İş İşten Geçti - Jean-Paul Sartre Kitap özeti, konusu ve incelemesi
İş İşten Geçti kimin eseri? İş İşten Geçti kitabının yazarı kimdir? İş İşten Geçti konusu ve anafikri nedir? İş İşten Geçti kitabı ne anlatıyor? İş İşten Geçti kitabının yazarı Jean-Paul Sartre kimdir? İşte İş İşten Geçti kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Jean-Paul Sartre
Çevirmen: Zübeyir Bensan
Orijinal Adı: Les Jeux Sont Faits
Yayın Evi: Varlık Yayınları
İSBN: 9789754340303
Sayfa Sayısı: 143
İş İşten Geçti Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Yeni Fransız edebiyatında yeri ve etkisi çok büyük olan Sartre'ın yapıtları arasında yer alan "İş İşten Geçti", özü kadar biçimiyle de değişik bir kitaptır. Bir film kadar kısa sahnelerden kurulu bir senaryo-romandır bu: Ölüm sonrası tanışan ve birbirlerine aşık olan iki ayrı sınıftan bir çifte, 24 saat süreyle tam uyum içerisinde, sevgilerini her şeyden üstün tutarak sevişmeleri koşuluyla, dünyaya dönme izni verilir. Başaramazlarsa ölüler dünyasına geri geleceklerdir... Bu ilginç romanı severek okuyacağınıza inanıyoruz.
(Arka Kapak)
İş İşten Geçti Alıntıları - Sözleri
- "Evet.Dünyada yapayalnızız."
- "- Üzülmeyin haşmetlim, onun da sonu yakın. [...] - Ne demek istiyorsunuz? - Yarın, demek istiyorum. [...] - Yarın ne? - İsyan."
- “Aman ne korkunç şey! Hiçbir şey yapmamak ne korkunç”
- "Tabii, burada her şey herkese vızgeliyor. Ama bana gelmiyor, anlıyor musunuz, bana vızgelmiyor."
- "Bunun da hesabını soracağız onlardan...Öyle değil mi, çocuklar?"
- "- Bir saniye dirilmek ve sizinle dans etmek için ruhumu verirdim. - Ruhunuzu mu? - Elimizde bir o kaldı."
- "Sorumlulukları, maddi sıkıntıları yok.Tam bir özgürlük var. İstediğiniz eğlenceyi seçebilirsiniz."
- - Bir saniye dirilmek ve sizinle dans etmek için ruhumu verirdim + Ruhunuzu mu? - elimde bir o kaldı.
- "Bu yaşta boğulmanız, doğrusu yazık..."
- "Siz, yalnız ölmüş değilsiniz, sizin sinirleriniz de bozuk."
- "Güçlü olun, buna ihtiyacınız olacak"
- "O neşeliymiş, eh ne denir, şansı var!..."
- "- Evet ama, şimdi nereye gideyim? - Nereye isterseniz. Ölüler özgürdür."
- +Bir saniye dirilmek ve sizinle dans etmek için ruhumu verirdim. -Ruhunuzu mu? +Elimizde bir o kaldı.
- "O hiçbir erdemi olmayan sefil bir zorbadır."
