diorex
Dedas

Medine'den Lozan'a - Taha Akyol Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Medine'den Lozan'a kimin eseri? Medine'den Lozan'a kitabının yazarı kimdir? Medine'den Lozan'a konusu ve anafikri nedir? Medine'den Lozan'a kitabı ne anlatıyor? Medine'den Lozan'a kitabının yazarı Taha Akyol kimdir? İşte Medine'den Lozan'a kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 04.03.2022 04:00
Medine'den Lozan'a - Taha Akyol Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Taha Akyol

Yayın Evi: Doğan Kitap

İSBN: 9786051118789

Sayfa Sayısı: 230

Medine'den Lozan'a Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

İslam kesimden bazı yazarlar, "çok hukuklu sistem" istiyorlar ve bunu da Peygamberimizin "Medine Sözleşmesi"ne dayandırıyorlar: bugün de Türkiye'de dindarlar, laikler, Aleviler, Sünniler, Hıristiyanlar, Museviler, ayrı ayrı "hukuk toplulukları" haline getirilmeli ve "kendi hukuklarını" yaşamak üzere böyle bir sözleşme yapmalıdırlar! Medine Sözleşmesi'nden Lozan Antlaşması'na kadar hukuk nasıl bir değişim çizgisi izledi? Osmanlı deneyimlerinden çıkarılacak dersler nelerdir? Tanzimatçıların, Mecelle yazarı Cevdet Paşa'nın, Abdülhamid'in, İttihatçıların çizgisi nedir? İslam'da içtihat, çok karılı evlenme ve din-hukuk ilişkisi hangi boyutlardadır? Lozan'da, Venizelos ile İsmet Paşa arasındaki "hukuk" savaşı nedir? devleti, bir "hukuk kabileleri federasyonu"na dönüştürmek ne gibi sonuçlar doğurur?Usta gazeteci Taha Akyol bütün bu sorular bağlamında, karanlıkta kalmış birçok konuya ışık tutuyor ve yeni bir sistem önerisiymiş gibi gündeme getirilen eskinin eskisi bir hukuk anlayışını enine boyuna irdeliyor.

