diorex
Dedas

Hz. Muhammed: Bir Batılının Gözünden Son Peygamber'in Hayatı - Karen Armstrong Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Hz. Muhammed: Bir Batılının Gözünden Son Peygamber'in Hayatı kimin eseri? Hz. Muhammed: Bir Batılının Gözünden Son Peygamber'in Hayatı kitabının yazarı kimdir? Hz. Muhammed: Bir Batılının Gözünden Son Peygamber'in Hayatı konusu ve anafikri nedir? Hz. Muhammed: Bir Batılının Gözünden Son Peygamber'in Hayatı kitabı ne anlatıyor? Hz. Muhammed: Bir Batılının Gözünden Son Peygamber'in Hayatı PDF indirme linki var mı? Hz. Muhammed: Bir Batılının Gözünden Son Peygamber'in Hayatı kitabının yazarı Karen Armstrong kimdir? İşte Hz. Muhammed: Bir Batılının Gözünden Son Peygamber'in Hayatı kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 25.07.2022 19:00
Hz. Muhammed: Bir Batılının Gözünden Son Peygamber'in Hayatı - Karen Armstrong Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Karen Armstrong

Yayın Evi: Koridor Yayıncılık

İSBN: 9786059702553

Sayfa Sayısı: 416

Hz. Muhammed: Bir Batılının Gözünden Son Peygamber'in Hayatı Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Hz. Muhammed'in hayatı, Batılı bir din tarihçisinin objektif bakış açısıyla ve bez ciltli özel baskıyla okuyucuyla buluşuyor.

Batı tarafından sürekli tehdit olarak görülen ve dünyanın en fazla yanlış anlaşılan dini İslâmiyet'tir. İslâm Peygamberi Hz. Muhammed'in Batılı bir yazar olan Karen Armstrong tarafından yazılan bu kapsamlı ve tarafsız biyografisi, İslâmiyet ve Müslümanlar hakkında doğru bir anlayış yansıtıyor.

Kabul görmüş kaynaklardan ve kendi derin araştırmalarından yararlanarak Son Peygamber'in adım adım izinden gidiyor ve örnek bir Müslüman'ın nasıl olacağını 'Mükemmel İnsan'ın hayatı üzerinden ortaya koyuyor.

Armstrong Hz. Muhammed kitabında, aynı zamanda İslâmiyet'i diğer semavi dinler olan Musevilik ve Hıristiyanlık ile karşılaştırarak hem tarihsel hem de dinî bir gelişimin izlerini sürüyor.

Bu kitap, İslâmiyet'i bir din olarak anlamak ve Hz. Muhammed'in nefes kesici yaşamöyküsünü öğrenmek için son derece yararlı bir kaynak.

Glasgow Herald

Hz. Muhammed: Bir Batılının Gözünden Son Peygamber'in Hayatı Alıntıları - Sözleri

