimin aracılığına bir şey demez ama iş mürşide gelince demediklerini bırakmazlar. Oysa alimin aracılığıyla mürşidin aracılığı aynıdır. Şayet mürşid yanlış yapıyor veya başkaları tarafindan yüceltiliyorsa alim de yanlış yapabilir ve birileri tarafindan yüceltilebilir. Böyle yüceltilen ve pek çok kimsenin sapıtmasına yol açan ilim adamları yok mudur? Vardır. Nasıl gerçek olmayan şeyhler varsa gerçek olmayan ilim adamları da vardır. Bu durumda denilebilir ki, dini öğrenmek için alim bir aracıysa nefis terbiyesini gerçekleştirmek, orada bizi bekleyen tehlikelerin farkına varmak için de mürşid önemlidir. ... \ (Yolda Olabilmek Yolda Kalabilmek)
  • 4 İnsan ve toplum söz konusu olduğunda bilimsellikte ısrar etmek aslında“ sen benim nesnemsin!” demektir Bu da otomatik olarak ınsan ve toplumu nesnelleştirmek anlamına gelir. İnsan ve toplumu bir cansız varlık gibi, bir hayvan gibi denek yapmaktır. Bu nesnelleştirmeye bugün “toplum mühendisliği denilmektedir. Mühendislik ilginçtir, daha ziyade maddî varlıklar üzerinde operasyon yapanlar için kullanılan bir kelimedir, İnşaat mühendisi inşaat yapar. Elektrik, elektronik mühendisi nesnesi inceler, evirip çevirir. Gıda mühendisi vs. hepsi aynı işlemi yapar. İşte tam da insan ve toplum söz konusu olduğunda onları madde gibi görüp nesneleştirmek, istediği gibi evirip çevirmek anlamına gelir ki, bu, mühendislikten başka bir şey değildir. Oysa insan “anlama”nın konusudur. “Empati”nin, “iletişim”in konusudur. “Konuşma”nın, “dinleme”nin, “anlaşma”nın konusudur. Peki insanı nesneleştirmenin sonucu nedir? Tek kelimeyle tahakkümdür. Nesneye ancak tahakküm edilir. Bilim nasıl ki, taşa toprağa nesne muamelesi yapmıştır, aynıyla insana da öyle muamele yapmayı amaçlamıştır. Onun için psikoloji, sosyoloji, antroploji vs. bilim değil, politikacıların veya devletlerin tahakküm aracıdırlar. Tabii bugün bunun farkına varanlar da yok değil. Onun için sosyal bilimlerde ciddi bir yöntem tartışması vardır. (Yolda Olabilmek Yolda Kalabilmek)
  • Hz.Peygamber'e Has Bazı Özellikleri (HASAİS) O bir insan olmanın yanında aynı zamanda son peygamberdir(Ahzab, 40); risaleti evrenseldir, (A'raf , 15 8; Enbiya, 107) (Ahkaf, 29; Cin, 1-13); hanımları mü'minlerin anneleridir, (Ahzab, 6); geçmiş-gelecek günahları affedilmiştir, (Fetih, 1-2); kendisine inanılması noktasında peygamberlerden söz alınmıştir, (Al-i imran, 81); kendisine Kevser'in verildiği müjdelenmiştir, (Kevser, 1); ganimetler helal kılınmıştır (Enfal, 1); alemlere rahmet olarak gonderilmiştir, (Enbiya, 107); onun özellikleri Ehl-i Kitab tarafından bilinmektedir, (Bakara, 89, 146); getirdiği dinin korunması teminatı verilmiştir, (Tevbe, 33); İsra ve Mi'rac ona hastır, (İsra, 1; Necm, 1-18); çeşitli zamanlarda melekler bizzat yardım etmiştir, (Al-i İmran, 13, 122-123 ); kendisine itaat, aynı zamanda Allah'a itaat anlamına gelmektedir, (Nisa, 80); ahirette şehadet ve şefaatı uzma hakkı verilmiştir, (Bakara, 143 ); Makam-ı Mahmud'la taçlanmıştır, (İsra, 79); ümmeti, ümmetlerin en hayırlısı kılınmıştır, (AI-i