diorex
Dedas

Mor Salkımlı Ev - Halide Edib Adıvar Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Mor Salkımlı Ev kimin eseri? Mor Salkımlı Ev kitabının yazarı kimdir? Mor Salkımlı Ev konusu ve anafikri nedir? Mor Salkımlı Ev kitabı ne anlatıyor? Mor Salkımlı Ev PDF indirme linki var mı? Mor Salkımlı Ev kitabının yazarı Halide Edib Adıvar kimdir? İşte Mor Salkımlı Ev kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 20.04.2022 03:29
Mor Salkımlı Ev - Halide Edib Adıvar Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Halide Edib Adıvar

Editör: Mehmet Kalpaklı

Editör: Gülbün Türkgeldi

Tasarımcı: Utku Lomlu

Yayın Evi: Can Yayınları

İSBN: 9789750723339

Sayfa Sayısı: 344

Mor Salkımlı Ev Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Evin kendisi, çocuğun hafızasında Mor Salkımlı Ev yaftasını taşır. Bu ev, yarım asırdan ziyade, bazan da her gece, bu küçük kızın rüyalarına girmiştir. Arka taraftaki bahçeye nazır pencereler, çifte merdivenlerin sahanlıklarındaki ince uzun pencereleri, baştan başa mor salkımlıdır ve akşam güneşinde mor çiçekler arasında camlar birer ateş levhası gibi parlar.

Halide Edib Adıvar, anılarını iki cilt haline kaleme almış, bu iki cildi de hayatının ayrı dönemlerinde yazmıştı. Mor Salkımlı Ev, yazarın çocukluk günlerinden 1918 yılına kadar olan dönemi anlatır. ‘İstiklâl Savaşı Hatıraları’ alt başlığını verdiği Türk’ün Ateşle İmtihanı ise bu tarihten 1923 yılına kadar olan olayları.Mor Salkımlı Ev’de, ülkesinin tarihine hem bir aydın, hem de bir eylemci olarak büyük katkılarda bulunmuş bir yazarın yetiştiği yılları okuyacaksınız.

Mor Salkımlı Ev Alıntıları - Sözleri

  • "Tek başına kazanılmak için mücadele edilen gaye, hürriyet imtihanıdır."
  • Anladık ki insan sürülebilir, hatta imha edilebilir, fakat fikir öyle değil. Fikir kafadan kafaya, devirden devire atlar geçer ve kendini gösterir.
  • "Ben bu bayrağın altında doğmuş Türk kadınıyım. Burada yaşadım, burada öleceğim."
  • "Geceleri bilhassa yatsı namazından sonra seccadede oturur, çocuk dilimle içimde ukde olan meseleler hakkında Allah’la konuşur dururdum. En fazla, insanları hayvanlara ve insanları insanlara eziyet etmeye sevkeden sebepleri anlamak isterdim. Hepsini kendi yaratmış olduğu halde, Allah’ın neden Müslüman olmayanları cehenneme gönderdiğini bilmek isterdim. Maamâfih yarım küsur asırdan beri daima herhangi din, hatta siyasî akidelerde insanların kendilerinden olmayanları ahrette veya dünyada neden cehenneme göndermek istediklerini öğrenmiş değilim."
  • Başka bir his de hareketsiz bir suya benzeyen, bazı günlerde boğazımı tıkayan, gözlerimden yaşlar akmasına sebep olan bir iç sızlamasıdır.
  • İnanıyorum ki ne kadar ileri olursa olsun insaniyet aile yuvasının ve ananın yerini tutabilecek bir şey bulamamıştır.
  • Sofada mutlak sükûn hâkim olduğu bir anda, Salih Zeki elinde bir gazete ile geldi. Gazetenin baş taraflarına bakar bakmaz gözlerimde birdenbire bir hayret, bir şaşkınlık peyda oldu. Sultan Hamid, 1908 Meşrutiyeti’ni ilân ediyordu. Bu satırları Salih Zeki yüksek sesle okurken, yeşil çamların tepesinde uzanan mavi denizi sükûn içinde seyreden bizler, şaşırdık kaldık.
  • "İçtihat kapılarının İslâmiyette kapanmasına taraftar olan zümre, İslâmiyeti din olarak dar bir safhaya ve daha fazla tavır ve harekete bağlamıştı. Tabiî bunda softalığın da büyük bir rolü olmuştu. Beni, bilhassa Müslüman olmayanların topunun birden cehenneme mahkûm olmaları çok müteessir ederdi. Neden bütün insaniyetin paylaşamayacağı rahmetten ben istifade edecektim?"
  • Istırabın ırk, cins, sınıf tanımadığını, eziyet çekenlere, düşmüşlere yardımın insana en büyük hazzı verdiğini tecrübeyle öğrenmişti.
  • "Beni ona bağlayan kuvvetli sebeplerden biri de belki bana hiç sual sormaması idi. Çünkü hayatta suale çekilmek kadar beni çileden çıkaran bir şey yoktur. Çocuk olarak kendi içime o kadar kapanmıştım ki, her sual ruhumun duvarlarını aşıp zorla içime girmek için yapılan bir tecavüz gibi gelirdi bana. "
  • Onun, başta Yeni Turan olmak şartıyla ilk eserlerimin üzerinde tesiri vardır. Kendisi evvelâ Garb filozof mütefekkirlerinden Durkheim, sonra da Bergson’un tesiri altına girmiştir. Belki fikirleri başka tesirlere müsait olan bu büyük Türk münevverinin hiç aksamayan bir istikameti, Osmanlı Türklerinin mutlak Garblılaşmalarına iman etmiş olmasıdır.
  • "Bu devir Türk dilinin esasen Arap ve Fars şekillerinin, kötü bağlarından kurtulmaya başladığı günlerine tesadüf eder. Bu sahada, bilhassa Mehmed Emin şöhret almaya başlamıştı. Fakat hocam Rıza Tevfik’in kendisi de bu sadelik içinde, bu yeni şeklin daima başta gelen küçük şaheserlerini yazmaya başlamıştır. Bilhassa bu fikir ve sanat inkişafında bana bir hürriyet hissi verdi. Sade fikirde değil, şekilde dahi kendimi ifade edebilmek yoluna girebildim."
  • Ağızdan ağza şöyle bir rivayet dolaşıyordu: İstanbul’daki irticaı ve ayaklanmayı bastırmak için Selânik’den bir ordu geliyormuş... Ne garip bir tarih tecellisi. Yüz yıl evvel de yine Makedonya’dan, Alemdar Mustafa Paşa kumandasında bir ordu, Üçüncü Selim’in inkılâbları aleyhine ayaklanan kuvvetleri ve isyanı bastırmak için gelmişti. Acaba tarih, başka isim ve kılıklarla daima bir tekerrürden ibaret mi, diye düşündüm.
  • Fakat burada giyinirken bana yardım edecek, saçımı tarayacak kimsenin olmaması hayatımı güçleştirmişti. Esasen, çocukların muayyen bir yaşa intikal devrinde, gerek yüzlerine gerek tavırlarına çöken salaklık ve çirkinlik bende de ziyadesi ile vardı. Ve bu beni üzüyordu. Bilhassa aşağıdaki hep mavi gözlü sarışın insanları düşündükçe odadan çıkmaktan çekiniyordum. Saçlarımın fazla kalın olması da taranmamı ve örmemi güçleştiriyordu. Bundan dolayı içlerinden bazı parçaları keser dururdum. Evet, çocuklara küçük yaşta kendi kendilerine bakmayı öğretmek lâzım olduğu kanaatine o zaman varmış olacağım.
  • Ben milliyetçiliğin, muhabbetle, karşılıklı bir anlayışla dolu bir ülke yaratacak zannetmiştim. Fakat milliyetçilik ölçüsünü kaçırdığı zaman yer yer insanları birbirini boğazlamaya, yeryüzünü bir salhaneye(mezbaha) döndürdüklerini gördüm.

