diorex

Merhamet - Arthur Schopenhauer Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Merhamet kimin eseri? Merhamet kitabının yazarı kimdir? Merhamet konusu ve anafikri nedir? Merhamet kitabı ne anlatıyor? Merhamet kitabının yazarı Arthur Schopenhauer kimdir? İşte Merhamet kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 01.03.2022 10:00
Merhamet - Arthur Schopenhauer Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Arthur Schopenhauer

Çevirmen: Zekai Kocatürk

Yayın Evi: Dergah Yayınları

İSBN: 9789759950545

Sayfa Sayısı: 142

Merhamet Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Schopenhauer'ın muhalif felsefesi Aydınlanma çağının büyük düşünürü Kant'ın açtığı yolu izlemiştir. Onun felsefesini Kant'ın transsendental idealizmi ile Hint düşüncesi etkilemiştir.

Schopenhauer'ın felsefesini ele alırken, dönemin düşünce ortamından ziyade, kendi hayat hikayesini incelemek ve melankolik temayüllerini göz önünde bulundurmak onu kavrayabilmek açısından daha faydalı olur.

Schopenhauer'ın ahlakı, insanların özdeşliğinden ileri gelen acıma duygusuna, yani merhamete dayalıdır. Ona göre insanı yüce olana sevkeden yegâne his merhamettir. Ancak kendimizi başlasının yerine koyarak yahut kendimizi başkası olarak algılatarak başkaları için iyi bir şeyler yapabiliriz.

Tanıtım Yazısı'ndan

Merhamet Alıntıları - Sözleri

  • TÜM CANLILAR ACILARDAN UZAK OLSUNLAR .
  • Çünkü binlerce kişinin mutluluk içerisinde yaşaması bile, bir kişinin ölüm işkencesi sırasında duyduğu acıyı yok edecek kadar büyük bir haz değildir.
  • ''mille piacer' non vagliono un tormento'' (bu kadar iyilik, bir kötülük değerinde bile değil.) çünkü binlerce kişinin mutluluk içerisinde yaşaması bile, bir kişinin ölüm işkencesi sırasında duyduğu acıyı yok edecek kadar büyük bir haz değildir.''
  • her yalan korkaklıktan doğar.
  • Voltaire “Saadet sadece bir rüyadan ibarettir.” der ve ekler:Sinekler örümcekler tarafından,insanlarsa acılar tarafından yenilmek üzere vardırlar.
  • "İnsanlar, yasalar ile şekillendirilebilirler. Fakat gerçek manada ahlaklı olamazlar. Kişilerin davranışlarında değişiklik yaratmak, yasalarla sağlanabilmektedir; fakat insanların içindeki kötü arzuları dindirmek mümkün değildir. Bu şekilde, ancak kişinin yolunu değiştirmesine vesile olursunuz. Fakat kötü niyetli insan, her ne koşulda olursa olsun kötülüğünü sergilemek için uygun bir yol bulma çabasından vazgeçmeyecektir. İnsanlar, öğretiler sayesinde belki farklı yollar seçmeye özendirilebilirler yahut yasalar sayesinde bu doğrultuda zorlanabilirler; fakat bu durum onları hedeflerinden caydıramaz. En fazla kötülüğün yapılacağı yol değiştirilebilir. Çünkü insanın iyilik ve kötülük anlayışı yüreğinde yer almaktadır. Bu yürek ise ona doğuştan verilmiştir. Kötü insanı yapacağı kötülükten, bencil insanı yapacağı bencillikten bir anlığına caydırabilirsiniz ama bu insanların içindeki kötülüğü ve bencilliği söküp atamazsınız. Bu kötülüğü ve bencilliği köktenci bir değişime uğratmak mümkün değildir. Nasıl ki bir kedi fareye olan aşkından vazgeçmez ise bu kişi de içinde ona doğuştan verilen güdülerinden vazgeçemez."
  • İnsanın acısı öyle bir acıdır ki, insan bilgilendikçe artar.
  • "İnsanların başkalarının evlerindeki sırları bilmek istemelerinin sebebi korkunç olmak istemeleridir."
  • Kalabalıkları, hurafelerden daha iyi hiçbir şey yönetemez. Hele ki onlar, haddini bilme ve dönek din çılgınlığı tarafından ele geçirilmişlerse. Onlar bir sürünün çobanına yaptığı gibi papazlarına saygıda kesinlikle kusur etmezler.
  • Acı debilen şey istencimizin aç kalmasıdır. Insan bedeni bir yara aldığında da bu durumun aynısı gerçekleşir. Insan nesnesi bedeninin tekrar önceki haline gelmesini istedigi için acı çeker. Görüldüğü gibi şiddetli acı şiddetli isteme duygusundan diger vir deyişle arzudan koparilamaz durundadir.
  • bir insanın ne kadar iyi bir insan olduğu ile ilgili bir kanaate varmak gerektiğinde, onun diğer insan ve canlılara acı vermemek için ne kadar çaba harcadığına bakmalıyız.
  • Hatta benim kanaatine göre, insanlar hiçbir zaman o an yaşadıkları acıdan dolayı ağlamazlar. İnsanların ağlamasının asıl sebebi, daha önce hissettikleri bir acının hatırlanmasıdır. İnsanlar o anda hissettikleri acıdan dolayı değil de, geçmişte hissettikleri bir acının hatırlanması sayesinde ağlarlar. Bir kişi herhangi bir acı duyduğunda, ki bu acı fiziksel bir acı dahi olsa; daha önce duyduğu bir acıyı hatırlar. Sonra da bu kişi kendi durumunu olağan olarak acınmaya değer bulur ve ağlar. Kişi, acıyı çeken kişiyi, yani kendisini bir başkasıymışçasına algılar ve bu sebeple ona içten bir acıma duygusuyla yönelir.
  • Başkalarının çektiği, yaşadığı acıları fark eden kişi, ancak iyiliğe, merhamete ve cömertliğe başvurur. İyi diye tabir edebileceğimiz bu duygular, aslında acıdan doğarlar. Buradan da anlaşılıyor ki, saf sevgi, doğada merhamet olarak vuku bulur.
  • ''birinci kural: insan kalbi kendisini, kendisinden daha mutlu olan bir kişinin yerine koymayı nedense başaramaz. oysa insan kendini, kendisinden mutsuz olan bir başka kişinin yerine rahatlıkla koyabilmektedir.''

