Metafiziğe Giriş - Ahmet Cevizci Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Metafiziğe Giriş kimin eseri? Metafiziğe Giriş kitabının yazarı kimdir? Metafiziğe Giriş konusu ve anafikri nedir? Metafiziğe Giriş kitabı ne anlatıyor? Metafiziğe Giriş PDF indirme linki var mı? Metafiziğe Giriş kitabının yazarı Ahmet Cevizci kimdir? İşte Metafiziğe Giriş kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Ahmet Cevizci
Yayın Evi: Say Yayınları
İSBN: 9786050205411
Sayfa Sayısı: 400
Metafiziğe Giriş Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Ahmet Cevizci'nin farklı kaynaklardan derleyerek oluşturduğu bu eser, felsefenin en temel disiplini olsa da nedense çok fazla anlaşılamayan metafiziğin doğasını, kapsamını, tanımlamalarını, öne sürdüğü problemleri ve yöntemlerini derinlemesine inceleyen bir kaynak.
"Metafizik nedir?" sorusuna kapsamlı cevaplar sunan ilk bölümün ardından, ikinci bölümde metafizik tarihsel olarak ele alınıp Heraklitos, Platon, Descartes, Spinoza, Leibniz gibi isimlerin düşünceleri tartışılıyor. Son bölümde ise iki bin beş yüz yıllık düşünce tarihinde önde gelen filozofların ana eserlerinden önemli pasajlar sunuluyor.
Metafiziğe Giriş Alıntıları - Sözleri
- Tümeller kavgası, gerçekte oldukça karmaşık bir ihtilâftı. Onda en azından oldukça farklı iki husus içerilir. Bunlardan ilki, yüklemlerin gönderimde bulundukları şeye, bu her ne ise, izafe edilecek statünün ne olduğu konusuydu; bu soru, tam tamına, söz gelimi geometriciler üçgenin veya çemberin özelliklerini tartıştıkları için, acil bir soru gibi görünmekteydi. Üçgen ve çember neydi ve neredeydi? Gerçekte, Aristoteles’in kategoriler öğretisi daha önce, bir yüklemin varlığının, birinci dereceden tözlerin varlığından zorunlulukla farklı olduğunu göstermişti; çember, şu insanın ya da şu atın varolduğu gibi, varolmuyordu ve varola- mazdı. Aristoteles tümeller kavgasında bir realist diye betimlendiği zaman, betim oldukça yanıltıcı olur. O, bir anlamda tümellerin hiçbir biçimde gerçek olmadığına inanıyordu; bununla birlikte, tümellerin, başka bir anlamda, varolduğuna inanmaktaydı ki, buradan da ikinci husus doğar. Tümellerin gerçekliğini yadsımış olan bazı insanlar tüm sınıflamaların yapay olduğunu söylemek istediler; insanların şeylere ilişkin olarak getirdikleri betimler, neyin gerçekten varolduğuna olduğu kadar, kişisel ilgi lerine veya çıkarlarına bağlıydı. Aristoteles, bunun tersine, bir doğal türler öğretisine inanıyordu; o her tikel atm, dünyanın, soyut olsa bile, gerçek bir bileşeni olan at formunu veya atm nesnel özünü cisimleştirdiğini düşündü. Sınıflamanın ne ölçüde yapay olduğu sorusu, açıktır ki, tümellerin statüsünün ne olduğu sorusundan bâriz bir biçimde farklılık gösterir; ikinci problem, sadece özel isimlerin ve bireyleştirici deyimlerin gönderimleri olduğunu, buna karşın cins isimlerin gönderimlerinin olmadığını söyleyen modem filozofların yaptıkları gibi, bir kenara atılsa bile, çözümlenmeyi bekler. Bununla birlikte, bu farklılıklar ne Ortaçağda ve ne de, problemin bütünlüğü içinde Thomas Hobbes ve John Locke gibi filozoflar tarafından ayrıntılı olarak tartışıl dığı, 17. yüzyıl boyunca açıkça farkedildi.
