diorex
Dedas

Kardeşimin Hikayesi - Zülfü Livaneli Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kardeşimin Hikayesi kimin eseri? Kardeşimin Hikayesi kitabının yazarı kimdir? Kardeşimin Hikayesi konusu ve anafikri nedir? Kardeşimin Hikayesi kitabı ne anlatıyor? Kardeşimin Hikayesi kitabının yazarı Zülfü Livaneli kimdir? İşte Kardeşimin Hikayesi kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 09.02.2022 00:43
Kardeşimin Hikayesi - Zülfü Livaneli Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Zülfü Livaneli

Yayın Evi: Doğan Kitap

İSBN: 9786050914443

Sayfa Sayısı: 330

Kardeşimin Hikayesi Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Serenad fırtınasından sonra Livaneli'den nefes kesen bir roman...

Sakin bir balıkçı köyünde genç bir kadının cinayete kurban gitmesiyle başlar her şey. Dünyadan elini eteğini çekmiş emekli inşaat mühendisiyle genç, güzel ve meraklı gazeteci kızın tanışmasına da bu cinayet vesile olur. Kurguyla gerçeğin karıştığı, duyguların en karanlık, en kuytu bölgelerine girildiği hikâye, daha doğrusu hikâye içinde hikâye de böylece başlar. Modern bir Binbir Gece Masalı'nın kapıları aralanır. Ancak bu kez Şehrazad erkektir.

Kardeşimin Hikâyesi aşkın mutlulukta ulaşılacak son nokta olduğuna inananları bir kez daha düşünmeye davet eden, aşka, aşkın karmaşıklığına ve tehlikelerine dair nefes kesen bir roman. Her sayfada yeni bir gerçekliği keşfedecek, kuşku ile kesinliğin sınırlarında dolaşacaksınız.

"Mantıksız gibi geliyor ama o sabah uyandığımda tuhaf bir haber alacağımı biliyordum. Karadeniz'in lacivert dalgalarıyla baş başa kalmış olan bu ıssız köyde geçen her gün birbirinin aynısı olduğu için burada insanların heyecanla konuşacağı olaylara pek sık rastlanmazdı. O günün de ötekiler gibi sessizce akıp gitmesi gerekirdi ama galiba başka şeyler olacaktı. O mahmur sabah saatlerinde bir cinayet haberi alacağımı bilmiyordum elbette ama bir haber gelecekti. Daha yataktan çıkmamıştım, gözlerim kapalıydı, arkalarında fosforlu çizgiler bırakarak yıldırım hızıyla hareket eden mor tavşanları izliyordum."

Kardeşimin Hikayesi Alıntıları - Sözleri

    Kardeşimin Hikayesi İncelemesi - Şahsi Yorumlar

    Yapabileceğim en zor inceleme bu olacak. Çünkü şu anda bilincim yerinde değil ve kafam düzgün çalışmıyor. Saatlerdir bu kitabı okumaya çalıştım. Kitapta Ahmet adli bir karakterimiz var. Kendisi çok takıntılı ve bazi sorunlari ya da hastaliklari var diyebiliriz. Yaşadığı mevkide olan bir ölüm sonucunda gazeteci bi kadınla tanışıyor. Kadinla samimi olduktan sonra da ikiz kardesi Mehmet'in ilgi çekici hikayesini anlatmaya başlıyor. Neyse kitap hakkinda anlatacağım bu kadar. Asil onemli olan bana ne hissettirdigi. Ben çok kitap okudum ama sunu diyebilirim ki bu kitap kadar etkileyenini görmedim! Bu sitede hangi kitaba 10 puan verdiysem bu kitabi okuduktan sonra o puani 0 yaparım... Bu kadar etkileyici bu kadar şaşırtıcı bu kadar muazzam bir kitap ben ömrümde okumadım. Eliniz kanda bile olsa,ne okuyorsaniz okuyun yarida birakio direk bu kitabi okumaya başlayın. O kadar cok emin olarak soyluyorum ki bu kitabi okuyamadan ölen bir insan hiç yasamamis bile sayilabilir. O kadar tuhaf hisler yasatti ki bana. KESİNLİKLE OKUYUNUZ! (Ömer Gezen)

