diorex
Dedas

Kör Baykuş - Sadık Hidayet Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kör Baykuş kimin eseri? Kör Baykuş kitabının yazarı kimdir? Kör Baykuş konusu ve anafikri nedir? Kör Baykuş kitabı ne anlatıyor? Kör Baykuş kitabının yazarı Sadık Hidayet kimdir? İşte Kör Baykuş kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 28.02.2022 12:00
Kör Baykuş - Sadık Hidayet Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Sadık Hidayet

Çevirmen: Behçet Necatigil

Orijinal Adı: Bûf-i Kûr

Yayın Evi: Yapı Kredi Yayınları

İSBN: 9789750803024

Sayfa Sayısı: 95

Kör Baykuş Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

(33.Baskı) Modern İran edebiyatının kurucularından Sadık Hidayet'in 1936'da Bombay'da yayımladığı başyapıtı, kendi deyişiyle "özenle hesaplanmış, net, bilinçli etkilerle dolu" ve "her sayfası bir partisyon gibi düzenlenmiş" Kör Baykuş (Buf-i Kur) , öteki yapıtları gibi, pek çok dile çevrildi, sadece Fransa'da (Andre Rousseaux: "Bu roman bence ülkemizin edebiyat tarihinde özel bir etki bırakmıştır") değil pek çok ülkede pek çok yazarı etkiledi.

Kör Baykuş Alıntıları - Sözleri

  • -Lakin tek korkum : Yarın ölebilirim kendimi tanıyamadan.
  • "Ah ,cahil çocukluk günlerimdeki gibi mışıl mışıl uyumak !"
  • "Lakin tek korkum: Yarın ölebilirim kendimi tanıyamadan."
  • Yaralar vardır hayatta,ruhu cüzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen,kemiren yaralar.
  • Lakin tek korkum; yarın ölebilirim kendimi tanıyamadan
  • Benim odam da bir tabut değil miydi, yatağım mezardan daha soğuk, daha karanlık değil miydi? O yatak ki hep hazırdı ve beni uykuya çağırıyordu! — Bir tabutta olduğum duygusunu sık sık yaşamışımdır. Geceleri odam küçülüyor, bunaltıyordu beni. Mezarda hissedilen de bu değil miydi? Kim bilir ölümden sonra ne hissedileceğini?
  • Hayat baştan başa kıssadır, hikâyedir.
  • "Olmaz olsun! O ölmüş, ben sağ kalmışım, neye yarar?"
  • Hayatın kendisi baştan sona gülünç bir hikâye, inanılması güç, ahmakça bir masal değil midir ?
  • Öyle sanıyordum ki aşk ve kin aynı şeydiler.

Kör Baykuş İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Kör Baykuş - Sadık Hidayet: Bazı kitaplar vardır, neresinden başladığın çok önemlidir. Kendi adıma kitaba yanlış yerden başladığımı itiraf edebilirim. Eserin başında Sadık Hidayet ile ilgili genel bir bilgilendirme yapılmış ancak kitabı daha iyi anlamak için eserin sonunda yer alan yazarla ilgili önemli bilgileri okuyarak esere başlamanız kitabı daha iyi anlamanıza vesile olacaktır. "Hayat hikâyemde önemli bir şey yok, başımdan ilginç olaylar geçmedi. Ne yüksek bir mevki sahibiyim, ne de sağlam bir diplomam var. Okulda hiçbir zaman örnek bir öğrenci olamadım, başarısızlıklar her yerde buldu beni. Nerede çalışırsam çalışayım silik, unutulmuş bir memurdum; şefleri memnun edemedim. İstifa ettim mi seviniyorlardı... Bırak gitsin, yaramaz! Çevrem böyle görüyordu beni, haklıydılar belki de." Eserde kahramanın farklı bir psikolojiye sahip olduğu görülüyor. Olaylar da psikozlu ruh haliyle anlatılıyor. Bu nedenle mekanlar ve zaman arasında geçişler oldukça belirsiz ve gerçek ile hayal ürünü arasında da aynı belirsizlik devam ediyor. Sadık Hidayet bir intihar ile son veriyor yaşamına. Eserde de ölüm kelimesine sıklıkla rastlanıyor. Ancak yine de eserdeki kahraman ile yazarın hayata bakışını özdeşleştirmek doğru olmayacaktır. Zira kahraman eserde bir cinayet işleyebilen nitelikte gerçekte ise karıncayı dahi incitmeyen bir karakterdedir. İran Edebiyatının önde gelen yazarlarından biri olarak tanınmaya değer bir şahsiyet olduğunu düşünüyorum. Farklı bir dili ve üslubu var. Kendisinde Ömer Hayyam'ın etkisini de görmek mümkün. Eserde kullanılan birçok kelimenin açıklaması da dipnotlar ile verilmiş. Kısa olmasına rağmen yorucu bir o kadar da değerli bir eser. Eserden başladığım incelememi yine eserde yazarın hayatı bölümünde yer alan bir alıntıyla bitirmek istiyorum: "Ölümünden az önce bir hikâye taslağı kaleme almıştı, şuydu konu: Annesi "Salgı salamaz ol!" diye beddua eder yavru örümceğe. Küçük örümcek ağ yapamayınca ölüme kurban gider. — Hidâyet'in hayat hikâyesi miydi bu?" (Mikail Balcı)