  • Batılı eleştirmenler bu konuda sık sık Kur' an'ı suçlar ve bunu eşitsizlik olarak görürler, oysa kadınların kurtuluşu ve güvenliği İslam Peygamberi için çok önemliydi. Kur'an'ın çifte standart uyguladığından şikayet edilir: Örneğin miras kanunu, bir kadının erkek kardeşinin (aile kurmak için mehre ihtiyacı vardır) aldığının sadece yarısını alabileceğini bildir­mektedir. Yine, kadınların kanun önünde tanıklıklarına izin verilmekte ama erkeklerin tanıklığının yarısı kadar değerli kabul edilmektedir. Yirminci yüzyıl açısından bakıldığında -- şimdi bile kadınlara eşit haklar tanınması için mücadele verildiğini unutmamamız gerekir - Kur' an' daki bu kanun yasaklayıcı, kısıtlayıcı gibi görünmektedir. Ama yedinci yüz­ yıldaki Arabistan' da tam bir devrimdi. İslam öncesi çağda kız bebekler öldürülürken, kadınlar hiçbir hakka sahip değilken hayatın kadınlar için nasıl olduğunu bir düşünelim. Tıpkı kö­leler gibi, kadınlara da yasal kimlikleri olmayan aşağı var­lıklar gibi davranılıyordu. Böylesine ilkel bir dünyada Hz. Muhammed'in kadınlar için yaptığı şey son derece sıra dışıy­dı. Bir kadının tanıklık yapabilmesi ya da kendi adına miras hakkı olması fikri, son derece şaşırtıcı ve hatta bazıları için akıl almazdı. Hıristiyan Avrupa' da da kadınların benzer hak­lara sahip olabilmek için on dokuzuncu yüzyıla kadar bekle­mek zorunda kaldıklarını unutmamak gerekir: O zaman bile, kanun özellikle erkekleri destekliyordu.
  • Ebu Bekir topluma seslenerek bundan sonra tüm Müslüman hükümdarların uyması gereken prensipleri belirledi: Bu yetki bana verildi ama aranızdaki en iyisi ben değilim. Eğer doğru hareket edersem, bana yardım edin; yanlış hareket edersem, düzeltin. Sadakatte dürüstlük ve doğruluk, ihanette ise yalan vardır. Aranızda zayıf olanlar, ben Allah'ın izniyle hakkını savunana kadar gözümde güçlü olsun; aranızda güçlü olanlar, ben hakkını ondan alana kadar gözümde zayıf olsun. Eğer bir halk Allah adına savaşmaktan uzaklaşırsa, Allah o halkı ezer. Halk içinde ahlaksızlık yayılırsa, Allah onları felaketle cezalandırır. Ben Allah'a ve Elçisi'ne boyun eğdiğim sürece bana boyun eğin ve ben onlara itaatsizlik edersem, siz de bana itaatsizlik edin. Kalkın ve dua edin. Allah hepinizi korusun.
  • Çoğu Hıristiyan, örneğin Hitler' e karşı verilen bu tür bir sa­vaşın haklı ve böyle bir durumda silahlı güç kullanmanın tek yol olduğunda hemfikirdir. Dolayısıyla diğer yanağını çevi­ren barışçıl bir din olmak yerine, İslam tiranlığa ve adaletsiz­liğe karşı savaşmayı tercih etmektedir. Bir Müslüman, zayıf ve ezilen birini korumayı kutsal bir görev olarak görebilir.
  • Eğer bugün Müslüman kadınlar kendilerine sunduğumuz özgürlükleri reddediyor gibi görü­nüyorlarsa, bunun nedeni sapıklık değil, Batılıların kadınlar ve cinsiyetler arasındaki ilişki hakkındaki görüşünün bozul­muş olmasıdır. Eşitlik ve özgürlükten söz ediyoruz ama aynı zamanda reklamlarda, pornografide ve eğlence ortamlarında kadınları sömürüyor ve aşağılıyoruz; hem de Müslümanların son derece tuhaf ve sapıkça bulduğu bir şekilde.
  • Hz. Muhammed'in 11 Eylül'de adına gerçekleşti­rilen katliama sıcak ya da iyimser bakacağı fikri son derece büyük bir saçmalıktır, çünkü ilerleyen sayfalarda göstermeye çalışacağım gibi, Hz. Muhammed, hayatının büyük bölümü­nü bu tür şiddet olaylarını durdurmaya çalışmakla geçirmiştir. Müslümanların kendilerini Tanrı'ya teslim etmeleri gerektiği mesajını vurgulayan islam kelimesinin kendisi bile, "barış" anlamına gelen selam kelimesinden türemiştir.
  • Hicab konusunu ve Müslümanların örtünme şartını düşün­meliyiz. Bu gelenek, Batı'da kadınların bastırılması olarak algılanır ama Kur'an' dan açıkça anlaşıldığına göre, sadece Peygamber'in hanımları için geçerli olan bir protokoldü. Tıpkı erkekler gibi Müslüman kadınların da mütevazı giyinmesi iste­nir ama çarşafa girmeleri ya da kendilerini evin bir bölümüne kapatarak erkeklerden uzak durmaları istenmez. Bu, sonra­sında gelişen bir gelenektir ve Hz. Muhammed'in vefatından üç-dört kuşak sonrasına kadar İslam İmparatorluğunda yaygın bir gelenek haline gelmemiştir. Görünüşe bakılırsa, Müslüman dünyasında kadınların örtülmesi ve erkeklerden uzak tutulması geleneği, uzun zamandır kadınlara ikinci sınıf insan muamelesi yapan Perslerden ve Bizanslılardan gelmiştir.
  • Örneğin, Roma Katolik Kilisesi tarafından bir aziz olarak değerlendirilen Fransa Kralı IX. Louis, 1242 yılında Yahudi Tevrat'ını İsa'nın kendisine karşı ölümcül bir saldırı olarak ilan etmişti. Kitap yasaklanmış ve kopyaları kralın huzurunda ateşe atılmıştı. Louis, Fransa'da yaşayan Yahudiler ile aralarındaki farkları uzlaşmacı ve barışçıl bir şekilde çözmek hevesinde değildi. Hatta bir defasında bir Yahudi'ye yapılacak en iyi hareketin, "kılıcı kabzasına kadar karnına gömmek" olduğunu söylemişti. Hıristiyan kafirleri adalet önüne getirmek ve sadece kitapları değil, yüzlerce kadın ve erkeği yakmak için Engizisyon'u ilk kez harekete geçiren de Louis idi. Aynı zamanda Müslümanlardan da nefret ediyordu ve İslami dünya üzerine iki kez Haçlı Seferi başlatmıştı. Louis 'nin döneminde başkalarıyla birlikte var olmayı beceremeyen İslamiyet değil , Batılı Hıristiyanlar idi. Gerçek şu ki Müslümanlar ve Batılılar arasındaki acı ilişkinin başlangıcı olarak Müslüman İspanya'da Hz. Muhammed'e düzenlenen saldırı gösterilebilir.
  • 850 yılında, Perfectus adında bir rahip, o zaman Müslüman bir eyalet olan Endülüs'teki Kurtuba'da alışverişe gitmişti. Orada bir grup Arap kendisine yaklaştı ve İsa'nın mı, yoksa Muhammed' in mi daha büyük bir peygamber olduğunu söylemesini istedi. Perfectus, bunun hileli bir soru olduğunu hemen anlamıştı, çünkü İslam imparatorluğunda Hz. Muhammed'i aşağılamak büyük bir suçtu ve bu yüzden önce dikkatle cevap verdi. Ama sonra aniden öfkelendi ve ateşli bir şekilde bağırıp çağırmaya, İslam Peygamberi'nin bir şarlatan, cinsel sapık ve Tanrı karşıtı olduğunu iddia etmeye başladı. Perfectus hemen yakalanıp hapse atıldı. Bu, özellikle Hıristiyan-Müslüman ilişkilerinin normalde iyi olduğu Kurtuba için tuhaf ve sıra dışı bir olaydı. Yahudiler gibi , Hıristiyanlar da İslam imparatorluğu içinde büyük bir özgürlüğe sahipti ve çoğu İspanyol, böylesine ilerlemiş bir uygarlığın üyesi olmaktan, Avrupa'nın geri kalanından çok ileride yürümekten gurur duyuyordu. Onlara "Mozarap" deniyordu.
