matesis
dedas

Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi - Peter Handke Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi kimin eseri? Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi kitabının yazarı kimdir? Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi konusu ve anafikri nedir? Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi kitabı ne anlatıyor? Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi PDF indirme linki var mı? Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi kitabının yazarı Peter Handke kimdir? İşte Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...
  • 30.06.2022 19:00
Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi - Peter Handke Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Peter Handke

Çevirmen: Tevfik Turan

Orijinal Adı: Die Angst Des Tormanns Beim Elfmeter

Yayın Evi: Ayrıntı Yayınları

İSBN: 9789755390918

Sayfa Sayısı: 112

Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

"Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi", Time'ın "Beckett'den beri çağdaş yazının en büyük adı" diye nitelendirdiği Handke'nin en önemli yapıtlarından biridir. Bir tek sözcükle tanımlamak gerekirse, dille dünya arasındaki "boş"luğun romanıdır. Metin, Batı toplumlarında yaşayan "uygar" insanların ilişkisinin (=ilişkisizliğinin) yarattığı "boş"luğun "özgürleştirici" ve "öldürücü" boyutları üzerine kuruludur. Romanı edebiyat estetiği açısından farklı kılan yan, Handke'nin dile olağanüstü bir önem vererek "boş"luğun üslubunu yaratmış olmasıdır. Klasik romanlardaki tip yoktur... Metinde, kalecinin penaltı anında duyduğu endişenin bütün bir hayata yayılmasından duyulan tedirginlik ve dilin ilişki kurmadaki eksikliği büyük bir başarıyla işlenir...

(Arka Kapak)

Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi Alıntıları - Sözleri

  • Olan bitenden o kadar uzaktı ki; gördüğü ya da işittiği şeyin içinde kendisini hiç bulamaz olmuştu.
  • "Çocukların mezun olduklarında konuşmayı bile öğrenmemiş olmalarında şaşılacak bir şey yok" dedi hademe birden, baltayı kütüğe saplayıp odunluktan çıkarken: Tek bir cümleyi bile sonuna kadar söyleyemiyorlardı, birbirleriyle konuşurken neredeyse hep tek tek kelimeler kullanıyorlar, sorulmadan hiç konuşmuyorlardı, öğrendikleriyse sadece kitabi bilgiydi, ezbere söyleyiveriyorlardı, bunun ötesinde tam cümle kurma yetenekleri yoktu. "Aslında, hepsi az ya da çok konuşma özürlü" dedi hademe.
  • Yola devam etti, çünkü- Yola devam etmesine bir gerekçe göstermek zorunda mıydı, eğer -? Ne amaç güdüyordu, böyle -? ‘Böyle’ ne yaptığına gerek­çe göstermek zorundaydı da onun için mi -? Bu böyle süre­cek miydi, ta ki -? Öyle bir noktaya mı varmıştı ki -? Burada yürümesinden niçin bir sonuç çıkarılması gereki­yordu? Burada durmasına gerekçe göstermek zorunda mıy­dı? Niçin, bir yüzme havuzunun yanından geçmekle bir amaç gütmek zorunda olsundu? Bu ‘ta ki’, ‘çünkü’, ‘eğer’ kural gibiydiler; onlardan uzak durmaya karar verdi, yoksa -
  • Ya uyumuş ya uyumamıştı ki gene uyandı. İlk an, sanki kendi içinden çıkıp dökülmüş olduğu duygusuna kapıldı. Bir yatakta yatmakta olduğunu fark etti. "Taşımaya gelmez bir halde!” diye düşündü. Bir ur. Kendini birdenbire yozlaşmış bir doku gibi algılamaya başladı. Gerçek değildi artık; istediği kadar sakin sakin yatsın şurada, kasıntıdan, öğürtüden başka bir şey değildi; şu yatışı öylesine apaçık, bas bas bağırırcasına belli oluyordu ki bunu, sığınıp kendini benzetebileceği bir görüntü bile kalmıyordu geriye. Şurada nasılsa öyleydi işte, şehvani, ayıp, yersiz, katbekat tiksindirici bir şey; "toprağa gömmeli!” diye düşündü Bloch, “yasaklanmalı, yok etmeli!” Vücudunu yokladığı ve her tarafının eline itici geldiği sanısına kapıldı, ama sonra anladı: Kendisini algılayan bilinci o kadar şiddetlenmişti ki bütün vücudunda hissettiği bir dokunuş duygusuna dönüşmüştü; sanki bilinç, sanki düşünceleri kendisine sataşmış, üstüne yürümüş, saldırmışlardı. Savunmasız, kendini savunamayacak bir halde yatıyordu işte; içi iğrenç bir biçimde tersyüz olmuştu: Yadırgatıcı değil, sadece tiksindirici bir başkalıktı. Bir hamlede olmuştu olan, bir hamlede doğallığını kaybetmiş, bağlamından kopmuştu. Yatıyordu işte, olur şey değildi gerçekliği; bir benzetme yoktu artık. Kendinin farkındalığı öyle güçlüydü ki bir ölüm korkusuna kapıldı. Terliyordu. Yere bir para düşüp yatağın altına yuvarlandı; kulak kabarttı: Benzetme? Sonra uyuyakaldı.
  • "Kimsenin canının ışık yakmak istemediği bir alacakaranlıktı."
  • ' Kendisini algılayan bilinci o kadar şiddetlenmişti ki bütün vücudunda hissettiği bir dokunuş duygusuna dönüşmüştü; sanki bilinç, sanki düşünceleri kendisine sataşmış, üstüne yürümüş, saldırmışlardı. '
  • Bir tarla üstünde daireler çizen bir doğan gördü. Sonra do­ğan olduğu yerde kanat çırpıp dalışa geçince, kuşun kanat çırpışıyla dalışını değil, tarlada kuşun inmesi söz konusu ye­ri gözlediğini fark etti; doğan dalışını yarıda kesmiş, gene yükselmişti.
  • Kaleci topu yuvarlanıp çizgi geçişine baktı.
  • "Gördüğü her şeyden rahatsız oluyor, olabildiğince az şey algılamaya çalışıyordu."
  • Ceketinin iç cebinden gazeteyi çıkardı, yukarıdan aşağıya, harflere bakmaya başladı, ama okumadı. Sonra, birdenbire, kendini okuyor buldu. Bir görgü tanığı bir muhabbet tellalının öldürülüşünü anlatıyordu, kısa mesafeden adamın gözüne ateş etmişlerdi. ‘Kafasının arkasından bir yarasa uçup duvar kâğıdına yapıştı.Yüreğim bir atış aksadı.’ Satırbaşı yapılmadan devam eden cümleler tamamen başka bir şeyden, başka birinden söz ettiklerinden ani bir ürküntüye kapıldı Bloch. ‘Burada satırbaşı yapmak gerekirdi!’ diye düşündü; kısa süren ürküntüsünün ardından öfke sarmıştı içini.
  • Sanki bilinç,sanki düşünceleri kendisine sataşmış,üstüne yürümüş,saldırmışlardı.
  • Kız bununla ne demek istediğini sordu. bloch cevap vermedi. kız onun susuşuna kirli havluyu dertop ederek karşılık verdi, daha doğrusu bloch havlunun dertop edilişini kendi susuşuna cevap olarak yorumladı.
  • Kadın kültablasını aralarına çekmişti. Bloch şişeyi yana itti, ama kadın kibrit kutusunu önüne çekti, üstelik yanına da bardağını koydu. Son olarak Bloch kendi bardağını yana itti, şişesini de bardağın sağına. Hertha güldü.
  • "Sanki bir levye kendisini gördüğü her şeyden kanırta kanırta ayırıyordu, daha doğrusu, çevresindeki nesneler kendisinden ayrılmış, havaya kaldırılmış gibiydi."
  • "... etraf o kadar sessizdi ki Bloch'a kendi ayak sesleri neredeyse ayıp bir şey gibi geldi."

Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Yine adına vurularak hiç araştırma yapmadan aldığım ve yakın tarihte (2019) Nobel Ödülüne layık görülen bir eser olduğunu öğrendiğim eser okuduğum en zor metinlerden biriydi. Çok kısa olmasına rağmen bir çırpıda okunacak bir metin değil. Bir kurgu yok ve olaylar arası kopukluk olması metne anlam verme açısından oldukça zorluyor. Kitap eskiden tanınmış bir kaleci olan Josef Bloch'a işten çıkarıldığının bildirilmesiyle başlıyor. Sonrası yalnız bir adamın avare avare sokaklarda gezmesi gibi devam ediyor. Bu yalnızlığa ve kopukluğa alışmışken sonlara doğru işler biraz karışıyor bir zihin bulanıklığı yaşıyorsunuz. Bundan kurtulup kitabı tamamlayıp anlarsınız ne ala :). Arka kapakta kitap, "... iyi edebiyatın "zor" metinlerine ilgi duyan okurların zevk alacağı bir başyapıt..." diye tanımlanmış. İlgilenenlere duyurulur. Keyifli okumalar... (Kevser)

Josef Bloch tanınmış bir kaleci.Bir gün gittiği iş yerinden kovulduğunu öğreniyor ve “vakit öldürmeye” başlıyor.Gittiği her yerde kendini daha yalıtılmış hissediyor, öldürülen bir kızın hikayesinde buluveriyor kendini, her nesneyi maddi değeri ile ölçen bir vergi memuru ile karşılaşıyor, kaldığı oteldeki düzeni izliyor. Ve bunları yaparken biz onun ensesindeyiz.Attığı adımın bir adım gerisinde.Ama asla adımlarını şekillendirmiyoruz, yaptığı en ufak bir eylemi dahi yargılamıyoruz. Çünkü hangi dil buna yetkin ki? . Peter Handke ile nihayet tanış oldum.Bu görkemli bir tanışma değil, aksine sıradan ve gündelik işlerimin arasında bir göz değmesi şeklinde oldu. Yarattığı anlatım tüm kılçıklarından arındığı için, yağmur suyu kadar berrak olduğu için. . Pek çok kişi için ağır bir okuma süreci yaratabilecek bir anlatımı var Handke’nin.Benim için ise “bak bu da mümkün” dedirtecek bir farklılık sundu diliyle yazar.Birbirini takip eden düşünceler bir kaçışın parçası olmakla birlikte aslında hiçbir durumu da betimlemiyor. Dilin, kelimelerin, benliğin meydana getirdiği eksik gedik ne varsa bu farklılıkla kavrıyoruz. Kalecinin penaltıyı atacak oyuncunun duruşunu izleyip; topu hangi köşeye vuracağını kafasında canlandırmasındaki ikircikli durum gibi. “Bu köşeye atacak.ama bu köşeye atacağını hissettiğimi görebiliyor.o yüzden ters noktayı seçecek..belki de?”.. . “Kendisini algılayan bilinci o kadar şiddetlenmişti ki bütün vücudunda hissettiği bir dokunuş duygusuna dönüşmüştü; sanki bilinç, sanki düşünceleri kendisine sataşmış, üstüne yürümüş, saldırmışlardı. Savunmasız, kendini savunamayacak bir halde yatıyordu işte; içi iğrenç bir biçimde ters yüz olmuştu: Yadırgatıcı değil, sadece tiksindirici bir başkalıktı.Bir hamlede olmuştu olan, bir hamlede doğallığını kaybetmiş,bağlamından kopmuştu.” (Hülya Açılan)

Bu kitap için iki şey söylenebilir... Kısaca “beğenmedim” diyebilirsiniz. Bunun sebebi ne okuyacağınızı tam olarak bilmemenizden kaynaklıdır. Bazı kitaplar bazı amaçlar sebebiyle seçilir. Bu kitap örneğin... Prust’ta ne kadar “durum” varsa Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi’nde de o kadar “oluş” vardı. Bu kitap oluşun çözümlemesidir. Anlatılmak isteneni eylemle anlatır. Eylemlerin ardını gördükçe daha iyi kavrarsınız... Bu sebeple yazarı ve çabasını gerçekten takdir ettim. Eğer farklı bir anlatımı tanımak ve yazarlık olgusunu kavramak istiyorsanız önerebilirim. (Onur Gazi)

Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi PDF indirme linki var mı?