Mor Salkımlı Ev İncelemesi - Şahsi Yorumlar

"İçimde, mor salkımlı bir ev var, Beşiktaş taraflarında idi. Çocukluğum o evde geçti, gittim aradım, bulamadım, yanmış… Onu yazacağım..." diyerek başlar kitabına Halide Edib. Bu, küçükken yaşadığı mor salkımlı evin kaybı değildir sadece; kitabın ilerleyen sayfalarında görülecek, kişilerin ve içine doğulan memleketin de kaybıdır aynı zamanda. Mor Salkımlı Ev, Osmanlı İmparatorluğu son döneminin siyasal ve sosyal yönlerini, halkın bu geçiş sürecinde yaşadığı doğu-batı ikiliğini Halide Edib'in gözünden anlatıyor. Yazarın sadece Türk modernleşmesi hakkındaki görüşleri değil milliyetçilik, feminizm, ideal eğitim sistemi gibi birçok farklı konuya ilişkin düşüncelerini de kitaptan öğrenmiş oluyoruz. Mor Salkımlı Ev'de Halide Edib, çocukluk yıllarından başlayarak 1917’ye kadar geçen sürede yaşadıklarını anlatır.Beşiktaş 'ta Mor salkımlı bir evde dünyaya gelen Halide, küçük yaşta annesini kaybeder. İçinde çok kısa bir süre yaşamasına rağmen belki de bu nedenle mor salkımlı ev kendisine annesini, çocukluğunu hatırlattığı için unutamamış ve onu yazmak istemiştir. Yazarın kendisiyle 'haminne' diye hitap ettiği anneannesi ve babası yakından alâkadar olmuşlardır. Babası Edib Bey, kızının eğitiminde İngiliz usulü bir terbiye modeli uygulamış ve kızını Amerikan kolejine yazdırmıştır ancak padişahın 'müslüman öğrencilerin hristiyan okullarda okuyamayacağı' emriyle okuldan alınır. Halide, eğitimine evde, değerli hocalardan aldığı özel derslerle devam eder. Rumca, Arapça, Fransızca öğrenir, piyano çalar, fikir ve düşünce anlamında da kendini geliştirerek çok yönlü bir insan olarak önemli yerlere gelmiştir. Halide Edip'in rol modellerinden biri olan haminnesi, Fransızcadan tercüme kitaplar okuyan ve aynı zamanda şiirler, hikâyeler yazan kültürlü bir Osmanlı kadınıdır. Yazarın bu yazma kabiliyetini de anneannesinden aldığı aşikârdır. Halide Edib, öğretmeni olan ve kendisinden yaşça büyük Salih Zeki Beyle hayatını birleştirir ve çocukları olur. Daha sonra eşinin, ikinci bir evlilik yapmak istemesi üzerine hiç düşünmeden Salih Zeki'den boşanır. Bu yıllarda en büyük ve belki de tek heyecanı, 1908’de meşrutiyetin ilanıdır. Kitap boyunca Abdülhamid dönemine atıfta bulunur. 1908’de Meşrutiyet ilan edilmiştir, çünkü Halide Edib’e göre, " insan sürülebilir, hatta imha edilebilir, fakat fikir öyle değil. Fikir kafadan kafaya, devirden devire atlar geçer ve kendini gösterir, ve yönetici sınıflar kudret mefhumunu yanlış anladıkları müddetçe şekil ve isimleri ne olursa olsun çöküp gitmeye mahkûmdur." Bu en heyecanlı dille anlattığı, sokaklarda herkesin birbirine sarılarak kutladığı ve hatta inanamadıkları için ‘kesin arkasında bir şey var, bu bir oyun olabilir’ diye bu coğrafyada süregelen bir zihniyeti gözler önüne serdiği dönem de hemen ardından gelen karşı-devrim girişimi ile yine bir kaybı temsil eder. Selim İleri kitap için yazdığı sonsözde tarih kitaplarının dönemin ruh halini anlatmakta ne kadar zayıf olduğunu söyler. Gerçekten de Halide Edib’in karşı devrim hadisesini tarif edişi, kendisi de isyancıların hedefinde olduğundan hiçbir kaynakta bulamayacağımız ögeleri içerir. Sokaklara dökülmüş kelle isteyen isyancıların nara ve tezahüratları, tüfek sesleri ve kutlamaları da içeren davul sesleri İstanbul’da birbirine karışır. Canını kurtarmak için önce Amerikan Koleji’ne sığınır, sonra da Mısır’a kaçar Halide Edib, canını kurtardığında ise şöyle der: "Bu afetin başladığı günden beri ilk defa olarak memleketim için hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım." Bugün sıkça hissedilenleri, 1909’da o da hissetmiştir. Acaba tarih başka isim ve kılıklarla daima bir tekerrürden mi ibaret, diye düşündüm. Karşı devrim tehlikesi atlatıldıktan sonra Halide Edib kız çocuklarının eğitimi için hem maarifte hem de evkafta görev alır. Kadınlar için Teali Nisvan Cemiyeti’ni (Kadınları Yükseltme Cemiyeti) kurar. Fakat, tüm kişisel girişimlerine ve ürettiklerine rağmen, kayıp duygusu kitapta yoğunluğunu arttırmaya başlamıştır. Balkan Savaşı günlerinde, Bulgar ordusunun İstanbul’a gireceği söylentileri çıktığında "bu toprakların mukadderatını daima paylaştık ve paylaşacağız" diyerek bir çöküş anında kendi kendisine nasıl cesaret verdiğini anlatır. Birinci Dünya Savaşı’nda ise Arap diyarı olarak tabir ettiği Suriye’ye gider, burada o kayıp hissinin yanında müphemlik, çelişki ve karmaşa da ağır basmaya başlar.Zaten bana kalırsa, Halide Edib’in kafasındaki çelişkilerin en büyüğü milliyetçilik düşüncesinde kendisini gösterir. Kitabın birçok yerinde millet ve din farklılığına önem vermediğinin altını çizer ama Yeni Turan isimli kitabını yazarken şahsen de tanıdığı Ziya Gökalp ve Yusuf Akçura’nın düşün dünyasında önemli yer tuttuğunu belirtir. Cemal Paşa’nın Suriye’de astığı Arap entelektüeller meselesinde hümanist bir tutum sergiler, fakat nihayetinde düzenin tesis edilmesi de gerekiyordur. Aynı şekilde, Suriye’de tedrisatı yeniden ele almada, okullar açmada görev alır, ki sene 1916’dır ve birkaç ay içinde bu topraklar kaybedilecektir, lakin orada canla başla çalışırken aynı zamanda Anadolu’ya Arap diyarı kadar yatırım yapılmamış olmasını da sorgular. Aslında bunlar, Halide Edib’e özgü çelişkiler de değildir, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde yaşamış Türk kökenli entelektüellerin Halide Edib’te vücut bulmuş toplu bir yansımasıdır. Ve bir imparatorluğun kaybedilmesi ve yaşanan şiddetin bıraktığı iz, 1955’te tefrika edilirken dahi hâlâ o arafta kalma hissiyatını okuyucuya yansıtır. Mor Salkımlı Ev'i bir epilogla bitirir Halide Edib, artık Türk'ün Ateşle İmtihanı'nın vaktidir. 30 yıl önce yazmıştır o dönemi. Ama hâlâ modern Avrupa'nın en iyi destanlarından biri olarak niteler. Daha sonraki fikir ayrılıklarına rağmen o coşku ve zafer duygusu bakidir, tıpkı 40 yıl sonrasında önceki döneme dair yaşadığı kayıp ve karmaşa hissi gibi… Selim İleri’nin son sözde "imparatorluğun son dönem peyzajı" diye nitelediği kitabı, peyzajdan ziyade imparatorluğun son döneminin kişilerde bıraktığı hissiyat olarak değerlendirmek ve ona göre okumak, ama bence muhakkak okumak gerekiyor… (Fatmanur)