Kör Baykuş şimdiye kadar okuduğum romanlar arasında en olağandışı olanlardan biridir. Anlamak, dolayısıyla da anlatmak çok zordur bu romanı. Her okumadan sonra, bu anlayamamaktan kaynaklanan anlatamamazlık öylesine çarpıcıdır ki, “sen anlamazsan, senin dediğin de anlaşılmaz,” diye bir not düşme gereği duyarsınız. Ama, kesinlikle oldukça doyurucu bir eser. Etkisinden uzun zaman kurtulamayacağınızı garanti veririm. Çünkü, imgeler ve gerçeküstü simgeler bakımından çok zengindir. Okur Kafka üslubunu sayfalar arasında kesinlikle hisseder. Okur, Kafka’nın imgelerle yarattığı Kafkaesk labirentinde ağır ağır aynı yönde ilerlerken, Hidayet’in labirentinin bir döngü olduğunu fark eder. Aslında fark etmez, hisseder. Ama bilir ki, her İkisinin de yarattığı, kayıp oldukları labirentlerden çıkmayı başaramayacaktır. Aralarında bir algılama farkı vardır. Kafka ağır bürokratik cehennemde bir hiçliğin içine hapsolurken, Hidayet kendi içinde kaybolur. Eserin temi, her bir bireyin kendi dışında var olan, kendisini çevreleyen dünyanın-dünyasının bilincine varma konusunda, hayatının merkezine aldığı bir var olma mücadelesidir. Ailesi, karşı cinsi, hemcinsi ve genel olarak şer şey. Bu temi dillendiren anlatıcıdan duyduğunuz her şey, sanki normal bir anlatıcının değil, sarhoş bir uyuşturucu bağımlısı zihnin hayallerinden, algılamalarından süzülür. Kocaman bir SANKİ'yi atlamamak gerek. Neden böyle düşünürüz? Çünkü anlatıcı, metinde, gerçek anlamda ne bir zaman ne de bir mekan hissi verir okura. Aslında mekan vardır. Ama zamana dağıtır onu. Lime lime eder .Hatta aktardığı olayların herhangi birinin cereyan edip etmediğini de anlayamaz okur. Aynı olaylar habire tekrarlanıp durur. Dönüşler, işte yukarıda değindiğimiz ouroboros labirentin, kısır-ouroboros döngünün içine hapsolur. Anlatıcının sürekli yeniden üreterek oluşturduğu ouroboros labirentin yeni halinin içinde anlatıcıyla beraber okur da kaybolur. Dairesel labirentin içinde gezinirken fark ettiğimiz geri dönüşlerde, aslında biraz önce geçtiğimiz yeri fark ederek kapıldığımız umut, karşılaştığımızın bir zaman ya da mekan değil, sadece hayali bir an olduğunu fark ettiğimiz an-ki bunu hep fark ettirir anlatıcı- karamsarlığımız büyür. Beynimiz deli gibi bir matematik üretip çalışmaya başlar. Huzurumuz kaçar. Aslında tüm metin boyunca çatlaklarla dolu duvarlarıyla, penceresiz odadan hiç çıkmadığınızı düşünürsünüz. <<<<>>>> Çünkü mekan, bir oda olmaktan çıkar, anlatıcının, ne zaman girilip ne zaman çıkıldığını muğlaklaştırdığı, bir mezarın sessizliğini, bir zihnin içini tanımlamak için kullandığı bir metafor haline gelir. SH’in yaptığı şey sizi deli birinin kafasına sokmak ve anlatıyı bu güvenilmez zihnin bakış açısıyla aktarmaktır. Yanakları kızaran kadın, sadece bu yanak kızarıklığıyla hayatta değil, arada bir güzel gözlerini açıp, anlatıcının kağıdına resmedilirken aslında bir ölüdür de. Uzaktan hissedilen yaşam, yakınına varıldığında toprak-hayat-ölüm-toprak-hayat döngülü bir metamorfoza (Kafka) kaynaklık eder. <<<<< Fakat yanına vardığımda bir ceset kokusu duydum, bir çürüme kokusu. Üzerinde küçük küçük kurtlar kıpırdaşıyor ve mum ışığında iki mayısböceği, gövdesi etrafında dolanıyordu. Ölüydü de niçin açılmıştı gözleri? Bilmiyorum. Acaba rüya mı görmüştüm, yoksa gerçek mi?