diorex
sampiyon

Kreutzer Sonat - Lev Tolstoy Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kreutzer Sonat kimin eseri? Kreutzer Sonat kitabının yazarı kimdir? Kreutzer Sonat konusu ve anafikri nedir? Kreutzer Sonat kitabı ne anlatıyor? Kreutzer Sonat kitabının yazarı Lev Tolstoy kimdir? İşte Kreutzer Sonat kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 06.02.2022 08:10
Kreutzer Sonat - Lev Tolstoy Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Lev Tolstoy

Çevirmen: Ayşe Hacıhasanoğlu

Orijinal Adı: Kreytserova Sonata

Yayın Evi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

İSBN: 9786053608929

Sayfa Sayısı: 140

Kreutzer Sonat Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Kreutzer Sonat (Kroyçer Sonat), Kroyçer Sonat, bir tren yolculuğu öyküsüyle başlıyor, insanoğlunun ruhunun derinliklerinde uyuyan şiddete, kıskançlığa, zavallılığa uzanıyor. Trende başlayan bir söyleşi sırasında yolcular arasında bulunan, kitabın baş kahramanı Pozdnişev, nasıl olup da böyle çöktüğünü, bezginleştiğini anlatır. Gençliğinde sefih bir hayat sürmüş, sonradan kendinden iğrenmeye başlamıştır. Terzilerin, güzellik uzmanlarının yardımıyla erkeklerin hayvansal içgüdülerini alevlendirdikleri için toplumun ve kadınların suçlu olduğu kanısına varmıştır. İçinde uyanan pişmanlık Pozdnişev’i değişime itmiş, o da bu doğrultuda evlenmiş, çocuk sahibi olmuştur. Ancak, kadınlarla erkekler arasındaki onulmaz farklar, bir yandan da Pozdnişev’in kıskançlığı nedeniyle bir süre sonra karısıyla birbirinden nefret etmeye başlamışlardır. Karısının onu bir müzisyenle aldattığından kuşkulanmasıyla birlikte Pozdnişev’in ruhunun derinlerinde yatan şiddet açığa çıkmış, geri dönüşsüz zararlara yol açmıştır. Pozdnişev’in öyküsü, Lev Tolstoy’un yaşadığı dönemin ahlâk anlayışının ve bazı değerlerin değişmesiyle yaşanan sancıların bir panoraması niteliğindedir. Kadın-erkek ilişkilerinde erdemin gerekliliğine inanan Tolstoy, kendi görüşü doğrultusunda erdemsizliğin insanoğlunu ne gibi çıkmazlara sürüklediğine işaret etmeye çalışıyor. Tabii, Beethoven’ın ünlü Kroyçer Sonat’ını dinleyip dinlememek, size kalmış.

Kreutzer Sonat Alıntıları - Sözleri

  • Çok sevdiğin ama geri döndüremeyeceğin kişiler, her hatırladığında seni tekrar tekrar terk eder.
  • Müzik kendimi,gerçek durumumu unutturur bana,beni başka,benim olmayan bir duruma taşır.Müziğin etkisiyle hissedemediğim bir şeyi hissedebilirmişim,anlamadığım bir şeyi anlayabilirmişim,yapamadığım bir şeyi yapabilirmişim gibi gelir bana."
  • Günümüzde evlilik sadece bir aldatmacadır!
  • "Sevgisiz evlilik,evlilik olmaz. Sadece sevgi ile kutsanan birliktelik gerçek bir evlilik olur."
  • "Batan bir gemide gibiydik hep..."
  • İyi de sevgi olmadan insan nasıl yaşayabilir?
  • Mutsuz insanlar kentte daha iyi yaşarlar. İnsan yüz yıl yaşar kentte de, çoktan öldüğünün, çürüdüğünün farkında olmaz.
  • “Ayrıca, çocuklar yavaş yavaş büyüyüp kişilikleri belirginleşmeye başladığında karımla benim kendi yanımıza çekmeye çalıştığımız güçler olmuşlardı. Bu yüzden ne çok acı çekiyordu zavallılar.”
  • “İşte erkeklik kuvveti vicdanına karşı hiçbir kabahati olmayan kadını nasıl küçük düşürüyor ve yaralıyor..”
  • "Birbirlerini sevmeyen insanları evlendirip sonra da geçinemeyişlerine şaşıyorlar. Sahibinin keyfine göre çiftleşmek ancak hayvanlarda olur; insanların kendilerine göre arzuları, sevgileri vardır."
  • - Kocasından korkacak kadın! - O devirler geride kaldı beyim, geçti.
  • erkekler böyle düşünürsünüz.. Kendinize özgürlük tanıdınız, kadını ise kuleye tıkmak niyetindesiniz. Kendinize gelince her şeye izin verirsiniz..