Peter Handke - Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Peter Handke Kimdir?

6 Aralık 1942'de Avusturya'da doğdu. Öz babası, daha o doğmadan annesinden ayrıldı ve annesi daha sonra Peter Handke'ye adını veren Bruno Handke ile evlendi. Peter Handke 1944 yılında ailesiyle birlikte Doğu Berlin'e göç etti, ama Berlin'in Ruslar tarafından abluka altına alınmasından hemen önce oradan ayrıldılar. On iki yaşına kadar, din ağırlıklı eğitim veren bir okulda okudu, sonra normal liseye geçti. Anne tarafından büyükbabası Slovak olduğu için küçük yaşlardan başlayarak bu kültüre ilgi gösterdi. 1961 yılında hukuk fakültesine girdi ve öğrencilik yıllarında yazmaya başladı. İlk roman denemesi olan Die Hornissen'in Suhrkamp Yayınevi tarafından kabul edilmesiyle birlikte eğitimini yarıda bıraktı. Bu romanın yayımlandığı 1966 yılından sonra Peter Handke yazarlık dışında bir iş yapmadı. 1971 yılında annesi intihar etti. Kendisini çok etkileyen bu olayı, Wunschloses Unglück adlı romanına konu edindi. 1972 yılında eşinden ayrılan Handke bu evlilikten olan kızını tek başına büyüttü. Yetmişli yıllarda Peter Handke hem kişisel görüşleri ve yaşam tarzı, hem de başkaldıran kişiliği nedeniyle fazlaca eleştiri aldı. 1973-78 yılları arasında Paris'te, 1978-79'da Amerika'da yaşadı. 1979'da Salzburg'a döndü. Şiir, roman ve tiyatro oyunları bulunan yazarın bazı yapıtları Türkçeye de çevrilmiştir. Birkaç dile çevrilen Hiçkimse Koyunda Bir Yıl adlı romanı da Can Yayınları arasında çıkmıştır. Peter Handke, Paris'te yaşamaktadır.

İsveç Akademisi, 2019 Nobel Edebiyat Ödülü'nü Avusturyalı yazar Peter Handke'ye verildiğini duyurdu. Handke'nin "insan deneyiminin özgünlüğünü ve sınırlarını dilbilimsel ustalıkla araştıran etkili yapıtları" nedeniyle ödüle layık görüldüğü kaydedildi.

Peter Handke Kitapları - Eserleri

  • Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi
  • Solak Kadın
  • Çocuğun Öyküsü
  • Mutsuzluğa Doyum
  • Kaspar
  • Yorgunluk Üzerine Deneme
  • Don Juan
  • Hiçkimse Koyu'nda Bir Yıl
  • Karanlık Bir Gecede
  • Kısa Mektup Uzun Veda
  • Konstans Gölü'nden Atla Geçiş
  • Tuna, Sava, Morava ve Drina’ya Bir Kış Yolculuğu -Ya Da Sırbistan’a Adalet- Bir Kış Yolculuğu’na Yaz Eki
  • Yineleme
  • İzleyiciye Sövgü, Kendini Suçlama
  • Bir Yazarın Öğleden Sonrası
  • The Weight of the World

