Kaygı Kavramı - Soren Kierkegaard Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Kaygı Kavramı kimin eseri? Kaygı Kavramı kitabının yazarı kimdir? Kaygı Kavramı konusu ve anafikri nedir? Kaygı Kavramı kitabı ne anlatıyor? Kaygı Kavramı PDF indirme linki var mı? Kaygı Kavramı kitabının yazarı Soren Kierkegaard kimdir? İşte Kaygı Kavramı kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Soren Kierkegaard
Çevirmen: Türker Armaner
Yayın Evi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
İSBN: 9789754587517
Sayfa Sayısı: 184
Kaygı Kavramı Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Sören Kierkegaard (1813-1855): Topu topu 42 yıl süren yaşamında, 30'lu yaşlarının başında yayımladığı Ya/Ya da ve Korku ve Titreme gibi yapıtlarıyla sivrilen ve etkisini hem felsefeci hem de yazar olarak günümüze dek sürdüren önemli bir 19. yüzyıl düşünürüdür.
1843'te yayımladığı Kaygı Kavramı'ysa, Kierkegaard'dan son yıllarda dilimize aktarılanlar arasında özgün dilinden çevrilişiyle de farkını oluşturan bir yapıttır.
Türker Armaner (1968); Kuşağının felsefeyle edebiyatı birbirini en iyi biçimde besleyerek sürdüren önemli üyelerindendir. İskandinav dillerinden çevirdiği yazarlar arasında Kierkegaard'ın yanı sıra Sofi'nin Dünyası yazarı Jostein Gaarder de bulunan Armaner'in kendi yazdıkları arasındaysa, ilki 1997 yılında yayımlanan (Kıyısız) üç de öykü kitabı bulunmaktadır.
Kaygı Kavramı Alıntıları - Sözleri
- Herkes kendisi tarafından kandırılır.
- İnsan türü her bireyle yeni baştan başlamadığına göre, türün günahkârlığının da bir tarihi vardır.
- "... içe dönme ebedi hayata akan çeşmedir, bu çeşmeden çıkan da ciddiyettir."
- Günahta, kendi kavramının sürekli biçimde ortadan kaldırılması düşüncesi yatar
- "çirkin kadınları sevmek gerekir"
- Günah kavramına karşılık gelen şey ciddiliktir. Bu nedenle etik, içinde günahın yer bulabileceği bir bilim olmak zorundadır.
- Günah, yeryüzüne inerek, tüm yaratılışın anlamı olmuştur.
- Günah'ın Adem açısından anlamı herkes için ifade ettiği kadar mı?
- Ben senin şairin olmak istiyorum. Başkasının şairi olmayacağım.
Kaygı Kavramı İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Aslına uygun bir eleştiri...: Aslında bu inceleme yazılmayacak ve sadece güzel bir eserin okunma hazzını bencilce kendime saklayacaktım ki bunu beceremedim. Öylesine dolanırken bu kitaba yazılmış ve en çok beğeni almış incelemenin neredeyse tamamının kopyala-yapıştır olmasından dolayı “kaygı” duydum ve yazmak istedim. 17 yüzyıl filozofu olan Kierkegaard günümüz bilimine de ciddi manada ışık tutmakta ve yol göstermektedir. Kierkegaard’ın felsefesini anlamak için kesin olan kanı hayatını da süzgeçten geçirmekle olur. Yaşamı ve felsefesi iç içedir. Babasından dolayı aldığı katı Hristiyan terbiyesi yaşamına büyük ölçüde yön vermiş ve melankolik yapısı ilk olarak kendini orada göstermiştir. Evet, Kierkegaard mutsuz bir çocukluk geçirdi. Annesinin ölümüyle babasının evin hizmetçisiyle olan ilişki ise baba oğulun kopmasında dönüm noktası oldu. Tam bu döneme denk gelen, Regine Olsen ile olan ilişkisi de bir dönüm noktası olmuştur. O zamanlar 23 yaşında olan Kierkegaard 14 yaşındaki Regine ile karşılaşmış ve birbirlerinden etkilenmişlerdir. Fakat Regine’nin yaşının küçük olmasından dolayı Kierkegaard kendisine