diorex
sampiyon

Kurtlar Sofrası - Attila İlhan Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kurtlar Sofrası kimin eseri? Kurtlar Sofrası kitabının yazarı kimdir? Kurtlar Sofrası konusu ve anafikri nedir? Kurtlar Sofrası kitabı ne anlatıyor? Kurtlar Sofrası PDF indirme linki var mı? Kurtlar Sofrası kitabının yazarı Attila İlhan kimdir? İşte Kurtlar Sofrası kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 18.03.2022 00:00
Kurtlar Sofrası - Attila İlhan Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Attila İlhan

Yayın Evi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

İSBN: 9789754583236

Sayfa Sayısı: 684

Kurtlar Sofrası Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Memleket o sıralarda gerçekten bir kurtlar sofrasına dönmüştür. Herkes çıkarını sömürmekte bulmaktadır ve bütün sömürücülerin parç parça yok ettiği şey halkın payıdır. Sürüklenilen yıkımdan kurtulmak için bir sentez ve bir hareket gereklidir. Romanda bunun ancak Kuvay-ı Milliye ruhuna bağlı demokrat bir toplumculuk ve ulusal bir devrimcilik olabileceği gösteriliyor. 

- Konur Ertop 

İstanbul´un barlarından gazete idarehanelerine kadar, gerek işyeriyle, gerek kişileriyle, birbirlerinden tamamen uzak ve buna rağmen birbirleriyle çatışan toplumun yatay kesiti. 

- Muzaffer Erdost 

Attila İlhan öz açısından çok boyutlu romanı seçerken, böyle bir seçime uygun düşecek biçimde sinematografik kurgu yönteminden yaralanıyor; durum ve eylem gözlemlerini bir kameranın acımasız çevikliğiyle gerçekleştiriyor; böylece, ortaya, toplumsal olduğu kadar insancıl boyutları da geniş tutulmuş bir roman çıkıyor. 

- Özdemir İnce 

[Kurt Sofrası´nda] Gerek tarihin yeniden değerlendirilişi, gerek toplumsal ve ekonomik olayların, kapitalistleşme sürece çevresinde verilmesi, teknik olarak her türlü bireysel etkileşim ve hatta sapıklıkları kapsayacak bir örüntü içinde, adeta bir Marx/Freud bireşiminin arayışını andırır biçimde işlenir. 

- Emre Kongar-

Kurtlar Sofrası Alıntıları - Sözleri

  • "Milletçe [...], hastalıklı bir derebeylik düzeni yaşıyoruz "
  • ... memleket bir kurtlar sofrasına döndü mü, isyan haktır.
  • "...memleket bir kurtlar sofrasına döndü mü, isyan haktır."
  • Mustafa Kemal konuşuyor. Yüzünün yarısı gölgede. Ağzının çizgisi bıçakla çizilmiş gibi keskin, incecik: "-...hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır.
  • "Hangimizin kafasına eğilip baksan, saydammış gibi arkasını görüyorsun. Erkeklerimize futbol, kadınlarımıza sinema ve moda, hayat faaliyeti olarak yetiyor da artıyor bile."
  • Bu kadar zaman sonra, hıh, kimsenin davuluna oynayamam. Yaşadığım kadar mı yaşayacağım daha?
  • - Yüreğini tüketme, diyor. Ölenle ölünmez. - Ölünmeli, diyorum, ölenle ölünmeli.
  • "Kendini ne kadar genel, ne kadar herkes sayarsa saysın; ne kadar ben nihayet toplum örgüsünün bir ilmiğiyim derse desin; adam toplum adına bir yola çıkmaya kalkıştı mı, ilk önce iç hesapları ayağını çeliyor."
  • Kimseye git ve gel demiyorum: Kimisi geliyor gitmiyor, kimisi gidiyor gelmiyor
  • Hayat saçma; hiçliğimizi yaşıyoruz. Bunaltımızı belki de.
  • Başkalarına özenmeyi bırak, kendini ara!
  • "Herkes yanılır. Ama hiç kimse yanılmasını, bir hayat sentezi yapmaya kalkışmaz."
  • Mustafa Kemal, harpten çıkar çıkmaz, ne demişti? "Şimdi iktisat ve maarif savaşını kazanacağız!" Gözönünde tuttuğu kimlerdi? Ona savaşı kazandıranlar: Halk! Yani köylüler, münevverler, işçiler, dar gelirli şehir insanları...
  • Ne diye Azrailde mantık arıyoruz? Ölmek, bir sıra işi olmaktan ziyade, bir tesadüf işi. Fakat ölüm, ölenden fazla kalanın...
  • "Bu gecenin tabiatı başka, dokuması değişik."