İmran, 110) -bu nokta onemlidir, ümmeti en hayırlı olan bir peygamberin, kendisi de herhalde en hayırlı olmalıdır; hayatına ve beldesine yemin edilmiştir, (Hicr, 72; Beled, 1-2); kendisine ve ümmetine, bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi lutfedilmiştir. (Kadr, 1-5) Ayrıca, Allah'ın diğer peygamberlerden, Hz. Muhammed(s.a.v.)'e inanıp ona yardım edeceklerine dair söz alması (AI-i imran, 81); Resul-i Ekrem (a.s.) ile konuşanların seslerini yükseltmelerinin yasaklanması (Hucurat, 2); öteki peygamberlere hem Allah Teala hem de ümmetleri kendi isimleriyle hitap ettikleri halde (Bakara, 35; Maide, 110; Hud, 32; Meryem, 12), Allah'ın Hz. Muhammed(a.s.)'e ismiyle degil "Ey Nebi" (Enfal, 64; Ahzab, 1), "Ey Resul" (Maide, 67; Talak, 1) gibi sıfatlarla hitap etmesi; sahabilerin birbirlerine seslendikleri gibi, Resulullah (a.s.)'a seslenmelerinin men edilmesi (Nur 63)· Kuran'da sadece Hz. Muhammed (s.a.v.)'in hayatına yemin edilmesi (Hicr, 72) onun faziletleri olarak kabul edilmiştir. s.69-70 (Kur'an'a Aykırı Görülen Hadisler)
  • Ayet-Hadis Çelişki İddiası - 4 Hz.Peygamber Şair Mi? Bera b. Azib anlatıyor: Biri ona sorar: "Ey Ebu Umara! Siz Huneyn günü (harpten) kaçtınız mı?" Bera şu cevabı verir: "Hayır, vallahi! Rasulullah(sav) dönüp gitmedi. Lakin şu var ki, ashabının gençleri ve aceleci takımı zırhsız, üzerlerinde silah olmaksızın yahut çok silah olmaksızın (meydana) çıkmışlardı. Ve atıcı, okları yere düşmeyen bir kavimle Hevazin ve Beni Nasr toplulukları ile karşılaştılar. Bunlar, kendilerini öyle bir ok yağmuruna tuttular ki, neredeyse okları hiç boşa gitmiyordu. Orada, Rasulullah(sav)'in de üzerine yürüdüler. Rasulullah(sav) beyaz katırının üzerindeydi. Ebu Süfyan b. Haris b. Abdilmuttalib de onu yediriyordu. Hemen (yere) inerek Allah'tan zafer diledi ve şöyle buyurdu: Ben nebiyim, yalan yok, Ben Abdulmuttalib'in oğluyum." Cündeb b. Süfyan anlatıyor: "Bu gazalardan birinde Rasulullah(sav)'in parmağı kanadı da şöyle buyurdular: Sen kanayan parmaktan başka bir şey değilsin! Ama başına gelen Allah yolunda gelmiştir!" Bu iki rivayetin şu ayete aykırı olduğu ileri sürülmüştür: "Biz ona şiir öğretmedik; zaten ona yaraşmazdı da. Ona vahyedilen, ancak bir öğüt ve apaçık Kur’an’dır."(Yasin 69) Ayete göre, Hz.Peygamber'in şiir öğrenmesi ve bir nazım olarak şiir inşat etmesi mümkün değildir. Hadislerde ise şiir kalınında birtakım ifadeler yer almaktadır. Bu da ayete aykırı bir durum arz etmektedir. Bu durumu değerlendirilen ulema, hadisleri şöyle yorumlamıştır: 1. Evet, Hz.Peygamber bu nazmı söyledi, ancak şiir inşat etmeyi kastetmemiştir. Söz, söyleyenin kasd ve bilgisi olmaksızın şiir vezninde çıkmıştır. Buna göre Hz.Peygamber şiir inşat etmeyi kastetmedi ki söylediği şiir olsun! Kuran'da daşiir vezninde ayetler vardır, ama onlar şiir değildir. 2. Şiirden bir beyit söylemek insanı şair veya şiiri bilen yapmaz. Böyleleri ittifakla şair olarak nitelenmez. Allah'ın Nebi'sinden nefyettiği şey; tüm sınıf, aruz ve kafiyesiyle şiiri bilmektir. Hz.Peygamber, ittifakla, böyle bir şey tavsif edilmiş değildir. 