Köy Enstitüleri Üzerine - Sabahattin Eyüboğlu Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Köy Enstitüleri Üzerine kimin eseri? Köy Enstitüleri Üzerine kitabının yazarı kimdir? Köy Enstitüleri Üzerine konusu ve anafikri nedir? Köy Enstitüleri Üzerine kitabı ne anlatıyor? Köy Enstitüleri Üzerine PDF indirme linki var mı? Köy Enstitüleri Üzerine kitabının yazarı Sabahattin Eyüboğlu kimdir? İşte Köy Enstitüleri Üzerine kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Sabahattin Eyüboğlu
Yayın Evi: Cumhuriyet Gazetesi Yayınları
İSBN: 12345678302083
Sayfa Sayısı: 142
Köy Enstitüleri Üzerine Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Köy enstitülerinin temel taşlarından değerli düşün ve sanat adamımız Sabahattin Eyüboğlu şöyle diyor: "Köy enstitülerini halk adına aydınlar kurdu, halk adına yine aydınlar yıktı. Halk köy enstitülerini istiyordu da aydınlar onun için kurdu demek ne kadar gerçeğe aykırıysa, halk istemiyordu da aydınlar onun için yıktı demek de o kadar aykırıdır. Ama kuranlar mı gerçekten halktan yanaydılar, yıkanlar mı? Bu sorunun karşılığını vermek biz enstitülülere düşmez; ama merak edenlere şöyle bir yol gösterebiliriz: Baksınlar, kuranlar mı, yıkanlar mı daha çok çıkar peşindeydiler, kuranların kişisel kazancı ne oldu, yıkanlarınki ne?"
Köy enstitüleri ile ilgili bu çok önemli kitabı '17 Nisan Bayramı'nda okuyucularımıza sunarken değerli yazar, eğitimci bilimadamı Sabahattin Eyüboğlu'nu da saygıyla anıyoruz.
Köy Enstitüleri Üzerine Alıntıları - Sözleri
- Çorak bir yeri yemyeşil etmek, bir bataklığı kurutmak, susuz yere su getirmek Köy Enstitülerinde ahlâk eğitiminin ta kendisi oluyor; vatan sevgisi, insan sevgisi, bilim sevgisi bu işler içinde kendiliğinden kazanılıyordu.
- Anadolu insanı gerçekten dünyaya ananın eli, gözü ve sözüyle açılır. Duyarlığını, alt bilincini ana besler. O ana ki, çok yerde hâlâ kölelikten kurtulmuş değildir, babadan çok daha az açılmıştır dünyaya. Masalları, türküleri, öğütleri, avutmaları, kışkırtmaları, yakınmaları, hınçları, özlemleriyle o emzirir çocuğun ilk düşüncesini. Baba sözde başıdır ev halkının. Kaldı ki birçok köylerde erkeklerin, muhtarın, imamın, hatta bazen ağaların sözlerini ağızlarına tıkayan analar da vardır. Yaşar Kemal'in, Fakir Baykurt'un romanlarında köy gerçeğinin gürbüz bir yanı, diri bir rengi olarak görüyoruz onları. Anadolu'nun ilk ana Tanrıçalarının mutsuz kalıntılarını andıran bu kadınlar, yüzyıllardır birikmiş dertlerin, öfkelerin sözcüsü olurlar zaman zaman ve köyde umulmadık yaşama rüzgârı estiriverirler. Ama çok sürmez bu rüzgâr! Bir an yerinden oynattığı köy yine erkeklerin sürdüğü uyuşuk düzene gömülür. Analar, kızlar yeniden, eli tespihli babaların, dedelerin ardından, çocukları sırtlarında, gözleri önlerinde düzülürler yola.
- Mustafa Kemal bir bilim adamı değildi; ama en büyük isteği sözde bilimin yerine gerçek bilimi getirmek oldu. ''Hayatta en hakiki mürşit ilimdir'' sözünü süs diye yazılmak için değil, bütün hayatını, zaferlerini ve devrimlerini bu gerçekle yoğurduğu için söyledi.
- On yedi Nisan elbet Türk solunun Yani Atatürk gibi İnönü gibi laik ve sınıfsız bir yeni Türkiye özleyenlerin bayramıdır. O gün Türk köylüsü kendisini hor görmeyecek, derdine derman arayacak, yanı başında çalışacak, halinden anlayacak hem yerli, hem ilerici bir eğitim kurumuna kavuşuyordu. Bu kurumda köylü, yani Türkiye halkının büyük çoğunluğu tarihinde ilk kez kendi yöneticisini kendi yetiştirecek ve kendi kendini yöneten halkın, yani gerçek demokrasinin yepyeni bir örneğini verecekti.