İş İşten Geçti İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Ölümden dirilip, yeniden yaşamak için ikinci bir şansımız olsaydı, eski hatalarımızı tekrarlar mıydık? Yeni hayatımızı, gerçekten eskisinden daha iyi kullanır mıydık? Sartre'ın felsefî metinlerinin büyük bir bölümünde olduğu gibi, insan özgürlüğünün yönleri ve seçim olasılıkları kitabın konusu. Ölümü uç bir durumun tanımı olarak kullanan Sartre, dünya ile ahireti bir bağlama oturtarak farklı bir ölüm perspektifi sunuyor. Devrimci Pierre ve üst sınıftan zengin biri olan Eve, aynı anda bir cinayetin kurbanı oldular. İkisi için, dünyevi yaşamda bir karşılaşma düşünülemezdi, ancak sosyal farklılıkların artık hiçbir anlamının kalmadığı ahirette, birbirilerine âşık olurlar. Senin uğrunda bir daha yaşayabilseydim, ruhumu verirdim diyorlar ve tesadüfen 140’ıncı maddenin bunu mümkün kıldığını öğreniyorlar. Şayet birbiri için yaratılmış bir çift, sağlığında bir idare hatası yüzünden karşılaşmamışlarsa, haksız yere mahrum edildikleri aşkı gerçekleştirmek için, bazı koşullar altında, yeryüzüne dönebilirler. Eve ve Pierre tekrar hayata dönüyor, ancak yirmi dört saat içinde birbirlerine koşulsuz güvenebilmeli ve koşulsuz sevgilerini canlılar dünyasında ilân edebilmeliler. #jeanpaulsartre ölümün bile önünde bürokrasinin durmasına izin vermiyor; Eve ve Pierre ölümlerini imzalamak zorundalar. #işiştengeçti 1943 yılında yazılmış ve 1947 yılında sinemaya uyarlanmış bir senaryodur. Çok zekice düşünülmüş, sorgulatan ilginç bir hikâye. İnsan davranışı açısından çok fazla yoruma yer bırakıyor. (Le ciel)
Spoiler içerir..: Sartre <3 Nasıl anlatılır anlatıldığında ne kadar doğru ifade edilebilir bu kitabı tam olarak bilemiyorum.Çok güzel kelimeler söylenebilir tabii ama hep yetersiz kalacakmış gibi geliyor bana.Evet itiraf ediyorum bu kitapla aramda çok özel bir bağ kurdum .Bir aşk hikâyesinin çok ötesinde.. Sınıf çatışması, kişisel farklılıklar gibi bir çok kavramın üzerinde durulmuş.Birçok farklılıkla beraber tek ortak nokta ise aşktır.Peki aşk her şeye yeter mi? Ve zamanın önemi... Yani herşeye her zaman yeniden başlanabilir mi?Çok fazla kavram bunlara bağlı soru işaretleriyle dolu bir kitapta cevap ise çok nettir . Üzücüdür ve bir kabullenişi aslında içinde barındırır kitap. Kitaptan bir alıntı" biz başkaları için gelmemiştik" Ne kadar da üzerine düşünülesi bir cümle aslında .Ama buna rağmen "Kendisi için yaratıldığım kadın " dese de Pierre aslında başkaları için böylesine bir aşktan bile vazgeçilebiliyordu.Demek ki aslında hayatımızda ki değerler çoğu zaman bizim kaderimizi belirliyordu .Ve tabii ki seçimlerimiz de..Daha fazla anlatım kitapların ruhunu bozuyor bence .Bu yüzden daha fazla uzatmayacağım.Ayrıca kitabın anlatım tarzı da mükemmel.Ve tek bir cümle ile özetlersem"kesinlikle okuyun efendimm" . Ve bir not :2022 yılında okuduğum ilk kitabım.İyi ki... (Semra Durak)
