diorex
Dedas

Kapak Kızı - Ayfer Tunç Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kapak Kızı kimin eseri? Kapak Kızı kitabının yazarı kimdir? Kapak Kızı konusu ve anafikri nedir? Kapak Kızı kitabı ne anlatıyor? Kapak Kızı PDF indirme linki var mı? Kapak Kızı kitabının yazarı Ayfer Tunç kimdir? İşte Kapak Kızı kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 05.04.2022 14:00
Kapak Kızı - Ayfer Tunç Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Ayfer Tunç

Yayın Evi: Can Yayınları

İSBN: 9789750722110

Sayfa Sayısı: 263

Kapak Kızı Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Karlı bir kış günü, Ankara'dan İstanbul'a giden bir trenin yemek vagonu. Birbirini tanımayan üç kişi; bankacı Ersin, radyo programcısı Selda ve yemekli vagonun garsonu Bünyamin. Kapak Kızı, işte bu üç kişinin romanı. Ama aynı zamanda orada olmayan bir başkasının; bir dergide çıplak fotoğrafları yayınlanan Ayın Kızı Şebnem'in. Trenin saatlerce yolda kaldığı, bir yolcunun öldüğü bu uzun yolculukta, roman kahramanları, birbirleriyle, Şebnem'in fotoğrafları aracılığıyla yüzleşirler. Ancak bu zihinsel yüzleşme giderek kimin kimi yargıladığı belli olmayan bir hesaplaşmaya dönüşür. Ayfer Tunç, ilk kez 1992 yılında yayınladığı Kapak Kızı'nı 'zemin aynı zemin, inşa aynı inşa' olmak kaydıyla yeniden yazdı. Roman, bedensel çıplaklığı, kahramanlarını farklı nedenlerle sarsan bir travma olarak ele alıyor. Aile, hayat, aşk, kıskançlık, güzellik ve ahlak kavramlarını, alışılmış yorumların tuzağına düşmeden işliyor. Bunaltıdan ikiyüzlülüğe, anıların masumiyetinden yaşamın gerçeklerine uzanan soruların kuşattığı bu roman, aslında bütün soruları içeren tek bir soru soruyor: Kim daha çıplak?

(Tanıtım Yazısı'ndan)

Kapak Kızı Alıntıları - Sözleri

  • Korkaklıktandı bir bitki kadar mutlu olması, kuru kuru yanması.
  • “Akıl olmadıktan sonra, güzel olmuşsun ne faydası var?”
  • Bitmesi gerektiği halde sürüyorsa hastalıktı artık, aşk değil.
  • "Anladım ki, ben, hiç adım atmamışım. Hep olduğum yerde kalmışım; hep uysal, sakin, ciddi, hep kontrollü, hep bir sonraki adımı düşünen, düşüne düşüne atmaktan vazgeçen biriymişim. Hiç ilerlememişim."
  • Zordu insan idare etmek, çok yorucuydu.
  • Hayat insanı değiştiriyordu, kimse olduğu gibi kalmıyor, değişiyor, eski arkadaş yeni yola uymuyordu.
  • “Bir gün kendime niye yaşadım ki bunca yılı diye sormaktan korkuyorum.”
  • Bir cümle olabilir miydi bir hayatı değerli kılan? Yoksa, tek cümleye sığdırılmış hayat çok mu boştu? Hayatın nesi doğruydu, nesi yanlış? Ya da bu türden soruları sormak doğru muydu?
  • Anılar dayanıksızdı. Zamanla unutulabiliyor, yeniler eskileri unutturuyordu.
  • Artık küçük şehirlerin dışarıdan gelenlerin genzini yakan lezzetlerinden , kendine has havalarından , mütevazı düzenlerinden eser yoktu. Her biri gerçekte olmayan bir büyümeyi taklit ediyor , giderek aynılaşıyor , hepsi hızla birbirine benziyordu.
  • Böylece kendiyle birlikte birçok insanı ve hayat görüşlerini özetlemiş oldu. İşini iyi yapan , iyi yaparken çok sıkılan , ama yine de belirlenmiş hedeflere ulaşmadan hayatını değiştirmeyi düşünmeyen insan.
  • Hepimizin ömrüne yetecek kadar çok ağladı.
  • Ama güzellik suçtur zaten, cezası mutlaka çekilir.
  • Hayat insanı değiştiriyordu,kimse olduğu gibi kalmıyor değişiyor ,eski arkadaş yeni yola uymuyordu.
  • Zordu insan idare etmek, çok yorucuydu.