3. Hz.Peygamber'in dediği şey recez kabilindendir. Recez ise şiir değildir. Allah'ın Nebi'sinden nefyettiği şey şiirdir, recez değil. Öyle anlaşılıyor ki, Hz.Peygamber nadir de olsa şiire benzeyen şeyler inşat etmiş, ancak bununla şiir nazmını kastetmemiştir. Hz.Peygamber'in çok nadir ifade ettiği bu tür nazımlardan şiiri bildiği ve şair olduğu anlamı çıkmaz. Allah'ın Nebi'sinden nefyettiği şey, tüm biçimleriyle şiiri bilmekti; yani şairliğe soyunmaktır. s.333-334 (Kur'an'a Aykırı Görülen Hadisler)
  • Zeka ile aklın mahiyet ve fonksiyonları farklıdır. Akıl, hikmet içindir. Akletmek, muhakeme etmek, hüküm çıkarmak içindir. Kabul eden veya etmeyen, yani karar, tercih veren ve seçim yapan akıldır. Çünkü akıl, irade sahibidir aynı zamanda. Zeka ise irade sahibi değildir ve sadece aklın faaliyeti için gerekli verilen toplar. Beş duyu kanalıyla, ayrıca sezgiler ve hisler yoluyla insan şuuruna akan bilgileri algılar ve aklın önüne koyar. Bunların iradi, sübjektif değerlendirmesini akıl yapar. Böylece insan nihai karar ve tercihini, akli fonksiyonlarıyla belirler. Bu aynı zamanda insanın iradesini ortaya koymasıdır. Akıllı olmak için zeka tabii bir ön şart iken, zeki olmak için akıl sahibi olmak gibi bir ön şart söz konusu değildir. Böyle bir mukayese zaten doğru değildir, çünkü akıl, insanın zihin ve düşünme faaliyetinde sonraki aşamayı oluşturmaktadır. Zeka, aklın kullanılması için verilmiş bir motordur ve bu motorun verimli ve faydalı kullanılması da aklın işlerliğiyle mümkündür. Aksi takdirde orta yerde sadece kurnazlık kalır. Çok zeki, daha doğrusu çok kurnaz bir hırsızdan sözedilebilir fakat ona asla akıllı denemez. Çünkü o ileriyi düşünememiş ve kendisini çıkmaz bir yola sokmuştur. Gayrimeşru kazanç; hayatı boyunca vicdanını rahatsız edecektir. (Modern Dünyada Müslümanca Düşünmek 1)
  • Ayet-Hadis Çelişki İddiası - 3 "İmamların Kureyş'ten Olması" Kuran'a Aykırı Mı? "İmamlar Kureyş'tendir" şeklindeki hadisin şu ayetlere aykırı olduğu ileri sürülmektedir: "Ey insanlar! Şüphesiz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelere ayırdık, Allah katında en değerli olanınız O’na itaatsizlikten en fazla sakınanınızdır. Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir, her şeyden haberdardır."(Hucurat 13) "Ey iman edenler! Şayet inkârı imana tercih ederlerse, babalarınızı ve kardeşlerinizi dahi dayanıp güvenilecek dostlar edinmeyin. İçinizden kimler onları dost edinirse, işte kendilerine kötülük edenler bunlardır."(Tevbe 23) "Ey iman edenler! Kendinizin veya anne babanızın ve akrabanızın aleyhine bile olsa adaleti ayakta tutun, Allah için şahitlik eden kimseler olun. (İnsanlar) zengin olsunlar, yoksul olsunlar Allah onlara sizden daha yakındır. Öyleyse siz hislerinize uyup adaletten ayrılmayın. Eğer adaletten sapar veya üzerinize düşeni yapmaktan geri durursanız bilin ki Allah yaptığınız her şeyden haberdardır."(Nisa 135) "Eğer yüz çevirirlerse de ki: “Ben gerçeği hepinize aynı şekilde açıkladım. Artık size vaad olunan şey yakın mı uzak mı bilmiyorum."