Kreutzer Sonat İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Nedir Bu Kadınların Erkeklerden Çektiği?!: YouTube kitap kanalımdaki videodan Tolstoy'un hayatı, bütün kitapları ve kronolojik okuma sırası hakkında bilgi edinebilirsiniz: https://youtu.be/bsTzvrg-Pi4 Tolstoy'un bir başka gereksiz abartılan kitabından hepinize merhabalar... Tolstoy için çok yakın bir zamanda okuma rehberi hazırlamış olacağım ama ondan önce bu kitap hakkındaki düşüncelerimi açıklamasam olmazdı. Evet arkadaşlar, söylesenize, nedir bu kadınların erkeklerden çektiği? Bugüne kadar hiç denemediğim bir şekilde bir inceleme yazmak istiyorum ve Tolstoy'un bu kitabını bir müzisyenin, bir Hristiyan'ın, bir feministin, bir nikah memurunun, bir pedagogun, bir diyetisyenin ve bir edebiyat eleştirmeninin nasıl yorumlayacağı üzerine ayrı ayrı incelemeler yapmayı hedefliyorum. Neden böyle yaptığımı da birazdan anlayacaksınız. Bir müzisyen Kreutzer Sonat'ı okusaydı: “Derler ki, müzik güzelse, verdiği tat bütün duygulara ayak uydurur. Mutlu insan, melodilerde mutluluğu, hüzünlü insan hüznü bulur.” diyor Dostoyevski. İyi de Tolstoy, toplumumuzdaki zinaların büyük bir bölümünün müzik yüzünden olduğunu söylemiş. (s. 78) O zaman konserlere giden insanların hepsi Tolstoy'a göre günahkar oluyor? Yani ben Büyük Ev Ablukada dinlediğim için cehenneme mi gideceğim? Eğer bu kitabı başka meslektaşlarım okursa bir daha hiçbir konsere falan çıkamayız, bu kitabı acilen yok etmem lazım! Bir Hristiyan Kreutzer Sonat'ı okusaydı: Kitap kesinlikle muhteşem. Kitap kadınlara ne yapmaları gerektiğini tam olarak öğretiyor, bunu yaparken vücutlarından tutun da kadınların ne düşünmeleri, ne giyinmeleri gerektiğine kadar da epey ders veriyor. Eğer Hristiyanlık kurallarına uymak isterseniz ve kadınlara gereken ahlak dersini vermeyi düşünüyorsanız bu kitabı çok seveceksiniz. Bir feminist Kreutzer Sonat'ı okusaydı: Hayatımda okuduğum en kötü kitaptı çünkü erilliğin hakim olduğu bu dünyada kadınların giyimine bile karışan bir yazarın gözünden kendi Hristiyanlık düşüncelerini okura dayatmasını okumuş oldum. Hele ki cishet Tolstoy'un son bölümde yazdığı düşünceleri okuduğumda şok oldum. Kadınlar bu kitapta erkekler hakkında o kadar takıntılı gösterilmiş ki, evlilik tercihinde bulunan kadınların aslında kendi köleliklerini ilan ettikleri savunulmuş. Ayrıca benim giyim tarzımdan sanane Tolstoy? Bir kadın şort giydiği için onlara saldıran adamların senden ne farkı kalıyor bu şekilde? Bir de adam 13 çocuk yapmasına rağmen herkese cinsel ilişkiden kaçınmayı teşvik ediyor ve fiziksel sevginin, doğum kontrol yöntemlerinin kötü bir şey olduğunu söylüyor. Ona göre olması gereken tek gerçek sevgi Hristiyanlığa ve İsa'ya duyulabilecek sevgi. İyi de neden kadınlara ne yapmaları gerektiğini öğretmeye çalışıyorsun ve kadın haklarına aykırılıklarla dolu bir kitap yazıyorsun o zaman errrkek? Bir nikah memuru Kreutzer Sonat'ı okusaydı: Tolstoy bu kitabında bize kısaca "Bekarlık sultanlıktır" diyor. Eyvah ki ne eyvah... Evlilikler Hristiyan kuralları dışına çıktığından dolayı ve erkekler ya da kadınlar aldatmaya çok meyilli olduklarından ötürü insanların evlenmemesini öğütlüyor. Hatta Henri Troyat'a göre Tolstoy bir mektubunda "En egoist ve en iğrenç yaşam, hayatın tadını çıkarmak için evlenen iki insanın yaşamıdır" diyor. Ama kendisi eşinin 13 çocuk doğurmasına sebep olmuş, bu da çok ilginç. Neyse bu kitabın daha çok yayılmaması için uğraşmalıyım, çünkü bu kitabı ne kadar çok kişi okursa ben de o kadar aç kalırım. Bir pedagog Kreutzer Sonat'ı okusaydı: Çocuklara cinsel eğitim verilmeli, uzuvları öğretilmeli, hayır demek öğretilmeli. Bu konuları engelleyerek ve gizleyerek çocukları eğitemeyiz. Cinsellik tabu olduğu sürece ve çocuklardan bu konular saklandıkça hiçbir yere varamayız Tolstoy. Bir pedagog olarak seni kınıyorum. Bir diyetisyen Kreutzer Sonat'ı okusaydı: Adam resmen cinsellik uyandıran yiyecekleri yemenin engellenmesi gerektiğini savunuyor, şaka gibi... Daha geçen gün bir hastama dengeli beslenmesi arasında bir güç kaynağı olabilmesi için Manisa'dan yeni aldığım mesir macununu hediye etmiştim. Eğer o hastam bir gün Tolstoy okumaya başlarsa yandım. Bu kitabın kesinlikle toksik bir kitap olduğunu düşünüyorum. Bir edebiyat eleştirmeni Kreutzer Sonat'ı okusaydı: Burada ben devreye giriyorum, çünkü diğer mesleklere nazaran en çok bu kısma yakınım. Bu kitabı farklı mesleklerden insanlar okuduğunda nasıl tepki vereceklerini düşündürmek istedim. Öncelikle bir kitabı okurken yazarın tasarladığı karakter üzerinden anlattıklarına bakarım. O karakter yazarın düşüncelerini mi yansıtıyor, yoksa tamamen zıt düşünceleri mi kurgulamış diye sorarım kendime. Eğer Tolstoy, Pozdnişev karakteriyle bize neyin yapılmaması gerektiğini anlatmışsa bu kitap dünyanın en iyi kitaplarından biri sayılabilir. Fakat eğer ki Tolstoy, Pozdnişev karakteriyle bize esas olarak ne yapmamız gerektiğini anlatmışsa bu kitap dünyanın en toksik kitaplarından biridir. Kitabın sonundaki Tolstoy'un sonsözü ile de aslında Pozdnişev'in düşündüklerinin tıpatıp Tolstoy'un düşündükleriyle aynı olduğunu anlıyoruz. Yani bu kitaba göre Tolstoy, toplumumuzdaki kadınların genelevlerdeki kadınlardan farklı amaçlar için yaşamadıklarını (s. 26), kadınların fahişeler gibi şehvet uyandıran elbiseler giymelerinin yasaklanması gerektiğini (s. 32), insanlık türünün devamını getiren cinselliğin tamamen ortadan kaldırılması gereken bir şey olduğunu (s. 37), kadınların her yerde insanlığın ilerlemesini engellediğini (s. 47), ahlakı bozulmuş bir köle olarak kadının doğum kontrol yöntemlerini kullanarak kendisini bir fahişe haline getirdiğini (s. 49), sanatın zinayı teşvik edebileceğini (s. 78), bedensel aşk ve evliliğin ahlaksızlık ve günah olduğunu (s. 119), temiz bir genç kız olmak istiyorsanız bütün gücünüzü ahlaklı olmaya adamanız gerektiğini (s. 122) düşünüyor. WTF TOLSTOY? Tolstoy'un bu kitabındaki ahlakçılık seviyesinin başka hiçbir kitabında olmadığı kadar arşa çıktığını söyleyebilirim. Hatta en sevdiğim varoluşçu yazarlardan biri olan Miguel de Unamuno'nun bu konuda harika bir düşüncesi vardır Günlükler kitabında: "Ahlaklı olmak ahlakçı olmak; ahlakçı olmak ahlaklı olmak demek değildir. Dini inancı güçlü olmanın, dinci olmak anlamına gelmediği gibi..." İşte Tolstoy bu kitabında ahlaklı olmayı değil ahlakçı olmayı, dini inancı güçlü olmayı değil daha çok dinci olmayı öğütlüyor. Bunlar da benim kabul edeceğim şeyler değiller. Bütün bunlardan sonra "Yaa ama dönem öyleydi, adam napsın, dönemindeki kadınlara bakış açısını yansıtmış hem sen bir kitap yazmadan nasıl kitap eleştiriyosun be" de diyebilirsiniz bana, ama olay öyle değil. Shakespeare'in dönemi de ataerkilliğin arşa çıktığı bir dönemdi fakat adam kitaplarında bunu işlemiş olsa bile kendisi kadın hakları düşmanı değildi. Yani Tolstoy'un Sonya ile olan ilişkisi aslında Schopenhauer'in annesi olan ilişkisine benziyor ve nasıl ki Schopenhauer tek kadından dolayı bütün kadınlara karşı saçma sapan ve aşağılayıcı düşünceler üretmişse Tolstoy da bu kitapta bize bu gerici düşüncelerini kusuyor. Bu tür düşüncelerimi belirttiğimde gelen çok sık ve alışık olduğum bir tepkidir bu hatta ama bana çok argümansız geliyor. Çünkü bu yazarlar veya filozoflar ilerisini görebildikleri için yazar ve filozof zaten. Keza Shakespeare'in yaşadığı dönemde kadınlar için "scold's bridle" adında işkence aletleri bile vardı. Ama Shakespeare dönemi böyle diye Shakespeare bu şekilde bir düşmanlık içerisinde bulunmamış? Tolstoy'un dönemi ise Fransız İhtilali'nden sonra bireyselleşmenin başladığı, kadın haklarının ve feminizm hareketlerinin görüldüğü bir dönem. Tolstoy ihtilalden önce yaşamış olsa "dönem farklı, dönemine göre değerlendir" demeniz bir nebze anlaşılır olurdu fakat kendisinin yaşadığı dönem feminizmin bizzat 1. dalgasının olduğu dönemdir. Bu da kendisinin kadın hakları konusunda en azından dönemi için bihaber olduğunu gösteriyor benim için. Eğer bu yazdıklarımı okuduktan sonra hala Tolstoy'un yaşadığı dönem olan 1828-1910 yılları arası için aksi yönde bir dönem argümanınız var ise dinlemek isterim. Goodreads platformunda pek çok okurun bu olumsuz yönleri konuştuğunu görmeme rağmen ne yazık ki 1000kitap'ta bu konu hakkında yine hiçbir şey söylenmemiş. Yine kitabın sayfası olumlu yorumlardan geçilmiyor. İyi de okuduklarımızı nasıl okuyoruz biz? Bir kitabı eleştirel olarak okumayacaksak ve yazarlara toz kondurmayacaksak okur olmamızın ne anlamı var? Siz olsanız yukarıdaki insanlardan hangisi gibi düşünürdünüz? Tolstoy'un muhteşem kitapları olsa da ve ben de o kitaplara 10 üzerinden 110 puanı bassam da bu kitabın daha çok eleştirilmesi ve kadın hakları kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. (Oğuz Aktürk)

