Hep O Şarkı - Yakup Kadri Karaosmanoğlu Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Hep O Şarkı kimin eseri? Hep O Şarkı kitabının yazarı kimdir? Hep O Şarkı konusu ve anafikri nedir? Hep O Şarkı kitabı ne anlatıyor? Hep O Şarkı kitabının yazarı Yakup Kadri Karaosmanoğlu kimdir? İşte Hep O Şarkı kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Yayın Evi: İletişim Yayınları
İSBN: 9789754705669
Sayfa Sayısı: 190
Hep O Şarkı Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
“Yüksek zümrelerin son zenginlik günleri”... Yazar toplumu ve toplumsal sorunları gözlüyor; önemsediği “Konak”ın son direnişine tanıklık ediyor. Kent yaşamının konutu, konak. Yazlık köşk, yalı gibi konutlarda daha dingin, daha sessiz bir yaşam sürerken konak olaylara, sorunlara sahne oluyor. Nafi Molla Konağı’na gelin giden Münire’nin dramı.
Yirminci yüzyılın ilk yarısında büyük bir üretkenlikle dergilere yazdığı şiir, öykü, makale ve eleştri türü yazılarla Türk edebiyatı sahnesine adımını atan Yakup Kadri Karaosmanoğlu, romanları, hikayeleri, denemeleri, oyunları ve anılarıyla, en önemli edebiyatçılarımız arasında yer alır. Üslup özellikleri bakımından Yakup Kadri'nin 1910'dan 1974'e dek verdiği eserler Türkçe'nin geçirdiği bütün evreleri yansıtır. Eserlerinin konu ve fikir zenginliği de dil özelliklerinin çeşitliliğinden aşağı kalmaz. Yakup Kadri'nin Fransız edebiyatı etkisinde başlayan yazarlığı, 1920'lerden sonra özgün bir sese kavuşarak siyasi ve sosyolojik konulara, tarihe, dönem çatışmalarına ve birey psikolojisi irdelemelerine yönelir. Fecr-i Ati'den yetişmiş ama bunu izleyen elli yıl boyunca toplumsal koşullar, tarihi süreçler ve bireysel portreleri romanın dokusuna işlemek için roman tekniğiyle de boğuşmuş bir yazar olan Karaosmanoğlu'nun eserleri, hala tüketilmemiş ayrıntılarının tartışılıp incelenmesi gereken zengin bir "panoroma"dır.
Hep O Şarkı Alıntıları - Sözleri
- – Ah, çocuklar gençliğinizin kadrini bilin!
- kırılıp dökülen benim gönlüm
- Ben, şu anda, iki ayrı insanım. Biri her şeye ağlıyor, öbürü her şeye gülüyor.
- “Gönül kırmaktan daima ödüm kopmuştur. Çünkü elimden böyle bir kaza çıktığı vakit asıl kırılıp dökülen benim gönlüm olmuştur.”
- Zaten bu kadar sebat, bu kadar vefa hangi erkekte bulunur?
- Bir tek merakı vardır: Okumak, yazmak...
- Ben şu anda iki ayrı insanım. Biri her şeye ağlıyor, öbürü her şeye gülüyor.
- Gel, demek isterdim ona; gel sevgilim, daha yakına. Kaç zamandır hasretinle yanıp tutuşmaktayım.
- Yegâne kurtuluş çarem sizsiniz.
- Frenkler “Gençlik bilseydi, ihtiyarlık yapabilseydi,” derlermiş. Ne doğru söz. İnsan, yaşla hakikate eriyor ama, onu kullanmak, ona göre yaşamak gücünü kaybettikten sonra...
- Ben, ne zamanın insanıyım?
- Gönül kırmaktan daima ödüm kopmuştur. Çünkü elimden böyle bir kaza çıktığı vakit asıl kırılıp dökülen benim gönlüm olmuştur.
- Ben, şu anda, iki ayrı insanım. Biri her şeye ağlıyor, öbürü her şeye gülüyor...
- Bu yavan, bu çirkin,bu bencileyin dünyada artık ne kaldı ki?
- Gel, demek isterdim ona ; gel sevgilim , daha yakına . Kaç zamandır hasretinle yanıp tutuşmaktayım.