(Enbiya 109) "İşte bunun için sen çağrına devam et ve emrolunduğun gibi doğru çizgini sürdür. Onların arzularına uyma ve şöyle de: “Ben Allah’ın indirdiği bütün kitaplara iman ettim ve bana aranızda âdil davranmam emredildi. Allah bizim de rabbimiz, sizin de rabbinizdir. Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız size. Sizinle bizim aramızda mesele yok. Allah hepimizi bir araya getirecektir. Dönüş ancak O’nadır.”"(Şura 15) Bununla birlikte, meseleyi siyasi gelişmelerin ürünü görenler de vardır. S. Ateş, imamların Kureyş'ten olmasıyla ilgili hadisi şu şekilde eleştirir: "İmamların Kureyşli olacağı hakkındaki rivayetlerde, gelişen olayların parmağı inkar edilemez." Ateş'in daha sınra oluşan siyasi şartlar çerçevesinde hadisin uydurulduğu görüşünde olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca, bu hadisi Kuran'a aykırılık çerçevesinde değerlendirenlerin bulunduğu da belirtilmelidir. Ancak, bize göre, hadisleri anlamaya çalışmak asıl, tenkid etmek arızi bir tavır olmalıdır. Şüphesiz, imamların Kureyş'ten olacağı bağlayıcı ve dini bir kaide olarak anlamak, Kuran'a aykırı gözükmektedir. Fakat mezkur hadisin sosyal ve beşeri bir gerçeklik ifade ettiğini ve tarihi şartlarda söylendiğini kabul etmek onun anlaşılmasına katkı sağlayacaktır. İbn Haldun, Kureyşiliği, Kureyş'in bizzat kendisi olarak değil, Kureyş'te bulunan yeterlilik/asabiye unsuruyla açıklar. Mevdudi de bu görüştedir. Şöyle der: "Hz. Peygamber, o dönem Arapların durumunu görerek bir karara varmıştı ve bu şüphesiz en doğru bir karardı. Kureyş kabilesi, yetenekli kişilere sahip olması ve asırlardan beri diğerleri üzerinde etkili olması yönleri ile güçlü bir kabile olarak dururken Kureyş'in dışında bir kabile devlet idaresine getirilirse, o bu işte muvaffak olamaz." Sonuç olarak hadisi Kuran'a aykırıdır, diyerek eleşirmek gereksizdir. Mezkur hadis, tarihin bir anıyla, tamamen dünyevi bir meseleyle ilgili olup, bir tavsiye niteliği taşımaktadır. Evrensel ve hilafete dair dini bir ilkeyi ima etmemektedir. Şayet, böyle bir hadis, dini bakımdan evrensel olarak dile getirilseydi, o zaman Kuran'a aykırılığından bahsetmek mümkün olurdu. s.278-280 (Kur'an'a Aykırı Görülen Hadisler)
  • İyi bir Müslüman olmak isteyen kişiye şu dört hadis yeter demiştir:1Ameller niyetlere göredir. 2-Kişinin kendini ilgilendirmeyen yararsız şeylerden uzak durması iyi Müslüman olduğunu gösterir. 3-Kişi kendi için sevdiğini kardeşi için de sevmedikçe iyi Müslüman olamaz. 4-Helâl, haram bellidir. Bunların arasında iki taraftan hangisine girdiği şüpheli olan şeyler vardır. Bunlardan uzak durun. (Hadis Tarihi ve Usulü)