Kurtlar Sofrası İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Kurtlar Sofrası: Attila İlhan'ın edebiyat çevrelerince görmezden gelindiği, yok gibi davranıldığı aşikar. Ama bir o kadar da toplumun çok bildiği, tanıdığı bir kişi. O biraz da bu topluma sırt çevirmeyip, bu toplumla bir şey yapılabileceğini bilen bir kişi. Tabi bunları Attila İlhan 'ı okuyunca biraz anlayabiliyoruz. Attila İlhan' ın sadece  polemiklerine bakarak fikir edinilmesini doğru bulmuyorum. Açıkçası benim de bazen bunu niye söylemiş ki, ne gereği vardı dediğim söyleşileri, röportajları var. Ancak konu  sanatsal hayatı, düşünce dünyası olunca Attila İlhan'ın verdiği eserlerle, anlatmaya çalıştıklarıyla onu tanımaya çalışmak en iyisi.  1)   Kurtlar Sofrası sanatsal, anlatım, üslub yönünden oldukça beğendiğim ancak fikirsel mesajının kitaba iyi yediremediğini düşündüğüm bir kitap.   Önce olumsuz yanlarından bahsetmek istiyorum. Durum şu şekilde : Memlekette bir bozulma vardır, çıkar ilişkileri ağı toplumu düşünmeksizin halkın kaynaklarını sömürmektedir. Bu işten kurtuluşun yolu Kuvay-ı Milliyeci Kemalist ruhun devamıdır. Attila İlhan bu bozulmanın nedenini aşama aşama anlatıyor. Daha önceki denemelerindekü düşüncelerine paralel görüşleriyle İnönü Dönemi, Demokrat Parti dönemi eleştirileri yapıyor. Bu dönemlerin memleketi emperyalizmden kurtarmış olan Kuvay-ı Milliyeci harekete zarar verdiğini, sekteye uğrattıklarını düşünüyor.  Attila İlhan, bu ihtilal ruhundan kitaptaki Ümid karakterinin babasıyla yaşadığı sorunda bir motivasyon kaynağı olarak almasını sağlıyor. Bu ihtilal ruhunun, kitaptaki diğer olaylarda farklı karakterler tarafından örnek alınarak siyasi baskılara karşı durmak, nesnel gazetecilikten ödün vermeden halkın gerçeği öğrenmesini sağlamak amacıyla örnek alınması hiç de garip karşılanmazken Ümid karakterinin babasının evinden ayrılıp ayrı eve çıkma olayında bahsedilmesi biraz tuhaf kaçıyor.       Bir başka durum da yine karakterlerin konuşmalarında biraz fazla romancı gibi durması. 622. sayfada Ümid karakteri Hüsnü Faik'e yaşadıklarını anlatırken dışarıda geçirdiği zamanda yaptıklarını anlatış şekli konuşmadan çok romancı gibiydi. Karakterin burada biriyle konuşmasında kullandığı betimlemeler onun, öncesinde alışkın olduğumuz tavırlarından farklıydı ve bu da sırıtıyordu. 2) Kitapta en dikkat çekici özelliklerden biri de benzetmelerdi. Bazıları çok garip, belki biraz ' sanki olmadı' gibi düşündürtse de çoğunluğu vermek istenen duyguyu, hissi, görüntüyü oldukça iyi canlandıran açıkçası beni de okuyunca daha bir enerjik, kitaba karşı daha bir ilgili yapan benzetmelerdi. Bazı kısımlarda da bu benzetmelerin unutulmaması ve sadece bu benzetmeler üzerinden gidilmesi de tabiri caizse 'vefalı bir anlatım' olmuştu. Misal, aynısı olmasa da, bir anlatım geçiyor. Burada karanlıkta yanan sigarayı ateş böceğine/kırmızı böcek e benzetiyor. Bu benzetmeden sonra sonra anlatım yine devam devam ediyor. Okuyucu tam o benzetmeyi unuttum derken bu sefer sadece sigara yerine ateş böceği kullanılıyor. Yani neticede yazar sayfanın başında 'elinde kırmızı bir böcek gibi sigarasını içiyordu' derken  sayfanın sonunda veya arka sayfada 'elindeki kırmızı böceği pencereden attı' şeklinde yazabiliyor. Bu da kitapta beğendiğim yanlardan biriydi.  