Hep O Şarkı İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Birinden hoşlanmak, sevmek bunlar az çok herkesin başına gelebilecek hislerdir. Size, bazı insanların ömrü boyunca hiç yaşayamadığı bir duyguyu soracağım. Hiç aşık oldunuz mu? Aşkınıza kavuşabilmek için denemediğiniz yol kaldı mı? Yatak döşek hasta oldunuz mu mesela, üzüntüden baygınlık geçirip, çöktünüz mü? İşte, Hep O Şarkı, tüm bunları anlatan ve sanki siz yaşıyormuşsunuz gibi, içinize içinize işleyen bir kitap. İki tarafın da, taa çocukluklarından beri birbirlerinde gönülleri olmasına, tüm ömürleri boyunca birbirlerine kavuşabilmek için çırpınmalarına rağmen, bir türlü kavuşamadıkları bir yaşam... Bunun, yüreğe vereceği ızdırabı yaşadığınızı düşünsenize. Her "kavuştum" dediğiniz anda, elinizden kayıp gittiğini... Cemil Bey'in, Münire'ye duyduğu aşkı anlattığı mektuptan bir parçayı buraya eklemezsem olmaz. (alıntı için: gonderi/138055411) Kitabı bu kadar fazla hissetmeme ve merak etmeme sebep olan şeylerden birisi de; sanıyorum ki, görüp geçirmiş, ellili yaşlara gelmiş bir insanın, geçmiş hayatına dönüp bakmasını ilgi çekici bulmamdan kaynaklanıyor. Kendi kendime sürekli düşünüyorum, "Şu anda yaşadığım hayat, ellili yaşlarıma geldiğimde, düşünüp tebessüm edebileceğim türden mi, yoksa özlem dolu bir iniltiyle ağlayacağım bir hayat mı?" Cevabı ellili yaşlarıma gelmeden bilemeyecek olmak hem huzur verici, hem de uyandırdığı merak sebebiyle üzücü. Bu kitaplar, bana, şu anımın ne kadar kıymetli ve geri dönülmez olduğunu hatırlatıp duruyor. Bu yüzden de hâlâ gençliğimin baharındayken, çimlerin yeşilliğini bizzat bedenimde hissetmeye, gece gökyüzünü sanki beş dakika sonra ölecekmişim gibi büyük bir doygunlukla seyretmeye çalışıyorum. Her şey güzel hoş, peki ya aşk? İşte ben de o duyguyu, bazılarınız gibi, daha yaşamadım. Zannediyorum ki, yakınından bile geçmedim. Ama hissetmeden, bu duygu için çabalamadan yaşlanırsam, gerçekten çok üzülürüm. Aşkın, insanı ağlatsa da, güldürse de, tüm hissettirdikleriyle kattıklarının ve öğrettiklerinin çok fazla olduğuna inanıyorum. Kitabın beni çok fazla etkilemesinin diğer bir sebebi de bu olabilir. (alıntı için: gonderi/138056094) Geçip giden zaman ve geride bıraktığı yaşam, gerçekten de çok garip değil mi? Belki 50 yıl geçti evet ama, bu 50 yıl kimleri yaktı kavurdu? Kimleri sevinçlere boğdu da, kimleri keder çukurundan çıkarmaya müsaade bile ettirmedi de çabaları görmezden gelindi? O çukurdan çıkmak için son gayret elini koyan kimlerin kimlerin elleri ezildi geçildi? O keder çukurundan ne kadar uğraşırsa uğraşsın çıkamayan iki isim de onlar işte, Münire ve Cemil. Kitap boyunca, onlar, tam "kurtulduk, birbirimize kavuştuk" derken, sanki, kader bir köşede kıs kıs gülüp, onları ayırabilmek için yeni yollar çiziyor gibiydi. Bu, okuyucunun canını o kadar sıkıyor ki, artık Münire'yle gülüp, umutlanıp, ağlayıp, umudunuzu kaybetmeye başlıyorsunuz. Cemil Bey'i gördüğü andaki o kalp çarpıntısı, resmen sizin yüreğinizde de hayat buluyor. Onlar