Kapak Kızı İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Kapak Kızı. Ayfer Tunç'tan Dünya Ağrısı'ndan sonra okuduğum ikinci kitap. Ayfer Tunç'a Dünya Ağrısı ile 2019 yılının son aylarında başlamıştım. O ağrıyı 300 küsur sayfa boyunca çekmiş, her satırda savrulmuş ve sık sık kendimi toparlamak zorunda kalmıştım. Şimdi ise bir üçlemenin (Kapak Kızı, Yeşil Peri Gecesi, Osman) içinden Kapak Kızı'nı bitirdim. Kapak Kızı, bir trenin daha doğrusu trenin yemek vagonunun (lokantasının) mekân olarak benimsendiği bir roman... Dar mekânlarda geçen öykü ve romanlarda alışık olduğumuz geriye kırılmaların (geriye dönüş tekniğinin) sık kullanıldığı bir kitap. Ayın Kızı Şebnem'in hikâyesi etrafında birçok hayatın birleştiği ilginç ve akıcı bir roman... Hep düşündüğüm şeylerden biridir; birbiriyle yollarının kesişme ihtimali olmayan kişilerin bir kesişim kümelerinin olma ihtimalinin yüksekliği... Kapak Kızı'nda da öyle oluyor. Kimi zaman bir garsonla, banka müfettişi aynı karede kesişebiliyorlar. Herkes olaya kendi penceresinden bakarak büyük resmi tamamlıyor. Ya da kendi payına o resmin/yapbozun parçasıyla ilgileniyor ve bütüne ilişkin hep bir boşluk kaldığı çoğu zaman fark edilmiyor bile. Kapak Kızı'nda dikkat çekici birçok ifade var: "Hiçbir şey saf haliyle, rafine haliyle kalmıyordu" (s. 40). "İnsanlar yıllar sonra karşılaştıklarında sevgiyle kucaklaşıyorlarsa bu hatıraların sayesindedir (s. 184). "Bitmesi gerektiği halde sürüyorsa hastalıktı artık, aşk değil" (193). "Hayatını değiştirmeyi düşünmeyen, giderek daha az şeye razı olan, hiçbir şeye itiraz etmeyen biri... İşten eve, evden işe yani. Bir gün kendime niye yaşadım ki bunca yılı diye sormaktan korkuyorum" (s. 196). "Başkalarının hikâyeleriyle doldurmaya çalıştığım "içim" bataklığa benziyor, her şeyi yutuyor" (s. 221). Bu gibi ifadelerle bağlamdan hareketle okuru çekmeyi başaran yazar, uzun cümle kurmakta da oldukça başarılı. Ayfer Tunç'un roman kurgusundaki başarısı okurda hayranlık bırakacak düzeyde. Okuyun, pişman olmazsınız. :) (Mahir)

Kapak Kızı Kitap İncelemesi ve Yorumu: “Herkes bir şeylerin suçunu birilerinde arıyordu.” Herkese merhaba! Bugün Deniz Dülgeroğlu sayesinde tanıdığım Ayfer Tunç’un okuduğum ilk kitabı ile karşınızdayım. Tunç oldukça başarılı ve dili oldukça sade olan bir yazar. Kullandığı cümleler hayatı, insanların içindeki hayatları yansıtıyor. Dilini, anlatım tarzını çok beğendim. Kitabın kendisine gelecek olursak, “Kapak Kızı” bir dergide ‘Ayın Kızı’ olarak anılan kapak fotoğrafında çıplak fotoğrafı bulunan Şebnem. Konusu ise Şebnem’in farkında olmadan birkaç insanın hayatında yaptığı balyoz etkisi. Bu balyozu yemiş üç ana karakterimiz ise Bünyamin, Selda ve Ersin. Üçü de hiç beklemedikleri bir anda yıllar sonra -Bünyamin hariç- Şebnem’i görüyorlar bir derginin kapağında. Hem de hiç beklemedikleri bir şekilde. Kimi zaman Şebnem’i yaptığı bu davranış için yargılıyorlar, kimi zaman haklı görüyorlar, kimi zaman ise Şebnem’den yola çıkarak bunca süre yaşadıkları hayatın anlamını, çevresindeki insanlarla ve onların birbirleriyle olan ilişkilerini sorguluyorlar. Açıkçası ben üç kahramanımızın hayatı sorgulamalarını çok beğendim. Akrabalarıyla, akrabalarının birbiriyle, Şebnem ile olan ilişkilerini, hayattan ne kadar zevk aldıklarını, gerçekten mutlu olup olmadıklarını düşünmelerini çok beğendim. O kadar gerçek ve hayattan cümleler ile anlatılıyordu ki bu sorgulamalar, ‘Aaa ben de içten içe böyle düşünüyorum, beni yansıtıyor bu cümle’ diyebileceğiniz bir cümle ile illa ki karşılaşabiliyorsunuz. Kitabın bir kısmında elime kağıt kalem alıp soyağacı çıkarasım geldi. Kahramanların o kadar çok halası, amcası, eniştesi var ki. Bu durum okumamı zorlaştırdı. Bir de bazı şeylerin yarım kaldığını hissettim. Örneğin Selda’nın annesine vermekten vazgeçip Bünyamin’e verdiği hediye neydi? Üç karakterimizin hayatı nasıl devam etti? Şebnem nasıl bir hayat yaşıyordu? Şebnem’in hayatını anlatan bir bölüm olmasını çok isterdim. Genel olarak birkaç pürüz haricinde kitabı beğendim, okumayı düşünen herkese öneririm. Kitapla kalın, iyi okumalar! (Gregor SAMSA)