Sonuna dek okursanız çok sevinirim.: Halide Edip Adıvar'ın okuduğum dördüncü kitabı. Ateşten Gömlek, Handan, Vurun Kahpeye ve şimdi de Mor Salkımlı Ev. Sayfaların altında kitapta bahsi geçen kişiler ve mekanlarla ilgili dipnotlarla bilgi verilmiş. Ayrıca bugün artık kullanılmayan Arapça ve Farsça kelimeler için arka sayfalarda güzel bir sözlük oluşturulmuş... Yazar bu kitabında çocukluğunu, çocukluğunu geçirdiği ve üzerinde derin bir tesir yapan Mor Salkımlı Ev'i, gençlik yıllarını, evlilik hayatını, eşinden ayrılışını anlatıyor. Ayrıca Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemine ışık tutan bir eser. Son dönemin bireysel ve toplumsal tarafını görmek ve analiz etmek için okunabilecek bir kitap. Bazı sayfalarda Osmanlı padişahı Abdülhamid'e açık eleştiriler bulunuyor: -Tuluat sanatçısı Abdürrezzak Bey'den bahsediliyor- "Halkın ona karşı beslediği muhabbet ve hayranlık sonraları Abdülhamid'in şüphesini davet etmiş, onu halktan uzaklaştırmak için saraya almıştı. 1908 İhtilali'ne kadar sahneden çekildi. Hakiki despotlar siyasi olsun olmasın daima her nevi şöhretten ürkerler." Tabii bu kitabın olumsuz bir tarafı değil. Asıl kafamı kurcalayan konuya geleceğim. Kitapta bazı sayfalarda dipnotlarla belirtilerek 'yazılanın yanlış' olduğu gösteriliyor. Örneğin 264. sayfada şu geçiyor : "Caminin olduğu yere tırmanırken Hazreti Peygamber'in bir sözünü kendi kendime tekrar ediyordum: "Bütün uzun boylular ahmaktır, Ömer'den başka; bütün kısa boylular fitnedir, Ali'den başka..." Dipnotta ise şu yazıyor : "Hz. Muhammed'in böyle bir sözü yoktur." Dipnotun doğru olduğunu düşünüyorum. Zaten peygamberimizin böyle bir söz söyleme ihtimali yok. Ama niçin Halide Edip kitabında bu söze -Hz.Muhammed'in sözü olarak- yer vermiş anlayamadım. Her neyse, bu sadece kafamı kurcalayan bir konuydu. Onun dışında kitabı çok beğendim. Kitabın ilerleyen bölümlerinde devletimizin girdiği son savaşlar anlatılıyor. Son bölümünde ise Halide Edip "Suriye ve Arap Diyarı" başlığıyla yaptığı ziyaretlerini anlatıyor. Orada çalışma arkadaşlarıyla birlikte açtığı mektepleri anlatıyor. Ayrıca bu kitabın yazarı tanımak için de bir şans olduğunu düşünüyorum . Kitabı okurken yazarı kendime çok yakın buldum. Kitapta en çok etkilendiğim bölümlerden biri ise Serencam-ı Mevt adlı eserin bazı mısralarının yazılı olduğu bölümdü. Son olarak oradan bir bölüm paylaşarak incelememi bitirmek istiyorum : "Bir de Sırat Köprüsü'nden geçen insanların mevkisi ve cinsleri dikkate alınmaz, adeta bugünkü içtimai durumun, demokratik rejimin ifadesi olan birkaç mısrası daha vardır: Sonra gidenler sırat üzre kamu Sıratın altı değil mi tamu? Bu erkek, bu dişi demeyeler Yani bu sultan kişi demeyeler..." (Tuğçe Kara)