Merhamet İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Schopenhauer’e göre; İnsanlar mutluluklarını üç olası kaynaktan alırlar: biri sahip olduğu şey, biri temsil ettiği şey ve diğeri ne olduğu. İkinci kaynak çok tercih edilir. Zenginlik deniz suyu gibidir: ondan ne kadar çok içerse, o kadar susar. Mutluluğunu şan ve şöhrette arayan, hayatını başkalarının ellerine bırakır. Mutluluk sadece kişinin kendi kişiliğinde bulunabilir. Ve anlamlı bir yaşam, (tercihen yalnızlık içinde yaşanan) entelektüel bir yaşamdır. Öyleyse hayat mutluluğun peşinden koşmaktan değil, acıdan kaçınmaktan ibarettir. Ama aynı zamanda, determinizm tarafından da kuşatılmıştır: "Öte yandan, bir aptal, hurilerle çevrili cennette yaşayacak olsa bile, ölümüne kadar aptal, bir hödük olarak kalır." Schopenhauer her zaman iki kafadadır: kişiliğinizi geliştirin, ama aynı zamanda bunun imkansız olduğu da ortaya koyuyor. (vedat GÖKÇEK)

döneminin önemli nihilist filozoflarindan olan yazar schopenhauer, bu eserinde ahlakın kökenleri üzerine ahlak dışı güdüler, davranış ahlakının değeri, mutlak ahlak âmilinin ortaya konması ve ispatı, adalet erdemi, insanları sevme erdemi, karakterlerlerin etik farklılıkları üzerine gibi konuları ele alıp kendi görüşleri çerçevesinde günlük hayattan ve filozoflardan örnekler vererek kendi ahlak felsefesini merhamet üzerine temellendirmiştir. insan davranışlarını kötülük, bencillik ve merhametin yönettiğini söyleyen filozof, eserin adından da anlaşılacağı gibi ahlâkın temeline merhameti yerleştiriyor. bir davranışın ahlâklı sayılabilmesinin yegâne göstergesinin merhametin yer alıp almamasının olduğunu ifade ediyor. kant ve niçenin (yanliş yazım icin üzgünüm niçe bey) zayıflık olarak niteledikleri merhamet, yazarın ahlak felsefesinde yapı taşı. filozofumuzun ahlak anlayışı ilk hocası olarak gördüğü kant'ın değişmezliklere, akla dayalı ahlak anlayışının karşısında yer alıyor. bu anlamda kendi düşüncesini ortaya koyabilmesi takdir edilesi. enteresan örneklemelerle, düşündürücü ve dönemin filozoflarının tersine açık bir üsluba sahip bence. ayrıca eserde brahmanizme, hristiyanlığın sevgi diline, asya/ortadoğu dinlerindeki merhamet bağlamına, batılı devletler arasındaki insan ve canlı sevgisi farklara değiniyor milliyetçi olmayan tutumuyla kendi dilini ve dinini eleştirebilme olgunluğu okuyucuya kendisini sevdiren yanlarından ancak; schopenhauer beyin her dediğine waoooo çok mantıklı hemen altını çizem evet yaa derseniz islamdan uzaklaşmak an meselesi oluyor sonuçta bu isimler dönemin en akıllı ve sağlam düşünürleri olsa da Kur'an hazinesinden mahrum kalmışlardır o yüzden şu şekilde okumanızı tavsiye ederim eğer kitap ilginizi çektiyse müslümanlığınıza şükretme sebeplerini bilerek, zaman zaman ayetleri ve o ayetlerin yaşanmış örnekleri olan sünneti ve hadisleri akla getirerek, kainata rezil bir acziyet içinde değil asil bir muhtaciyet ole bakarak, cüzi iradeyi bize veren külli İrade'nin sağlam ve yıkılmaz kalesine sığınarak ve dinimizi ihlas ile tanımış vaziyette okuyunuz ki sarsılmanıza değil, sağlamlaşmanıza vesile olsun inşallah. (Dilber Derman)