    Kitap akıcı, elbette bu durum güzel demek değil, buraya kadar tamam. İnsanların etten, kemikten varlığa verdiği varoluşsal manaların ve bu manalar yıkılınca uğradığı hayal kırıklıklarının sorgulanması, topluluğun anlamsız hareketlerinin eleştirisi güzel. Fakat benim için önemli olan başat şey inandırıcılık. Şimdi Ahmet Arslan veya Mehmet Arslan her neyse Rusya'da bir kıza aşık oluyor. Kızı bir kere görüyor ve sonra iş ciddiye biniyor. Bakın sayfalar boyunca kızı aramasını okuduğumuz adam var ama aynı adam ile o kızın aşkına dair iki sayfa yazı yazılmamış. Yani aradaki duygular nedir, Olga nasıl etkileniyor bilmiyoruz. Hadi Olga'nınki aşk değil parasal ilişki, peki Ludmilla bunu bilmiyor mu? Yani aradaki aşka dair bir duygu yaşayamadım. Böyle bakınca efsanevi aşk beklerken bizim Sincan'da daha kaliteli versiyonlarına rastladığım varoş bir ilişki gördüm. Hayır bir de ODTÜ mezunusun, Sovyetler'in yıkılışına tanıklık edip bir çıkarım yapmaya gidiyorsun. Bir beyaz tene, iki güzel bacağa tav oluyorsun. Ulan sen ne aptal adamsın ya. Anlatıcının, sonraki dönemde yerleştiği köyde amacı insanlardan uzak kalmak. Evet küçük yerlerde insanlar size rahat vermez. Bağımsız olmanız zordur, dedikodu çoktur, haberler çabuk yayılır bu eleştiriler güzeldi. Ama var yaa! Öyle yerlerde tanımadığınız gazeteci kız evinizde kalacak, öldürülen Arzu resmedildiği gibi açık giyinecek, zaman zaman merkeze gidip başka adamlarla takılacak ve o bölge insanı ölenin arkasından "Ah! Vah!" Edecek. Şimdi o toplumun saçmalıklarına güzelce değinirken belki de bu coğrafyada en çok değinilmesi gereken "mahalle baskısı" ve "kadının adı olmayışı" konusunu fırsat ayağına gelmişken es geçersen bu olmaz. Son lafım da gazeteciye. Kitaba göre olay 2011 yılında geçiyor. Gazeteci 91 doğumlu. 20 yaşında bir gazeteci ha? E hadi stajyer desek, torpilli desek bir kılıf bulsak böyle tekinsiz bir yerde, birinci sayfa haberini almaya tek mi gitti? Onu da geçtim 199. Sayfada bu hanım kızımız iPad'den haberleri okuyor, aşk adı altında işlenen cinayetleri görünce baş karaktere diyor ki: “Haklıymışsın vallahi; aşk haberleriyle, cinayet ve intihar at başı gidiyor sanki. Herkes de aşkı iyi bir şey sanır; daha önce hiç böyle düşünmemiştim.” Ablam sen nerede yaşıyorsun ya? Gazeteci olmanı geçtim uzaydan gelmediysen bu haberleri bilmemen imkansız. Belki gazeteciliğin geldiği nokta eleştirilmiş ama bu kadar da kör göze parmak batırılmaz. Diğer seçenek ise böyle bir eleştiri amacının güdülmemiş olması. O zaman da Zülfü Livaneli'nin alakalı alakasız bilgileri metin aralarına serpiştirerek ''ben bilirimcilik'' yapma saikiyle hareket ettiğini anlıyorum. Koskoca paragrafı yazıp ''Buraya kadar okudunuz ama sizin bilmediğiniz neler var bende', al kültürlen sayın okurum!'' tablosu ortaya çıkarmış ki hoş durmamış. Şimdi diyecekler ki madem bunca eleştirin var neden 6 puan verdin? İlk paragrafta bahsettiğim, yazarın yapmış olduğu doğru tespitler, bu topraklarda pek rastlamadığım kurguya sahip olma vs. önemliydi. Cinayet de oldu bittiye gelmiş gibiydi ama o kısım bence makul idi. Çünkü kitabın başında polisiye romanlar için: "Bunlar insan duygularını anlamaya değil, cinayeti çözmeye odaklanmış, tek boyutlu, sadece merak uyandıran kitaplardı; doğal olarak ilgimi çekmiyorlardı. Evde bulunanlar, insanın iç dünyasını ve yaşadığı koşulları anlatan kitaplardı," diyerek cinayete odaklanılmayacağını belli etmişti. Ben aksiyona, akıcılığa bakarım, satır araları beni çok bağlamaz diyenler için iyi okumalar. (Yorgun demokrat)