açılamamış, üç yıl boyunca bu şekilde devam etmiştir. Regine 18 yaşına bastığında Kierkegaard’ın önünde bir engel kalmadığından konuyu Regine’ye taşımış ve olumlu sonuçlar almış, nişanlanmışlardır. Ancak Kierkegaard’ın ailesi üzerinde bulunan bir kehanete kanması ve 33 yaşına geldiğinde öleceğini düşünmesi bu beraberliği noktalamaya yetmiştir. Burada Kierkegard’ın sevdiği kadına miras bir melankoli bırakmak istememesinden kaynaklanmıştır. Nişanlandıktan bir yıl sonra Kierkegaard Regine Olsen’e içeriğinde nişan yüzüğünün de bulunduğu bir not gönderir. Bu notta; “hepsinden önemlisi, bunu yazanı unut: Her şeyin dışında, bir kızı mutlu edememe yeteneği bulunan birini bağışla!” diye yazmıştır. Bu ayrılıktan sonra Regina başka birisiyle evlenir ve Kierkegard’la karşılaşmaları devam eder. Bu karşılaşmalar neticesinde Kierkegard üçüncü ve felsefesinin en üst ayağı olan dinsel yaşama kendini bırakır, Korku ve Titreme kaleme alınır. Kierkegaard’ın hayatının önemli hadiseleri bunlardır. Felsefesinde bulunan üç alan ise estetik yaşam (Regina ile olan zamanlar), ahlaksal yaşama geçiş (kavgalı olduğu babasıyla barıştığı zaman) ve son olarak Regina’nın evlenmesinden dolayı Kierkegaard’ın dinsel yaşama yönelmesi. “önemli olan benim için bir hakikat bulmak, uğrunda yaşayabileceğim ve ölebileceğim bir fikir bulmaktır. Nesnel hakikat denen şeyi keşfetmek, felsefenin bütün sistemlerini çalışmak ve gerekirse hepsini incelemek ve her bir sistemin içindeki tutarsızlıkları göstermek ne işime yarar; ama o benim hayatımla ilintili olmalıdır ve ben bunu şimdi en önemli şey olarak görüyorum” Kısaca belirtmek gerekirse Kierkegaard düşüncesi ve yazılarıyla ilk varoluşçu felsefeci ve gözlem ruhu çok iyi bir psikologdu. Öznelcidir, ona göre tek anlamlı varlık bireydir ve düşüncesinin neredeyse tamamı bireyin anlamlı bir hayat sürmesi üzerinedir. Bir bakıma sosyal yaşamı reddeder ve seçme özgürlüğünün her bireyin kullanmasını salık verir. Çünkü bu seçme özgürlüğü yaşam alanları olan –estetik, ahlaksal ve dinsel yaşam – arasında sıçramaya olanak tanır. Hegel ile ters düştüğü noktaların neredeyse tümü yaşama bireyci bakmasından kaynaklanmaktadır. Akılcılığın ya da nesnelliğin, bilimin insanları demonize ettiğine inanır. Bilimin bize hayatı nasıl yaşayacağımızı öğretmesinin imkânsız olduğunu imler. Diğer birçok filozofa göre (Platon, Aristoteles’de dâhil) bilgi nesnel olursa değerlidir, nesnel değilse bilgide değildir. Kierkegaard ise nesnelliğin öznelliği körelttiğini söyler. Albert Camus’un Sisifos Söyleni denemesinde gördüğümüz Don Juan, fatih ve aktör yaşam tarzlarının daha sağlam bir içerikle işlenişini Kierkegard kitaplarında görüyoruz. Yukarıda bahsettiğimiz yaşam alanlarının her biri ciddi bir gözlemin ürünüdür. Bunların en alt tabanı olan “Estetik Yaşam’dır.” Bireyin kendisi için yaşadığı bir yaşam tarzıdır. Nietzsche’nin sürü insan ya da yığın yaşamı dediği de bu yaşam tarzıdır. Hatta ubermensch olarak tanımladığı süper kahraman, üstinsanı da bu kategoriye almak mümkündür. Kaygı yoksunu kişilerdir ve kendi tinsel varlıklarının farkında değillerdir. Esas olan tek şey haz ve acıdır. Kadından kadına geçen Don Juan, kendini şeytana satan Faust bunların en başında gelenlerdir. Tıpkı aktörler gibi, mitolojinin Sisifos’u gibi olay örgüleri her bitişin