İnsan.: "Kalbin, acı çekeni görmekten zevk alma eyleminin ötesinde, yapabileceği daha kötü, daha alçak bir eylem olmasa gerek." Dikkat! Dikkat! Birazdan okuyacağınız inceleme hem somut hem de soyut olarak derin ve bayağı uzun olacaktır. Bunu bilerek okumaya başlamanız veya başlamadan burada bırakmanız sizin tercihiniz olacaktır. Müessesemiz hiçbir şekilde mesuliyet kabul etmeyecektir. En azından bu konuda etmeyecektir. Uyarımı da yaptığıma göre başlayabilirim. Dip Not 1: İki alıntı hariç diğerleri link şeklindedir. Alt alta olanlar birbirinin devamıdır. Boşluk varsa başka bir dala atlanmış demektir. Dip Not 2: Uzunluğun ve derinliğin iki sebebi var. 1-) Olur da bunu okuyacak çılgınlar çıkarsa diye birçok bakış açısı sundum. En azından bir tanesi, bir çılgının kitaba yönlenmesine vesile olur diye umuyorum. Kısacası birden fazla kör atış yaptım. 2-) Kitabın oluşturduğu düşünceleri yazmak ve paylaşmak istedim. Hepimize bol şanslar diliyorum. İyi-kötü kelimelerinin anlamlarını yüzyıllardır şekillendiriyoruz. Her geçen gün herhangi biri/birileri tarafından boşluklar dolduruluyor. Bazen de boşluklar keşfediliyor. İyi ile kötü, bana gelene kadar milyonlarca kez farklı anlamlara sahip oldu. Bana geldiğinde de farklılaştı. Bende kaldığı sürece de farklılaşacak. Ve en son benden gittiğinde de farklı olacak. Bunun önüne geçemem. Ki geçmek de istemem. Bireysel güzellikler ile çirkinliklerin, kısacası özelliklerin yansımasını barındıran yegane kelimelerdir. Birinin, birilerinin ya da durumların üzerindeki düşüncelerini anlamamızı ve kendimizle bağdaştırmamızı sağlayan soru zamirleri ve sıfatlarıdır. Bazen de tam tersi etki yaparak uzakta tutmaya vesile olur. Günün sonunda her şey bizim için iyi-kötü olarak değerlendirilmeye tabii tutulur. Var olduğumuz sürece her olguda, her durumda ve her kişide yapacağımız bir düşünce süreci bu. Her birimizin düşünme şekli ve düşünceyi şekillendiren unsurları farklı olabilir. Sonuçta neredeyse tamamen metafiziksel bir süreç. Ki bana göre tamamı öyle. Buna mukabil iyi ile kötünün sahip olduğu anlamlar ile yorumlar sonsuz sayıda olabilir. Fakat tüm farklılıklar ile kişiselleştirilmiş yorumlamalara rağmen ortak ve/veya benzer bir şeyler yok mu? Tabii ki var. Tıpkı vücudumuz gibi. İçerisindeki hücreler, organlar ve işlevleri, mekanizmalar vs. neredeyse hepsi aynı iken ortadaki sonuçlar tamamen birbirinden farklı. Benim bahsetmek istediklerim de bu benzerliklere yönelik olacaktır. Özellikle geçmişi en geriye gidenlerden bir tanesi. Bu benzerlik bana göre yüzyıllardır yanlış bir yorumlamaya veya inanışa dayanıyor. Neyden mi bahsediyorum? Acı. Acı, yüzyıllardır varlığı yadsınmaya çalışılan kötü bir duygu olarak düşünülmüş ve/veya inanılmıştır. Neden peki? Çünkü bilincimizin, bedenimize ya da metafiziksel olarak kendimize yoğunlaşmasını kaçınılmaz kılıyor. Acı olduğu sürece onu ve onun etkilerini düşünüyoruz. Ona göre hareket ediyoruz veya edemiyoruz. Bu da varoluşumuzun ve hayatımızın olağan akışına indirilmiş bir darbe gibi yorumlanıyor. Her canlı kendi bedeni ve yapabildikleri hakkında az veya çok bilgiye sahiptir. Eski dönemlerde de böyleydi. Ancak o dönemlerde yaşamış olanların bizden daha zor bir konumda olmalarına sebep olan bir eksiklik vardı. Aktarılmış ve aktarılan bilginin azlığı. Keşfetmenin her an ve her yerde olduğu zamanlardı. İnsan beyni açısından tam bir şölen havası yani. Her yerden sürekli gelen girdiler, bilinçte hayranlık uyandıran bir havai fişek gösterisi gibi etki yapıyor. Beyindeki nöronlar ise yıldızlar gibi parlıyor. Tam o anda simsiyah bir gülün kokusu ve güzel görüntüsü zihne ulaşıyor. Cazibeye dayanamayan birey güle yaklaşıyor. Ellerini uzatıyor. Acı dolu bir irkilme ile geri kaçıyor. Parmaklarda kanama başlıyor. Aynı anda acı da ortaya çıkıyor. Az önce olmayan duygusal ve fiziksel durum bir anda oluşuyor. İlk başta oluşan şaşkınlık ve refleks hareketlerinden dolayı bilinç devreye biraz geç giriyor. Girdikten sonra ise olaydan önceki an ile olayın yaşandığı an kıyaslanıyor. Olaydan sonraki anla da kıyaslayarak kanaatini veriyor. Çünkü yaşanılan acı, olayın gerçekleştiği anda yoktu. O anda da tesir ile alakalı bilinç devrede olamazdı ya da farkındalık belirtemezdi. Tuttuğu güle bakıyor. Dikenlere bakıyor. Diğer elindeki parmaklara bakıyor. İki elinde de aynı hareketleri yaparak hissettiklerini karşılaştırıyor. Fark ediyor ki, acıdan dolayı kanayan eldeki hareketleri tam yapamıyor ya da yapmayı otomatik engelliyor. Diğeriyle aynı yapmaya çalıştığında da hem fiziksel hem de metafiziksel zorlama yapması gerekiyor ve acı artıyor. Gül, dikenleri, şekli, temas yüzeyi, kavrama şekli vs. aklına gelebilen her açıdan nedenler yorumluyor. Bu tecrübe ile edindiği bilgelik sayesinde güllere karşı daha dikkatli oluyor. Fakat o bilgi sayesinde beynimizin ilginç bir özelliği devreye giriyor. Bağdaştırma, kategorizeleştirme ve bütünleştirme. Bunlar ne demek oluyor peki? Şöyle anlatayım: Sivri uçlu diğer cisimlerden ve canlılardan uzaklaşma, bütün güllerin ve/ve dikenlerin elinde kanamaya sebep olacağını düşünme, elde duyulan acının ve benzerlerinin tekerrüründen mutlak suretle kaçınılması vs. bu şekilde öğrenilen bilgiyi her şeyin ucuna bağlıyor. Şimdi, bu acının çeşidi doğal bir acı. Doğal bir acı dediğim kişinin kendi kararı ile yaptığı bir eylemin ya da kişinin varoluşunun içine düştüğü coğrafyanın getirdiği bir acı çeşididir. Bu ihtiyaç duyulan bir acıdır. Çünkü gelişmeyi ve öğrenmeyi sağlar. Bir de doğal olmayan acılar var. Bu gül örneğinden giderek anlatayım. Parmakları kanayan bireyin çektiği acıyı, başkasına yönlendirme isteği ile oluşan acı. Yani, içindeki acının ve zayıflığın ortaya çıkardığı zarar verme isteği. O gülü kullanarak, gül hakkında bir şey bilmeyene gülün dikeni ile acı vermek ya da gülün dikeninin etkisini öne sürerek güle dair güzel olan her şeyden onu yoksun bırakmaya çalışması. Şimdi bunlar doğal olmayan acılar. neden doğal demiyorum diye soracak olursanız eğer; çünkü ihtiyacımız yok. Acı çektirenin buna ihtiyacı yok. Bu da hazzın şeytani yanına tekabül ediyor. Acı çektirilen bu durumdan dolayı belli bir bilgi edinmiş oluyor. Fakat iradesinin ve yönetiminin tamamı içeriden değildi. Acı çektirenin tesiriyle bu duruma düştü. Bu sayede kendine ve hatta karşısındaki insana dair bir şeyler öğrenmiş oluyor. Mamafih sonucunda fayda sağlamış olup olmadığı büyük bir muammada kalıyor. Daha sonra iki tarafta bu bilgileri önce beyinlerine, sonra DNA'larına ve sonrasında da çevrelerine yayılmasını ve yapışmasını sağlıyor. DNA ve çevresel faktörler ile nesilden nesile aktarılanlar arasında