•Mor Salkımlı Ev, Halide Edip'in çocukluk günlerinden 1918'e kadar olan hayatını kaleme aldığı, Milli Mücadeleye hangi sebepten başladığını konu edinen harika bir anı kitabıdır. •Kendisi büyük Sultanahmet mitingini yapmış, cepheye gitmiş, dönemi cesurca eleştirmiş ve kadın haklarını sonuna kadar savunmuş Milli Mücedele dönemi yazarlarımızdandır. Romanlarının hepsi olmasa da bir çoğu kadınlar üzerine şekillenmiştir. ✓"Ben bu bayrağın altında doğmuş bir Türk kadınıyım. Burada yaşadım, burada öleceğim." ✓Anılarının devamı 1918-1923 yıllarını içeren Türkün Ateşle İmtihanı kitabında yer almaktadır. (Gamze Şahin)

Mor Salkımlı Ev PDF indirme linki var mı?

Halide Edib Adıvar - Mor Salkımlı Ev kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Mor Salkımlı Ev PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Halide Edib Adıvar Kimdir?

Halide Edib Adıvar (Osmanlıca: خالده اديب اديوار; d. 1882 veya 1884 - 9 Ocak 1964), Türk yazar, siyasetçi, akademisyen, öğretmen. Halide Onbaşı olarak da bilinir.

Halide Edib, 1919 yılında İstanbul halkını ülkenin işgaline karşı harekete geçirmek için yaptığı konuşmaları ile zihinlerde yer etmiş usta bir hatiptir. Kurtuluş Savaşı’nda cephede Mustafa Kemal’in yanında görev yapmış bir sivil olmasına rağmen rütbe alarak savaş kahramanı sayılmıştır. Savaş yıllarında Anadolu Ajansı’nın kurulmasında rol alarak gazetecilik de yapmıştır.

II. Meşrutiyet’in ilanı ile birlikte yazarlığa başlayan Halide Edib; yazdığı yirmi bir roman, dört hikâye kitabı, iki tiyatro eseri ve çeşitli incelemeleriyle Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemleri Türk edebiyatının en çok eser veren yazarlarındandır. Sinekli Bakkal adlı romanı, en bilinen eseridir. Eserlerinde kadının eğitilmesine ve toplum içindeki konumuna özellikle yer vermiş, yazıları ile kadın hakları savunuculuğu yapmıştır. Birçok kitabı sinemaya ve televizyon dizilerine uyarlanmıştır.

1926 yılından itibaren yurt dışında yaşadığı 14 sene boyunca verdiği konferanslar ve İngilizce olarak kaleme aldığı eserler sayesinde zamanının dış ülkelerde en çok tanınan Türk yazarı olmuştur.

İstanbul Üniversitesi’nde edebiyat profesörü olan Halide Edib, İngiliz Filoloji Kürsüsü Başkanlığı yapmış bir akademisyen; 1950’de girdiği TBMM’de ise milletvekilliği yapmış bir siyasetçidir. I. TBMM hükûmetinde sağlık bakanı olan Adnan Adıvar’ın eşidir.

Çocukluk ve öğrencilik yılları

1882 yılında Beşiktaş, İstanbul'da doğdu. Babası, II. Abdülhamit devrinde Ceyb-i Hümayun (Padişah Hazinesi) kâtipliği, Yanya ve Bursa Reji Müdürlüğü yapan[1] Mehmet Edib Bey, annesi Fatma Berifem Hanım'dır. Annesini küçük yaşta veremden kaybetti. Evde özel dersler alarak ilköğrenimini tamamladı. Yedi yaşında iken yaşını büyüterek girdiği Üsküdar Amerikan Kız Koleji'nden bir öğrencinin jurnali üzerine bir sene sonra padişah II. Abdülhamit'in iradesi ile uzaklaştırıldı[3] ve evde özel ders görmeye başladı. İngilizce öğrenirken çevirdiği kitap 1897’de basıldı. Bu, Amerikalı çocuk kitapları yazarı Jacob Abbott'un "Ana" adlı eseri idi. 1899 yılında bu çeviri nedeniyle II. Abdülhamit tarafından Şefkat Nişanı ile ödüllendirildi. Daha sonra kolejin yüksek sınıfına geri dönerek İngilizce ve Fransızca öğrenmeye başlayan Halide Edib, Üsküdar Amerikan Kız Koleji'nden lisans derecesi alan ilk Müslüman kadın olmuştur.

İlk evliliği ve çocukları

Halide Edib, kolejin son sınıfında iken matematik öğretmeni olan Salih Zeki Bey ile okuldan mezun olduğu yıl evlendi. Eşi rasathane müdürü olduğu için evleri hep rasathane içinde oldu ve bu yaşam ona sıkıcı geldi. Evliliğinin ilk yıllarında eşine Kamus-ı Riyaziyat adlı eserini yazmada yardımcı oldu, ünlü İngiliz matematikçilerin yaşam öykülerini Türkçeye çevirdi. Birkaç Sherlock Holmes hikâyesinin de çevirisini yaptı. Fransız yazar Emile Zola’nın yapıtlarına büyük ilgi duymaya başladı. Daha sonra ilgisi Shakespeare’e yöneldi ve Hamlet adlı yapıtının çevirisini yaptı. 1903 yılında ilk oğlu Ayetullah, bundan on altı ay sonra da ikinci oğlu Hasan Hikmetullah Togo dünyaya geldi. 1905 yılında gerçekleşen Japon-Rus Savaşı'nda Batı uygarlığının bir parçası sayılan Rusya'yı Japonların yenmesinin verdiği sevinçle oğluna Japon Deniz Kuvvetleri Komutanı Amiral Togo Heihachiro'nun ismini vermişti.