- Tanrı bir genel yasalar kümesini emrettikten sonra, insanların belli birtakım fiziki olayların ortaya çıktığı her seferinde, belirli birtakım tatları deneyimlemelerine neden olur ve bu, diğer duyu deneyimleri için de geçerlidir. (Bu, Malebranche için aynı zamanda Tanrı'nın kötülük ve acıya neden izin verdiğinin bir açıklaması olup çıkar. Tanrı her zaman genel yasalara göre hareket eder, öyle ki insanlar belirli birtakım arzulara sahip olduklarında, cinayetler ortaya çıkar. Belirli fiziki eylemler söz konusu olduğunda, bizler birtakım acıları deneyimleriz. Salt insanları mutlu etmek için sistemi sürekli olarak değiştirmek yerine, genel yasalara uygun eylemesi, Tanrı'nın yetkinliğine çok daha uygun düşer.)
- Birçok metafizikçi, ne mekânın ne de zamanın nihaî olarak gerçek olabileceğini öne sürmüştür. Zamansal ve mekânsal yüklemler sadece görünüşlere uygulanabilir; gerçeklik, ya da gerçek olan zamanın başından sonuna devam etmez, o mekânın koşullarına da tâbi değildir. Bu görüşlerin kökleri Platon’da ve onun da ötesinde Elealı filozoflar Parmenides ve, hareketle ilgili birtakım paradoksların sahibi olan Zenon’da bulunmak durumundadır. Platon İdeaları, gerçek mekânları hiçbir yerde olmayan ezelî-ebedî nesneler olarak tasarlamıştı. Aym şekilde, Hıristiyanlık da, Tanrı’yı ezelî-ebedî olarak varolan ve evrenin her parçasında mevcut olan olarak düşündü. Tanrı zaman ve mekân içinde olmayıp, zaman ve mekânın kaynağıydı. Zaman ve mekân içinde yer alan her ne ise, onlarla sınırlanmış olur, çünkü bir mekân başka bir mekânı dışta bırakır ve bir arada varolan hiçbir iki zaman yoktur. Oysa, Tanrı tanım gereği sonsuz bir varlıktır ve dolayısıyla da, zamandışında ve mekândan ayrı olarak varolmalıdır.
- Ara nedenci teori pek makul görünmese de, savunucuları onun bu dünyada vuku bulan olayları incelemek suretiyle asla çürütülemeyeceği olgusunun altını özellikle çizmişlerdir.
- Bradley, Principles of Logic [Mantık İlkeleri] (1883) adlı eserinde tikelleri tümellerin anlık özellenmeleri olarak ele alır ve onlan içsel çeşitliliğe sahip, varlığını sürdüre- gelenler olarak bireylerle karşı karşıya getirir. Bir bireyin kim - liği sadece teşhis edilmekle kalmayıp, her seferinde yani baştan belirlenebilir; o zaman boyunca varolduğu için, tarihinin farklı dönemlerinde bağdaşmaz niteliklere sahip olabilir. Ama, bir ti - kel bir niteliğin bir özetlemesinden başka hiçbir şey değildir, ve böyle olduğu için de, bir şey olmak durumundaysa eğer, söz konusu niteliğe sahip olmalıdır. Aynı şekilde, bir tikelle bir kez karşılaşılabilinir, fakat bir daha karşılaşılmaz; o zaman geçtikçe, varlıktan çıkan ve ona benzeyen, ama literal olarak onunla özdeş olmayan başka bir tikelle yer değiştirir.
- Strawson şeyler gibi kişilerin de gerçek varolanlar olduklarını kabul etti, ama bir yandan da gerçekliğin başka hiçbir şeyden değil, fakat salt zihinlerden oluşabileceği hipotezinin pek de savunulabilir olmadığını öne sürdü. Zihinler kişilerin bir yönlerinden daha fazla bir şey değildirler, ve kişilerin zihinleri kadar, cisimleri de vardır. Strawson cisimleşmemiş varoluşun mantıksal olarak mümkün olduğunu kabul etti, fakat böylesi bir varoluşun, cisimleşmiş varoluşun herkese açık ortak bir dünyadaki bekâsına benzer bir anlam ifade etmeyeceğini savundu.
Metafiziğe Giriş İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Metafiziğe Giriş PDF indirme linki var mı?
Ahmet Cevizci - Metafiziğe Giriş kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Metafiziğe Giriş PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Ahmet Cevizci Kimdir?