Kapak Kızı Ayfer Tunç’un üçleme olan kitabının ilk kitabı. Bu üç kitap ayrı ayrı okunabilir ama üçünü art arda okuyunca daha anlamlı ve okuma doyumu daha fazla oluyor. Okurken o kadar büyük bir iştahla okudum ki… Kitap okuma aşkımı körükleyen bir kitaptı. Kitabın başlarında odaklanma sorunu yaşıyordum aynı sayfayı birçok kez okuduğumu hatırlıyorum sonra cümleler beni öyle bir içine çekti ki zaman zaman yaşadığım bu odaklanma sorunu da geçmiş oldu. Kitabın konusuna gelecek olursam üç tane halkın tam içinden olan Ersin,Selda,Bünyamin’in sorunlarını,toplum olmama istekleri ve dışarıdan mükemmel gözüken hayatların iç yüzünü görüyoruz. Kitap üç karakterden oluşsa da ana karakterlerimiz değiller ana karakterimiz üçünün de bir şekilde ortak noktası olan Şebnem karakteri. Üçünün hayatları oldukça ilgi çekici bile olsa asıl merak ettiğiniz karakter hep Şebnem oluyor. Çünkü dergide Şebnem’in fotoğraflarındaki o meydan okumayı görüp hepsi kendi hayatını sorgulamaya başlıyor. Bir bakışla insanı iç dünyasıyla yüzleşmeye bırakan,hiçbir suçu olmamasına rağmen bu dünyada kendine bir yer bulamayan Şebnem’in yaşadıklarını çok merak ediyorsunuz. Kapak Kızı sizi halkın içindeki karakterlerle onların iç dünyalarıyla tanıştırırken aynı zamanda Şebnem karakterine hazırlıyor. &Ayfer Tunç en büyük iyikilerimden. Nasıl kitaplar seversin sorusuna cevaplarım aslında bu kitaplar. Gerçek olan,insanları anlamamızı sağlayan kitaplar. (Eftelyaokur)

Kapak Kızı PDF indirme linki var mı?

Ayfer Tunç - Kapak Kızı kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Kapak Kızı PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Ayfer Tunç Kimdir?

Ayfer Tunç 1964'te Adapazarı'nda doğdu. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni bitirdi. Üniversite yıllarında çeşitli edebiyat ve kültür dergilerine yazılar yazmaya başladı.

1989 yılında Cumhuriyet gazetesinin düzenlediği Yunus Nadi Öykü Armağanı'na katıldı, Saklı adlı yapıtıyla birincilik ödülü aldı. 1999-2004 arasında Yapı Kredi Yayınları'nda yayın yönetmeni olarak görev yaptı. 2001 yılında yayımlanan ve okurdan büyük bir ilgi gören Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek-70'li Yıllarda Hayatımız adlı yapıtı, 2003 yılında yedi Balkan ülkesinin katılımıyla düzenlenen Uluslararası Balkanika Ödülü'nü kazandı ve altı Balkan diline çevrilmesine karar verildi. Tunç'un 2003 yılında Sait Faik Abasıyanık'ın öykülerinden hareketle yazdığı Havada Bulut adlı senaryosu filme çekildi ve TRT'de gösterildi. Tunç'un Saklı, Mağara Arkadaşları, Aziz Bey Hadisesi ve Taş-Kağıt-Makas adlı dört öykü kitabı, Ömür Diyorlar Buna adlı bir e-kitabı, Kapak Kızı adlı bir romanı, İkiyüzlü Cinsellik adlı (Oya Ayman'la birlikte yazdığı) bir inceleme kitabı ve Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek adlı bir yaşantı kitabı var.