korkak, gururlu aşıklar da değillerdi. Birbirlerine kavuşabilmek için birçok şeyi riske bile attılar ama gelin görün ki, yaşamda, bir şey ille de olmayacaksa, insanın karşısına hep sıra sıra engeller çıkar durur. Belki de kavuşsalardı da, "keşke kavuşamasaydık" derlerdi, bunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz ama insan yine de içinde ufak bir buruklukla kitabın kapağını kapatıyor. Kitabı okurken, başından sonuna kadar, daima düşündüğüm bir şey daha vardı. "Kitaptaki tüm karakterler gerçek hayatta da var, olmalı!" Yakup Kadri o kadar güzel ve hissettirerek yazmış ki, çoğu zaman kitabı yazan kişinin gerçekten de Münire olduğunu, böyle bir karakterin gerçekten de yaşadığını ve bir yazar olduğunu düşünüp durdum. Bu kitap, Yakup Kadri'nin yazamayacağı kadar Münire'ye aitti. Nasıl bir kadının hislerini, konuşma şeklini, düşüncelerini, geçmişe bağlılığını bu kadar iyi bir şekilde sezer ve yazabilir? Kitabı okurken aklımın büyük bir bölümünü kaplayan inanç şuydu, "gerçekten de böyle biri yaşadı, yazdı ve gitti." Kitap bitti, ve ben hâlâ düşünüyorum, "acaba gerçekten de kitabı Münire adında birisi yazıp da Yakup Kadri'ye ulaştırmış olabilir mi?" diye. Ama bunun tabii ki de olmayacağını bildiğimden dolayı da olan şey sadece yazara hayranlığımın artmasıyla sınırlı kalıyor. Bu kitap, Yakup Kadri'yle tanışma kitabımdı. İyi ki o sahaftan, Aziz Nesin kitabı alacağım diye girip, Hep O Şarkı ile dönmüşüm.(Aziz Nesin'in yeri çok ayrı, sadece bu aralar bu kitaba ihtiyacım varmış, bunu belirtmek istediğimden böyle bir cümle kurdum.) Aşk kitabı okumayı sevmeyen, bunalan bana bile ne kadar güzel hissettirdi tüm olan bitenleri... Güzel bir deneyim oldu benim için. Kitabı bilmem ama, eğer bir aşk yaşıyorsanız, umarım sizin için de yaşadığınız o aşk, güzel bir deneyim olur. Münire kitabın sonlarına doğru der ki, "Bir aşkın, bir uzun aşkın böyle bir hayal sükutu ile bittiği nerede, ne zaman, hangi romanda görülmüştü?" İşte bu romanda, maalesef ki görüldü. Sizin romanınızın, büyük bir acıyla değil, kavuşmuş olmanın vermiş olduğu saadet ile sonlanmasını diliyorum. Tam olarak bir inceleme değil de, hissettiklerimi yazma düşüncesiyle okursanız daha iyi olur. Kendinize çokça iyi bakın. (Tuğba)
“Ehline denk gelmeyen her şey ziyan olur, can da inci mercan da…”: Yakup Kadri Karaosmanoğlu, çok yönlü bir yazar gerçekten. Önceleri edebiyatın, şu edebiyatı tek tipleştirmeye çalışan gereksiz akımlarından birinde, Fecr-i Ati’de bulunmuş, daha sonra Millî Edebiyat döneminde eserler vermiştir. Cumhuriyet döneminde de yazdığı eserler vardır. Hep O Şarkı kitabı, adından anlaşıldığı üzere bir aşk romanı ancak öyle dümdüz aşık olup da kavuşamayanlarım hikayesi değil sadece. Sadece dedim çünkü, içinde birçok farklı alt tema var. Derin derin anlamlar çıkaracağımız, dönem üzerine güzel bilgiler öğreneceğimiz, İstanbul’u ve İstanbul’a dair her şeyi bir de Yakup Kadri’den okuyacağımız bir eser. İçerisinde çok fazla eski kelime yok, anlaşılması hiç ama hiç güç değil, bunu zaten