Felsefeci, akademisyen, felsefe profesörü (D. 1959, Bursa – Ö. 2014, Bursa). İlk ve ortaöğrenimini Bursa’da tamamladıktan sonra, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümünden (1982) mezun oldu. Aynı fakültede, 1984 yılında yüksek lisans, 1992 yılında da doktora derecesini aldı. Fransız hükümetinden kazandığı bir bursla 1989-91 yılları arasında Sorbonne Üniversitesinde doktora düzeyinde araştırmalar yaptı. 1996 yılında doçent oldu. Uzmanlık alanı İlkçağ Felsefesi, özellikle de Platon’dur. Aynı zamanda bilgi felsefesiyle ilgilendi. Avrupalı düşünürlerle Müslüman düşünürleri kronolojik sıraya göre tanıttığı felsefe tarihi ile ilgili eserleri ülkemizde bu konuda yapılan en kapsamlı çalışmalardan oldu.
Uludağ Üniversitesi Fen- Edebiyat Fakültesi Felsefe Tarihi Anabilim Dalı Başkanı olarak görev yaparken odasında geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını yitirdi.
ESERLERİ (Felsefe):
Felsefe Tarihi I-İlkçağ Felsefesi Tarihi (1998),
Felsefe Terimleri Sözlüğü (1999),
Paradigma Felsefe Sözlüğü (4. bas., 2000),
Metafiziğe Giriş (Çeviri, 2001),
Etiğe Giriş (2002),
Felsefe Tarihi II-Ortaçağ Felsefesi Tarihi (2. bas., 2001),
Felsefe Tarihi III-On Yedinci Yüzyıl Felsefesi Tarihi (2001),
Felsefe Tarihi IV-Aydınlanma Felsefesi Tarihi (2002),
Felsefe Tarihi V-Ondokuzuncu Yüzyıl Felsefesi Tarihi.
Ahmet Cevizci Kitapları - Eserleri
- Felsefeye Giriş
- Felsefe Tarihi
- Felsefenin Kısa Tarihi
- İlkçağ Felsefesi
- Eğitim Felsefesi
- Felsefe Sözlüğü
- Bilgi Felsefesi
- Etik Ahlak Felsefesi
- Sokrates
- Ortaçağ Felsefesi Tarihi
- Ortaçağ Felsefesi
- Metafiziğe Giriş
- Aydınlanma Felsefesi
- İlk Çağ Felsefesi Tarihi
- Uygulamalı Etik
- 17. Yüzyıl Felsefesi
- Platon
- Onyedinci Yüzyıl Felsefesi Tarihi
- Paradigma Felsefe Sözlüğü
- İdealar Kuramı
- Felsefe Tarihine Giriş
- Felsefe
- Felsefe
- Fikir Mimarları-8 Sokrates
- Say Büyük Felsefe Sözlüğü
- Etiğe Giriş
- Paradigma Felsefe Sözlüğü
- Bir Bakışta Felsefe
- Eğitim Sözlüğü
Ahmet Cevizci Alıntıları - Sözleri
- Sofistler, MÖ 5. yüzyılın ünlü physis-nomos veya doğa-uzlaşım karşıtlığında çok büyük ölçüde nomos'un savunucusu olmuşlardır. Buna göre, onlar Tanrıların phusis'te ya da gerçeklikte mi, yoksa nomos yoluyla mı var oldukları konusunda, Tanrıların bir uzlaşım eseri olarak var olduklarını söylemişlerdir. İnsan ırkı arasındaki bölünmelerin doğadan mı geldiği, yoksa nomosla ilgili bir mesele mi olduğu söz konusu olduğunda, Sofistler yine insanlar arasındaki bölünmelerin doğal olmadığını iddia etmişlerdir. Eşitlik meselesinde ya da bir insanın başka insanları (kölelik) veya bir milletin başka milletleri yönetmesinin (imparatorluk) doğal ve kaçınılmaz mı yoksa nomos'un sonucu mu olduğu konusunda , Sofistler tavırlarını yine nomostan yana koymuşlardır. Onların bu yaklaşımlarının politik örgütlenme ve hukuk veya siyaset felsefesi alanındaki karşılığı uzlaşımcılık olmak durumundadır. Sofistlere göre, toplum temelini bir sözleşmeden, bireylerin ortak iradelerinden alır. Başka bir deyişle, insanların kendilerini vahşi yaratıklardan korumak, tek başlarına karşılayamadıkları ihtiyaçlarını karşılayıp, daha iyi bir yaşam düzeyine ulaşmak için, topluluklar halinde bir araya gelmek zorunda kaldıklarını söyleyen Sofistler, yasaların tanrısal bir kökeni olmadığını, insan elinden çıkma