  • Sahabe’ye mahsus olan, Sahabe’yi “özel” kılan nedir? Bu sorunun cevabı şudur: Bugün Kur’an bize, nüzul süreci bizim müdahil olmadığımız bir dönemde tamamlanıp bitmiş ve iki kapak arasında toplanmış bir metin olarak, yani “Mushaf” olarak hitap etmektedir. Bugün hiçbirimizin hayatında “Acaba bugün Rabbimiz ne buyuracak”, ya da başımıza gelmiş bir olay hakkında “vahiy nasıl bir çözüm getirecek” gibi bir sorunun heyecanlı beklentisinden söz edilemez. Oysa Sahabe için durum böyle miydi? Onlar için Kur’an, kimi zaman isim vererek1) kimi zaman ima ve işaret yoluyla2)kimi zaman da belli özelliklerini anarak3) kendilerinden bahseden, sabah ve akşam, hazarda ve seferde, darlıkta ve genişlikte… kısacası hayatın her anında ve merhalesinde yeni bir heyecan, yeni bir hüküm/mesaj, yeni bir oluş, yeni bir davranış ve anlayış kodu, yeni bir idrak boyutu demekti. Nazil olan her ayeti hücrelerine sindirircesine bellemek, fehmetmek ve ilk elden muhatapları olarak onu eksiksiz biçimde hayata aktarmanın gayreti içinde olmak onların biricik varlık amacını oluşturuyordu. Hayatın her anını canlı nüzul sürecinin rehberliğinde adım adım kat etmek, nüzul sürecinin bir parçası olma bahtiyarlığına hiçbir zaman eremeyecek nesiller için –belki “anlaşılması” değil ama– “hissedilmesi” imkân dışı bir meseledir… Sahabe-Kur’an ilişkisi, sadece onların nüzul sürecine müdahil olmalarıyla sınırlı değildir. Bu ilişki aynı zamanda Kur’an’ın sonraki nesillere aktarımında Sahabe’nin vazgeçilmez rolünü de belirlemektedir. Hemen belirtmek gerekir ki, Sahabe’nin buradaki fonksiyonu kuru bir nakil ameliyesinden ibaret değildir. Dolayısıyla Modern dönemde yerli İslamiyatçıların, bir yandan İslam’ın tek kaynağının Kur’an olduğunu söylerken, diğer yandan onu bize nakleden mütevatir zincirin bu en hassas halkası hakkında fütursuzca kelam etmesi, bindiği dalı kesen kimsenin hamakatinden daha hazin bir manzara oluşturmaktadır. Kur’an’ın korumasının bizzat Kadim Kelam’ın sahibi tarafından garanti edildiği bu babda sık sık ileri sürülen argümanlardan biri olarak dikkat çekmektedir. Oysa bu ilahî garantinin, Kur’an’ın korunmasında ve aktarımında Sahabe halkasının hassasiyeti üzerinden fonksiyon icra ettiğini gözden uzak tutmak mümkün değildir. Aksi halde Kur’an’ın ilahî garanti altında bulunduğunu ifade eden 15/el-Hicr, 9 ayetinin –sırf aklî bir ihtimal olarak– Kur’an’a bilahare eklenmiş olamayacağını garanti etmek mümkün olmayacaktır. Bir diğer ifadeyle, herhangi birisi bu ayeti bizzat Sahabe’nin Kur’an’a sonradan eklediğini iddia edecek olursa, Sahabe hakkında ileri geri konuşan kimselerin bu iddiaya verecek hiçbir tatminkâr cevabı olamaz… 2. Din’i nakleden ilk kuşak olmaları Sahabe’nin bu “Din”i bize nakleden ilk kuşak olması, Kur’an’ın ilk mübelliğ, mübeyyin ve müfessiri olan Sünnet’in de bize onlar kanalıyla gelmiş olmasını tazammun eder. Bu Din’in sahibinin, Yüce Kelam’ının “tebliğ”ini olduğu gibi “beyan”ını da Sünnet’e havale ettiği hatırlanacak olursa4) Sahabe’nin bu bağlamdaki önemi kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Zira Kur’an’ın olduğu gibi Sünnet’in de ilk muhatabı, muhafızı ve nakilcisi Sahabe’den başkası değildir. Hem bizzat Kur’an’ın nüzul sürecinin müdahil ve müşahitleri olmaları, hem de Sünnet’in sebeb-i vürudunu teşkil etmeleri dolayısıyla Sahabe halkasının Kur’an bağlamındaki önemi neyse, Sünnet bağlamındaki önemi de odur. Daha da önemlisi, Kur’an’ın anlaşılması, hayata aktarılması ve ondan hüküm istinbatı noktasında Sahabe’nin Sünnet’ten aldığı eğitim ve ilham, sonraki nesillerin Kur’an ve Sünnet’e yaklaşımını belirleyen en önemli etken olmuştur. (Modern Dünyada Müslümanca Düşünmek 1)
