Mağara Arkadaşları - Ayfer Tunç Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Mağara Arkadaşları kimin eseri? Mağara Arkadaşları kitabının yazarı kimdir? Mağara Arkadaşları konusu ve anafikri nedir? Mağara Arkadaşları kitabı ne anlatıyor? Mağara Arkadaşları PDF indirme linki var mı? Mağara Arkadaşları kitabının yazarı Ayfer Tunç kimdir? İşte Mağara Arkadaşları kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Ayfer Tunç
Yayın Evi: Can Yayınları
İSBN: 9789750722134
Sayfa Sayısı: 188
Mağara Arkadaşları Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Mağara Arkadaşları, daha önce Kapak Kızı, Taş Kâğıt Makas, Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek, Evvelotel ve Aziz Bey Hadisesi adlı kitaplarını yayınladığımız Ayfer Tunç’un edebiyatının anlamlı başlangıcı olarak nitelediği kitabı. Tunç, bu kitabıyla öykücülüğümüzün usta yazarları arasına girmişti. Mağara Arkadaşları, büyük kentin karmaşası içinde kendi evlerine, kendi “mağara”larına kapanmış, insanları anlatıyor. Kitapla aynı adı taşıyan öykünün kahramanı bir apartman; Ayyıldız Apartmanı, katlarından birinde oturan Ayyaş Yazar’ın çok yakında saygın bir isim olacağını, böylece apartmanın itibarını da kurtaracağını düşünür. Ama yazar günlerini yedi katlı bu apartmanda Yedi Uyurlar söylencesini yeniden yazmayı düşünmekle geçirmekte, sonuç alamamaktadır. Ayfer Tunç’un başından beri kurduğu dil ve insan merkezli anlatım, onun kitaplarını geniş bir okur kitlesine taşıdı. Öyküseverlerin kaçırmamaları gerekiyor.
Mağara Arkadaşları Alıntıları - Sözleri
- Çünkü insanlar tehlikelidirler, anlamazlar. Anlamayınca saldırırlar.
- Sevgi bir yanılsamaydı.
- Öldürdüler beni abla, derdi. İçimi öldürdüler. O kadar güldüler ki güzel ve içli kelimelerime, içimden geçen şiirlere, gülmesinler diye kendimi gizledim. Ama onların dilleri uzundu. Yetiştiler ve beni yaşatan her şeyi, sökerek aldılar içimden bir bir.
- Hayatım belli belirsizidir, varlığım belli belirsiz. Zorda kalmadıkça kendimi kimseye hatırlatmam.
- Konuşacak çok şey var aramızda. Çok şiir, çok insan. Olmayan insanlar üstelik, belki de içinizde azar azar yaşayan, azar azar öldürdüğünüz.
- ...basit düşler iyidir, insanı yormaz.
- Kendimi unutmuştum, ne güzeldi.
- Kaçamıyordu insan hayattan. Hiçbir biçimde kaçamıyordu. Mekanlar, eşyalar, şehirler, sokaklar değişiyor ve insan kendinden, hayattan kaçamıyordu. Ya da ben yapamıyordum.
- Yaşamak bir gün gelir, ağır bir yük olur insanın sırtında.
- Istırap haline gelen bu hayat, beni daha ne kadar peşi sıra sürükleyerek, günden güne, seneden seneye dolaştırıp duracak? Yorgunum, çok bitkinim.
- “Gençlik..” dedi. “Sabah çiyi sanki. Uyku mahmurluğundan kurtulup tam tadını çıkaracakken, geçiveriyor..”
- Nasıl sevebiliyordunuz hayatı bu kadar?
- Çiğ ışıkta mutsuzluk daha belirgindi sadece. Abajurların suçu yoktu. Hayatımızı güzelleştirmeliydim.
- İçim kurudu benim. İçimdeki güzel ağacın suyu çekildi, kurudu, bükülü kaldı. Şimdi içimde dayanılmaz bir katılık var.
