diorex
sampiyon

Menekşeli Mektup - Mustafa Kutlu Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Menekşeli Mektup kimin eseri? Menekşeli Mektup kitabının yazarı kimdir? Menekşeli Mektup konusu ve anafikri nedir? Menekşeli Mektup kitabı ne anlatıyor? Menekşeli Mektup kitabının yazarı Mustafa Kutlu kimdir? İşte Menekşeli Mektup kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 01.03.2022 12:00
Menekşeli Mektup - Mustafa Kutlu Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Mustafa Kutlu

Yayın Evi: Dergâh Yayınları

İSBN: 9789759953065

Sayfa Sayısı: 160

Menekşeli Mektup Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

O büyük bahçeli güzel ev sokağın ucunda idi. Bazıları villa diyor.

Postacı eve kadar uzanıp oradan kıvrılarak yokuşu inen ve sahile kavuşan caddeden gitmiyor; kahvenin önünden başlayıp aşağılara doğru otlar, çalılar arasında kaybolan keçi yolunu tercih ediyordu.

Kim açmış bu yolu?

Kahve ile mescidin aşağı sokaktan gelen müdavimleri olabilir. Çünkü kestirme bir yol. Az yokuş ama mesafeyi epeyce kısaltıyor.

Postacı çimen-çiçek kokularını içine çekerek bu yoldan inmeyi seviyor. Arada bir çalıların içinden bir kuş havalanırsa yüreği pırr ediyor. Uçup giden ve ufukta kaybolan bir kuş...

Menekşeli Mektup Alıntıları - Sözleri

  • " Alınyazım geri döndü... "
  • " Bilmez biçâre kalpler, giden dönmez ki geri. "
  • Ama aşk dediğin nedir ki? Postacı: -Nedir? Kahveci gülümsüyor; hafifçe eğilerek. -Muhabbet iki başlı olacak arkadaş. Tek taraflı oldu mu sakat. Kara sevdaya girer. -Çaresi? Hikmetli bir söz söylüyor kahveci: -Ya tahammül, ya sefer!
  • Müslümana öfkesini yutmak yakışır, ağzını bozmak değil.
  • "Uzun hikaye", mor "Menekşeli Mektup"a sığdı. Aldım hikayemi, bir "Rüzgarlı Pazar" günü "Tufandan Önce" "Yokuşa Akan Sular"a saldım. Ah benim saka kuşum, akasyam, mandolinim... Ah benim "Beyhude Ömrüm"...^
  • Kaç ay, kaç yıl geçti? Ne önemi var. Zaman izafî bir şeydir. Hani adam kitabına ad koymuş., Gün olur asra bedel.
  • " Postacılar, doğru. Mektupları düşünür. Onları taşır. Onların içinde saklı kaderi taşır."
  • "İnsanların, evlerin, zarfı açılmamış mektupların içyüzünü nasıl bilebiliriz ki?"
  • Etraf unutur, sen unutamazsın. Etraf yeni bir dedikodu mevzuu bulur, eskisini unutur. Sen unutamazsın.
  • "Dünyada iyiler azalıyor, kendine iyi bak."
  • Hiç günahım yok diyenin kim bilir ne çok günahı var. Bir kez gönül yıktın ise o kıldığın namaz değil. Ben kaç gönül yıktım acaba, üzerimde ne kadar kul hakkı var?
  • Dünyada iyiler azalıyor, kendine iyi bak
  • "Ölüm ile ayrılığı tartmışlar, elli gram ağır gelmiş ayrılık."
  • Bırak damlasın. Kimi neşeyle, kimi acıyla beslenir. Fuzuli boşuna “Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabip” dememiş.

