diorex
sampiyon

Hars ve Medeniyet - Ziya Gökalp Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Hars ve Medeniyet kimin eseri? Hars ve Medeniyet kitabının yazarı kimdir? Hars ve Medeniyet konusu ve anafikri nedir? Hars ve Medeniyet kitabı ne anlatıyor? Hars ve Medeniyet kitabının yazarı Ziya Gökalp kimdir? İşte Hars ve Medeniyet kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 13.02.2022 10:00
Hars ve Medeniyet - Ziya Gökalp Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Ziya Gökalp

Yayın Evi: Bilgeoğuz Yayınları

İSBN: 9786054369447

Sayfa Sayısı: 104

Hars ve Medeniyet Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

İnsan toplumlarının bütün fertlerini birbirine bağlayan, yani kişiler arasındaki uyumu sağlayan kurumlar "hars (kültür) kurumları"dır. Bu kurumların tamamı o cemiyetin "hars"ını (kültür) oluşturur.

Bir cemiyetin üst tabakasını başka cemiyetlerin üst tabakalarına bağlayan kurumlar ise "medinî kurumlar"dır. Aynı türden olan bu gibi kurumların tamamı "medeniyet" (uygarlık) adını verdiğimiz bütünü oluşturur.

(Kitap'tan sf.11)

Hars ve Medeniyet Alıntıları - Sözleri

  • Divan şiirindeki aşklar Acem anlayışında ve etkisindeyken, aşık hikayelerindeki halk masalarıyla türkülerindeki samimi aşklar daima erkekle kadın arasında idi ve genellikle evlilikte sonuçlandırdı.
  • Sosyolojiye göre kültürleri ve dinleri ayrı olan çeşitli toplumlar arasındaki ortak kurumların tamamına " medeniyet " adını vermemiz uygun olur.
  • Cemiyet, fertler arasındaki ortak değer duyguları ve ortak kavramları bulunan bir insan topluluğudur.
  • Bir milletin güzellik, ahlak, felsefe ile ilgili zevkleri kendine özgüdür. Bunları asla dışarıdan alamaz.
  • Töre Türklerin milli kültürlerinden başka bir şey değildir.
  • Biz Türkler, çağımız medeniyetinin akıl ve bilimiyle donanmış olduğumuz halde, bir "Türk-İslam kültürü" yaratmaya çalışmalıyız.
  • İnsanlar özde tembeldir. Nefsinin zevklerine kapılıştır. İnsanların hayatlarını ilmi incelemelere ayırmaya ve çalışmaya vermeleri için hırslı bir inanç ve mefkûre lazımdır.
  • ESER HAKKINDA «Hars ve Medeniyet» Ziya Gökalp'in, kültür ve uygar- lık konularına ışık tutan en önemli makalelerinin yer aldı­ ğı değerli bir eserdir. Türk Milliyetçiliğini bir sistem haline getirerek Türkçülerin gönlünde ebedî bir taht kuran Gö- kalp, bugün dahi toplumumuz için güncel olan bir çok ko- nuya 70-80 yıl önce yazdığı bu makalelerle temas etmişti. Meselâ biz bugün devlet ve millet olarak Avrupa Birli­ ğine tam üye olarak girme hayalleri yaşıyor ve bunun dip- lomatik savaşını veriyoruz. Çağdaşlaşmanın ne demek ol- duğunu anlatan, medenîlikle medeniyetin başka başka şeyler olduğunu hatırlatan Gökalp, bir Asya Devleti olan Japonya Avrupalı sayıldığı halde bizim Asya'lı kabul edili­ şimiz gerçeğini vurguluyor. Bu arada batı medeniyeti da- iresine katılmanın fayda ve zararlarını gösterdikten sonra bu konularda bazı tavsiyelerde bulunuyor. Bu tavsiyeler- den bugünün devlet adamlarının da öğrenecekleri çok şeyler vardır. Bir başka konu.. Toplumsal barışı sabote etmek üze- re son zamanlarda kışkırtılan mezhep farklılığı meselesi.. Yani sünnî vatandaşlarımızla alevi vatandaşlarımızın ara- larını açma tahrikçiliği. Ziya Gökalp Hars ve Medeniyet makalesinde, bizde aleviliğin ortaya çıkışının, ezilmişlik karşısında Türkmenlerin aleviliği nasıl benimsediklerine açıklık kazandırıyor.