>>>>> Sanki sorgulanan normal bir bireyin değil, zihinsel, dolayısıyla duygusal deformasyona uğramış bir bireyin dünyayı nasıl algıladığıdır. Bu zihnin uğradığı deformasyon o kadar anormaldir ki, kendi içinde, sanki bu “iç” -ya da mekan gerçekmiş gibi, bu sefer de zamanla oynar. Okuru, metnin içinde götürdüğü bütün İran medeniyetlerinin anılarına taşır. Bu aslında toplumsal hafızaya bir yolculuktur. Bulunan testi işte bu gerçek ve aynı zamanda yaşanmış gibi hissedilen efsanelerin, birbirinin içinde erimiş toplumsal hafızanın metaforudur. <<<<< O eski ressam, belki bin yıl önce, acıda çilede benim derttaşım değil miydi? Benim geçtiğim ruh hallerinden geçmemiş miydi? Ben ki şimdiye kadar kendimi yaratıkların en mutsuzu görüyordum, şimdi şimdi anlamaya başlamıştım: İnsanların, kemikleri çoktan çürümüşken, hücreleri belki mavi gündüzsefalarına karışmış yaşamaya devam ettikleri zamanlarda, şimdi şimdi anlamaya başlamıştım, insanların henüz tepelerde kerpiç kulübelerde oturdukları zamanlarda, aralarında feleğin hışmına uğramış bir ressam yaşamıştı; lanetlenmiş bir ressam, herhangi, benim gibi, mutsuz bir kalemdan ressamı belki.>>>>> Bazen daha somutlaştırır. <<<<< Meselâ bugün bir mezar kazdım, kazarken de şu testiyi buldum. Bir Rhages testisi, eski Rey yani, ya! Tamam, tamam! İşte sana veriyorum testiyi, benden sana yadigâr!>>>>> Yaşadığı kısa hayatta bitkilere gönül vermiş SH, cinselliğin doğallığına doğa üzerinden bir gönderme yapmayı da unutmaz. <<<<>>>> Resimle de uğraşan SH, Edvard Munch'un Çığlık'ını kendi içinde tekrar tekrar üretip labirentine haykırır. El yordamıyla yolunu bulmaya çalışan okur, işte bu Çığlık'ın yankısında ilerler. Gariptir. Batıyla İran’ın arasında Türkler vardır. Türklerle doğunun arasında ise İranlılar. Her iki ulus modernleşme yıllarında yüzlerini batıya çevirdiklerini sandılar hep. Oysa bu bir yanılsamaydı. Onlar batıya değil, birbirlerine bakıyorlardı. Anlamadılar bunu ama. Bunu hala fark etmediklerini düşünüyorum. Kaan Murat Yanık, Butimar, Sessizliğin Kanatları’nı yazarken, SH’tin “Butimar, deniz kıyısına çöker, kanatlarını açar, oturur tek başına,” dediğini elbette okumuştu. Sitenin formatına uymak için incelememi burada kesiyorum. Amacım genel bir kavrayışa işaret etmekti. Kendi okumama yani. Belki de hiç olmamış mistik sevgisini/sevgilisini kaybettikten sonra büründüğü umutsuz ruh haliyle sürrealist bir anlatıcı portre vardı romanda. Sizi temin ederim ki, bu küçücük romanda yazdıklarımdan çok daha fazlası var. Ölüm ve gençlik, dolayısıyla cinsellik, önemli motiflerdir. Çok daha fazlasını bulabilirsiniz. Tekrar tekrar okuma yapılacak büyük romanlardan biridir. Ve sakın anlayamam diye çekinmeyin. Zor metin ama inanılmaz doyurucu. Asla pişman olmazsınız. İyi okumalar dilerim. (Metin T.)