- Köy Enstitüleri Atatürk'ün Hayatta en hakiki mürşit bilimdir sözünü ve Türk köylüsünü karanlıktan ve kulluktan kurtarma istemini ciddiye alan eğitimcilerimizin kenarda köşede cömertce harcandıkları gösterişsiz bilim çabalarının sonuçlarıdır.
- "Bunlar Shakespeare'in, Goethe'nin, Gogol'un, Balzac'ın eserlerini okuyorlarmış. Güler misin, ağlar mısın? Bu eserleri biz bile okuyup anlayamıyoruz."
- "İdare edenlerle edilenler ayrı birer millet gibiydiler."
- "Kendilerini emniyette hissetmedikleri için büyük sürüyü kurnazca bir müsamaha ile sürüyorlardı. İşler yolunda gittikçe keselerinin ve kalplerinin ağzı açıktı. Ama devletliler bir kuşkulanmaya görsün, en merhametliler, en zalimler bir anda birleşiyor, din kardeşi dinlemiyorlardı. Fil, en çok düşmekten korktuğu için yolunda biraz çamura rastlayınca durumuna ve hortumuna en yakın ne bulursa çamurun üstüne kor, basar geçermiş."
- "Çorak bir yeri yemyeşil etmek, bir bataklığı kurutmak, susuz yere su getirmek Köy Enstitüleri'nde ahlak eğitiminin ta kendisi oluyor; vatan sevgisi, insan sevgisi, bilim sevgisi bu işler içinde kendiliğinden kazanılıyordu. Uzun sözün kısası bozkırda ağaç dikmek ve tutturmaktı."
- "Okulun amacı seçkin bir azınlık değil, içinden seçkin azınlığın kendiliğinden çıkacağı aydın bir çoğunluk yetiştirmek olacaktı."
- (...)Teklerin uzun zamanda, kaygılar kuşkular içinde, asık yüz ve aç gözle yapacağını, çokluğun birbirini hızlandırıp coşturan yüzlerce kolu, kafasıyla en kısa zamanda, güvenle türkü söyler gibi yapmak, Köy Enstitüleri'nin gerçekleştirmek istediği, yer yer, zaman zaman gerçekleştirdiği buydu; başardıklarını bununla başardılar. Bozkırların kaderini değiştirebilecek duruma bununla geldiler; kuruluş yıllarının o görülmedik hızı, dirilten, yeşerten soluğu, dağ delen Ferhatlığı, yaşama ve çalışma sevinci bundan geliyordu."
- (...)Fakir bir köylü eşeğini önüne katmış yürüyormuş bozkırda. Eşeğin sırtındaki koca heybe bir garip biçimde yüklüymüş: Bir yanı buğday doluymuş, bir yanı taş. Yolda ak sakallı, derviş kılıklı bir adama rastlamış köylü. Birlikte hoşbeş edip yürürken bu adam köylüye; "Eşeğin bir yanına ne diye taş yükledin?" diye sormuş. "Buğday bir yana tartmasın." diye, demiş köylü. Adam taşları attırmış; buğdayın yarısını heybenin öbür güzüne boşalttırmış. Yük böylelikle azalınca köylüyü de eşeğe bindirmiş. Köylünün aklı yatmış bu işe, dualar etmiş adama, ardından sormuş; "Sende bu akıl varken ne diye yaya gezersin dağda bayırda? Malın mülkün, atın, deven yok mu senin?" "Yok." demiş adam. "Şehirde beyler yanında niye iş tutmazsın?" diye sormuş köylü. "Beni, işe yaramaz diye şehirden kovdular." demiş adam. Bunun üzerine köylü eşekten inmiş, buğdayı yine heybenin bir gözüne doldurup öbür yana taş yüklemiş eskisi gibi ve eşeğine deh deyip uzaklaşmış adamdan. Çıkarcı eğitim, aklı böylesine yaya bırakır ve gelenek yürür gider yoluna.(...)