acı, en geniş yeri ve en büyük yanılgıyı oluşturuyor. Acının ve acıya sebebiyet veren durumların mutlak suretle zararlı ve kaçınılması gereken olgular olduğu kanaati yüzyıllardır bizimle. DNA'mızda ve çevremizde olan bu yanılgıdan kurtulmak çok zor. Ki ondan önce bunun bir yanılgı olduğunu düşünmemiz lazım. Ondan da önce kendimizin ve otoritelerimizin yanıldığını düşünmemiz ve kabullenmemiz gerekiyor. Ancak bu düşünme süreçlerinin başlamasını sağlayacak gerçek bir farklı düşünme yapısı ve korkuya rağmen devam etme cesaretini ya da şansına dışarıdan bu düşünceyi yakalayıp üzerine gitme cesareti gösterecek kaç kişi var ki? Varlığını geçelim böyle kaç kişi yaşamıştır ki? Ben sadece üç kişi düşünebildim. Buddha, Arthur amcam ve Dostoyevski. Bana göre acının sağladıkları hakkında en derine inmiş üç kişidirler. Çok kişiyi tanımadığım ya da düşüncelerine ulaşamadığım için de böyle düşünüyor olabilirim. Bu konu hakkında son bir örnek daha verip Arthur amcamın alıntılarını yazacağım. Acının doğal gelişimdeki zaruriyeti ile ilerletici etkisini insan yaşamında gösterdiği iki basit ve temel olguda ifade edeceğim. Ki bunlar hayattaki başlangıç dönemlerimize ait. Hatta bir tanesi tam başlangıç anımız ve sonrası. Evet, ilk travmamızdan bahsediyorum. Doğum. Güvenli ve kusursuz hizmetli olan anne rahminden çıktığımız anda ciğerlerimize hava dolar. Ciğerlere giren hava tüm hava keseciklerini ilk kez doldurur ve hücreleri ateşler. Yani oksijen yakımı başlar. Yanma hissiyatı ile birlikte acı gelir. Çocuk ağlar ve hayat başlamış olur. Diğer örnek ise bizi hayvanlar arasında eşsiz kılan bir özelliğimiz. İki ayak üzerinde durabilme yeteneği. Bir bebeğin iki ayak üzerinde durmayı başarabilmesi için kaç kere poposunun üzerine düştüğünü biliyor musunuz? En az 200. Neredeyse her biri acı ve hüsranla biten denemelerin sonucunda tüm yanlışları fark edip ayıklıyor ve bu denemeler sayesinde gerekli kas kuvveti ile koordinasyonunu oluşturuyor. Uzun lafın kısası, acı, varoluşumuzun nadide bir parçasıdır. Onun güzelliğini ve kendi güzelliğimizi, acının etkilerinin varlığı sırasında da sonrasında da olanlar sayesinde anlayabiliriz. Onun eksikliği, aklımızın noksanlığına sebebiyet verir. Zekâlı varlıklar olarak kendimiz bu hallere gelmiş ve dünyayı bu hallere getirmişken, zekâsız halimizle neler olabileceğini hesap edin. https://i.hizliresim.com/pnpygn.jpg https://i.hizliresim.com/Bz5JXp.jpg https://i.hizliresim.com/3znrYr.jpg Az önce iyi-kötü kavramları arasında yaşanılan git-geller beni başka bir noktaya daha sürükledi. İnsanın doğasına derin ve uzun bir yolculuğu içeriyor bu. Şu anda ve buraya hepsini yazmamın imkânı yok maalesef. Zaten hepsini anlatabilme imkânım olduğunu da düşünmüyorum. Gül örneğinde karşısındakine acı verenin karşıtı karakterin doğasına inmeye çalışacağım. Bu kişi yaptıkları ile diğerlerinden ayrıldığı gibi, yapmadıkları ile neredeyse tamamen sıyrılıyor. Acıya sebep olmama ve acıya sahip olanı rahatlatma. DNA'mızda sahip olduklarımızın değiştirilemez ve ayrıştırılamaz olduğundan eminim. Yani, şansımız ne düşmüşse oyuz ve onunlayız. Özümüzde iyi, kötü, zeki, aptal, hırslı, meraklı, korkak, kıskanç vs. bunlar gibi temel karakteristik özelliklerimizi değiştiremeyiz. Kıskanç bir kişinin düşünme şekli kendisine adapte olmuştur. Neredeyse hiçbir şeyin olmadığı bir ortamda bile kıskançlık duygusu yükselebilir. Aynı şekilde iyi-kötü ve diğer insanlar da varoluşlarını sürdürür. Doğarken sahip oldukları ile çevresini şekillendirirler. Dış dünyada bulunan her şey, daha doğrusu bizim kafamızın ve bedenimizin dışındaki her şey yine kafamızın tasavvurlarıdır. Merkezde her zaman kendimiz oluruz. Bilgileri biz toplarız. Hazları biz yaşar ve yaşatırız. Oksijeni biz tüketiriz. Yaşayan sadece bizizdir. Diğerleri yaşamımızın kurgusallığı içinde araçlar, gereçler ve/veya süslerden öte değildir. Bu düşünme şekli çocukluk döneminin sona ermesiyle ve zamanın ilerlemesiyle sarsılmaya başlar. Çünkü gerçeklik ve gerçekler denilen kavramlar bir an, hatta bir çok an bizi yakalamaya başlar. Ben merkezli inşa ettiğimiz her tasavvur ince ince sarsıntılar geçirmeye, kimi zaman da büyük bir yıkım başlar. Gerçek, hazlarına ve yararlarına göre dizayn edilmiş kurgusal gerçekliğin önüne bir duvar koyar. Bireyin canı sıkılmaya ve hafiften sinir olmaya başlar. Seçenekleri değerlendirmeye başlar. Ya duvarı ve dünyasını eski haline getirecektir ya da diğer taraflara çevirecek ve kalan sağlar ile idare edecektir. İki seçenek de kendinden sonra gelebilecek bir çok olasılığı doğuracaktır. Ben bir tanesinden yola çıkayım. İlk önce duvarı görmezden geleni anlatayım. Gerçeğin acıtan çirkin yüzünden korkan ve/veya tiksinen kişiden. Bu arkadaş, duvarı görmezden gelerek kendi kurgusallığı içinde yavaş yavaş sıkışmaya başladı. Çünkü yaşadığı her an başka ve önceki bir çok gerçeklik kafasının içinde yer kaplamaya devam eder. Ona rahatsızlık veren acı ve diğer duygu ile mental durumlardan kaçmaya başlar. Ancak algısına giren bir olgunun hiçbir zaman kaybolmayacağınız bilmez veya bilmezlikten gelir. Her an daha fazla bozulan kurgusallığı bedeninde ve beyninde elektriksel akımların coşmasına sebebiyet verir. Sinirlilik, tahammülsüzlük, nefret vb. içsel durumları artmaya başlar. Sonra 'ben' diye tabir ettiği bedene benzeyen kurgusal varlıklara dikkat kesilir. Onların bazılarında kendisinde olan bu can sıkıcı durumların olmadığını yavaş yavaş fark etmeye başlar. Bu farkındalık daha fazla sinirlenmesine ve nefret etmesine sebebiyet verir. Fakat bu duygular hep ben'in dışındaki unsurlara yöneltir. Belli bir süre sonra bu durum daha fazla seyirci kalamaz. Çünkü içindeki zayıflık durumu kabullenmesine izin vermez. Durumu değiştirmek ister. Bu isteği de yine dışarıya yansıtır ve orada arar. Özledikleri ve istediklerinin içinde bulunanlardan bir tanesi bile sahip olan kişiyi ya da canlıyı bulur. Ben merkezli düşünme temeli ve isteme bir araya geldiği için karşısındakinin sahip olduğunu çalmak ister. Çalma girişimi başarılı olursa eğer, kafasını başka yöne çevirir ve diğerleri için uğraşmaya başlar. Ama çalmada başarılı olamadıysa ya da çalınabilecek bir şey değilse, eylemi değiştirir. Algısına giren bu unsuru yok etmek ister. Sahip olamadığını yok etmeye çalışır. Bunu başarırsa eğer, şeytani bir haz ve rahatlama duyar. Ve yine başkalarını aramaya başlar ya da başkalarının oradan geçmesini bekleyerek aynı süreci başlatır. Lakin yok etmeyi de başaramadıysa eğer, öfke ve sinir zirve yapar. Ya direkt istediğine sahip olan kişiye zarar vermeye veya yok etmeye çalışır ya da yakınında zayıf olarak ne