ardında yeniden başlamasıdır. Ahlaksal yaşam ise estetik yaşamın tam tersi olan kendi için yaşama değil de başkası için yaşama tarzıdır. Genel olarak dünya üzerindeki yaşamların çoğu ahlaksal yaşamdır. Estetik yaşamdan ahlaksal yaşama geçiş günümüzde evlilikle çok mümkündür. Aile müessesi ahlaksal yaşam gerekliliğini karşılamakta ve bireyin kendisi için değil de ev halkı ya da çocukları için yaşamasıdır. Kierkegaard bu tarz insanları trajik kahramanlar olarak ele alır. İlk örneği de ahlaksal evrenin en önemli temsilcisi olan Sokrates’tir. İkinci bir trajik kahraman ise Miken kralı Agamemnon’dur. Esas olan toplum dengesidir ve yegâne gaye en iyi sonuca ulaşmaktır. Ahlaksak yaşamın aşkın bir temeli yoktur ve bu sebeple Kierkegaard insanı sosyal standartlara bağlı kalmayan, genel geçer ilkelerden bağımsız, öznel ve somut varlık sayar. (Agamemnon’un konu olması ise kurban ettiği kızı Iphigenia vasıtasıyladır. Yunan mitolojisinde Agamemnon Aulis’ten Troya’ya yelken açmayı başaramadığında, daha önceden kızdırmış olduğu tanrıça Artemis’e bir kâhinin salık vermesiyle kızını kurban edeceğini söylemesinden dolayıdır.) Dinsel yaşam tarzı ise tanrı için yaşama arzusudur. Deist bir yapıya sahip olan Kierkegaard, kiliseyle sürekli bir didişme içerisindeydi. Bir aracı ile değil de direkt tanrıyı muhatap alırdı. Eserlerinde Anti-Climacus rumuzunu kullanmasının başlıca sebebi bu Hristiyanlıkla olan çatışmasıdır. Regine ile olan ayrılığından sonra ise kendi adını kullanmaya başlamıştır. Bu yaşam tarzının en fazla bir avuç insanda görülebileceğini söyler ve en başına ise oğlu İshak’ı (İsmail) kurban etmeye razı gelen İbrahim’i koyar. İnanç ve körü körüne bağlanma esastır. Bir babanın oğlunu öldürmesi ahlaksal olarak kötü ve bir cinayettir ancak kurban ritüeli olarak sorgusuz bir durumdur, paradokstur. İnancın zaten kökeni buradan gelir. Kişi neye inanacağını kesin olarak bilse veya görse bu tam bir inanç olmaz. Aslında burada neye inanılacağının pek bir önemi yoktur, bireyin neye inandığı önemlidir. Ruhsal bir sıçramayla evreler arası geçiş yapabilirler. Seçme kavramı! İnsan bir evreden diğer evreye geçmeyi istemelidir. Bu seçimdir. Kararlar eylemi değil nasıl yaşanacağını belirler. Seçmeyi boş vermek seçenekleri kaybetmeyle sonuçlanır. Bu hususta harika bir tespit göstereceğim. Sylvia Plath; “Hayatımın hikâyedeki yeşil incir ağacı gibi önümde dallanıp budaklandığını gördüm. Her dalın ucundan sanki olgun mor bir incir gibi mükemmel bir gelecek uzanıyordu ve beni çağırıyordu. Bir incir bir koca ve çocuklar, diğer bir incir başarılı bir profesör ve bir başka incir muhteşem editör, Ee Cee, ve bir başkası Avrupa ve Afrika ve Güney Amerika, ve bir diğeri Constantin ve Sokrates ve Atilla ve garip isimler ve enteresan işleri olan başka bir sürü sevgili ve bir başka incir Olimpiyat bayanlar takımı şampiyonu ve bu incirlerin ötesinde tam olarak çözemediğim bir sürü başka incir daha. Kendimi ağacın altında oturup, sırf hangi inciri seçmeye karar veremediğim için açlıktan ölürken gördüm. İncirlerin her birini istiyordum ama birini seçmek geri kalanının tamamını kaybetmek anlamına geliyordu ve ben orada karar veremeden oturdukça, incirler birer birer buruşmaya ve kararmaya başladı ve tek tek her biri ayaklarımın dibine düştü.” “kişi seçim yaptığı