  • Yedinci yüz­ yıldaki Arabistan' da erkekler istedikleri kadar kadınla ev­lenebilirken bu sayının dörtle sınırlanması, yeni bir sömürü için izin değildi. Dahası, Müslümanlara dört kadınla evlenme hakkı tanınırken, bunun için çok ciddiye alınan bir kriter de söz konusuydu. Bir erkek tüm hanımlarına karşı eşit davra­nabileceğinden emin değilse, tek eşli kalmalıydı. Müslüman kanunları şu temel üzerine dayandırılmıştı: Bir erkek, eşle­rinin her biriyle eşit süre birlikte olmalıdır; yasal ve maddi açıdan tüm eşlerine eşit davranmakla birlikte, bir erkek ara­larından birine özel ilgi göstermemeli, hepsine eşit bir sev­giyle yaklaşmalıdır. İslam dünyasında bu Kur'an kriterlerine yerine getirmek için insan doğasının uygun olmadığı yaygın bir görüştür: Böylesine bir tarafsızlık ve eşitlik sağlamak im­kansızdır ve Hz. Muhammed'in getirdiği kriterlerin doğal bir sonucu olarak, aslında Müslüman bir erkek, bir kadından faz­lasıyla evlenmemelidir. Çokeşliliğin yasak olduğu ülkelerde, otoriteler bu yeniliği dünyevi değil, dinsel temellere dayan­dırmaktadırlar.
  • Sonunda Hz. Muhammed genel af ilan etti. Sadece on kişi kara listeye alınmıştı. Bunlar arasında İkrime (ama bazı ne­ denlerle Safvan değil), Müslüman karşıtı propaganda yapan insanlar ve Peygamber'in ailesine zarar verenler vardı. Ama bu insanlar bile af dilediklerinde bağışlandılar. . . . Safvan ve İkrime'nin akrabaları af dilediler ve Hz. Mu­hammed onlara kendi liderliğini kabul ettikleri takdirde öz­gürce şehre girebileceklerini söyledi. İkisi de geri dönmeye karar verdi ve İkrime İslam inancını kabul etti. Buna karşılık, Hz. Muhammed ona çok sıcak davrandı ve insanların babası Ebu Cehil'i kötülemesini yasakladı. Safvan ve Süheyl de Hz. Muhammed'in liderliğini kabul ettiler ama henüz İslam inan­cına dönmemişlerdi. Kara listedeki adamlardan biri, Şeytan Ayetleri'nde Salman Rüşdi tarafından ölümsüzleştirildi ama Hz. Muhammed'i zalim, soğuk ve intikamcı gibi gösteren kurgu hikaye, gerçeklerden çok uzaktı.
  • Gerçek şu ki İslam ve Batı dünyaları, ortak bir geleneği payla­şıyorlar. Hz. Muhammed Peygamber'in zamanından bu yana Müslümanlar bunun farkındaydı ama Batı bir türlü kabullenemedi. Bugün bazı Müslümanlar, kendilerini aşağılayan Ehl-i Kitab'ın kültürlerine karşı dönüyorlar. Hatta yeni nefretleri­ni İslamlaştırmaya başladılar bile. Salman Rüşdi olayında, İslam ve Batı dünyaları arasındaki çatışmada aziz peygam­berleri Hz. Muhammed odak noktası haline geldi. Eğer bu­ gün Müslümanlar Batılı geleneklerimizi ve yapılarımızı daha iyi anlamak zorundaysalar, biz Batılılar da kendilerimizi eski önyargılarımızdan kurtarmak zorundayız. Belki de bunu baş­ atmak için en doğru nokta, bazen bizim için kabul etmesi zor olan şeyler yapmış olan ama güçlü bir düzen ve din ku­rarak dehasını kanıtlayan karmaşık, tutkulu bir adamı, Hz. Muhammed'in kendisini anlamaktır; sonuçta unutulmaması gereken bir şey vardır ki Batılı mitlerin aksine, Hz. Muham­med dinini kılıç gücüne değil, barış ve uzlaşma kavramlarını vurgulayan "İslam" anlayışına dayandırmıştır.
  • İslam dinine karşı mantıklı bir sempati duyan Gibbon ve Carlyle gibi araştırmacı­ların bile Kur'an karşısında afalladığını görürüz.
  • Eski fantezilerin izleri günümüze kadar geldi. Bugün Batılı halklar arasında Hz. Muhammed'in dünyayı fethetmek için dini bir araç olarak kullandığı görüşü hâlâ yaygındır; hatta bu hayali görüşü yalanlayan çok ciddi araştırmalar bulunmasına rağmen, İslamiyet hâlâ bir kılıç dini olarak görülmektedir.
  • Birinci Haçlı Seferi sırasında bestelenmiş olan Roland Şarkısı, İslami inancın doğasıyla ilgili cehaleti açıkça göstermektedir. Charlemagne ve Roland, idol olarak tanımlan­ makta, savaşması bile onur olarak kabul edilen savaşçılar ola­ rak gösterilmektedir. Birinci Haçlı orduları ilk kez Anadolu' da Türkler'in karşısına çıktıklarında, cesaretleri nedeniyle onlara fazlasıyla saygı duyuyorlardı: "Ne kadar deneyimli ve eğitimli olursa olsun, Araplar, Ermeni­ler, Suriyeliler ve Yunanlılara olduğu gibi Frenklerin de kalplerine korku salan Türklerin becerisini ve cesaretini nasıl anla­tabilir? Yine de, Tanrım, lütfen savaşçıları bizimkiler kadar iyi olmasın. Frenkler ile aynı hamurdan yapıldıkları ve doğuştan şövalye oldukları söyleniyor. Bu doğru ve kimse inkar edemez; ah Hıristiyanlık adına dursalar ve Tek Tanrı'nın Üç Kişi'de var olduğunu kabul etseler! .. Onlardan daha cesur, daha becerikli, daha yiğit savaşçılar bulunmaz; ama yine de Tanrı'nın inayetiy­le, bizim adamlarımızın karşısında yenik düşerler mi?*"
  • Kur'an, Medine'deki Müslümanları cihada hazırlama­ ya başladı. Savaş ve kan kaçınılmazdı ama cihat kelimesinin temeli, aslında "kutsal savaş"tan fazlasını ifade etmektedir. Fiziksel, ahlaki, ruhsal ve entelektüel bir çaba anlamına gel­mektedir. Eğer Müslümanlar amaçlarını gerçekleştirmek için öncelikle savaş ve şiddeti kullanmayı düşünselerdi, silahlı ça­tışmaları ifade edebilecek çok farklı Arapça kelimeler de vardı; harb (savaş), sıra ' (çatışma), me 'rake (meydan savaşı) veya kital (öldürme) gibi. Ama bunun yerine daha belirsiz, geniş anlamlar ifade eden bir kelime seçmiştir. Öte yandan, cihat, İslam'ın beş şartından biri değildir ve Batı'da yaygın olan gö­rüşe rağmen, dinin merkezinde yer almamaktadır. Ama Müs­lümanlar yoksul ve zayıfın sömürülmediği saygın ve adil bir toplum yaratabilmek için her alanda - ahlaki, ruhsal ve politik - mücadele etmeye hazır olmalıydılar. Bazen savaşmak kaçı­nılmaz olabilirdi ama bu, cihadın bütününün sadece bir par­çasıydı. Hz. Muhammed'in bir meydan savaşından dönerken şöyle dediği bilinir: "Küçük cihattan daha büyük cihada dönü­yoruz." Çünkü kişinin kendi içindeki ve günlük hayatın tüm detaylarındaki kötülüğü yenmesi çok daha zor ve esastı.