alıntılarımdan da anlarsınız. Yabancı olan bütün kelimelerin de karşılığı ya hemen yanında parantez içinde ya da dipnot şeklinde verilmiş. Bu aşkın en güçlendiği dönem, -aşkını anlatarak roman yazmaya çalışan Münire Hanım’ın Cemil Bey’e olan aşkından bahsediyorum- Abdülaziz padişahın dönemine denk geliyor. Bu açıkça söylenmemiş ama Ferîyye vâkasından bahsediliyor. Ferîyye Vâkası saraya yaptırılan ek binalar anlamına gelen Ferîyye saraylarında gerçekleşen, Sultan Abdülaziz’in dönemin sadrazamları tarafından katledildiği (bilinenin aksine Abdülaziz Çırağan Saraylarında ölmedi) olaydır. Dönemin İstanbul’u tabi ki efsane. Yalılar, deniz, Osmanlı sokakları, Osmanlı kültürü, Osmanlı insanları ve Osmanlı anlayışı… Bana bu dönemin İstanbul’u acayip ulaşılmaz, acayip zengin, acayip baş döndüren bir şehir olarak gelir. Zaten romanda da öyle olduğu görülüyor, acemi yazar Münire Hanım da öyle demiş… Kitaba ismini veren şarkı da, kitap boyunca bu büyük aşkın yegane sebebi gibi görünüyor. Hep o şarkıyla aşk güçlendi, hasretle beklenildi, kalbin işkencelerine katlanıldı, ayrılsalar bile o şarkı onları birleştirdi. Öyle içine işledi ki Münire hanımın bu şarkı, zamanla Cemil Bey’e değil şarkıya aşıkmış gibi hissediyorsunuz okurken… Münire Hanım kendini hep yalı bahçesinde körebe oynayan küçük kız veya 16 yaşında ilk feracesini giyen kız olarak tanımlıyor ve hastalıklı bir şekilde cidden kendisini hep o yaşlarda zannediyor. Hayat, hayattaki her şey o yaşlardaki halinde kalmış gibi düşünüyor. Değişime açık, değişimi kabullenecek bir zihni yok. En azından ömrünün büyük kısmında diyelim: gonderi/154812234 Tabi daha sonra Black Mirror sahnelerine benzer kara gerçeği görme anı var: gonderi/154822337 Birlikte yaşayarak değil, kendi içlerinde kendi kendilerine ve kendi dünyalarında ayrı ayrı yaşayarak tükettiler o masum, tertemiz aşkı. En ince ayrıntısına kadar düşünülen anlardan, yüzlerden, hareketlerden sonra olay şuna döndü: ‘Cemil Bey’in zekası ve konuşması da değişmişti. Bu, benim sevdiğim, hasret çektiğim Cemil Bey olamazdı…’ Kafalarında yarattıkları Münire ve Cemil’e aşık olan Münire ve Cemil, sonunda kendi başlarını yediler. Aşkı mahvettiler. Bu tertemiz duyguların böyle yarattığı bedenlere aşık olan kişilerce yaşanması, beni derinden üzüyor. Hak etmeyen, kıymetini bilmeyen yaşamasın. Gelmesin aşk onların hanesine. Karşıyım :) İtirazım var :) Son kısımlara doğru Münire Hanım artık umutsuz aşkından vazgeçip kendi içine yöneldi. Hatta bir ara karıştı erenlere: gonderi/154824575 Sonra düşünce dünyasını kendi kendine geliştirmeye, hayatına başka yön vermeye çalıştı. Gömdü içine aşkını. Beceremediler bir haltı. Çok kızgınım şu an Münire ve Cemil’e :) Bu aşkın böyle olmasında Münire’nin ailesinin de suçu vardı ama ailesine o kadar takılmıyorum. Dönemim şartlarını artık biliyoruz. Anlatmaya gerek yok anneye babaya itiraz olamayacağını: gonderi/154656973 Dil ve anlatıma söz söylemeye hacet yok. Aldı, çekti içine, yaşattı, hissettirdi ve getirdi tekrar koydu yerine Yakup usta… Döndüğün anda ne hissettiğin sana kalmış artık.. Çok çok keyifli okumalar. (Uzatmalı Çocuk)