Uzun lafın kısası yoktu.: “Ben ne okudum yahu!” tepkisini hepiniz duymuşsunuzdur. Net olarak şunu söyleyebilirim ki, bu tepkiyi daha çok hak eden başka bir kitap okumamıştım. Hayretler içerisindeyim, özellikle son bölüm beni dehşete düşürmüş durumda ve bu inceleme zor olacak. Daha sonsözü gördüğüm anda Ali Ece çığlıklarımı atarak: “Dalga mı geçiyorsun be!” demiştim, çünkü eserini açıklamaya girişiyordu Tolstoy. Bakın durum o kadar ciddi ki, Kilise bu sonsözü okuyup müthiş yobaz bulmuş ve Tolstoy’u aforoz etmiş! Dalga mı geçiyorum sanıyorsunuz? Gelin size kitabın konusundan ve dokusundan, falanından feşmekanından bahsedeyim önce, daha sonra şu meşhur sonsöz bahsine geliriz. Şimdi, bu büyük edebiyat dâhisi, (dalga geçmiyorum, kalemi muazzam) Rusların İsa’sı (işte şimdi dalga geçiyorum) bu kitabı 1889 yılında yayımlıyor, on yıl sonrasında ise kitabını açıkladığı sonsözünü yayımlıyor. Kitabın konusu; bir tren yolculuğunda ismini bilmediğimiz anlatıcımız ile, “kadın”, “evlilik”, “aşk” vb. konularda tartışan bir grup insanın arasında tanışan ve bir yakınlık kuran Pozdnışev adlı karakterin kısa hayat öyküsünü, yolculuk boyunca anlatıcımıza anlatması ve anlatıcımızın da onu yolculuk boyunca hayretler içerisinde dinlemesiydi. Şu Pozdnışev’den bahsedeyim biraz sizlere. Beyaz kıvırcık saçlı, parlak gözleri etrafta fıldır fıldır dönen, insanlarla konuşmayı ancak bir savaş edasıyla gerçekleştirebilen, büyük bir travması olduğu daha ilk bakışta anlaşılan, klasik bir Rus erkeği. Karısını öldürmüş bu adam. Evet! Ve trende tanıştığı yabancıya yani anlatıcımıza bu olayın nasıl geliştiğini anlatarak günah çıkartıyor bir nevi. Tabii kendi boktan tarzında! Hayatımda ilk defa bu kadar kaliteli bir yobazlık örneği gördüm. Çünkü Tolstoy asla boş atmıyor, söylediği her şeyi İncil’den doğrulayarak ve Rus toplumsal düzeninden teyit ederek ilerliyor. Tam bir yobaz manifestosu anlayacağınız. Sanmayın ki kitabı önermiyorum, aksine, ben kitabı çok beğendim. Bu kadar kaliteli bir yobaz yapımı daha önce okumamıştım. Bütün klasik yapıtlarda cinsiyetçilik vardır; ama bu kitap cinsiyetçiliğin temelinin nereden geldiği, evliliğin bu çağa uygun olup olmaması, ataerkil toplum düzeninin nelere sebebiyet verdiği ve daha birçok derin konuda çok kritik ipuçları veriyor bizlere, istemeden de olsa! Buradan sonrasında yazım SPOİLER içerecek fakat spoiler kaygısı güdeceğiniz son kitap olabilir bu. Yazımın bundan sonraki kısmında bolca sosyal konulara değineceğim, bunu da bilginize sunayım. Spoiler kaygısı güdenlerdenseniz, sizler için yazımın sonuna gelmiş bulunuyorum. Güzel kalın. 19. yüzyılda, sıradan bir günde, sıradan bir tren yolculuğu esnasında, son derece sıradan insanların konuştuğu malzeme neydi? Elbette kadınlar ve onların itaatsizlikleri. Can sıkan şey bu değil. Bundan yıllar yıllar önce gerçekleşmesi olası bir diyalog neden can sıksın ki! Asıl can sıkan şey, aradan yüz yılı aşkın bir süre geçmiş olmasına rağmen bu diyalogların oldukça tanıdık olması. Yüz yılda çok şey değişir arkadaşlar, değişti de biliyorsunuz. Devlet sınırlarından, konuştuğumuz dillere; giyim kuşamımızdan, inandığımız dinlerin yapısına kadar müthiş değişimler oldu. Fakat bu ilkel “kadın” muhabbeti çok da değişmedi, hala politik, hala iğrenç. Tolstoy cinselliği ve cinselliği çağrıştıran her şeyi lanetliyor. “Yalnız kalmalarım masum, temiz yalnızlıklar değildi.” (S. 18) Tahmin edeceğiniz üzere, mastürbasyonunun ne kadar pis bir şey olduğundan bahsediyor burada yazarımız. Şimdi burada oturup bir cinsel sağlık uzmanı gibi konuşacak değilim, fakat şu sanırım yadsınamaz bir gerçek: Ataerkil toplum düzeninde mastürbasyon bir şekilde yasaklanacak olsa ve kati suretle yapılamayacak hale gelse, şimdikinden en az on kat daha fazla cinsel suç işlenirdi. Biliyorum, bu gözlemlenebilir bir şey değil. Takdirini sizlere bırakıyorum. Kadının mastürbasyon yasağına da değinmek istiyorum. Şimdilerde az çok değişiyor bütün bunlar diye düşünüyorum ve bolca da “AHLAKSIZLAR!” yorumu duyuluyor böylesi kadınlar için. Bu ahlak bekçilerine göre, kadın mastürbasyon dahi yapmadan, cinsellik hakkında bir iki kocakarı bilgisi işiterek 16 yaşında yatağa girsin. Dünyadan haberi olmayan bir çocukla, yahut daha da kötüsü bir yetişkinle evlensin. Kocasına itaat etsin ve öylece yıllarını geçirsin. Bunun nesi sağlıklı? Eğer bazı dinler bunun böyle olmasını buyuruyor ve emrediyorsa o dinlerde bir sorun var demektir. Bunun nesi mantıklı? Son günlerde sık sık görüyorum, kültür övgüsü. Ama bu kültür meselesine daha var, oraya da geleceğim. Beni illa niçevari konuşmalara gebe bırakacaksınız ey insanlar! Tolstoy’un fikirleri arasında en yaklaştığım konuya gelelim şimdi de, genelev konusuna. Genelevlerin neden var olduğu konusu malumunuz, cinselliği konusunda çat pat bir şeyler keşfetmiş, yenice ergen olmuş oğlanlar, toplumun sıkı sıkıya koruduğu(!) genç kızlara göz dikmesin diye.. Sadece genç oğlanlar da değil, bütün bir halkın; evlisi-bekarı, yaşlısı-genci, suça yani zinaya karışmasın diye.. Bir başka deyişle evlilik dediğimiz o kutsal müessese devam edebilsin diye.. Elbette tek sebep bu değil, kısaca genellemek gerekirse, erkeklerin doymak bilmeyen cinsel arzusu bir nebze giderebilsin diye varlar. Genelevler yalnızca ataerkil toplum düzenlerinde var olabilir arkadaşlar. Ataerkil sistemde, güç, yalnızca erkeğe bir illüzyonla bahşedilir ve bu korkunç bir şeydir. Gerçek bir güç değildir bu Tolstoy’un da dediği gibi, yalnızca bir illüzyondur. Neden bir illüzyondur diyoruz buna peki? Çünkü güç sadece erkeğin elinde OLAMAZ, en fazla, toplum hayali bir törenle bu gücü erkeğe bahşeder. İşte illüzyon buradadır. Bu tıpkı ülkemizdeki kadın hakları durumuna benziyor. Kadın hakları, ülkemizde ne yazık ki kadın ayaklanmaları ve direnişiyle ELDE EDİLMİŞ, KAZANILMIŞ haklar değil. Meclis tarafından medenileşme çalışmaları sırasında Türk kadınına bahşedilmiş haklardır. Belli bir güç tarafından bahşedilen hak o güç tarafından geri alınabilir fakat o güçten söke söke alınan hakka kimse dokunmaya cesaret edemez. “Asıl zehir, insanların, özellikle de kadınların ahlakının bozulmasında.” (S. 53) Ataerkil toplum düzeninde, mutlaka ama mutlaka “özellikle” kadınların ahlakının bozulmaması şartı vardır. Çünkü bu ahlak bozulursa, geleneksel evlilik dediğimiz, erkeğin büyük bir güce (illüzyon olarak güç) sahip olduğu yapı sarsılır. Bu da ataerkil toplum yapısını sarsar. Peki, binlerce yıldır inşa edilen ve neredeyse bütün kültürlerde ana karakter mertebesinde olan ataerkil toplum yapısı sarsılırsa ne olur? Şimdilerde de rahatlıkla görebileceğimiz üzere, yıllardır gücü bir illüzyon olarak elinde bulunduran erkekler suça yaklaşır. Çünkü yıllardır ona verilmiş olan güç artık onun elinde değildir. Gücün insanlar için ne kadar önemli olduğuna değinmeme gerek yok sanırım. Suçun ne olduğunu söyleyeyim bari: İNSAN ÖLDÜRMEK, HATTA ÇOĞUNLUKLA KADIN ÖLDÜRMEK. İşte bu aşamada, normal şartlarda devlet, artık bir zorunluluk olarak araya girmeli ve durumu kontrol altına alacak, toplumsal huzuru yeniden inşa edebilecek radikal kararlar almalıdır. Aklı başında olan her devlet bu durumu böyle idare etmiştir. Yok eğer devlet bu olaylara kayıtsız kalıyor ve hatta gizli destek veriyorsa, toplumsal kadın ayaklanmalarıyla, kadın hakları söke söke devletten alınır, birçok ülkede bu süreç böyle işlemiştir. Devlet eleştirisini burada yapmayacağım, yoksa yazı çok ama çok uzayacaktır. O yüzden diğer konulara geçelim izninizle. “Bir enkazım ben, sakat bir adamım.” diyor kahramanımız. Haklıydı. Aslında bu adam da tam olarak ataerkil toplum düzeninin bir kurbanından başka bir şey değildi fakat bunu ne Tolstoy görebildi ne de büyük bir aydınlanma yaşadığını zanneden sakat adamımız. İllüzyon dediysem de sağlam bir illüzyon olduğunu anlamışsınızdır. Çünkü söz konusu olan şey gücün kendisi. İllüzyonu bile insanı güç zehirlenmesi dediğimiz hale kolaylıkla sokabilir. Tehlikelidir. Yeniden evlilik meselesine dönmek istiyorum. Bu kitabın bana en büyük yararı bu oldu sanırım, deşilmesi