Ayfer Tunç Kitapları - Eserleri

  • Suzan Defter
  • Aziz Bey Hadisesi
  • Yeşil Peri Gecesi
  • Kapak Kızı
  • Dünya Ağrısı
  • Osman
  • Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi
  • Aşıklar Delidir ya da Yazı Tura
  • Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek
  • Evvelotel - Saklı
  • Ömür Diyorlar Buna
  • Kırmızı Azap
  • Mağara Arkadaşları
  • Taş - Kağıt - Makas
  • Memleket Hikayeleri
  • Saklı
  • Harflere Bölünmüş Zaman
  • İkiyüzlü Cinsellik

Ayfer Tunç Alıntıları - Sözleri

  • Çocukluğumun bütün anıları gülümseyen fotoğraflar oldular artık. Hiç yaşanmamış kadar uzak.. (Evvelotel - Saklı)
  • ...... Her rüzgârda incecik sallanan, ıslak gözleri hep uzaklarda bir yerlere takılı duran, suskun kadın. (Evvelotel - Saklı)
  • Bekledim onu, hep bekledim... Gelmedi. (Ömür Diyorlar Buna)
  • Kendini her zaman olduğu gibi koca şehirde, koca ülkede, koca dünyada yapayalnız hissetti. (Kırmızı Azap)
  • Türk halkı nelere inanmamıştı ki? Futbolda sekiz sıfır yenilir ve ezilmediğine inanırdı. İhtilallerin memleketin menfaati için yapıldığına inanırdı. Dünyanın sadece Türk olduğu için kendisine düşman olduğuna inanırdı. Hep bir şeylere sonuna kadar inanırdı. (Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek)
  • Öykü edebiyatın gayri meşru çocuğudur. Nüfusa kaydedilmiştir, edebiyat ailesinin asil üyesidir. Ama şiir ve romanla aynı evde oturmaz. O kendi küçük evinin odalarında oturup pencereden bakar. Kenar mahallelerin dar sokaklarında yürür. Kendine ait dünyasına başkalarını sokmayı pek sevmez. Oysa şiir ailenin haylaz, havai ve biraz da hayırsız çocuğudur. Duyguludur, zaman zaman hırçındır, kavga etmeyi sever. Ağır konuşur, ağır aşk yaşar. Meraklıdır, romanın da öykünün de işine burnunu sokar. Sevimlidir, girdiği yerden çıkmaz, kimse ona git diyemez. Roman ise ailenin ağırbaşlı, ciddi, ne yaptığını bilen çocuğudur. Öykünün hakkını korur, nüfusa kayıtlı olduğundan hareketle onu ailenin üyesi sayar. Roman öyküyü gizlice sever, çünkü kendi çocukluğunu görür öyküde. Ama şiire de, öyküye de akıl vermeye kalkar. Hırslıdır. Tartışmaları o açar, gündemi o değiştirir. Akıllıdır ne de olsa, şiir kadar duygularına yenilmez. Öyküyle şiir çok iyi geçinirler. Birbirlerine daha çok benzerler. Şiir öykünün gayri meşru oluşuna aldırmaz; bütün sevecenliği ve sevimliliğiyle öykünün hayatına sızar, orada derin izler bırakır. Oysa roman, şiirin bu girdiği yere sızma ve yayılma eğilimini kaldıramaz. Yatağından şiiri kovmaya çalışır, bazen başarır, bazen başaramaz. Roman bilgiçtir, arada bir küstahlaşır, kendini ailenin sözcüsü, temsilcisi olarak görür, gösterir, başarır. Şiir romanın bu tutkusuyla dalga geçer. Havaidir. Roman çalışır, kazanır. Şiir çalışmaz, kazanır. Öykü çalışmaz, kazanmaz. Deneme ise ailenin nüfusa bile kaydedilmemiş gayri meşru çocuğudur. Çokları onun aileden olmadığını sanır. Ciddidir, boş konuşmaz, hoşsohbettir ama biraz sesi kısıktır. Aileden olmak olmamak hiç umurunda değildir. Uzak durur, beni de aranıza alın, ben de sizdenim demez. Ailenin canı cehennemedir. Duygusal olduğu halde, öyle görünmeyi sevmez. Pek varlıklı da değildir. Nüfusa kayıtlı olmadığı için payına miras düşmez. Deneme çok çalışır, ama kazanamaz. Oyun ailenin zengin