  • HARS İLE MEDENİYET İN İLİŞKİSİ Hars, cemiyetlerin özdeki gelişmelerinden, medeni- yet ise çeşitli harsların birleşmesinden meydana gelir. İlk cemiyetler, birbirleriyle ilişkiye girmekten çekinir- lerdi. Her cemiyet dinini, kendine özgü bir üstünlük sim- gesi sayar, dininin inanç ve âyinlerini gizler, başkalarının bu dine girmelerine izin vermezdi. O dönemde hars, din- den ibaretti. İlkel toplumlarda medeniyet belirtisi olarak ise yalnız «sihir»i görürüz. Çünkü sihir, din gibi belirli bir cemiyete özgü değildi. Bir sihirbaza, kendi cemiyetinden olmayan kişiler de baş vurarak sihir yaptırabilirlerdi. Bu dönemde, her din, millî olduğu halde, sihir milletlerarası idi. Bundan başka, din aslında samimi ve çıkar karşılığı olmayan bir şey olduğu halde, sihir çıkar için yapılırdı. Bundan dola- yıdır ki harsı meydana getiren bütün ülkücü unsurlar dinden, medeniyeti meydana getiren bütün teknik unsur- lar da sihirden çıkıp yayılmış gibidir. Meselâ metafizik, ah- lâk, hukuk ve estetik dinden türediği halde, yıldız ilmi, kimya, şamanlık sihirden doğmuştur. Bundan sonra; yıl- dız ilminden astronomi, simyadan da kimya ilimleri doğ­ duğu gibi, şamanlıktan ta tıp bilimi ortaya çıkmıştır. O halde «maddî ilimler sihirden, manevî ilimler de dinden doğ­ muştur» diyebiliriz.
  • MEDENÎ UYANIŞ, HARSI (KÜLTÜREL) UYANIŞ H e r milletin hayatında medeniyet ve hars diye iki unsur vardır. Milletlerin karşılaştırmalı tarihi bize gösteri- yor ki, bu iki unsur arasındaki münasebetleri gözler önü­ ne serecek bazı kanunlar bulunmaktadır. Önce: Bir mil- lette hars bulunuyorsa, kültürel bir akım, kültürel bir sı­ caklık varsa, onun sonucu olarak medeniyet de gelişmeye başlar. Yani medeniyet, harsdan sonra olabiliyor. Meselâ: İs- lâmiyet başlangıçta dinî bir coşku, bir İlahî heyecan ola- rak doğmuş, yeni bir hars şeklinde bulunmuş olduğu hal- de, sonra görüyoruz ki bir medeniyet meydana getirmiştir. Dinin verdiği yüksek heyecanla, dinin niteliğini inceleme- ye koyuldular. Yani önce tıp ilmi, matematik doğdu. Abba- sîler döneminde görüyoruz ki Yunan ilimlerine baş vurul- du. Eğer İslâmiyet ortaya çıkmasaydı, batı medeniyeti meydana gelemezdi. Bunun sebebi de çok açıktır: Çünkü insanlar özde tembeldir. Nefsinin zevklerine kapılmıştır. İnsanların hayatlarını bilimsel incelemelere ayırmaya ve çalışmaya vermeleri için hırslı bir inanç ve mefkûre lâzım- dır. Bir insanın kalbinde aşk ve yüksek heyecan bulun- mazsa, hayatını zorluklara göğüs germeye terk etmez. Tembellikten vaz geçemez. Rahat yaşamak ister.
  • Eğer ırkların katışması sonucu ruhların içinde bulunduğu bünyelerde bir sallantı meydana gelseydi, büyük şehirlerin medeniyet için de uygun olmaması gerekirdi. Oysa tam tersine, kavimlerin sıkı bir şekilde birbirlerine karıştıkları büyük şehirlerde, medeniyet büyük bir geliş­ me düzeyine ulaşmıştır. Bu gibi çevrelerde yalnız harsın bozulmaya uğraması gösterir ki, ortaya çıkan boşluk, harsların çarpışmasından ileri gelmiştir. Bu ifadelerden de anlaşılıyor ki, Le Bon'un «tarihî ırk» adını verdiği topluluk- ları ırk kabul etmek doğru değildir. Ortak bir harsa sahip olan bu topluluklara kavim (ethnic) adı verilmelidir. Özetle her cemiyetin, onu diğer cemiyetlerden ayıran bir karakteri, kendine özgü bir şahsiyeti vardır. Fakat bu kavimsel karakter; bu millî şahsiyet, kalıtım ve ırkın bir neticesi değil, halk arasında kuvvetli bir şekilde yaşayan, seçkinlerin ise haberdar olmadığı yaygın kurumların, söz- lü geleneklerin, şuursuz oluşmuş mefkûrelerin bütünü olan millî harstan kaynağını almaktadır. Bir milletin seçkinleri düşünce alanındaki terbiyeleri- ni başka milletlerden alabilirler. Fakat milletin duygusal terbiyesi, o milleti meydana getiren fertlerin bu millî hars- la dolu olması demektir. Bir millette karakterli, iradeli, azimkâr şahsiyetlerin yetişmesi, fertlerinin millî harsa göre terbiye edilmesinin neticesidir. Bir millette fertlerin mutlu olması, ancak harsî bir terbiye almalarıyla mümkün olabilir. Çünkü, kültü­ rel kurumlar bir millete ait şuursuz oluşan olaylardır ve insan psikolojisinde olduğu gibi sosyolojide de ruhun te- meli şuursuz hâdiselerdir. Şuurlu psikoloji, şuursuz psi- kolojiye üstün olduğu zamanlarda insana iyi bir rehber olabilir. Tersi olursa şuurlu psikoloji, insanı iradesiz, ka- rarsız ve kötümser yapar.
  • Her insan bir dünyadır.