    Gerçeküstücülük ve Bir Livaneli Eleştirisi: YouTube kitap kanalımda Kardeşimin Hikayesi kitabını yorumladım: https://youtu.be/NcpFIw6rQ9k "Öyle bir kitap yazayım ki, okurlarım bu kitabı okuduktan sonra sadece akıcılık, sürükleyicilik ve sonunun aşırı şaşırtıcılığından bahsetsin." Zülfü Livaneli Az sonra bütün gerçekleri öğreneceksiniz, yolda bütün gerçekleri anlatırım, felaket bir sorun oluştu ama bunu ilerleyen sayfalarda anlatacağım, katil kim, dilinin altında bir cümle var söyle onu artık, çıkar o ağzındaki baklayı yeter... Hikayeler nerede başlar, gerçek nerede biter? Bu incelemede Kardeşimin Hikayesi kitabı hakkında hiçbir yerde olumlu/olumsuz eleştirisini göremediğim kitabın kapak seçiminden, Livaneli'nin kelime seçimleri ve edebi üslubundan, edebi kurmacanın retoriğinden, karakterlerin psikanalitik açıdan değerlendirilmesinden ve biraz da kendi eleştirilerimden bahsedeceğim. Öncelikle, kitabın kapağında bulunan René Magritte'in Aşıklar tablosunun tam hali bu: https://c1.staticflickr.com/5/4248/34517056890_7bcbb6b9f9_b.jpg Doğan Kitap baskısında tablonun sağında bulunan kırmızı duvar, beyaz tavan, kartonpiyer detayı ve anca bu mimari elemanlarla birlikte anlamlanıp yorumlanabilecek mavi arkaplan maalesef ki görünmüyor. Bu konuda Doğan Kitap tablonun genel algısını bozduğu için eleştiriyi ilk olarak kendisi hak ediyor. Oysa ki bu detayların Kardeşimin Hikayesi kitabı için can alıcı detaylar olduğunu düşünüyorum. René Magritte sanatta gerçeküstücülük akımının önemli temsilcilerindendir. Livaneli'nin ise kurgusunda belirttiği gibi, insan soyunun duygularını anlatan, psikolojik derinliklerine inebilen tek birikim edebiyat olarak tanımlanmıştır. Yani anlıyoruz ki, edebiyatta yazarın kurguya karıştığı her tercih nesnellikten de bir parça payın öznelliğe geçmesidir. Bu da bizi sanatta ya da edebiyatta dış dünya gerçekliğinin birebir alınması gerekip gerekmediği sorunsalına götürür. Gerçeküstücülük akımındaki dış dünyanın salt nesnelliği eleştirisi, Kardeşimin Hikayesi kitabındaki karakterlerde edebi kurmacanın gerçek-kurgu uçları gidip gelen ve Magritte'in Aşıklar tablosunda olduğu gibi mimariyle çevrelenmiş ve somut mekanlarda kısıtlanmış olan gerçek karakterlerin ve yaşadıklarının ne kadar kurgu ve ne kadar yalıtılmış gerçek oldukları hakkında bize ipuçları sunar. Aşıklar tablosunda önemsiz görünen mimari detaylar tam tersine kadın ve erkek figürünün o derecede önemlileşmesini, giyim seçimlerindeki detaylar da insanların önemsiz görünen iç dünyalarının dış görünüşlerine ne kadar yansıdıklarını belirler. Tablodaki yüzlerin örtülmesi bir bakıma edebiyattaki gerçek-kurgu uçları arasında okura bırakılan bir tahmin payıdır. Gündemi meşgul eden konularla ilgili yazmayı seven, Gölgeler tarzı bir kitapla ticari kaygıyı hatırlatan, Edebiyat Mutluluktur kitabıyla mesnetsiz ve yanlış genellemeleri barındıran yazar Livaneli'den 3. okuduğum kitap olan Kardeşimin Hikayesi'nde de para kazanma amaçlı bir ürün yerleştirme olabileceğini düşündüren nesnelerin genel adlarıyla değil de ürün isimleriyle (örnek: Russian Standart) bahsedilmesi var. Bu yönüyle hem ticari bir kaygı olarak olumsuz eleştiriyi fakat aynı zamanda da edebiyatta eleştiri bağlamındaki yerel bir renk katma işlevini olumlu bir eleştiri olarak akıllara getirir. Kurmacanın retoriği yani "etkileyici ve ikna edici olmakla beraber içtenlikten veya anlamlı içerikten yoksunluğu" Kardeşimin Hikayesi okurlarında sürükleyicilik, akıcılık ve