- "Bir aydın kişi çıkıp da çalışanların, emekleriyle geçinenlerin haklarını savunmaya yeltendi mi, çalışmadan dünyanın parasını kazanan, üstelik de dünyanın daha iyiye gitmesine engel olan sömürgenlere dil uzattı mı, gelmeyen kalmıyor o aydının başına. Bütün kuşkular karakuşlar gibi çullanıyor üstüne, vatan hainliğine kadar da gidiyor işin ucu. En hazini, haklarını korumak istediği insanlar bile onu korumak şöyle dursun oh olsun diyorlar, üstelik, yardım bile ediyorlar tepelenmesine. Olacak şey mi bu? Oluyor işte, görüyorsunuz. Görmüyorsanız, çıkın ortaya, koruyun çalışanları çalışmayanlara karşı, sömürülenleri sömürenlere karşı, köyümüz, köylümüz yoksul deyin; ağayla imam işbirliği edip geriliği, haksızlığı, tembelliği, kulluğu, bilgisizliği, kör inançları sürdürüyorlar, deyin; cumhuriyet çalışan çoğunluğu çalışmayan azınlığa karşı tutan, tutması gereken bir düzendir deyin, kanunun her Türk'e verdiği, yüklediği ilk öğretimi gerçekten her yurttaşa götürmenin yollarını arayın, rahatınız pahasına bu işin ardına düşün, acı gerçeği görür, anlarsınız hanyayı Konyayı."
- "En büyük bilim ve sanat adamlarının, önünde sonunda en çok değer verdikleri, özendikleri insan; çalıştığı ölçüde yükselen, yediğini hak eden, kimsenin hakkını yemeyen insandır. Üst tarafı bir sürü değişecek gerçeklerdir. Bin yıl sonra, tasarladığımız bütün düzenler kurulup eskidikten sonra, sapasağlam kalacak gerçek budur olsa olsa. "
- "Kendi kendini binbir mihnetle yetiştiren halk, doğmaktan başka zahmete girmeyen efendilerini er geç başından atmıştır. "
Köy Enstitüleri Üzerine İncelemesi - Şahsi Yorumlar
"Eğitim ve öğretim insana yalnızca kuru bilgi kazandıran, salt söyleme, anlatma yoluyla birtakım sözleri ezberleten çabalar toplamı olmasın. Okul, yaparak, yaptırarak öğretsin. Öğrenme, elden geldiğince üretimle sonuçlansın." İşte meşhur köy enstitülerinin asıl amacı buydu. Kitabın girişinde, zamanında Köy Enstitülerine karşı takınılmış tutum, 3 sayfalık alıntılarla anlatılmış. Bu alıntıları okudukça, o zamanın aydınının bile yıkılmış devletin savunucusu, yani sözde aydın olduğunu anlıyoruz. Mesela "şehirliden beklemediğimiz fedakarlığı köylüden mi bekliyoruz?" tarzı bir cümle, enstitüler hakkında bir şey bilinmediğinin en büyük göstergesidir. Enstitüler döneminde şehirliden beklenen fedakarlık köylünün en çok işine yarayacak olan şeydi, yani öğretmendi. Enstitü fikrinin ortaya atılıp ilk uygulamaların başlamasından sonra köyde var olan her türlü personel eksiği gönüllü şehirliler tarafından karşılanmaya başlandı. Hasan Ali Yücel mesela, köy enstitülerinin kurucularındandır kendisi. Enstitü için gerekli olabilecek her türlü personel eksiğini bizzat tamamlama yoluna gitmiş, hatta kendisi de kurucu olarak enstitü eğitimini denetlemiş, sürekli daha iyiye taşımaya çalışmış ve bu yüzden dünya klasiklerini çevirip köy öğrencilerine ders olarak vermiştir. Alıntılar beni öylesine etkiledi ki, bunlar üzerine yorum yapmadan geçemeyeceğim. "Bunlar Shakespeare'in, Goethe'nin, Gogol'ün, Balzac'ın eserlerini okuyorlarmış. Güler misin, ağlar mısın?" Köy-şehir ayrımı yapılmasın denilerek meclisten 148 ret oy alan Köy Enstitülerinden böylesine modern, tabiri