Hz. Muhammed: Bir Batılının Gözünden Son Peygamber'in Hayatı İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Bana göre müslüman yazarların bir türlü beceremediği son peygamberin biyografisini yazma işini, kendisi bir ateist olmasına rağmen, önyargısız, duygusalıktan uzak, objektif ve çok yalın bir biçimde kaleme almış Karen Armstrong denilen hanımefendi. Birkaç müslüman yazardan okumayı denemiştim daha önce peygamberin biyografisini, ancak duygusallık akıyordu satırlardan. E hal böyle olunca "acaba" demeden edemiyordum. Bu kitap ile bu kelimeden kurtuldum. Sizde kurtulabilirsiniz. Bu kitap ile beraber Lesley Hazleton isimli yazarın "the first Muslim: the story of Muhammed" adlı kitabını da okumanızı tavsiye ederim. Bir Yahudi ve bir Ateistin gözünden son peygamberin hayatını okumak, işinize yarayabilir. (Ahmet Yiğit)

Kitap daha çok okunsun diye amme hizmeti: Müslüman olmayan yazarlardan siyer okuması yapmak insanların ön yargı ile yaklaştıkları bir durum. Haklı da olunabilir belki. Yazarın ismi yabancı olunca veya pencerenin dışından buralara bakınca daha objektif olmuyor bu kişiler. Böyle bir anlayış var ama yanlış. İçeriden birileri yazınca da objektif olmuyor tabi. Objektif eser de yoktur zaten :D Ben tarih okuması yaparken hangi kitapta yazıldığından çok kim rivayet etmiş, kaç kişi rivayet etmiş, kaç alim kitabına almaya değer bulmuş, dinin genel kabulü ile uyuşuyor mu, kendisini destekleyen veya reddeden başka rivayetler var mı şeklinde sorular sorularak bir yol izlenmesi taraftarıyım. Rivayetin Taberi’de geçmesi onu kesin doğru yapmıyor. Yazarımız da bunu görerek ilk dönem tarihçilerinin izledikleri yollardan örnekler veriyor. Mesela Taberi’nin birbiriyle çelişen rivayetler olsa bile bunları da kitabına aldığını kendi yorumunu yaptığını anlatıyor. Bu tarihçilerin olabildiğince dürüst kalarak peygamberin aleyhine görünen rivayetleri de kitabına aldığını söylüyor. Bu tarihçiler “bana böyle aktarıldı” diyerek rivayeti verdikten sonra kendi yorumunu yapıp doğrusunu Allah bilir demekten geri durmamaları ve kesin olmadığını söylemeleri yine aynı zamanda yorumu okuyucuya bırakmaları çok önemlidir. Kimden okunuyorsa okunsun bence kitap değil rivayetin kendisidir asıl bakılıp değerlendirilecek olan. Objektifliğe tekrar döneyim, nasıl objektif olunmayacağını Karen Armstrong Batı dünyasının yazarlarından hareketle örneklendirmiş. İslam fetihleri sonrasından başlıyor bu ön yargı. Mesela orta çağda peygamberi şeytan olarak gören isimler mevcut. Montgomery Watt bu konuda şu örnekleri vermişti: gonderi/77172103 Yine kılıç dini olarak görme anlayışı benzer dönemlerde ortaya çıkmaya başlamış. İyi bir araştırma yapılırsa zorla din değiştirme uygulamaları istisnalar dışında İslam’da görülmemiştir diye anlatan birçok batılı yazar görülebilir. Bernard Lewis’in kitaplarını henüz okumadım ama incelediğimde bu hoşgörüyü anlattığını görmüştüm. Yine insanların inançları konusunda rahat bırakıldığını anlatıp yorum yapanlar arasında August Bebel, Montgomery Watt, Lesley Hazleton, Annemarie Schimmel, Will Durant gibi isimler ilk akla gelenlerden. Bunlar islam araştırmaları ile çok ünlü kişiler. Karen Armstorng yine bunu kitabında özellikle vurgular. John Davenport gibi bir din adamı da bunu anlatıyordu ve Hristiyan engizisyonu İslam’da hiç olmadı demişti. Bu yazarlardan hiçbiri savaşın olmadığından söz etmiyor tabi. Burada anlatılanlar galip devletin mağlup devlete inancını dayatmaması olayıdır. August Bebel durumun şiddetini bir derece daha artırıp Hristiyan Avrupa’da bugün bile bazı hakları alamayan Yahudilerin İslam devletlerinde bulduğunu, onurlu mevkilere ve haklara getirildiğini anlatır. Armstorg da bunu reddetmez. Bunları dışarıdan gören bir gözün söylemesi önemlidir. Hadis usulü kitaplarında şöyle bir yol var; bir hadisin doğru olup olmadığında kararsız kalındığı zamanlarda diğer hadis kitaplarından eldeki hadisi destekleyebilecek bir rivayet olup olmadığı taranır ve eğer varsa dışarıdan bir destekle doğru olma ihtimali artar. Bu mesele bir yönüyle ona benziyor. Son dönemlerde Türkiye'de ve yurt dışında orta çağ yazarları gibi sesler çıkaranlar olsa bile sadece inananlar değil inanmayanlardan da bir sürü yazar ve araştırmacı bunları kitaplarıyla reddediyor demek istiyorum yani bu incelemeyle. Bu yazarların da kitapları eleştirilebilecek, reddedilebilecek bir sürü içerikle doludur ama revaçta olan konularda inananların yaklaşımlarına yakın bir davranış sergilemelerini değerli görüyorum. Karen Armstrong sadece bu konuda değil dinin en çok eleştirildiği kadın konusunda da klasikleşmiş görüşleri kesinlikle reddeder. Batı’da yaşayıp da batılıları bu konuda eleştirmek kolay bir şey olmasa gerek. 