gördüyse içindekileri onlara daha büyük bir hınçla yöneltir ve istediğine benzeyen ne varsa öfkesine maruz kalır. Bencil özümüzün doğurduğu çeşitli kötü insan profillerinden sadece bir tanesi bu. Şimdi de duvarların üzerine giden bireyden bahsedeyim. Kurgusal dünyasının ortasına aniden yerleşen duvara karşı duyduğu çekingenlikle karışık merak ve duvarın onda oluşturduğu sıkıntıyı gidermeye yönelik istek doğrultusunda ona yönelir. Duvarı anlamak ve duvarın arkasındakini duyumsamak ister. Gerçekliğin oluşturduğu bu duvarı kendisine ait görmez. Yani ondan bir parça olarak düşünmez asla. Fakat gerçekliğin (duvarın) ilk taşını çektiğinde kendisinden de bir parça kopmuş gibi hisseder. İrkilir. Korkusu ve merakı daha fazla artar. Kendisinden olmayanın, kendisinden olanı etkilediği yetmezmiş gibi bir de kendisinden olmayan tarafından kendi içinde etkileniyor. Kaotik ve kısır bir döngünün içine düşmüş gibi hisseder. Duvarın arkasındakine ve duvarın olmadığı kurgusal dünyasına olan arzusu taşları sökmeye devam etmesini sağlar. Her oynattığı taşla aynı acıyı ve irkilmeyi yaşar. Belli bir ilerlemeden sonra gözüne farklılık çarpar. Açılan boşluktan kendisininkine benzer bir dünyaya sahip başka birinin olduğunu fark eder. Karşısındakinin dünyasının kendisininki ile bütünleşmiş ve/veya kesişmiş olduğunu anlar. İlk an şoke etkisi olur. Daha sonra kaybın ve kaybolan yalnızlığın getirdiği hüzün oluşur. Fakat insanoğlu umduklarından kolayca vazgeçmediği için taşları sökmeye devam ederek kalanını aynı bulacağını umar. Ve öyle de olur. Duvar yıkılmıştır. Ufak sayılabilecek bir kısmı hariç her şey aynıdır. Gözlerimiz, doğal olarak onun gözleri de ilk önce farklılığa odaklanır. Tekrardan yeni kişiye ve onun dünyasına dönüp bakmaya başlar. Kendisine olan benzerliği ve kurgusal dünyaların benzerlikleri onu şaşırtır. Belli bir süre sonra onun ve dünyasının varlığını benimser. Çünkü değişikliği kabul etmiştir. Duvar yıkılmıştır ve sonuç kabullenilmiştir. Hafızada ve bedende, öğrenilenler ile yapılanların etkileri yer edinmiştir. Duvarın tekrardan çıkmasından içten içe korkarak yaşamının seyrine devam eder. Belli bir süre sonra etrafındaki her şeye alışmış olur. Sanki hiç duvar olmamış gibi yaşamaya devam eder. Ta ki bir anda yıkılan duvarın getirdiği yeni kişi ile ortak alanında başka bir duvar oluştuğunu görene kadar. Kendi kurgusal dünyasının dibinde çıkan bu duvarı görünce tüm benliğini endişe sarar. Daha önce yaşamış olduğu süreçleri anımsar. Şimdi aynı süreci karşısındaki kişi yaşayacaktır. Ona doğru bakar. Kişinin duvardan ilk taşı alıp arttığında yaşadığı irkilmeyi görür. Acı yüzüne yansımıştır. İkinci taşı sökerken ise karşısındaki ile birlikte kendisini de acıyı duyumsar. Ne olduğunu anlayamaz. Korku duygusu içinde yükselir. İzlemeye devam eder ve başka taşın sökülmesiyle tekrar acıyı duyumsar. Bir anlam veremez. Bu durum öncekinden -kendi bölgesindeki duvar ile yaşanılandan- daha da karmaşık ve garip bir hal almıştır. Kendi bedeninde ve dünyasında gerçekleşmeyen bir olay ve kişi tarafından nasıl böyle etkilenebilmekte olduğunu anlayamaz. Kafasını başka yöne çevirir. Oraya bakmamaya ve düşünmemeye çalışır. Fakat çabaları nafiledir. Kendisinin duvarında ilk taşı söktüğünde duyumsadığı acı ile duvarın varlığının verdiği sıkıntı şu anda da içindedir. Ne tarafa baktığının, ne yaptığının ve de ne düşündüğünün etkisi kalmamıştır. Bu durumdan çıkmak ve kurtulmak ister. Buna neden olan unsuru ortadan kaldırmak ister. Kişiye ve duvara döner. O tarafa doğru yönelir. Duvarın yavaş yavaş kayboluşunu izleyerek bu acıdan kurtulacağını umar. Duvar karşısındaki kişi tarafından yok edilmiştir. Ancak acının kaynağının kaybolmasına rağmen içindeki sıkıntı ile huzursuzluk varlığını sürdürmektedir. Neyi yanlış yaptığını ya da hiç yapmadığını düşünmeye başlar. Artık sırf bunu düşünmektedir. Etrafta her şey eskisi gibidir, fakat rutinine dönememiştir. Kurgusallığı donmuş ve buna yıkılan duvarın sebep olduğunu düşünmüştür. Kafasında gezen sorular, ızdırap veren düşünceler içerisinde iken karşı dünyada yeni bir duvarın oluştuğunu fark eder. Ama bu sefer kendi dünyasından en uzak noktadadır. Tekrardan merakla izlemeye koyulur. Bu sefer de etki görüp görmeyeceğini öğrenmek ister. İlk taş yerinden sökülür ve BOOM! Acı tekrar içinde oluşmuştur. Bu sefer hiç düşünmez -çünkü son duvardan bu yana sürekli düşünmüştür- ve hiç duraksamadan kendi dünyasından çıkar ve direkt olarak karşısındaki kişinin dünyasına geçer. Onunla birlikte taşları sökmeye başlar. Ancak bir farklılık vardır. Tek başına yıktığından da yıkılışını izlediğinden de farklı bir şey. Öncekilerinde her taş söküldüğünde duyumsadığı acı, yerini ferahlık veren bir hazza bırakmıştı. Şaşırmıştı. Bu şaşırma güzelliğin karşısında nutku tutulan birininki gibiydi. An o kadar güzeldi ki, ne düşünüp ne hissettiğinden ve neye tanık olduğundan bir şey anlayamıyordu. Fakat içini tatlı bir coşkunluk dolduruyordu. Duvar yıkıldı. İkisinde de rahatlama oldu. Takas edilen gülümsemelerden sonra kendi dünyasına doğru yol aldı. Rutinine geri dönebildi. Basit ve huzursuzluk vermeyen alışkanlıklarına geri döndü. Bundan sonra ne yapacağını, daha doğrusu ne yapmaya ihtiyacı olduğunu anlamıştı. Kendi dünyası ile kendi dünyasından duyumsadığı başka dünyalarda oluşan ve oluşabilecek tüm duvarları yıkmalıydı. İşte, merhamet böyle doğdu. Yani insanın içinde bulunan tek iyilik kaynağı. Merhamet sahibi kişi kendi kurgusal dünyasındayken, başkalarınınkini de tanımaya ve benimsemeye başlar. Kendi gerçekliğinin içine onların gerçekliğini ile hepsinden bağımsız olan gerçekler de dahil olur. Her şeyin kurucusu, her şeyin içinde bir parça olur. Parçanın içinde bir bütün, bütünün içinde ise bir parça olmanın anlamlılığını -kimine göre anlamsızlığı da olabilir- yaşar. https://i.hizliresim.com/0zovLR.jpg https://i.hizliresim.com/zM78V4.jpg https://i.hizliresim.com/NDRa1N.jpg https://i.hizliresim.com/VD1oMq.jpg https://i.hizliresim.com/oVRGV2.jpg Bu konuları son olarak günümüz gerçekleri ile ele almak isterim. Fark etmişsinizdir; iyi ve güzel olan bir etkiyi ya da olguyu tasavvur etmek oldukça güçtür. Fakat acının dahil olduğu bir şeyi hemen hemen herkes kolay bir şekilde ifade edebilir. Birazdan içinde bulunduğum bu zaman dilimindeki dünyada merhamet ile bencilliğin durumunu kısaca anlatmaya çalışacağım. Yani merhametin bozguna uğramasını veya bencilliğin ezici üstünlük kazanmasını. Hangisini seçerseniz o olsun. İçimizdeki kötülük Süha atılan taşın oluşturduğu dalgalar gibi oluştuğu noktadan başlayarak yayılır ve genişleyerek ilerler. Hatta ilerledi. Önce