için değil ama seçmeyi boş verdiği için en sonunda bir ya/ya da sorusunun artık gerekli olmadığı bir anın geleceğini” “Seçim yapmak ve zamanında seçim yapmak önemlidir,” Kierkegaard. İşte tam burada “Kaygı” alır sahneyi… Kaygı Kavramı Kierkegaard’ın da belirtmesiyle psikolojik bir kitaptır. Kaygının her zaman varolmasıyla beraber tinselliksiz yok olmuş, Adem’in kaygısıyla da oluşum başlamıştır. Buradaki kaygı, Adem’in kaygısıdır ve yasak olanın ardında gizlenmiş özgürlüğü çıkarmasıyla, suç meydana gelmiştir. Kierkegaard ve felsefesine bu kadar fazla yer vermem konuya mevzu olan inceleme yüzündendir. Eğer ki inceleme değiştirilir; son zamanların gözde kelimeleri olan yerli ve milli bir hal alırsa kitap hakkında düşüncelerimi sizlerle de paylaşmak isterim. Buradan ötesini ise omur_torpusu arkadaşımın gonderi/48696792 nolu incelemesinden keyifle okunabilir. Bu yapılana karşı bir eleştiridir. Dahası yorumsuzdur. Teşekkür ederim. (Tayfun)
"Bence bu, her insanın katetmesi gereken bir yoldur; ne yitip gitmeyi, ne de Kaygı'ya boyun eğmeyi seçmeden kaygılı olmayı öğrenmek. Doğru bir biçimde kaygılı olmayı öğrenen kişi, nihai noktayı da öğrenmiş demektir." "Korku ve Titreme" yayımlandıktan bir yıl sonra yayımlanan bu kitap, bir anlamda önceki kitabın tamamlayıcısı oldu. "Kaygı" kavramı Kierkegaard felsefesinde çok önemli yer tutar, anlamı bir de Yasemin Akış'ın "Kierkegaard'da Kaygı Kavramı" kitabından okuyalım: "Vigilius Haufniensis, bildiğimiz ismiyle Søren Kierkegaard, kaygıyı bir uçurumun sınırında durduğumuzda hissettiğimiz baş dönmesine benzetir. Adımını uçurumun belirsizliğine doğru atmanın ya da atmamanın kararını verebilecek olmak ve tüm olasılıkların bir an için önümüzde serili olması hali insanda bu baş dönmesini meydana getirir. Benzer şekilde kaygı, olanaklar arasında seçim yapmanın sorumluluğunun bireye ait olduğu her durumda ortaya çıkan baş dönmesidir. Uçurumun kenarından aşağıya bakıp başı dönen bir insan gibi, özgürlük kendi olanaklarını seyreder. Kendi kendisiyle ilişki kurma olanağını ve bu ilişkiden sorumlu olmanın zorunluluğunu keşfeder. Bu nedenle kaygı hem ona doğru itildiğimiz hem de ondan kaçındığımız “sempatik bir antipati, antipatik bir sempati”dir. Üstad, yine "Korku ve Titreme" eserinde olduğu gibi tarihsel bir olayla başlıyor. Önceki kitabında İbrahim'den yola çıkmıştı, bu kez Adem ve 'Mevrus Günah' konseptinden yola çıkıyor. Yine, önceki kitaba benzer şekilde olayla ve Hristiyan inancıyla sınırlı kalmıyor elbette. -öyle olsa Kierkegaard olur muydu zaten?- Kitabı okuduğum her satırda zihnimin içinde yankılanıyor aynı cümle; "O bizi dünyanın kötü şekilde hayal kırıklığına uğrattığı, normalde bizi ayakta tutan duygularımızın yanılsamalarına yenilip içine düştüğümüz karanlıkları çok iyi anlayan bir arkadaşa ihtiyacımız olduğu zamanlarda yönelebileceğimiz, onları dağıtacak az sayıdaki filozoftan biridir." Kierkegaard, bu eserde tamamen bunu yapıyor desek yeridir. Korku ile kaygıyı ayırarak başlıyor işe üstad. Bu noktada da her zaman olduğu gibi 'tikellik' önemini vurguluyor. ---------------- "kişinin yapacağı seçim iyi ile kötü arasında değil, estetik ile etik arasındadır. insanın üzerinde umutsuzluğa kapıldığı 'ben', sonlu bir 'ben'dir; kendisiyle ilgili seçim yapılacak 'ben' ise mutlak bir 