Kitapta yine bazı karakterlerin zihin akışı vardı. Bu tabi çok daha derinlemesine değildi veya biraz daha psikolojik romanlar kadar üstüne eğilinen kadar değildi ve böyle olmasını da çok yakıştırdım. Açıkçası bu karşılaştırmayı okuduğum diğer kitaplarla yaptığım için onları da burada ele almak zahmetinden dolayı çok girmeyeceğim.  Kitapta kenar mahalle hayatları da veriyor ve bu hayatların kendine özgü jargonunun kullanılışı da okuyanı gerçeklik hissine yaklaştırdı. Kitabın anlatım tarzları ise oldukça çeşitliydi. Bunun sebebi de kitapta çokça karakter olmasıydı. Belki de edebiyatımızda bu kadar çok karakter üzerinden giden kitap azdır. Aklımda en belirgin şekilde kalanlar şu şekilde : 1- Mahmud 'un hem geçmişte hem günlük hayatta konuşmalara katılması... Mahmud kitabın başlangıç bölümlerinde hayatını kaybeden Mustafa Kemal ihtilalini benimseyen, dürüst bir gazeteci olarak beliriyor. Bu daha çok kitabın fikirsel ilerleyişi üzerinden gerçekleşen diyaloglarda öne çıkıyor. Hüsnü Faik, İrfan, Ümid karakterlerinin günlük konuşmalarında Mahmud birden konuşmacı olarak çıkıp cevaplar veriyor. Bunlar kimi zaman tartışma, kimi zaman Mahmud'a sitemler vs ama çoğunda Mahmud biraz rehber, teşvik edici karakter, güç alınan kişi oluyor.  2- Bekir' in, Namık 'a seslenişleri, tiradları... Bunlarda Attila İlhan' ın şair yönünün ortaya çıktığını düşündüğüm kısımlar. Burada Namık yoktur. Bekir, büyük ihtimalle kendinden attığı kazığın intikamını almaya gelecek olan Namık'a sesleniyor. Açıkçası tekrar takrar okumak isteyeceğim yerlerdi. Burada Bekir 'in Namık' a seslenme tarzı o kadar derinden hissediliyor ki sanki Bekir karşısında Namık'a söylüyor da okuyucu da aynı ortamda onları izliyor hissi oluşuyor.  3- Hüsnü Faik' in geçmiş günlere gitmesi, o anları yaşaması...Hüsnü Faik gazetenin başyazarı. Babasının Balkanlardaki askeri görevi ve kendisinin Anadolu İhtilali'deki basın çalışmalarından günlük hayatta ilhamlar alıyor. Bu biraz da Hüsnü Faik 'in şimdiki zamandan geçmişe gitmesi şeklinde oluşuyor. Babasıyla konuşuyor, M. Kemal' le konuşuyor ve şu an ki sorunlarına cevaplar bulmaya çalışıyor.  4-  İbrahim karakterinin günlük halleri, Türkan'ı araması... Kitabı okurken keyif aldığım, ayrıca bir ilgi duyduğum bir karakter. Gerçek mutluluğu arayan bir kişi İbrahim. Onun Türkan 'I araması, geçmiş günleri yeniden yaşamak istemesi, denemesi ve geçmişi geçmişteki gibi bulamaması. Karşılaştığı gerçeği hiç beğenmemesi. O gerçeklerin yine kendi geçmişlerine belki de - ki daha çok - İbrahim' in özlem duyduğu geçmişe hakaret eden, kirleten bir 'bugün' yaşaması... Ve tüm bunlarla birlikte İbrahim 'in yazar tarafından anlatım tarzı, ona yapılan benzetmeler, onun zihninde geçenler, karakterin geçmiş diyalogları, geçmişin ayrıntılarının yine İbrahim' in bugününde selam çakması... Tüm bunlar okumayı oldukça keyifli kılan, İbrahim 'in hikayesini merak ettiren özelliklerdi.  Kitap tüm bunlarla birlikte bir film gibiydi. Bunu senaristlik yapan yazarlarda oldukça çok hissediyorsunuz. Bu hissin oluşmasına kitabın dinamik, hareket halinde bir kitap olması da oldukça fayda  ediyor.  Tüm bunlarla birlikte kitabın fikirsel mesajını vermekte güçlü dallar, kollar yaratamadığını ve bu dallarının okuyucuyu yeterince sıkı tutamadığını düşünüyorum. Ancak karakterleirn işlenişi, bu karakterleirn anlatım tarzı kitabı zevkle okumamı sağladı ve ileride tekrar okumak istememde büyük rol oynuyor.  yazar/attila-ilhan kitap/kurtlar-sofrasi--5886 (Oğuz)