Hars ve Medeniyet İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Ziya Gökalp / Hars ve Medeniyet. Ülkemizde kültür ve medeniyet kavramları çok karıştırılmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti devletimizin, kurucu felsefesinin mimarı olan, Ziya Gökalp sosyoloji alanında yapmış olduğu pek çok hizmetin yanı sıra, bu alanda da önemli fikirler ortaya koymuştur. Fransızca kültür kelimesinin yerine Türkçe hars kelimesinin uygun olduğunu, ifade eden Gökalp, sosyolojik anlamda değerlendirme yaparken; insan toplumlarının bütün fertlerini birbirine bağlayan, yani kişiler arasındaki uyumu sağlayan kurumlar "hars (kültür) kurumları"dır. Bu kurumların tamamı o cemiyetin harsını ( kültür) oluşturur. Bir cemiyetin üst tabakasını başkadem niyetlerin üst tabakalarına bağlayan kurumlar ise medeni kurumlardır. Aynı türden olan bu gibi kurumların tamamı " " medeniyet" ( uygarlık) adını verdiğimiz bütünü oluşturur, demektedir. Kitap, yayınevinin Ziya Gökalp ve eserleri hakkında yazdıklarından başka 13 makaleden meydana gelmektedir. Makalelerden biri, Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak kitabından, ikisi Türkçülüğün Esasları kitabından, ikisi Halka Doğru dergisinden, diğerleri de 1918 yılında yayınlanan Yeni Mecmua'dan alınmıştır. Hars ( kültür) ve medeniyet kavramları üzerinde çalışmak isteyenlerin mutlaka okunması gereken bir kitaptır. #Kitapşuuruinsanlıkşuurudur. (Mustafa Parlatan)