'ben'dir." Korku, Adem ve günah ile yeryüzünde bulunmuştur ama bu 'korku' yaşayan insanlara mı mâl edilmelidir? Diğer taraftan, Adem'den tamamen koparabiliriz miyiz insanı? "Her birey, hem kendisi, hem de türün kendisidir." Yaşayan insanların kapılması gereken duygu 'kaygı' ona göre. Buradaki fark şu, günümüzdeki genel görüşe göre 'kaygı' kaçınılması gereken bir kavram, insan yaşamını zorlaştırır ve yaşamın kaçmasına neden olur. Kierkegaard'a göre ise öyle değil. Baştaki cümleye bakalım yeniden: "Bence bu, her insanın katetmesi gereken bir yoldur; ne yitip gitmeyi, ne de Kaygı'ya boyun eğmeyi seçmeden kaygılı olmayı öğrenmek." Kaygı, insanı yaşamdan koparmaz, tam tersine tikel bireyi yaşama çeker. Tikel birey, Kaygı olmadan yaşayamaz. Burada seçim yapılması gereken şudur ki, kaygı, korkuya mı dönüşecek yoksa kişi kaygısını kucaklayacak mı? Üstada göre, ikincisi sadece daha cazip değil, olması gereken durum. Yoksa kişinin yitip gitmesi, Dünya'dan kopması kaçınılmaz olur. Kaygıdan uzak durmaya çalışmak, kişinin kendisini kandırmaya çalışmasından başka bir şey değil ona göre. Camus'nun "saçmalık ya da uyumsuzluk 'her sokağın dönemecinde her adamın yüzüne çarpabilir." diyerek, vurgulamak istediği de başka birşey mi? Kaygı neden insani bir duygu ve gerekli, ona bakalım: "İnsan, hayvan ya da melek türünden olsaydı kaygı içinde olamazdı; o, bir sentez olduğu için kaygı duymaya muktedirdir, kaygısı derinleştikçe kendisi de yücelir. Bu, düşünüldüğü gibi, dışsal olana ilişkin, kişinin ötesinde değil, kendisinin ürettiği bir kaygıdır." --------------- "dışarıya dönüklük, nesnel doğrunun peşinden gitmek dolaysız Ben bilincinin yoksunluğuyla sonuçlanır." Yine tikel bireyin önemi yüzümüze vuruluyor... Belki Stirner'den de yardım isteyebiliriz burada: "neymiş benim üstlenmem gereken o bir sürü mesele? öncelikle iyi meseleleri benimsemeliymişim, sonra tanrı meselesini, insanlık, hakikat, özgürlük, insaniyet, adalet meselelerini; dahası halkımın, hükümdarımın, vatanımın meselelerini, ayrıca tin meselesini ve daha binlerce başka meseleyi... bir tek benim kendi meselem hiçbir zaman benim meselem olmamalıymış!" diyordu o da. Kierkegaard da bunun peşinde işte tam olarak. "Dışarıya dönüklük" ile belirtilen belki yerindedir, belki doğaldır ama sonuçta Ben bilincinin yok olması tehlikesi doğar. Bu olursa ne olur? Dünya, değerler karmaşası içinde olur işte, 200 yıl önce büyük adamları dinleseydik fena olmazdı sanki. --------- 'Olanaklılık' kavramına dönüyor sonra; "Olanaklılık açısından her şey eşit derecede olanaklıdır; olanak tarafından yetiştirilen kişi, korkutan ve haz veren şeyleri aynı derecede kavrar. Böyle bir kişi olanaklılık okulundan mezundur; hayattan bir şey elde edemeyeceğini, dehşetin, yitip gitmenin, yok olmanın yanı başında olduğunu, bir çocuğun alfabeyi bildiğinden daha iyi bilir." Olanaklılık, tam anlamıyla olumlu değildir. Öyle olsa, 'demonik' olurdu ve Ben bilincini yok ederdi. Olanaklılık, korkutan şeyleri de içerir, bu yüzüyle Kaygı'ya aittir. ------------ "İnsan" ve "kaygı" ile bitirelim... "İnsan, ruh ile bedenin bir sentezidir; ama iki terim, bir üçüncü tarafından birleştirilmedikçe, sentezden söz etmek olanaksızdır: üçüncü terim Tin'dir. (...) Tin, kendisine kaygı ile bağlanır. Kaygıyı çıkarın, Tin ayakta duramaz; bu durumda Tin, kendisini kendi dışında bulur. Kaygıdan kaçmaya çalışır, yapamaz, çünkü onu sever; kaygıyı gerçekten sevmek ister, yapamaz, çünkü ondan kaçmaya çalışır." (arifsahin)