"Meğer roman yazmak ne güç bir işmiş!İşte elimde kalem önümde defter, saatlerden beri evirip çeviriyorum, iki cümleyi bir araya getiremiyorum.Ben ki, bütün ömrü roman okumakla geçmiş bir kadınım." bu satırlarla başlıyor Münire ile olan yolculuğumuz.Kitap boyunca samimi ve sıcak bir üslupla Münire'nin kaleminden hayat hikayesini okuyoruz. Kitapta iki noktayı çok beğendim.Birincisi; Yakup Kadri Karaosmanoğlu o dönemdeki toplumsal değişimleri, insan ilişkilerini, insanların yaşantılarını, dönem insanlarının psikolojik tahlillerini ustalıkla analiz etmiş.Okurken kitap sizi içine çekiyor.Öyleki o döneme gidip geldim diyebilirim.İkincisi de Yakup Kadri Karaosmanoğlu Münire karakteriyle kadın psikolojisini çok güzel işlemiş.Dünyayı bir kadının gözünden anlatmış bizlere. Bir noktayı beğenmedim kitabın sonu bitmemiş gibiydi.Bir boşluk oluştu kitabı bitirince.Yakup Kadri Karaosmanoğlu gerisini de hayal gücümüze bırakmış sanırım:) Kitap konu olarak birbirlerine komşu olan Münire Hanım ve Cemil Bey'in aşkını anlatıyor.Münire'nin aşkı Cemil'in söylediği 'şarkı' ile başlamıştı.Ve 'hep o şarkı'yla devam etti "Nitekim, ben, bundan otuz yıl evvel hayatımın bütün tadını, bütün saadetini bir şarkının devam müddetince tatmış ve en büyük acısını, en büyük felâketini de yine aynı şarkıyı dinlerken duyup çekmiştim."(s.161) Genel itibariyle güzeldi.Keyifli okumalar... (Dilek)
Hep O Şarkı PDF indirme linki var mı?
Yakup Kadri Karaosmanoğlu - Hep O Şarkı kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Hep O Şarkı PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Yakup Kadri Karaosmanoğlu Kimdir?
27 Mart 1889´da Kahire´de doğdu. İlköğrenimine ailesiyle birlikte gittiği Manisa´da başladı. 1903´te İzmir İdadisi´ne girdi. Babasının ölümünden sonra annesiyle yine Mısır´a döndü, öğrenimini İskenderiye´deki bir Fransız okulunda tamamladı. 1908´de başladığı İstanbul Hukuk Mektebi´ni bitirmedi. 1909´da arkadaşı Şehabettin Süleyman aracılığıyla Fecr-i Âti topluluğuna katıldı. 1916´da tedavi olmak için gittiği İsviçre´de üç yıl kadar kaldı. Mütareke yıllarında İkdam gazetesindeki yazılarıyla Kurtuluş Savaşı´nı destekledi. 1921´de Ankara´ya çağrıldı ve bazı görevler verildi.
1923´te Mardin, 1931´de Manisa milletvekili oldu. Bir yandan da gazeteciliğini ve roman yazarlığını sürdürdü. Kadro Dergisi 1932´de Vedat Nedim Tör, Şevket Süreyya Aydemir, Burhan Asaf Belge ve İsmail Hüsrev Tökin ile birlikte Kadro dergisinin kurucuları arasında yer aldı. Savunduğu bazı görüşler aşırı bulunduğu için Kadro dergisinin 1934´te yayımına son vermek zorunda kalmasından sonra Tiran elçiliğine atandı. Daha sonra 1935´te Prag, 1939´da La Haye, 1942´de Bern, 1949´da Tahran ve 1951´de yine Bern elçiliklerine getirildi. 27 Mayıs 1960´tan sonra Kurucu Meclis üyeliğine seçildi. Siyasal hayatının son görevi 1961-1965 arasındaki Manisa milletvekilliği oldu. 13 Aralık 1974´te Ankara´da öldü.