polisiye bir kurguya yaklaşmasıyla kendisini gösterir. Oysa ki edebiyat bu kadar basit bir husus değildir. Edebi estetik ve fonksiyonel bir fayda açısından bakacak olursak, bu, bir sanat eserinin anlattığı değerler bağlamından izole olamaması ve yazar-eser-okur arasındaki gelgitlerde okur tarafından bulunan değerlerde ve yaşanan içselleştirmelerde saklıdır. Kardeşimin Hikayesi ise tam da bu noktada polisiye, aşk, cinai bir roman olmaktan öte bir içsel yolculuktur. Çoğunluk tarafından dikkat çeken ve yorumlanan şey olan katil, cinayet, maktül vb. kriminal unsurlardansa esas elzem olan Ahmet-Mehmet karakterleri arasında yerini bulan gerçek-kurgu seçimleri, mimari ve somut mekanların insan psikolojisine etkileri ve günlük hayatta normal sandığımız insanlarda var olabilen psikolojik cereyanlardır. Psikanalitik kuram açısından bakacak olursak, Lacancı psikanalize göre erkek, kadın üzerindeki iktidarını yani "fallus"unu penis mahrumiyeti ve yoksunluk reaksiyonuyla sağlatmak ister. Romandaki yoksunluk, maktülün şehvani cazibesi akıllara haz sağlayamama ve yoksunluğunu giderememekten bahseden Lacancı psikanalizi getirir. Ayrıca baba otoritesinin kıskanılması ve kendi cinsinden ebeveyni safdışı etme konusunda çocuğun beslediği saplantıların akıllara Oedipus kompleksini getirdiği, erken yaşta bir travma yaşanıp sonuçlarının nöro-gelişimsel bozukluklar olabileceği otizm rahatsızlığı gibi çağrışımlar kitabın psikolojik boyutlarıdır. Ayrıca ana karakterin dokunamama fobisi doğuştan ya da sonradan bir travmayla oluşabilecek ve seri katillerde sıkça görülen bir hafefobiyi akıllara getirir. Olumsuz eleştirilerimden de bahsetmek istiyorum kısaca. Kitabın arka kapağında yazan "Muhteşem, mutlaka okuyun, sarsıcı bir yolculuk, sürekli şaşırtıyor." gibi yorumları görünce aklıma "Sanatını o kadar iyi gizlemiş ki atom mikroskobuyla bile görmek olanaksız." ya da "Kitap ayracınızı birinci sayfadan almanız tek kelimeyle imkansız." gibi antitezler geliyor. Arka kapağa böyle yazılar konması benim için bir anlam teşkil etmiyor. Bir karaktere hem başının üzerinde hale bulunan bir Hristiyan azizesi yakıştırması yapması hem de üzerine Mevlana sözleri atması akıllara yine romanı ticarileştiren bir meta düşüncesini getiriyor. Livaneli maalesef ki bu hataya Edebiyat Mutluluktur kitabında da düşmüştü. Bu maddelerin toplamının bana yansıttığı etkisi ise 10 üzerinden 5 puan olarak gerçekleşti. Genelde ölü yazarların kitaplarını yüzlerce yıl sonra okuduğumuz için 2013 yılında yayınlanan bu kitabı da 21. yy Türkiyesi ve eğer olursa 22. yy Türkiyesi'nin okuması arasında çok fark olacaktır. Basıldığından 6 yıl sonra okuduğum ve kitabın basıldığı dönemin içinde bizzat yaşayıp o gerçekliklere kendim tanık olduğum için detaysız ve derinliksiz kurgudan aşırı bir zevk alamamamın göstergesi bu da olabilir. Kardeşimin Hikayesi'nin 325 sayfası sırf bir katili bulmak için değil (keza katilin açıklandığı kısmın yöntemi tam bir fiyaskoydu), karakterlerin yaşadığı içsel yolculuklar, psikolojik saplantılar, detaylandırılamamış mimari öğelerin karakterleri önemlileştirdiği çözümlemeler için okunmalı. Bu konuda da ana karakterin çocukluğunda yaşadığı travma daha derin bir psikolojik buhran şeklinde yansıtılmalıydı. Livaneli, incelememe başladığım magazinvari cümleler ile sürükleyiciliği sağlamaya çalışmış fakat bu da roman içerisindeki zamansal atlamaların ve kurgu içerisindeki geçişlerin içlerinin boş kalmasına neden olmuş. (Oğuz Aktürk)

