diorex
Dedas

Milli Mücadelede İttihatçılık - Erik Jan Zürcher Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Milli Mücadelede İttihatçılık kimin eseri? Milli Mücadelede İttihatçılık kitabının yazarı kimdir? Milli Mücadelede İttihatçılık konusu ve anafikri nedir? Milli Mücadelede İttihatçılık kitabı ne anlatıyor? Milli Mücadelede İttihatçılık kitabının yazarı Erik Jan Zürcher kimdir? İşte Milli Mücadelede İttihatçılık kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 09.03.2022 10:00
Milli Mücadelede İttihatçılık - Erik Jan Zürcher Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Erik Jan Zürcher

Yayın Evi: İletişim

İSBN: 9789750501289

Sayfa Sayısı: 239

Milli Mücadelede İttihatçılık Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

İttihat ve Terakki Cemiyeti 1918'de, Birinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinin ardından kendini feshederek tarih sahnesinden çekilmişti. Peki, ülkenin on yılına damgasını vuran, açık ve gizli siyasal mücadele konusunda en tecrübeli, en örgütlü kadroları oluşturan İttihatçılar, mütareke koşullarında tamamen hareketsiz mi kalmış, hiçbir etkinlik göstermemiş miydi? Erik Jan Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık'ta, bu yöndeki resmi tarih tezinin inandırıcılığını sorguluyor, Müdafaa-ı Hukuk hareketinin oluşumunda İttihatçıların ne denli önemli bir rol oynadığını göstermeye çalışıyor. Önce milli mücadele öncesindeki tarihsel gelişmeleri inceleyen yazar, İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin yapısını ve faaliyetlerini, Mustafa Kemal Paşa ile İttihatçılar arasındaki ilişkileri ayrıntılarıyla değerlendiriyor. Kurtuluş Savaşı'nın dayandığı insan ve örgüt malzemesinin büyük ölçüde İttihatçılardan oluştuğunu savunan Zürcher, başta Enver Paşa olmak üzere İttihatçıların milli hareketin kontrolünü ele geçirmek için hangi fırsatları kullanmaya çalıştıkları ve bu tehlikenin nasıl bertaraf edildiği üzerinde duruyor. Bazı İttihatçıların zaferin devam etmeye çalıştıklarına dikkat çekilen eserde, son olarak Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın yürüttüğü muhalefet mücadelesinin ve 1926 İzmir suikasti davalarının ne anlama geldiği araştırılıyor. Türkiye'nin yakın tarihini yeni bir yaklaşımla ele alan Milli Mücadelede İttihatçılık ayrıca, gerek Türkiyeli gerekse yabancı yazarların bu döneme bakışının eleştirel bir değerlendirmesini yaparak tarihyazımını hangi faktörlerin belirlediğini irdeliyor.