Menekşeli Mektup İncelemesi - Şahsi Yorumlar

postacı ve karısı, incila gülfemin hasretle beklediği menekşeli mektubu, olaylarla ve bir o kadar şükür ile dolu kadirin hac yolculuğu, yarım kalan sevdalar ve niceleri... Sıcacık bir o kadar da acıklı hikâyeleriyle akıcı bir kitaptı. Uzaklarda belki de çok yakınımızda birileri kendi acıklı hikayesini yaşıyordu kim bilir.. kitap/menekseli-mektup--1183 yazar/mustafa-kutlu (nura)

Menekşeli Mektup: Mustafa Kutlu diye bir iklim var. Bu iklimde kah bir postacı menekşeli mektuplar taşıyıp İncilaya aşık oluyor, kah bir servis şoförü hem hac hem de iş için Mekke ve Medine'ye gidiyor, kah ALLAHU EKBER dağlarında donan askerler ile soğuktan donuyor, kurtulanlar ile esir düşüp Sibirya'ya gidiyorsunuz. Postacı kendi halinde yaşayan bir insan, sessiz ve sakin bir hayatı var. Güzel kulubeli bir evi, radyosu, trt2'si, halk müzikleri ve bir de geceleri yıldızlı göğü var. Altında dinlendiği serviler, kayınlar, çitlembikleri var. Derken bir de amcası var, onu evlendiren, dokunmaya kıyamadığı hangi çeşit seveceğini şaşırdığı bir kadın ile onu evlendiren amcası. Evlendiği kadın var, dedim ya hangi türlü seveceğini bilemediği ve dokunmaya kıyamadığı eşi. Köydeki sevdiği için postayı terk etti kadın, daha doğrusu kaçtı. Postacı bunu hak etmedi, ama hemen kabul etti durumu, etmeyip ne yapacaktı. Zaten mizacı da böyleydi postacının. Sonra İncila hanım hayatına bir farklı girmeye başladı, o daha fazla üzülmesin diye Almanya'ya kadar gitmişti İncila hanımın kocasını bulmak için. İncila canlı bir şekilde üstüne mektuplar, menekşe pullu mektuplar dökülerek olduğu yerde hasretinden ölen bir kadın. Derken yağmurlu bir gece, postacı kahveden eve geldi. Evin önünde karaltı, yaklaştı, baktı gözleri şiş ağzından kanlar damlayan bir kadın. Evet kaçan eşiydi, içeri aldı ve sonra hikaye bitti. Postacı olmak kolay değil, insanlar hayatlarının bir yerinde o postacı oluyorlar, ama sadece bir kısmında. Hikaye hoşumuza gitse de kimse postacının yerinde olmak istemez, o karakterin çektiği acıyı kimse yaşamak istemez. Okuması güzel ama yaşaması değil. Servisçi abimiz var, postacı kadar kuvvetli bir duygusallığı yok bu hikayenin ama sürükleyici, neşeli ve bizden dedirten cinsten. Yıllar yılı tüm Türkiye'yi otobüs ile dolaş dur, borç harç maaş derken, bir de ortakların karını ver, ele ele baş başa diyordu Servisçi. Zaten sonra aklını başını aldı, gitti fabrikada servisçilik yaptı. Derken yaş kemale yaklaştı. Kalpte iman kımıldamaları, hac zamanı servis hizmeti verenler ile tanışma, anlaşma ve durumları ayarlamadan sonra, haydi hem hacca hem de hacda servis işine, yanında bir yolda buldu ama ne yoldaş. Bütün hac vazifeleri biter ve tam dönecekken yoldaş yok, Arabistan'daki akrabasının yanına gitmiş ve sadece benim merak etmesi, hakkını helal etsin diye haber bırakmış. Tabi yol uzun, yolda kaza, hastanelik olma. Hastaneden Hataylı bir Arap vatandaş ile beraber kalma, sonra köylüsü derken, kendini Anteb'e atıyor iyi insanlar ile. Sonrası iyileşme ve rutin hayat... İnsan ALLAHU EKBER dağları deyince bile içi donuyor. Enver paşanın inat ve kibir ile ısrarı ne yiğitlerin yitmesine sebep oluyor. Sayfalarda başlayan o tipi insanın içinde esiyor. Her yere düşen askerle beraber düşüyor okuyan. Ve bir yerden sonra insan düştüğü Sibirya esirliğine bile seviniyor. Mustafa Kutlu bir iklimdir. Aynı yağar, aynı açar, aynı ısıtır ve aynı soğutur. Ama hep farklı duygular yaşatır, sen bu aynılıkları hiç hisseymezsin. (Mehmet Güloğlu)