II. Meşrutiyet'in ilan edildiği 1908 yılı Halide Edib’in hayatında bir dönüm noktası oldu. 1908'de gazetelerde kadın haklarıyla ilgili yazılar yazmaya başladı. İlk yazısı Tevfik Fikret'in çıkardığı Tanin'de yayımlandı. Başlangıçta, -eşinin isminden ötürü- yazılarında Halide Salih imzasını kullandı. Yazıları, Osmanlı içerisindeki muhafazakâr çevrelerin tepkisini çekti. 31 Mart Ayaklanması sırasında öldürülme endişesiyle kısa süre için iki oğluyla Mısır'a gitti. Oradan İngiltere’ye giderek kadın hakları konusundaki yazıları nedeniyle kendisini tanıyan İngiliz gazeteci Isabelle Fry’ın evinde konuk oldu. İngiltere’ye gidişi o dönemde kadın-erkek eşitliği konusunda sürüp giden tartışmalara tanık olmasına, Bertrand Russell gibi fikir adamlarıyla tanışmasına vesile oldu.

1909'da İstanbul'a geri döndü, siyasi içerikli yazıların yanı sıra edebi yazılar da yayımlamaya başladı. Heyyula ve Raik'in Annesi adlı romanları basıldı. Bu arada kız öğretmen okullarında öğretmenlik ile vakıf okullarında müfettişlik görevlerinde bulundu. İleride yazacağı Sinekli Bakkal adlı ünlü romanı, bu görevler gereği İstanbul’un eski ve arka mahallelerini tanıması sayesinde ortaya çıkmıştı.

Eşi Salih Zeki Bey'in ikinci bir kadınla evlenmek istemesi üzerine ondan 1910 yılında boşandı ve artık yazılarında Halide Salih yerine Halide Edib adını kullanmaya başladı. Aynı yıl Seviyye Talip romanını yayımladı. Bu roman, bir kadının kocasını terk ederek sevdiği erkekle yaşayışını anlatır ve feminist bir eser olarak değerlendirilir. Basıldığı dönemde birçok eleştiriye maruz kalmıştır. Halide Edib, 1911 yılında ikinci kez İngiltere'ye gidip kısa bir süre orada bulundu. Yurda döndüğünde Balkan Savaşı başlamıştı.

Balkan Savaşı yılları

Balkan Savaşı yıllarında kadınlar toplum yaşamında daha aktif rol almaya başlamışlardı. Halide Edib de bu yıllarda Teali-i Nisvan Cemiyeti’nin (Kadınları Yükseltme Derneği) kurucuları arasında yer aldı ve yardım işlerinde çalıştı. Bu dönemde genç yaşta ölen arkadaşı ressam Müfide Kadri'nin hayatından esinlenerek Son Eseri adlı aşk romanını kaleme aldı. Öğretmenlik mesleğinin içinde olduğundan eğitim ile ilgili bir kitap yazmaya yöneldi ve Amerikalı düşünür ve eğitimci Herman Harrell Horne'un "The Psychological Principle of Education" (Eğitimin Psikolojik Temeli) adlı eserinden yararlanarak Talim ve Edebiyat adlı kitabı yazdı. Aynı dönemde Türk Ocağı içinde Ziya Gökalp, Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Hamdullah Suphi gibi yazarlarla tanıştı. Bu kişilerle dostluğu sonucu Turancılık fikrini benimseyen Halide Edib, bu düşüncenin etkisiyle Yeni Turan adlı eserini yazdı. 1911'de Harap Mabetler ve Handan isimli romanları yayımlandı.

I. Dünya Savaşı yılları

Balkan Savaşları 1913’te sona ermişti. Öğretmenlikten istifa eden Halide Edib, Kız Mektepleri Umumi Müfettişliği görevine getirildi. I. Dünya Savaşı başladığında bu görevdeydi. 1916'da Cemal Paşa'nın daveti üzerine okul açmak üzere Lübnan ve Suriye'ye gitti. Arap eyaletlerinde iki kız okulu ve bir yetimhane açtı. Orada bulunduğu sırada babasına verdiği vekâlet ile Bursa’da, aile doktorları Adnan Adıvar ile nikâhları kıyıldı. Lübnan’da iken Kenan Çobanları adlı 3 perdelik operanın librettosunu yayımladı, eseri Vedi Sebra besteledi. Yusuf Peygamber ve kardeşlerini konu alan bu eser, o yıllarda savaş koşullarına rağmen yetimhane öğrencileri tarafından 13 defa sahneye kondu. Türk ordularının Lübnan ve Suriye'yi boşaltması üzerine 4 Mart 1918’de İstanbul'a döndü. Yazar, hayatının buraya kadar olan bölümünü Mor Salkımlı Ev adlı kitabında anlatmıştır.

Millî Mücadele yılları ve ABD mandası tezi

Halide Edib, İstanbul'a döndükten sonra Darülfünun'da Batı edebiyatı okutmaya başladı. Türk Ocakları'nda çalıştı. Rusya'daki Narodnikler (Halka Doğru) hareketinden esinlendi ve Türk Ocakları içindeki küçük bir grubun Anadolu'ya uygarlık götürmek amacıyla kurduğu Köycüler Cemiyeti'nin reisi oldu. İzmir'in işgalinden sonra "millî mücadele" en önemli işi hâline geldi. Karakol adlı gizli örgüte girerek Anadolu’ya silah kaçırma işinde rol aldı. Vakit Gazetesi'nin sürekli yazarı, M. Zekeriya ve eşi Sabiha Hanım'ın çıkarttıkları Büyük Mecmua'nın başyazarı oldu.