- Yıllar var ki bir sabah, güneş doğarken şehirlerarası bir otobüsten inip mola yerinde, soğuk suyla yüzünü yıkamadın, bir çay içmedin, ürperip sırtına hırka almadın, yıllar var ki güzel bir söz duymadın gece yarısı, saçlarını sevmedin yıllardır, ama olsun dedim. Televizyonun var, önünde yaşanacak yılların var, çocuklarının mürüvvetleri var dedim.
Mağara Arkadaşları İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Çok severek, yüzümde hafif bir tebessümle okuduğum kitaplardan biri oldu. Kısa kısa öykülerle, birkaç hayatı inceleme fırsatı veren, kahramanların hayal dünyalarını, ruh çözümlemelerini gayet akıcı anlatan bir kitap. (İrem)
biz yalnızlara ithaf. .: Ayfer Tunç'u öyküleriyle tanıyan biri olarak kalemine bayıldığımı söylemeliyim. 1989 Yunus Nadi Öykü Ödülü'nü aldığı "Saklı" adlı öykü kitabını okuyarak tanıştık kendisiyle. O kitabın tadını unutamadığım için bu kitabını okumayı merakla bekliyordum. Yine yanıltmadı beni Ayfer Tunç. Kitap sekiz öyküden oluşmakta. Kitaba ismini veren Mağara Arkadaşları öyküsünde yer alan "Ayyıldız Apartmanı" başlı başına bir insan gibi varoluşu içinde sıkışıp kalan bir insanmışçasına öylesine metafor haline getirilip karakterize edildi ki inanın okurken mest oldum. Diğer öyküleri de aynı şekilde yalnızlık içinde debelenip duran, sevgi sorgulaması yaşayan, hayattaki bir başınalığın bir köşe bulamadan uçarcasına hayattan bizi koparırcasına sorgulanması söz konusu. "Alafranga İhtiyar" öyküsü nedense "Kürk Mantolu Madonna" kitabındaki Raif Bey'i anımsattı bana. Okuyanların aynı hislerle kitabı kapatacağına eminim. Ayfer Tunç muhteşem bir kalem. Okumalarım devam edecek ve ben her kitabıyla kendisini sevmeye doyamayacağım. (ay)
Görmek için değil, görebilmek için bakın.: Yazar bu kitabında bugünü, sokağı, içine karıştığımız kalabalığı, sıradan insanların sıra dışı öykülerini anlatıyor. Sokakta her gün karşılaştığımız ama belki de hiç dikkat bile etmediğimiz insanların, görünenin ötesindeki yaşamlarını, savruluşlarını, yaşama tutunuş çabalarını aktarıyor. Kahramanlarını özenle seçip onların bazı özelliklerini öne çıkarmak istiyor. Kaybeden, korkulardan kurtulmak için düşlere sığınan insanlara sevgiyle yaklaşıyor. Her öyküde farklı bir kurgu kendine özgü sade ama akıcı bir dil kullanıyor. Salt güldürü ögesi taşıyıp eğlendirme amacı gütmenin aksine üzen üzdüğü kadarıyla da düşündüren hikayeler yer almaktadır. 1- Mağara Arkadaşları : Öykünün kahramanı bir apartman içinde yaşayan kişileri, bağlantılarını ve yalnızlıklarını apartman dilinden anlatıyor. 2- Ses Tutsağı : Oldukça ilginç, farklı ve tuhaf gelen bir hikayeydi. Bir gün balkonunda otururken üst katındaki komşusunun neden olduğu sesler ile onu hayal etmeye başlayan adamın hikayesini konu alıyor. 3- Cinnet Bahçesi : Bir cinayetin anatomisini anlatıyor öykümüz, bir çok kişinin bakış açısıyla tabii ki. Biraz gerçek kesit tadında ilerliyor :) 4- Gençlik Sabah Çiyidir : Çok çok güzel bir öyküydü, yaşlılık hallerini, hayattaki amaçları anlatan, sessiz başlayıp tatlı devam ederken ilginç biçimde sonlanan bir hikaye. 5- Küçükkuyu : Biraz nefes almak için bir kasabanın pansiyonuna yerleşen adamın hayatı orada tanıştığı pansiyon sahibinin kızıyla değişecektir. 6- Siz ve Şakalarınız : Huzur evinde kalan bir kadının ikinci baharını yaşamak isterken yaşadıklarını anlatıyor. Fena değildi. 7- Alafranga İhtiyar : Hafiyelik peşinde koşan bir gencin karşılaştığı bir kapıcının senfoni konserlerine gitmesini araştırmasıyla ve adamın hayatını merak etmesiyle gelişiyor. Etkileyiciydi bayağı hem de. 8- Ana Renkler Grubu : 3 mini öykü var bunun içinde. Beğenmediğim tek öykü buydu. (Mavi)
Mağara Arkadaşları PDF indirme linki var mı?