Jean Paul Sartre'ın az bilinen cevher olarak nitelendirebileceğim eseri. (Orijinal ismi: Les Jeux Sont Faits) Elimde bulunan, 1986'da Varlık Yayınları'ndan çıkan baskısı. Sahaflardan veya internetten pdf dosyası olarak rahatça bulabilirsiniz. Öncelikle şunu söylemeliyim, şaşırtıcı bir son beklemeyin. Kitap çevirinin bazı yerlerdeki yetersizliğine rağmen -ki gördüğüm en iyi baskısı buydu.- bütünüyle ilgilenirseniz sizi tatmin edebilir. Madde 140: Şayet birbiri için yaratılmış olan bir çift, idareye ait bir hata yüzünden, sağlıklarında karşılaşmamışlarsa, haksız yere mahrum edildikleri aşkı gerçekleştirmek ve müşterek hayatlarını yaşamak üzere, yeryüzüne dönmek isteğinde bulunabilirler ve bazı koşullar altında buna izin alabilirler. Kitap bu öteki dünya kanununun üzerine kurulu. Baş karakterlerimiz Eve ve Pierre ise toplumun farklı sosyal sınıflarında bulunan kişiler. Öldükten sonra, dirileri görebildikleri ancak onları maddî anlamda hissedemedikleri bir dünyanın içine düşerler. Bu yeterince zorlaştırmıyormuş gibi, 24 saat içinde birlikte olmaları gerekiyor ki aşkları sayesinde tekrar hayata geri dönme şansına sahip olsunlar. -- Buradan sonrası okumayanlar için spoiler içerir. -- Ancak ikisinin de kafasını kendi hayatlarında onları rahatsız eden sorunlar meşgul etmektedir. Pierre daha çok kahramanlığıyla öne çıkan bir karakter olurken Eve daha duygusal ve kendi hayatından vazgeçmiş bir profil çiziyor. Yani ölmeden önceki zıtlıkları burada da sürüyor. Bu sayede de Sartre insanın içinde bulunulan koşulların değil başlı başına yaptığı seçimlerin sonucu olduğunu anlatıyor. Her ne kadar koşullar değişmiş, aşıklar tanışma fırsatı bulmuş ve hayatlarındaki belli sorunlarla yüzleştikten sonra beraber olarak tekrar dirilmeye uygun bir durumun içine düşmüş olsalar da; aynı hataları tekrar yapıyorlar. Bundan kaçılamayacağını Sartre işte bu kısa senaryo-romanda gayet etkileyici bir şekilde açıklıyor. Sonuç olarak ikisi de önceki hayatlarındaki sosyal durum ve statülerinden tamamen sıyrılıp hayalini kurdukları "özgürce dans edebildikleri" dünyaya kavuşamıyorlar. İkisinin şu ana kadar yaşadıkları birbirlerinden bağımsız hayatları bir şekilde onlara ayak bağı olmayı bırakmıyor. Kitapta Sartre karakterleri bu şekilde sınıyor. Birbirleri için bu yüzleşmelerden vazgeçmeyi, bu fedakârlığı yapmayı başaramıyorlar. Çünkü bunun kendileri olmaktan çıkmalarına neden olacağını fark ediyorlar. Böylece kitabımızın sonunda, Pierre kendisini sonunda kırgınlıklarıyla ama umutlu bir şekilde evde bekleyen Eve'in yanına gitmiyor. Onlara verilen şansı kendilerini yitirmemek için gözden çıkarmış oluyorlar. Kapanışı da Pierre'in şu cümlesi ile yapmak istiyorum: "Beni seviyorsan bırak gideyim, yoksa aynaya dönüp kendi yüzüme bakamam." Kitap hakkında söyleyebileceklerim bu şekilde, konusunun ve Sartre'a özgü vurucu anlatımının etkisiyle okunmaya değer bir yapıt. (y)
Kitabın Yazarı Jean-Paul Sartre Kimdir?
Jean-Paul Sartre (tam adı: Jean-Paul Charles Aymard Sartre) (21 Haziran 1905, Paris - 15 Nisan 1980, Paris), ünlü Fransız yazarve düşünür. Felsefi içerikli romanlarının yanı sıra her yönüyle kendine özgü olarak geliştirdiği Varoluşçu felsefesiyle de yer etmiş; bunların yanında varoluşçu Marksizm şekillendirmesi ve siyasetteki etkinlikleriyle 20. yüzyıl'a damgasını vuran düşünürlerden biri olmuştur. Sartre, bir anlatıcı, denemeci, romancı, filozof ve eylemci olarak yalnızca Fransız aydınlarının temsilcisi olmakla kalmamış, özgün bir entelektüel tanımlamasının da temsilcisi olmuştur.