Eserleriyle büyük bir ''yaşam olumlaması'' felsefesi yaratan Kierkegaard'ın insanın özellikle de kendi yarattığı sistem içerisinde edindiği ve bir türlü yok edemediği kaygı olgusunu felsefi bir dille anlatıp, ''kaygı'' üzerinden bile yaşamı olumladığı güzel eseridir. dili bayağı ağır olduğu için bazı yerleri tekrar etmemek imkansız. en basit tabiriyle kaygıyı masumiyet ile ilişkilendirip bundan mutlu olmamız gerektiğini açarak anlatmış bize. Kaygıyı Tin olgusunun vazgeçilmez bir öğesi olarak görüyor Kierkegaard; “İnsan kaygıdan kaçmaya çalışır, yapamaz, çünkü onu sever; kaygıyı gerçekten sevmek ister, yapamaz, çünkü ondan kaçmaya çalışır.” diyerek bunu teşhis eder. Özellikle günümüz sisteminin yarattığı insan profili için okunması oldukça önemli bir kitap bence. çünkü hepimiz içine çekildiğimiz bu sistemde belli kaygı* noktalarına yerleştirilmiş vaziyetteyiz. Kierkegaard da sanki bizi görmüş de hadi gülümseyin biraz der gibi. (Uğur De Molinari)
Kaygı Kavramı PDF indirme linki var mı?
Soren Kierkegaard - Kaygı Kavramı kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Kaygı Kavramı PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Soren Kierkegaard Kimdir?
Soren Aabye Kierkegaard (1813-1855), Danimarkalı filozof ve teolog.
Kierkegaard dindar babasının etkisiyle din eğitimi alarak ve katı bir dini atmosfer içinde yetişti.Tüm yaşamında bu çocukluğun etkisi görülür.Kendisi de dinsel düşünceleri olan birisi olmakla birlikte sürekli din adamlarıyla, kurumlarıyla ve düşünceleriyle çatışma halinde oldu. Mevcut Hıristiyanlığın yozlaşmış olduğunu ileri sürdü ve Hıristiyan inancinin tamamen yenilenmesine yönelik eleştiriler geliştirdi. Kierkegaard, din ve Tanrıyı tamamen bireysel bir konu olarak değerlendirdi. Bu yönde giderek sistematik felsefenin bireyi göz ardı eden bütüncüllüğünü de reddetti. Felsefesinde bireyi merkeze aldı.
Felsefesi
Kierkegaard, varoluşçuluğun öncülerinden sayılır.Varoluşçu felsefe bir bakıma her varoluşçu filozofta kendine özgü bir nitelik kazanarak ayrıca tanımlanır, ancak bilinen genel nitelikleri ve felsefi özgürlüğü açısından varoluşçuluğun kurucu isimlerinin başında Kierkegaard sayılmaktadır. Kierkegaard'ın belli bir felsefî sistematik geliştirmediği doğru olmakla birlikte (Kierkegaard bu anlamda Nietzsche gibi bağımsız ve dizgesiz filozoflardandır), kullandığı kavramlar ve felsefe yapma tarzı sonradan varoluşçu felsefelerde görülen nitelikleri barındırır. Kierkegaard'ın itiraz ettiği ve sürekli eleştirdiği filozof Hegel'dir. Hegel'in rasyonalist ve sistematik felsefesi Kierkegaard için kabul edilemezdir.Varoluşçu felsefelerde görülen kavramların çoğunluğu öncül olarak Kierkegaard'da görülür: saçma, bunaltı, korku ve kaygı.Kierkegaard'ın felsefî sorunsalı bir bakıma mevcut Hıristiyanlık içinde ve hatta karşısında nasıl iyi bir Hıristiyan olunacağı noktasına da bağlıdır. Kierkegaard, felsefe tarihinin soyut mantıksal kurgularla geliştiğini ve bu nedenle bireyi, bireyin gerçek yaşamını gözden kaçırdığını düşünür.Ona göre varoluş, somut ve öznel insanın yaşamıdır.Bu nedenle felsefe somut düşünmeye, yani varoluşa yönelmelidir.