caizse "şehirli" bir davranış beklenmeyeceğinden, bu çocukların Shakespeare, Goethe, Gogol, Balzac okuyor olabileceğine inanmamışlardır. Bu ihtimale inanmayarak köylü-şehirli ayrımını kendileri yaratmışlardır ayrıca. Neresinden bakarsanız bakın, bir çekememezlik durumu söz konusu. Bir yerlerde bir "işlerine gelmeme" mevzusu var. Enstitüdeki eğitimin temel amacı neydi? Yapabildiğini kullan, kullanmayacağını yapma. Bu amaçla yola çıkıp köylerine su kuyuları yapmışlardır mesela. Hem kuyu yapmak için gerekli olan fizik bilgisi ve el becerisini öğrenmişler hem de ortaya koydukları şey köyün işine yaramıştır. Su kuyusu yapma ya da yol döşeme, duvar örme vs. faaliyetleri siz "işçilik"olarak görüyor olabilirsiniz, yukarıdaki cümlelerde de öyle deniyordu, fakat dönemin köy kesiminin hiç umursanmadığını düşünürsek yollarının ve sularının olmaması, okullarının rezalet durumda olması hem kendilerine hem de halkına yararlı olmak isteyen bir avuç çocuğun katlanabileceği bir şey değildir. Enstitü öğretmenleri, eğitimi sadece duvar örme-yol yapma üzerine kurmamışlardır, sanata ve kültüre yönelik dersler de müfredatlarında vardır. Mesela yabancı dil dersleri. Hasan Ali Yücel Fransızca'dan sorumluydu, enstitülere "müdürlük" yapmanın yanında. Yukarıda bahsettiğim dünya edebiyatı kitapları ve onlarla alakalı dersleri vardı, resim ve müzik etkinlikleri, şiir okuma ve hatta yazma yarışmaları vardı. Fakir Baykurt, bir köy enstitüsü öğrencisi olarak "Ders dışı kitap okuma alışkanlığı vermeyerek, buna karşılık kitlelerin üstüne içi boş bir eğitim serperek bir toplum yüzyıllar boyu uyutulur. Böylece körpe beyinlere baş eğme ideolojisi döşenmiş olur." demiştir. Bu cümle 1940'larda da haklıydı, ne yazık ki şimdi de haklı. Burada eleştirilen konu mevcut dönem öğrencilerinin de maruz kaldığı verimsiz müfredattır. Enstitü öğrencileri en azından müfredatla öğrendiklerini kendi hayatlarına uyarlayabiliyorlardı ve yaptıklarının işe yaradığını görmek onlara umut veriyordu. Köy enstitülerinin bir amacı da köyden çıkıp köyde kalacak öğretmenler yetiştirebilmekti. Yukarıdaki sözlerden birinde söylenen "Köyde kalacaklar mı bakalım?" kısmı bir bakıma haklıdır. Ama bunun köyle sınırlandırılmaması gerek, şu an en iyi üniversitelerden mezun öğrenciler de diplomasını alıp yurt dışına gidiyor. Bunun nedenini öğrencide değil de millette aramak lazım. Kendini nerede daha değerli hissedecekse ya da emeğinin karşılığını nerede tam alacaksa oraya gider insan, bu yüzden bu "kaçma" olayı köye özgü bir şey değildir. Kaldı ki, kitapta anlatılana göre Köy Enstitüleri kurulmadan önce, köylerde çok nadir de olsa bulunan okullara atanan öğretmenler ya orada olmaktan memnun olmadığı için işini üstün körü yapıyormuş, ya oranın havasına bürünüp cahille cahil oluyormuş ya da mesleğini bırakıyormuş. Köy Enstitüleri bunu bitirmişti, aktif olduğu 9 yıl içerisinde 20 bin kadar öğretmen yetiştirmişti. Hem öğretmenden hem de öğrenciden tam verim alınıyordu. Ama aydınlanma yaramamıştı bize. Siyasetin kuklası olup harcanan köy enstitülerinin yerinin hiçbir zaman doldurulamayacağı aşikar. Bu yazdıklarımın üzerine Fakir Baykurt'un Unutulmaz Köy Enstitüleri adlı kitabı okumanızı da öneriyorum. Son olarak da Hasan Ali Yücel'in şu sözünü bırakıyorum buraya: “Köy Enstitülerinin kusurlarını bana verin, başarıları sizin olsun.” (orpheus)