Medine'den Lozan'a Alıntıları - Sözleri

  • Bugünkü İslamcıların da laikçilerin de zannetti­ğinin aksine, İslamda da devletin rasyonel 'yasama' alanı çok geniştir. Hz. Ômer'in bazı Kur'an ayetlerinin bulunduğu konu­larda bile içtihat yaptığını ve bazı değişikliklerle putperest İran'ın vergi hukukunu aldığını hatırlayalım.
  • Abdülhamid Han, Nizamiye mahkemelerini geliştirip teşkilandırarak yargı birliği yolunda önemli bir atılımı gerçek­leştirmiştir: 1879 tarihli Mehakim-i Nizamiyenin Teşkilatı Kanun-ı Muvakkati adlı yasa ile hukuk ve ceza mahkemeleri ayırımı belirgin hale getirilmiş ve bugükü hukuk ve ceza mahkemelerimizin temeli atılmıştır. Eski hukukumuzda olmayan savcılık (kamu davası) kurumu ile avukatlık kurumu ve noter­lik kurumu hukukumuza dahil edilmiştir. Ticaret mahkemeleri de artık Adliye Bakanlığı'na bağlanarak yargı birliği yönünde büyük merhale katedilmiştir. Abdülhamid dönemindeki önemli bir başarı da, yeni mah­kemeler ve yeni hukuk için gereken hukukçuları yetiştirmek ü­zere kurulan "Mekteb-i Hukuk"un kalıcı ve esaslı bir şekilde yeniden kurulmasıdır. Medrese dışında ilk hukuk mektebi 1870'de faaliyete geçmiş, 1874'te Batı'ya dönük bir hukuk programı oluşturulmuştur ve hocaların çoğu "Mösyö"dür. Abdülhamit devrinde, 1880'de kurulan ve günümüze kadar gele­rek İstanbul Hukuk Fakültesi'nin de temelini oluşturan "Mek­teb-i Hukuk"ta eğitim kadrosu büyük ölçüde Türkleşmiş­tir. Abdülhamid dönemi tamamlandığında, Nizamiye mah­kemeleri son derece genişlemiştir, Şer'iye mahkemeleri Müslü­manların, azınlık(kilise) mahkemeleri gayrimüslimlerin sadece aile ve miras hukukuna bakmaktadır.
  • Kur'an'da dörde kadar evlenme, bir tavsiye bile değil, bir izindir, yani sadece "caiz"dir; Kur'an'ın asıl tercihi, tek - karılı evliliktir. Evlenilen kadınlar arasında adalet sağlan­ması emredilmiş ve hiçbir zaman bu adaletin sağlanamayacağı da vurgulanarak, aslında, tek eşli evlilik tercih ve teşvik edilmiş­tir. (Nisa suresi, 3)
  • Gerçekten, Kuran, da dörde kadar evlenme, bir tavsiye bile değil, bir izindir, yani sadece"caiz"dir. Kuran, ın asıl tercihi, tek karılı evliliktir. Evlenilen kadınlar arasında adalet sağlanması emredilmiş ve hiçbir zaman bu adaletin sağlanamayacağı da vurgulanarak, aslında, tek eşli evlilik tercih ve teşvik edilmiştir. (Nisa suresi 3)Buna bakarak çok karlı evlenmeleri tahdit etmek, hatta yasaklamak İslamiyet bakımından mümkünmüdür? HAK, ın gerekçesindeki"caizde devletin tasarruf yetkisi"ne göre evet.
  • Farklı dinlere hoşgörü ve cemaat idarelerine dokunmama İslamda bir dini kural olarak da ifade edildiği için, daha güçlü bir tatbikat bulmuş; Müslüman­lar gayrimüslimlere bu hakları tanırken kendi imanlarının gere­ğini yerine getirmenin bilinciyle davranmışlardır. Din olarak İs­lam, bu hoşgörüyü-teşvik etmiştir. Fatih, 'Bosna Rahipleri' için çıkardığı fermanda, onları ra­hatsız edecek herkes için Allah'ın lanetini dilemektedir. Müslü­ man, bir gayrimüslimin ibadet hürriyetine ve cemaat hayatına müdahale ettiği zaman, kendi inandığı dinin kurallarını ihlal etmiş olmaktadır. İslam devletlerinde dini hoşgörünün, devrin şartlarına göre, en ileri boyutlarda olmasının temelinde bu iman vardır.
  • Hukuk tarihimizde bir şaheser olan Mecelle'nin yayınlanması sanılanın aksine, Me­celle bir 'Tanzimat' kodifıkasyonudur ve "bila tefrik-i cinsü mezhep", yani, din farkı gözetmeksizin bütün Osmanlılara uygu­lanmak üzere çıkarılmış, bilgi temellerini fıkıhtan, fakat kamu hukuku temellerini "vatandaşlık" kavramından alan bir kanundu.