Millî Mücadele taraftarı aydınların bir kısmı işgalcilere karşı ABD ile işbirliği yapma düşüncesindeydi. Halide Edib bu düşüncedeki Refik Halit, Ahmet Emin, Yunus Nadi, Ali Kemal, Celal Nuri gibi aydınlarla 14 Ocak 1919'da Wilson Prensipleri Cemiyeti'nin kurucuları arasında yer aldı. Cemiyet, iki ay sonra kapandı. Halide Hanım, Amerikan mandası tezini Sivas Kongresi hazırlıklarını sürdürmekte olan Millî Mücadele'nin önderi Mustafa Kemal'e yazdığı 10 Ağustos 1919 tarihli bir mektupla açıkladı. Ancak bu tez kongrede uzun uzun tartışılacak ve reddedilecekti. Yıllar sonra Mustafa Kemal Nutuk adlı eserinde "Amerikan Mandası için Propogandalar" başlığı altında Arif Bey, Selahattin Bey, Ali Fuat Paşa ile telgraf görüşmeleri yanında Halide Edib'in mektubuna da yer vermiş ve mandaterliği eleştirmiştir.

Yıllar sonra Halide Edib Türkiye'ye geri döndüğünde verdiği bir röportajında Millî Mücadele için "Mustafa Kemal Paşa haklıymış!" demiştir.

İstanbul mitingleri ve idam kararı

15 Mayıs 1919 günü İzmir’i Yunanların işgal etmesi üzerine İstanbul’da ardı ardına protesto mitingleri düzenlenmekteydi. İyi bir hatip olan Halide Edib, 19 Mayıs 1919 günü Asri Kadınlar Birliği’nin düzenlediği ve kadın hatiplerin de konuşmacı olduğu ilk açık hava mitingi olan Fatih Mitingi’nde kürsüye çıkan ilk konuşmacıydı, attığı nutuk ile belleklerde büyük iz bıraktı. 20 Mayıs’ta Üsküdar mitingi, 22 Mayıs’ta Kadıköy mitingine katıldı. Bunları Halide Edib’in başkahramanı haline geldiği Sultanahmet mitingi izledi. Önceden hazırlanmadan ve yazmadan yaptığı konuşmada sarf ettiği “Milletler dostumuz, hükûmetler düşmanımızdır.” cümlesi bir vecize halini aldı.

İngilizler İstanbul’u 16 Mart 1920’de işgal ettiler. Hakkında idam emri çıkardıkları ilk kişiler arasında Halide Edib ve eşi Dr. Adnan da vardı. 24 Mayıs’ta padişah tarafından onaylanan kararda idama mahkûm edilen ilk 6 kişi Mustafa Kemal, Kara Vasıf, Ali Fuat Paşa, Ahmet Rüstem, Dr. Adnan ve Halide Edib idi.

Anadolu'da mücadele

Haklarında idam kararı çıkmadan önce Halide Edib, eşi ile birlikte İstanbul’dan ayrılıp Ankara’daki Millî Mücadele’ye katılmıştı. Çocuklarını İstanbul’da yatılı okulda bırakarak 19 Mart 1920 günü Adnan Bey ile at sırtında yola çıkan Halide Hanım, Geyve’ye ulaştıktan sonra buluştukları Yunus Nadi Bey ile birlikte trene binip Ankara’ya gitmiş ve 2 Nisan 1920 günü Ankara’ya varmıştı.

Halide Edib, Ankara’da Kalaba'daki (Keçiören) karargâhta görev aldı. Ankara yolunda iken Akhisar İstasyonu’nda Yunus Nadi Bey ile birlikte kararlaştırdıkları gibi Anadolu Ajansı isimli bir haber ajansının kurulması Mustafa Kemal Paşa'dan onay görünce ajans için çalışmaya başladı. Ajansın muhabiri, yazarı, yöneticisi, ayak işlerine bakanı olarak çalışıyordu. Haber derleyip Millî Mücadele’ye ilişkin bilgileri telgrafı olan yerlere telgrafla iletmek, olmayan yerlerde cami avlusuna afiş olarak yapıştırılmalarını sağlamak, Avrupa basınını takip edip Batılı gazetecilerle iletişim kurmak, Mustafa Kemal'in yabancı gazetecilerle görüşmesini sağlamak, bu görüşmelerde tercümanlık yapmak, Yunus Nadi Bey'in çıkardığı Hâkimiyet-i Milliye gazetesine yardımcı olmak ve Mustafa Kemal'in diğer yazı işleri ile ilgilenmek Halide Edib'in yürüttüğü işlerdi.

1921’de Ankara Kızılay başkanı oldu. Aynı yılın Haziran ayında Eskişehir Kızılay’da hasta bakıcılık yaptı. Ağustos’ta orduya katılma isteğini Mustafa Kemal’e telgrafla iletti ve cephe karargâhında görevlendirildi. Sakarya Savaşı sırasında onbaşı oldu. Yunanların halka verdiği zararları incelemek ve raporlamakla sorumlu Tetkik-i Mezalim Komisyonu’nda görevlendirildi. Vurun Kahpeye adlı romanının konusu bu dönemde oluştu. Türk'ün Ateşle İmtihanı (1922) adlı anı kitabı, Ateşten Gömlek (1922), Kalp Ağrısı (1924), Zeyno'nun Oğlu adlı romanlarında Kurtuluş Savaşı'nın değişik yönlerini gerçekçi biçimde dile getirebilmesini savaştaki deneyimlerine borçludur.

Savaş boyunca cephe karargâhında görev yapan Halide Edib, Dumlupınar Meydan Muharebesi’nden sonra ordu ile İzmir’e gitti. İzmir’e yürüyüş sırasında rütbesi başçavuşluğa yükseldi. Savaştaki yararlılıklarından ötürü İstiklal Madalyası ile ödüllendirildi.

Kurtuluş Savaşı sonrası

Kurtuluş Savaşı, Türk ordusunun zaferiyle sonuçlandıktan sonra Ankara'ya döndü. Eşi, Dışişleri Bakanlığı'nın İstanbul temsilciliği ile görevlendirilince birlikte İstanbul'a gittiler. Anılarının buraya kadar olan kısmını Türk'ün Ateşle İmtihanı adlı eserinde anlatmıştır.