Milli Mücadelede İttihatçılık Alıntıları - Sözleri

  • Ne olursu olsun, ITC yönetimi (ve Dünya Savaşı) ile ulusal direniş hareketinin başlaması arasında net bir zaman boşluğu yoktur. Bu sonuç bizi başka bir sonuca götürür: Direniş hareketini başlatanın, 1919'da İzmir'in Yunanlılarca işgali olduğu doğru değildir. İzmir’in işgalinin önemi, zaten direnişi örgütlemekte olan grupların, bu işgalle (bir büyük Ermenistan’ tehdidinin katalizör etkisi yaptığı) doğuda olduğu kadar etkili olarak, ülkenin batısında ve başkentte de kamuoyunun harekete geçirilmesini mümkün kılmış olmasıdır.
  • Enver, Niyazi ve Eyüp Sabri hürriyet kahramanları olarak tanınırken, Mustafa Kemal zafere ulaşan İTC’nin üyesi olan çok sayıda subaydan biri olarak arka planda kaldı.
  • Batı modellerine dayanan bütün ıslahatlar, esas olarak bir Ortaçağ sistemi olan şeriatın sağlayamayacağı yeni bir hukuk sistemini gerekli kılıyordu. Bundan dolayı, Tanzimat dönemi devlet adamları şeriatın dışında kanunlar getirdiler. (...) Böylece, ilk defa, kamu hayatının belirli alanları resmen şeriatın ve ulemanın yetki alanı dışında bırakılmış ve devletin laikleştirilmesi yolundaki ilk adımlar atılmış oluyordu.
  • Mustafa Kemal, 1917’de Karlsbad’da tedavi edilirken kaleme aldığı ve şu anda Türk Tarih Kurumunun elinde bulunan birkaç not bir yana bırakılırsa, gerçek anlamda anılar yazmamıştır. Özel mektuplarından pek azı günümüze kadar gelmiştir.
  • Enver, Mustafa Kemal ile aynı yaştaydı ama okuldan iki yıl önce mezun olduğu için rütbesi daha yüksekti, cemiyet onu hürriyet kahramanı olarak görüyordu.
  • Benim naçiz vücudum bir gün elbette toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır ve Türk Milleti emniyet ve saadetini zamin prensiplerle medeniyet yolunda tereddütsüz yürüyecektir.
  • 1926 siyasal davalarından bir yıl sonra, Mustafa Kemal, 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında Cumhuriyet Halk Fırkası kongresinde ünlü nutkunu okudu. Bu Nutuk, Türk cumhuriyet tarihçilerinin en çok dayandıkları kaynaktır. Batılı tarih yazımı da bu eseri en önemli bir kaynak olarak kabul etmektedir. 1919-1926 yılları arasındaki Türk tarihinin ve özellikle Mustafa Kemal’in rolünün betimlenmesi olarak okunup kullanılmasına rağmen, bu yapıtın gerçek niteliği başkadır. Bağımsızlık mücadelesinin öyküsü, Mustafa Kemal’ce, direniş hareketinin öteki liderlerinin hareketlerini eleştirmek için bir arka plan olarak kullanılmıştır (Rauf, Refet, Ali Fuat, Cafer Tayyar, Kâzım Karabekir, Kara Vasıf, Bekir Sami, Ali İhsan, Nurettin, Hüseyin Avni, Celâlettin Arif eleştiri hedefleridir) ve Nutuk’un yaklaşık (basımına göre) yüz sayfası, bütünüyle, Lozan Antlaşmasından sonra hareket içindeki ayrılığa - ki bu, özellikle Rauf’un hazırladığı bir komplo olarak gösterilmektedir - hasredilmiştir. Bütün bu eleştiri hedefi kişiler temizlik hareketine tâbi tutulduktan yalnızca bir yıl sonra Nutuk’un okunduğu da göz önüne alındığında, eserin onlara 1926’da gösterilen tutumun haklı gösterilmesi için yazıldığı açıkça ortaya çıkmaktadır. İşin garibi, Nutuk’u kaynak olarak kullanan tarihçi ve biyografi yazarlarının hiçbiri Nutuk’un bu niteliğinin farkında değildir.
  • Büyük Britanya kralı ile çarın Reval'deki görüşmelerinde (8-10 Haziran 1908) Osmanlı İmparatorluğu'nun paylaşılması konusunda bir anlaşmaya vardıkları söylentisinin Selânik'e ulaşmasıyla başladı. İmparatorlukta anayasal parlamenter bir rejimin yabancı müdahalesini önleyeceğine inanan İTC liderleri harekete geçmeye karar verdiler. Birçok subay padişaha karşı isyan edip birlikleriyle birlikte dağlara çıktı: Önce Binbaşı Resneli Ahmet Niyazi Resne'de (3 Temmuz'da), 4 gün sonra Tikveş'te Enver ve 20 Temmuz'da Ohri'de Eyüp Sabri (Akgöl) (18761950). Küçük rütbeli başka subaylar da dağa çıktı. Niyazi'ye harekete geçmesini emreden cemiyet onun başarılı olmasını bekledikten sonra ilk bildirisini Manastır'da 6 Temmuz'da yayınladı. Bundan sonra olaylar hızla gelişti. Padişahın, isyanı bastırmak için bölgeye gönderdiği birçok subay öldürüldü, İzmir'den gönderilen birlik ayaklanmacılara katıldı ve cemiyet 23 Temmuz'da bazı Makedonya kasabalarında meşrutiyeti ilan etti. Sultan Abdülhamit bir oldubittiyle karşı karşıya olduğunu görerek 23/24 Temmuz gecesi, sanki hür iradesiyle karar veriyormuş gibi meşrutiyeti ilan etti.
  • Biyografi yazarları ve tarihçiler, Mustafa Kemal'in kariyerini Enver'in kariyeriyle karşılaştırıp, birincinin son derece yavaş ilerlediğini yazarken, Enver'in kariyerinin kural değil bir istisna olduğunu hesaba katmıyorlar. Burada komplolar aramaya hiç gerek yoktur. Mustafa Kemal'in İttihatçı dönemdeki kariyeri, kuşağının öteki başarılı subaylarının kariyerlerinden hiç de farklı değildir. Enver'in 1913'ten sonraki kariyeri ise İttihat Terakki Cemiyeti içindeki en güçlü askerî lider olmasının özelliklerini yansıtır.