  • Cevdet Paşa'nın kurduğu Nizamiye mahkemelerini tarihçi Standford Shaw "sektiler"(dünyevi, laik)olarak niteliyor ve bu mahkemelerin Osmanlı'da yargının laikleşmesinin zirvesini oluşturduğunu söylüyor.
  • Dört Halife zamanında Divan-ı Mezâlim'e hacet görülmez idi. Zira o vakit insaf gaslip olup sırf (Şer'i) yargı faaliyetiyle, ihlâller bertaraf edilirdi. Amma ondan sonra bozgunculuk ve kaba kuvvet, halk orasında tegâllüp ve saldırganlık gaalip oldu Devvani
  • Ol vakit dahi Şer'i mahkemelerden başka mahkemeler kurul­masına bu derece şiddetli lüzum var imiş. Şimdi ise ticaret ve mua­melat pek ziyade yoğunlaştı. Bunlar düşünülür ise, Nizamiye mah­kemeleri teşkiline ne derecede mecburiyet olduğu meydana çıkar
  • Radikal İslamcılarla radikal laikler, bu konuda aynı görüşte­dirler: Farklı amaçlara ulaşmak için, ikisi de Şeriat'in kapsamı­nın çok geniş olduğunu, değişmez, katı bir kaideler yığını oldu­ğunu düşünürler.
  • Hak mazbatasında verilen diğer güzel bir örnek de kölelik­tir: Eski çağların şartlarında Şeriat köleliği "caiz" saymış, ama çok - karılı evlenmede olduğu gibi, "köleliğin kaynaklarını tah­dit edip köle sahibi olmayı zorlaştırarak", kölelere yeni haklar tanıyarak ve köle azadını büyük sevap sayarak aslında kölelikten arınmayı tavsiye etmiştir. Osmanlı' da kölelik yasaklandığı zaman hiçbir Şer'i itirazla karşılaşılmamıştır.
  • İslamda içtihat meselesi ve "nass", "maslahat", "rey", "istih­san", "kıyas", "mezhep", "zaruret" gibi konuyla ilgili kavramlar için Hayreddin Karaman'ın "İslam Hukukunda İçtihat" adlı fevkalade kıymetli eserini okurlarıma tavsiye ederim.
  • Venizelos, uzun muhtırasında, artık zafer kazandıklarına gö­re, galip devletlerin "dünya sulh ünü asırlardan beri tehdit eden Şark meselesini halletmek için iktidarını haiz olduklarını" ha­tırlatır ve Türkiye'nin bu şekilde taksim edilip manda altına alınmasını savunurken, bir de şu görüşü ileri sürer: "Eğer Osmanlı İmparatorluğu bırakılır ve Hıristiyan ahali üzerin­ de hükmü devam ederse, Türk idaresinin şifa kabul etmez kusuru iti­bariyle, dünya sulhü, istikbalde her gün sarsıntıya uğrayacaktır." Venizelos'un bu görüşlerinin ve "medeniyet mahareti olma­yan Türk kavmini "cezalandırma düşüncesinin o sırada Paris ve Londra'ya egemen olduğunu göreceğiz. Peki, Paris'te bizi kim temsil ediyordu? Damat Ferit Paşa!
  • ELEFTERlOS VENlZELOS Müslümanların aile ve şahsın hukuku davalarına Şer'iye mahkemeleri bakıyor. Hristiyanların da Hristiyanlık kanunları uyarınca bu konulara bakacak kendi mahkemelerinin olmaması kabul edilemez, lSMET PAŞA Türkiye, vatan çocuklarının soy ve din ayrımı olmaksızın eşit haklardan yararlanmalarını ve aynı yükümlülükleri üstlenmelerini gerekli görmektedir. Anayasayla yönetilen bir ülkede vatandaşlar arasında ayırım olamaz.
  • Medine Vesikası'ndan beri Müslümanların, bizlerin ve bü­tün insanların yaşadığı 'deney'lerin yönü hukukun 'mülki'leş­mesidir, objektifleşmesidir, rasyonelleşmesi ve 'genel'leşmesidir. 'Laiklik' kelimesi etrafında 'Pozitivist' ya da 'İslamcı' soyut ideolojik spekülasyonların çıkmaz sokaklarına dalmadan, ide­olojimizi yüklediğimiz bu 'kelime'nin gözümüzü kapatmasına fırsat vermeden, realiteyi, tarihin 'deney'lerini görmeliyiz. Zih­nimizdeki 'hukuk' kavramını bir kaynakla sınırlamadan bütün tarihi ve çağdaş 'deney'lerden yararlanarak rasyonel bir şekilde zenginleştirmeliyiz. Gelişme, bu yönde olur. Tarih laboratuvarı bunu kanıtlamış bulunmaktadır. Hukukun çatışkan din, mez­hep, felsefe ve etnisite farklarına değil, birleştirici vatandaşlık ve 'ülke' esasına dayanması ve uygulanması bir zarurettir. 'Millet' olmanın hukuki şartı ve temeli budur.