Ayfer Tunç - Mağara Arkadaşları kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Mağara Arkadaşları PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Ayfer Tunç Kimdir?
Ayfer Tunç 1964'te Adapazarı'nda doğdu. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'ni bitirdi. Üniversite yıllarında çeşitli edebiyat ve kültür dergilerine yazılar yazmaya başladı.
1989 yılında Cumhuriyet gazetesinin düzenlediği Yunus Nadi Öykü Armağanı'na katıldı, Saklı adlı yapıtıyla birincilik ödülü aldı. 1999-2004 arasında Yapı Kredi Yayınları'nda yayın yönetmeni olarak görev yaptı. 2001 yılında yayımlanan ve okurdan büyük bir ilgi gören Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek-70'li Yıllarda Hayatımız adlı yapıtı, 2003 yılında yedi Balkan ülkesinin katılımıyla düzenlenen Uluslararası Balkanika Ödülü'nü kazandı ve altı Balkan diline çevrilmesine karar verildi. Tunç'un 2003 yılında Sait Faik Abasıyanık'ın öykülerinden hareketle yazdığı Havada Bulut adlı senaryosu filme çekildi ve TRT'de gösterildi. Tunç'un Saklı, Mağara Arkadaşları, Aziz Bey Hadisesi ve Taş-Kağıt-Makas adlı dört öykü kitabı, Ömür Diyorlar Buna adlı bir e-kitabı, Kapak Kızı adlı bir romanı, İkiyüzlü Cinsellik adlı (Oya Ayman'la birlikte yazdığı) bir inceleme kitabı ve Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek adlı bir yaşantı kitabı var.
Ayfer Tunç Kitapları - Eserleri
- Suzan Defter
- Aziz Bey Hadisesi
- Yeşil Peri Gecesi
- Kapak Kızı
- Dünya Ağrısı
- Osman
- Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi
- Aşıklar Delidir ya da Yazı Tura
- Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek
- Evvelotel - Saklı
- Ömür Diyorlar Buna
- Kırmızı Azap
- Mağara Arkadaşları
- Taş - Kağıt - Makas
- Memleket Hikayeleri
- Saklı
- Harflere Bölünmüş Zaman
- İkiyüzlü Cinsellik
Ayfer Tunç Alıntıları - Sözleri
- Çocukluğumun bütün anıları gülümseyen fotoğraflar oldular artık. Hiç yaşanmamış kadar uzak.. (Evvelotel - Saklı)
- ...... Her rüzgârda incecik sallanan, ıslak gözleri hep uzaklarda bir yerlere takılı duran, suskun kadın. (Evvelotel - Saklı)
- Bekledim onu, hep bekledim... Gelmedi. (Ömür Diyorlar Buna)
- Kendini her zaman olduğu gibi koca şehirde, koca ülkede, koca dünyada yapayalnız hissetti. (Kırmızı Azap)
- Türk halkı nelere inanmamıştı ki? Futbolda sekiz sıfır yenilir ve ezilmediğine inanırdı. İhtilallerin memleketin menfaati için yapıldığına inanırdı. Dünyanın sadece Türk olduğu için kendisine düşman olduğuna inanırdı. Hep bir şeylere sonuna kadar inanırdı. (Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek)