Peter Handke Alıntıları - Sözleri

  • Önceleri bana ben yokmuşum gibi geliyordu, şimdi ise çok varım ve eskiden çok sayıda olan nesneler şimdi bana çok az geliyor. (Kaspar)
  • Çoğu kişi bir şeye sahip olur olmaz, kendisi olmaktan çıkar, dengesi bozulur ve gülünç duruma düşer. Kendisine bile yabancılaşıp, her şeye hasetle bakar. (Konstans Gölü'nden Atla Geçiş)
  • gerçek yorgunluğa da yakışan kalkmak değil oturmaktır, değil mi? Artık ağarmış saçlarına karşın hep telaş içindeki oğlu tarafından sürüklenen o yaşlı kambur kadının, çay bahçesinde dediği gibi: "Ah, biraz daha oturalım!" (Yorgunluk Üzerine Deneme)
  • Yaşamım boyunca yaptığım yanlışlardan biri de buydu. Daha birkaç gün önce kendi kendime şu notu düşmüştüm "Her zaman -doygunluk anlarında bile- sen, 'Henüz olmadı' eğilimindesin. Eksiksiz bir doygunluk anını perhiz günü gibi yaşıyorsun. Hep daha fazlasını istiyorsun, daha büyüğünü, en büyüğünü. İşte! Buradaydı ve burada. Ve neden bir kereye özgü olanı, tekrara, diziye, sürekliliğe göre zorluyorsun. Bir kereye özgü olanın her şey demek olduğunu düşünen suskun arkadaşlarına bir bak. (Hiçkimse Koyu'nda Bir Yıl)
  • Bir görüntüden, bir sesten, bir cümleden etkilenmişsem bunun sorumlusunun yöresinde olmak, benim için öteden beri bir anlam taşırdı, özellikle sorumlu kişi çoktan o yöreden çıkıp gitmişse ve çoğunlukla da orada -tıpkı hemen hemen bütün büyük kentlerde olduğu gibi- kendisiyle aynı fikirde olanlardan oluşan koca bir grup ya da bir sürü oluşturmayıp tersine tek başına yaşamışsa. (Hiçkimse Koyu'nda Bir Yıl)
  • Hiçbir şeye sahip olamayanlar kaybedenlerdir, her şeye sahip olabilenler de kazananlardır,... (Konstans Gölü'nden Atla Geçiş)
  • Uykusuz insanların dünyasında ben de bulundum (zaman zaman hala oradayım). (Yorgunluk Üzerine Deneme)
  • Toplum değildi bana kapalı olan, ben topluma, herkese kapalıydım. Sizin eğlentileriniz, şenlikleriniz, kucaklaşmalarınız beni ne ilgilendirir? Nasılsa benim için ağaçlar, otlar vardı orada, Robert Mitchum'un yüzündeki anlaşılmaz ifadeyi yalnızca benim için oynadığı beyazperde, Bob Dylan'ın yalnızca benim için söylediği "Sad-Eyed Lady of the Lowlands"ini ya da Ray Davies'in kendine ve bana ait "I'm Not Like Everybody Else"ini çalan Jukebox. (Yorgunluk Üzerine Deneme)
  • "Çocukların mezun olduklarında konuşmayı bile öğrenmemiş olmalarında şaşılacak bir şey yok" dedi hademe birden, baltayı kütüğe saplayıp odunluktan çıkarken: Tek bir cümleyi bile sonuna kadar söyleyemiyorlardı, birbirleriyle konuşurken neredeyse hep tek tek kelimeler kullanıyorlar, sorulmadan hiç konuşmuyorlardı, öğrendikleriyse sadece kitabi bilgiydi, ezbere söyleyiveriyorlardı, bunun ötesinde tam cümle kurma yetenekleri yoktu. "Aslında, hepsi az ya da çok konuşma özürlü" dedi hademe. (Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi)
  • Cümlenle başka bir cümle söylemeyi öğrenirsin, aynı başka cümleler olduğunu öğrendiğin gibi, aynı başka cümleleri öğrendiğin ve öğrenmeyi öğrendiğin gibi ve ortada bir düzen olduğunu öğrenirsin ve cümleyle düzeni öğrenmeyi öğrenirsin. (Kaspar)