Milli Mücadelede İttihatçılık İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Gücün Tarihi: Bu kitabı niçin okuma listeme aldığımı pek hatırlamıyorum. Tarih okumalarına uzak kalmama rağmen bu kitabı listeme almama eminim kıymet verdiğim bir şahsiyet sebep olmuştur. (Bunları yazdıktan sonra kitap için aldığım notu gördüm: 'İsmail Kara hocanın tavsiyesi' yazmışım.) İTC nasıl kuruldu, kurucularının kimler olduğu, birleştiği irtibat kurduğu cemiyetler, Osmanlı Hükümetine Tesiri, faaliyetleri, Atatürk'ün bu cemiyetle ilişkisi, İTC'nin Milli Mücadele dönemindeki rolü ve Cumhuriyet sonrası etkileri gibi konular üzerinde duruyor. Son olarak İzmir suikastı ve sonrasında yaşananları anlatıyor. Kitabın ana teması adından anlaşılacağı gibi İttihat ve Terakki Cemiyeti. Kitabın ana iddiası ise 'resmi tarih' yazımın ortodoks bir karakterde olduğu iddiasıdır. Yazarın ana iddiası olarak gördüğüm ortodoks tarih anlayışı iddiasını delillendirdiğini ve inandırıcı olduğu kanaatindeyim. Bu kitaba bir reddiye yazıldı mı bilmiyorum. Tek parti hükümeti ülke idaresini kimseyle paylaşmak istememiş ama keşke bununla kalsaydı. Bunun için bir çok insanı vatan haini ilan etmesini, gözünü kırpmadan harcamasını acımasız buluyorum. İnsanlar kendilerinde bir kıymet varsa onu ortaya çıkarmak için güzel yollar bulmak yerine başkalarını kötüleme yok etme yollarını niçin tercih ederler ki? Özelikle İzmir Suikasti Cumhuriyet Tarihinin özeti gibi. Bir çok gruba ilham olmuş diyebiliriz! Nasıl olsa kurunun yanında yaşın yanması üzerinden hadiselerin, infazların normalleştirilmesi atasözü! de var. Düşünün CHP ile aynı görüşlere sahip değilsiniz. Bu yüzden resmiyetle bir parti kuruyorsunuz. Sonra İzmirde bir suikast oluyor. Ve sizin partiniz bu suikastle ve İTC ile ilişkilendiriliyor (bu arada ilşkilendirenler de İTC'li oluyor). Ve bu partinin üyesi olduğunuz için Cumhuriyete Vatana ihanetten infazınız isteniyor. Ne kadar tanıdık bir olay değil mi? Kemalistlerin bu günlerde kanayan yarası olan bir olay. Fakat vakti zamanında 'daha ağır bir şekilde' bu yarayı onlar başkalarında açmışlar fakat bunu görmek işlerine gelmiyor. Bu noktada şunu sormak istiyorum: İstiklâl Mahkemelerinin o dönemde infaz ettiği kişiler AİHM de yargılansa idi hangi cezaları alırlardı? Bugün AİHM diye ağlayan kişiler o insanlar için de aynı empatiyi kurabilirler mi? Yazarın kişisel diyebileceğim bir kaç yorumu var ama çok göze batacak şeyler olduğunu düşünmüyorum. Diğer yorumlarının verdiği bilgilerle orantılı olduğu için kişisel yorumdan ziyade eldeki verilere göre objektif yorumlar olduğunu söyleyebilirim. İyi okumalar arkadaşlar. (Oldi)