İçersinde güzel ve samimi öykülerin yer aldığı Mustafa Kutlu eseri. Çok olağanüstülüklerin olmadığı gerçek hayatta da belki aynısını belki bir benzerini işitip, şahit olabileceğimiz türden öyküler. Eser akıcı ve anlaşılır üslupla kaleme alınmış. Keyifle okudum. Okuyunuz... (Ahmet Emre Çiçek)

Kitabın Yazarı Mustafa Kutlu Kimdir?

Mustafa Kutlu, 6 Mart 1947’de Erzincan’un Ilıç ilçesine bağlı Kuruçay nahiyesinde doğar. Babası Nurettin Bey, annesi Sulhiye Hanım’dır. Beş kardeştirler. Üç ablası ve bir de kız kardeşi vardır.

Mustafa Kutlu ‘nun ailesi ilmiye sınıfındandır. Babası Nurettin Bey rüştiye tahsillidir. Nahiye Müdürlüğü yapar. Anadolu’nun pek çok yerinde bu görevi yürütmüştür. Dedeleri de çeşitli memuriyetlerden gelmedir. Soylarına Hacıyakupoğulları denir. Ailenin bilinen bütün kökleri Erzincan’dadır. Babasının görevi sebebiyle bir yerde bir iki sene kalıp başka bir yere nakilleri gerçekleşir. Babası 1953 yılında emekli olduktan sonra Erzincan’a döner, kahvelerde arzuhalcilik yapar. Babasını 1959 yılında 12 yaşındayken kaybeder.

Babası ile pek fazla içli dışlı olamaz. Nurettin Bey tam bir Osmanlı Beyefendisidir. Eski harfleri çok iyi yazar. Kutlu’nun kendisi gibi Nurettin Bey de babasını 12 yaşında kaybeder. Babanne ikisi erkek, ikisi kız olan çocuklarını kendi başına yetiştirmek zorunda kalır.

Mustafa Kutlu ‘nun Annesi Sulhiye Hanım ve babannesi de tam bir Osmanlı Hanımefendisidirler. Eşlerinin yokluğunu çocuklarına hissettirmemek için ellerinden gelen gayreti gösterirler. Sulhiye Hanım’ın isminin kaynağı 1923’te ilan edilen Cumhuriyet’tir. “Sulh” olduğu için ismini Sulhiye koymuşlardır.

Çocukluğunda yazları annesinin köyüne gider. Eskiden şehir ve taşra hayatı birbirinden bugünkü kadar kopuk değildir. Erzincan’da mahallelerinin hemen yakınında bir köy uzun yıllar; ahırıyla, mereğiyle, davarı, nahırıyla varlığını korur.

Babasının tayin edildiği bir nahiyede ev bulamadıkları için istasyon yakınlarında bir binada kalırlar. Burası Kemah Beylerinden Sağıroğulları’nın Cebesoy İstasyonu’na yaptırdıkları bir dinlenme evidir. Kısa bir süre de karakol binasında kalmışlardır. Bu günlerin hatıralarını Kupa Maçı [Gİ] ve 5492 [AKY] isimli hikâyelerinde kullanır. Burada dumanlı trenler, istasyonlar, demiryolu çalışanları, ıssız tabiat ve hayvanlarla içli dışlı olur.

Beş altı yaşlarındayken okula giden ablalarının kitaplarından okuma yazmayı öğrenir. Bu kitaplardaki şiirleri ezberler. Okula gitmeden önce ikinci üçüncü sınıf talebesi kadar bir birikime sahip olur.