Halide Edib, cumhuriyetin ilanından sonra Akşam, Vakit ve İkdam gazetelerinde yazdı. Bu arada Cumhuriyet Halk Fırkası ve Mustafa Kemal Paşa ile siyasi fikir ayrılıkları yaşadı. Eşi Adnan Adıvar'ın Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın kuruluşunda yer alması sonucu iktidar çevresinden uzaklaştılar. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nın kapatılıp Takrir-i Sükun kanununun kabul edilmesiyle tek parti dönemi başlayınca, kocası Adnan Adıvar ile birlikte Türkiye'den ayrılmak zorunda kalarak İngiltere'ye gitti. 1939 yılına kadar 14 yıl boyunca yurt dışında yaşadı. Bu sürenin 4 yılı İngiltere'de, 10 yılı da Fransa'da geçti.

Halide Edib, yurt dışında yaşadığı dönemde kitap yazmayı sürdürdüğü gibi Türk kültürünü dünya kamuoyuna tanıtmak amacıyla pek çok yerde konferanslar verdi. İngiltere'de Cambridge, Oxford; Fransa'da Sorbonne üniversitelerinde konuşmacı oldu. İki defa Amerika Birleşik Devletleri'ne, bir defa da Hindistan'a davet edilerek gitti. 1928 yılında ABD'ye ilk gidişinde Williamstown Siyaset Enstitüsü'nde yuvarlak masa konferansına başkanlık yapan ilk kadın olarak büyük ilgi çekti. Artık ABD'de yaşamakta olan oğullarını, Anadolu'da Millî Mücadele'ye katılmak için onlardan ayrılışından 9 yıl sonra ilk defa bu gezi sırasında tekrar görebildi. 1932 yılında Columbia Üniversitesi College Of Barnard'dan gelen çağrı üzerine ikinci kez ABD'ye gitti ve ilk gidişindeki gibi seri konferanslarla ülkeyi dolaştı. Yale, Illinois, Michigan üniversitelerinde konferanslar verdi. Bu konferansların sonucu olarak Türkiye Batıya Bakıyor adlı eseri ortaya çıktı. 1935 yılında İslam üniversitesi Jamia Milia'yı kurmak için açılan kampanyaya katılmak üzere Hindistan'a çağrıldığında Delhi, Kalküta, Benares, Haydarabad, Aligarh, Lahor ve Peşaver üniversitelerinde dersler verdi. Konferanslarını bir kitapta topladı, ayrıca Hindistan izlenimlerini içeren bir kitap yazdı.

1936 yılında en ünlü eseri olan Sinekli Bakkal’ın İngilizce orijinali "The Daughter of the Clown" yayımlandı. Roman aynı yıl Türkçe olarak Haber gazetesinde tefrika edildi. Bu eser 1943 yılında CHP Ödülü’nü aldı ve Türkiye’de en çok baskı yapan roman oldu.

1939'da İstanbul'a döndü ve 1940 yılında İstanbul Üniversitesi'nde İngiliz Filolojisi kürsüsünü kurmakla görevlendirildi, kürsünün 10 yıl başkanlığını yürüttü. Shakespeare hakkında verdiği açılış dersi büyük yankı uyandırdı.

1950 yılında Demokrat Parti listesinden İzmir milletvekili olarak TBMM'ye girdi ve bağımsız milletvekili olarak görev aldı. 5 Ocak 1954 günü Cumhuriyet Gazetesi'nde Siyasi Vedaname başlıklı bir yazı yayımlayarak bu görevinden ayrıldı ve tekrar üniversitede görev aldı. 1955'te eşi Adnan Bey'in kaybı ile sarsıldı.

Halide Edib Adıvar, 9 Ocak 1964 tarihinde İstanbul'da 80 yaşındayken böbrek yetmezliği nedeniyle yaşamını yitirdi. Cenazesi, Merkezefendi Mezarlığı’na defnedildi.

Sanatı

Hemen her eserinde anlatı türünü benimseyen Halide Edib Adıvar, en çok Ateşten Gömlek (1922), Vurun Kahpeye (1923-1924) ve Sinekli Bakkal (1936) adlı romanlarıyla tanınır ve Cumhuriyet dönemi edebiyatında gerçekçi roman geleneğinin öncülerinden biri olarak kabul edilir. Eserleri genellikle içerik bakımından üç grupta incelenmiştir: Kadın meselelerini ele alan ve eğitilmiş kadının toplumdaki yerini arayan eserleri, Millî Mücadele dönemini anlatan eserleri ve şahsiyetleri, içinde bulundukları geniş toplumla birlikte ele alan romanları.

İngiliz romanı geleneklerine uygun yapıtlarında Türk toplumunun geçirdiği evrimi, bu evrim sürecindeki çatışmaları, kendi deneyim ve gözlemlerine dayanarak sergilemiştir. Olaylar ve kişiler çoğunlukla birbirinin devamı özelliği taşıdığı için ırmak roman olarak nitelendirilebilir. Kadın psikolojisini derinliğine işlediği romanlarında, ideal kadın tipleri yaratmaya çalışan Halide Edib, romanlarını sade bir dil ve üslupla kaleme almıştır.

Eserleri

Roman

Heyulâ (1909)

Raik’in Annesi (1909)

Seviyye Talip (1910)

Handan (1912)

Son Eseri (1913)

Yeni Turan (1913)

Mev'ud Hüküm (1918)

Ateşten Gömlek (1923)

Vurun Kahpeye (1923)

Kalp Ağrısı (1924)

Zeyno'nun Oğlu (1928)

Sinekli Bakkal (1936)

Yolpalas Cinayeti (1937)

Tatarcık (1939)

Sonsuz Panayır (1946)

Döner Ayna (1954)

Akile Hanım Sokağı (1958)

Kerim Usta'nın Oğlu (1958)

Sevda Sokağı Komedyası (1959)

Çaresaz (1961)

Hayat Parçaları (1963)

Hikâye

Harap Mabetler (1911)

Dağa Çıkan Kurt (1922)

İzmir'den Bursa'ya (1963)

Kubbede Kalan Hoş Seda (1974)

Anı

Türkün Ateşle İmtihanı (1962)