İran Edebiyatı'nın önemli yazarlarından olan Sadık Hidayet'in İran kültürünü rüyalar, psikolojik buhranlar ile dönemin olaylarını anlık durumlarla anlatması ve bunun da hayatına benzerliği sonunun kitapla ozdeslesmesi bakimindan ilgi çekicidir. (Ofelya)

Kitabın Yazarı Sadık Hidayet Kimdir?

Sadık Hidayet (Farsça: صادق هدایت) ‎ (17 Şubat 1903, Tahran - 9 Nisan 1951, Paris), modern İran edebiyatının önde gelen düzyazı ve kısa hikâye yazarı.

17 Şubat 1903 tarihinde Tahran'da dünyaya geldi ve bu kentteki Fransız Lisesi'nde eğitim gördü. 1925 yılında eğitimini sürdürmek amacıyla Avrupa'ya gitti. Bir süre diş hekimliğine ilgi duyduysa da mühendislik okumak için diş hekimliğinden vazgeçti. Fransa ve Belçika'da geçirdiği dört yılın ardından İran'a döndü ve kısa sürelerle çeşitli işlerde çalıştı.

İlk hikâyelerini Paris'teyken yazdı. 1936'da Hindistan'a giderek Sanskritçe öğrendi. Buradayken Budizm'i inceledi ve Buda'nın kimi yazılarını Farsçaya çevirdi.

Sadık Hidayet sonunda tüm hayatını Batı Edebiyatı çalışmalarına ve İran tarihi ile folklorunu araştırmaya adadı. En çok, Guy de Maupassant, Çehov, Rilke, E.A. Poe ve Kafka'nın eserleriyle ilgilendi. Hidayet birçok hikâye, kısa roman, iki tarihi dram, bir oyun, bir seyahatname ile bir dizi yergili komedi ve taslak kaleme aldı. Yazıları arasında ayrıca birçok edebiyat eleştirisi, İran folkloru ile ilgili araştırmalar ve Orta Farsça ile Fransızcadan yapılmış çeviriler yer alır. Sadık Hidayet, İran Dili ve Edebiyatını uluslararası çağdaş edebiyatın bir parçası haline getiren yazar olarak kabul edilir.

Sonraki yıllarda, zamanın sosyo-politik problemlerinin de etkisiyle, İran'ın gerilemesinin sebebi olarak gördüğü monarşiye ve ruhban sınıfına yoğun eleştiriler yöneltmeye başladı. Eserleri aracılığıyla bu iki kurumun su-i istimallerinin İran milletinin sağırlığının ve körlüğünün sebebi olduğunu gösterme çabasına girdi. Çevresine, özellikle de, çağdaşlarına yabancılaşan Hidayet, son eseri Kafka'nın Mesajı'nda ancak ayrımcılık ve baskı sonucunda yaşanabilecek bir melankoli, umutsuzluk ve ölüm halinden bahseder.