19.YY’a kadar İslam’ın verdiği hakların Avrupa’da bulunmadığı bir dünyadan bahseder Armstrong. Peygamberin kadınların özgürlüğü konusunda hayli çabaladığını anlatır. Birkaç yüzyıl sonrasında kısıtlamaların çok fazla arttığını ancak peygamber döneminde asla böyle olmadığını söyler. Bu görüşte olan sadece Armstrong değildir tabi. Emin olmamakla birlikte Will Durant ya da August Bebel’de de bunları okuduğumu hatırlıyorum. Bernard Lewis'in de bir kitabında kadınların ancak modern çağda alabildikleri hakları, İslam dininin çok öncesinde verdiğinden bahsettiğini görmüştüm. Örnek olarak da kadınlara verilen mülkiyet haklarından bahsediyordu. Bu yorumları sadece Müslümanlar yapmıyor yani. Yine Annemarie Schimmel’de de benzer yorumlara rastlayabilirsiniz. Türkiye’de ise Bahriye Üçok’un kitabında bunun savunulduğunu biliyorum. Hatta Bahriye Üçok bazı mezhepler ve tefsircileri kaynak göstererek kadınların kadı olabileceğini yazar. Şuradan bakılabilir gonderi/86675296 Muhakkak başka kişiler de savunuyordur bunu ama Türkiye'den benim aklıma gelen ilk kişi Üçok oldu. Muhammed Ekrem Nedvî’nin yazdığı ve benim merak ettiğim kadın muhaddisler ansiklopedisinin 40 ciltten oluştuğu bilgisi herhalde bu konuda bir fikir verir. Ancak zamanla değişmiş bu durum ve dinin reddettiği birçok yaklaşım da ortaya çıkmış. Armstrong da diğer yazarlar gibi benzer yaklaşımlar gösteriyor kitabında. Kırılma dönemleri olarak da Bizansla temasların başladığı ve karşılıklı etkileşimlerin olduğu dönemleri gösterir. Bizanslı kadınların Müslüman kadınların bu kadar özgür oluşunu kıskandığını yazmaktaydı. Peygamber yaşarken kadınları bu kadar özgürleştirmemeliyiz diyen insanlar olduğunu da görmüştüm ben rivayetlerde. Bu yazarların ortak görüşü; Müslüman dünyasının 7.YY’dan birkaç yüzyıl sonra kadınlara dinin hiç istemediği ve önermediği engeller oluşturduğu. Öz eleştiri yapılması gereken konular bunlar. Armstrong yine bu kitapta kendi dünyasının yaklaşımlarına karşı çıkarak akıntıya karşı yüzmeye devam eder peygamberin çok eşlilik meselesini de dönemin sosyolojik arkaplanını da anlatarak aktarır. Tek eşliliğin de dinde asıl olduğunu vurgular. Yazarın bu yaklaşımını değerli buluyorum. Osmanlı’da da çok eşliliğin sadece %10 olduğunu okumuştum. Bu dinin istediğidir bence. Yazar çok eşliliğin ruhsat olduğunu emir olamayacağını güzel açıklamış. Lesley Hazleton’un da benzer yaklaşımları var eğer incelenirse görülecektir. Bir diğer önemli kavram biat kavramıdır. Son zamanlarda asıl manasından koparılmış, bilinçli bir şekilde içi boşaltılmış bir hale getirilmiştir. Türkiye'deki birçok entelektüel bu kavramı yanlış kullanıyor ve doğrusunu öğrenmeyip anlatmıyor. Karen Armstrong Hz.Ebubekir'e yapılan biatı anlatarak kendilerine aydın denilen birçok cahilden daha yerinde kullanıyor bu kavramı. gonderi/76842621 Daha sonra Armstrong durmaz yerleşik tabuları sonuna kadar sarsmaya devam eder; peygamberin körü körüne imanı istemediğini söyler. Ben de buna katılıyorum. Aykırı bir görüş ama Mutezile mezhebi taklidi imanın geçerli olmadığını söylüyordu. Yazar ise Yahudilik'te olduğu gibi İslam’da Allah ile ilgili fikir ve kavramların tartışılmaz kabul edildiği bir Ortodoks kült yoktur, der. Kuran’ın teolojik tartışmaları desteklediğini anlatır. Tarih boyunca düşüncelerinden dolayı birbirine ölümü reva gören mezhep ayrılıkları olmuş mudur, tabii ki olmuştur bunlar yadsınamaz ama bir yönüyle de kutsal kitap böyle yönlendirme yapmasaydı bu kadar mezhep ortaya çıkmazdı diye düşünüyorum. Yazarın yerleşik yaklaşımları böyle reddetmesi çok değerli bana göre. Bunlar aklımda kalan birçok içerikten sadece birkaç konuydu. Benim anlattıklarım dışında güzel bir dille yazılmış klasik bir siyer ortaya dökmüş yazar. Yazarın rivayetlere ve olaylara mantıklı yaklaşımları birkaç istisna dışında kitap boyu görüyoruz. Batı’nın peygamber ve dine çok eleştiride bulunduğu konuları tarih bilgisi ve derin araştırmalarıyla reddetmesi ne kadar büyük bir iş yaptığını gösteriyor. Ben objektif değil tutarlı bir yaklaşım arıyorum böyle kitaplarda. En azından işledikleri kişilerin veya konuların hakkını vermiyorsa yazarlar ben o kitaplara ön yargı ile yaklaşılması gerektiğini düşünüyorum. Veya bir insan apaçık ortada olan bir yanlışı görmezden gelip kafasını sadece karşıdakinin fikirleri nasıl reddederim düşüncesine odakladıysa tartışmaya değer biri olarak görmüyorum. Armstrong’un geçmişten bugüne Batı’dan dine ve peygambere sunulun bazı yaklaşımları “şizofrenik tepki” olarak değerlendirdiğini görünce yani kendi insanlarını böylesine eleştirince şaşırmıştım ben. En azından her hak sahibine hakkını verecek kadar adil bir insan olduğu bu kitaptan belli ediyor kendini. Bu tepkiyi veren sadece Armstrong değil. Montgomery Watt da "Dünyadaki büyük insanlar içinde hiçbiri Hz Muhammed kadar iftiraya uğramamıştır." sözünün sahibidir. Durumun şiddetini anlatacak başka bir cümleye gerek yok sanırım. Armstrong hiçbir şekilde abartmıyor bu konuda. Peygamberin çok eleştirildiği konulardan birinde yazarın gösterdiği şu yaklaşımı da oldukça beğendiğimi söylemeden geçemeyeceğim: “Dağdaki Vaaz ile yetişmiş olanlar, Hz. Muhammed'in diğer yanağını çevirmemesini pek hoş karşılamayabilirler.” Böyle birkaç konu daha var ama daha uzun bir inceleme olmaması için girmiyorum. Ben sadece belli noktalara değindim kitabın içeriği oldukça geniş. Benzer içerikli Lesley Hazleton’un İlk Müslüman kitabı da çok değerli fakat bu kitabın daha nitelikli bir eser olarak ortaya çıkarıldığını ve yazarın daha bilgili olduğunu düşünüyorum bu yüzden Hazleton gibi bunu da okumanızı tavsiye ederim. (Serhat Günaydın)