Birinci Dünya Savaşı'ndan itibaren cumhuriyetin kuruluşu ve hatta sonrasını anlatan eserler için "ortodoks tarih", "resmi tarihyazımı" gibi nitelemeler kullanmış ve hatta yerli ve yabancı bir çok yazarı, nutuk ve Atatürk'ün anılarını başat kaynak olarak eserlerini yazdıkları için de eleştirir. Bu eleştirisinde haksız olduğu kanısındayım. Nihayetinde kendisi de bu kitabını kaleme alırken sadece resmi tarihyazımı ile değil, birbiri ile de çelişen biyografileri temel almıştır. Sadece benim değil kendisinin iddiası da biyografilere dayandığı yönünde. Konu hakkındaki Türk resmi devlet belgelerine ulaşamadığından da yakınır. Burada ilk nokta; biyografi ve anı sahiplerinin olaylara hangi bakış açısı ile yaklaştığını sormanın yanısıra, söz konusu biyografilere ve anılara ne derece güvenilir kaynak olarak bakılabilir? Bunu da sormak gerekir. Ortada büyük bir mücadele ve büyük bir zafer vardır. Bunu herkes sahiplenmek ister ve doğal olarak zaferde kendi rolünün çok büyük ağırlığı olduğunu iddia edebilir. Milli mücadeleyi tek başına düşünen, planlayan, tek başına yürüten ve zafere de tek başına ulaşan Mustafa Kemal'dir gibi duygusal bir yorumda bulunmuyorum. Ancak her ne kadar otoriter hatta diktatörce davranışlar sergilemesine de milli mücadele sonrası Türk toplumuna sosyo-kültürel açıdan yaptığı büyük katkıları da es geçmemek gerekir. En basit örnek kadınların sosyal, ekonomik ve belki de en önemlisi siyasal hakları; gelişmiş batı ülkelerinin birçoğundan daha öncesinde verilmiştir. Üstelik kadınların bu yönde mücadele etmesine gerek kalmadan. Bu noktada eleştiren ya da az çok bilgi sahibi olmak isteyen varsa "Demir Çeneli Melekler" filmini izleyebilir. Bir diğer nokta; 1926 İzmir suikasti sonrasında kurulan istiklal mahkemeleri ve yargılamalar. Söz konusu mahkemeler, uygulamalarında abartmıştır ve fazla ileri gitmiştir. Ancak büyük generallerden sadece Rauf Orbay'ın tutuklanmasına gelince yazarın burada es geçtiği bir konu var. Rauf Orbay, cumhuriyetin ilanını eleştirir, Lozan görüşmeleri sırasında görüşmelere katılan heyete zorluklar çıkartır, halifeliğin kaldırılmasına da büyük tepki gösterir. Rauf Orbay, sevilen, saygı duyulan bir kimse olması sebebiyle toplumda kanaat önderi konumundadır ve diğer eleştirilerinin dışında halifelik gibi hassas bir konuda aleyhte görüş beyan etmesi yeni devlet ve oluşturulmak istenen yeni toplumsal düzen açısından tehlike arz edebilir. Başka bir nokta; milli mücadeleye büyük katkısı olan karakol cemiyetinin Atatürk tarafından tasfiyesini eleştirmesidir. Karakol cemiyeti her ne kadar kendi içine hiyerarşik yapılanmaya sahip milli mücadelede büyük fayda sağlamış bir örgüt olsa da, nihayetinde devletten bağımsız hareket etmeye, sadece lider olarak seçtiği kişinin emirlerini dinlemeye meyilli bir komitadır (nitekim daha önce devletin başı sayılan padişaha ve padişahın meclisine değil de Enver Paşa'ya bağlı oluşu bunu kanıtlar niteliktedir). Yeni kurulacak devletin içinde bu şekilde başına buyruk bir gücün varlığı her ne şekilde olursa olsun kabul edilemez edilmemelidir de. Genel anlamda devlet geleneği bu başına buyrukluğu kaldırmaz. Tarih okurken, incelerken ya da yazarken yaşanan olaylara o dönemin şartları içine bakmak, analiz etmek gerek. Nitekim her ne kadar o dönemde yönetim biçimi olarak demokrasinin uygunluğu kabul edilse de yeni toplumsal düzen oluşturmak için gerçekleştirilen değişim ve dönüşümlerin oturtulabilmesi muhalefetsiz bir ortamda mümkün olabilir. Genel anlamda resmi tarihin, İTC'nin milli mücadeledeki rolünü küçümsediğini bununda Atatürk'ün etkisi ile olduğunu belirtir. İTC'nin kitapta bahsedilen yeraltı örgütü ve fedailerinin milli mücadele adına yaptıklarına söylenecek söz yoktur. Ancak bu cemiyetin liderlerinin ülkeyi 1. Dünya Savaşı'na dahil etme şeklini her nedense anlatmayı es geçer. Enver Paşa'nın neden kışın ortasında Sarıkamış harekatını düzenleyip binlerce vatan evladını tek kurşun atmadan dondurucu soğukta telef ettiğini anlatmaz. Ya da Cemal Paşa'nın Mısır harekatını ne amaçla planladığından bahsetmez. Hindistan'a gitmek için yola çıkarılan birlikleri saymıyorum bile. ) olarak adlandırılır. Yani bize saldırılmamıştır aksine saldıran taraf biziz.) Her şey bir yana neden yapılan hataların sorumluluklarını almak ve uygulanacak cezayı kabullenmek ya da kurtuluş için çareler aramak yerine ülkeyi bataklığa sürükleyip Alman denizaltısıyla! ülkeden kaçtılar? Kitapta bunun cevabı yoktur. Aksine İTC liderlerinin Anadolu'da milli bir mücadeleyi başlatmayı çok daha öncesinden planlayıp da sağa sola mühimmat yığdıklarından bahseder. Anadolu mücadelesini bu şekilde yıllar öncesinden planlayabilen bir zeka, kışın ortasında askerin giyimi mühimmatı uygun ve yeterli değilken Sarıkamış harekatını nasıl olmuş da planlayabilmiş anlamak mümkün değil. Kitapta eleştirilecek çok fazla nokta var. Okuyacak olanlara naçizane tavsiyem düşünmeden sorgulamadan okumamalarıdır. İyi okumalar dilerim. (kübra çoban)