Soren Kierkegaard Kitapları - Eserleri
- Baştan Çıkarıcının Günlüğü
- Korku ve Titreme
- Ölümcül Hastalık Umutsuzluk
- Kahkaha Benden Yana
- Kaygı Kavramı
- Felsefe Parçaları ya da Bir Parça Felsefe
- Kendinizi Sevmeyi Unutmayın
- Hakikat Şaraptadır
- Kırdaki Zambak ve Gökteki Kuş
- Hayat Çözülecek Bir Problem Değil, Yaşanacak Bir Hakikattir
- Aforizmalar
- Meseller
- Tanrı'ya İhtiyaç Duymak
- Tekerrür
- Evliliğin Estetik Geçerliliği
- Ya / Ya Da
- Etik-Estetik Dengesi
- İroni Kavramı
- Şimdiki Çağ-Başkaldırının Ölümü Üzerine
- Müzikal Erotik
- Sevginin İşleri
- Günlüklerden ve Makalelerden Seçmeler
- Ölüme Götüren Hastalık
- Evliliğin Estetik Geçerliği / Korku ve Titreme
- Toplu Eserler 1
- İtirazlara Cevaben Evlilik Üzerine Muhtelif Gözlemler-Bir Kocanın Kaleminden
- Dolayımsız Erotik veya Müzikal Erotik Evreler
- Kierkegaard Yazılarından Seçmeler
- Fear and Trembling and The Sickness Unto Death
- For Self-Examination
- Suçlu mu? Suçsuz mu?
- The Difference Between a Genius and an Apostle
- Aşk Eserleri
Soren Kierkegaard Alıntıları - Sözleri
- Benim için önemli olan, uğrunda yaşayıp uğrunda ölmek istediğim fikri bulmaktır. (Hayat Çözülecek Bir Problem Değil, Yaşanacak Bir Hakikattir)
- "Her insanda, kendisine karşı tamamen şeffaf olmaktan bir derece alıkoyan bir şeyler var. Bu şeffaflıktan uzak olma, kişinin kendi dışında yer alan yaşam şartları yumağına açıklanamaz bir şekilde dâhil olması ve bu yüzden neredeyse kendisini açıklayamaz hale gelmesi ölçüsünde gerçekleşmektedir. Kendisini açıklayamayan kişi sevemez ve sevemeyen kişi tüm insanların en mutsuzudur. Ve sen aynı serkeşlikle kendini herkese karşı bir bilmece olma sanatında eğitiyorsun. Genç dostum! Peki ya hiç kimse senin bilmeceni çözme zahmetine katlanmazsa O zaman yaptığının ne zevki kalacak? Ama her şeyden önce kendin için, kendi kurtuluşun için bu vahşi kaçışı, içinde kabaran bu imha etme hırsını durdur. Senin yapmak istediğin bu; sen her şeyi yok etmek yaşama dair kuşku açlığını doyurmak istiyorsun. Kendini bu amaca göre yetiştiriyorsun. Zihnini buna göre eğitiyorsun. Memnuniyetle kabul edeceğin gibi, başka hiçbir şeyde iyi olmasan da bunda iyisin. Sana zevk veren her şey yaşamın etrafını yedi kez dolanıyor ve borusunu üflüyor ve böylece her şeyin tepe taklak oluyor ki senin ruhun huzur bulabilsin. Evet ne üzücü ki yankı yapıyorsun ve yankı ancak boşlukta işitilebilir." (Toplu Eserler 1)
- Asıl mesele kendimi anlamak, Tanrının gerçekten benden ne yapmamı istediğini görmek; asıl mesele, benim için doğru olan bir hakikati bulmak, uğrunda yaşayıp öleceğim fikri bulmak. (Kahkaha Benden Yana)
- Evlenirsen pişman olursun; evlenmezsen yine pişman olursun. Evlen ya da evlenme, ikisinden de pişman olursun. (Hayat Çözülecek Bir Problem Değil, Yaşanacak Bir Hakikattir)
- Deliler ve gençler insan için her şeyin mümkün olduğunu düşünürler. Yanlış! (Korku ve Titreme)
- "Korkaklığın en korktuğu şey karardır, zira karar, bir anlığına olsun, sisleri daima dağıtır. Bu yüzden korkaklık en sevdiği düşüncenin ardına saklanır: Zamanın koltuk değneği. Korkaklık ve zaman acele etmemek için "Bugün değil yarın " demeye daima bir neden bulur. Oysa göklerdeki Tanrı ve ebediyet der ki : "Bugün yap. Kurtuluş günü şimdidir." (Tanrı'ya İhtiyaç Duymak)