Belki de bunu baş­latmak için en doğru nokta, bazen bizim için kabul etmesi zor olan şeyler yapmış olan ama güçlü bir düzen ve din ku­rarak dehasını kanıtlayan karmaşık, tutkulu bir adamı, Hz. Muhammed'in kendisini anlamaktır; sonuçta unutulmaması gereken bir şey vardır ki Batılı mitlerin aksine, Hz. Muham­med dinini kılıç gücüne değil, barış ve uzlaşma kavramlarını vurgulayan "İslam" anlayışına dayandırmıştır. Bu kitabı okurken aklıma Dinler Tarihi Prof. Dr. Kadir Albayrak Hocam geldi (Ilk Karen Armstrong kitabınıda onun sayesinde Tanrının Tarihini okumuştum). O da ders anlatırken karşısında ki ogrenci onu anlattığı dinden zanneder bu kadar objektif bir ders anlatır. Hatta bazı öğrencilerin dersde hangi dine inanıyorsunuz sorusu sorduklarını ve o da cevap olarak gülerek arayıstayım dediğini Karen Armstrong objektif onun kadar objektif olmasa da bir kitap kaleme almış. Kitabın için kaynak gosterimi batılı yazarların sözleri konusunda biraz az olsa da ve 3. el kaynaklardan başvurmuş olması zorlaştırdı. Bizim islami kaynaklara gelince Kur'an kerimden sonra Ishak ve Taberi'yi çokca yararlanılmış fakat Ibni Ishak ya da daha fazla önemli Ibni Hişam ve Ibni Sa'd'a yer vermemiş bu kitabın eksilerinden birisi. Ama peygamberimiz hakkında yazılan batılı kaynaklar içerisinde en iyilerinden birisi diyebiliriz. Bir çok kişinin aktardığı rivayetlerde kaynak göstermemiş bu durum kitaba zarar verecek bir durum değil. Uslubu bilimsel eser olmasına ragmen akıcı ve düzenli ve dogru sekilde okuru sıkmayan betimlemelere yer vermiş. Kitabın içeriğinde ise yazar tartışmalı gelen rivayetlere yer vermiş ve kendine yakın gelen rivayeti söylemekten sakındaysa da anlatımın içeriğinde anlayabiliyorsunuz. Garanik hadisesi ve onun üzerine yazılmış olan Salman Rusdi Şeytanın Ayetleri kitabına islam dünyasının tepkisinin uzerinden yapılan batılıların elestirini eleştirmiş. Yazar: Kitabı ve kitapla ilgili kitabı yazmamın nedeni, Batılı insanların çoğunun İslamiyet ile ilgili bilgilerinin büyük ölçüde Rüşdi'nin kita­bına dayanmasıydı. Hz.Muhammed'in gerçek hayat öyküsünün de okurlara sunulması gerektiğine, çünkü dünya tarihi boyunca gelmiş geçmiş en önemli insanlardan biri ol­duğuna inanıyordum. Çoğu kişi benim gibi kafir bir kadının sevgili peygamberleri hakkında yazma cüretini göstermesi karşısında Müslümanların sert tepki vereceğine inandığından, kitabım için bir yayıncı bulmam çok zor oldu ve çoğunluk bu kitap yayımlandığı takdirde, benim Rüşdi'nin kategorisine sokulacağımı söylüyordu. Ama o zor dönemde Müslümanla­rın kitabıma gösterdikleri yakın ilgi beni çok etkiledi. Müs­lümanlar ve ciddi İslamcılar, sorun çıkarmaya çalışan kaçık bir rahibeden fazlası olduğuma inanarak beni ciddiye alan ilk insanlar oldular. Sonraki on yıl boyunca, Batı'daki özgün İslamiyet korkusu yatışmaya başladı. Eski önyargılar zaman zaman hala ortaya çıkıyordu, ancak insanlar Müslümanlara karşı giderek daha hoşgörülü olmaya başladılar. Diyerek yazma sebebini ve onunla ilgili önyargılarını anlatmıştır. Ebrehe ve fil vakası olayında ilk önce az tutulan hastalık rivayetini vermiş sonra çok bilinenen ebabil kuşları rivayetini vermiştir. Rahip Bahire olayına değinmesi beni şaşırtmadı. Gençlik yılları ve güvenirliği konusuna değinilmiş ve Hacer-ül Esved olayinda ki hakemliğini de ornek göstermiş. Ilk vahiyle ilgili cesitli rivayetlere yer vermiştir. ... .. ..... ..... Kitabı okuyun (Mir'at-ı Cünun)

