Jurnal - Cemil Meriç Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Jurnal kimin eseri? Jurnal kitabının yazarı kimdir? Jurnal konusu ve anafikri nedir? Jurnal kitabı ne anlatıyor? Jurnal kitabının yazarı Cemil Meriç kimdir? İşte Jurnal kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Cemil Meriç
Yayın Evi: İletişim Yayınları
İSBN: 9789754702880
Sayfa Sayısı: 399
Jurnal Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Cemil Meriç'in Kendini, yakınlarını, etrafındakileri, içinde bulunduğu dünyayı, düşünce tarihini ve tarihimizi kendi açısından ve yalın bir şekilde değerlendirdiği eseri Jurnal, yazarın gündelik düşüncesini, kişisel maceralarını, anı ve itiraflarını, yoğun duygularını, yaratış gücünü, alışılmadık yaklaşımlarını, güçlü sentezlerini, engin kültürünü bir arada yansıtan bir büyülü aynadır. Cemil Meriç'in en doğal çehresi ve olanca çok sesliliğiyle karşımıza çıktığı eser, yazarı olduğu gibi tanımanıza, değerlendirmemize yardım eden zengin biyografik malzeme de içeriyor. İsyankar, acımasız, çoğu zaman duygusal yanlarıyla bir gönül ve düşünce adamına yaklaştırıyor bizi, Jurnal'de Cemil Meriç'in düşüncesi, karakteri, kişiliği çırılçıplak karşımızda. Jurnal, sonsuzla ve ölüm sonrasıyla bir tür hesaplaşma, bir vasiyetname, bir uzun mektup.
Jurnal Alıntıları - Sözleri
- “Öyle seveceksin ki kelimeleri, yalnız senin için raksedecekler…”
- "Çok zaman kaybettim... Çok zaman ve biraz da ümit... Yaşamak bu galiba..."
- "Gül peşinde koşanların dikenle karşılaşması kaderin hoşlandığı oyunlardan biri."
- Hiç görüşmedik. Onu tanımıyorum da. Ama İstanbul' un bilmediğim bir semtinde böyle bir insanın soluk alması beni hayata bağlayan minnacık ibrişim tellerinden bir tanesi.
- “Çok zaman kaybettim. çok zaman ve biraz ümit. yaşamak bu galiba. insanları eskisi kadar sevmemek. insanları ve eşyayı. galiba ölmek de bu.”
- “Yaşamak yaralanmaktır. Yaralanmak da güzel.”
- "Sevmek zenginleşmektir, çoğalmaktır. Bir başkasını düşünmek, zindanımızın kapısını aralamak demektir."
- Duyguları kapıda bekletiyorum, içerde yabancılar var...
- Bana öyle geliyor ki, kapakları açılmış bir baraj gibi, kelimeler boşalacak içimden. Günlerce, aylarca.
- "İnsanın kendini tanıması yetmez. Başkalarına da tanıtması lâzım..."