Cumhuriyet Tarihini Anlamak İsteyenler Bu Kitabı Mutlaka Okumalı: Erik Jan Zürcher,Hollanda’da Leiden Üniversitesi Türkiye Etütleri bölüm başkanlığı ve Amsterdam’da Uluslararası Sosyal Tarih Enstitüsü başkanlığını yapmakta olan ve Türkiye tarihi üzerine çok sayıda çalışması bulunan bir profesördür. Zürcher,Milli Mücadelede İttihatçılık kitabıyla milli mücadelenin resmi ve resmi tarih yazımına bağlı gelişen Türkiye’deki tarih yazımındaki milli mücadelenin siyasal olarak ilk kez Atatürk’ün Samsun’a çıkışıyla birlikte başladığı görüşünü sorgulamamıza,İttihatçıların milli mücadeleye yaptığı katkıları gün yüzüne çıkarmamıza yardımcı oluyor. Aynı zamanda başta Atatürk’ün ve Kemalist hareketin kadrolarının İttihatçı geçmişlerinin gözardı edilmesini eleştirerek, Atatürk’ün İttihat Terakki dönemindeki faaliyetleri inceliyor. Yazarın ortodoks ve resmi tarih yazımında eleştirdiği milli mücadelenin sanki İttihatçı geçmişini bıçak gibi kesmiş ve artık biz İttihatçı değiliz diyen kişiler tarafından örgütlendiğini,orduda ve bürokraside bu kadar geniş ve sıkı örgütlenmiş İttihatçılığın ve İttihatçıların bir anda buharlaşıp gitmiş gibi yazılmasıdır. Milli mücadelenin silahlı ve siyasal direnişinin başlaması esasında daha 1918’de mütarekeden hemen sonra başlamış bulunuyordu.İttihatçı subaylar ve bazı sivil bürokratlar bazı yeraltı örgütleri ve Karakol cemiyeti gibi bazı örgütler aracılığıyla Anadolu’ya silah kaçırmaya,adam göndermeye,halkı gizlice silahlandırmaya ve örgütlemeye başlamışlardı bile. Mütarekeden sonra milli mücadeleyi başlatan birçok örgüt İttihatçılar tarafından kurulmuştu.Karakol cemiyeti Rusya’ya giderek Bolşeviklerle anlaşma imzalayacak kadar kendilerini milli mücadelenin temsilcileri olarak görüyorlardı.Mustafa Kemal’in 1919 Nisan’ına kadar İttihatçılarla olan sıkı bağlarını devam ettirdiğini –örneğin Karakol cemiyetinden Kara Kemal’le görüşmeler yaptığını biliyoruz- hatta yeni kurulan kabinede,harbiye nazırlığında resmi bir görev alma arayışında olduğunu ve birçok İttihatçı Anadolu’ya geçmişken Atatürk’ün 1919 Nisan’ına kadar henüz Anadolu’ya geçmeye karar vermediğini görüyoruz. Nutuk kitabını merkeze aldığımızda bu tarihsel bilgiler bize şaşırtıcı gelecektir; ancak tarihin tek bir tarihsel kaynağı merkeze alarak yazmanın bizi hataya düşüreceğini unutmamak gerekir. Peki birden bire ne olmuştu da Atatürk birden bire İttihatçılarla bir hesaplaşmaya gitmişti? Atatürk’ün Enver Paşa’nın fraksiyonundan olmadığını unutmaksak Enver ve Enverci İttihatçılar milli mücadeleyi mütarekeden sonra bırakmadıkları gibi milli mücadelenin liderliğini alma hedefi taşımaktaydılar.Atatürk adım adım kendi milli mücadeleyi yürüttükçe kendi konumunu kendisine bağlanan kişileri arttırdıkça İttihatçılarla hesaplaşmaya ve farklı bir iktidar tehdidini ortadan kaldırmaya başladı.Karakol cemiyeti tasfiye edildi. Müdafa-i Hukuk grubu dışında kalan milli müacdele yürüten gruplara artık ihtiyaç yoktu. Çünkü artık iktidar da belli olmalıydı. İzmir suikasti kitapta,yalnızca bir suikast davası olarak değil siyasi bir hesaplaşma olarak karşımıza çıkıyor.Mahkeme tarafından suikasti tertipleyenlerin bir örgüt bağlantısı bulunmamasına ve mecliste ikinci grupta yer alan ama İTC’yle ya da Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası partisiyle ilişki bulunmamasına rağmen bu siyasi yapılarla ilişkilendiriliyorlar ve davayla birlikte eski İttihatçılığı devam ettirmek isteyen ve çiçeği burnunda bir rejime muhalefet etmekle suç işleyen TCF’yle hesaplaşma davasına dönüşmüştü. TCF’yi kuran,Atatürk’ün mücadele arkadaşları olan ve milli mücadelede önemli katkıları olan Karabekir, Refet Bele, Ali Fuat Cebesoy,Rauf Orbay gibi isimler kamuoyunun tepkisi veya başka bir sebepten dolayı vazgeçmesiyle davadan ceza almadan kurtulacaklar ancak bir daha siyasette aktif bir rol alamayacaklardı.Böylece kitap bize milli mücadelenin aynı zamanda bir iktidar mücadelesine dönüştüğünü ve bu sebepten ötürü mili mücadele tarihi yazımımızı da etkilediğini ancak bunun değiştirilmesi ve milli mücadeleye daha geniş açılardan bakmamız gerektiğini de göstermektedir. (Ozan Can)

Milli Mücadelede İttihatçılık PDF indirme linki var mı?

Erik Jan Zürcher - Milli Mücadelede İttihatçılık kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Milli Mücadelede İttihatçılık PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Erik Jan Zürcher Kimdir?

Erik-Jan Zürcher (d. 15 Mart 1953, Leiden), yakın Türkiye tarihi hakkında araştırmalar yapan Hollandalı tarihçi.

Leiden Üniversitesi'nde Türkiye Etütleri Bölümü başkanlığı yapmış ve bu üniversitede halen yarı-zamanlı profesör olarak görev yapmaktadır. 2008 yılından beri Amsterdam'da bulunan Uluslararası Sosyal Tarih Enstütüsü başkanlığı görevini yürütmektedir. Yakın Türk tarihi hakkında birçok makale ve kitabı vardır.