ATTİLA İLHAN KEŞKE "BEN SANA MECBURUM"U YAZMASAYDI!: Bu söz çok sevdiğim hocama ait. Hocamız bu şiirin Attila İlhan'ı gölgelediğini, araştırmacı, gazeteci özellikle romancı kişiliğini geride bıraktığını söylemişti. Yazarın romanlarını okumaya başladıkça hocamın sözüne daha çok hak vermeye başladım. Bu incelemede önce genel olarak Attila İlhan'ın romanlarına sonra da Kurtlar Sofrası'na bakmak istiyorum. Her Anadolu genci herhalde "Ben Sana Mecburum"u bir kez okumuştur yahut dinlemiştir.Attila İlhan deyince ilk akla gelen şey. Markanın zamanla ürünün önüne geçmesi gibi bu dizeler de şairin önüne geçmiş. Hadi olsa olsa bir de "Gözlerin gözlerime değince felaketim olurdu..." Romancılığı tabi ki de şairliği kadar iyi değil ama romanlarına da bir şans verin, derim. Sitede gördüğüm kadarıyla okunma oranları çok düşük. Ve okumaya bu eserle başlamanızı tavsiye ederim. Okuduğum diğer romanlarına göre daha derli toplu. Attila İlhan, romancılıga basladiğı zaman kendi roman anlayışını nedenleriyle birlikte açıklamıştır: "Bence yirminci yüzyılın romancısı okuyucusunun bir sinema seyircisi olduğunu bir an bile hatırından çıkarmamalıdır (...) Bu sebeple yazar,hareket ve eyleme önem verir, gündelik çizgilerden hoşlanmaz. Romanın gözlem ve monologdan ibaret olmaması gerektiğini vurgular. Aynı dönemde eser verdiği toplumcu-gerçekçi yazarları çok sert bir dille eleştirir. Köy gerçeklerini anlatan bu eserlerden neredeyse nefret etmektedir ve moda olmasından yakınmaktadır. Tarzlarını kuru, yavan bulur. Bireyi savsakladıklarını düşünür. Hepsinin birbirinin tekrarı olmasından yakınır. Romanı ideolojilerinin esiri yaptıklarını söyler. Köylünün dar kafalı olduğunu düşünür ve değişimin köyden başlayamayacağını savunur (Kaynak:Sokaktaki Adam Önsözü) Bu düşüncesini dış kaynaklarla destekleyerek açıklar. Değişim ona göre ara bir yerden, şehirde yaşayıp da şehirli olamamış, Batı kültürüne adapte olamadıkça kendi kültürüne de yabancılaşmışlardan başlamalıdır. Kendi kahramanları da çoğunlukla bu yöndedir. Ben, yazara bireyi öne koyduğu için katılıyorum. Değişim evet, bireyden başlar. Toplumcuların bireyin psikolojisini ihmal ettiklerini fark etmişimdir hep. Öte yandan hepsinin birbirinin tekrarı olduğunu düşünmüyorum ve köy insanına bu kadar tekrar tekrar eğilmelerinden rahatsız değilim. O zamanda mevcut olan yoksulluğun, cahilliğin, geriliğin böyle göze sokulacağını düşünüyorum. Yaşar Kemal, Fakir Baykurt, Talip Apaydın vs. bunlar köy çocuklarıydı ve en iyi bildikleri şeyi anlatacaklardı... Değistirmeye kendi insanlarından başlayacaklardı. Attila İlhan şehirde büyümüş, bir şehir insanıdır. Fikirlerinde bunun da payı olabilir. Genelde gözlemlediğime göre köyde büyüyen köy edebiyatını daha çok sever. Ayrıca belli bir seviyede kaldıkça edebiyatta ideolojiye de karşı değilim. Attila İlhan'ın o dönemde yeni bir anlayışı temsil etmesini de takdir ediyorum. Zira onun roman tarzı teknik ve içerik olarak bir çok yazarı etkilemiş ve ortaya doyurucu eserler çıkmış. İyi ki bu farklı eğilimler edebiyatımızı beslemiştir. Onun ilk okuduğum romanı: NE İSTEDIĞINI BİLMEYEN AMA NE İSTEMEDİĞİNİ BİLEN ADAM sloganıyla ortaya koyduğu "Sokaktaki Adam"dı. Üniversite yaşlarının vermiş olduğu romantik kafanın etkisiyle de birlikte slagona bayılmış, eseri sevmiş, Kamarot Hasan'a neredeyse aşık olmuştum. Daha sonra Atatürk'ü anlattığı Gazi Paşa, Fena Halde Leman, Zenciler Birbirine Benzemez ve Bıçağın Ucu'nu okudum. Attilla İlhan'ın siyasetiyle,sosyal çalkantılarıyla birbirinden çok farklı insanlarıyla bir dönem panaroması yaratmaya çalıstıgını fark ettim. Bu yönüyle onun eserlerini tarihi ve sosyal bir roman tadıyla okumak da mümkün oluyor. Arada kalmışları,toplum dışına itilmişleri, yalnızları çok seviyor. Umutsuz aşıkları, kodamanları, halkın kanını emenleri, baba parasiyla eğitim alıp topluma yararlı olması gerekirken olmayanları, sapıkları, gayleri, fahişeleri, pezevenkleri,sevicileri (özellikle bu gruba takıntısı var gibi) bohemlik taslayanları, gerçekten yalnızlaşanları ve toplum ilerlemesi için çabalayanları... Gelelim, Kurtlar Sofrasına: Çok sevdim. Tatildi, memleketti, çocuklardı derken okuma sürem uzadı. Bir ayı aşkın bir sürede içli dışlı olduk. Her seferinde bir zaman doğsa da esere kavuşsam diye bekledim. İyi bir şair iyi bir roman yazarsa elbette dili sıkıcı olmaz. Hiçbir yerde karşılaşmadığım benzetmelerle doluydu hatta benzetme olmayan cümle neredeyse yoktu. Örneğin bir sigara yaktı diyecek:"Bir sigara elinde kırmızı parladı" diyor. İmgelerin ve benzetmenin tadını biraz kaçmış ama ben rahatsız olmadım. Neler Gördüm : Herbiri birbirinden farklı kalabalık kadroyu... Aşkın her türlüsünü... muhteşem bir şair anlatımıyla olağanüstü benzetmelerle... Cumhuriyet sonrası Türkiyesi'ni... Gerilemesiyle, yobazlaşmasıyla, ne batılı ne doğulu olamayışıyla, kokuşmuşluğuyla... Kötümser bir havada yazılan romanda, ülkenin Kuvay-ı Milliye ruhuyla düzeleceğini savununan bir Mahmut vardı. Bir de tespitleriyle Hüsnü Faik karekterinin zihninde gezinen bir ATATÜRK... Atatürk zaten romanın yazıldığı zamanlarda vefat etmiş çoktan. Mahmut da öldürüldü. Kafamızda soru işaretiyle kaldık. Yazarın romanlarında gördüğüm bir farklılık şöyle: Birkaç karakter birden çok romanında yer alıyor. İş Bankası Yayınları baskısında bu karakterler dip not ile belirtilmiş. Böyle kalabalık bir kadro ile boyle uzun bir roman yazmak kolay değil bence. Ben bu basarıyı Mithat Cemal Kuntay'in Üç İstanbul romanında da görmüstüm. Iki eseri benzettim. Yazar etkilenmiş olabilir.Öte yandan Ümid'in Mahmut öldükten sonra onun notlarına bakıp onu yeniden yaşaması ve onunla konuşmasını Tutunamayanlar'daki Selim ile Turgut'a benzettim. Eser, bu yönüyle Oğuz Atay'ı etkilemiş olabilir. Sonuç olarak iyi bir şairimiz, araştırmacımız olan İlhan'ın bu değerli, büyük romanını ıskalamamanızı öneririm. (Gönül.)