Türkler, eskiden Çin medeniyetine girmişlerdi. Çin medeniyetinden kurtulup İslamiyetin kabulüyle Arap ve İran medeniyetine girmişler.Şimdi de İran medeniyetinden kurtularak Avrupa medeniyetine giriyorlardı. Avrupa medeniyeti eşsiz güzellikler ve ahlaki zevkler yönünden üzerimizde olumlu etkileri olacaktır. Bu etkiler eski medeniyetten gelen zevkleri yıktığı ölçüde faydalıdır. Yıktığı zevklerin yerine kendisi geçtiği zaman zararlıdır. Kültür, bir milletin din, ahlak, hukuk, akıl, estetik, dil, ekonomi, ve teknikle yaşayanların uyumlu bir bütünüdür. Medeniyet ise, aynı gelişmişlik düzeyinde bulunan birçok milletlerin toplumsal hayatlarının ortak bir bütünüdür Türk’te, kendini beğenmişlik ve övünme yoktur. Büyük kahramanlık ve fedakarlıklar yaptığı zaman üstün bir iş yapmış gibi görünmez. Osmanlı ise övünmeyi ve övülmeyi severdi. Osmanlı imparatorluğu genişledikçe, yüzlerce milleti içine aldıkça, yönetenlerle yönetilenler arasında iki ayrı sınıf oluştu. Ayrıca gerçek Türklerle arasında kültür farkı oluştu. Türklerin eski dinlerinde, Türkler, çok güçlü bir imana sahip oldukları halde, yobazlık ve aşırı duygulardan uzak kaldılar. Türkler yaratanı sadece severlerdi. Allahı yalnız “Cemal” (güzellik) sıfatıyla gördükleri için Türkler onu sadece severlerdi. Allah’a karşı korku duymazlardı. Türk Barış severliğinin kurucusu “Mete” dir. Türk’ün görevi bir yandan yalnız halkın arasında kalmış olan Türk kültürünü arayıp bulmak; diğer yandan batının bilimsel tekniklerini yaşam kalitesini yani medeniyetini kendi kültürüne aşılamaktır. Batının medeniyetini alacağız ama kültürümüzün hakimiyeti altında olacak eğer bir toplum aşırı medeniyeleşiyor kültür geri kalırsa toplum ahlakı bozulur. Huzursuzluğa neden olur. O yüzden hakim olan kültürümüz olacak kültürü yüksek olan toplumlar. Medeniyeti yüksek ama kültürü güçsüz olan toplumları tarihte hep alt etmiştir. Medeniyeti yüksek ve kültürü sağlam olan toplumlar her zaman güçlü olmuşlardır. Örneğin Japonya Uzakdoğu’da olmasına rağmen Avrupa medeniyetinin bilim ve tekniğine çok çabuk uyum sağlayarak medeni bir toplum oldu ve kendi kültüründen hiç birşey kaybetmeyerek toplumun huzuru yerinde ve refah seviyesi yüksektir. Dinlerini ve milliyetlerini korumuşlardır. Avrupa’nın büyük şehirlerinde toplumsal yoğunluğun artması, sosyal iş bölümünü gerektirdi. Uzmanlıklar ve uzmanlar meydana geldi. Uzmanlıkla birlikte, insanlarda kişilik oluştu. Ruhların gerçek yapısı değişti. Mantıkça eski insanlara benzemeyen yeni insanlar doğdu. Eski çerçeveler yıkıldı. Serbest kalan yeni hayat, yaratıcı gücünü her yana yönelterek her alanda ilerleme sağladı. Özellikle büyük sanayiyi oluşturarak, çağdaş medeniyetin çehresini ortaya çıkardı. (Murat yanar)

Gökalp'ın çeşitli dergilerde yayınlanmış hars ve medeniyet hakkında makalelerinden oluşmakta. Zamanının entellektüellerinden olan yazar ayrıca Sosyoloji hocası olmasının verdiği bilgi birikimi ile konuyu detaylı incelemiş. Ayrıca kitapta tespit ve önerileri bulunmakta. Bence her Türk Aydın'ının okuması gerek. (Muhammet Çelik)

Kitabın Yazarı Ziya Gökalp Kimdir?