    Kitabın Yazarı Zülfü Livaneli Kimdir?

    Zülfü Livaneli, (d. 20 Haziran 1946, Ilgın), Türk müzisyen, senarist, politikacı, yazar ve yönetmen.

    İlk yılları

    Tam adı Ömer Zülfü Livanelioğlu’olup, aslen Artvin’in Yusufeli ilçesinden olan Livanelioğlu ailesinin büyük dedeleri Ömer Efendi 93 Harbi’nde Artvin’in Ermeni ve Rus işgaline uğraması üzerine Erzurum’a gelerek Ahmet Muhtar Paşa’nın ordusuna katılmıştır.

    Ömer Efendi Harput Redif Taburu’na mülazım rütbesiyle atanır. Daha sonra burada çıkan çatışmada şehit düşer. Ömer Efendi’nin tek oğlu olan Zülfü Efendi, Türkiye’nin muhtelif yerlerinde sorgu hakimi olarak görev yapar. Soyadı Kanunu çıktığında babasının geldiği Artvin/Yusufeli/Livane Sancağına izafeten Livanelioğlu soyadını alır. Zülfü Efendi’nin erkek çocuklarından üçü de hakim olmuştur. En büyükleri ve Zülfü Livaneli'nin babası olan Mustafa Sabri Livanelioğlu, Yargıtay Başkanlığı’na kadar yükselmiştir.