gereken ne varsa deştim kafamda. Bazı sorunlar ve o sorunların kağıt üzerinde mantıklı görünen çözümlerini kendimce bulabildim ve bir nevi rahatladım. Tabii bu çözümler toplumun tamamına yayılacak çözümler değil elbette, son derece kişisel çıkarımlar. Ama yine de sizlerle paylaşmakta fayda görüyorum. Netflix’de Bebekler adlı bir belgesel izlemiştim. Orada şöyle bir bilgiyle karşılaşmıştım ve bu son derece umut verici bir bilgiydi benim için. Çocuk doğuracak olan annelerde, beyinlerinin amigdala adı verilen en derin ve ilkel olan bölümü olağanüstü seviyelerde aktifleşiyormuş. Bu kendiliğinden olan bir şey kadınlarda, yani halk arasında sıkça duyulan annelik içgüdüsü tezinin karşılığı da denilebilir. Fakat baba içgüdüsü diye bir şey duydunuz mu hiç? İşte şimdi duyacaksınız. Çocuk doğduktan sonra, eğer bir baba onu besler, altını değiştirir, onunla yatıp onunla kalkar, onunla oyunlar oynar ve bolca vakit geçirir, onu korur ve üzerine düşerse, yani kısaca ebeveynlik yaparsa, annede görülen beyinsel tepkinin aynısı babada da görülüyormuş. Şunu da ekleyim, bu olayın tıpkısını öz babamda gözlemleme fırsatım oldu. Babam, 2014 yılında doğan kardeşime müthiş derecede bağlıdır, sırf demin bahsettiğim yollardan geçtiği için. Bakın, evlilik ortak paylaşımlar olduğu sürece bir şeye benzeyebilir ancak. Ortak paylaşımlar son derece kişisel şeylerdir ve herkesin bu konuda farklılık göstermesi doğaldır. Fakat bana sorarsanız iki insanın en büyük ortak paydası birlikte hayata getirmeyi seçtikleri bebekleridir. Ataerkil toplum düzeninde maalesef çocuk bakımı tamamıyla anneye aittir ve ne yazık ki babalarımızın çoğu babalık iç güdüsünden mahrum kalmaktadır. Ve birçok çiftin, belki de tek ortak paydası olacak şey tam manasıyla ortak payda olamaz. Günümüzde bu konu “boşanmalar neden çok fazla?” sorusunda tıkanıp kalıyor sürekli. Bunun cevabı çok basit. Ortak paydası yok insanların, hiçbir zaman olmamıştı. Ve sarsılan ataerkil sistem sayesinde kadınlar başkaldırıyorlar. Bunun olması kadar doğal ne var ki? Oturup dayak yemeye başkaldırıyorlar, meşru tecavüze başkaldırıyorlar, sonu gelmez hakaretlere başkaldırıyorlar, saygısızlığa ve sevgisizliğe başkaldırıyorlar, MUTSUZLUĞA VE GÜÇSÜZLÜĞE başkaldırıyorlar! “Mahkemede benim aldatılmış bir koca olduğuma ve kırılan onurumu korurken (bu onların ifadesiydi) öldürdüğüme karar verildi. Bu yüzden de beraat ettirdiler.” (S. 67) Katil tarafından olaylara bakmak genellikle ilgimi çekmiştir. Gerek psikolojik, gerekse toplumsal çıkarımlarımı bolca yapabiliyorum bu sayede. Fakat bu hikâyenin gidişatı ilgimi pek cezbetmemesi lazımdı desem yeridir. Bunu sebebi, bu tarz hikayeleri artık günlük duyuyor olmamdır. Her gün yeni bir cinayet haberiyle uyandığımız günler yaşıyoruz ve şaşılacak yeni bir şeyle karşılaşmıyoruz. Hep aynı bahaneler işitiyor, hep aynı bok püsürü ifadelere maruz kalıyoruz. Artık ezberlediğimiz şeyler bunlar ne yazık ki! Yalnızca Tolstoy’un büyülü kaleminin övgüsünü yapabilirim bu aşamada. Çünkü böylesi boktan bir karakteri bile "karakter" mertebesine çıkarabilmek, hele şu yüzyılda okunabilirliğini sağlayabilmek güç iş. Üstelik fikirleri bakımından hiç katılmadığım onlarca nokta olmasına rağmen üslubuyla, kararlılığıyla, fikirlerinin altını kendince doldurması ve edebi doyuruculuğuyla beni tatmin edebildi Rusların İsa’sı. Geliyorum diyen cinayette son damlaydı kıskançlık. Asıl olan nefretti. Yani Tolstoy bizlere kıskançlığın yalnızca bir bahane olduğunu ve yeterli olmaması gerektiğini söylüyordu. Elbette haklı, her ne kadar vardığı sonuç benim açımdan kabul edilemez olsa da burada Tolstoy ile hem fikirim. Zaten kısacık bir kıskançlık krizi ile bir insanı öldürmek nasıl mantıklı gelebilir, bunun ardına nasıl düşebilirler anlamak çok güç. Fakat bunun da ucu gelip dayanıyor ataerkil toplum düzenine. Bunu, yani kıskançlık yüzünden yapılan cinayeti toplumumuzdaki sıradan insanlar anlayabiliyor çünkü gücü bir illüzyon olarak elinde tutan erkeğin gururunun kırılması, bu gücün kontrolsüz biçimde dışarı çıkması için yeterli bir sebep onlara göre! Evet, rollerin değiştiğini düşünelim hep beraber. Kadının aldatıldığı bir senaryoda hiçbir cinayet haberi duyamazsınız. Diyelim ki duydunuz, o durumda ise kıskançlık krizi halinde cinayet işleyen kadının beraat etme olasılığı yoktur. Çünkü ataerkil toplum düzeninde öldürmek rolü erkeğe, ölmek rolü ise kadına biçilmiştir! Ve gelelim kitabın bana kalırsa en vurucu kısmına. “Karımın bedeni üzerinde sanki kendi bedenimmiş gibi kuşku götürmez ve tam bir hakka sahip olduğumu kabul etmem ve bununla birlikte bu bedene sahip olmadığımı, bu bedenin bana ait olmadığını, karımın onu istediği gibi kullanabileceğini, bedenini benim istediğimden farklı bir şekilde kullanmak istediğini hissetmem de çok korkunçtu.” (S. 95) Erkek güç illüzyonundan tam olarak uyanamamıştır fakat elinde bulundurduğunu sandığı gücün artık elinde olmadığını fark etmiştir. Kendini aldatılmış hisseden bu erkeğin acı duymasından daha doğal ne olabilir? En başından beri ataerkil toplum düzeninde yetişmiş olan bu erkeğin oyuncağı elinden alınmıştır artık. Gerçek gün yüzündedir ve gerçek onun için acı vericidir. Toplum onu aldatmıştır, ona bir güç verdiğini söylemiş ve erkek de buna inanmıştır, tıpkı sorgulamadan inandığı diğer her şeye inandığı gibi inanmıştır. Bu cinayette suçlu Pozdnışev midir? Son derece soğukkanlı bir şekilde, her şeyi planlayarak ve düşünerek hareket etmiştir finalde. Evet. Pozdnışev suçludur ve katildir. Fakat asıl katil, büyük planlayıcı o değildir. Asıl katil, ataerkil toplum düzenidir. Şimdi gelelim sonsöze. İlk başta da dediğim gibi, çok sinirlendim bu sonsözü gördüğümde. Bakın, Rusya’da 19. yüzyıl yazarları politiktir. Ama Tolstoy’un yazdığı bu sonsöz, artık politikanın zirvesi olabilir. Yazısının genel ana fikrinden bahsedecek olursam, Pozdnışev karakterinin düşüncelerinin aynen kendi düşünceleri olduğunu söylemektedir Tolstoy. Ve bunu fikirlerinin temelinin nereden geldiğini de sade ve anlaşılır biçimde, tek tek açıklamıştır. Temel, sizlerin de tahmin edebileceği üzere İncil adlı Hristiyanların kutsal kitabıdır. “Ahlak, kural ya da emir değil, idealdir” diyor başarısız filozofumuz. Bunu böyle olmadığını herhalde çocuklar dahi bilir. Ahlak, kural ve emirdir ve bu su götürmez bir gerçektir. Daha sonraki demeçlerinde ise ahlakın ideale doğru giden yolda bir araç olduğunu dile getiriliyor. Şimdi aklıma şu soru geliyor ister istemez; hangi ahlak? Ergenlikten sonra çocukların evlendirilebileceğini söyleyen ahlak mı yoksa pedofili kötüdür diyen ahlak mı? Kadınınız itaatsizlik ederse onu hafifçe dövün diyen ahlak mı yoksa kadına şiddeti lanetleyen ahlak mı? Hadi bunlar çağımızın ikilemleri, buyurun size ikilem: çok eşli olabilirsiniz diyen ahlak mı tek eşli olacaksın diyen ahlak mı? İnek kutsaldır diyen ahlak mı ineği kurban edeceksin diyen ahlak mı? Yahu hangi ahlak? Tolstoy’a göre bu sorunun cevabı çok basit. Tabii ki İncil’de neyi öğütlüyorsa, O ahlaktır! Yazısının bütün temeli önceden de değindiğim gibi İncil’dir. İşte sorun da biraz burada değil mi? İncilin insanlığa en uygun olmayan bölümlerini özene bezene çıkarmış ve bize diyor ki “İnanın, bunlar hakikattir!” (Tanıdık geldi mi?) Kutsal kitabında yazılanlar insan soyunu kurutmaya, neslinin sona ermesine dek götürecek şeyler dahi olsa, onlar doğrudur ve bütün insanlık yanlıştır Tolstoy’a göre. Bu çok klasik bir dinci kafasıdır ve sizlerin de bu kafaya son derece aşina olduğunu biliyorum. Dilerim insanlık bu yanlıştan ve daha nice yanlışlardan bir an önce dönebilir de biz de biraz olsun rahatlarız. Evet dostlar, bu uzun incelememi bitirirken bir selam göndermeyi boynumun borcu bilirim. Sayın bilalgunaydin uzun inceleme türünün atası sayılır. Şu sıralar özel sebepler dolayısıyla istirahat halinde bulunsa da belki bu selamımı göremeyecek olsa da selam olsun sana ey güzel insan! Ben de onun açtığı bu kutsal yoldan gitmeyi hür irademle seçmiş bulunmaktayım. Hayırlara vesile olmasını diliyorum. Güzel kalın. (Fatih Taş)