  • Ben müzikten çok, başkaları tarafından heyecanlandırılmak istiyordum; müzik tarafından uyandırılan heyecan bana iyi gelmiyordu. Ya da: Beni açması gereken müzik, zaten benim içimde olmalıydı. (Hiçkimse Koyu'nda Bir Yıl)
  • Yeryüzü çoktan keşfedildi. Ama kendim için Yeni Dünya olarak adlandırdığım bir şeyin hep ayırdında olacağım. (Hiçkimse Koyu'nda Bir Yıl)
  • hangimizin daha çok olması gerektiği yerde olduğu düşüncesi aklımı kurcalayabiliyor, arazi arabasıyla, ölüm döşeğinde olan insanları dolaşan Rahip mi, yoksa masamda oturmakta olan ben mi; hangimiz doğru yoldayız; yükselip alçalan sesiyle Şarkıcı mı, resimleri, malzemeleri, makineleriyle Ressam mı, yoksa kurşun kalemiyle ben mi? Ben de kendini tanrılaştıranlardan mıyım? Kendimin kralı mıyım? Günümüzde milyonlarcası bulunan kendi kendisinin imparatorlarından mıyım? Yeni dönüşüm bir o kadar kaçınılmaz mı? Yoksa bunun adına, 'defolmak' mı demeli? (Hiçkimse Koyu'nda Bir Yıl)
  • "Her zaman uzakta olan biri vardır." (Karanlık Bir Gecede)
  • Hiç kimse kendini perişan eden bir kaderi hak etmez. (Kaspar)
  • "Elinin altındakilerden evrenin en uzak köşesindekilere varıncaya kadar bütün varlıklar ve insanlar içinde yüreğinde sevgiyle doğup büyümüştü o." (Karanlık Bir Gecede)
  • Kaleci topu yuvarlanıp çizgi geçişine baktı. (Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi)
  • Yalnızlık en buz gibi, en iğrenç acıyı doğurur: Gerçeklikten kopmuşluğun acısı. İnsanın o zaman birilerine ihtiyacı olur, bize durumun henüz o kadar da kötü olmadığını gösterecek birilerine." (Solak Kadın)
  • Matemi dünyanın içinden taşıyıp götürmek ve onu ora­ya, dünyaya, aktarmak. Don Juan kederini yaşıyordu, bir kuvvet gibi. Kederi ondan daha fazlaydı ve onu aşı­yordu. Adeta -hatta adeta bile değil- kederiyle silah­lanmış bir halde, kendini asla öldürülemez değilse de, yara almaz hissediyordu. Keder onu başına buyruk ya­pan bir şeydi, karşı hamlesiyle de (veya daha doğrusu karşılıklı hamlelerle) onu tamamen geçirgen, her ne olursa olsun olanları duyumsayabilen, üstelik gerekti­ğinde görünmez bir hale getiriyordu. Kederi onun ku­manyası gibiydi. Onu her bakımdan besliyordu. Saye­sinde artık hiçbir yönden büyük ihtiyaçları kalmamış­tı. Bu ihtiyaçlar artık söz konusu bile değildi. Fakat ke­derde ideal dünyevi yaşam olanağının bulunduğu ve başkaları için de bunun geçerli olduğu (bakınız "kede­ri dünyaya aktarmak") düşüncesini sürekli olarak kendinden uzak tutması gerekiyordu. Onun matemi, gelip geçici değil, temel bir uğraştı. (Don Juan)
  • "Çocuk evde oturmuş, bir gün sonra sorulacak herhangi bir ırmağın uzunluğunu ya da bir dağın yüksekliğini yüksek sesle ezberlerken, adam, dünyadaki çocukların kocaman açılmış, korkudan donuklaşmış gözlerle, insanlığın sözümona bilgisini nasıl tekrarladıklarını asla unutmamak ve sonsuza dek aktarmak gerektiğini düşünüyordu." (Çocuğun Öyküsü)

Yorum Yaz