  • Bizim yol işaretlerimiz peygamberlerdir. (Ahlak Hadisleri II)
  • Ayet-Hadis Çelişki İddiası - 2 Mürtedin Öldürülmesi Kuran'a Aykırı Mı? Hz.Peygamber şöyle buyurmuştur: "Dinini değiştireni öldürünüz." Bu hadis ilk bakışta ve mutlak olarak dinini değiştiren kimsenin öldürülmesi gerektiğini ifade etmektedir. Oysa İslam, "Dinde zorlama yoktur"(Bakara 256) ilkesiyle din ve vicdan özgürlüğünü teminat altına almıştır. Bir dine girmek nasıl özgür bir tercihle gerçekleşiyorsa, çıkmak da öyle özgür bir şekilde gerçekleşmelidir. Sırf bir düşünce nedeniyle dinini değiştiren kimse öldürülmeli midir? Yoksa hadiste geçen "din değiştirme" başka anlamlara mı gelmektedir? Bu hadis nasıl anlaşılmalıdır? Bize göre, hadiste geçen din değiştirme başka anlamlara gelmektedir. Ancak bu anlamı doğrudan hadisin kendisinden veya bir başka tarikinden tespit etmek mümkün gözükmemektedir. Bunun için konuyu başka rivayetler ışığında anlamak en isabetli yol olacaktır. "Dinini değiştireni öldürünüz" hadisi, "Müslüman bir kimsenin kanı, ancak üç şeyden dolayı akıtılır: Evli iken zinadan, adam öldürmekten ve dinini terk edip cemaatten ayrılmasından" hadisiyle birlikte düşünülmelidir. Burada sırf din değiştirmeye değil, cemaatten ayrılmaya vurgu yapılması dikkat çekicidir. Cemaat olgusu ise burada sırf dini, yani namaz ve mescidle ilgili bir olgu değildir. Bu konuyu ele alan Ahmet Ebu Süleyman'ın yaklaşımıi din değiştirme meselesinin zaman-mekan boyutunu açıklar mahiyettedir. Şöyle der: "İrtidat konusunun zaman-mekan unsuru, bazı Yahudi grupların irtidat taktiğini(yani önce Müslüman olmuş görünüp sonra onu topluca terk etme) kullanarak genç Müslüman cemaat arasında anarşi ve zihin karışıklığına sebep olmayı amaçladıkları bir komployla ilgilidir. Bu komplo ile umulan sonuçların Kuran'da anlatıldığı ayetler kayda değerdir: 'Kitap ehlinden bazıları şöyle dedi: İnananlara indirilene günün başında inanın. Sonunda inkar edin ki, belki dönerler...'(Ali İmran 72) İrtidat konusunda ilk İslami tavır, gördüğümüz gibi din ve vicdan özgürlüğünü değil, Müslümanlaştırma siyasetini bedevi kabilelere uygulamayı ve komployu boşa çıkarmayı hedef alıyordu. Geleneksel İslam siyasi düşüncesindeki inanç özgürlüğüne ilişkin kavram karışıklığı, Hz.Peygamber'in vahşi Arap kabilelerini Müslümanlaştırma siyasetinin ardındaki esas sebepleri İslam düşünürlerinin anlamamalarından ortaya çıkmıştır. Bu düşünürler, olayın cezai yönünü ve Hz.Peygamber irtidatı kınadığında ilk Müslümanların karşı karşıya bulundukları güvenlik ihtiyacını fark edememişlerdir. İlk halife Hz. Ebu Bekir'e karşı başlatılan irtidat savaşının br din ve vicdan özgürlüğü uygulaması ile alakası yoktu. Olay, kısıtlamalar getiren siyasi ve sosyal otoriteye karşı her zamanki bedevi tepkisinden ibaretti. Bu, Hz.Ebu Bekir hükümetine