Köy enstitülerinin gerekliliği ve bunun nedeni hakkında, tarihsel olarak desteklenerek ve gayet açıklayıcı bir şekilde ifade edilmiş. Bitirince daha açıklayıcı yazacağım. (Kaan)
Cumhuriyet Devriminin Kaybolan Işıltısı: Cumhuriyet devriminin en büyük amacı ve vaadi egemenliğin/erkin padişahtan veya seçkin bir zümreden alınıp halka, yani yurttaşların bizzat kendisine teslim etmekti. O dönemde nüfusun ¾’ünü oluşturan köylülere karşı var olan önyargı, kin ve nefret kendini fırsat buldukça gösteriyordu. Tüm bu zorluklara inat Atatürk ve İnönü ikilisinin bir girişimi diyebileceğimiz Köy Enstitüleri sistemi kuruldu ve faaliyete geçti, birçok zorluklara rağmen. Faaliyete geçiş sürecinde halktan ve halkın büyük çoğunluğunu oluşturan köylüden bir talep yoktu. Çünkü köylülerin zihni sarıklılar, cübbeliler ve şeyhler tarafından bulandırılmış bir Osmanlı seviciliği ve güzellemesiyle yoğrulmuştu. Yine de köylü Köy Enstitüleri sistemine kısa bir sürede uyum sağladı ve böylece hiç değilse köylere su, elektrik gibi hayati öneme sahip ihtiyaçların yanında edebiyat, bilim, sanat, vb. de girdi; cumhuriyet devriminin amacına uygun olarak. İş ve eğitimi birleştiren Köy Enstitülerinden ortaya çıkan muazzam ürün, tüm Dünya devletlerine örnek olsa da yine bizzat Türkiye’nin (sözde) aydınları tarafından baltalandı. Böylece ülke olarak gelişmekte olan aydınlık Türkiye’nin geleceği yine karanlığa boğuldu. Köy Enstitülerinin başarısı, enstitülerin sayıca artış göstermesinde değil, bizzat eğitim sistemine getirdiği çoğulcu, aktif, özgür eğitim modeliydi. Zaten diğer ülkelerin imrendikleri de bundan başka bir şey değildi. Türkiye’de son yıllarda artan üniversite sayılarına bakınca üniversite sayısının eğitimin niteliğini artıracak bir parametre olmadığı görülüyor. Çünkü her ne kadar yeni üniversiteler kurulsa da birçoğu bir bina üzerine inşa edilen hapishane görevi görmekten, öğrencileri ezberci sisteme zorlamaktan geri durmuyor. Dünya standartlarının oldukça üstünde olan Köy Enstitüleri dönemindeki eğitim sistemimiz, zamanla bırak üstünde olmayı, standartların da altına düşmüş, çakılmış vaziyette. Topyekûn yeni bir eğitim reformu olmadığı sürece hiçbir şeyin değişmeyeceğini görmek zor değil. Kısa bir dönem faaliyette bulunabilmiş olsa da Köy Enstitüleri birçok aydın yetiştirmiştir. Bunun için Atatürk, İnönü, Hasan Ali Yücel, Tonguç, Sabahattin Eyüboğlu, Nihal Yalaza Taluy, Vedat Günyol, Azra Erhat ve daha nice fikir işçisini saygıyla selamlamak boynumuzun borcu olsa gerek. (Özkan Eken)
Köy Enstitüleri Üzerine PDF indirme linki var mı?
Sabahattin Eyüboğlu - Köy Enstitüleri Üzerine kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Köy Enstitüleri Üzerine PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Sabahattin Eyüboğlu Kimdir?
Edebiyat hayatımızın en önemli kalemlerinden biri olan Sabahattin Eyüboğlu, 1908 yılında Trabzon- Akçaabatta dünyaya gelmiştir. Sabahattin Eyüboğlu, yine edebiyatımızın önemli şairlerinden ve aynı zamanda bir ressam olan Bedri Rahmi Eyüboğlunun ağabeyidir.