Sadık Hidayet'in en tanınmış eseri 1937 yılında Bombay'da yayımlanan Kör Baykuş'tur.

Beethoven ve Çaykovski dinlemeyi seven ve afyon tiryakiliği bilinen Sadık Hidayet, resimle de uğraştı. Günümüze kalabilen resimleri Hassan Qa'emian tarafından bir araya getirildi. Kimileri bu eserlerde sanatsal bir değer bulmazken, kimilerine göre de bunlar geleceğin resimleridir.

Ölümünü yirmi beş yıllık arkadaşı Bozorg Alevi şöyle anlatır: "Paris'te günlerce, havagazlı bir apartman aradı, Championnet caddesinde buldu aradığını. 9 Nisan 1951 günü dairesine kapandı ve bütün delikleri tıkadıktan sonra gaz musluğunu açtı. Ertesi gün ziyaretine gelen bir dostu, onu mutfakta yerde yatar buldu. Tertemiz giyinmiş, güzelce tıraş olmuştu ve cebinde parası vardı. Yakılmış müsveddelerin kalıntıları, yanıbaşında yerde duruyordu."

Yılmaz Güney'in de yattığı Père Lachaise (okunuşu: per laşez) mezarlığında gömülüdür.

Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Sâdık_Hidâyet

Sadık Hidayet Kitapları - Eserleri

  • Kör Baykuş
  • Aylak Köpek
  • Üç Damla Kan
  • Alacakaranlık
  • Vejetaryenliğin Yararları
  • Hacı Aga

  • Diri Gömülen
  • Hidayetname
  • Hayyam'ın Teraneleri
  • Seçme Eserler
  • Guldesteyek Ji Çîrokên
  • Moğol Gölgesi

Sadık Hidayet Alıntıları - Sözleri

  • Pisagor, hayvanları öldürmenin doğal bir şey olduğunu düşünenin, insanları da kolayca öldürebileceği kanısında olacağını biliyormuş. Platon, Devlet adlı diyaloğunda, hayvansal besinin insanlar arasında savaş çıkmasına ve kan dökülmesine neden olduğunu, yırtıcı ve savaşçı olmaları için sadece askerlerin hayvansal besin almalarının uygun olduğunu belirtir. Senek, Plutark ve bütün filozoflar, etoburluğun insan beyninde kötü etki bıraktığı yolunda görüş birliğindedirler. Kant ve Jan Jak Ruso da bu konuda görüş birliğindedirler. Ruso "çok et yiyenler diğer insanlardan daha sert mizaçlı ve vahşi olurlar. Bunun deneyi her yerde ve her zaman yapılmıştır" demiştir. Kendini beğenmişlik daha çok et ve kanla beslenen kişilerin ahlakıdır. Kan dökücü canlılar, parçalamak ve pençe atmak dışında uyanmazlar. Konan Doyl der ki: "Etiyle beslenmesi için bir insanın ahlaksal açıdan bir sığırı kesme ya da bir balığı öldürme izni yoktur. İnsan onlara can vermemiştir. Artık hiçbir çaresinin kalmadığı zaman dışında onları hayattan mahrum bırakmak için Tanrı'dan izin almamıştır." Tolstoy et yemekten kaçınmayı insanın gerçek ilerleyişi yönündeki ilk adım olarak değerlendirmiştir. Nietzsche de vejetaryenliği şu şekilde över: "Sanırım vejetaryenlik, uzak durma ve kendini kısıtlama sayesinde, tüm ahlaksal öğelerden daha çok etkili olmuştur. Bu konuyu abartılı bulmayın. Kuşkusuz gelecekte öğretmenler daha katı kurallar konulmuş bir besin tarzını uygun göreceklerdir." (Vejetaryenliğin Yararları)
  • Jiyan li ber çavên min reş bûye... (Guldesteyek Ji Çîrokên)
  • "Olmaz olsun! O ölmüş, ben sağ kalmışım, neye yarar?" (Kör Baykuş)
  • “Ne güzel olurdu, araba hiç durmayıp hep gitseydi, saatlerce, günlerce, yıllarca bulutların arasında!” (Hidayetname)
  • Tırnaklarımızı aslan pençesiyle karıştırmamalıdır. İnsanın eti kemiksiz olarak yemesi, kemiği ayırdıktan sonra yediği kasların doğal bir yiyecek olmadığını gösterir. :)) (Vejetaryenliğin Yararları)
  • “Hep gözünüzün önünde duran ölümü unutuyorsunuz.” (Aylak Köpek)