Babasını ufak yaşta yitiren Sartre, annesinin ailesinin yanında büyüdü. Olgunluk sınavını Louis le Grand Lisesi'nde verdi. Daha sonraki eğitimini Ecole Normale Supérieure'de, İsviçre'deki Fribourg Üniversitesi'nde ve Berlin'deki Fransız Enstitüsü'nde sürdürdü. Çeşitli liselerde öğretmenlik yaptı ve 1928'de Simone de Beauvoir'la tanıştı.
1939 yılında II. Dünya Savaşı başlayınca Fransız ordusuna meteorolog olarak hizmet vermeye başladı. 1940 yılında Almanlar tarafından yakalanıp 9 aylığına hapse atılmasının sonrasında Direniş hareketine katıldı. Sinekler adlı ünlü oyunu bu koşullarda yazıldı ve sahnelendi. Aynı sekilde, Varlık ve Hiçlik adlı kendi felsefesini açıkladığı ünlü yapıtı da bu sırada yazıldı (1943).
1945 yılında öğretmenliği bıraktı ve "Les Temps Modernes" adlı edebi-politik dergiyi çıkarmaya başladı. Kitaplarının neredeyse tümü edebi ve politik sorunları işleyen kuramsal metinler olarak şekillendi. Sartre, savaş sonrası dönemde ise özellikle politik etkinlikleriyle öne çıkmaya başladı. Soğuk savaş dönemi boyunca birçok eleştirisine rağmen Sovyetler Birliği'ni desteklemiş, Fransa'nın Cezayir'e karşı yürüttüğü savaşa karşı çıkmıştır. Çıkardığı dergi, bu bağlamda yoğun bir etkinlik göstermiştir.
Sartre, hep sol politik görüşe yakın olmuştur. 1956 yılında Macaristan'ın Sovyetler Birliği tarafından işgal edilmesine kadar Fransız Komünist Partisi'ni (PCF) desteklemiş, ardından desteğini çekmiştir. Ardından Fransız Komünist Partisi'nin Sovyetler Birliği Komünist Partisi'nden daha bağımsız politikalar izleyebilmesine dolaylı katkısı olmuştur. 1960'ların sonlarında Sartre, kurulu komünist partileri reddettiği için Maocuları destekledi. Sartre daha sonra Maocularla ittifak halinde olduğunu reddetmiş ve Mayıs olaylarından sonra "Eger biri tüm kitaplarımı yeniden okursa, benim hiç değişmediğimi, hep anarşist olarak kaldığımı anlayacaktır." demiştir. Bundan sonra kendisinin anarşist olarak tanıtılmasını uygun karşılamıştır.
Sartre, 1964 yılında kendisine verilmek istenen Nobel Edebiyat Ödülünü geri çevirmiştir. Bunun hem yapıtlarına hem de politik konumuna zarar verecegini düşünmüştür. "121'ler Manifestosu" olarak bilinen bildirgeyi imzalamış ve 1961-1962 yılındaki büyük gösterilere katılmıştır. Ayrıca, 1966-67 yılları arasında Vietnam Savaşı'nda meydana gelen katliamları sorgulamak üzere kurulmuş olan Russell Mahkemesi'nin de başkanlığını yapmıştır. Politik etkinlikleri giderek yoğunlaşmış ve kendi iç-dönüşümleriyle birlikte şekillenmiştir. 1968olayları Sartre'ın kendi fikirlerini ve geleneksel entelektüel konumlarını da sorguladığı bir dönem olmuştur. Sovyetler'in Prag'a müdahalesinin ve Fransa'daki öğrenci hareketlerinin üzerine, teorik politik alanı yeniden değerlendirmeye başlamış, 1973'te Liberation'u kurmuştur.
1974 yılında Sartre'ın gözleri büyük oranda görmez oldu. Bu nedenle politik etkinlikleri yavaşladı, ancak her zaman yine de Batı'nın Doğu üzerindeki baskılarına karşı etkinliklerde bulundu ve insan hakları konusunda her zaman duyarlı oldu. Bu tutumuyla, Aydınların yeri ve rolükonusunda hem teorik hem de pratik bir örnek oluşturdu.