kendimizde, kendi birlikteliklerimizde, kendi bulunduğumuz toplumda ... bu şekilde ilerleyerek en son kendi dünyamıza yayıldı. Merhamet, bencilliğin karşısında okyanusa düşen bir kar tanesi gibi oldu. Güzelliği ve özelliği çoğunluğun içinde eridi gitti. Okyanusun buz kesme ve/veya kar taneleri tarafından baskılanma ihtimali var. Ancak çok zor. Benim nezdimde imkânsız. Neden mi? Çünkü gerçekleri görüyor -en azından ben öyle düşünüyorum tıpkı sizler gibi- ve çevremi gözlemliyorum. Anlatayım. Dünyamızda üç çeşit birlikte yaşam şekli vardır. Mutualist yaşam, kommensalist yaşam ve parazit yaşam. İlkinde bulunan her iki canlı da birbirileri tarafından ihtiyaçlarından en az bir tanesi giderilir ve fayda sağlarlar. Kommensalist yaşamda bir taraf ne yarar ne de zarar görürken diğeri ondan faydalanır. Son olarak parazit yaşam da ise bir taraf fayda sağlarken, diğer taraf bu faydanın oluşması için zarar görür. İşte bu sonuncu birlikte yaşam şekli, bizim diğer tüm canlılarla olan ilişkimizin dahil olduğu tanım. Ve işin ilginç yanı binlerce, hatta milyonlarca canlı ile olan bu ilişki çeşidinde neredeyse hepsinde hep aynı taraftayız. Fayda sağlayan ve zarar veren tarafta. Bu ne anlama geliyor? Olur da hayatı bizim yaşam alanımızla kesişmiş bir canlı olursa eğer, anında onu sömürmeye başlıyoruz. Bazen sömürmek yetmiyor ve hayatını da kontrol ediyoruz. Bazen kontrol etmekle de kalmıyor korkumuzdan ve kendi çıkarlarımız için hapsediyorduk. Bazen de direkt öldürüyorduk -ki bana göre en merhametlisi bu-. Bazen de sadece görsel ve/veya bedensel rahatsızlıklara sebebiyet verebilecekleri için bulunduğumuz ortamlardan izole ediyor ya da direkt katliam yapıyorduk. Ve sayamadığım daha nice eylemler ve işlenme şekilleri var. Bir de kendi türümüze yaptıklarımız var. Bu konuya hiç girmeyeceğim. Çünkü insanlardan yeterince nefret ediyorum. Bir de onlara (toplu olarak) empati ya da acıma besleyemem. En azından benden çıkan bir düşünceyle. Şimdi, tüm bu gerçekler varken neye ve nasıl umut besleyeceğim? Kutsal kitaplarda, dinlerde veya insanların kendine has inanışlarında bahsettikleri "İlahi dokunuş", "İlahi güzellik", "Kutsal canlı", "Tanrısal öz barındıran varlık" vb. saçmalıklara mı inanayım? Gerçekler ve dünya önümüzde duruyor. Bir parça merhameti ile anlayışı olan ve bahsettiklerimden sadece bir tanesini bile fark eden kişi nasıl insanın iyi veya güzel olduğuna inanır? Hatta onu yaratan ile ilgili tüm hikayelere hayranlık ve/veya şükran duyabilir? Büyükbaş hayvanları düşünelim. Doğdukları andan ölecekleri ana kadar bir zincirle binlercesini arasında veya hareketsiz dar bir alanda tek başına fabrikanın birinde varoluşunu tamamlıyor. Hareket yok. Özgürlük yok. Birliktelik yok. Yaşamın kendisi yok, ama varoluş var. Doğalarında olan özelliklerden dolayı sadece bizler tarafından kullanılma şansları var. Bir de tavuk fabrikaları var Orada bir gün gözlem yapın sadece. Milyonlarcası küçücük bir alan tıkılmış durumda yaşıyorlar. Yetişkinler makinalara taşınıyorlar. Çalışanlardan bir tanesi önüne gelen her tavuğun boynunu koparıyor. Bu bir iş. İş! İş... İnanabiliyor musunuz? Sonra tüyleri yolunuyor. Derileri kesiliyor ve soframıza tavuk geliyor. Son olarak evcil yırtıcı kedilerden bahsetmek istiyorum. Bir çitayı ya da aslanı evcilleştirilmek için neler yapmış olabiliriz acaba? Bir düşünün derim. Bitkiler alemine hiç girmeyeceğim. Onların canlı olduğunu bilen ya da düşünmüş olan insanların varlığından bile emin değilim. Kendi aramızdakiler ise tam bir absürt komedi. Engizisyon mahkemeleri, cadı avları, dini savaşlar, para savaşları, hırsızlıklar, yalanlar, ihanetler bla bla bla böyle sonsuza kadar gider. Uzun lafın kısası, yapabileceğimiz en iyi hareket kendi soyumuzu yok etmek olur. Ama bencillik yine kazanacaktır maalesef. Katliam yapasım var, ama yapamıyorum... https://i.hizliresim.com/pnpyXz.jpg https://i.hizliresim.com/0zov1D.jpg Anarşist lobisinden sevgilerle, https://i.hizliresim.com/nl3zll.jpg Kitabın bana yazdırdıkları bu kadardı. Düşündürdükleri ise ... İncelemenin kitap ile Arthur amcamın hakkındaki yorumumla bitireceğim. Bir de alıntı yazacağım. Görüş, dilek ve şikayetleriniz için yorum bırakabilir veya mesaj atabilirsiniz. Şaka maka okudunuz ha. Helal olsun! İnş sevmişsinizdir. :) 1-) Arthur amcam, kitapta insanı ve davranışlarını çok iyi bir şekilde incelemiş. Madalyonun iki yüzü olayını zirveye taşımış. Karanlık ile aydınlık yüzleri sırt sırta iken, onları yan yan getirip birbirilerine karıştırmış. Bu karıştırma yoluyla ikisinin birlikteliğini, ayrı ayrı işleyişi ve birbirlerine olan etkilerini çok ince bir şekilde göstermiş. Zıt kavramların yakınlığı ve varlığı sayesinde anlayışı da kolaylaştırıyor. Bence olağanüstü sayılabilecek başarılı bir anlatımdı. 2-) Felsefenin en büyük sorununun da ortadan kaldırmış. Kitapta geçen her düşünce ve/veya yorumu günlük hayatta kullanabilirsiniz. Günlük hayatımızda insanın dahil olduğu her durum ve/veya direkt insan yorumlama konusunda kullanabilirsiniz. Buna kendimiz de dahildir. Olağan düşünme süreçlerimize ve yorumlama şeklimizin iyileşmesine yardımcı olabilecek çok düşünce var. Tam olarak bu sebeple herkesin okumasını isterdim. En azından kendi ülkemdeki herkesin. Veya sadece bu sitedeki insanların. Belki sadece çevremdekilerin. Ya da sadece en yakınımın. Hayır, hayır! Sadece bir kişi bile olsa okusun isterim. Elimde olsa ya da M.E.B. başkanı olsaydım eğer; lise 1'den üniveriste bitene kadar her yıl en az bir kez olmak üzere her öğrenciye okumayı zorunlu kılardım. Çünkü okuduğum en sade ve basit, ama en dolu kitaptı. "Burada yazdıklarımı dikkatlice okuyanlar, benim etiğinin bütünlüğünü ve sonucunu görebilecekleri. Her ne kadar, bazıları fikirlerini yadsınamayacak dahi olsalar, onlar da zamanla haklı olduğumu anlayacaklardır. Çünkü hakikat, doğa ile özdeştir. Hakikat doğayı, doğa da hakikati gösterir. İnsanların benim fikirlerimi yadsımak için kendi kendilerine savaş vermeleri manasızdır. Bu sessiz protesto ilelebet sonuçsuz kalacaktır." Çok güzel dememiş mi? Sırf bu alıntı bile onu, insanlar arasında yüce bir noktaya taşır. Seviyorum seni Arthur amcacım. İSTEK: Buraya kadar okuyanlara öncelikle teşekkür ederim. Sizden absürt bir isteğim olacak. Bu incelemedeki her şeyin, benim sanrım olduğunu düşünün. Sonra size başkaları tarafından öğretilmiş veya size benimsetilmiş her şeyin, insanlığın sanrısı olduğunu düşünün. Son olarak da sizin düşündüğünüz ve keşfettiğiniz her gerçekliğin, sizin sanrınız olduğunu düşünün. Çıkan sonuçla da ne yaparsanız yapın. Ben gidip bir sigara yakacağım. Hadi eyvallah! (Quidam)