Medine'den Lozan'a İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Hukuk sisteminin bireylerin dinlerine göre mi yoksa tek bir medeni kanunla mı düzenlenmsi gerektiği sorusu incelenmiş. 90'lı yıllarda özellikle aile hukuk sisteminin kişinin dinine göre düzenlenmesi gerektiği ortaya atılmış ve Taha Akyol da bunun ulus devlet açısından ne gibi sorunlar yarattığını tarihimizden örnekler vererek açıklamış. Kapitülasyonların anlaşılması açısından da çok önemli bir eser. Tavsiye edilir... (Emre mermer)

Taha Akyol eserinde Çok Hukuklu sistemin tarihteki örneklerini inceliyor. İslamiyette belkide ilk hukuk sözleşmesi olan Medine Vesikası'nı, tarihi süreç içerisinde müslüman imparatorluğa giden sözleşmelerin daha çok itaat yönüne kaydığını belirtip yakın tarihteki hukuk sözleşmelerini enine boyuna tartışıyor. (Gökhan Uzunoğlu)

Kitabın Yazarı Taha Akyol Kimdir?

1946 yılında Yozgat’ta doğdu. Babası Mustafa, annesi Fatma Akyol'dur. İlkokul, ortaokul ve lise öğrenimini Yozgat'ta tamamladı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ni bitirdi. Gazetecilik mesleğine 1977 yılında "Hergün" gazetesinde başladı. 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Milliyetçi Hareket Partisi yönetiminde bulundu. Darbe sonrasında tutuklandı ve uzunca bir süre Mamak Cezaevi'nde yattı. Askeri mahkemede yargılandı ve beraat etti.

Yankı dergisinde, Tercüman, Meydan ve Milliyet gazetelerinde çalıştı. 80'li yılların ortalarından itibaren milliyetçi çizgiden uzaklaşarak muhafazakâr-liberalizme yöneldi. Siyasi ve iktisadi olarak kendisi tam bir klasik liberal iken, kültür ve dış politika alanında sağ-kanat yaklaşımı benimsemektedir. TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi mütevelli heyeti üyesi olan Akyol, CNN Türk program yapımcısı ve Hürriyet gazetesinde yazar olarak çalışmıştır. Demirören Holding'in Hürriyet gazetesini satın almasından kısa bir süre sonra buradaki görevinden ayrıldı. Akyol, Karar gazetesinde köşe yazılarına devam etmektedir.

Taha Akyol, evli ve iki çocuk babasıdır. Gazeteci ve yazar Mustafa Akyol'un babasıdır.

Eserleri

Türk'ün Ateşle İmtihanı 1921-1922 / 2018

1919-1920 Mondros, Sevr ve Kuva-yı Milliye / 2016

Bilinmeyen Lozan / 2014

Atatürk'ün İhtilal Hukuku / 2012

Demokrasiden Darbeye Babam Adnan Menderes / 2011

Ortak Acı 1915 Türkler ve Ermeniler / 2009

Ama Hangi Atatürk / Ocak 2008 / 3. baskı Mart 2008

Medine'den Lozan'a / Kasım 2004

Kitaplar Arasında / Haziran 2002 / 2. baskı Aralık 2005

Hariciler ve Hizbullah, İslam Toplumlarında Terörün Kökleri / Mart 2000 / 3. baskı Nisan 2000

Mezhep ve Devlet, Osmanlı'da ve İran'da / Ocak 1999 / 7. baskı Kasım 2006

Hayat Yolunda, Gençler İçin Anılar ve Öneriler / Kasım 1997 / 8. baskı Ekim 2007

Bilim ve Yanılgı / 1997 / 5. baskı Aralık 2005

1980'lerde Türkiye

Azerbaycan, Sovyetler ve Ötesi

Bilim ve Yanılgı

Haricîlik ve Şia

Hayat Yolunda

Lenin'siz Komünizm

Politikada Şiddet

Sovyet Rus Stratejisi ve Türkiye (2 cilt)

Tarihten Geleceğe

Osmanlı Mirasından Cumhuriyet Türkiyesi'ne

Ödülleri

Prof. Dr. Mehmet Kaplan Sosyal Bilimler Lisesi Yılın Gazetecisi Ödülü (2007)

Taha Akyol Kitapları - Eserleri

  • Ama Hangi Atatürk
  • Kayıp Tarihimiz
  • Bilim ve Yanılgı
  • Bilinmeyen Lozan
  • Kayıp Tarihimiz 2
  • Osmanlı ve İran'da Mezhep Ve Devlet

  • Hayat Yolunda
  • Rumeli'ye Elveda
  • Atatürk'ün İhtilal Hukuku
  • 1914-1915 Felaket Yıllarında Osmanlı ve Ermeniler
  • Babam Adnan Menderes
  • Türkiye'nin Hukuk Serüveni
  • 1919-1920 Mondros, Sevr ve Kuva-yı Milliye