Öte yandan siyasal aktifliğinin onun edebi ve felsefi yönünü gölgelediği söylenemez. Sartre her şeyden önce kendisinden iyi bir edebiyatçı ve yetkin bir filozof olarak söz ettirmeyi başardı. 15 Nisan 1980'de Paris'te öldüğünde geride felsefe ve edebiyat açısından büyük değerde metinler bıraktı. Kendi varoluşçu felsefesini işlediği yapıtları başlıca; Özgürlügün Yolları, Bulantı, Gizli Oturum, Kirli Eller, Sözcükler, Duvarolarak belirtilebilir.
Sartre'ın Varoluşçuluğu:
Varoluşçuluk, esas olarak 17. yüzyıldan beri var olmakla birlikte, gerçek ününü Sartre ile birlikte kazanmıştır. 20.yüzyılda, Martin Heidegger gibi kendine özgü ve yetkin varoluşçu filozoflar söz konusu olmakla birlikte, bir felsefe olarak varoluşçuluk asıl etkisini Albert Camus ve özellikle de Sartre ile birlikte göstermiştir. Sartre, varoluşçu felsefenin hem felsefi hem de siyasal alandaki taşıyıcısı, uygulayıcısı olmakla bir entelektüel ve filozof olarak ayrı bir yer edinmiştir.
Varoluşçuluğun, geriye doğru gidildiğinde Blaise Pascal'a kadar uzayan bir geçmişe sahip olduğu görülür; bu elbette belli bir şekilde anlaşılan varoluşçuluk anlamında bir felsefe eğilimidir, bunun yanı sıra varoluşçuluğun argümanlarının bir kısmı, nüve halinde ya da perspektif düzleminde de olsa çok daha öncelerde, örneğin Sokrates felsefesinde, kutsal metinlerde vb. de bulunmaktadır. Ama felsefe tarihi incelemelerinde bir felsefe eğilimi olarak Varoluşçuluğu Pascal ile birlikte ele alıp değerlendirmek yaygın bir tutumdur.
Daha sonraları, Soren Kierkegaard varoluşçuluğun anlaşılmasına tam olarak belli bir şekil verir. Buna göre dünyadaki insanın varoluşu bir problematiktir ve felsefenin soruşturulması bunun üzerine yürütülmelidir. İsa, modern varoluşçuluğun kurucusu olarak kabul edilir. Varoluşçuluk öyle ki hem edebiyat alanında hem de felsefe alanında etkili olmuş ve çeşitli şekillerde temsilcilerini bulmuştur. Friedrich Nietzsche, Martin Heidegger, Albert Camus, Dostoyevski varoluşçuluk dendiğinde akla gelen ve modern varoluşçuluğun temsilcileri olarak incelenen isimlerdir.
Sartre'ın, varoluşçuluğunda ilk olarak görülen, insanın önceden-tanımlanmamış bir varlık olarak ele alınmasıdır. İnsan kendi yaşamını ya da tanımını kendi kararlarıyla verecektir. İnsanın içinde bulunduğu koşullar içinde yaptığı tercihleri onun kim olacağını ve ne olacağını belirler. Bu, "varoluş özden önce gelir" sözünün anlamıdır. İnsan önceden-zaten-belirlenmiş bir öze sahip değildir, daha çok o özünü kendi eyleyişleriyle gerçekleştirecek, yani varoluşunu şekillendirerek özünü ortaya koyacaktır. Kahraman ya da alçak olmak, insanın kendi yaptıklarıyla ilgili bir sonuçtur. Bu anlamda varoluşçu felsefede insanın etik bir varlık olarak şekillendirildiği, ama bunun da siyasalı yadsımayan bir etik olduğu görülür. İnsan belirli bir bütünlüğün içine doğmuştur, burada belirli bağımlılıkları vardır ve yaşamı boyunca bu bağımlılıklar içinde bazı kararlar vermek zorundadır. İşte bu kararlar insanın varoluşunun gerçekleştirilmesidir. Bu anlamda Sartre varoluşçuluğu genelde sanıldığının aksine ve varoluşçu edebi metinlerde görülen karamsarlığa rağmen iyimser bir felsefe olarak değerlendirir. Bu felsefede özgürlük ve bağımlılık arasında tuhaf bir ilişki kurulur, öyle ki, Sartre; insan kendi özgürlüğüne mahkum edilmiştir der. Sartre'a göre insan kendi kararlarıyla ve tercihleriyle özgürlügünü gerçekleştirmek zorundadır.