Kitabın Yazarı Arthur Schopenhauer Kimdir?

Arthur Schopenhauer (d. 22 Şubat 1788, Danzig - 21 Eylül 1860, Frankfurt), Alman filozof, yazar ve eğitmendir. Aynı zamanda Immanuel Kant'ın en çok değer verdiği öğrencisiydi. Schopenhauer, Alman felsefe dünyasındaki ilklerdendir ve dünyanın anlaşılmaz, akılsız prensipler üzerine kurulu nedenselliklerinin olduğunu söyleyerek dikkatleri çekmiştir.Ayrıca Schopenhauer, Nietzsche'nin ilk akıl hocasıdır.

Arthur Schopenhauer Kitapları - Eserleri

  • Bilmek ve İstemek
  • Düşüncenin Çağrısı
  • Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar
  • İnsan Doğası Üzerine
  • Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine
  • Bilim ve Bilgelik

  • Felsefe Tarihinden Kesitler
  • Hayatın Anlamı
  • Aşkın Metafiziği
  • Fikirlerin Bilgisi Üzerine
  • Eristik Diyalektik
  • Akıl Sağlığı
  • Ölümün Anlamı

  • Din Üzerine
  • İdeal ve Gerçek
  • Seçkinlik ve Sıradanlık Üzerine
  • Güzelin Metafiziği
  • Okumaya ve Okumuşlara Dair
  • Ölüm ve İçsel Doğamızın Yok Edilemezliği ile Olan İlişkisi
  • İstencin Özgürlüğü Üzerine

  • Merhamet
  • Üniversiteler ve Felsefe
  • Hiçliğin Mutlu Sessizliği - Aforizmalar
  • Arthur Schopenhauer - Bir Filozofun Huzurunda
  • Hukuk, Ahlak ve Siyaset Üzerine
  • Hayatın Bilgeliği
  • İsteme ve Tasarım Olarak Dünya