- Öykü edebiyatın gayri meşru çocuğudur. Nüfusa kaydedilmiştir, edebiyat ailesinin asil üyesidir. Ama şiir ve romanla aynı evde oturmaz. O kendi küçük evinin odalarında oturup pencereden bakar. Kenar mahallelerin dar sokaklarında yürür. Kendine ait dünyasına başkalarını sokmayı pek sevmez. Oysa şiir ailenin haylaz, havai ve biraz da hayırsız çocuğudur. Duyguludur, zaman zaman hırçındır, kavga etmeyi sever. Ağır konuşur, ağır aşk yaşar. Meraklıdır, romanın da öykünün de işine burnunu sokar. Sevimlidir, girdiği yerden çıkmaz, kimse ona git diyemez. Roman ise ailenin ağırbaşlı, ciddi, ne yaptığını bilen çocuğudur. Öykünün hakkını korur, nüfusa kayıtlı olduğundan hareketle onu ailenin üyesi sayar. Roman öyküyü gizlice sever, çünkü kendi çocukluğunu görür öyküde. Ama şiire de, öyküye de akıl vermeye kalkar. Hırslıdır. Tartışmaları o açar, gündemi o değiştirir. Akıllıdır ne de olsa, şiir kadar duygularına yenilmez. Öyküyle şiir çok iyi geçinirler. Birbirlerine daha çok benzerler. Şiir öykünün gayri meşru oluşuna aldırmaz; bütün sevecenliği ve sevimliliğiyle öykünün hayatına sızar, orada derin izler bırakır. Oysa roman, şiirin bu girdiği yere sızma ve yayılma eğilimini kaldıramaz. Yatağından şiiri kovmaya çalışır, bazen başarır, bazen başaramaz. Roman bilgiçtir, arada bir küstahlaşır, kendini ailenin sözcüsü, temsilcisi olarak görür, gösterir, başarır. Şiir romanın bu tutkusuyla dalga geçer. Havaidir. Roman çalışır, kazanır. Şiir çalışmaz, kazanır. Öykü çalışmaz, kazanmaz. Deneme ise ailenin nüfusa bile kaydedilmemiş gayri meşru çocuğudur. Çokları onun aileden olmadığını sanır. Ciddidir, boş konuşmaz, hoşsohbettir ama biraz sesi kısıktır. Aileden olmak olmamak hiç umurunda değildir. Uzak durur, beni de aranıza alın, ben de sizdenim demez. Ailenin canı cehennemedir. Duygusal olduğu halde, öyle görünmeyi sevmez. Pek varlıklı da değildir. Nüfusa kayıtlı olmadığı için payına miras düşmez. Deneme çok çalışır, ama kazanamaz. Oyun ailenin zengin kuzenidir. Sahneyle, oyunculukla, rejiyle kardeştir. Aristokrat takılır, soy ağacında kökleri çok geriye gider. Aslında tiyatro ailesine mensuptur. Edebiyat ailesinin sıkıntıları onu pek ilgilendirmez, başka bir deltada yaşar. Oyunun ailesi zengindir, ailece çalışıp kazanırlar, sonra ailece bölüşürlerken kavga çıkar. Senaryo ailenin ahbabıdır. Çok cazibelidir. Romanı pek sever, ama roman uzak durmaya çalışır ondan. Ne zaman senaryoyla dostluk etmeye kalksa kazık yiyen roman olmuştur. Anı, ailenin bunak büyükbabasıdır, çok bilir, çok konuşur, yarısı palavradır. Biyografi ailenin yurtdışında yaşayan üyesidir. Bencildir, fazla uğramaz memleketine. Otobiyografi bu ülkede daha doğmamış çocuktur, adı hazırdır, kendi yoktur ortada. Hayat aslında tek bir uzun öyküdür. Her defasında değiştirilerek yazılsa da, finali yoktur. (Harflere Bölünmüş Zaman)
- Kelimelerin iyi geldiği, yarım kalmış insanlarız biz. (Aşıklar Delidir ya da Yazı Tura)