Mehmet Ziya Gökalp, yapıtları ve görüşleriyle Türkçülüğü ve Türk milliyetçiliğini önemli ölçüde etkileyen Türk toplumbilimci, yazar, şair ve siyasetçidir. Meclis-i Mebusanda ve Türkiye Büyük Millet Meclisinde milletvekilliği yapmıştır. "Türk millîyetçiliğinin babası" olarak da anılır.rnrnZiya Gökalp 23 Mart 1876da, yerel bir gazetede çalışan memur Çermikli Tevfik Beyin oğlu olarak Diyarbakır Çermikte dünyaya geldi. Annesi Zeliha Hanım’dır. 16. yüzyıla kadar Araplar ve Farslar egemenliğinde olan Diyabakır sonradan Türk, Kürt ve Ermeni toplulukların millî çekişmeleri ile şekillenmiştir. Bu kültürel ortamın onun millî benliğine etki ettiği öne sürülmüştür. Sonraları, siyasi düşmanları onun Kürt kökenli olduğunu öne sürdüğünde, Gökalp, babası tarafından Türk ırkına sahip olduğundan emin olduğunu ama aslında bunun önemsiz olduğunu belirtmiştir. "Sosyolojik çalışmalarımdan öğrendim ki milliyet, eğitime dayalıdır". Bazı tarihçiler buna rağmen onu Kürt asıllı olarak tanımlamışlardır.rnrnEğitimine doğduğu yer olan Diyarbarkır’da başladı. 1886’da Mektebi Rüştiye-i Askeriyye’ye (Askeri Lise) girdi; özgürlük düşüncesini ilk defa bu okuldaki hocası Kolağası (Önyüzbaşı) İsmail Hakkı Bey aşıladı. Askeri rüştiyenin son sınıfında iken babasını kaybetti.1890’da amcası Müderris Hacı Hasip Bey’den geleneksel İslam ilimleri ile ilgili ders almaya başladı. Öğrenimine İstanbul’da devam etmek istediyse de bu imkânı bulamayınca 1891’de Diyarbakır’da İdadi Mülkiye’nin(Sivil Lise) ikinci sınıfına kaydoldu. Son sınıfta öğrenci iken “Padişahım Çok Yaşa” yerine “Milletim Çok Yaşa” diye bağırması, hakkında soruşturma açılmasına yol açtı. O sırada okul süresinin beş yıldan yedi yıla çıkması üzerine 1894’te okuldan ayrıldı.rnrnLiseden ayrıldıktan sonra amcasından Arapça ve Farsça dersleri aldı. Tasavvufla ilgilendi. Fransızca öğrenmeye başladı. Diyarbakır’daki kolera salgını nedeniyle bu şehirde görevlendirilen Doktor Abdullah Cevdet Bey ile tanıştı, fikirlerinden etkilendi. Ekonomik sıkıntılar yüzünden öğrenimine devam etmek için İstanbul’a gidememesi, ailesinin evlenmesi için baskı yapması gibi nedenler 18 yaşındaki Mehmet Ziya’yı intihara sürükledi. İntihar girişiminin sebebi olarak idadideki hocası Dr. Yorgi Efendi’den aldığı felsefe eğitimi ve ailesinin verdiği dini eğitim arasında yaşadığı çatışma da gösterilmektedir. Kafasına sıktığı kurşun, güç koşullar altında yapılan morfinsiz bir ameliyatla çıkarıldı. Ameliyatı gerçekleştiren Dr. Abdullah Cevdet Bey ve Diyarbakır’da bulunan genç bir Rus operatördü. İntihar girişiminden sonra kendisini tekrar okumaya verdi. Özgürlüğe düşman olanlara çatan pek çok şiir yazdı.rnrn1896da , Erzincan Askeri Lisesi’nde öğrenci olan kardeşi Nihat sayesinde Harp Okulu öğrencileri ile birlikte İstanbula giden Gökalp, ücretsiz olduğu için Baytar Mektebine kaydını yaptırdı. Buradaki öğrenimi sırasında ülkedeki özgürlük hareketine katılmış insanlarla tanışmak için gayret gösterdi; İbrahim Temo ve İshak Sükûti ile görüştü. Jön Türkler’den etkilendi. İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne katıldı. “Yasak yayınları okumak ve muhalif derneklere üye olmak” nedeniyle 1898’de tutuklandı. Bir yıl cezaevinde kaldı.rnrnSerbest bırakıldıktan sonra 1900de Diyarbakır’a