    Kariyeri

    Ankara Cumhuriyet Lisesi mezunudur. Daha sonraki tarihlerde ABD Fairfax Konservatuarı'nı bitirmiştir. Zülfü Livanelioğlu bağlama çalmayı teyzesi Nazmiye (Türeli) Yücel'in eşi olan eniştesi Turhan Yücel'den Ilgın'da yaşadığı yıllarda ve yaz tatillerinde öğrendiğinde, eniştesi Turhan bey'in kendisine hayatını değiştirecek bir sermayeyi hediye ettiğinden haberi yoktu.

    Zülfü Livaneli, müziği ile birçok ulusal ve uluslararası ödül aldı ve eserleri Joan Baez, Maria Farantouri, Maria del Mar Bonet, Leman Sam gibi onlarca yerli ve yabancı sanatçı tarafından yorumlandı. Kültür, sanat ve politika alanında Türkiye’nin önemli isimlerinden birisi olan sanatçı, sanat yaşamı boyunca 300'e yakın besteye ve 30 film müziğine imzasını attı.

    Türkiye'den ansızın ayrılarak İsveç'e sürgün yıllarında bulaşıkçıklık dahil muhtelif işlerde çalışan Livaneli'nin en büyük arzusu bir gün Türkan Şoray ile tanışabilmek ve o zaman Türkiye'de suçlanan kişilerin uğrak yeri haline gelen İsveç'te bulunan ünlü yazar, gazeteci veya şairlerle karşılaşabilmekti.

    Bugüne kadar dört uzun metrajlı film yönetti: "Yer Demir Gök Bakır", "Sis", "Şahmaran" ve "Veda". Valencia Film Festivali'nde "Altın Palmiye" ve 1989'da Montpelier Film Festivali'nde "AltınAntigone" ödülüne layık görüldü. "Sis", "En iyi Avrupa Film Ödülü"ne aday gösterildi. Sanatçının filmleri Türkiye, ABD, Fransa, Almanya, İsviçre ve Japonya'da gösterime girdi ve BBC, WDR, İspanya, Kanada ve Japon televizyonları gibi birçok televizyon şirketine satıldı.

    Ekim 1986'da Cengiz Aytmatov'un daveti üzerine Federico Major, Yaşar Kemal, Arthur Miller ve diğer ünlü sanatçı ve düşünürlerin katıldığı Kırgızistan ve daha sonra Wengen, Granada ve Mexico City'de toplanan Issyk-Kul Forumu'nda yer aldı.

    Livaneli, Elia Kazan, Jack Lang, Vanessa Redgrave, Arthur Miller, Mikhail Gorbaçov, Mikis Theodorakis gibi ünlü kişilerle birlikte dünya kültürünün ilerlemesi ve dünya sanatlarının gelişmesine katkıda bulunmak üzere çalışmalarda bulundu.

    1996 yılında Paris’te merkezi bulunan UNESCO (Birleşmiş Milletlerin Eğitim Kültür Bilim Kurulu) tarafından büyükelçilik verilen sanatçı Livaneli, 1978 yılında yaptığı "Nazım Türküsü" adlı albümde Nazım Hikmet'in şiirlerinden bestelediği şarkıları bir araya getirdi.

    "Arafatta bir çocuk", "Geçmişten Geleceğe Türküler", "Sis", "Orta Zekalılar Cenneti", "Diktatör ile Palyaço", "Sosyalizm öldü mü", "Engereğin Gözündeki Kamaşma" ve "Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm" ve "Mutluluk" ve Leyla'nın Evi, Sevdalim Hayat, Son Ada ve Sanat Uzun, Hayat Kisa, Serenad kitaplarının yazarı olan Livaneli, hâlen Vatan Gazetesi'nde köşe yazarlığına devam etmektedir. Sanatçı uluslararası kültür çevrelerinde tanınmakta ve saygı görmektedir.

    Ömer Zülfü Livaneli Ülker Hanım'la evlidir ve bir kızı vardır. Kızı Aylin Livaneli eğitimi ve yaptığı pek çok işten sonra müzik ile ilgilenmiş. 5 albüme imza atmıştır. Müziğe ara veren Aylin Livaneli şuan yurt dışında ekonomi üzerine eğitim almaktadır. Yayınlanmış 3 kitabı bulunmaktadır. Livaneli vejetaryendir.