Tüm hüsranlar, insanlara dayatılan bir bedel olmak zorunda mı?: Yaşamının son dönemlerinde katı bir ahlakçılık ve Hristiyan öğretisi benimseyen Tolstoy, bugün Türkiye’de yaşasa iş yok diye isyan eden gençlere ‘delefonunu gözder’, tacize uğradığını söyleyen kadınlara ‘davet ettin ki oldu’ kadın cinayetlerine ‘erkek böyle istedi’ minvalinde açıklamalar yapan yobaz bir amca olacakmış. Anna Karenina hayatım boyunca ‘en’ listesine koyacağım yegâne romandır. Bazı noktalarda Kreutzer Sonat ile paydada buluşsa da bu iki eserin 12 yıl arayla aynı kalemden çıkmış olması oldukça şaşırtıcı. Kitap, tüm sorgulamalarını bir kenara bırakarak kendini Hristiyan idealizmine adamış bir yobazın manifestosu gibi. Baskın bir kadın düşmanlığı, tıp bilimini reddediş (yangını tekbir ve fatiha okuyarak söndürelim diyen Cübbeli’yi de destekleyecekti bizimki – tekbir konusunun hadis olduğunu iddia edenler de var), insanın kendinden tümüyle feragat edip yaradan yoluna hizmet etmesi için var olduğunu savunuyor bizimki. Tolstoy manevi hayatının tüm hezimetlerinin kefaretini okurlarına ödetiyor. 13 çocuk babası olmuş Tolstoy’un 5 çocuğu sırasıyla ölüyor. “Doğum önleyici ilaç kullanmak, birincisi, insanları bedensel aşkın kefareti olan çocuklara özen göstermekten ve emek vermekten kurtardığı için, ikincisi, insan vicdanına en ters düşen hareket olan cinayete neredeyse en yakın durum olduğu için iyi bir şey değildir. (...) bu konuda ana babalar tıp denilen düzmece bilim tarafından destekleniyorlar.” Marksizm’e gönül veren ve tüm mal varlığını köylülere dağıtan Tolstoy’un (bir fikre kapılmıyor da kölesi olacak kadar radikalleşiyor bu adam) karısıyla olan sorunları edebiyatseverlerin malumu. Nitekim 82 yaşında bile önce karısından ayrılıyor, 10 gün sonra ise evini terk ederek bir tren istasyonunda zatürreden ölüyor. “Bir Hristiyan’ın ideali Tanrı’yı ve yakınlarını sevmek, Tanrı’ya ve yakınlarına hizmet etmek için kendinden vazgeçmektir. Bedensel aşk ve evlilik ise kendine hizmet etmektir, bu nedenle de her durumda ahlaksızlık ve günahtır.” Böyle tükenmiş bir yaşam elbette olsa olsa hezimettir. Kreutzer Sonat vakit kaybı olmasa da bu dünyaya muazzam eserler bırakmış bir yazara olsa olsa ağıt sebebidir. (Laptus)