Yazı Hayatı: Karaosmanoğlu yazarlığa Ümit, Servet-i Fünun, Resimli Kitap gibi dergilerde başladı. Fecr-i Âticiler´in `sanat şahsî ve muhteremdir` görüşünü paylaştığı ve `sanat için sanat` yaptığı bu ilk döneminde Nirvana adlı bir oyun, makaleler, denemeler, düzyazı şiirler ve öyküler yazdı. Balkan Savaşı ve I. Dünya Savaşı sırasında ülkenin durumu, sanat anlayışını değiştirmesine yol açtı. Türk toplumunun çeşitli dönemlerdeki gerçekliğini sergilemek istediği için bir ikisi dışında eserlerinde belli tarihi dönemleri ele aldı. Kiralık Konak I. Dünya Savaşı öncesinin, Hüküm Gecesi II. Meşrutiyet´in, Sodom ve Gomore Mütareke döneminin, Yaban Kurtuluş Savaşı yıllarının, Ankara Cumhuriyet´in ilk on yılının, Bir Sürgün II. Abdülhamid döneminin işlendiği romanlardır. Panorama 1923-1952 yıllarını kapsar. Karaosmanoğlu 1920´lerden sonra iyimser bir devrimci görünümündeyken, sonra umutlarını yitirerek romancılığını devrimci yönde kullanmaktan vazgeçmiştir. 1955´ten sonra da anı kitaplarından başka bir şey yazmamıştır.Romanları arasında en ünlüleri Nur Baba, Kiralık Konak ve Yaban´dır. Nur Baba Nur Baba, Karaosmanoğlu´nun ilk romanıdır. 1922´de kitap olarak çıkmadan önce gazetede yayımlanmıştır. Ama yazılışı ondan sekiz dokuz yıl öncesine gider. O yıllar Karaosmanoğlu´nun Eski Yunan ve Latin edebiyatıyla ilgilendiği ve Çamlıca´daki bir Bektaşi tekkesine devam ettiği dönemdir. Nur Baba´yı Euripides´in Bakkhalar´ından esinlenerek ve tekkedeki gözlemlerine dayanarak yazmıştır.
Roman, öykü ve makaleleri ile Türk toplumunun Tanzimattan bu yana geçirdiği değişiklikleri anlatmış bir yazardır. Asıl ününü romanları ile sağlayan yazarın en ünlü romanları Nur Baba, Kiralık Konak ve Yaban'dır. Edebiyat yaşamının başında Fecr-i Ati edebiyat topluluğunun kurucu üyeleri arasında yer almış; daha sonra bireyci düşüncelerden uzaklaşarak toplumculuğu kabul etmiş bir yazar olarak değerlendirilir. Milli Mücadele yıllarında ve sonrasında etkin bir siyasal yaşam sürmüştür. Milli Mücadeleden itibaren Atatürkün yakın arkadaşları arasında yer almış; TBMM II., IV., XII. dönemlerde milletvekilliği yapmıştır. Kadro Dergisi'nin kurucularındandır. Dergi, devrin yöneticileri ile fikir ayrılığına düşüp Kemalizmi değiştirmekle suçlanarak kapanmasından sonra diplomat olarak yurtdışında çeşitli görevlerde bulunmuştur. Anadolu Ajansı'nın kurucularındandır, ömrünün son yıllarında ajansın yönetim kurulu başkanlığını yapmıştır.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu Kitapları - Eserleri
- Yaban
- Kiralık Konak
- Sodom ve Gomore
- Ankara
- Atatürk
- Hep O Şarkı
- Nur Baba
- Vatan Yolunda
- Ergenekon 1 - Milli Mücadele Yazıları
- Hüküm Gecesi
- Gençlik ve Edebiyat Hatıraları
- Politikada 45 Yıl
- Panorama
- Milli Savaş Hikayeleri
- Tiyatro Eserleri
- Bir Serencam
- Ahmet Haşim
- Bir Sürgün
- Zoraki Diplomat
- Anamın Kitabı
- Hikâyeler
- Erenlerin Bağından
- İzmir'den Bursa'ya
- Alp Dağları'ndan ve Miss Chalfrin’in Albümünden
- Atatürkçülük Nedir
- Pasifik Seçme Öyküler Dizisi 4
- Okun Ucundan
- On Dördünde Bir Adam
Yakup Kadri Karaosmanoğlu Alıntıları - Sözleri