Babasının ölümü ile birlikte (orta ikinci sınıftadır) zor günler başlar. Annesine yardımcı olmak için birçok iş yapar. Sebze halinde arabadan karpuz indirir, kahvede garsonluk, çadırlarda puantörlük yapar. Yine bu yıllarda uğraştığı iki iş vardır. Biri resim yapmak diğeri futbol oynamak. Mahalli ligde futbol oynar.

Mustafa Kutlu – Tahsili

Mustafa Kutlu, İlkokulu, ortaokulu ve liseyi Erzincan’da okur. Ortaokula kadar oturdukları ev deprem sonrası yapılan prefabrik evlerdendir. Buraya elektrik gelmediğinden orta ikiye kadar petrol lambası kullanmışlardır.

İlkokuldan itibaren edindiği okuma alışkanlığı, ortaokul sıralarında edebî zevke dönüşür. Edebiyat okumayı düşünür; fakat edebiyatçı olmak gibi bir tasarısı yoktur. Lisede fen kolundan mezun olur. Fen koluna giriş sebebini şöyle açıklar: “Sıra arkadaşımla mahalli bir amatör kümede, aynı takımda top koşturuyoruz. Çocuk kütüphane müdürünün oğlu ve dersleri çok iyi. Ben haytayım, derslerim o kadar iyi değil. O arkadaşım babasının yönlendirmesiyle fen bölümüne giriyor. Fen, yani zor bölüm, ki üniversitede tıp kazansın, teknik üniversiteye falan gitsin. Ben de diyorum ki, “ulan orayı yapamayız oğlum, biz top oynuyoruz, edebiyata gidelim, edebiyat kolay.” O fen koluna gidince ben de onun peşi sıra fen bölümüne gittim. Yani arkadaş kurbanı oldum.” (Murat Menteş, “Göründüğü Gibi Olan Adam”, Gerçek Hayat, 16-21 Mart 2001, s.17)

Mustafa Kutlu on üç dersten bitirme imtihanına girerler. Yazılıyı vermeyeni sözlüye almamaktadırlar. Birçok öğrencinin tek dersten kalıp liseyi bıraktığı bir dönemde mezun olabilen iki öğrenciden biridir. (1963)

Mustafa Kutlu , Liseyi bitirdikten sonra resme olan hevesi yüzünden Güzel Sanatlar Akademisi imtihanına girmek ister. O güne kadar Erzincan sınırlarına çıkmamış bir taşra çocuğunu Güzel Sanatların “frapan havası” iter. Böylece on yıl uğraştığı resim defterini kapatır. Buraya girmeyişinin bir başka sebebi de taştada bir kılavuzu olmayan, belli bir eğitimden geçmemiş, kendi kendini yetiştiren bir ressam adayının pek bir yere varamayacağını hesap etmesidir.

Mustafa Kutlu Erzurum Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesine 1964’te kaydolur. Burada yeni ve değişik bir dünya ile karşılaşır. Orhan Okay, Kaya Bilgegil, Niyazi Akı, Selahattin Olcay gibi hocalarla tanışır.

Mustafa Kutlu iki arkadaşı ile birlikte Erzurum Halkevi salonunda yağlıboya resimlerinden oluşan bir sergi açar. Burada 30-40 kadar resmi sergilenir. Üniversite üçüncü sınıfa kadar aklında yazı yazmak düşüncesi yoktur.

Mustafa Kutlu bir gün Orhan Okay Hoca’nın odasında Hareket Dergisi’nin sahibi Ezel Erverdi ile karşılaşır. Bu karşılaşma hayatında bir dönüm noktası olur. Çünkü Ezel Erverdi desensiz mesensiz diye eleştirdiği Kutlu’dan desen göndermesini ister. Gönderdiği ilk desenler Hareket’in 28. sayısının kapağını süsler. Sonra bu dergide hikâyeleri de yayımlanmaya başlar. İlk hikâyesi 29 Mayıs 1968’de yayımlanan “O…”dur, hikâye ile birlikte biri kapakta olmak üzere 6-7 deseni çıkar.