    19 Mayıs 1997 tarihinde, Ankara Hipodrom meydanında verdiği konsere 500.000 kişinin katılmasıyla Türkiye'nin en büyük konserini gerçekleştirme ünvanını kazanmıştır.

    Siyasi kariyeri

    Livaneli 1994 yerel seçimlerinde, Sosyaldemokrat Halkçı Parti'den İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na aday oldu. Anavatan Partisi'nin adayı İlhan Kesici, Refah Partisi'nin adayı Recep Tayyip Erdoğan ve Doğru Yol Partisi'nin adayının Bedrettin Dalan olduğu çekişmeli seçim sürecinde oyların %20,30'unu alan Livaneli üçüncü geldi. Erdoğan ise %25,19'luk bir oranla Belediye Başkanı seçildi. Livaneli, 2002 genel seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi'den İstanbul milletvekili seçildi. Partinin 13. Olağanüstü Kurultayı'nda yeter sayıda imza bulamadığı için genel başkan adayı olamadı ve parti yönetimini ağır şekilde suçlayarak istifa etti. Livaneli, istifasını açıklarken şunları söyledi:

    "CHP yönetimi, Atatürk'ün laik, devrimci, halkçı, çağdaş ve reformcu çizgisini 21. yüzyıla taşıyamadığı için ülkemizi içinden çıkılması güç bir siyasi karmaşaya sürükledi. Bu büyük tarihsel ve siyasi kaymayı engelleyebilmek ve CHP'yi özündeki devrimci, reformcu ilkelere tekrar kavuşturabilmek için, parti içinde her düzeyde büyük çaba harcadım. Ama ne yazık ki bu çabalar da diğerleri gibi sonuçsuz kaldı. Partideki muhalif fikir ve kişileri yok etme alışkanlığı, bu kurultaydan sonra da bir kıyıma dönüşerek devam ediyor. CHP içinde kalarak mücadele etme yolları artık tükendi. Parti, örneği görülmemiş bir şekilde antidemokratik ve oligarşik bir yapıya dönüştürüldü."

    Zülfü Livaneli Kitapları - Eserleri

    • Serenad
    • Son Ada
    • Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm
    • Leyla'nın Evi
    • Engereğin Gözü
    • Mutluluk

    • Edebiyat Mutluluktur
    • Arafat'ta Bir Çocuk
    • Harem
    • Sevdalım Hayat
    • Bütün Kuşların Uykusu
    • Kardeşimin Hikayesi
    • Son Ada'nın Çocukları

    • Veda
    • Konstantiniyye Oteli
    • Diktatör ile Palyaço
    • Sanat Uzun Hayat Kısa
    • Orta Zekâlılar Cenneti
    • Yaşar Kemal
    • Dünya Değişirken

    • Arkadaşıma Veda
    • Gorbaçov'la Devrim Üstüne Konuşmalar
    • Huzursuzluk
    • Atatürk’ün İzinde
    • Elia ile Yolculuk
    • Sosyalizm Öldü mü?
    • Gölgeler

    • Nefesim Nefesine
    • Rüzgarlar Hep Gençtir
    • Sis
    • Şapka
    • Gökyüzü Herkesindir
    • Bizi Sürükleyen Nehir
    • Balıkçı ve Oğlu