Jurnal İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Kitap bir limandı benim için!: yazar/cemil-meric, yaşamını ülkemizin kültür ve düşünce hayatına adamış bir “fikir işçisi”dir. O, ilk gençlik yıllarından itibaren yaşadığı hayal kırıklıkları, acıları, yalnızlıkları ve korkularıyla yoğrulmuş; umutsuzluğa kapıldığı demlerde ise kitapların limanına sığınarak onların koynunda yaşamış bir düşünce insanıdır. Okuduklarıyla batıdan doğuya bütün kültür havzalarında dolaşmış, öğrendiklerini “fildişi kulesi”nden seslenerek bu ülkenin insanına duyurmaya çalışmış bir mütefekkirdir. Okumak onun için yemek yemeden, su içmeden ve havayı solumadan daha öte bir tutkudur. Öyle ki bu tutkusu nedeniyle zayıflayan gözlerini otuz sekiz yaşında kaybediyor. • • • Göz ameliyatı için 1955 yılında Paris’e giden Meriç, oradan da olumlu bir sonuç alamıyor ve yeniden görme umudunu tamamen yitiriyor. Kendisini çaresiz, kimsesiz ve yalnız hissediyor. İşte o dönemde içine düştüğü buhranı ve bunalımı aşmak için “kitap/jurnal--1067”i yazmaya başlıyor. Aralıklarla da olsa bu çabasını yirmi dokuz yıl sürdürüyor. Meriç, bu yirmi dokuz yıl boyunca “Jurnal”ine okuduklarını, acılarını, ıstıraplarını, ihtiraslarını, aşklarını, özlemlerini, hayallerini, umutlarını ve umutsuzluklarını adeta nakış nakış işliyor. Kimseyle paylaşmadığı/paylaşamadığı iç dünyasını döküyor satır aralarında. Kimi zaman kendisini yargılıyor, kimi zaman canını sıkan olayları ve insanları kritiğe tabi tutuyor. Kimi zaman tarihin arka odasında dolaşıyor, kimi zaman da edebiyatın, sanatın, sosyolojinin, felsefenin ve teolojinin koridorlarında. • • • Nitekim Meriç'in birinci cildi 1955-1965 yıllarını, ikinci cildi ise 1965-1983 yıllarını kapsayan Jurnal’i neden yazdığını bir başka Jurnal yazarının şu sözleri çok iyi özetliyor: “Neden bu Jurnal’e devam ediyorum? Devam ediyorum, çünkü o benim kendimle diyalogum, çevrem, dostum, sırdaşım. Tesellim aynı zamanda. Hafızam, yankım. Acılarımı da paylaşıyor. Jurnalim kişisel deneyimlerimin deposu, psikolojik güzergâhım, düşüncelerimin paslanmasına karşı bir önlem. Yaşama bahanem, neredeyse benden sonrakilere bırakacağım tek şey…”* • • • Gerçekten de Jurnal’de çocukluğundan itibaren kendini yetiştirmiş bir entelektüelin çektiği acı ve ıstıraplarının yanında, yetiştiği aile ortamı ve sosyal çevrenin izlerini de görüyorsunuz. Kişiliğinin, kimliğinin, huy ve mizacının nasıl şekillendiğini okuyorsunuz satır aralarında. Batı’dan Doğu’ya etkilendiği ve eleştirdiği şairlerin, yazarların, sanatçıların, büyük filozof ve sosyologların düşüncelerini okuyorsunuz bir bir. Balzac’tan Dostoyevski’ye, Goethe’ye, Milton’a, Stendhal’a, Zola’ya, Nietzche, Freud’a, Weber’e, Durkheim’e, Marx’a, Tarde’ye, Sokrat’a, Eflatun’a, Bergson’a, Spinoza’ya, Rousseau’ya, İbn Haldun’a, Gandhi’ye, Ahmet Cevdet’e kadar. • • • Meriç’in etkilendiği ve eleştirdiği şairlerin, yazarların, büyük filozof ve sosyologların listesi o kadar uzun ki kitabı okurken sık sık bahsettiği isimlerle ilgili araştırma yapma ihtiyacı hissediyorsunuz. Özellikle kullandığı bazı kavramları anlamak için bir sözlüğe bakmadan geçemiyorsunuz. Bu da ister istemez kitabın okunma süresini uzatıyor. O nedenle Jurnal’i okumak isteyen okurların, eserin bu özelliklerini göz önünde bulundurarak