Edebiyatımıza çok sayıda önemli eser kazandıran Sabahattin Eyüboğlu, öğreniminin ilk aşamasını Kütahyada, liseyi ise Trabzonda tamamlamıştır. Daha sonra usta yazar, üniversiteye öğretim üyesi yetiştirmek için açılan bir programın sınavını kazanır. Bu sınav neticesinde Eyüboğlu, Fransada bulunan Paris, Dijon ve Lyon üniversitelerinde iki yıl boyunca oldukça önemli dersler alır. Usta yazar, Fransada dil, estetik ve edebiyat konusunda iki yıl iyi bir eğitim alır. İngiltereye geçen Eyüboğlu, burada İngiliz Dili ve Edebiyatı üzerine çeşitli çalışmalar yapar. Bu eğitimlerin neticesinde donanımlı bir şekilde ülkesine dönen Eyüboğlu, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümünde doçent olarak görev yapmaya başlar. Akademik yaşama bu şekilde adım atan Sabahattin Eyüboğlu, 6 yıl süreyle söz konusu üniversitede görev yapar. Daha sonra Milli Eğitim Bakanlığına bağlı olarak müfettişlik yapan usta yazar, o yıllarda ziyadesiyle önemli bir eğitim alanı olan Hasanoğlu Köy Enstitüsünde dersler vermiştir. Aynı zamanda da Eyüboğlu, Tercüme Bürosunda da birçok görevde bulunmuştur.Eyüboğlu, bu yıllarda akademik kariyeri bir kenara bırakmamış ve Fransaya tekrar gitmiştir. Bir süre Fransada kalan usta yazar, tekrar ülkesine dönerek İstanbul Üniversitesinde Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümünde Karşılaştırmalı Türk- Fransız Edebiyatı adında akademik olarak oldukça önemli bir ders vermiştir. Bir süre sanat tarihidersleri de veren Sabahattin Eyüboğlu, 27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi sırasında üniversiteden uzaklaştırılmıştır. Bu dönemde 147 akademik kişi üniversitelerden uzaklaştırılmıştır ve bu
topluluğa Sabahattin Eyüboğlu da müdahildir. Daha sonra İstanbul Teknik Üniversitede ders vermeye devam etmiştir. Akademik olarak bu şekilde ciddi bir kariyer yapan Sabahattin Eyüboğlu, 1930lu yıllarla birlikte yazın yaşamına başlamıştır. İlk olarak dönemin önemli gazetelerinden Hakimiyet-i Milliye de yazılarını yayımlayan Eyüboğlu, daha sonra Tan, Varlık, Ağaç gibi önemli yayınlarda yazmıştır. Sabahattin Eyüboğlu, söz konusu gazete ve dergilerde kaleme aldığı deneme, inceleme ve tenkit yazıları ile edebiyat çevreleri tarafından beğeni toplamıştır. Bu yıllarda dönemin önemli kalemlerinden Nurullah Ataç, Melih Cevdet Anday, Orhan Veli Kanık gibi önemi isimler ile çalışmalar yapan Sabahattin Eyüboğlu, oldukça önemli çeviriler de yapmıştır.
Edebiyatımızın önemli bir yazarı olan Vedat Günyol ile çeviriler yapan Eyüboğlu, 1963 yılında çevirdikleri Devrim Yazıları adlı eser nedeniyle 142. madde kapsamında yargılanmıştır. Ancak mahkeme beraat kararı vermiştir. Böylece birçok usta yazarın yargılandığı 142. Madde usta yazar Sabahattin Eyüboğlunu da atlamamıştır. 27 Mayıs Darbesine ek olarak usta yazar, 12 Mart Darbesini de yaşamıştır. 12 Mart Darbesi ile kurulan sıkıyönetim erkleri tarafından Azra Erhat, Vedat Günyol ve Sabahattin Eyüboğlu, gizli komünist örgüt kurma suçu ile tutuklanmıştılar, ancak mahkemeler neticesinden beraat etmişlerdir. Usta yazar, 13 Ocak 1973 tarihinde arkasında dev bir kültür mirası bırakarak İstanbulda yaşama veda etmiştir.
Yazın Hayatı:
Sabahattin Eyüboğlu, yaşamı boyunca birçok eser kaleme almıştır. Çok yönlü bir sanatçı olarak edebiyatımıza ve belgesel film dünyamıza önemli yapıtlar kazandırmıştır. İlk olarak 1930′lu yıllarda yazılarını önemli dergi ve gazetelerde yayımlayan Sabahattin Eyüboğlu, çevirileriyle de dilimize oldukça önemli eserler çevirmiştir. Dünya edebiyatından dilimize aktarılan birçok eserde Sabahattin Eyüboğlu’nun muazzam çevirileri günümüzde dahi en başarılı çeviriler arasında başı çekmektedir. Usta yazar, Platonun Devlet adlı yapıtını dilimize aktarmış ve bu çeviri 1959 Türk Dil Kurumu çeviri ödülünü kazanmıştır.