ürünler olduğunu iddia etmişlerdir. Buna göre, yasalar ya sayıca çok olan zayıfları kontrol altında tutmak için güçlüler ya da güçlüleri kontrol altında tutmak için zayıflar tarafından yapılır. Yasalardan başka, ahlaki öğütler ve ahlak da, doğal ya da tanrısal kökenli olmayıp, insan eseridir. Sofistlere göre, insanların, toplum oluşuncaya kadar, ne ahlakları, ne ahlaki ölçütleri, ne de yasaları olmuştu; bununla birlikte, orman yasaları egemen olursa, toplum içinde yaşamanın imkansız olacağı kısa süre içinde anlaşılmış ve dolayısıyla insanlar, güçlülerin, yalnızca güçsüzlerin varlığında ve onlarla birlikte güçlü olmalarından dolayı, güçsüzlere saldırmama, tecavüz etmeme ve onları soymama sözü verdikleri yasaların zorunlu olduğunun bilincine varmışlardır. Ahlak da insan eylemlerinden doğmuş olup, insanlar tarafından kutsanır ve onaylanır. Yoksa insanlardaki temel itici güç, ben sevgisi, bencilliktir. İnsanlar doğuştan iyi ve erdemli değillerdir. İnsanlar erdemli oluyorlarsa, bu toplumsal ve entelektüel koşullanmanın ürünüdür. Erdem öğretilebilir, erdemli davranış geliştirilebilir. Bununla birlikte, Sofistler, zaman zaman uzlaşıma dayanan yasaların her zaman en iyi yasalar olmayabileceğini savunurken, zaman zaman da doğal hukukla pozitif hukuk arasındaki boşluğu daha da genişletmişler ve bu ikisinin birbirlerine karşıtmış gibi görünmelerine neden olmuşlardır. (Say Büyük Felsefe Sözlüğü)
- kavram [Os. mefhum; İng. concept; Fr. concept; Al. begriff]. Bir şeyin, bir nesnenin zihindeki ve zihne ait tasarımı; soyut düşünme faaliyetinde kullanılan ve belli bir somutluk ya da soyutluk derecesi sergileyen bir düşünce, fikir ya da ide. Soyutlama yoluyla elde edilen zihinsel tasavvur olarak kavram, ortak özellikleri paylaşan bir nesneler kompleksinin veya söz konusu nesnelerin paylaştığı ortak özellik ya da niteliklerin psikolojik ya da zihinsel tasarımına karşılık gelir. Başka bir deyişle, bir terimin anlan ve dolayısıyla düşüncenin, bir terimin konuşma ya da söylemin en küçük birimi olması gibi, en küçük ve en temel birimi olan kavram, bir sınıfın üyeleri ya da sınıfın kendisi için kullanılan isim; betimleyici bir özellik ya da bağlantıya gönderimde bulunan bir terim olmak durumundadır. Tıpkı tümce oluşturmak için terimlerin bir araya getirilmesi gibi, kavramlar da, önermeler oluşturmak ya da tam ve eksiksiz düşünceler meydana getirmek için bir araya getirilir. Bir kavram kazanmak, onu ifade eden terimin anlamını öğrenmektir. Buna göre, kavram düşünübilebilen, ve zihne bir şeyi başka bir şeyden ayırmaya olanak veren şey ya da tasanrımı, nesnelerin ya da olayların ortak özelliklerini kapsayan ve ortak bir ad altında toplayan genel tasavvuru, kendisini gösteren terimle anlatılmak istenen genel fikri, kimi sözcüklerle dile getirilen ve deneyim kökenli olduğu öne sürülen , çeşitli soyutluk diüzeylerindeki zihinsel içerikleri ifade etmektedir. Kavram, bir şeyin tekil izlenimine, o şeyin imgesine değil de, o şeyin tasarımını gösteren şeye karşılık gelir. Buna göre, insan bir şeyin tekliğini, onu başka her şeyden ayıran biricikliğini tasarlayabildikten başka, tek ve biricik olanlara ortak olan özellikler yardımıyla, aynı tek ve biricik olanlar için geçerli olan bir genellik de tasarlayabilir. Kavram denilince de anlaşılması gereken işte bu