  • Ortak Acı 1915
  • Medine'den Lozan'a
  • Türk'ün Ateşle İmtihanı 1921-1922
  • Onlar da Kahramandı
  • Hariciler Ve Hizbullah
  • Kitaplar Arasında
  • 101 Kitap

  • Osmanlı Mirasından Cumhuriyet Türkiye'sine
  • Modernleşme Sürecinde Türban
  • Kuvvetler Ayrılığı Olmayınca
  • Politikada Şiddet
  • Azerbaycan Sovyetler ve Ötesi
  • 1980'lerde Türkiye
  • Haricilik ve Şia

  • Tarihten Geleceğe
  • Leninsiz Komünizm
  • Eğrisiyle Doğrusuyla Avrupa
  • İslam Düşüncesinde Yeni Arayışlar II

Taha Akyol Alıntıları - Sözleri

  • Deringil'in bu eserini okumamak bir aydın için eksikliktir. (101 Kitap)
  • "Osmanlı'da vezirlik rütbesine çıkan ilk gayrimüslim paşa, 1861 yılında Abdülaziz tarafından Cebeli Lübnan Mutasarrıflığına atanan Ermeni Karabet Artin Davut Efendi'dir." (1914-1915 Felaket Yıllarında Osmanlı ve Ermeniler)
  • Yeni Türkiye kavramının doğru anlamı, ancak liberal demokrasi, evrensel anlamda hukuk devleti, açık piyasa ekonomisi olabilir. Bütün bunların temelinde, herkesin güvenebileceği bağımsız ve tarafsız yargı vardır. Buna sahip çıkmak ve bunu gerçekleştirmek önce hâkimlerle savcıların, sonra da hukuka saygı duyan herkesin şeref borcudur. (Türkiye'nin Hukuk Serüveni)
  • 2 Eylül 1920 de M. Kemal Paşa, Fransız Le Journal gazetesine şu beyanatı verecektir: "Arkamda bütün İslam dünyası, yanımda bana elini uzatan daha büyük bir müttefik (Rusya) var. (1919-1920 Mondros, Sevr ve Kuva-yı Milliye)
  • Evet, "at kişnemesinden, kargı sesinden" dağlar inlemeliydi, top gürültüsünden değil... (Osmanlı ve İran'da Mezhep Ve Devlet)
  • Bilimsel bilgi insanoğlunun çok yüksek bir zihni faaliyetinin eseri olduğu için, bu düzeye ulaşmamış zihinlerin ideolojiye müptela olması, "her şeyi izah eden" "sahte bilim"lere kapılması, yarı aydınlar için çok cazip geliyor. Zaten insanoğlunun astrolojiyi icat etmesi, astronomiyi keşfetmesinden öncedir! (Bilim ve Yanılgı)