Bunun yanı sıra Sabahattin Eyüboğlu, Türk kültürü konusunda da alışılmışın aksine derin çalışmalar yapmıştır. Bu konuda Cevat Şakir Kabaağaçlı (Halikarnas Balıkçısı) ve Azra Erhat ile önemli kültür alanında Anadolucuk adı verilen bir fikir ortaya çıkarmıştır. Edebiyat tarihimiz için son derece önemli bu çalışmalarının yanı sıra Sabahattin Eyüboğlu, sinema tarihimizi de etkilemiştir. Usta yazar Eski Anadolu temalı 11 adet belgesel sinema filmine imza atmıştır. Söz konusu serinin ilk belgeseli Hitit Güneşi, uluslararası bir platform olan Berlin Film Şenliğinden 1957 yılında ikicilik ödülü kazanmıştır. Sinema tarihimiz için son derece büyük bir önem arz eden bu filmler sırası ile şu şekildedir; Hitit Güneşi, Siyah Kalem, Karanlıkta Renkler, Anadoluda Mozaikler, Nemrut Dağı Tanrıları, Ana Tanrıça, Anadolu Yolları, Eski Antalyanın Suları, Surname, Karagözün Dünyası ve Yaşamak İçin adlı filmlerdir. Aynı zamanda denemeleri ile büyük bir edebiyat yaratan Sabahattin Eyüboğlu, Mavi ve Kara adlı deneme eseri ile 1960 Nurullah Ataç Armağanını almıştır.
Bazı Eseleri;
Deneme ve İnceleme Eserleri:
*Sanat Üzerine Denemeler
*Yunus Emreye Selam
*Mavi ve Kara
*Diyelim Söz Arasında
*Pir Sultan Abdal
Sabahattin Eyüboğlu Kitapları - Eserleri
- Mavi ve Kara
- Köy Enstitüleri Üzerine
- Yunus Emre
- Pir Sultan Abdal
- Yunus Emre'ye Selâm
- Sanat Üzerine Denemeler ve Eleştiriler
- Mavi I
- Orhan Burian Vedat Günyol Konuşmalar 1945-1950
- Montaigne
- Şiir Çevirileri
Sabahattin Eyüboğlu Alıntıları - Sözleri
- Çorak bir yeri yemyeşil etmek, bir bataklığı kurutmak, susuz yere su getirmek Köy Enstitülerinde ahlâk eğitiminin ta kendisi oluyor; vatan sevgisi, insan sevgisi, bilim sevgisi bu işler içinde kendiliğinden kazanılıyordu. (Köy Enstitüleri Üzerine)
- Bir kuş olup uçmak gerek (Yunus Emre'ye Selâm)
- "Biz dünyadan gider olduk Kalanlara selâm olsun" (Yunus Emre'ye Selâm)
- (...)Teklerin uzun zamanda, kaygılar kuşkular içinde, asık yüz ve aç gözle yapacağını, çokluğun birbirini hızlandırıp coşturan yüzlerce kolu, kafasıyla en kısa zamanda, güvenle türkü söyler gibi yapmak, Köy Enstitüleri'nin gerçekleştirmek istediği, yer yer, zaman zaman gerçekleştirdiği buydu; başardıklarını bununla başardılar. Bozkırların kaderini değiştirebilecek duruma bununla geldiler; kuruluş yıllarının o görülmedik hızı, dirilten, yeşerten soluğu, dağ delen Ferhatlığı, yaşama ve çalışma sevinci bundan geliyordu." (Köy Enstitüleri Üzerine)
- Söz candır eğer bilirse insan. (Yunus Emre'ye Selâm)
- Koyun beni Hak aşkına yanayım Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan Yolumdan dönüp mahrum mu kalayım Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan (Pir Sultan Abdal)
- Ne âkilem, ne divane. (Yunus Emre)
- Gönlünde karası olan gelmesin. (Pir Sultan Abdal)
- Söz ola kese savaşı Söz ola kestire başı Söz ola ağulu aşı Balıla yağ ede bir söz. (Yunus Emre'ye Selâm)
- Taştın yine deli gönül. (Yunus Emre)
- "Okulun amacı seçkin bir azınlık değil, içinden seçkin azınlığın kendiliğinden çıkacağı aydın bir çoğunluk yetiştirmek olacaktı." (Köy Enstitüleri Üzerine)