"Kurtlar Sofrası" evet yaklaşık 2 haftadır okuduğum kitap. Olaylar ilk bakışta anlaşılamaz derecede karmaşık ve birbirinden bağımsız gidiyor evet benim gibi okurlar için oldukça sıkıcı geliyor. Taki gazeteci Mahmud'un ölümüne kadar asıl hikayeler de bunun üzerine toplanıyor. Pavyon, bar; küfürler, it-serseri takımı insanlar. Bir yanda Mahmud ve Ümid'in aşkı bir yanda kendinden küçük Arap Zehra'nın ölümüne sebep olan Bekir'e aşkı. Yozlaşmış hayatlar, birbirinin ardından iş çeviren bir topluluk... Atatürk'ü anlamak ama yanlış anlamak, hangimiz doğru anlayabildik ki... Bu kitabın özeti: incelemesini bile eminim ki günlerce yazmam gerek. O yüzden ben susayım sizde okuyun. Herkese keyifli okumalar dilerim sağlıkla kalın. (İsBiKa)

Kurtlar Sofrası PDF indirme linki var mı?

Attila İlhan - Kurtlar Sofrası kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Kurtlar Sofrası PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Attila İlhan Kimdir?

Attilâ İlhan (15 Haziran 1925 - 10 Ekim 2005), Türk şair, romancı, düşünür, deneme yazarı, gazeteci, senarist ve eleştirmen. Aydın çalışmalarıyla Türk edebiyat ve düşünce dünyasına önemli katkıları olmuştur.

15 Haziran 1925'te İzmir, Menemen'de doğdu. İlk ve orta eğitiminin büyük bir bölümünü İzmir ve babasının işi dolayısıyla gittikleri farklı bölgelerde tamamladı. İzmir Atatürk Lisesi'nin birinci sınıfındayken mektuplaştığı bir kıza yazdığı Nazım Hikmet şiirleriyle yakalanmasıyla 1941 Şubat'ında, 16 yaşındayken tutuklandı ve okuldan uzaklaştırıldı. Üç hafta gözaltında kaldı. İki ay hapiste yattı. Türkiye'nin hiçbir yerinde okuyamayacağına dair bir belge verilince, eğitim hayatına ara vermek zorunda kaldı. Danıştay kararıyla, 1944 yılında okuma hakkını tekrar kazandı ve İstanbul Işık Lisesi'ne yazıldı. Lise son sınıftayken amcasının kendisinden habersiz katıldığı CHP Şiir Armağanında Cebbaroğlu Mehemmed şiiriyle ikincilik ödülünü pek çok ünlü şairi geride bırakarak aldı. 1946'da mezun oldu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne kaydoldu. Üniversite hayatının başarılı geçen yıllarında Yığın ve Gün gibi dergilerde ilk şiirleri yayımlanmaya başladı. 1948'de ilk şiir kitabı Duvar'ı kendi imkânlarıyla yayımladı.

Paris yılları

1948 yılında, üniversite ikinci sınıftayken Nâzım Hikmet'i kurtarma hareketine katılmak üzere ilk kez Paris'e gitti. Bu harekette faal olarak yer aldı. Fransız toplumu ve orada bulunduğu çevreye ilişkin gözlemleri daha sonraki eserlerinde yer alan birçok karakter ve olaya temel oluşturmuştur. Türkiye'ye geri dönüşünde başı sık sık polisle derde girdi. Sansaryan Han'daki sorgulamalar ölüm, tehlike, gerilim temalarının işlendiği eserlerinde önemli rol oynamıştır. Şair bu gerilim havasını ilk şiirlerinde olmasa da özellikle Bela Çiçeği gibi kitaplarında eski günlerini yâd ettiği ya da eleştirdiği şiirlerini yayımladı. Birkaç kez gözaltına alındı.

Attilâ İlhan, "Kaptan" lakabının kendisine Paris yıllarında bir dönem sakal bırakması üzerine arkadaşları tarafından yakıştırıldığını belirtmiştir. Lakabın yayılmasında beş bölümden oluşan Kaptan şiiri etkili olmuştur.