okumaya başlamalarının daha isabetli olacağını belirtmeliyim. • • • Ama her ne olursa olsun Cemil Meriç gibi ülkemizin yetiştirdiği nadir entelektüellerimizden birinin eserlerini okurken, Jurnal’i okumanın istifadeyi artıracağını düşünüyorum. Zira Jurnal’de Meriç’in, insanın bazen kendisine dahi itiraf etmekte zorlandığı, ruhunun derinliklerinde bazen bilinçli bazen de bilinçsizce bastırdığı zaafları, istek ve arzuları, duygu ve düşünceleri var. Kitapta yer alan günlüklerini ve mektuplarını kaleme alırken herhangi bir sansüre tabi tutmadan kendine ayna tuttuğu özyaşamı var. Velhasıl her eser yazarının kimliği, kişiliği ve özyaşamının bir yansımasıdır. O nedenle Jurnal’i özellikle Cemil Meriç’i tanımak isteyen ve onun eserlerini okumayı seven okurlara mutlaka okumalarını tavsiye ederim. Cemil Meriç, “Kitap bir limandı benim için. Kitaplarda yaşadım ve kitaplardaki insanları sokaktakilerden daha çok sevdim” diyor. Cemil Meriç gibi dünyanın hayhuyundan, dertlerinden, sıkıntılarından ve koşuşturmalarından kitapların limanına sığınanlara… Keyifli okumalar dilerim! .......................................... *Henri Frédéric Amiel, Fragments d'un Journal Intime, 2. Cilt, Paris, 1927; Aktaran. Mahmut Ali Meriç, "Cemil Meriç Külliyatı ve Jurnal Üzerine", Jurnal Cilt 1, İstanbul, İletişim Yayınları, 2002, s.10. (nalkan)
Umumi bir inceleme:: Cemil Meriç, Dimetoka'dan Antakya'ya göç eden bir ailenin çocuğu olarak 1916 yılında Hatay'da dünyaya gelir. Ailesine baktığımızda kendisinin deyimiyle babası çatık kaşlı, hareketlerine akıl erdiremediği, içine kapanık az konuşan bir adam; annesi, hasta, silik, mızmız bir kadıncağız. Ablaları ve amcasından ise hayal gibi belirip kaybolan şahsiyetler diye bahsediyor. Kendini yalnız bir adam diye niteliyor bu yüzden Cemil Meriç. Dolayısıyla kitapların dünyasına kaçıyor, böylelikle kitaplarla arasında kuvvetli bir bağ neşvünema buluyor. Yazarlar yakın bir arkadaşı, kitap kahramanları ise sırdaşıymış gibi duruyor. Cemil Meriç eserlerini okurken başlarda afallıyorsunuz, bilmediğiniz, tanımadığınız bir çok kavram ve isim çıkıyor karşınıza. Benim gibi felsefenin f'sine bile bîgâne olanlar için, ideolojilerin yalnızca adından haberler olanlar için meşakkatli bir okuma oluyor. Bu yüzden saatlerce Google'ın sayfalarında sörf yapmaya sürüklüyor insanı. Elbette tüm bunlara itiraz etmiyorsunuz çünkü onunla müvacehe edince karşınızda fikir çilesi çekmiş, düşüncelerinden dolayı ıstıraplı bir hayat yaşamış, canı pahasına da olsa hakikati dillendirmekten çekinmeyen bir adam portresi çıkıyor. Nitekim kitapları okunurken dilinin anlamaya yanaşılmaması, pervasızca yarım bırakılması yazara, emeklerine, çektiği çilesine büyük bir ihanettir kanaatimce. Cemil Meriç'in eserlerinde sağ/sol taraftarlığı yapmaması, olayları objektif bir biçimde ele alması kesinlikle takdire şayan. Hakikat kimsenin tekelinde değil diyerek sağa, mukallit bir tavırla Batı uygarlığına istihâle etmeye kalkışmanın medeniyetimizi büyük bir cinayete götürdüğünü söyleyerek sol cenahı eleştirir. Çünkü ona göre bir medeniyet başka bir medeniyetten yalnızca malzeme alabilir; istihâleye etmeye kalkışmak, üstelik kötü bir taklitçilik ve aşağılık kompleksi içerisinde bir başka medeniyete benzemeye/dönüşmeye çabalamak, medeniyeti