Öte yandan varoluşçuluk belirtildiği gibi iyimser bir felsefedir ve özünde hümanisttir. Hümanizm Sartre'ın felsefesinde önemli bir yöndür. 20. yüzyılın ikinci yarısı özellikle Hümanizmin kuramsal ve felsefi olarak reddedilmesi ve eleştirilmesi olarak ortaya çıkmış olmasına ve bunların çoğunluğunun Fransa kaynaklı olmalarına rağmen, Sartre ısrarla, kendi felsefi konumunu ifade etmek için özgül bir şekilde anladığı anlamda hümanizmi vurgular. Sartre Varoluşçuluk Hümanizmdir der ve bu isimde felsefi bir çalışması vardır.
Bulantı
Bulantı, Sartre'ın aynı adlı kitabı olmasının yanı sıra, terim olarak da Sarte'ın varoluşçu felsefesini ifade etmektedir. Dünyanın kendinde varlığı ("kendinde şey"), insana bulantı duygusu verir; çünkü gerçeklik, yani varlıklar ne iseler o olarak orada öylece ve anlamsız bir şekilde dururlar. Bilinç ise, "kendi-için-şey"dir, ve o hiçlikle ortaya konur. Sartre, felsefi olarak "Varlık ve Hiçlik" kitabında bu noktaları açıklar. Daha sonra da Bulantı romanında edebi bir metin olarak konuyu somut biçimde değerlendirir.
Bulantı romanının kahramanı Antoine Roquentin'dir. İlk kez yerde gördüğü bir taş parçasını eğilip almak istediğinde bunu yapamadığını fark eder; çünkü bu anda varoluşun saçmalığına karşı bir bulantı duymaya başlar, varlıkların varoluşuna, doluluğuna karşı duyulan bir bulantı. Bu dünyanın özündeki kendinde anlamsız varlığı karşısında duyulan bir bulantı'dır. Sartre'a göre hissedilen bu bulantı hissi, kişinin varlıkların kendiliğinden varoluşlarının doğurduğu anlamsızlıktan sıyrılmasını sağlar ve onu bilinçli bir varlık olma konumuna getirir.
Varoluşçu Marksizm
Sartre'a göre Marksizm esas itibariyle varoluşçu bir mantıkla değerlendirilebilir ve değerlendirilmelidir. Marksizm, yapısalcılık gibi kuramcı eğilimlerin iddialarının aksine özünde Hümanisttir; "Marksizm hümanizmdir", der Sartre.
Diyalektik Aklın Eleştirisi'nde Sartre, varoluşçulukla Marksizmi karşılaştırarak değerlendirir ve Marksizmin, "çağımızın aşılmaz bir felsefi ufku olduğu" saptamasını yapar. Sartre'a göre; bir Descartes ve Locke dönemi, bir Kant ve Hegel dönemi, ve son olarak bir Marx dönemi söz konusudur. Bu temsilcilerin hepsi, bütün bir kültürün tarihsel ufkunu temsil ederler ve Marx bunların en yetkinleşmiş halidir. Tarihsel bir perspektif olarak Marksizmi kesin bir şekilde önerir ve "insanlık tarihinin tek geçerli yorumu"nun Marksizm ya daDiyalektik Materyalizm olduğunu söyler. "Hiç olmazsa zamanımız için" der Sartre, "marksizm aşılamazdır".