Üniversitenin son sınıfında Orhan Okay Hoca ile “Sait Faik’in hikâyelerinin resim ve perspektif açıdan incelenmesi” konulu tezini hazırlar. 1968’de okulu bitirir.

Mustafa Kutlu – Memuriyeti

1969’da Erzincan’da görücü usulü ile, hayatımın en güzel tevafuku dediği eşi Sevgi Hanım ile evlenir. (Bu evlilikten bir erkek bir kız çocukları olmuştur. ) Evliliği ile birlikte öğretmenliğe başlar. İlk tayini Tunceli’ye çıkar. Dört yıl Tunceli Lisesi’nde çalışır. 1972 yılında İstanbul’a tayin edilir. Küçükköy Vefa Poyraz Lisesi’nde iki yıl öğretmenlik yapar. 1974 yılında çok sevdiği mesleğinden istifa ederek ayrılır. Hareket Yayınları’nı genişletmek isterler. İstifa gerekçesini şöyle açıklar: “Öğretmenliği çok seviyordum; fakat yine de dergiye ağırlık vermemiz gerektiği için istifa ettim.” (Murat Menteş, “Göründüğü Gibi Olan Adam”, Gerçek Hayat, 16-21 Mart 2001, s.17)

Mustafa Kutlu – Yayın Hayatı

Mustafa Kutlu, 1968 yılında İstanbul’da çıkan Fikir ve Sanatta Hareket Dergisi’nde yayımladığı hikâyelerle yayın dünyasına girdi. Adımlar (Erzurum, 1970-72), Hisar, Türk Edebiyatı, Düşünce, Yönelişler gibi dergilerde yazdı.

“Üniversite yıllarında yazmaya başladım. İlk yazdığım “O” hikâyesinden itibaren bütün yazdıklarımı yayımladım. Bu işi şuurla yürüttüm. Bizim neslin bu sahada ağabey, hoca, arkadaş kabilinden mürebbisi yok sayılır. Kendimi yetiştirdim. Bu açıdan ilk hikâyelerimin yayınlanması, hatta kitap haline gelmesi hem bir şans, hem bir talihsizliktir. Okuyucunun karşısına olgun örneklerle çıkamadım, ancak zamanla kendi hikâyeme doğru yürümeye başladım. İlk iki kitabım hazırlık dönemidir.” (Yaşar Kaplan, “Mustafa Kutlu’yla Bir Söyleşi”, Aylık Dergi, Sayı 63-64-65, 1984, s:44)

Hikâyeleri, desenleri ve diğer yazıları Hareket dergisinde yayımlandı. Adımlar dergisinde şiirleri de vardır. Hikâyelerini bu dönemde kitaplaştırmaya başladı. İlk hikâye kitabı “Ortadaki Adam” (1970) Hareket Yayınları tarafından basıldı. Bunu “Gönül İşi” (1974) takip eder. Bu arada iki inceleme yayımlar. Bunlar Sabahattin Ali ve Sait Faik üzerinedir. Bunların yayımlanması ona göre hem bir şans hem de bir şanssızlıktır. “Talebelik sırasında yapmış olduğum iki çalışma hemen yayımlanma şansı buldu. Bunlar erken yayının bütün acemiliklerini taşıyan kitaplardı; ama benim için büyük bir şanstı.” (Adnan Tekşen, “Mustafa Kutlu ile Mülakat”, Zaman, 16 Temmuz 1987, s. 9.

Mustafa Kutlu , Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisinin (8 cilt 1976-1998) 2. ciltten itibaren yayın yönetimini üstlenir ve bu ansiklopediye geniş ölçüde madde yazar. 1974-75’ten itibaren 20 yılını verdiği bu ansiklopediyi 1973’te aldığı Smith Corona marka daktilosundan yazarak çıkarır. Ansiklopedi için şimdi profesör olan D. Mehmet Doğan ile çalışır.