yıkıma ve kaosa sürükleyip ne bir başkası olmaya muvaffak olmasına ne de kendisi olmasına yol açacaktır. Türk aydınlarının tutumuna da itiraz eder Meriç. Ona göre Türk aydınlarının öncelikle kendi kültür köklerine, ardından dünya kültürlerine âgâh olmayışları, her şeyi sathından bilmeleri Türkiye'yi karanlık ve hatalı yollara sürükler. Türk aydınının Batı karşısında içine düştüğü aşağılık kompleksinin zararlı neticelerini de dile getirir. Türkiye'nin ise, yolunu aydınlatacak mukallitçilikten uzak şahsiyetli aydınlara ihtiyacı olduğunu, fakat buna rağmen hakkaniyetli düşünenin susturulduğu âmâ bir tavır takınmasına oldukça sitem eder. "Ben bu mazlum medeniyetin sesi olmak istiyorum. Korumak istediğim şaheser: insanın kendisi." diyen Meriç, şunu da söyler: "Her aydınlığı yangın sanıp söndürmeğe koşan zavallı insanlarım: Karanlığa o kadar alışmışsınız ki yıldızlar bile rahatsız ediyor sizi!" Tek derdi felaketine mecnunmuşcasına koşan Türkiye'yi ve Türk halkını uyandırmak ve uyarmaktır. Eserlerinin başta itibar görmeyişi ve büyük bir yoksulluk çekmesi her ne kadar derinden sarsa da bizi, ömrünün sonuna doğru edebiyat camiasında sesinin gürleşmesi bir nebze de olsun rahatlatıyor.. Batıyı ve batılıyı çok iyi tanıyan Meriç onun buhranlarından da haberdardır. Batı medeniyetinin maddeye esir olduğunu ve bu esaretten kurtulmanın yolu Doğu'yu anlamaktan geçtiğini söyler. Ona göre, Doğu, bir başkası olmaya çalışmaktan vazgeçip, kendisi olmaya tevcih ederse Batı'ya ve tüm dünyaya bir usare sunabilecek bir kıvama kavuşacaktır. Üstelik Doğu ve Batı’nın gerçekte bir bütün olduğunu, ön yargılı ve sığ yaklaşımın fikir hayatımıza zenginlik katmayacağını da dile getirir. Cemil Meriç'i okumaya zannımca Jurnal'lerinden başlamalı. Jurnal'lerinde büyük bir doğallık içinde buluyoruz onu. Bir yazdığını bir daha okuyup düzeltmeye yanaşmaması, duygu ve düşüncelerini sıcağı sıcağına yazıya aktarması, maskesiz bir şekilde karşımıza çıkması onu anlamanın ve hâliyle hallenmenin kapılarını açıyor bize. Binaenaleyh Jurnal'lerinde kalemiyle arasında bir kapı göremezsiniz, üslubunun zarifliği ve kaleminin sağlamlığına şahit olursunuz. Üstelik Jurnal 1 ve 2'de diğer eserlerinde mevcut bulunan yazıların bir benzeriyle yahut tamamen aynısıyla karşılaşırsınız, bu durum sizi rahatsız etmez çünkü "et-tekraru ahsen velev kane yüz seksen" (tekrar güzeldir yüz seksen kere de olsa) Lamia Hanım'a yazdığı mektuplar ise okunmaya değerdir; içinde, dertlerine ve aşkının yüceliğine şahitlik edersiniz. Daha anlatılacak bir çok mevzuu kaldı, misal; 1954'te gözlerini kaybetmesinin Hint'i ve Doğu'yu keşfetmesine yol açtığını, yazılarına kaypak ve hain diye nitelendirdiği mefhumları açıklığa kavuşturmakla başlaması, usta bir çevirmen olması, dost düşman demeden herkesi eleştirmesi, kötü çevrilmiş kitaplara eserlerinde yer vermesi, Türk diline yapılan sadeleştirme hareketinin dil ve düşünce dünyamızı nasıl derekeye düşürdüğünü, sair bir çok mevzuudan uzun uzadıya bahsedemiyoruz çünkü incelemeyi epey uzattık. Türkiye'nin en büyük mütefekkirlerinden biri olan Cemil Meriç'i her Türk vatandaşı muhakkak ve acilen okumalı diyor, en beğendiğim sözüyle incelemeyi noktalıyorum: "Tefekkür, vuzuhla başlar; kurtuluş, şuurla." (Ayşegül)