ikinci tasarımdır. Kavram, bir sözcüğe yüklenmiş, bir sözcükte toplanmış bir bilgiyi ifade eder. Buna gore, epistemolojik açıdandan kavram, işaret ettigi şey ya da nesne hakkındaki bilgimiz arttıkça, hacmi durmadan genişleyen bir depo niteliğindedir. Bu bakımdan kavram, dilde hiçbir zaman tam olarak ifadesini bulamayan bir potansiyaliteye sahiptir. Öte yandan, kavram, tek başına olduğu, yani bir önerme içerisinde özne ve yüklem olarak yer almadığı sürece, doğru ya da yanlış, olumlu ya da olumsuz olamaz. Buna göre, doğruluk ve yanlışlık, kavramların değil de, önermelerin bir özelliğidir. Kavramın tek başına yerine getireceği hiçbir işlevi yoktur; onun işlevi, ancak ve ancak önerme içerisinde belli olur. Öte yandan, bilimlerde kavram, bir teoriden daha aşağı bir soyutlama düzeyinde bulunmakla birlikte, teoriler kullanılan kavramlardan meydana geldiği için, teorinin çok temelli bir parçasını oluşturur. (Paradigma Felsefe Sözlüğü)
- Gerçek mutluluk, insan aklının maddenin egemenliğinden kurtularak, varlığa ilişkin bilgiyle ve ilahî hakikatle aydınlanmasıdır. (Felsefeye Giriş)
- "Sorgulanmamış hayat, yaşanmaya değmez." (Sokrates)
- "Eğitimin pahalı olduğunu düşünüyorsanız, cehaletin bedelini hesaplayın." (Sokrates)
- Özgürlüğün en önemli emaresi olan boş zaman yoluyla ancak insan nihai hedef olan mutluluğa erişebilir. (Eğitim Felsefesi)
- Sokrates, öyle sanılır ki, biraz da bedenin insanın hayatının verili kısmı olduğunu, dolayısıyla bedene abartılı bir özen göstermenin gerekli olmadığını, insanın tüm çabasını ruhunu ve dolayısıyla aklıyla ahlaki karakterini geliştirmek için çaba sarf etmesi gerektiğini göstermek amacıyla yaz kış ince bir entari ve çıplak ayakla dolaşmıştır. (Felsefe Tarihi)
- ...insandaki ilahi öz olan akıl, insana ruhunu maddeye olan bağımlılığından, maddeye meftunluğunun yol açtığı uyuşukluk halinden kurtulması için Yaratıcı tarafından verilmiş olan ilahi varlık ya da güçtür. ...Aksi durumda, yani ruhun akıllı parçasının akıldışı parçayı denetim altına alması yerine, akıldışı parçanın baskın çıkması durumunda, bundan Râzî’ye göre, her türlü kötülük ve erdemsizlik çıkar. Ruhu temelde mekân, madde ve zamandan oluşan bu dünyaya ait bir unsur haline getirip, bu dünyaya mahkûm eden, söz konusu kötülük ya da şeytani edimlerin başında hırs, tamah, öfke, yalan, oburluk, sarhoşluk, cinsel dürtü, dünyevi şeref düşkünlüğü ve ölüm korkusu gelmektedir. (Felsefe Tarihi)
- “Nereye kadar bilebiliriz?” (Bilgi Felsefesi)
- Kötülüğün yolu yakındır kolay ulaşılır ona. İyiliğin önüne ise alınteri ve vicdanı koymuştur (Platon)
- Platon, Atinalıların çok önemli bir çoğunluğunun ruhlarına, entelektüel yetenekleri ve melekeleri önemli ölçüde dışta kalacak şekilde, iştihanın egemen olduğunu, bu yüzden onların doğru ahlaki kararlar alamadıklarını, arzularının objelerinin gerçek olduğuna inanan bu insanların yanlış hesap yaptıklarını savunur. Bununla birlikte, bu egemenliği veya zorba iktidarını ortadan kaldırıp, insanları ahlaklı ve mutlu bir hayatın yoluna sokmak mümkündür. Platon söz konusu hakimiyeti ortadan kaldırmanın, onların ruhlarında bir ahenk yaratmanın yolunun eğitimden geçtiğini düşünür. Bir diğer ifadeyle, insanların büyük bir çoğunluğu filozof olmasa da, dengeli, ölçülü, iyi düzenlenmiş bir hayat sürebilmeye muktedirdir. Bu da