karşı zekat ödemeyerek Arabistan'ın yeni merkezi siyasi otoritesine karşı bir ayaklanmaydı." Bu ifadeler, din değiştirmenin nasıl bir sosyo-politik atmosferde cereyan ettiğini göstermektedir. Hadiste geçen "cemaatten ayrılma" da böyle bir atmosferi ima etmektedir. Hanefiler de irtidat meselesini mevcut İslami idareye savaş olarak değerlendirmişlerdir. Bundan dolayı, onlara göre irtidat eden kadının cezası ölüm değildir. Çünkü öldürme, küfür sebebiyle değil, savaşma şerrini önlemek için caiz kılınmıştır. Kafir olmanın cezası, Allah katında öldürmekten daha fazladır. O yüzden, öldürme cezası, savaşa fiilen katılana mahsustur ki, o da kadın değil, erkektir. s.197-199 (Kur'an'a Aykırı Görülen Hadisler)
  • Nifak alametinin söz verip yerine getirmemek olduğunu iyi biliyorlardı ve nifak onlardan elbette fersah fersah uzaktı. (Ahlak Hadisleri II)
  • Mü'min bir delikten iki kere ısırılmaz'' Buhari-Edeb,83 Bu hadisin lafzı haber, manası emirdir. (Hadis Fetvaları)
  • Bunların başında Buharî’nin hocası Muhammed b. Yahyâ ez-Zühlî gelmektedir. Çünkü Buhârî memleketine dönünce oradaki muhaddislerin ders meclisleri boşalmış, herkes Buhârî’nin meclisine katılmaya başlamıştır. Hatta Müslim, Zühlî’den yazdığı hadisleri geri göndermiştir. Zühlî bunun üzerine Buhârî’ye karşı halkı kışkırtıp Buhâra’dan ayrılmaya zorlamıştır. Buharî komşu şehirlere gitmek üzere yola çıktığını haber alan Zühlî, o bölgenin yani Horasan’ın genel valisi olan kendi kabilesinden Hâlid b. Ahmed ez-Zühlî’ye mektup yazarak Buharî’yi karalamıştır. Tarihte idareciler kendi güçlerine alternatif oluşturan ve halk üzerinde nüfuz sahibi olan kişilerden her zaman rahatsız olmuşlardır. Çünkü siyaset iktidarı paylaşmaktan hoşlanmaz. İdareciler halk üzerinde etkisi güçlü olan ilim adamlarının bu gücünden rahatsız olduklarında genellikle bunlara doğrudan cephe almak yerine dolaylı yöntemlerle etkisiz hale getirmeye çalışırlar. İşte mihne olayında da bu faktörün önemli etkisi olmuştur. Horasan Valisi Zühlî de Buhârî’nin devlet adamlarına mesafeli durduğunu, onların ayaklarına gitmeyi ilmin onuruna ve vakarına aykırı gördüğünü bildiğinden onu bu duyarlı noktasından vurmak istemiş ve sarayına gelerek kendisine hadis okutmasını istemiştir. Buhârî’nin bu isteği reddetmesi üzerine onun ehl-i sünnete aykırı görüşler savunduğu gerekçesiyle ülkesini terk etmesini istemiştir. Buharî Semerkant’a gitmek üzere yola çıkmış, Hartenk denilen kasabada bu olayların verdiği üzüntüdsn dolayı hastalanıp vefat etmiştir. (Hadis Tarihi ve Usulü)
  • Kalp, manevî hasletlerin kaynaklandığı bir merkezdir. Kalp aklın rehberliğinde hareket ederse akıl-duygu dengesi kurulur ve mükemmel bir insan tipi ortaya çıkar. Kalp, nefsin ayartrmalarına kanarsa akıl-duygu çatışması yaşanır ki, insanın bedbahtlığına yol açar. Bir hususu hatırlatmak gerekir: Kalp bu kadar önemliyse o zaman ibadete gerek yoktur. “Kalbin temiz” ise diğer ibadetler, Allah’ın diğer emrleri teferruattan ibarettir! Bu anlayış, şeytanın bir ayartmasıdır. Kalbim temiz söylemi sadece yalan