Erik Jan Zürcher Kitapları - Eserleri

  • Modernleşen Türkiye'nin Tarihi
  • Türkiye ve İran Otoriter Modernleşme
  • Milli Mücadelede İttihatçılık
  • Modernizmin Yansımaları
  • Bir Ulusun İnşası
  • Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası
  • Askerlik “İşi”
  • Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm Ve Milliyetçilik
  • Savaş, Devrim ve Uluslaşma
  • Medeniyetler Çatışması Işığında İslam, Türkiye ve Avrupa Birliği
  • Birinci Dünya Savaşı’nda Cihat ve İslâm
  • Devletin Silahlanması Ortadoğu'da ve Orta Asya'da Zorunlu Askerlik (1775-1925)

Erik Jan Zürcher Alıntıları - Sözleri

  • Etkin propagandalarına karşın, Siyonist hareket, 1905 ile 1912 yılları arasında, Filistin'e birkaç kez Yahudi'nin göçmesinden başka bir sonuç vermemişti. Tersine, Osmanlı Yahudilerinin büyük bir çoğunluğu Osmanlıcılığa bağlandı. (Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm Ve Milliyetçilik)
  • Mart 1925’te Takrir-i Sükun Kanunu’nun ilân edilmesinden itibaren Türkiye’nin yönetim biçimi, bir otoriter tek parti yönetimi, açıkçası, bir diktatörlüktü. Takrir-i Sükun Kanunu’nun ve bu yasa gereğince kurulmuş olan mahkemelerin 1925-1926 yıllarında bütün muhalefeti susturmada nasıl kullanılmış olduğunu ve Mustafa Kemal’in 1927’deki büyük nutkunda bu bastırma eylemini nasıl haklı çıkardığını görmüştük. Takrir-i Sükun Kanunu, hükümetin bu yasayı kaldırmakta artık bir sakınca görmediği 1929 yılına kadar yürürlükte kaldı. Cumhuriyet Halk Fırkası her bakımdan bir iktidar tekeli kurdu ve 1931’deki parti kongresinde Türkiye’nin siyasal sistemi tek parti sistemi olarak resmen ilân edildi. (Modernleşen Türkiye'nin Tarihi)
  • "...Milli Mücadele'nin İstanbul'un işgal altında olduğu bir dönemde oluştuğunun ve Osmanlı'nın devamı amacını güttüğünün gözardı edilmesidir. Hareket üyelerinin büyük bir çoğunluğu, şüphesiz Allah, padişah ve vatan için çarpıştıklarını düşünüyordu. Sakarya'daki son zafer ertesinde dağıtılan savaş madalyalarının Osmanlı madalyaları olmaları ve padişahın doğum gününün tüm Kurtuluş Savaşı süresince Ankara'da kutlanması bu bağlamda çok anlamlıdır." (Savaş, Devrim ve Uluslaşma)
  • Sosyalizm, içine doğduğu 19. yüzyılın başat milliyetçiliğine karşı, enternasyonalisttir. (Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm Ve Milliyetçilik)
  • ...in the eyes of the population Abdülmecit was as much a monarchy as Vahdettin, the last Ottoman Sultan, had been. Many in the leadership, too, felt an emotional bond of loyalty to the dynasty which they and their forefathers had served. This was, in fact, the main reason why the republican leadership decided to abolish the caliphate in March 124. (Bir Ulusun İnşası)
  • III.Selim'in esin kaynağı kesinlikle Fransız Devrimi olmamıştı. O, devrimciler tarafından idam edilecek olan XVI. Louis'nin mutlak monarşisinin ve Fransızlar'ın askeri ve idari becerilerinin hayranıydı. Selim'i askeri reformdan yana karar vermeye zorlayan şey geleneksel Osmanlı ordusunun Rusya Savaşı'ndaki başarısızlığı olmuştu. (Modernleşen Türkiye'nin Tarihi)