  • Şimdi her şeyi biliyorum ama hiçbir şeyim. (Üç Damla Kan)
  • İnsanoğlunun uygarlık tarihi yiyecek üstüne kurulmuştur. Kargaşalar, saldırılar, savaşlar, göçler, sınıflararası kin güdüşler, ülkelerde baş gösteren ayaklanmaların temel nedeninde hep besin sorunu yatar. (Vejetaryenliğin Yararları)
  • Dünyanın sonu gelmeyecek. Sadece insanlık sonra erecek. O da kendi eliyle. (Alacakaranlık)
  • "Lakin tek korkum: Yarın ölebilirim kendimi tanıyamadan." (Kör Baykuş)
  • Hayat baştan başa kıssadır, hikâyedir. (Kör Baykuş)
  • ...cisim yok olduktan sonra gölgesi kalmaz. (Alacakaranlık)
  • Bu insan soyu nasıl bir canavar! (Hidayetname)

  • Sözün kısası halk fakirlik ve mutsuzluk içinde yaşıyordu. (Diri Gömülen)
  • Gece karanlık, dalgalar korkutucu, girdap ürkütüyor Sahilde yaşayanların nasıl haberi olur halimizden? (Seçme Eserler)
  • Karanlıkta kaybolan tüm korkular uyanır ve gerçek hayat o zaman başlar. (Aylak Köpek)
  • Âdem Baba: Buradaki hayat koşuşturmalı, vurdulu kırdılı olsa da, cennetteki tekdüze, tatsız tutsuz hayattan iyidir. Ben cennette boğulur gibi oluyordum. Yemek ye, yat; böyle tembelce bir hayat daha çabuk yoruyor. Bu melekler nasıl oldu da cennette kaldı, bilmiyorum. Havva Ana: Bizi cennetten kovulmaları aslında çok iyi oldu. Hiç olmazsa burada nöbetçi yok; başbaşayız, huzur içindeyiz. Âdem Baba: Yaklaştı dudaklarını; yaratılışın amacı bu. (Seçme Eserler)
  • "Yaşam bir zindandır, türlü türlü zindanlar. Ama kimileri zindan duvarına resim çizer ve bununla oyalanırlar. Kimileri kaçmak ister, boşuna ellerini yara bere içinde bırakırlar. Kimileri de yas tutar. Fakat işin aslı, hep kendimizi aldatmalı, hep kendimizi aldatmalıyız. Ama bir zaman gelir, insan kendini aldatmaktan da bıkar..." (Üç Damla Kan)
  • Ölümümüzden sonra yerde arama türbemizi Bizim mezarımız arif insanların göğüsleri. (Seçme Eserler)
  • Kötü eğitiliyoruz biz. Bütün sakatlıklar, daha çocuk yaşta beyinlerimize doldurulan, herkesi öbür dünyaya yönlendiren hurafelerden kaynaklanıyor. Bu dünyayı bırakıp mevhum bir fikre yapışmışız. Öbür dünyadan dönüp de bize haber getiren var mı acaba? Anamızdan doğduk mu, ölene kadar ahiretimiz için ağlıyoruz. Yaşamak mı denir buna? (Alacakaranlık)

Yorum Yaz