Kitabın Yazarı Lev Tolstoy Kimdir?

Lev Tolstoy 28 Ağustos 1828 tarihinde Moskova'da doğdu. Babası Kont Nikolay İlyiç Tolstoy, 1812 Napolyon Savaşlarına katılmış emekli bir yarbaydı.

Tolstoy romanlarında, insanoğlunun ne kadar değişik karakterli olduğunu vurgular. ''Savaş ve Barış'', ''Anna Karanina'' insan tahlileri ve canlı tasvirler bakımından birer baş eserdir.

Lev Tolstoy'un kendini arayış serüveni ölünceye kadar sürdü. Karısı bile onu anlamadı. Tolstoy, bir çocuk gibi hayata küstü ve kaçtı. Seksen iki yaşındaki karanlık ve yağışlı bir Ekim gecesinde köyünden ayrıldı. Yolda hastalandı 7 Kasım 1910'da küçük bir tren istasyonunda hayata veda etti.

Lev Tolstoy zengin bir ailenin çocuğu olarak Rusya'nın Tula şehrindeki Yasnaya Polyana adlı konakta doğdu. Çok küçük yaşlarında önce annesini, sonra babasını kaybetti, yakınlarının elinde büyüdü. Çocukluğundan beri gerçekleri incelemeye karşı büyük bir ilgisi vardı. Öğrenimini tamamlamak için Moskova'ya gitti. Çalışkan zeki bir öğrenci olarak başarı ve sevgi kazandı. Fransızcasını ilerletmiş, Voltaire'i ve J. J. Rousseau'yu okumuş, bu iki yazarın kuvvetli etkisinde kalmıştı. Yasnaya-Polyana'ya döndü, yoksul köylüler arasına katıldı. İlk eseri olan "Çocukluk"u bu sıralarda yazdı.