- Aşıklara verme öğüt, öğüdünden alır değil Aşksız Adem hayvan olur, hayvan öğüt bilir değil Taştan çıkar türlü sular, ayağında neler bişer Cahil gönlü taştan beter, yola gelmez, gelir değil (Yunus Emre)
- Bilmek, okuyucum, bütün iş bilmekte, ama dünyanın ötesinde değil, gözlerimizin önünde olup biteni bilmekte. Kimin gerçekten memleket hayrına çabaladığını kestirmek, memleketin gerçek halini bilmeye bağlı. İşe akıl ve bilim yolu ile daldan ve hurafeden yıkanmış bir masanın başında girişmek gerektiğini biliyordun. Bir de mürekkep balığına dikkat. Mürekkep balıkları, postlarını kurtarmak gerekti mi, arkalarından bir karanlık salıverirlermiş, göz gözü görmez olurmuş. (Mavi ve Kara)
- "Kendi kendini binbir mihnetle yetiştiren halk, doğmaktan başka zahmete girmeyen efendilerini er geç başından atmıştır. " (Köy Enstitüleri Üzerine)
- Vatan bize Cennet'dürür Yoldaşımız Hakk'dürür Hakk'tan yana yönelicek Başka yollar dardır bize Dünya haramdır haslara Helal olmuş nekeslere Biz dünyayı dost tutmazız Ol dünya murdardır bize (Yunus Emre)
- Ama yine de soruyorum size: Neden politikacıların çoğu er ya da geç kendilerini de memleketlerini de barıştan çok savaşa, güvenden çok kuşkuya götürüyorlar? (Mavi ve Kara)
- Sevenin yüreği yumuşak, gözü ıslak olur. (Mavi ve Kara)
- Çalış kazan, ye, yedir, Bir gönül ele getir Yüz kâbeden yeğrektir Bir gönül ziyareti (Yunus Emre'ye Selâm)
- (...)Fakir bir köylü eşeğini önüne katmış yürüyormuş bozkırda. Eşeğin sırtındaki koca heybe bir garip biçimde yüklüymüş: Bir yanı buğday doluymuş, bir yanı taş. Yolda ak sakallı, derviş kılıklı bir adama rastlamış köylü. Birlikte hoşbeş edip yürürken bu adam köylüye; "Eşeğin bir yanına ne diye taş yükledin?" diye sormuş. "Buğday bir yana tartmasın." diye, demiş köylü. Adam taşları attırmış; buğdayın yarısını heybenin öbür güzüne boşalttırmış. Yük böylelikle azalınca köylüyü de eşeğe bindirmiş. Köylünün aklı yatmış bu işe, dualar etmiş adama, ardından sormuş; "Sende bu akıl varken ne diye yaya gezersin dağda bayırda? Malın mülkün, atın, deven yok mu senin?" "Yok." demiş adam. "Şehirde beyler yanında niye iş tutmazsın?" diye sormuş köylü. "Beni, işe yaramaz diye şehirden kovdular." demiş adam. Bunun üzerine köylü eşekten inmiş, buğdayı yine heybenin bir gözüne doldurup öbür yana taş yüklemiş eskisi gibi ve eşeğine deh deyip uzaklaşmış adamdan. Çıkarcı eğitim, aklı böylesine yaya bırakır ve gelenek yürür gider yoluna.(...) (Köy Enstitüleri Üzerine)
- Yunus da der ki, Pir Sultan da der ki, Karacaoğlan da der ki, bu topraklar bizim, Ayasofya da bizim, Troya da bizim, Hattuşaş, Gordiyon, Bergama bizim, Divrik Ulu Camii, Emir Sultan,kayalara oyulmuş kiliseler, Artemis'in göğsünde kabaran memeler, türlü inançların taşlara kazdığı yazılar bizim, Erzurum'da Çifte Minare'nin hayat ağacı, ejderhası, Sivas 'ta Gök Medrese'nin geyiği, ceylanı, tavşanı, Alacahöyük'te yüce tapınağın çifte kartalı, Van Gölü'nde, Ahtamar Adası'nda öpüşen güvercinler, sıkışan eller, Ademler, Havvalar, Yunuslar, İsalar bizim, yüce dağ başlarında beş adam boyu tanrı heykelleri, kilimlerde Doğu'yu, Batı'yı, gavuru, Müslümanı, karayı, akı, maviyi, kırmızıyı uzlaştıran köylü nakışları bizim. (Mavi ve Kara)