Sartre ve Aydın tavrı:
Sartre, bir aydın ya da entelektüel olarak her zaman çok özel bir konumda durmuş, her zaman bu aydın konumu üzerinden tartışmalar yürütülemesine vesile olmuştur. Hem savunduğu hem de uyguladığı aydın tavrı, Sartre'ı entelektüeller arasında özel bir konumda tutar. Öyle ki, Sartre, hem tamamen özgürlükçü ve bağımsız bir konumda bulunup hem de sıkı bağlanımları gerektiren pek çok politik tavrı, tereddüte ya da çelişkilere düşmeksizin sergileyebilmiş ve zamanının bütün sorunları konusunda neredeyse aktif bir tavır sergileyebilmiştir.
Bu bakımdan Sartre için, "çağının tanığı ve vicdanı" diye söz edilmesi yanlış olmaz. Sartre'ı Sartre yapan yalnızca felsefi çalışmalarının yetkinliği ve özgül varoluşçu kuramının ilgi çekiciliği değil, aynı zamanda sergilediği aktif aydın tavrıdır. Sartre, bu noktada kuram ve eylem adamı niteliklerini birleştirmiş durumdadır.
Sartre'ın anladığı ve savunduğu anlamda aydın, ister eylem alanında ister yazı masasında olsun, esasta aydını aydın yapan nitelik, yaşadığı zamanın dünyasına sırt çevirmeyen, bu dönemin gerçekliklerinden ve çelişkilerinden kaçınmayan, aksine tutumunu ve eylemini bu gerçeklikler ve çıkmazlardan hareketle oluşturup belirleyen tavırdır.
Bu anlamda Sartre'ın bir bütün yaşam doğrultusu bu bakışın doğrulanmasıdır. Dolayısıyla da, Sartre'ın sergilediği aydın tavrı ve kişiliği, varoluşçuluğun edebiyattaki yetkin temsilcisi olarak kabul edilen Dostoyevski'nin sözünü onaylar niteliktedir; "Her insan herkes karşısında her şeyden sorumludur." Bu söz Sartre'ın anladığı ve örneğini sergilediği anlamda aydının tavrının da iyi bir açıklanmasıdır.
Jean-Paul Sartre Kitapları - Eserleri
- Bulantı
- Duvar
- Akıl Çağı
- Varoluşçuluk
- Yıkılış
- Yaşanmayan Zaman
- Edebiyat Nedir?
- Sözcükler
- Aydınlar Üzerine
- Varlık ve Hiçlik
- İş İşten Geçti
- Sartre Sartre'ı Anlatıyor
- Baudelaire
- İmgelem
- Sanat, Felsefe ve Politika Üstüne Konuşmalar
- Toplu Oyunlar
- Toplu Oyunlar 2
- Kirli Eller
- Öznellik Nedir?
- Ego'nun Aşkınlığı
- Denemeler
- Saygılı Yosma
- Yöntem Araştırmaları
- Hepimiz Katiliz
- Materyalizm ve Devrim
- Altona Mahpusları
- Özgür Olmak
- Şimdi Umut: 1980 Söyleşileri
- Tuhaf Savaşın Güncesi
- Çark
- Gizli Oturum
- Mezarsız Ölüler
- Sinekler
- Heyecanlar Üzerine Bir Kuram Taslağı
- Şeytan ve Yüce Tanrı
- Bir Şefin Çocukluğu
- Altona Men - Without Shadows - The Flies
- Komünistler Devrimden Korkuyor
- Çağımızın Gerçekleri
- Jean Paul Sartre Küba'yı Anlatıyor
- Yazınsal Denemeler
- Yabancının Açıklaması
- Estetik Üstüne Denemeler
- In Camera and Other Plays
- Briefe an Simone de Beauvoir 1
- Sahibin uşaqlığı
- Seçilmiş Əsərləri
- The Age of Reason
- Yöntem Araştırmaları
Jean-Paul Sartre Alıntıları - Sözleri
- Emek, hayatın yeniden üretilmesi yoluyla nesnelleşmeyse, emek yoluyla nesnelleşen nedir? İhtiyaçla tehdit edilen nedir? Jouissance'la (haz, keyif) birlikte ihtiyacı ortadan kaldıran nedir? Cevap elbette ki pratik biyolojik organizmadır ya da diğer bir deyişle, bu terim bizi öznellik açısından ilgilendirdiği ölçüde, psikosomatik birliktir. Sonuç olarak, burada içselliğiyle dolaysız bilgiden kaçan bir birliği kavrıyoruz. (Öznellik Nedir?)