İstanbul-İzmir-Paris üçgeni

1951 yılında Gerçek gazetesinde bir yazısından dolayı soruşturmaya uğrayınca Paris'e tekrar gitti. Fransa'daki bu dönem, Attilâ İlhan'ın Fransızcayı ve Marksizmi öğrendiği yıllardır. 1950'li yılları İstanbul-İzmir-Paris üçgeni içerisinde geçiren Attilâ İlhan, bu dönemde ismini yavaş yavaş Türkiye çapında duyurmaya başladı. Yurda döndükten sonra, Hukuk Fakültesi'ne devam etti. Ancak son sınıfta gazeteciliğe başlamasıyla beraber öğrenimini yarıda bıraktı. Sinemayla olan ilişkisi, yine bu dönemde, 1953'te Vatan gazetesinde sinema eleştirileri yazmasıyla başlamıştır.

Sanatta Çok Yönlülük

1957'de gittiği Erzincan'da askerliğini yaptıktan sonra İstanbul'a dönüş yapan Attilâ İlhan, sinema çalışmalarına ağırlık verdi. On beşe yakın senaryoya Ali Kaptanoğlu adıyla imza attı. Sinemada aradığını bulamayınca, 1960'ta Paris'e geri döndü. Sosyalizmin geldiği aşamaları ve televizyonculuğu incelediği bu dönem, babasının ölmesiyle birlikte yazarın İzmir dönemini başlattı. Sekiz yıl İzmir'de kaldığı dönemde, Demokrat İzmir gazetesinin başyazarlığını ve genel yayın yönetmenliğini yürüttü. Aynı yıllarda, şiir kitabı olarak Yasak Sevişmek ve Aynanın İçindekiler dizisinden Bıçağın Ucu yayımlandı. 1968'de Biket İlhan ile evlendi, 15 yıl evli kaldı.

İstanbul'a dönüş

1973'te Bilgi Yayınevi'nin danışmanlığını üstlenerek Ankara'ya taşındı. Sırtlan Payı ve Yaraya Tuz Basmak'ı Ankara'da yazdı. 1981'e kadar Ankara'da kalan yazar Fena Halde Leman adlı romanını tamamladıktan sonra İstanbul'a yerleşti. İstanbul'da gazetecilik serüveni Milliyet (2 Mart 1982 - 15 Kasım 1987) ve Gelişim Yayınları ile devam etti. Bir süre Güneş gazetesinde yazan Attilâ İlhan, 1993-1996 yılları arasında Meydan gazetesinde yazmaya devam etti. 1996 yılından 2005 yılına kadar köşe yazılarını Cumhuriyet gazetesinde sürdürdü. 1970'lerde Türkiye'de televizyon yayınlarının başlaması ve geniş kitlelere ulaşmasıyla beraber Attilâ İlhan da senaryo yazmaya geri döndü.

Sekiz Sütuna Manşet, Kartallar Yüksek Uçar ve Yarın Artık Bugündür halk tarafından beğeniyle izlenilen diziler oldu.

İlk romanı Sokaktaki Adam yayımlandığında 10 roman yazmıştı. Bunlar hiç gün ışığına çıkmadı. Attilâ İlhan bunun sebebini bir söyleşide şöyle açıklıyor: "... birçok roman yazdım daha önceden. Ama neden yayınlamadım? Çok akıllıca bir sebebi vardı. Çünkü biliyorum ki yazarlar ilk romanlarında kendilerini anlatırlar. O da romancılık değildir. Günlük tutmaktır." (Düşün, Haziran 1996).

Roman serüvenine başladığında döneminin diğer yazarları daha çok yerel ve kırsal olayları, kişileri işlerken Attilâ İlhan şehir insanını Türkiye'nin yakın dönem tarihini siyasal, ekonomik ve sosyal yanlarıyla ele alan bir yapı içerisinde işliyordu. Sadece İstanbul ve İzmir gibi Türkiye'nin büyük şehirlerini, işlediği dönemin yaşam tarzını, ekonomik ve sosyal sorunlarını kahramanlarının gözüyle yansıtmakla yetinmiyor; aynı zamanda, batı kültürünün Türkiye'ye ne şekilde yansıdığını, olumlu ve olumsuz etkilerini, çizdiği karakterlerle ve Avrupa'daki şehirlerle örtüşen bir yapı içerisinde inceleniyordu.