“Açılmayan bir kitap gibiyim.Küskün ve biçare...”(C.M.): “Bir eser ancak hangi koşullarda, hangi bakış açısıyla ve kim tarafımdan yazıldığı bilinirse gerçek anlamına kavuşur.” (Mahmud Ali Meriç) Jurnal... Cemil Meriç’in hayatını, fikirlerini, hayallerini ve kavgasını aktardığı harika bir eser. Kesinlikle tanınması gereken bir şahsiyet. Kavgasıyla, fikriyle ve davasıyla. Şuur adamı, fikir işçisi... Yaptıklarıyla, yapamadıklarıyla, anlatıp duyuramadıklarıyla ve bunun yarattığı acının yankılarıyla karşımızda Cemil Meriç Jurnali ile. İlk cildinde milliyetçi ve sosyalist Cemil Meriç var. Arafta...İslamiyete geçişi 2. Ciltte herhal. İçtimai olayları irdeleyip fikirlerini sunmuş. Bunu her boyutuyla: felsefi, siyasi, iktisadi... Özellikle Aydının toplum üzerindeki mühim etkisine dem vurmuş sık sık. Tanzimat aydınlarının şuursuz, davasız, batı özentiliklerini eleştirmiş haşin bir dil ile. Hiçbir şeyden sakınmamış. En çok da özden kopuk ve maziyi unutan aydını enine boyuna her boyutuyla... :) Bunlara karşı olarak takdir ettiği ve örnek gösterdiği şahsiyetler de var elbette. Necip Fazıl, Osman Yüksel Serdengeçti gibi isimler. En çok da Fransız Aydınlarını örnek olarak sunuyor bu minvalde. Kaldi ki Cemil Meriç Fransız edebiyatı okutmanlığı yapmıştır. O yüzden Fransız Edebiyatının bu kadar üstünde durması olağan bence. Tanımadığım isimler de oldu. O kadar çok isim var ki...Şair, sanatçı, filozof, sosyolog, yazar... Bahsettiğimiz maziden kopukluğun sebeplerinin de üstünde duruyor tabi. Harf devrimi, dil devrimi... Sebepler ve neticelerinin yıkıcılığı... Geleneğin, kültürün unutuluşu da aynı sebeplerden. Öze dair her değerin kayıp sebebi yani. Ve şuursuz bir toplumun oluşumu kaçınılmaz son. Bunu aşmak için tutkunu olduğu okumanın, öğrenmenin kıymetini de belirtiyor. Kitapta sürekli araştırmam gereken bilgiler ve terimler vardı. Bu biraz sıktı ve süreci epey uzattı ama değiyor. Sonuçta Gözlerini bu uğurda kaybetmeyi göze alacak kadar fedakar, kıymetli bir şahsiyet mevzu bahis. Çektiği ıstıraplar bununla sınırlı değil ayrıca. Kitaplarının basılmaması, hapse atılması, iş bulamaması da cabası. Hayatının özeti mücadele anlayacağınız. Kendi ifadesiyle de kavga adamı...Sesini duyuramamış, istediği pek çok sonuca varamamış, çok yalnız kalmış ama yine de direnmiş. Meçhulde sesini duyan biri çıkar diye... En çok takdir ettiğim yanı, bu konuda örnek alınacak güzide simalardan. Eserin sonunda yer alan mektupları da içinde bulunduğu uçurumu, hüznü aktarıyor. Yalnızlık yazarımızın en çok muzdarip olduğu nokta. Gördüğü haksızlıklar da...Bunlara direnmek adına 18 yaşında yazdığı bir mektupta gözlerini kaybetmeyi dahi göze aldığını söylemiş 38 yaş bu mektubu yâd ediyor. (Yazko Edebiyat, Aralık 1982, 18 Temmuz 1935 tarihli bir mektuptan.) Alıntılarımda Cemil Meriç’in bahsettiğim fikirlerinin teferruatı mevcut. O yüzden bir kez daha belirtmedim. İstifadesi bol bir hayat hikayesi. Belirli aralıklarla Meriç okumalarım devam edecek. Umman çünkü...Burda benim için önemli olan fikirleri okumak. Katılıp katılmamak ayrı mesele. Ne kadar çok farklı fikirden beslenilirse perspektif o kadar genişler. Savaşı olan insanlar es geçilmemeli. Yeterince tavsiye cümleleri sırladım bence. Okunası yani... Esenlikle kalınız :) (Nimet)
Kitabın Yazarı Cemil Meriç Kimdir?