ancak, filozofların yönettiği adil bir politik düzende verilecek sağlam bir eğitim yoluyla olur. Çünkü bu şekilde, gereği gibi eğitildikleri takdirde, onların iştihaları hak ettikleri yerde ve düzeyde dururken, akıl yürütme güçleri doğru kanaat ve fikirlerle donatılır. Bu insanların, alacakları eğitim sayesinde ölçülülük, basiret ve psikolojik ahengin önemini görmeleri sağlandığı takdirde, onların akılları ruhlarını, tarafgir veya hizipçi bir biçimde değil de, ruhun bütünlüğünün esenliğine hizmet edecek şekilde yönetebilmeyi öğrenirler. Onların ruhsal ahengin önemine kanaat getirdikleri zaman iştihayı yerinde tutmaya ve onun ruhun diğer parçalarına tecavüz etmesini önlemeye çalışacaklardır. Onlar, iştihayı tatmin etmek için verilecek her ödülün, yapacakları her tecavüzün, işleyecekleri her suçun uzun vadede kendilerine mutsuzluk olarak döneceğini bileceklerdir. Başka bir deyişle, uzun ve kapsamlı bir eğitimin ardından insanların gerçek çıkarlarını tanıyıp öğreneceklerini savunan Platon'a göre, halka şirin görünmek veya halk dalkavukluğu yapmak yerine, bireylerin ya da uyrukların gerçek çıkarları için çalışacak yöneticilerin ilk ve en önemli görevi, moral eğitim ve doğru bir koşullama olmak durumundadır. Onlar yönettikleri insanların ruhlarını şekillendireceklerdir. Böylesi bir şekillendirme, Platon'un siyaset felsefesinde ortaya koyacağı "en iyi rejimin", ideal devletin en önemli işlevini meydana getirir. (Platon)
- Hegel'in anladığı şekliyle akıl, insana, beşeri özneye yüklenen bir yetenek değil, bir bütün olarak gerçeklik, gerçekliğin toplamıdır. (Felsefe)
- Whitehead, "benlikle ben olmayan, düşünceyle eşya arasında bir boşluk ve ayrılık bulunmadığını" öne sürer. Bunun nedeni ise dünyadaki hiçbir şeyin başka her şeyden tecrit edilmiş ya da yalıtılmış olarak var olmamasıdır. Dünyadaki her şey bir başka şeye bağlanmış olup ancak başka şeylerle olan ilişkileriyle anlaşılabilir; bundan dolayı, kendi başına var olan, statik bir varlık yoktur. Dünyada, yalnızca olaylardan meydana gelen sınırsız bir ağın varlığından söz edilebilir. Dahası, bu ağdaki her olay biriciktir ve onun kendine özgü bir yapısı vardır. Yine Whitehead'a göre, var olan her şey bir başka şeyle birlikte vardır. O, var olan her şeyin, başka şeylerin varoluşuna karşı duyarlı olduğunu söyler. Yani her varlık, başka şeylerle olan aktif ilişkilerinden meydana gelir. O, varlığın duyular aracılığıyla gerçekleşen algıda gözlemlenen nesnelerin toplamıyla sürekli bir değişme sürecinden daha fazla hiçbir şey olmadığını savunur. (Felsefe)
- “Sokrates insanları "ruhlarına özen göstermeye" çağırmıştır. (İlk Çağ Felsefesi Tarihi)
- Çünkü bir öğretmen, konusunda ne kadar bilgili olursa olsun, sahip olduğu bilgileri öğrencilerine aktarma, onu ele aldığı konularda iyi bir biçimde yetiştirme imkanından yoksun olduğu takdirde, sahip olduğu derin, uzmanlık bilgisi, hiçbir anlam ifade etmez. (Uygulamalı Etik)
- D'Alembert bunun ardından, ahlaktan ancak bir toplum içinde başkalarıyla ilişkiye girdiğimiz zaman söz edebileceğimizi, dolayısıyla ahlaki değerlerin başkalarından yalıtılmış olarak yaşayan bireyler tarafından değil de sosyal grubun davranışı yoluyla geliştirildiğini, bu yüzden ahlaklılığın hiçbir zaman kişisel bir mesele olamayacağını çok daha büyük bir kuvvetle söyler. (Felsefenin Kısa Tarihi)