Fikir ve Sanatta Hareket Dergisi 1982’de kapanınca kendi tabiri ile sudan çıkmış balığa dönerler; çünkü dergi ile yaşamaya alışmışlardır.

Mustafa Kutlu, 1980’lerin ortasından sonra sinemaya yönelir ve senaryolar yazmaya başlar. “TRT’de dramatik belgeseller yazdım: Divan-ı Lügati’t Türk’ün bulunuşu ile ilgili ‘Bir Kitabın Hikâyesi’; ‘Müzedeki Şiir’, Divan Edebiyatı Müzesi ile bağlantılı bir belgeseldi. Selim ileri ile beraber Pazartesi Hikâyeleri’ni hazırladık; birçoğu çekildi. Halit Refiğ’in yönettiği ‘Kurtar Beni’ ile Osman Sınav’ın çektiği ‘Kapıları Açmak’ görünür hale geldi; çünkü her ikisi de ödül aldı. TGRT’de yayınlanan Ufukta Bir Ağaç’ı yazmıştım…” (Murat Menteş, “Göründüğü Gibi Olan Adam”, Gerçek Hayat, 16-21 Mart 2001, s.17)

Ömer Seyfettin’in Yalnız Efe’sini senaryolaştırır. Diyanet İşleri’nin çocuk filmleri yapması ve bu filmlerin TRT’de gösterilmesi için Turgut Özal’ın girişimi ile bir proje hazırlar. Yusufçuk diye 8 bölümlük bir dizi yazar. “İnsanlar Yaşadıkça” isimli dizisi TRT engeline takılır. Son yazdığı senaryolardan birini TRT’ye teklif etmiş, ismi Mavi Kuş olan bu senaryo şu anda sinema filmi olarak düşünülmektedir.”

Mustafa Kutlu’nun Kapıları Açmak isimli senaryosunun Turizm ve Tanıtma Bakanlığı’nın açtığı yarışmada ikincilik derecesi vardır.

Mustafa Kutlu, dergiciliğe uzun bir ara verdikten sonra Dergâh (1990) ile bir dönüş yapar. İlk sayısı Mart ayında yayımlanır. Dergi edebiyat-sanat dergisidir. Dergâh’ın çıkışını Sultan Ahmet’teki Derviş çay bahçesinde İsmail Kara, Mustafa Kutlu ve Ezel Erverdi kararlaştırır.

Mustafa Kutlu derginin yanı sıra Kutlu, hâlen Dergâh Yayınevi’nin yönetimini de sürdürmektedir.

1986 yılından itibaren Zaman gazetesinde “Bir Demet İstanbul” başlığı altında şehir yazıları yayımlanır. Bu yazılar daha sonra Şehir Mektupları (1995) adı altında kitaplaşır. Halen Yeni Şafak’ta kültür-edebiyat yazıları yazmaya devam eden Kutlu, aynı gazetede spor yazıları yazmaktadır.

2012 yılında Osman Sınav’ın yönetmenliğinde ve Kenan İmirzalıoğlu’nun başrollüğünde “Uzun Hikâye” isimli eseri beyaz perdeye aktarılmıştır.

Mustafa Kutlu Kitapları - Eserleri

  • Uzun Hikâye
  • Ya Tahammül Ya Sefer
  • Mavi Kuş
  • Yoksulluk İçimizde
  • Sır
  • Beyhude Ömrüm

  • Bu Böyledir
  • İyiler Ölmez
  • Menekşeli Mektup
  • Hayat Güzeldir
  • Nur
  • Hüzün ve Tesadüf
  • Tirende Bir Keman

  • Rüzgarlı Pazar
  • Huzursuz Bacak
  • Yokuşa Akan Sular
  • Kapıları Açmak
  • Tahir Sami Bey'in Özel Hayatı
  • Tarla Kuşunun Sesi
  • Sevincini Bulmak