- "...sevmek, daima sevmek!" diyordu."Sonuna kadar, her şeye rağmen, ezalar, cezalar, hummalar ve gözyaşları içinde ve hastalıklar ve ölümler önünde daima sevmek." (Kiralık Konak)
- Onun için insanlığın yegâne şiarı (işareti) yüksek bir edebî zevk sahibi olmaktı. (Ahmet Haşim)
- "Dakikalar birer altın külçesidir; ey fani! Her külçenin altınını sızdırmadan bırakma!" (Okun Ucundan)
- Bu kitabın neşrinden maksat, ne aleyhimizdekileri lehimize çevirmeye çalışmak, ne milletin kalbindeki gayz ve kini yeniden tutuşturmaktır; herkesten ziyade kendimizin habersiz olduğumuz Türk mazlumluğunun derecesi hakkında bizzat kendimizi aydınlatabilmektir. (İzmir'den Bursa'ya)
- Bütün hayatınız ne kadar değersiz, ne kadar yapma hummalar içinde yıpranıp gidiyor... (Bir Sürgün)
- Çünkü inanmak insanlar için ezeli bir ihtiyaçtır. (Bir Sürgün)
- Ben, ne zamanın insanıyım? (Hep O Şarkı)
- Ben, el ayak çekildikten sonra odamın kapısını sürmeleyip kitaplarımla baş başa kalmak saatini dört gözle beklerim. Çünkü, bu ömrümün bütün hazin sergüzeştini ve yaşadığım anın ağır sıkıntısını unuttuğum tek saattir. (Yaban)
- İşsiz ve yalnız saatleri o kadar çoktur ki bu küçük ayna için onun yegâne ve daimî bir meşgalesidir, diyebiliriz. (Hikâyeler)
- kırılıp dökülen benim gönlüm (Hep O Şarkı)
- Ağa Han’ın en büyük ve hatta başlıca gelir kaynağı gerilik ve cehalettir. Asya milletleri ve bunun en karanlık bir cüz’ü olan İsmaililer, Kemalist Türkiyesi’nin yaymaya çalıştığı aydınlıkla bir kere uyanıp gözlerini açtılar mı ve yılda bir kerre yarı Tanrı olarak tanıdıkları Ağa Han’ın ağır cüssesini çeken kantar ortadan kalktı mı, vay bizim milletler arası milyonerin haline!.. Artık ne birini bırakıp öbürünü aldığı genç matmazellerin boyunlarına sıra sıra inci gerdanlık takabilir, ne Cannes’teki, Nice’deki konaklarda yan gelip oturabilir. Geçmiş ola artık bu villaların, bu şatoların, bu konakların kapısında bekleyen “Rolls Roys”lara da. İşte, Ağa Han, Tahran’ın Pakistan Büyükelçisi Raca Gazanfer Han’la beraber Türkiye’de irticaı böyle bir akıbeti önlemek için istiyordu. Zira, hissediyor ve biliyordu ki, Kemalist inkılâpçılığı maddi ve manevi sömürgeciliğin sonu demektir. (Zoraki Diplomat)
- "Saatler, dakikalar bir türlü geçmesini bilmiyordu." (Panorama)
- Ona göre, sevgi öncesizdi, sevgi sonrasızdı (Ankara)
- Batan bir gemide bile,herkes kumanda mevkiini ele geçirmek istiyor. (Atatürk)
- “ Sevmek daima sevmek! Karşımızdakinden hiçbir şey beklemeksizin, daima kendimizden vermek, esef etmemek, pişman olmamak, sevmek, daima sevmek ! “ (Nur Baba)
- “Onlar gibi olmak, onlar gibi giyinmek, onlar gibi yiyip içmek, onlar gibi oturup kalkmak, onların diliyle konuşmak… Haydi bunların hepsini yapayım. Fakat, onlar gibi nasıl düşünebilirim? Nasıl onlar gibi hissedebilirim?” (Yaban)
- Gel, demek isterdim ona ; gel sevgilim , daha yakına . Kaç zamandır hasretinle yanıp tutuşmaktayım. (Hep O Şarkı)
- Her şey unutulup geçer diyenlere inanmayınız: Bizim şimdiki ruhumuz dünkü hâdisatın muhassalasıdır. (Bir Serencam)
- "İnsan, evet, insan;" diyordu, "ona ne oldu? Onu ne yaptılar? (Panorama)
- "Sevmeden sevilmek kadar büyük bir ruh işkencesi yoktur." (Hüküm Gecesi)
Editör: Nasrettin Güneş