- Kendi olmayı istememek, kendi ben 'inden kurtulmayı istemek, ve bu da şu anlama gelmektedir; kendi olmanın umutsuz istenci. (Ölümcül Hastalık Umutsuzluk)
- . Aslında artık her şey için elkitapları var, yakın zamanda eğitim, tüm dünya çapında, az ya da çok sayıda ezbere yorumun öğrenilmesinden oluşacaktır. Baskı makinesinin mektupları tek elden çıkarması gibi, insanlar da muhtelif olguların arasından uygun olanı seçip çıkarma kapasitelerine bağlı olarak başarı gösterecekler, bu arada hiçbir şeyin anlamından haberleri olmayacak. . (Şimdiki Çağ-Başkaldırının Ölümü Üzerine)
- Benim için önemli olan, uğrunda yaşayıp uğrunda ölmek istediğim fikri bulmaktır. (Hayat Çözülecek Bir Problem Değil, Yaşanacak Bir Hakikattir)
- Hayat nasıl da boş ve anlamsız. (Hayat Çözülecek Bir Problem Değil, Yaşanacak Bir Hakikattir)
- Aşk en üstün neşe olsa bile ondan vazgeçiyorum, birini gocundurmayı ya da kıskandırmayı istemeden; ve eğer aşk hayal edilebilecek en büyük faydayı bağışlama hali olsa bile bana onun için verilen fırsatı reddediyorum -fakat düşüncelerimi fahişeliğe sunmadım. (Kierkegaard Yazılarından Seçmeler)
- “Ben kendim için acı çekerken tutunacak bir şeyim olabilsin diye ızdırabın yoluna işaretler yerleştiririm, ama başkası için acı çektiğim vakit, yolumu kaybederim, zira başkasının aslında nerede olduğunu haliyle bilemem ve her an sil baştan başlamam, bir sonraki an herhangi bir şeyi es geçmemek için kabusuna dayanmak zorunda olduğum daha da korkunç bir ihtimali düşünebilmeye hazırlıklı olmam gerekir.” (Suçlu mu? Suçsuz mu?)
- “Oğul, babanın kendi yansımasını gördüğü bir ayna ve baba ise, oğulun kendisinin gelecekte ne olacağını gördüğü bir aynadır.” (Hayat Çözülecek Bir Problem Değil, Yaşanacak Bir Hakikattir)
- İnsan konuşabiliyor diye, tam da bunun içindir ki susabilmek bir hünerdir. (Kırdaki Zambak ve Gökteki Kuş)
- “sevgi her şeye inanır - ve yine de hiçbir zaman aldanmaz..” (Sevginin İşleri)
- Hiç kimse sahici ben olmaya cesaret edemiyor. Herkes bir tür "beraberlik" içerisinde gizleniyor. Duyarlı organların bedenden korunduğu ve nesnelerde doğrudan temas içinde olmayışı gibi biz sıradan insanlar da ebedi olana kişisel, dolaysız bir temasa girmeye korkuyoruz. Bunun yerine geleneklere ve başkalarının sesine bel bağlıyoruz. Hakikatin önünde bireysel sorumluluktan korunan bir yaşam süren bir numune ya da nüsha olmaktan memnunuz.. (Tanrı'ya İhtiyaç Duymak)
- “Hayata bakışım tek kelimeyle anlamdan yoksun. Kötü bir ruh burnumun üzerine bir gözlük yerleştirdi herhalde, gözlüğün bir camı dev gibi büyütüyor, öbür camı aynı ölçüde küçültüyor.” (Ya / Ya Da)
- . Kendini kaybetmişleri veya her anlamda bütünüyle yoldan çıkmış olanları anmayacağım bile: Onlar para için köpek rolünü oynayanlardır... . (Şimdiki Çağ-Başkaldırının Ölümü Üzerine)
- Belki de sana karşı aşırı derecede yumuşak sözlerle konuşuyorum. Belki de sana çok fazla katlanıyorum. Belki de tüm gururuna karşı üzerinde kullandığım otoriteyi artırmalıydım. Ya da belki seni bu konuya hiç katmamalıydım, zîra sen bir çok yönüyle tehlikeli bir kişisin ve bir kimse seninle ne kadar birlikte olursa, o kadar kötüleşir... (Evliliğin Estetik Geçerliği / Korku ve Titreme)
- Herkes kendisi tarafından kandırılır. (Kaygı Kavramı)