- Özgürlük, metafizik değil, pratik özgürlük, proteinle koşullanmıştır. İnsanlar, açlıktan kurtulduğu, uğraşlarını ona yakışan koşullar altında yapabildikleri gün, yaşam insanca olacaktır. (Sanat, Felsefe ve Politika Üstüne Konuşmalar)
- Dokunmayın bana. Birinin bana dokunmasından nefret ederim. Acımanızı da kendinize saklayın. Haydi! (Gizli Oturum)
- Aşk, aşktan daha fazla bir şeydir. (Denemeler)
- Ben de herkes gibi değiştim: bir sürerlilik içinde. (Sanat, Felsefe ve Politika Üstüne Konuşmalar)
- Bize ihanet eden, kendi sözlerimiz, kendi eylemlerimiz, kendi alçaklıklarımızdır. (Altona Mahpusları)
- Köksüzlerin ağırlığı olmaz. (Sinekler)
- "O halde bu, proletaryanın hiçten yola çıkarak icat ettiği ya da 'yarattığı' bir şey değil, daha ziyade bütünlüğü içindeki evrim sürecinin zorunlu sonucudur; bu yeni öğe, ancak proletarya onu bilincine yükseltip pratik kıldığında somut bir gerçeklik halini almaya dair soyut bir imkân olmayı yine de bırakmaz. (Öznellik Nedir?)
- İnsan dönüp kendi geçmişine bir anlam yakıştırarak onu bir çeşit değişikliğe uğratabilir. Yani kendi kişisel tasarısına göre, geçmişini farklı bir biçimde sahiplenir. Bir başka deyişle geçmiş, insanın özgürlük anlayışına göre kimlik kazanır.. (Ego'nun Aşkınlığı)
- "Yeniden kendimi hissedebilmek istiyorum. İçten ve yoğun bir duygu beni kurtaracak." (Jean Paul Sartre Küba'yı Anlatıyor)
- "Eskiden beklemek umurumda değildi. Şimdiyse yapamıyorum artık." (Kirli Eller)
- Cehennem, başkalarıdır. (Toplu Oyunlar)
- “Neden iki ayrı kişi olduğumuzu anlamıyorum. Kendim kalarak, sana dönüşmeyi isterdim.” (Toplu Oyunlar)
- Gerçekten savaşsaydım, pek fena olmazdı. Fakat, savaşmıyorum işte. Silah altına alınmışım, o kadar. (Tuhaf Savaşın Güncesi)
- "Bizi hiçbir zaman sevmediler!.." (Yıkılış)
- Öncelikle en başında boşluk korkutmuştu sanatçıyı. Kuş uçmaz kervan geçmez, bu ıpıssız mekanda kendi boşluğunu kavramaya çalışırken, bir aşağı bir yukarı, aylarca gezinmişti. Sadece kendi korkunç yalnızlığı eşlik etmişti ona... (Estetik Üstüne Denemeler)
- " Belli bir grubun emrindeki bilim, bir ideolojiye dönüşür. '' (Aydınlar Üzerine)
- "İnsan özgür olmaya mahkûmdur." (Varoluşçuluk)
- Söyleyebildiğim zaman söyleyeceğim. (Tuhaf Savaşın Güncesi)
- Biz rüzgar ektik, o ise fırtınadır. Şiddetin çocuğu, şiddetten her an kendi insanlığını yaratıyor. Biz onun sırtından insandık, o da bizim sırtımızdan kendisini insanlaştırıyor. Yeni bir insana doğru hem de daha niteliklisinden. (Hepimiz Katiliz)