  • The Turkish experience can perhaps be usefully compared to that of Austria. Where pre-war inhabitants of the German speaking parts of the Habsburg Empire had thought of themselves both as German and as subjects of a Catholic and dynastic empire, the elite of the new republic of Austria almost had to invent a 'small Austrian' identity from scratch. So the Turks, too, who had thought of themselves as Muslim subjects of an Islamic empire, now had to start thinking of themselves as Turks. (Bir Ulusun İnşası)
  • Birçok noktada Karabekir’in verdiği tarih bilgisi, çağdaş Türk tarihbilimciliğinin bu dönem için dayandığı Nutuktakinden hayli farklıdır. En önemli ayrılıklar şöylece özetlenebilir: 1- Karabekir’e göre, Anadolu’da ulusal bir direniş hareketi hazırlayan arkadaşlarına katılmadan önce, Mustafa Kemal çok fazla beklemiş ve tereddüt etmiştir. 2- 1919 Mayıs’ında Anadolu’ya gelince, Mustafa Kemal, Erzurum Kongresi’ni hazırlamakta olan Doğu illerinin embriyon evresindeki ulusal örgütlenmesini es geçmek ve Sivas’ta ayrı bir ulusal kongre örgütlemek istemiştin Önce Erzurum’a gelmeye ve sonra Sivas’taki ulusal kongreyi yapmaya zorlukla ikna edilebilmiştir. 3- Öteki önderlerin çoğu ulusal hareketi, henüz olağanüstü koşulların gerektirdiği geçici bir gelişme sayarlarken, Mustafa Kemal İstanbul hükümetiyle her türlü iletişimi keserek, hareketi köktenci bir çizgiye getirmiş, fiilen bağımsız hale sokmuştur. 4- İstiklâl Harbimiz’de Türk milliyetçileriyle Bolşevikler arasındaki ilişkilere çok yer ayrılmıştır. Doğu cephesi komutanı olarak Karabekir bu ilişkilerin gelişmesini yakından gözlemiş, fakat Sovyet yardımının önemini o da kavramış olmakla birlikte, Mustafa Kemal’i Bolşeviklere ve onların fikirlerine fazla yatkın bulmuştur. Karabekir, kendisinin taktik esnekliği olmadığı için, onun Bol- şeviklerin ulusal hareketi ele geçirmelerine izin vereceğinden korkmuştur. 5- Mustafa Kemal otoriter ve aşırı bir tavır takınmakla suçlanmaktadır; Karabekir’e göre, onun bu tutumu, özellikle ulusal eylemcilerin Batı’dakinden ideolojik olarak çok daha tutucu oldukları Doğu illerinde, hareket içinde bir güvensizlik havasının yayılmasına yol açmıştır. Mustafa Kemal’in ve çevresinin “ahlâka aykırı” yaşam biçimleri hakkında çıkan söylentiler, bu duyguyu pekiştirmiş ve hareketin başına Mustafa Kemal’den başka birinin getirilmesi girişimlerine neden olmuştur. 6- Karabekir, Mustafa Kemal’in 1920 yazında, Bolşevik baskısı yüzünden, Kars ve Ardahan’ı geri alma harekâtını erteletmesini de eleştirmektedir. (Savaş, Devrim ve Uluslaşma)
  • Sultan, mutlak gücü temsil ediyordu ve hizmetkârlarından birçoğu, Sultan'ın otoritesinin temsilcileri olarak güç sahibi idiyseler de, resmi anlamda onun kullarıydılar. (Modernleşen Türkiye'nin Tarihi)
  • Kurultaydan kısa süre sonra söylevin(Nutuk) ilk baskısı, ilginç bir şekilde, Türk Tayyare Cemiyeti himayesinde gerçekleştirildi. İki ciltlik bu lüks baskının metinleri İstanbul’da, haritalarla çizimleri ise Viyana’da basılmıştı. Aşağı yukarı aynı zamanlarda çıkan halk baskısı ise Millî Eğitim Bakanlığı tarafından 50 bin kopya basılarak dağıtılmıştı. Bu sayının boyutlarını anlamak için, dönemin Türkiye’sinde halkın sadece yüzde 10,6’sının okuma-yazma bildiğini (kadın-erkek ve şehir-köy oranları arasında da büyük farklar vardı), yani potansiyel okuyucu sayısının tahmini 1,4 milyon kişi olduğunu göz önüne almak gerekir. Basım sayısının yüksekliği, TC idaresinin bu metne verdiği önemi de gösteriyor. (Savaş, Devrim ve Uluslaşma)
  • "...İttihad ve Terakki Cemiyeti ve Halk Fırkası, gerçek kitle örgütlenmeleri değildirler. Cemiyetin taban örgütlenmeleri, taşra kentlerinde oluşturulan İttihadçı kulüplerden ibarettir. Halk fırkası ise, İttahadçı kulüplerin 1918-1919 yıllarında kurmuş olduğu yerel direniş örgütlenmelerini devralmıştır." (Savaş, Devrim ve Uluslaşma)
  • Ne olursu olsun, ITC yönetimi (ve Dünya Savaşı) ile ulusal direniş hareketinin başlaması arasında net bir zaman boşluğu yoktur. Bu sonuç bizi başka bir sonuca götürür: Direniş hareketini başlatanın, 1919'da İzmir'in Yunanlılarca işgali olduğu doğru değildir. İzmir’in işgalinin önemi, zaten direnişi örgütlemekte olan grupların, bu işgalle (bir büyük Ermenistan’ tehdidinin katalizör etkisi yaptığı) doğuda olduğu kadar etkili olarak, ülkenin batısında ve başkentte de kamuoyunun harekete geçirilmesini mümkün kılmış olmasıdır. (Milli Mücadelede İttihatçılık)
  • Osmanlı yazar. ları herhangi bir toplumsal ya da dinsel itirazı derhal “fitne” olarak nitelendirirlerdi. 19. yüzyıl Osmanlı kaynaklarına göre, 17. ve 18. yüzyıllarda, bilhassa Islâm alimleri, çok muhafazakar, kimi zaman bilginin yayılmasını önlemeye çalışan bir tutum geliştirmişlerdi. Burada hatanın, atamaların bilgiye değil akraba kayırıcılığına dayanmasından kaynaklandığı belirtilmişti.")Bununla beraber, bu dönemin uleması üzerine çok az inceleme yapıldığını da unutmamak gerekiyor. (Modernleşen Türkiye'nin Tarihi)