Lev Tolstoy Bir süre sonra orduya girdi; Kafkasya'ya gitti. Kafkas halkının yoksulluk dolu yaşayışlarını ele aldığı izlenimlerle ilk gerçekçi hikâyelerini yazdı. 1854'te Kırım savaşı'na subay olarak katıldı. Sonra askerlikten ayrılıp Petersburg'a gitti. Bir kısım eserlerini oldukça sakin geçirdiği o yıllarda yazdı. Gene de içinde, aradığını bulamayan bir ruh çalkalanıyordu. Batı Avrupa ülkelerinde uzun bir gezintiye çıktı. Almanya, Fransa, İsviçre'de dolaştı. Yurduna dönüşünde gene Yasnaya-Polyana'ya yerleşti. Asalet ünvanlarından, lüksten sıkılıyordu. Köyünde bir okul kurdu. Bu okul, öğrenim, eğitim bakımından yepyeni bir kurumdu. Huzura kavuştuğuna kanaat getirdikten sonra, 1862'de evlendi.

Lev Tolstoy evlendiğinde karısı Sophie Behrs kendisinden 16 yaş küçük olup henüz 18 yaşındaydı. Bu evlilik onun düzenli bir hayat özlemini giderecekti. Bu evlilikten 13 çocukları oldu; bu çocukların 3'ü bebek iken, biri 5 diğeri de henüz 7 yaşında iken öldü. Eserlerinden en kuvvetli olan iki romanı "Savaş ve Barış" ile "Anna Karenina'yı" bu dönemde yazdı. Karısı, eserlerini yazmasında en büyük yardımcısıydı. Hatta "Savaş ve Barış"ın düzeltmelerini 12 kez yapıp yazmıştır. Aradan bir süre geçince yeniden, bu sefer eskilerden daha şiddetli bir moral çöküntüsüne uğradı. Geniş halk yığınlarının, özelikle Rus köylüsünün yoksul, perişan durumu onu çok üzüyordu. Bütün servetini köylülere dağıttı, her haliyle onlar gibi yaşamaya başladı. Kaba saba giyiniyor, giydiği her elbiseyi kendisi dikiyordu. Değişmeyen tek tarafı bıkıp usanmadan yazmasıydı. "Kroyçer Sonat", "Efendi ile Uşak", "Karanlıkların Gücü", "İman nedir", "İnciler", "Kilise ve Devlet", "İtiraflarım" hep bu yılların ürünleridir.

Lev Tolstoy Eserlerinde insanlığın çeşitli meselelerine değinen Tolstoy'un dünya ölçüsünde bir sanat ve fikir değeri vardır. Kendi ülkesinin toplumsal siyasal çalkantılarını, halkının yaradılışını, yaşayışını büyük bir ustalıkla yansıtmıştır. Gerçekçi edebiyatın en büyük temsilcilerinden olduğu kadar, bir filozof ve bir eğitimci olarak da ün kazanmıştı. Yukarıda sayılanların dışında "Diriliş", "Gençliğim", "Çocukluk", "Hacı Murat", "Ayaklanış", "Sergi Baba", "Tanrı Bizim İçimizdedir", "Kazaklar", "Tesadüf", "İki Süvari" gibi eserleri vardır.

Lev Tolstoy 82 yaşındayken, 1910 yılında öldü. Kış ortasında evini terk ettiğinde hasta düştükten sonra, Astapovo'da tren istasyonunda zatürre'den öldü. Polis, cenazesine katılmak isteyenlere ulaşımı sınırlandırmak için çalıştı, ama binlerce köylü cenazesinde sokakları doldurdular.

82 yaşında vefat eden Lev Tolstoy birçok kez büyük sıkıntılar yaşamıştır. Marksizm'den etkilenerek oluşturduğu mülkiyet konusundaki radikal fikirleri nedeniyle bütün servetini köylülere dağıttı, her haliyle onlar gibi yaşamaya başladı. Bu sebeple ailesiyle arası açıldı. Hıristiyan anarşizmini geliştirmeye çalıştığı kitabı "tanrının egemenliği içimizdedir" kitabıyla yeni bir hristiyanlık akımı tanımlaması, Ortodoks Kilisesi tarafından aforoz edilmesine sebep oldu. Tolstoy, ömrünün son yıllarını büsbütün derbeder bir şekilde geçirdikten sonra, bir küskünlük sonucunda, evini bırakıp yollara düştü. Astapovo tren istasyonunda ölü olarak bulundu. Ölümüne zatürrenin sebep olduğu bilinmektedir. Hayatı boyunca yaşamın nasıl bir şey olduğunu anlamaya çalıştı. Eserlerinde bunu eksiksiz olarak yansıtmayı hedef edinmiş en büyük Rus yazarlarından birisi olarak edebiyat ve dünya tarihindeki yerini aldı.

Lev Tolstoy Kitapları - Eserleri

  • Hacı Murat
  • İnsan Neyle Yaşar?
  • Kazaklar
  • Savaş ve Barış (2 Cilt Takım)
  • Anna Karenina
  • Aile Mutluluğu

  • Aslan ile Köpek Yavrusu
  • Hazreti Muhammed
  • Çocukluk
  • Çocukluk, İlkgençlik, Gençlik
  • Sivastopol
  • İvan İlyiç'in Ölümü
  • Kreutzer Sonat

  • Diriliş
  • Sergi Baba ve İki Hafif Süvari
  • Efendi ile Uşağı
  • Erik Çekirdeği
  • İtiraflarım
  • Ateşi Kıvılcımken Söndürmeli
  • Aşkın Yasası - Şiddetin Yasası

  • Sevgi Neredeyse Tanrı Oradadır
  • Üç Ölüm
  • Şeytan
  • Tanrı'nın Egemenliği İçinizdedir
  • Hayatın Anlamı
  • Masallar
  • Bir Gencin Dramı

  • Gençlik
  • Her Şeye Rağmen Sevgi
  • Sanat Nedir?
  • Din Nedir?
  • Vahşi Zevkler
  • Ve Işık Karanlıkta Parlıyor
  • Kafkas Tutsağı

  • İçimizdeki Şeytan
  • Hayat Üzerine Düşünceler
  • İnsana Ne Kadar Toprak Lazım
  • Hayatı Sorgulamak
  • Bilgelik Kitabı
  • Hikayeler
  • Günlükler

  • Tipi
  • Bütün Mutluluklar Birbirine Benzer
  • Fil ile Tilkiler
  • Baskın
  • Halk İçin Hikayeler
  • Öyküler
  • Ölüm Manifestosu

  • Karanlığın Kudreti
  • Canlı Ceset
  • Yaşlı Kavak
  • İlkgençlik
  • İhtiyar Adam ve Torunu
  • Tanrı Her Şeyi Bilir
  • Zamanımızın Köleliği