Hazırlık ve arayış dönemi

Romanda "hazırlık ve arayış dönemi" diye nitelendirilebilecek dönemde, yayımladığı Sokaktaki Adam ve Zenciler Birbirine Benzemez'de yazarın Paris'te yaşadığı yıllara ait deneyimlerinin ve gözlemlerinin karakterlere yansıdığı görülür. Yazıldığı yıllarda Türkiye'deki Batılılaşma uğruna toplumdan kopan kişilerin bocalamaları Sokaktaki Adam'da ele alınırken, Zenciler Birbirine Benzemez'de Avrupa'da komünist ve antikomünist mültecilerle karşılaşan, hayal kırıklığına uğramış bir devrimci anlatılır. Her bölümün farklı bir karakterin ağzından aktarıldığı Sokaktaki Adam, Attilâ İlhan'ın edebiyatımıza getirdiği yeni bir söylem olarak alınabilir. Daha sonraki romanlarında da görüleceği gibi, diyalektik bir yaklaşımla işlenen olaylarda kahramanlar güçlü ve zayıf yanlarıyla okura ulaşır; birbirlerini suçlamaz ve okuyucuda ön yargı oluşturmazlar. Attilâ İlhan, Zenciler Birbirine Benzemez için şunları söylemiştir: "Kitap 'soğuk savaş'ın en belalı döneminde yazıldı, yayınlandı. Çok ikircikli bir sorunu tartışıyordum. Romanın kahramanı, İstanbul'daki ve Paris'teki 'solcu' çevrelerle düşüp kalkıyor, bunlarla ilişkilerini ve tartışmalarını anlatıyordu, her şeyi olduğu gibi yazmak, romanın yayımlanmasından vazgeçmekle eşitti. Bu bakımdan, içeriğine hafif flu bir hava verdim."

Romanın dilinin farklılığını ise yazıldığı dönem içerisinde yoğun Fransızca çalışmasına bağlayan yazar, bazı cümleleri Fransızca düşünüp Türkçe yazmıştır.

Olgunluk dönemi

Yazarın "olgunluk dönemi" diye tanımlanabilecek edebiyat süreci Kurtlar Sofrası ile başlar. Sokaktaki Adam'da ne istediğini değil, ne istemediğini bilen biri anlatılırken; Zenciler Birbirine Benzemez'de Mehmed-Ali istedikleri ile istemedikleri arasında mütereddit bir karakteri yansıtmaktadır. Oysa Kurtlar Sofrası'nda Mahmud ne istediğini çok iyi bilen bir karakteri çizer. Bu üç romanıyla Attilâ İlhan Türk aydınına farklı açılardan bakar, fikirlerini diyalektik-materyalist bir sentez içinde derleyerek Türkiye için bir sentez önerir – ki sonradan yazdığı yedi kitaplık Aynanın İçindekiler serisi de bu zemine oturmaktadır. Bıçağın Ucu, Sırtlan Payı, Yaraya Tuz Basmak, Dersaadet'te Sabah Ezanları, O Karanlıkta Biz, Allah'ın Süngüleri: Reis Paşa ve Gazi Paşa bu seriyi oluşturan romanlardır. Her romanda yer alan karakterler, Türkiye'nin tarihinde köşe başlarını oluşturmuş dönemlere ayna tutan aydınlardır. Tarihi olaylar, politik ve sosyal dengelerle ele alınır. Birbirleriyle bağlantısı olan karakterlerden her biri bir romanda ön plana çıkar ve olaylar onun gözlemleriyle aktarılır. Bu serinin bütünü irdelendiğinde yine, yazarın Türk aydınına yakın tarihimize bir bakma şansı tanıdığını ve kendi toplumcu-gerçekçi bakış açısıyla önergeler sunduğu görülür.

Ölümü

Attilâ İlhan ilk kalp krizini 1985 yılında geçirdi. Bu tarihten sonra kardiyolojik sorunları devam eden İlhan'ın 2004'ten itibaren sağlık durumu daha da bozuldu. 10 Ekim 2005'te İstanbul'daki evinde geçirdiği ikinci kalp krizi sonucu hayata veda ettiğinde 80 yaşındaydı. Tiyatro ve sinema sanatçıları Çolpan İlhan'ın ağabeyi ve Kerem Alışık'ın dayısıdır.

2003 Sertel Demokrasi Ödülü'ne layık görülmüştür. 1946 CHP Şiir Yarışması İkinciliği, 1974 Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü Tutuklunun Günlüğü ile, 1974 Yunus Nadi Roman Armağanı Sırtlan Payı ile, vefatından sonra 2007 yılında kurulan Attilâ İlhan Bilim Sanat Kültür Vakfı çalışmalarına devam etmektedir.

Kaynak: https://tr.wikipedia.org/wiki/Attilâ_İlhan

Attila İlhan Kitapları - Eserleri

  • Ben Sana Mecburum
  • Ayrılık Sevdaya Dahil
  • Sisler Bulvarı
  • Kimi Sevsem Sensin
  • Elde Var Hüzün
  • Yağmur Kaçağı
  • Böyle Bir Sevmek
  • Yasak Sevişmek
  • Duvar
  • Hangi Atatürk
  • Belâ Çiçeği
  • Tutuklunun Günlüğü
  • Sokaktaki Adam
  • Korkunun Krallığı
  • Bir Avuç Kıvılcım
  • Hangi Batı
  • Fena Halde Leman
  • Kurtlar Sofrası
  • Gazi Paşa
  • O Sarışın Kurt
  • Hangi Sol
  • Bıçağın Ucu
  • Hangi Laiklik
  • Zenciler Birbirine Benzemez
  • Allahın Süngüleri
  • Hangi Edebiyat
  • Sırtlan Payı
  • Batı'nın Deli Gömleği
  • Hangi Sağ
  • Dersaadet'te Sabah Ezanları
  • Abbas Yolcu
  • Yaraya Tuz Basmak
  • Hangi Seks
  • Hangi Küreselleşme
  • O Karanlıkta Biz
  • Yanlış Kadınlar Yanlış Erkekler
  • Kadınlar Savaşı
  • Haco Hanım Vay
  • Aydınlar Savaşı
  • Bir Sap Kırmızı Karanfil
  • Bir Millet Uyanıyor! 1
  • Faşizmin Ayak Sesleri
  • Yengecin Kıskacı
  • Sağım Solum Sobe
  • Sosyalizm Asıl Şimdi
  • Ulusal Kültür Savaşı
  • Yıldız, Hilâl ve Kalpak
  • Sultan Galiyef - Avrasya'da Dolaşan Hayalet
  • İkinci Yeni Savaşı
  • Gerçekçilik Savaşı
  • Sisler Bulvarı - Yağmur Kaçağı
  • Ufkun Arkasını Görebilmek
  • İntibah Başladı
  • Dönek Bereketi
  • Denemeler