  • Şartlar tamam olduğu zaman milletler için ihtilal meşru bir haktır. Fakat ihtilal aslında bir millet hayatının asla arzu etmeyeceği,çetin ve tehlikeli bir ameliyattır.(İnönü-Nisan 1960) (Kuvvetler Ayrılığı Olmayınca)
  • Kuruluş ve yükseliş dönemleri diye nitelenen bu dönemlerin temel özelliği bu dinsel çeşitlilikti. Hacı Bektaş halifelerinden Abdal Musa’yı seferlerde bu dönemde görürüz. Geyikli Baba’yı Osmanlı beyleriyle ilişki içinde yine bu dönemde görürüz. Fatih Sultan Mehmed’in yanında Fazlullah-ı Hurufi’nin dervişlerini yine bu dönemde görürüz... Dinsel çeşitliliğin en çarpıcı sembolik örneklerinden birine Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethi sırasında yanında bulundurduğu iki akıl hocasına tanık oluruz: Molla Gürani ve Akşemseddin. Bir din bürokratı ve bir halk İslamı önderi. (Osmanlı ve İran'da Mezhep Ve Devlet)
  • -Özgür birey ya da hür kişilik kavramlarının İtalya'da rönesans hareketiyle dinamizm kazanarak tarihin akışını değiştirdiği doğrudur. Ancak bu gerçeğin yanında faşizmin beşiğinin de İtalya olduğunu unutmamak lazım. Demek ki tarih elbette çok önemlidir, fakat belirleyici değildir. İşte belirli sosyal, politik ve ekonomik şartlar rönesans topraklarında faşizmi doğurdu ! Reformun toprakları olan Almanya'da Nazizm çıkmadı mıydı ? -Mebusların "Mustafa Kemal'in gözü önünde" aykırı oy kullanmalarından bugüne neredeyse yüz yıl geçti, 21. yydayız. Bırakın liderin gözü önünde aykırı oy kullanmayı, liderine sadakatini sergilemek için Anayasa'ya göre gizli olması gereken oylamalarda bile "göstere göstere" oy atan milletvekillerimiz var ! -Türkiye gibi siyasi kültürü çatışmacı olan ülkelerde, gerektiğinde partiler arasında hakemlik yapacak, siyasi hayatın çıkmazlara sürüklenmesini önleyecek partisiz Cumhurbaşkanı kurumuna ihtiyaç vardır. -Bu bir tür "gönüllü kölelik"tir. Yüksek bir ideale, yüce bir davaya hizmet ettiklerini sanarak köleliği seçmişler, hatta köleliğe koşmuşlardır. (Onlar da Kahramandı)
  • İki adalet vardır,padişahın adaleti,Allah’ın adaleti...Ben Allah’ın adaletini kastettim,Mahmut Celalettin Paşa bunu padişahın adaleti sandı...Yarın Hünkarın da benim de huzuruna çıkacağımız bir hakim vardır ki ben ondan korkarım. (Onlar da Kahramandı)
  • Kırım hiçbir zaman tam Osmanlı kontrolünde değildi ama Osmanlı’yla olan bağlantısının kesilmesi ve ardından tamamen Rus kontrolüne girmesi sonrasında, birçok bölgede olduğu gibi Kırım’da da Müslümanlar diğer bölgelere göç etmeye başladılar. Burada tabii bir sorun var, Müslümanların bir örgütlenme sorunu var. Devletin olmadığı yerde Müslümanlar kalmak istemiyor, yani bayrak indiğinde Müslüman da bayrağın olduğu yere gitmek istiyor. Çünkü Müslümanların Rum kiliseleri gibi bir kiliseleri yok arkalarında, bir örgütleri yok. Tabii bunları da kurmaları çok zor oluyor. Yani bakın, mesela Osmanlı’nın çekilmesinden sonra cemiyetler kurmaları, teşkilatlanmaları çok uzun bir süre alıyor. Zaten bu olana kadar çok büyük bir kütle Osmanlı devletine göç ediyor. Burada temel sorun aslında Müslümanların temel örgütünün devlet olması, devlet bir yerden çekildiği zaman onların da devletin gittiği yere gitme ihtiyacı hissetmeleri. (Rumeli'ye Elveda)
  • Lozan’da sadece Yunan işgalinin sorunları değil, Birinci Dünya Savaşı’nın sorunları da diplomatik savaş konusu olacaktır. Hatta 1856’da Sadrazam Âli Paşa’nın teşebbüsünden itibaren kapitülasyonları kaldırmak için çeşitli teşebbüslerde bulunan Türkiye, yetmiş yıl sonra Lozan’da kapitülasyonlardan kurtulabilecekti. (Bilinmeyen Lozan)
  • Şimdi savaştan yenik çıkmış, Mondros ve Sevr'de işgaline karar verilmiş bir millet, yeniden Avrupa'ya kafa tutuyor! İngiliz istihbarat raporu şöyle diyor: Mustafa Kemal'in Avrupa'ya meydan okuduğunu gören boyunduruk altındaki halklar arasında genel bir kıpırdanma başlıyor. (Ama Hangi Atatürk)