  • Dekabristler
  • İncil'in Kısa Bir Özeti
  • Tolstoy'un Risaleleri - 2. Cilt
  • Tolstoy'un Risaleleri - 1. Cilt
  • Davulun Sesi
  • Katya
  • Yunan Öğretmen Sokrates

  • Çocuk Gibi Olun
  • Şahin İle Horoz
  • Küçük Şeytan
  • Sahte Kupon
  • Savaş ve Askerlik Üzerine
  • Yurtseverlik, Askerlik ve İtaatsizlik Üzerine
  • Kralın Hediyesi

  • İnancım Neden İbarettir?
  • Dua
  • Savaşa Karşı Yazılar
  • Çömlek Alyoşa
  • Anna Karenina - 3. Cilt
  • Tolstoy'dan Seçme Öyküler
  • Yaşayan Ölü

  • Anna Karenina - 2. Cilt
  • Hikmetli Sözler
  • Savaş ve Barış - 2. Cilt
  • Savaş ve Barış - 3. Cilt
  • Savaş ve Barış - 4. Cilt
  • Hiddet
  • Tolstoy Gandhi Mektuplaşmaları

  • Ruh
  • Bethink Yourselves
  • Polikuşka
  • Tolstoy Bütün Eserleri 3
  • Balodan Sonra
  • Gri Tavşan
  • Seçilmiş əsərləri - 1. Cilt

  • Ruh ve Ölüm
  • Gençlik - 2. Cilt
  • Vatanseverliğe Karşı
  • Anna Karenina - 4. Cilt
  • Felsefe-i Hayat
  • İman ve İtikad
  • Aşk ve Öfke

  • Корней Васильев (Korney Vasiliev)
  • Gizli Notlar
  • Bütün Eserleri 10
  • Bütün Eserleri 11
  • Bütün Eserleri 12
  • Ölümden Sonra Dirilme - Cilt: 3
  • Çilekler

  • Tövbe Edin
  • Kuğular
  • İki Qusar
  • İman Vicdan Ve Dua
  • Halk İçin Hikayeler - 1. Cilt
  • Halk İçin Hikayeler - 2. Cilt
  • Halk İçin Hikayeler - 3. Cilt

  • Ainsi Meurt L'amour
  • Budala İvan
  • Yaban Çilekleri
  • Tanrı Gerçeği Görür Ama Bekler
  • Tolstoy Bütün Eserleri 14 (Ciltli)
  • Aforizmalar
  • Yolcu ve Köylü

  • Risaleler - İnsanın Dokuz Hali
  • Muhabbet
  • Kelam
  • Masallar
  • Basübadelmevt
  • Father Sergius
  • Söz ve Eşitsizlik

  • Bir İzdivacın Romanı
  • Çocukluk ve Gençlik Yılları
  • Susa Bilmirəm

Lev Tolstoy Alıntıları - Sözleri

  • Biz de böyleyiz işte... (İnsana Ne Kadar Toprak Lazım)
  • İnsan eğer çok yaşasaydı o nispette çok değişimlere uğrardı. İnsan başlangıçta bir bebekken sonra küçük çocuk, sonra yetişkin ve daha sonra da ihtiyar olurdu. Fakat insan ne kadar değişim geçirirse geçirsin kendisine daima "ben" demiştir. Bu "ben" bebeklikte, yetişkinlikte ve ihtiyarlıkta her zaman kişinin yanındadır. İşte değişmeyen bu "ben" ruh adını verdiğimiz şeydir. (Ruh ve Ölüm)
  • "İnsan kazanayım derken kendim kayboldum." (Tanrı Her Şeyi Bilir)
  • "Böyle anlarda bir felakete ne kadar yakın olduğumu bilseydin, kendimden ne kadar korktuğumu!" (Anna Karenina - 3. Cilt)
  • Bu da yaşamak mı sanki! İnsan ya tam öl­meli ya da tam yaşamalı. Tövbe, tövbe! (Çocukluk, İlkgençlik, Gençlik)
  • Insana öyle geliyordu ki yeni bir şeyi anlamak için büyük bir hevesle atılıyor ancak amacına erdikten sonra o şeyden nefret etmeye de hak kazandığını düşünüyordu. (Gençlik - 2. Cilt)

  • Kalben sakin ve uysal olun, hayatınızda mutluluğu bulursunuz. (İncil'in Kısa Bir Özeti)
  • Sağlığı ile övünenin değil hasta olanın hekime ihtiyacı vardır. (İncil'in Kısa Bir Özeti)
  • -Çünkü sen kendin için, mutluluğun için yaşamak istiyorsun. +Bu dünyada başka ne için yaşanır ki? -Tanrı için yaşamak gerekir Martin. (Hikayeler)
  • ''Kabahatlerin en korkuncu, nankörlüktür...'' (Çocukluk)
  • Bu acıyla da aynı şey olacak, zaman geçecek ve umurumda olmayacak. (Anna Karenina)
  • Ben, hayattan hiçbir beklentisi olmayan, mahvolmuş bir adamım artık... (Hikayeler)
  • Ölmek için referansa ihtiyaç yok (Anna Karenina - 3. Cilt)

  • Bence her insan bencildir,ve bütün yaptiklari da bu yüzdendir. -Bencillik,insanin kendisini en iyi ve en akilli olduğuna inanmiş olmasidir.. (Çocukluk, İlkgençlik, Gençlik)
  • Ve insanlar, kurtuluşu, her insan için zorunlu olan, tüm dinsel öğretilerde ve her bir insanın yüre­ğinde yazılan, 'kendine yapılmasını istemediğin şeyi başkasına yapma ve yakınlarını öldürme' yasasını yerine getirmekte arama­lıdırlar. (Yurtseverlik, Askerlik ve İtaatsizlik Üzerine)
  • İndi ki,bu dünya günahla doludur və ondan imtina etmək lazımdır,onda nəyə gərəkdir onun gözəllikləri? Bu işrəti niyə yaratmısan? (Sergi Baba ve İki Hafif Süvari)
  • 'Öldün mü toprağa gömerler, sonra da me­zarında ot biter, o kadar işte. Başka hiçbir şey yok' (Kazaklar)
  • Ben, niçin bütün dünyanın dâhiyane bulduğu Shakespeare'in yapıtlarını beğenmemekle kalmıyor, bunları bir de iğrenç buluyordum? (Sanat Nedir?)
  • Tarihsel olarak dekabristler,1825 Aralık ayında çarlığa karşı (Dekabr, Rusçada "Aralık" demek)meydan okumaya cüret etmiş ilk devrimcilerdi.hemen hepsi de Rus aristokrat ailelerinden geliyordu ve büyük bir çoğunluğu ise 1812'de Napoleon ordularına karşı savaşmışlar, kahramanlıklarıyla öne çıkmışlardı. (Dekabristler)
  • erkekler böyle düşünürsünüz.. Kendinize özgürlük tanıdınız, kadını ise kuleye tıkmak niyetindesiniz. Kendinize gelince her şeye izin verirsiniz.. (Kreutzer Sonat)

Yorum Yaz