- Aristoteles'te eğitim, beden eğitimiyle başlayıp müzik eğitimiyle devam eder ve bilim ya da felsefe eğitimiyle son bulur. (Eğitim Felsefesi)
- İnsanın söz konusu nedenselliğe tâbi olan bir boyutu vardır. Buna göre, bilimin, bilimsel araştırmanın konusu olan varlık olarak insan, biyolojinin ve psikolojinin yasalarına tabi olan organik bir fenomendir. O, bu haliyle hiçbir şekilde özgür değildir; fenomenal boyutuyla doğal bir varlık olarak insan doğal nedensellik yasalarına bağlı olup, kendi dışındaki nedenler tarafından belirlenir. Fakat ahlaki seçimlerin öznesi, ahlakın konusu, ahlaki değerlemenin nesnesi olarak insan, pratik aklın buyruklarına uymak ya da uymamak bakımından özgür olan numenal bir varlık, bir kendinde şeydir. îşte akıl tarafından yönetilebilme yeteneğine, dış nedenlere tâbi olan iradenin heteronomisine karşıt olarak, akla, akim buyruklarına itaat eden failin özerklik ya da otonomisine, Kant özgürlük adını verir. “Eğer bütün akıl sahibi varlıklara özgürlük yüklemek için yeterli nedenimiz yoksa/ istememize özgürlük yüklemek yetmez. Çünkü ahlaklılık, sırf akıl sahibi varlıklar olarak bizler için yasa görevi gördüğünden, bütün akıl sahibi varlıklar için de geçerli olmalıdır; ve ahlaklılığı sadece özgürlüğün özelliğinden türetmek gerektiğinden, özgürlüğü de bütün akıl sahibi varlıkların istemesinin özelliği olarak kanıtlamak gerekmektedir. Onu, insanın doğal yapışırım bazı sözüm ona deneylerinden ortaya koymak yetmez; o, genel olarak akıl sahibi ve bir istemeyle donatılmış varlıkların etkinliğine özgü bir şey olarak kanıtlanmalıdır. Şimdi diyorum ki, ancak ve ancak özgürlük idesi altında eylemde bulunabilen her varlık, tam bundan dolayı, pratik açıdan gerçekten özgürdür; yani özgürlüğü kopanlmazcasına bağlı bütün yasalar, onun için de geçerlidir. Şimdi, istemesi olan her akıl sahibi varlığa, zorunlu olarak yalnızca onun altında eylemde bulunduğu özgürlük idesini yüklememiz gerektiğini ileri sürüyorum. Çünkü böyle bir varlıkta biz, pratik olan, yani nesneleri bakımından nedenselliğe sahip olan bir akıl düşünüyoruz. Şimdi, yargılarında başka herhangi bir şey tarafından yöneltilmeyi kabul eden bir akıl düşünmek olanaksızdır; çünkü bu durumda özne, yargı gücünün belirlenmesini akima değil, dürtülerine yüklerdi. Akıl, ilkelerinin yapıcısı olarak, kendini yabana etkilemelerden bağımsız görmelidir; dolayısıyla o, pratik akıl ya da akıl sahibi bir varlığın istemesi olarak, kendisi tarafından özgür olarak görülmelidir; yani, böyle bir varlığın istemesi, ancak özgürlük idesi altında ona özgü bir isteme olabilir, bundan dolayı da pratik bakımdan bütün akıl sahibi varlıklara yüklenmelidir.” -KANT (Etik Ahlak Felsefesi)
- Çocuk ahlaklı olmaya böyle başlar; ahlaki eylemleri önce gerekçeleri bilmeden, ebeveynlerinin rehberliğiyle ve alışkanlıkla yerine getirir. Sonra hakiki gerekçeleri bilerek, neden ahlaklı olmak gerektiği sorusuna yanıt vererek ilkeli eylemlere yönelir. (Eğitim Felsefesi)
- "Şimdiye kadar tam bir yokluğun bulunduğu zamanın varlığı gibi açık bir çelişkiyi kabul edecek kadar düşüncesiz birinden söz edildiğini işitmedim. "Salt yokluğun", bütün varlıkların tam inkârının herhangi bir reel varlığı ortaya koyabileceğini düşünmek akıl almazlıkların en büyüğüdür" (Onyedinci Yüzyıl Felsefesi Tarihi)