Hz. Muhammed: Bir Batılının Gözünden Son Peygamber'in Hayatı PDF indirme linki var mı?

Karen Armstrong - Hz. Muhammed: Bir Batılının Gözünden Son Peygamber'in Hayatı kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Hz. Muhammed: Bir Batılının Gözünden Son Peygamber'in Hayatı PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Karen Armstrong Kimdir?

Katolik bir rahibe olarak yedi yıl geçirdikten sonra 1969'da ayrıldı ve Oxford Üniversitesi'nden edebiyat lisans diploması alıp Londra Üniversitesi'nde modern edebiyat dersleri vermeye başladı. Aynı zamanda bir kamu kız lisesinin de İngilizce bölüm başkanlığını yaptı. 1982'de serbest yazarlığa ve görsel yayıncılığa başladı ve 1983'te ortadoğuda St. Paul'ün eserleri ve hayatını konu alan altı bölümlük bir belgesel dizisi çekiminde görev aldı. Diğer televizyon çalışmaları Varieties of Religious Experience (Dini Tecrübenin Türleri, 1984) ve Tongues of Fire (Ateşten Diller, 1985) gibi yapıtları içermektedir ki ikinci yapıt dini ve şiirsel ifade ile ilgili aynı isimli bir antoloji oluşturması ile sonuçlanmıştır. 1988'de (ve 1991, 2001 sonraki baskılar) yayınladığı Holy War (Kutsal Çatışma) adlı eseri batıda sert eleştirilere hedef olmasına yol açmıştır.

Karen Armstrong Kitapları - Eserleri

  • Tanrı'nın Tarihi
  • Mitlerin Kısa Tarihi
  • Hz. Muhammed: Bir Batılının Gözünden Son Peygamber'in Hayatı
  • Tanrı Adına Savaş
  • İncil
  • Tanrı Savunusu
  • Hz. Muhammed
  • Büyük Dönüşüm
  • İslam
  • Buda
  • Kan Tarlaları
  • Kudüs Kutsal Şehir
  • Kudüs’ün Tarihi