Hüseyin Cemil Meriç (12 Aralık 1916, Reyhanlı - ö. 13 Haziran 1987, İstanbul), Türk yazar, şair ve düşünür.
Meriç’ten önce bir dönem, Şaman ve Yılmaz soyadlarını kullandı. Rumeli’den göçen bir ailenin çocuğudur. İlk ve ortaokulu Reyhanlı Rüştiyesinde(1928) tamamladı. Burada Arapça, Fransızca, Kur’an, tecvîd (Kur’an-ı Kerim’I uygun telâffuzla okuma), ahlâk okudu. Buradaki Türkçe öğretmeni yarım düzine şiir kitabı olan Ömer Halim Bey’di. Sonradan adı Fransız Lisesi (Lycéed’Antioche) olan Antakya Sultanisi’nde okudu, “benim üniversitem” diye andığı bu lisede Fransız ve yerli hocalardan özel dersler aldı. Ali İlmî Fânî’nın kılavuzluğunda Divan edebiyatının sihirli dünyasını burada keşfetti. Yine burada Bazantey’den Fransız edebiyatı tarihi okudu. 1936’da İstanbul’a giderek bir yıl Pertevniyal Lisesine devam etti. Buradaki öğretmenleri arasında Nurullah Ataç ve Reşat Ekrem Koçu da vardır. Bu arada Nâzım Hikmet ve Kerim Sadi ile tanıştı. 1937’de kısa süre İskenderun’un bir köyünde öğretmenlik
yaptı, İskenderun Tercüme Bürosuna sınavla reis muavini oldu, bu işe beş ay devam etti. 1938’de Fransızlar tarafından Aktepe’ye nahiye müdürü tayin edildi, yirmi gün sonra işine son verildi. 1939’da iki ay hapis yattı, hakkında açılan dava beraatle sonuçlandı. 1940’da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinin Felsefe Bölümünde bir süre okudu. Ancak üniversiteden çok kütüphanelere devam ettiği için bu bölümü bitiremedi. Birkaç yıl sonra aynı fakültenin Fransız Filolojisi Bölümünden mezun oldu (1944). Tayin edildiği Elazığ Lisesi öğretmenliğinden (1942-45) sonra hayatını kalemiyle kazanmaya başladı. 1946’da
sınavla İstanbul Üniversitesine Fransızca okutmanı olarak (1946-74) girdi. Bu arada bir yıl İstanbul Işık Lisesinde öğretmenlik (1952-53) yaptı. 1974’te emekliye ayrıldı.
Cemil Meriç, 1954’te görme yetisinin zayıflaması üzerine geçirdiği bir dizi ameliyat
sonucunda gözlerini kaybetti. Hayatının geri kalan kısmını bu şekilde geçirdi. Bundan sonraki dönemde okuma ve yazma konusunda yakın çevresinden yardım aldı. 1974 yılında emekliye ayrılınca tüm zamanını eserlerine ayırdı. 1942’de evlendiği Fevziye Menteşoğlu’ndan Mahmut Ali ve Ümit (Meriç Yazan) adlı iki çocuğu oldu. 1984’te geçirdiği beyin kanaması sonucu felç oldu, sıkıntılı ve uzun bir hastalık döneminden sonra vefat etti. Karacaahmet Mezarlığında toprağa verildi.