- Geçmiş, her anlattığımızda kılık değiştiren bir uydurmadır. (Memleket Hikayeleri)
- "Müzikten konuşurken geçip giden güzel saatlerimiz..." (Saklı)
- Birini bir zamanlar sevmiş olmak insanın içinde iz bırakıyordu. İnsan o kişiyi artık sevmese bile iz kalan yer acıyordu. (Yeşil Peri Gecesi)
- Gülüşü kurgulanmış gibiydi. (Suzan Defter)
- Anadolu halkı, yüz yıl sonra “Kendi okulunu kendin yap”, kampanyasına şaşılası bir coşkuyla destek verecek, bir Allah’ın kulu çıkıp “Okulumuzu da kendimiz yapacaksak devlet niye vergi alıyor?” diye sormayacaktı. (Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi)
- Kaçamıyordu insan hayattan. Hiçbir biçimde kaçamıyordu. Mekanlar, eşyalar, şehirler, sokaklar değişiyor ve insan kendinden, hayattan kaçamıyordu. Ya da ben yapamıyordum. (Mağara Arkadaşları)
- "Artık her şey, her yer değişiyordu. Çağa uygun düşen bir yoksulluk olacaktı bahar." (Saklı)
- “En fazla bir yıl sürer yirminci asırlarda ölüm acısı.” (Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi)
- Sevmenin insanı böylesine var edebileceğine inanmazdım, yaşadım;sevmenin yokluğu fikrinin bile insanı yok edebileceğine de. Onu da yaşadım... (Kırmızı Azap)
- Yaş ilerleyince anlıyordu insan. Mutluluk öyle gökten zembille inmiyor, itina istiyordu (Bir Deliler Evinin Yalan Yanlış Anlatılan Kısa Tarihi)
- “Eriyorum, çürüyorum, hayatım bataklık gibi dibe çekiyor beni desem sana, o manasız soruyu bile sormazsın: Neden? Hemen teşhisi koyarsın: Rahat batıyor sana!” (Suzan Defter)
- Viski yorgunluğu alır derler. Kasttettikleri günün yorgunluğudur. İstediğin kadar iç, hayatın yorgunluğu baki kalır. (Yeşil Peri Gecesi)
- “Neden yazıyorum?” Yazarların birçoğu neden yazdığını bilmez. Ya da neden yazdığını bilerek başlamaz yazmaya. Yazının evrenine girildiğinde sorular belirginleşir, önceleri pek de tatmin edici olmayan, oynak cevapların bir kısmı yerli yerine oturur. Birçok soru cevaplansa da, cevaplandığı sanılsa da, “neden yazıyorum?” sorusu lezzetli bir iç huzursuzluğu sorusu olarak kalmayı sürdürür. Çünkü yazmanın bütün sırrı aslında bu sorunun içindedir ve bence yazarlar bu soruya kesin bir cevap bulup defteri kapatmak istemezler. Yazı, yazarın da eremediği bir sırdır; sır aydınlanırsa yazar ışığa yakalanmış bir tavşana dönüşür, kıpırdayamaz. Ben böyle olduğunu düşünüyorum; oysa Sait Faik, “Haritada Bir Nokta” adlı öyküsünü neden yazdığını söyleyerek bitiriyor: “Yazmasam deli olacaktım.” Ama bence bu cümle, o sır dolu sorunun cevabı değil, yazı serüveninin son aşamasında kendiliğinden vardığı bir sonuçtur; hayat karşısında tutunmanın yolunu, Sait Faik’in kendi “çaresiz çare”sini işaret eder bize. “Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi?” Sait Faik’in ölümünden iki yıl önce yazdığı “Haritada Bir Nokta”, imgeler arası ilişkiler