  • Okumak Yazmak ve Düşünmek Üzerine
  • Akıl Zayıflığı
  • Varolmanın Acısı
  • Aşk ve Cinnet
  • Mantıksal Düşünce Doktrini
  • Edebiyat Dersleri
  • Parerga ile Paralipomena

  • Arthur Schopenhauer - Toplu Eserler 2
  • Arthur Schopenhauer - Toplu Eserler 1
  • Kişilik Oluşumu ve Sorunları
  • Yaşamın Bilgece Deneyimleri
  • Aforizmalar
  • Ruh Görme Üzerine
  • Dünyanın Istırabı Üzerine

  • İrade Felsefesi
  • Mutlu Olma Sanatı
  • Kötümserlik Üzerine
  • Fikir Mimarları Dizisi 19
  • On Women
  • Müxtəlif Predmetlər Haqqında Düşüncələr
  • The Horrors and Absurdities of Religion

  • Yeterli Temel İlkesinin Dörtlü Kökü Üzerine
  • Studies in Pessimism
  • Parerga ve Paralipomena 2
  • Seçme Yazılar
  • Mutluluk Kendi Kendine Yetenlerindir
  • Düşünceler
  • Kadınlar ve Diğer Konular

  • The Art of Literature
  • Aklın Yolu
  • Writings Of Schopenhauer On Various Themes, Vol. 1
  • Aşkın Metafiziği
  • Həyat Müdrikliyi Aforizmləri
  • Cinsel Aşkın Metafiziği
  • Metafizik İhtiyacı

  • Doğadaki İsteme Üzerine
  • Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar
  • Kant Felsefesi Eleştirisi

Arthur Schopenhauer Alıntıları - Sözleri

  • les grandes pensées viennent du coeur* Büyük düşünceler kalpten gelir. (Dünyanın Istırabı Üzerine)
  • “Her şeyin niçin olduğunun bir temeli vardır.” (Yeterli Temel İlkesinin Dörtlü Kökü Üzerine)
  • Güzelin nadiren yararlı olanla birleştiğini görürüz. Uzun ve narin ağaçlar meyve vermez, meyve ağaçları ufak tefek, bodur ve çirkindir... En güzel binalar, kullanışlı, işe yarar binalar değildir; bir tapınak barınacak bir mesken değildir. (Seçkinlik ve Sıradanlık Üzerine)
  • Hafıza düşünülmüş bir şeyi düşünür. (Düşüncenin Çağrısı)
  • Okumaksızın geçen boş zaman bir tür ölüm, insanın canlı canlı gömülmesidir(Seneca, 82) (Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine)
  • Bir düşüncenin esas yaşamı sadece kelimelerin sınır noktasına varıncaya kadar sürer. Orada taşa dönüşür, donakalır ve hayatı sona erer, fakat hayvan ve bitki fosilleri gibi ölümsüzdürler. Geçirdikleri kısa yaşamları bir kristalin kesilme anına benzer. Çünkü düşüncemiz kelimeleri bulduğu andan itibaren içtenliğini kaybettiği gibi ciddi olmaktan da çıkar. Başkaları için varolmaya başladığı andan itibaren içimizde yaşamaya devam etmesi son bulur, tıpkı bir bebeğin annesinden kopup kendi benliğine adım atmaya başlaması gibi. Şairin de dediği gibi: "Beni itirazla şaşırtmayın! İnsan konuşmaya başladığı anda yanılmaya da başlar." (Edebiyat Dersleri)

  • Dünya cehennemin ta kendisidir ve insanlar da bir yandan zulüm gören ruhlar, öte yandan cehennemdeki şeytanlardır (Dünyanın Istırabı Üzerine)
  • Dar kafalılık ve ahmaklık her zaman ve her yerde, bütün durum ve koşullarda, anlayıştan, zekâdan ve yetenekten nefret ettiği kadar şu dünyada başka hiçbir şeyden böylesine içten ve yürekten nefret etmez. (Üniversiteler ve Felsefe)
  • Kendisinin görgül karakterine dair edindiği kesin bilgi kişiye edinilmiş karakter denilen şeyi sağlar. O kişi iyi ya da kötü kendi özelliklerini ve bu yüzden kendisine ne için inanıp inanamayacağı ya da kendisinden ne beklenip beklenemeyeceğini kesinlikle bilir. Görgül karakteri sayesinde önceden sadece doğallıkla oynadığı rolünü artık artistik ve yöntemli bir şekilde ciddiyet ve kayrayla, söylendiği gibi karakterine hiç vefasızlık etmeden oynar. Kişi ne zaman karakterine sadık kalmazsa kendisi hakkında yanılır. (İstencin Özgürlüğü Üzerine)
  • Doyum dilenciye atılan sadaka gibidir, sadaka onu bugün canlı tutar, böylece onun sefaleti yarına uzatılabilir. (İsteme ve Tasarım Olarak Dünya)
  • “Yaptığımız her eylemde ilk önce “İnsanlar ne der?” diye düşünmekteyiz. Hayat sıkıntılarının neredeyse yarısı sırf bu yüzden oluşmaktadır.” (Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar)
  • Keder içerisinde neşe, neşe içerisinde keder. (Seçkinlik ve Sıradanlık Üzerine)
  • Hayat. hayat ismiyle anılır, ama gerçekte ölümdür o. (Hayatın Anlamı)

  • Voltaire “Saadet sadece bir rüyadan ibarettir.” der ve ekler:Sinekler örümcekler tarafından,insanlarsa acılar tarafından yenilmek üzere vardırlar. (Merhamet)
  • Kavrayışı bir suç, doğumu bir ceza, yaşamı bir iş ve ölümü de bir gereklilik olan bir insan, kendi­siyle nasıl gurur duyabilir ki? (İnsan Doğası Üzerine)
  • Çünkü her nesne gölge verir; her cisim kesinlikle özgül ağırlığına karşılık gelen bir ağırlıkla düşer... (Ruh Görme Üzerine)
  • Hayal gücü mahsulü olan her eser işkenceler içerisindeki insan yüreğinin kasılmalarını ve çırpınmalarını seyrettiğimiz bir gösteri kutusudur. (Hayatın Anlamı)
  • Zihinsel bir uğraşı içermeyen boş zaman ölümdür ve diri diri gömülmektir." (Aforizmalar)
  • Felsefe, sığınılacak bir limandan çok çıkılan bir yolculuğa benzer. (Yeterli Temel İlkesinin Dörtlü Kökü Üzerine)
  • Bu sıkılma hali varoluşun kendi içinde değersiz olduğunun dolaysız bir kanıtıdır, çünkü sıkılma hali varoluşun boşluğunu algılamaktan başka bir şey değildir. (Dünyanın Istırabı Üzerine)

Yorum Yaz