sürgüne gönderildi. Yüksek öğrenimini tamamlayamayan Mehmet Ziya’nın Diyarbakır’daki amcası ölmüş ve kızı Vecihe ile evlenmesini vasiyet etmişti. Amcasının vasiyetini yerine getirmiş ve Vecihe Hanım ile evliliğinden bir oğlu (Sedat), 3 kızı (Seniha, Hürriyet, Türkan) olmuştur.rnrn1908e kadar Diyarbakırda küçük memuriyetler yaptı. Eşinin mal varlığıyla rahat bir yaşam sürdürürken el altından hürriyet çalışmalarını yürüttü. O dönemde bölgenin güvenliği için kurulan ve başında Kürt asıllı İbrahim Paşanın bulunduğu Hamidiye Alayları hırsızlık ve soygun olaylarına karışınca halkı örgütleyerek eyleme yöneltti. 3 gün boyunca Diyarbakır Telgrafhanesini işgal ederek buradan saraya İbrahim Paşa ve adamlarını cezalandırmaları için telgraflar çekmeye başladı.rnrnDoğu ile Batı arasında ki kilit bağlantı noktalarından olan Diyarbakır Telgrafhanesinin işgali işin içine Batılı devletlerinde karışmasına neden oldu. Onlarında saraya yaptığı baskı neticesinde bölgeye bir araştırma heyeti gönderildi. Fakat bir süre için sinen İbrahim Paşa ve adamları daha sonra aynı kanunsuzluklara yeniden başlayınca Ziya Gökalp ve arkadaşlarının önderliğindeki halk bu sefer 11 gün süre ile telgrafhaneyi yeniden işgal ettiler. Bu direnişin sonunda İbrahim Paşa ve adamları bölgeden uzaklaştırılmıştır.rnrn1904- 1908 arasında Diyarbakır Gazetesi’nde şiir ve yazılarını yayımladı. İbrahim Paşa’nın halka yaptığı zulümleri "Şaki İbrahim Destanı" adlı yapıtında anlattı.rnrnII. Meşrutiyetten sonrarnrnII. Meşrutiyet’ten sonra İttihat ve Terakkinin Diyarbakır şubesini kurdu ve temsilcisi oldu. "Peyman" gazetesini çıkardı.rnrnMehmet Ziya, 1909da Selanikte toplanan İttihat ve Terakki Kongresine Diyarbakır delegesi olarak katıldı ve örgütün Selanik’teki merkez yönetim kuruluna üye seçildi. Selanik’te kalmayı sürdürerek çevresinde bir kültür hareketi yaratmaya çalıştı. Lise programlarına sosyal bilimler dersi koydurtarak bu disiplinin okullarımıza girmesini sağladı. İttihat ve Terakki Selanik Şubesi’ni gençlik işleri ile uğraşan kolunun başına geçen Ziya Bey, çevresindeki gençlere toplumbilim ve felsefe dersleri verdi. Tevfik Sedat, Demirtaş, Gökalp gibi takma adlarla Selanik’te yayımlanan felsefe dergisinde yazılar yazdı. Dünyadaki Türkleri birleştiren, güçlü bir Türk devleti kurulmasını tasarlayan Ziya Bey, bu ülküyü dile getirdiği Altun Destanı’nı 1911’de Genç Kalemler Dergisi’nde yayımladı.rnrn1912de Derneğin merkezi İstanbul’a taşınınca, Ziya Gökalp de İstanbul’a geldi, Cerrahpaşa semtine yerleşti. Mart ayında Ergani/Maden (Diyar-ı Bekir) mebusu olarak Meclis-i Mebusana seçildi. Meclis dört ay sonra kapatılınca Edebiyat Fakültesi’nde öğretim görevlisi oldu. Kurumda onun eğitimle ilgili görüşleri kabul gördü; Darülfünun ve Eğitim Fakültesi’nde ders programları, okutulacak kitaplar onun önerileri doğrultusunda kararlaştırıldı. 1913 ve 1914 yıllarında kendisine önerilen Maarif Nazırlığı (Milli Eğitim Bakanlığı) görevini kabul etmedi, üniversitedeki görevini sürdürdü. 