İlk manzumesini on bir yaşında iken yazdı. Yayımlanan ilk yazısı “Geç Kalmış Bir Muhasebe”, "Yenigün" (23.9.1933) gazetesindedir. Ciddi anlamda ilk yazısı “Honoré de Balzac”, "İnsan" dergisinde (1941) yayımlandı. Aruz ve hece ölçüsüyle şiirler de yazmış olan Cemil Meriç, çok iyi özümsediği Batı düşüncesi ile Türkiye'nin batılaşması konularını incelediği eserleriyle tanındı. Batılı fikir ve sanat adamlarının adeta resmî geçitte olduğu eserlerinde Türk aydınlarının “müstağrib”leşmesini büyük bir yetkinlikle eleştirir, önce kendi kültürlerini tanımalarını ister. Yazılarında düşünür, sosyolog yanı ağır basar. Özellikle kullandığı bazı kelimeler mülkiyetine geçmiş gibidir. Kendisine has coşkulu üslubu ve temiz Türkçesi ile kırk kadar gazete, dergi ve ansiklopedi de yüzlerce makale yayımladı. Yazı ve çevirileri başlıca; İnsan, Amaç, 19. Asır, Gün, Yeni İnsan, Hisar (Fildişi Kuleden başlığı ile 1980'e kadar sürekli), Hareket, Yirminci Asır, Yurt ve Dünya, Yücel, Dönem, Çağrı, Türk Edebiyatı, Doğuş Edebiyat, Kubbealtı Akademi, Pınar, Köprü, Gerçek, Millî Eğitim ve Kültür gibi dergiler ile Yeni Devir (1980), Orta Doğu gazetelerinde yer aldı. Düşünce ve yazı hayatının en verimli yıllarında (1954’ten itibaren) gözleri görmüyordu. Okumalarına kızı yazar Ümit Meriç ve öğrencileri yardımcı oldu. Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi ve Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye’de maddeler yazdı. Umrandan
Uygarlığa adlı kitabıyla 1974 yılında ve Kırk Ambar adlı kitabıyla 1980 yılında Türkiye Millî Kültür Vakfı ödülünü aldı. 1981 yılında Türkiye Yazarlar Birliğinin Üstün Hizmet Ödülünü Mehmet Kaplan ve Emin Bilgiç ile paylaştı. 1982’de Kayseri Sanatçılar Derneği'nden inceleme dalında ödül aldı. 1986 yılında Kültürden İrfana adlı eseriyle aynı kuruluşun fikir dalı ödülünü kazandı.