söylememek, aldatmamak gibi ahlakî eylemleri içermektedir. Elbette bunlar çok önemlidir. Ama dinimizin emirleri bunlardan ibaret değildir. Kalbin temiz olması, yani hadiste belirtildiği gibi iyi, salah olması için Allah’ın tüm emirlerini yerine getirmesi ve haramlarından kaçınması gerekmektedir. Allah’m emirleri arasında kendi hevasına uyarak ayırım yaparsa bu kalbin iyiliğine değil, kişinin hevasını ilahlaştırmasına yol açar. Bu ise en büyük tehlikedir. (Bilgi Ahlak ve Hikmet Açısından Sünnet)
  • Ayet-Hadis Çelişki İddiası - 1 Kabe Güvenli Yer Değil Mi? Hz.Peygamber şöyle buyurmuştur: "Kabe'yi Habeşlilerden cılız bacaklı birisi tahrip edecektir."(Buhari, Hacc, 47) İbn Hacer ve Aynî, "Bu hadis, 'Çevrenizdeki insanlar tutulup öldürülüyorken Mekke'yi haram ve güvenli yer kıldığımızı hiç görmüyorlar mı?'(Ankebut 67) ayetiyle çelişir" şeklindeki iddiaya şöyle cevap vermişlerdir: "Ayetteki ifade, bu haram ve güvenililiğin her zaman devam edeceğine delalet etmez. Bilakis ayetin tasdik ettiği şey, o vakit olmuştur. Başka bir zamanda bu mananın ortadan kalkmadı, buna muarız değildir." (Kur'an'a Aykırı Görülen Hadisler)
  • Cürcanî’nin belirttiğine göre nübüvvetten sonra peygamberlerin hataen büyük günah ve kasten küçük günah işleyebileceğini düşünenler vardır. Bunlar hem bazı ayetleri hem de hadisleri ileri sürerek fikirlerine delil getirmişlerdir. Cürcanî, bunları tek tek ele almış ve incelemiştir. Ancak bundan önce Cürcanî’ye göre bütün bunların toplu cevabı şöyledir: “Bunlar arasında ahad haber olarak nakledilenlerin reddedilmesi gerekir. Çünkü ravilere hata nispet etmek peygamberlere masiyet nispet etmekten daha hafiftir. Tevatür yoluyla sabit olan kıssalara gelince masumlukla ilgili deliller nedeniyle bunları zahiri anlamları dışında yorumlamak mümkündür. Yorumlamak zorunda kalırsak şöyle deriz: Bunlar ya peygamberlikten önce gerçekleşmiştir. Ya evla Olanın terki kabilindendir. Yahut peygamberlerden hataen sadır olan küçük günahlar grubundandır. Bunların evla olanın terki kabilinden veya yanlışlıkla yapılan küçük günah oluşu, “Allah senin geçmiş günahlarını affetti” vb. âyetlerde günah olarak adlandırılmasıyla, onlardan istiğfar edilmesiyle Hz, Adem (a.s.) kıssasında olduğu gibi bunların zulum olduğunu itiraf etmesiyle çelişmez. Çünkü belki de zikredilen bu adlandırma, istiğfar ve itiraf, onlar tarafından yapıldığında veya onlar nezdinde büyük görülmesinden dolayıdır. Nitekim ebrârın iyilikleri, mukarrebünun kötülükleridir. Bundan dolayı peygamberlerin evla olanı terki ve aynı şekilde yanlışlıkla küçük günah işlemeleri, günah olarak adlandırılır, onlar bundan istiğfar ederler ve bunun zulüm olduğunu itiraf ederler. Yahut bunun sebebi onların bununla. nefislerini ezmeyi ve kırmayı amaçlamış olmasıdır. Şöyle ki onların nefisleri, Rableri onları bağışlasın diye istiğfara ve yalvarıp yakarma yoluyla itirafa ihtiyaç duyulan bir günah işlemiştir.” Cürcanî, bunun ardından peygamberlerle ilgili kıssalara Atek tek cevap verir: (Modern Dünyada Müslümanca Düşünmek 1)

Yorum Yaz