1915’te İstanbul Üniversitesi’nin Felsefe bölümünde İctiamiyyat müderrisi (Sosyoloji Hocası) olarak atandı. İstanbul Üniversitesi’ndeki ilk sosyoloji profesörü idi, üniversitelerimize toplumbilim onun sayesinde girdi.rnrnDüşüncelerini Türkçülük etrafında şekillendiren Mehmet Ziya Bey, İstanbul’a gelir gelmez Türk Ocağının kurucuları arasında yer almıştı. Derneğin yayın organı "Türk Yurdu" başta olmak üzere Halka Doğru, İslam Mecmuası, Milli Tetebbular Mecmuası, İktisadiyat Mecmuası, İçtimaiyat Mecmuası, Yeni Mecmuada yazılar yazdı. Balkan Savaşı öncesinden I. Dünya Savaşı başlarına kadar Türk Yurdu dergisinin yönetim kurulunda kaldı, derginin her sayısın bir şiir bir de yazı verdi. Türkleşmek-İslamlaşmak-Muasırlaşmak başlıklı yazı dizisinde önemli konular yer verdi. Sonraki yıllarda Yeni Mecmua’yı çıkardı.rnrnZiya Gökalp, bir yandan da eser vermeyi sürdürüyordu. 1914’te "Kızıl Elma"; 1918’de ise Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak" adlı eseri ile "Yeni Hayat" isimli şiir kitabını yayımladı.rnSon yıllarırnrnI. Dünya Savaşında Osmanlı Devletinin yenilmesinden sonra tüm görevlerinden alındı. 1919da üniversite içinde İngilizler tarafından tutuklandı; dört ay Bekirağa Bölüğü’nde tutuklu kaldıktan sonra Ermeni soykırımı iddiaları ile ilgili işgal mahkemesi tarafından yargılandı. Mahkeme sürecinde soykırım iddialarını kesinlikle reddetmiş ve Mukatele(karşılıklı öldürme) tezini savunmuştur. Yargılama sonucu diğer İttihatçılarla birlikte Malta’ya sürgüne gönderilen Ziya Gökalp, orada arkadaşlarına toplumbilim ve felsefe dersleri verdi. Malta sürgünlüğü dönemde ailesiyle yaptığı mektuplaşmalar daha sonra Limni ve Malta Mektupları adıyla kitaplaştırılmıştır; sözkonusu kitap Malta sürgünlerinin orada geçirdikleri hayat şartlarıyla ilgili elimizdeki tek eserdir.rnrnZiya Gökalp, 2 yıllık sürgün döneminden sonra İstanbul’a döndüğünde üniversitede ders vermeye devam etmek istediyse de bu isteği kabul edilmedi. Bir ay kadar Ankara’da yaşadıktan sonra ailesiyle Diyarbakıra gitti, Ahmet Ağaoğlu’nun desteğiyle Küçük Mecmuayı çıkardı, yazılarıyla Kurtuluş Savaşı’nı destekledi.rnrn1923te Maarif Vekaleti Telif ve Tercüme Heyeti Başkanlığına atandı, Ankaraya gitti. Aynı yıl Türkçülüğün Esasları isimli ünlü esrini yayımladı. Ağustos’ta İkinci Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisine Atatürk tarafından Diyarbakır mebusu olarak seçildi. Ankara’ya yerleşen Ziya Gökalp, kültürel ve düşünsel çalışmalarına hiç ara vermdi;e dünya klasiklerinin dilimize çevrilip yayımlanması ile uğraştı. 1924te kısa süren bir hastalığın ardından dinlenmek için gittiği İstanbulda 25 Eylül 1924 günü hayatını kaybetti. Sultanahmet’teki II. Mahmut Türbesi haziresine defnedildi.rnGörüşlerirnrnOsmanlı Devletinin parçalanma sürecinde yeni bir ulusal kimlik arayışına girdi. Düşüncesinin temelinde, Türk toplumunun kendine özgü ahlaki ve kültürel değerleriyle, Batıdan aldığı bazı değerleri kaynaştırarak bir senteze ulaşma çabası yatıyordu. "Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak" diye özetlediği bu yaklaşımın kültürel öğesi Türkçülük, ahlaki öğesi de İslamdı. Uluslararası kültürün yapıcı öğesinin ulusal kültürler olduğunu savundu. Saray edebiyatının karşısına halk edebiyatını koydu. Batının teknolojik ve bilimsel gelişmesini sağlayan pozitif bilim anlayışını benimsedi. Dini, toplumsal birliğin sağlanmasında yardımcı bir öğe olarak değerlendirdi.rnrnToplumsal modeli, Emile Durkheimin teorik temellerini kurduğu "dayanışmacılık" temel