Cemil Meriç Kitapları - Eserleri
- Jurnal
- Kültürden İrfana
- Mağaradakiler
- Kırk Ambar 1: Rümuz-ül Edeb
- Umrandan Uygarlığa
- Bu Ülke
- Bir Dünyanın Eşiğinde
- Işık Doğudan Gelir
- Sosyoloji Notları ve Konferanslar
- Saint-Simon: İlk Sosyolog, İlk Sosyalist
- Kırk Ambar 2: Lehçe-t-ül Hakayık
- Jurnal
- Bir Facianın Hikayesi
Cemil Meriç Alıntıları - Sözleri
- Klasik denilenlerin çoğu unutulup gitmiş zamanla. Klasiklerin en büyükleri yaşadıkları dönemde anlaşılmayanlar. (Kırk Ambar 1: Rümuz-ül Edeb)
- Kimse ne olduğumuzu bilmez, nasıl göründüğümüzü bilir. (Umrandan Uygarlığa)
- ... bireycilik şaşkınlıkların ve hataların kaynağıdır. (Işık Doğudan Gelir)
- Ve dünya bir gözyaşı vadisi, bir vehim, bir rüya... (Umrandan Uygarlığa)
- servet her olayın can damarı hiçbir şey yapmazsanız zengin değilsiniz herkesin emeli zengin olmak yeteneğinde ahlakın da ölçüsü para (Kırk Ambar 2: Lehçe-t-ül Hakayık)
- İnsana, doğru yolu gösterecek iki kılavuz: imanla ilim. (Işık Doğudan Gelir)
- |Ne yazık ki, deva illetten daha vahimdir. (Bir Facianın Hikayesi)
- “Vaktiyle bütün insanların kolayca kavradığı hakikatleri anlayamaz olmuşuz yavaş yavaş. İlâhi hikmet unutulmuş.” (Bir Facianın Hikayesi)
- Mümin Tanrısıyla gönül gönüledir. (Bir Facianın Hikayesi)
- Ne acılar kelimeye aktarılabilir, ne sevinçler. Güneş altında söylenmeyen ne kaldı? (Jurnal)
- Kadının hayatında en bahtiyar çağ, bütün varlığını ailesine, bütün varlığını cemiyete verebildiği çağdır. Gerçek ve tabii bir heyecan. Kendi başkaları için çırpınır, başkaları onun için. Kadın çocuğu için hem sütanne hem terbiyeci, hem sevgili olduğu yıllarda bahtiyardır. (Kırk Ambar 2: Lehçe-t-ül Hakayık)
- Sevdiğim bir başkasına tutkun. O bahtiyar rakip de başka bir dilberin esiri. Bana da sevmediğim bir kadın âşık. Sevdiğime de, sevdiğimin sevdiğine de, beni sevene de, aşk Tanrı'sına da, kendime de yuhhh! (Bir Dünyanın Eşiğinde)
- sonra seni hatırlıyorum. birden zindanım aydınlanıyor. kuşlar cıvıldıyor içimde. (Jurnal)
- Ölmek, unutulmaktır. Hatırlandıkça yaşıyoruz. (Jurnal)
- Ne ararsan bulunur,derde devadan gayrı.” (Kırk Ambar 1: Rümuz-ül Edeb)
- Saint Simon, o güne kadar bir fakirler yığını olarak ele alınan işçi sınıfına sosyal bir kişilik kazandırır. Artık fakir yok, fakir işçi var. Fakir kilisede avlusundan çıkmış, keşkülünü fırlatmış, çalışan bir insan olmuştur. Yoksuldur ama çalışmak isteyen bir yoksul. Ve çalıştığı halde fakir kaldığı için ahlak ve iktisat açısından ilgiye değer. Yoksuldur çünkü ya hakkı olan ücreti alamıyordur ya da işsizdir. Saint Simon iktisada yeni bir vazife yükler: fakirleri göz önünde bulundurarak toplumu yeni baştan düzenlemek. Çoğunluk ön plana geçiyordur artık. Bakışlar ücret verenden ücret alana, topraktan fabrikaya, çiftçiden demirciye çevirilir. (Saint-Simon: İlk Sosyolog, İlk Sosyalist)
- “Aydın yanarak da aydınlatabilir, ama yıldızlaşacağını bilirse yanar, bir kova suyla söndürülen yangın olmak hazindir.” (Sosyoloji Notları ve Konferanslar)
- Bugünkü sömürgeleştirme, 14. asırda doğdu. İki ihtiyacın çocuğudur: Baharat ve altın. (Kırk Ambar 2: Lehçe-t-ül Hakayık)
- Şairin dediği gibi “Güleriz ağlanacak halimize”. (Jurnal)
- kitapları oldukları gibi saklamak ve gelecek nesillere aktarmak büyük bir titizlik ve sadakatle sürdürülen bir iş olmuştur. (Işık Doğudan Gelir)
Editör: Nasrettin Güneş