  • 7 Şubat'ta Ali Fuat (Cebesoy), biri bütçe, diğeri ise genel olarak halkın refahının geliştirilmesi konusunda iki uzmanlık komisyonunun teşkilini istedi. Her iki öneri de reddedildi.⁸⁶ 86 ZC, cilt 13/1, 202. (Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası)
  • Osmanlı'dan tek bir sosyalist kuramcının bile çıkmayışı kaydedilmeye değer. (Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm Ve Milliyetçilik)
  • 1926 siyasal davalarından bir yıl sonra, Mustafa Kemal, 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında Cumhuriyet Halk Fırkası kongresinde ünlü nutkunu okudu. Bu Nutuk, Türk cumhuriyet tarihçilerinin en çok dayandıkları kaynaktır. Batılı tarih yazımı da bu eseri en önemli bir kaynak olarak kabul etmektedir. 1919-1926 yılları arasındaki Türk tarihinin ve özellikle Mustafa Kemal’in rolünün betimlenmesi olarak okunup kullanılmasına rağmen, bu yapıtın gerçek niteliği başkadır. Bağımsızlık mücadelesinin öyküsü, Mustafa Kemal’ce, direniş hareketinin öteki liderlerinin hareketlerini eleştirmek için bir arka plan olarak kullanılmıştır (Rauf, Refet, Ali Fuat, Cafer Tayyar, Kâzım Karabekir, Kara Vasıf, Bekir Sami, Ali İhsan, Nurettin, Hüseyin Avni, Celâlettin Arif eleştiri hedefleridir) ve Nutuk’un yaklaşık (basımına göre) yüz sayfası, bütünüyle, Lozan Antlaşmasından sonra hareket içindeki ayrılığa - ki bu, özellikle Rauf’un hazırladığı bir komplo olarak gösterilmektedir - hasredilmiştir. Bütün bu eleştiri hedefi kişiler temizlik hareketine tâbi tutulduktan yalnızca bir yıl sonra Nutuk’un okunduğu da göz önüne alındığında, eserin onlara 1926’da gösterilen tutumun haklı gösterilmesi için yazıldığı açıkça ortaya çıkmaktadır. İşin garibi, Nutuk’u kaynak olarak kullanan tarihçi ve biyografi yazarlarının hiçbiri Nutuk’un bu niteliğinin farkında değildir. (Milli Mücadelede İttihatçılık)
  • Benim naçiz vücudum bir gün elbette toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır ve Türk Milleti emniyet ve saadetini zamin prensiplerle medeniyet yolunda tereddütsüz yürüyecektir. (Milli Mücadelede İttihatçılık)
  • "1912-1913’te, bu tarihten otuz yıl kadar önce Balkan vilâyetle­rinde doğmuş olan tüm Jön Türk subay ve memurları, bir anlamda atalarından kalmış evlerini ve yurtlarını kaybettiler. Pek çok durumda aileleri kaçmak zorunda kalmış ve Osmanlı İmparatorluğu’nun çeşitli yerlerinde göçmen (muhacir) konumuna düşmüşlerdi. Ancak şaşırtıcı bir şekilde bu durum, Jön Türkler’de eski toprakları kurtarma ya da intikamcılık gibi duyguları geliştirmedi. Tersine aralarından pek çoğu­nun, kendilerine tamamen yabancı bir ülke olarak gördükleri Anado­lu’yu yeni bir anavatan olarak benimsemelerine yol açtı. Basında çıkan araştırma ve makalelerin gösterdiği üzere, Anadolu insanı ve kültürü­ne yönelik ilgide bir artış olacaktı. Öte yanda o güne kadar olanların yeniden yaşanmasına bir daha asla izin verilmeyeceği duygusu da güç­lenecekti. Anadolu, Balkanlar’ın yaşadıklarını yaşamamalıydı. Burası, kelimenin gerçek anlamında “Türk’ün son dayanak noktası”ydı. Bü­ tün bu duygular, Ermenilerin toplu katliamına kalkışılması ve Orto­doks Rumların Anadolu’dan çıkarılması gibi kararların alınmasında kesinlikle etkili olmuştur." (Savaş, Devrim ve Uluslaşma)
  • Osmanlı yazarları herhangi bir toplumsal ya da dinsel itirazı derhal "fitne" olarak nitelendirirlerdi. (Modernleşen Türkiye'nin Tarihi)
  • Karl Renner'in Habsburg İmparatorluğu'nu, "sosyalist yönetim altında, gelecek bir dünya toplumunun sosyalist örgütlenmesine örnek oluşturacak bir 'milliyetler devleti'ne" dönüştürme önerisi, Osmanlı sosyalistleri onun yapıtlarını tanısalardı, Osmanlı ülkesinde bir yankı bulabilirdi. (Osmanlı İmparatorluğunda Sosyalizm Ve Milliyetçilik)

Yorum Yaz