Ziya Gökalp Kitapları - Eserleri

  • Türkçülüğün Esasları
  • Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak
  • Kızılelma
  • Altın Işık
  • Türk Töresi
  • Türk Medeniyeti Tarihi

  • Yeni Hayat
  • Türk Ahlakı
  • Hars ve Medeniyet
  • Çınaraltı Yazıları
  • Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler
  • Türk Terbiyesi
  • Milli Tetebbular

  • Ala Geyik
  • Yeni Hayat Doğru Yol
  • Makaleler 9
  • Eserlerinden Seçmeler
  • Türk Devletinin Tekamülü
  • Yeni Mecmua Yazıları
  • Yeni Türkiye'nin Hedefleri

  • Bütün Eserleri - Kitaplar 1
  • Tüm Masallar
  • Son Şiirler
  • Makaleler -4
  • İslam Mecmuası ve Muallim Mecmuası Yazıları
  • Hürriyet'e Mektuplar
  • Genç Kalemler ve Türk Yurdu Yazıları

  • Malta Konferansları
  • Makaleler -1
  • Fırka Nedir?
  • Felsefe Dersleri
  • Küçük Mecmua Yazıları
  • Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri
  • Şaki İbrahim Destanı

  • Kuğular
  • Makaleler -3
  • Makaleler -2

Ziya Gökalp Alıntıları - Sözleri

  • Çinliler, çiftçi bir millet oldukları halde; Türkler, çoban bir kavim idiler. Çinlilerde cinsi bir taksîm-i a'mal vukua geldiği halde, Türklerde bilakis her iş, ancak erkekle kadının iştirakiyle tamam olabilirdi. Türklerde kadın, tabu değildi. Dahilden izdivaç, bunun delilidir. (Türk Töresi)
  • Mutlu olmak , duygulu ve neşeli bir hayat yaşamak demektir. (Hürriyet'e Mektuplar)
  • Her yanımda bir uçurum, Sırat'ındır benim yolum, Tut elimden düşüyorum Sırat sensin yüce Tanrı! (Yeni Hayat Doğru Yol)
  • Bir memleketin iyi idare edilebilmesini sağlayacak yasalar, ancak orada yaşayan toplulukların sosyolojik biçimlenmelerinden kaynaklanarak düzenlenebilir. (Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler)
  • "Ya o halde, bu umumi Türk Milleti'nin vatanı neresidir? Buna cevaben deriz ki: Vatan ne Türkiye'dir Türk için ne Türkistan; Vatan büyük ve müebbet bir ülkedir: Turan!..." (Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak)
  • "Mâli, iktisadi, idari istiklalimizi behemehal temin etmek şartıyla sulhun iadesine çalışmaktır. Bu şeraiti temin etmeyen sulh muahedesi kabul olunamaz." (Yeni Türkiye'nin Hedefleri)

  • İnsanlar özde tembeldir. Nefsinin zevklerine kapılıştır. İnsanların hayatlarını ilmi incelemelere ayırmaya ve çalışmaya vermeleri için hırslı bir inanç ve mefkûre lazımdır. (Hars ve Medeniyet)
  • Doğu Türklerince 9 sayısı kutsal olduğundan, ödüller ve cezalar bu sayıdan yahut bunun katlarından yapılırdı. (Türk Medeniyeti Tarihi)
  • Fırsat, kanatlı bir kuş gibidir, hemen elden kaçabilir ! (Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri)
  • Biz Türkler sulh çağlarında, Uslu arı kovanıyız. Harbin kanlı dağlarında, Yırtıcı av doğanıyız. (Yeni Hayat Doğru Yol)
  • Gam çekmeyen olur mu hiç sevince şayan. (Altın Işık)
  • Mustafa Kemal Atatürk şöyle der: " Etimin ve kemiğimin babası Ali Rıza Efendi ise, heyecanlarımın babası Namık Kemal, fikrimin babası Ziya Gökalp' tır. " (Türk Terbiyesi)
  • Bir çocuk, hangi kitapları anlar ve zevk alırsa onu okuyabilir. Anlamadığı, hoşlanmadığı kitapları zorla okutursanız, kitaplardan nefret eder. (Terbiyenin Sosyal ve Kültürel Temelleri)

  • . ''Karacık" dağından, ''Kıpçak" çölünden Gelen atalarım gibi Türk'üm ben. Bana yol gösteren benden olmalı; Olamaz Türk'e baş, Türk'üm demeyen. Osmanlı kalamaz Türk'ü sevmeyen! . (Yeni Hayat Doğru Yol)
  • Diyorlar ,herkesin nasibi varmış, ona rast gelmedim ben bu toprakta. (Altın Işık)
  • Orhun Kitabesi'ne göre Türk Tengrisi ile Yer - Su'dan ibarettir. Türk Tengrisi Sulh Tanrısı demektir. Altay Türkleri buna, Bay Ülgen derler. Oğuz Türkleri, Bayat namını verirler. Oğuzlar, Oğuz Han ismini Oğuz dininin müessisine ıtlak ettikleri gibi il Tanrısı mevkiinde de kullanırlar. Gün, At, Yıldız, Gök, Dağ, Deniz Han'ların Oğuz Han'ın oğulları olması, bu itibarladır. Altay'larda Bay Ülgen'in babası Kara Han olduğu gibi, Oğuzlarda da Oğuz Han'ın babası Kara Han'dır. (Türk Töresi)
  • Filhakika, milletlerin hakları olduğu gibi vazifeleri de vardır. (Fırka Nedir?)
  • Gerek ırklara ve milletlere, gerek kadınlara ve erkeklere ayrı kabiliyetler veren uzvi sebepler değil içtimai sebeplerdir. (Yeni Türkiye'nin Hedefleri)
  • Ben bir Türk'üm, dinim, cinsim uludur. (Türkçülüğün Esasları)
  • Eski Türklerde ise çocuk; vatandaş olmadığı gibi ailesinin müşterek servetinden hissesini yani mirasını almak için de babasının, anasının ölümünü beklemek mecburiyetinde değildi. Onlar henüz hayatta iken mirasını alarak ayrı eve çıkabilirdi. (Türk Devletinin Tekamülü)

Yorum Yaz