kuzenidir. Sahneyle, oyunculukla, rejiyle kardeştir. Aristokrat takılır, soy ağacında kökleri çok geriye gider. Aslında tiyatro ailesine mensuptur. Edebiyat ailesinin sıkıntıları onu pek ilgilendirmez, başka bir deltada yaşar. Oyunun ailesi zengindir, ailece çalışıp kazanırlar, sonra ailece bölüşürlerken kavga çıkar. Senaryo ailenin ahbabıdır. Çok cazibelidir. Romanı pek sever, ama roman uzak durmaya çalışır ondan. Ne zaman senaryoyla dostluk etmeye kalksa kazık yiyen roman olmuştur. Anı, ailenin bunak büyükbabasıdır, çok bilir, çok konuşur, yarısı palavradır. Biyografi ailenin yurtdışında yaşayan üyesidir. Bencildir, fazla uğramaz memleketine. Otobiyografi bu ülkede daha doğmamış çocuktur, adı hazırdır, kendi yoktur ortada. Hayat aslında tek bir uzun öyküdür. Her defasında değiştirilerek yazılsa da, finali yoktur. (Harflere Bölünmüş Zaman)
  • Kelimelerin iyi geldiği, yarım kalmış insanlarız biz. (Aşıklar Delidir ya da Yazı Tura)
  • Geçmiş, her anlattığımızda kılık değiştiren bir uydurmadır. (Memleket Hikayeleri)
  • "Müzikten konuşurken geçip giden güzel saatlerimiz..." (Saklı)
  • Birini bir zamanlar sevmiş olmak insanın içinde iz bırakıyordu. İnsan o kişiyi artık sevmese bile iz kalan yer acıyordu. (Yeşil Peri Gecesi)
  • Gülüşü kurgulanmış gibiydi. (Suzan Defter)
  • Anadolu halkı, yüz yıl sonra “Kendi okulunu kendin yap”, kampanyasına şaşılası bir coşkuyla destek verecek, bir Allah’ın kulu çıkıp “Okulumuzu da kendimiz yapacaksak devlet niye vergi alıyor?” diye sormayacaktı. (Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi)
  • Kaçamıyordu insan hayattan. Hiçbir biçimde kaçamıyordu. Mekanlar, eşyalar, şehirler, sokaklar değişiyor ve insan kendinden, hayattan kaçamıyordu. Ya da ben yapamıyordum. (Mağara Arkadaşları)
  • "Artık her şey, her yer değişiyordu. Çağa uygun düşen bir yoksulluk olacaktı bahar." (Saklı)
  • “En fazla bir yıl sürer yirminci asırlarda ölüm acısı.” (Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi)
  • Sevmenin insanı böylesine var edebileceğine inanmazdım, yaşadım;sevmenin yokluğu fikrinin bile insanı yok edebileceğine de. Onu da yaşadım... (Kırmızı Azap)
  • Yaş ilerleyince anlıyordu insan. Mutluluk öyle gökten zembille inmiyor, itina istiyordu (Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi)
  • “Eriyorum, çürüyorum, hayatım bataklık gibi dibe çekiyor beni desem sana, o manasız soruyu bile sormazsın: Neden? Hemen teşhisi koyarsın: Rahat batıyor sana!” (Suzan Defter)
  • Viski yorgunluğu alır derler. Kasttettikleri günün yorgunluğudur. İstediğin kadar iç, hayatın yorgunluğu baki kalır. (Yeşil Peri Gecesi)
  • “Neden yazıyorum?” Yazarların birçoğu neden yazdığını bilmez. Ya da neden yazdığını bilerek başlamaz yazmaya. Yazının evrenine girildiğinde sorular belirginleşir, önceleri pek de tatmin edici olmayan, oynak cevapların bir kısmı yerli yerine oturur. Birçok soru cevaplansa da, cevaplandığı sanılsa da, “neden yazıyorum?” sorusu lezzetli bir iç huzursuzluğu sorusu olarak kalmayı sürdürür. Çünkü yazmanın bütün sırrı aslında bu sorunun içindedir ve bence yazarlar bu soruya kesin bir cevap bulup defteri kapatmak istemezler. Yazı, yazarın da eremediği bir sırdır; sır aydınlanırsa yazar ışığa yakalanmış bir tavşana dönüşür, kıpırdayamaz. Ben böyle olduğunu