  • Nice kudretin olsa zulümden hazar et! Çünkü Allah mazlumun intikamına şiddet katmıştır! (Azerbaycan Sovyetler ve Ötesi)
  • Söylemek istediğim şudur ki, İslam'da bilimlerin yükseliş ve çöküşünden ders alarak zihinlerimizi bilime, ilgiye ve dünyaya açmalıyız. Asya'nın yükseliş çağı olan 21. yüzyılda çocuklarımızın yükselmiş bir Türkiye'de başarılı insanlar olarak yaşamasının yolu, ahlaki ve ananevi meziyetlerle birlikte zihinlerinin bilgiye, bilime, ticaret ve sanayiye, kültür ve sanata, bütün dünyaya açık olmasıdır. (Bilim ve Yanılgı)
  • Halkın Serbest Fırka'ya gösterdiği büyük ilgi, seçimlerde yaşanan olaylar ve Menemen'de meczupların yarattığı vahşet Kemalist rejimi büsbütün sertleştirmiştir. Devlet partisi devletle iç içe geçerek 1930'larda "parti devleti"ne dönüşecektir. (Atatürk'ün İhtilal Hukuku )
  • Abdülhamid Han, Nizamiye mahkemelerini geliştirip teşkilandırarak yargı birliği yolunda önemli bir atılımı gerçek­leştirmiştir: 1879 tarihli Mehakim-i Nizamiyenin Teşkilatı Kanun-ı Muvakkati adlı yasa ile hukuk ve ceza mahkemeleri ayırımı belirgin hale getirilmiş ve bugükü hukuk ve ceza mahkemelerimizin temeli atılmıştır. Eski hukukumuzda olmayan savcılık (kamu davası) kurumu ile avukatlık kurumu ve noter­lik kurumu hukukumuza dahil edilmiştir. Ticaret mahkemeleri de artık Adliye Bakanlığı'na bağlanarak yargı birliği yönünde büyük merhale katedilmiştir. Abdülhamid dönemindeki önemli bir başarı da, yeni mah­kemeler ve yeni hukuk için gereken hukukçuları yetiştirmek ü­zere kurulan "Mekteb-i Hukuk"un kalıcı ve esaslı bir şekilde yeniden kurulmasıdır. Medrese dışında ilk hukuk mektebi 1870'de faaliyete geçmiş, 1874'te Batı'ya dönük bir hukuk programı oluşturulmuştur ve hocaların çoğu "Mösyö"dür. Abdülhamit devrinde, 1880'de kurulan ve günümüze kadar gele­rek İstanbul Hukuk Fakültesi'nin de temelini oluşturan "Mek­teb-i Hukuk"ta eğitim kadrosu büyük ölçüde Türkleşmiş­tir. Abdülhamid dönemi tamamlandığında, Nizamiye mah­kemeleri son derece genişlemiştir, Şer'iye mahkemeleri Müslü­manların, azınlık(kilise) mahkemeleri gayrimüslimlerin sadece aile ve miras hukukuna bakmaktadır. (Medine'den Lozan'a)
  • ELEFTERlOS VENlZELOS Müslümanların aile ve şahsın hukuku davalarına Şer'iye mahkemeleri bakıyor. Hristiyanların da Hristiyanlık kanunları uyarınca bu konulara bakacak kendi mahkemelerinin olmaması kabul edilemez, lSMET PAŞA Türkiye, vatan çocuklarının soy ve din ayrımı olmaksızın eşit haklardan yararlanmalarını ve aynı yükümlülükleri üstlenmelerini gerekli görmektedir. Anayasayla yönetilen bir ülkede vatandaşlar arasında ayırım olamaz. (Medine'den Lozan'a)
  • 1912-1922 arasındaki on yıl içinde yaklaşık 5 milyon Müslüman, cephelerde veya cephe gerisinde açlıktan, salgın hastalıktan ya da göç yollarında bitkinlikten hayatını kaybetti. Yunan işgalinin olduğu Ege’de ve Rus işgalinin olduğu Doğu Anadolu’da kadınların yaklaşık yüzde 30’u dul kaldı ve bu yüzden meydana gelen erkek nüfus eksiği 1965 yılına kadar sürdü. (Bilinmeyen Lozan)
  • 1933'te, geçmişteki bu on yıllık savaşın ( 1912-22 arasındaki savaşlarda ) bakiyesi olarak, 15 milyonluk Türkiye nüfusunun yaklaşık 1 milyonu topaldı, çolaktı, kördü; bir şekilde sakattı. 1917'de ordu sağlık bürosunun yaptığı bir araştırmaya göre, halkın %14'ü sıtmalı, %9'u frengiliydi. Köylülerin %72'si bitli olup, her an tifüse yakalanabilecek durumdaydı. (Türk'ün Ateşle İmtihanı 1921-1922)

Yorum Yaz