açısından çok zengin bir öykü olmanın yanı sıra, yazının evrenine ilişkin soruları, insanla, varolmakla, toplumsallıkla da ilişkilendirerek kurcalayan bir metindir. Öykünün kurgusu ile huzursuz soruları arasındaki ilişki muhteşemdir. Şu soru: “Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi?” sorusu, “neden yazıyorum?” sorusundan hiç aşağı kalmadığı gibi, neden yazıyorum sorusunun bir önceki cevabıdır. Sait Faik bu öyküde, önce neden yazdığı sorusuna bir cevap bulmuş, yazı yazmanın bir hırs olduğuna karar vermiş ve adaya çekilmiş bir adamı / kendini anlatır bize. Ama adada insan vardır, insanın olduğu yerde kötülük vardır, kötülük onu tütüncüye koşturur, kâğıt kalem aldırır, kalemi yontturur, öptürür ve yazdırır. Sorunun cevabı değişmiştir: “Yazmasam deli olacaktım”. Yazı artık bir ilaçtır. İyi de, yazı yazmanın bir hırs olduğuna neden karar vermiştir Sait Faik? Ne olmuştur? Ne gibi kötülükler görmüş ya da etmiştir ki, vazgeçmiştir yazmaktan? “Kaybettiğim her şeyi; insanlığı, cesareti, sıhhati, safveti, dostluğu, alın terini, sessizliği yeniden bulacak; belki yeniden bir adam olmasam bile bir temiz hayatın içinde hayran, meyus ve mahcup ölümü bekleyecektim. Aklıma ara sıra esen yazı yazmak arzusunu, arzusu değil kötü huyunu, bu tek kötü huyu muvaffakiyetler, şöhretler düşünmeden, “düşünürsem Allah canımı alsın!” düşüncesiyle yeniden bulabilirsem, kalemsiz kâğıtsız dağlara fırlayacak, balığa çıkacaktım. Yazmayacaktım.” Sait Faik, bedenine girip çıktığı anlatıcı aracılığıyla, bu öyküyü bir tür günah çıkarma metnine dönüştürür. Öyle bir altmetin akar ki öyküde, Sait Faik’in yazar olmanın bütün nimetini ve külfetini tattığını, ünlü yazarlara vadedilen mevkilere ulaştığını hissederiz. Ama bundan bir parça haz duymuş olduğu için kendinden utanmış gibidir. Yazmaktan değil, şöhretten alınan hazzın yazmanın has anlamını kirlettiğini; onun, mevkilere bir an için bile olsa kanmış olabileceğini, yazmanın varlığının özü olan yanından uzaklaşmış olmaktan korktuğunu düşünürüz. Biz de onunla birlikte yazmanın bir hırstan başka bir şey olmadığına inanırız. Yazdıklarında kendini gizlemeyen, tersine, kendini ancak yazdıklarında açan bir yazar olan Sait Faik, has yazar türündendir. Onun her türlü edebi mevkii reddettiğini, baş köşeye geçip ahkâm kesmekten hoşlanmadığını, gerek yazdıklarından, gerek onu anlatanların anılarından biliyoruz. O, mevkileri reddederek varolmuş bir yazardır. Bu reddedişte de bir altını çizme, bundan övünme payı çıkarma yoktur üstelik. İşi sadece yazıyladır. Edebiyatı en doğal haliyle yaşamış ve yazmış, kendi yarattığı büyüleyici alana bir üstünlük, bir ayrıcalık atfetmemiş, okura veya insana yukardan bakmamış, kendi imgesini yeniden imal etme ihtiyacı duymamıştır. (Harflere Bölünmüş Zaman)