  • Hesap Günü
  • Chef
  • Zafer Yahut Hiç
  • İlmihal Yahut Arzuhal
  • Vatan Yahut İnternet
  • Tufandan Önce
  • Sıradışı Bir Ödül Töreni

  • Arkakapak Yazıları
  • Dem Bu Demdir
  • Fırtınayı Kucaklamak
  • Anadolu Yakası
  • Akasya ve Mandolin
  • Kalbin Sesi
  • Yoksulluk Kitabı

  • Vitrinde Olmak
  • Kalbin Sesi ile Toprağa Dönüş
  • Şehir Mektupları
  • Bir Demet İstanbul
  • Yıldız Tozu
  • Selâm Olsun
  • Akıntıya Karşı

  • Topkapı’dan Topkapı’ya
  • Sabahattin Ali
  • Gönül İşi
  • Ortadaki Adam
  • Sait Faik’in Hikaye Dünyası
  • Haliç İle Çepeçevre İstanbul

Mustafa Kutlu Alıntıları - Sözleri

  • İnsan dünyaya kendini kaptırınca zamanın nasıl geçtiğini bilemez. Bir akıntıya düşüp tüm ömrünü koşturarak geçiren çoktur. (Hesap Günü)
  • “Saçların tarumar gözlerinde nem Ateşe benzerdin küle dönmüşsün.” (Tirende Bir Keman)
  • “Giden gidiyor, geride solgun fotoğraflar kalıyor.” (Selâm Olsun)
  • Aramak vazifedir. “ Aramakla bulunmaz fakat bulanlar ancak arayanlardır.” (Kalbin Sesi ile Toprağa Dönüş)
  • “–Aslımızı yitirmezsek iyidir. – İyidir ya, mümkün mü?” (Yokuşa Akan Sular)
  • Baki olan sadece Cenab- ı Hakk ' tır. (Şehir Mektupları)

  • “Kendisini değil, artık hatırasını seviyordu.” (Tirende Bir Keman)
  • Tren gider, yol gider. Ömür biter, yol bitmez. (Kapıları Açmak)
  • Hayatımızı manevi zenginliklerle donatmak gibi köklü ve insani alışkanlıktan, hayatımızı maddi zenginlikler ile donatmak gibi boyutları belirsiz ve bize ait olmayan bir mutluluk anlayışına kaymamız olup bitenlerin kaynağına işaret eder. (Topkapı’dan Topkapı’ya)
  • Ne denilmiş: Sabır, sebat, murat. (Beyhude Ömrüm)
  • Ölülere sahip çıkamayanlar, dirilere sahip çıkabilir mi? (Haliç İle Çepeçevre İstanbul)
  • Önce zihnimiz kirlendi, sonra kendimizden şüpheye düştük, ardından inançlarımızı sorgulamaya başladık. Bu geleneği ve ahlakı yaraladı. Artık ortada bir 'güven bunalımı' vardı. (Vatan Yahut İnternet)
  • Herşey gelip inceliklerde düğümleniyor. (Bu Böyledir)

  • "Gönül yarası bu kızım, mutlaka izi kalır." (Zafer Yahut Hiç)
  • Eskiye ait ne varsa kıymete bindi. (Vatan Yahut İnternet)
  • Velhasıl dünya hayatı "İş" dediğimiz oyun ve eğlenceden ibarettir. (Hesap Günü)
  • Mahvıma sebep hilmimdir.. (Sevincini Bulmak)
  • Umut bu dağın ardında belki, ama bu dağın ardı meçhul. (Yoksulluk Kitabı)
  • “Dua etmeli derim içimden; hem giden, hem bizim gibi geride kalanlar için artık sadece dua etmeli.” (Selâm Olsun)
  • Giden gidiyor, geride solgun fotoğraflar kalıyor. (Selâm Olsun)

Yorum Yaz