Karen Armstrong Alıntıları - Sözleri

  • Kederler içindeki Orpheus,karısının kaybı yüzünden ömrü boyunca yaş tutmuş ve şiddet dolu,korkunç bir ölümle yüzleşmişti:Tekrar evlenmeyi reddederek Trakya kadınlarını öyle öfkelendirmişti ki kadınlar elleriyle onu parçalara ayırmışlardı. (Büyük Dönüşüm)
  • Buda yüzünde canlı bir gülümsemeyle, insan zihnini ormanda dolaşan bir maymuna benzetiyordu: 'Bir dalı kavrıyor, sonra onu bırakıp bir diğerine yöneliyor.' (Buda)
  • Herhangi bir mitin değerini ve doğruluğunu değerlendirmenin tek yolu ona uygun hareket etmekti. (Tanrı Savunusu)
  • Yahweh İsraillilere birbirlerine karşı nazik olmayı öğütlemiş olabilirdi ama yabancılara merhamet göstermemeleri gerekiyordu. (Büyük Dönüşüm)
  • "Hakikatın peşinde olan kişi, hiçbir bilimden kaçınmamalı, hiçbir kitabı küçümsememeli, tek bir inanca da daha fanatik biçimde bağlanmamalı." (Tanrı'nın Tarihi)
  • Kendi yüreğinize baktığınızda, neyin doğru olduğunu bildiğinizi göreceksiniz. (Buda)
  • “Allah’ım bana değiştiremeyeceğim şeyleri kabullenmek için kuvvet , degiştirebileceğim şeyler için cesaret ve bu ikisini birbirinden ayırmak için akıl ver.” (İslam)
  • Kur'an, Medine'deki Müslümanları cihada hazırlama­ ya başladı. Savaş ve kan kaçınılmazdı ama cihat kelimesinin temeli, aslında "kutsal savaş"tan fazlasını ifade etmektedir. Fiziksel, ahlaki, ruhsal ve entelektüel bir çaba anlamına gel­mektedir. Eğer Müslümanlar amaçlarını gerçekleştirmek için öncelikle savaş ve şiddeti kullanmayı düşünselerdi, silahlı ça­tışmaları ifade edebilecek çok farklı Arapça kelimeler de vardı; harb (savaş), sıra ' (çatışma), me 'rake (meydan savaşı) veya kital (öldürme) gibi. Ama bunun yerine daha belirsiz, geniş anlamlar ifade eden bir kelime seçmiştir. Öte yandan, cihat, İslam'ın beş şartından biri değildir ve Batı'da yaygın olan gö­rüşe rağmen, dinin merkezinde yer almamaktadır. Ama Müs­lümanlar yoksul ve zayıfın sömürülmediği saygın ve adil bir toplum yaratabilmek için her alanda - ahlaki, ruhsal ve politik - mücadele etmeye hazır olmalıydılar. Bazen savaşmak kaçı­nılmaz olabilirdi ama bu, cihadın bütününün sadece bir par­çasıydı. Hz. Muhammed'in bir meydan savaşından dönerken şöyle dediği bilinir: "Küçük cihattan daha büyük cihada dönü­yoruz." Çünkü kişinin kendi içindeki ve günlük hayatın tüm detaylarındaki kötülüğü yenmesi çok daha zor ve esastı. (Hz. Muhammed: Bir Batılının Gözünden Son Peygamber'in Hayatı)
  • İnancın bilgiye, bilime ve kesinliğe gereksinimi yoktur. (Tanrı'nın Tarihi)
  • Granada'nın işgaliyle tamamlanan İspanya'nın birleşmesi, etnik temizlikle başarıldı, Müslümanlar ve Yahudiler yurtlarını kaybettiler (Tanrı Adına Savaş)
  • Eski Müslüman toprağı Endülüs'ün İspanyollar tarafından alınması reconquista, İberya Yahudileri için bir felaketti. İslami devlette, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam üç yüz yıl boyunca göreli bir ahenkle beraber yaşayabilmişlerdi. (Tanrı Adına Savaş)
  • Demeter kızına kavuşunca,dünya yine çiçeklere büründü fakat kış aylarında kızı yeraltına inince yeryüzü de ölüyordu. (Büyük Dönüşüm)
  • Dionysos ilk asmayı Attikalı çiftçi İkarus'a vermiş ve üzümleri nasıl hasat edeceğini göstermişti.Çiftçinin arkadaşları şarabın tadına bakınca alkol doğrudan beyinlerine ulaşmış ve hepsi sarhoşlukla yere kapaklanmıştı.Daha önce hiç sarhoş olmadıkları için,köylüler İkarus'un onları öldürdüğünü sanmışlardı.Onu sopalarla ölümüne dövmüşler ve İkarus'un kanı şaraba bulaşmıştı.Trajik bir son olarak,çiftçinin kızı Erigone babasının kırıklar içindeki cesedini bulunca kendini asmıştı. (Büyük Dönüşüm)
  • Göreceğimiz gibi, en yaygın duygular, uç durumlarda, sert şekilde patlak veren acizlik ve yok olma korkusudur. (Tanrı Adına Savaş)
  • Mitoslarda Ana Tanrıça kurtarıcı değil, ölüm ve kederin sebebidir. (Mitlerin Kısa Tarihi)
  • Bir hayvan ayın eşliğinde tanrılara verildiğinde onun ruhu yok olmaz,evcil hayvanı temsil eden Geush Urvan'a (Boğa'nın Ruhu) dönerdi.Aryanların sığırlarıyla bağları çok sıkıydı.Bu şekilde kutsanmamış bir hayvanın etini yemek günahtı çünkü saygısızca öldürme fiili onu sonsuza dek mahveder ve dolayısıyla tüm yaratıkları akraba kılan kutsal yaşamı kirletirdi. (Büyük Dönüşüm)
  • Eğer bugün Müslüman kadınlar kendilerine sunduğumuz özgürlükleri reddediyor gibi görü­nüyorlarsa, bunun nedeni sapıklık değil, Batılıların kadınlar ve cinsiyetler arasındaki ilişki hakkındaki görüşünün bozul­muş olmasıdır. Eşitlik ve özgürlükten söz ediyoruz ama aynı zamanda reklamlarda, pornografide ve eğlence ortamlarında kadınları sömürüyor ve aşağılıyoruz; hem de Müslümanların son derece tuhaf ve sapıkça bulduğu bir şekilde. (Hz. Muhammed: Bir Batılının Gözünden Son Peygamber'in Hayatı)
  • "Tanrı'yı gizem olarak görmek yerine, filozoflar onun aklın kendisi olduğuna inanmaktaydılar." (Tanrı'nın Tarihi)
  • Kendi kendinizin adası, kendi kendinizin sığınağı olmalısınız ve bunları başka birinde aramamalısınız. (Buda)
  • Benliğini seven bir kişi diğerlerinin benliğine de zarar vermemeli. (Buda)

Yorum Yaz