Attila İlhan Alıntıları - Sözleri

  • Yolunda yürüyen bir yolcunun, yalnız ufku görmesi kâfi değildir. Muhakkak ufkun ötesini de görmesi ve bilmesi lâzımdır. (Hangi Atatürk)
  • Âdeta ilk temâşasında hayret ve dehşete düştüğü bir cinematoraphe filmini, tekrardan, bambaşka şerait altında seyretmekte, lâkin eski heyecanı bulamamaktadır. (Dersaadet'te Sabah Ezanları)
  • İster öyle gezer, ister böyle! Diyeceksiniz ki ama bu bir ‘imanın’ belirtisidir; iyi de, o ‘iman’ o genç kızla Tanrı’sı arasında bir şey biz ona karışamayız, çünkü laiklik aslında bu demektir. (Ulusal Kültür Savaşı)
  • 'Hatıra defteri'nin başka bir sayfası, başka bir günü uyandıracaktır. (Dersaadet'te Sabah Ezanları)
  • kalbin neden durmuş rüzgarı kesilmiş değirmen gibi (Sisler Bulvarı - Yağmur Kaçağı)
  • Yalnızlık bana dokunuyordu (Bir Avuç Kıvılcım)
  • Yorgun kadınlar içtik yalnızlıktan uğuldayan tuzlu kan gibi. (Elde Var Hüzün)
  • ben hiç böylesini görmemiştim vurdun kanıma girdin itirazım var sımsıcak bir merhaba diyecektim başımı usulca dizine koyacaktım dört gün dört gece susacaktım (Sisler Bulvarı)
  • Ne diye Azrailde mantık arıyoruz? Ölmek, bir sıra işi olmaktan ziyade, bir tesadüf işi. Fakat ölüm, ölenden fazla kalanın... (Kurtlar Sofrası)
  • "... Türk aydınları 'akılcı kuşku' nedir bilmezler, kör değneğini bellemiş gibi bir adamın ya da saplantının ardına takılırlar taa gerçeklerin acımasız dürtüsü onları eşekten düşürünceye kadar..." (Aydınlar Savaşı)
  • Ne solculuğumuz solculuktu ne sağcılığımız Karanlık bir kapı olup üstümüze kapandılar Kimse bizi sevmedi / ağır kan kaybıyız. (Korkunun Krallığı)
  • (...)doğa kendisi değişiyor, bu değişme toplumu değiştiriyor, toplum doğayı değiştiriyor, bu değişme sırasında kendi değişiyor, insanlar toplumu değiştiriyor,tarihi yapıyorlar, bu arada kendileri de değişiyor. (İkinci Yeni Savaşı)
  • Cebimizde metelik yokmuş. Terk edilmiş bir köpek yavrusu gibi açmışız. Herkes bi­zi hor görmüştür: — Adam sen de, diye düşünürüz, adam sen de! Ya­rın elbette huzur-u mahşerde...(!) (Zenciler Birbirine Benzemez)
  • sanki ölüm yoktur zulüm yoktur dünyada sanki bir rüzgar gibi ferah yaşamaktayız sema tertemiz henüz yıkanmış caddeler batan güneşe karşı seninle baş başayız. (Duvar)
  • “Millet, kadın ve erkek denilen iki cinsten mürekkeptir. Kabil midir ki, bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de, kütlenin yarısı zincirlerle toprağa bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin?” (Ulusal Kültür Savaşı)
  • ...her ferdin hayatına bir şey hükmeder, bazımıza kudret, bazımıza servet hırsı, bazımıza ilim irfan! Bana, aziz mösyö, ölüm hükmediyor. (Dersaadet'te Sabah Ezanları)
  • Yüreği delik deşik Yaşlanmış ama uslanmamış (Ayrılık Sevdaya Dahil)
  • eksilmeyecek dedi bugünden yarına bir hiçliğin koynunda istifham gibi büyüyeceksin sual sorduğun herşey senden sual soracak bitirdim sandığın vakit başladığını göreceksin (Sisler Bulvarı - Yağmur Kaçağı)
  • "Bizimkisi yaşamak değil, boşa çıkmış bir intiharın utanılacak koması..." (Bıçağın Ucu)
  • "...memleket bir kurtlar sofrasına döndü mü, isyan haktır." (Kurtlar Sofrası)

Yorum Yaz