    • Mutluluk

    Zülfü Livaneli Alıntıları - Sözleri

    • Halkın "Kurtar bizi baba." diye sığındığı bir başbakan, depremde çöken hastane için "Canım, 29 yıl ayakta durmuş ya!" derse, kıyamet niye kopmaz? Deprem bölgesinde can çekişen insanların çadırını, ekmeğini dağıtamayan devlet, nasıl bir devlettir? Ve halk, televizyon kamerası karşısında, neden "Allah devletimizden razı olsun." der? Dünyanın her köşesinden gönderilen yardım malzemesini çalan halk, nasıl bir halktır? Erzincan'da gördükleri kabalık, becerisizlik, cehalet ve kötü niyet kargaşasından dehşete düşen İsviçreli ekip "Ne haliniz varsa görün!" diyerek çekip gitmekte haklı mıdır, değil midir? Dış ülkelerden gelen yardım ve ekip gönderme taleplerini 48 saat cevaplamayan Dışişleri Bakanlığı, ne derece başarılı bir bakanlıktır? Siz bu soruları soranlardan mısınız, yoksa bu sorulara kızanlardan mı? (Diktatör ile Palyaço)
    • Her şeyi bırakıp uzaklara gitmek isteğim büyüyordu içimde... (Serenad)
    • Nesine yar nesine Ölürüm ben sesine Bir daha vursa idi Nefesim nefesine" (Nefesim Nefesine)
    • İyiler her zaman kötüleri yenecek kadar güçlüdür. Yeter ki, güçlerinin farkına varıp birleşsinler. (Son Ada'nın Çocukları)
    • bu yaşam, en ufak bir çabaya bile değmezdi (Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm)
    • "Aşk diye ballandıra ballandıra göklere çıkardıkları şeyin anlamıyor bir türlü." (Leyla'nın Evi)

    • " Bir yer var iyiliğin ve kötülüğün ötesinde. Seninle orada buluşacağız." Mevlana (Huzursuzluk)
    • Hep umutlu hep iyimsersin. Bunlar güzel özellikler ama bazen gerçekleri görmeni engelliyor (Son Ada'nın Çocukları)
    • Her şeyini yitiren bir insanın son sığınağı onurdur. (Bizi Sürükleyen Nehir)
    • Düşmanlık dolu bir dünyaydı bu. Niye bu kadar anlayışsızdı insanlar, birbirine karşı? Niye sırtlan gibi dişlerini gösteriyorlardı? (Arafat'ta Bir Çocuk)
    • üzüntü çürütür insanı diye uyarıyor, ama kızmak iyi gelir, ferahlarsın diyordu: “Sakın ola hiçbir şey için üzülme ama bol bol kız, öfkelen, dövüş, savaş, küfret ama üzülme. İnsanı üzüntü çürütür.” (Elia ile Yolculuk)
    • Köydeyken, çocuğun çok karnı agrirdi. Ağrıyı çeksin diye sabahları yalınayak toprakta yürütürlerdi. (Bütün Kuşların Uykusu)
    • Keşke; kan revan, hapis, zulüm, ölüm orucu yerine, binbir çiçekli kültür bahçesinin mis kokuları arasında yaşayabilseydik. Yaşar Kemal'in türkülerini paylaşabilseydik. (Yaşar Kemal)

    • "Tıpkı baban gibisin. Hep umutlu hep iyimsersin. Bunlar çok güzel özellikler ama bazen gerçekleri görmeni engelliyor." (Son Ada'nın Çocukları)
    • Alçalmaya başladık, diyor pilot ah diyorum, çoktan be kaptan çoktan alçalmaya başladık biz. (Gökyüzü Herkesindir)
    • Zayıflığını gösterecek kadar güçlü ol. (Bizi Sürükleyen Nehir)
    • Doğrudur; kitap okumak karın doyurmuyor. Ancak karnı tok, beyni boş adamlardan çektiğimiz kadar hiç kimseden çekmedik. (Serenad)
    • ...yüreğim sızlayarak seni özlediğimi bilmeni isterim. (Son Ada)
    • Aşk, insanın içindeki karanlığa da çok yakın, aydınlığa da. (Sanat Uzun Hayat Kısa)
    • "Ağzımı açtım sonra kapadım; o kadar korkmuştum ki bir şey söyleyemedim. Bildiğim tüm sözcükleri unutmuştum." (Şapka)

    Yorum Yaz