düşünüyorum; oysa Sait Faik, “Haritada Bir Nokta” adlı öyküsünü neden yazdığını söyleyerek bitiriyor: “Yazmasam deli olacaktım.” Ama bence bu cümle, o sır dolu sorunun cevabı değil, yazı serüveninin son aşamasında kendiliğinden vardığı bir sonuçtur; hayat karşısında tutunmanın yolunu, Sait Faik’in kendi “çaresiz çare”sini işaret eder bize. “Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi?” Sait Faik’in ölümünden iki yıl önce yazdığı “Haritada Bir Nokta”, imgeler arası ilişkiler açısından çok zengin bir öykü olmanın yanı sıra, yazının evrenine ilişkin soruları, insanla, varolmakla, toplumsallıkla da ilişkilendirerek kurcalayan bir metindir. Öykünün kurgusu ile huzursuz soruları arasındaki ilişki muhteşemdir. Şu soru: “Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi?” sorusu, “neden yazıyorum?” sorusundan hiç aşağı kalmadığı gibi, neden yazıyorum sorusunun bir önceki cevabıdır. Sait Faik bu öyküde, önce neden yazdığı sorusuna bir cevap bulmuş, yazı yazmanın bir hırs olduğuna karar vermiş ve adaya çekilmiş bir adamı / kendini anlatır bize. Ama adada insan vardır, insanın olduğu yerde kötülük vardır, kötülük onu tütüncüye koşturur, kâğıt kalem aldırır, kalemi yontturur, öptürür ve yazdırır. Sorunun cevabı değişmiştir: “Yazmasam deli olacaktım”. Yazı artık bir ilaçtır. İyi de, yazı yazmanın bir hırs olduğuna neden karar vermiştir Sait Faik? Ne olmuştur? Ne gibi kötülükler görmüş ya da etmiştir ki, vazgeçmiştir yazmaktan? “Kaybettiğim her şeyi; insanlığı, cesareti, sıhhati, safveti, dostluğu, alın terini, sessizliği yeniden bulacak; belki yeniden bir adam olmasam bile bir temiz hayatın içinde hayran, meyus ve mahcup ölümü bekleyecektim. Aklıma ara sıra esen yazı yazmak arzusunu, arzusu değil kötü huyunu, bu tek kötü huyu muvaffakiyetler, şöhretler düşünmeden, “düşünürsem Allah canımı alsın!” düşüncesiyle yeniden bulabilirsem, kalemsiz kâğıtsız dağlara fırlayacak, balığa çıkacaktım. Yazmayacaktım.” Sait Faik, bedenine girip çıktığı anlatıcı aracılığıyla, bu öyküyü bir tür günah çıkarma metnine dönüştürür. Öyle bir altmetin akar ki öyküde, Sait Faik’in yazar olmanın bütün nimetini ve külfetini tattığını, ünlü yazarlara vadedilen mevkilere ulaştığını hissederiz. Ama bundan bir parça haz duymuş olduğu için kendinden utanmış gibidir. Yazmaktan değil, şöhretten alınan hazzın yazmanın has anlamını kirlettiğini; onun, mevkilere bir an için bile olsa kanmış olabileceğini, yazmanın varlığının özü olan yanından uzaklaşmış olmaktan korktuğunu düşünürüz. Biz de onunla birlikte yazmanın bir hırstan başka bir şey olmadığına inanırız. Yazdıklarında kendini gizlemeyen, tersine, kendini ancak yazdıklarında açan bir yazar olan Sait Faik, has yazar türündendir. Onun her türlü edebi mevkii reddettiğini, baş köşeye geçip ahkâm kesmekten hoşlanmadığını, gerek yazdıklarından, gerek onu anlatanların anılarından biliyoruz. O, mevkileri reddederek varolmuş bir yazardır. Bu reddedişte de bir altını çizme, bundan övünme payı çıkarma yoktur üstelik. İşi sadece yazıyladır. Edebiyatı en doğal haliyle yaşamış ve yazmış, kendi yarattığı büyüleyici alana bir üstünlük, bir ayrıcalık atfetmemiş, okura veya insana yukardan bakmamış, kendi imgesini yeniden imal etme ihtiyacı duymamıştır. (Harflere Bölünmüş Zaman)

Yorum Yaz