Mor Salkımlı Ev (1963)

Oyun

Kenan Çobanları (1916)

Maske ve Ruh (1945)

Halide Edib Adıvar Kitapları - Eserleri

  • Ateşten Gömlek
  • Handan
  • Türk'ün Ateşle İmtihanı
  • Çaresaz
  • Mor Salkımlı Ev
  • Kerim Usta'nın Oğlu
  • Sevda Sokağı Komedyası
  • Âkile Hanım Sokağı
  • Zeyno'nun Oğlu
  • Kalp Ağrısı
  • Türkiye'de Şark-Garp ve Amerikan Tesirleri 2
  • Tatarcık
  • Yolpalas Cinayeti
  • Son Eseri
  • Sinekli Bakkal
  • Vurun Kahpeye
  • Harap Mabetler
  • Yeni Turan
  • Dağa Çıkan Kurt
  • Hindistan'a Dair
  • Döner Ayna
  • Sonsuz Panayır
  • Raik’in Annesi
  • Seviyye Talip
  • Halka Doğru
  • Kubbede Kalan Hoş Sada
  • Kenan Çobanları - Maske ve Ruh
  • Doktor Abdülhak Adnan Adıvar
  • Hayat Parçaları
  • Mev'ut Hüküm
  • Heyula
  • Türk'ün Ateşle İmtihanı - 1.Cilt
  • Türk'ün Ateşle İmtihanı - 2. Cilt
  • Türkiye'de Şark-Garp ve Amerikan Tesirleri
  • İngiliz Edebiyatı Tarihi Cilt I
  • İngiliz Edebiyatı Tarihi Cilt II (Elizabeth Devri ve Shakespeare)
  • İngiliz Edebiyatı Tarihi Cilt III (XVII. ASIR ve MILTON)

Halide Edib Adıvar Alıntıları - Sözleri

  • Nasıl eski günlerde tarih,bir memleketi baştan başa çökerten umumi ve salgın vebalar,sıtmalar,o zaman adı dahi bilinmeyen hastalıklar kaydetmiş ise,gelecekte de tarih,bugünün ruh salgınları ile çöken,yıkılan memleketler kaydedecektir. (Döner Ayna)
  • “En nihayet, insanları tamamen şeytanın nüfuz mıntıkasına sokabilecek kudret şunlardır: Kuru gürültü, ahenksiz fakat dinmeyen bir şamata, sonsuz bir söz ve seda anarşisi! Şamata şamata... Manalı manasız, lüzumlu lüzumsuz, ebedî bir gümbürtü ve çığlık! Bunları insanlara dinamizm, kudret, hareket diye yutturmak lazım... Ve yutturabilirsiniz, yeter ki insanlarda düşünmeye, iç hayatı yaşamaya mecal bırakmayacak, aman, aralık vermeyecek gümbürtü ve gürültü, günlük bir ihtiyaç haline gelsin.” (Sonsuz Panayır)
  • Mezarlar, bize kendimizin son bulacağını duyurarak bizi korkuturlar; fakat yapıtlarımızın düşüncelerimizin gereksiz bir süsü olacağını, geçmişin bağışlayan bir lütufla bunları bir köşeye saklayacağını hisseder etmez, düşüncemizin, sanatımızın, ruhumuzun en ince gururu, en duygulu yeriyle sızlar ve inleriz. (Harap Mabetler)
  • İçimde bir şeyin yırtamayacağı ağır, kesif, elle tutulacak kadar katı bir sıkıntı var. (Kalp Ağrısı)
  • Büyük bir Fransız kadını, “Anlamak affetmektir,” demişti. (Yolpalas Cinayeti)
  • “Bizler, eskiden, hayat boyunca olduğumuz yerden yükselmeye çalışan gençlerdik...” (Âkile Hanım Sokağı)
  • Hokkabaz gibi, böyle piyano çaldığını ve şarkı söylediğini göstererek, bir sürü aptalmışız gibi ağzımızı açıkta bırakmağa çalışışı sinirime dokundu. (Mev'ut Hüküm)
  • Belki de insanlar birbirlerine kanla, sınıfla değil, inandıkları şeyde iştirakle bağlanıyorlar. (Yolpalas Cinayeti)
  • "Evlenmek sadece vurgunlukla olamaz, bütün bir hayat içindir. Bütün bir ömrü beraber, el ele geçirmek sadece vurgunluktan daha çok derin şeylere bağlıdır." (Âkile Hanım Sokağı)
  • "Hayalinde isim ve şekil veremediği saadetler ve ürperişler vardı." (Vurun Kahpeye)
  • Ağızdan ağza şöyle bir rivayet dolaşıyordu: İstanbul’daki irticaı ve ayaklanmayı bastırmak için Selânik’den bir ordu geliyormuş... Ne garip bir tarih tecellisi. Yüz yıl evvel de yine Makedonya’dan, Alemdar Mustafa Paşa kumandasında bir ordu, Üçüncü Selim’in inkılâbları aleyhine ayaklanan kuvvetleri ve isyanı bastırmak için gelmişti. Acaba tarih, başka isim ve kılıklarla daima bir tekerrürden ibaret mi, diye düşündüm. (Mor Salkımlı Ev)
  • Kim demiş çingeneler neşelidir. Onlar sadece neşeyi kovalayan mahlûklardır. Onun için dur otur bilmezler, ömürleri alabildiğine, istikameti belli olmayan, nihayetsiz bir gidiştir.. (Kubbede Kalan Hoş Sada)
  • ‘’ İçimdeki huzursuzluk, ne yapacağımı bilmemek bana sarih bir açıdan, hatta felaketten daha kötü geldi. İçimde evini kaybedip sokak sokak dolaşan, ne yapacağını bilmeyen bir avare çocuk hali vardı. ‘’ (Âkile Hanım Sokağı)
  • "Tek başına kazanılmak için mücadele edilen gaye, hürriyet imtihanıdır." (Mor Salkımlı Ev)
  • Başka bir his de hareketsiz bir suya benzeyen, bazı günlerde boğazımı tıkayan, gözlerimden yaşlar akmasına sebep olan bir iç sızlamasıdır. (Mor Salkımlı Ev)
  • Beni bir ruh tahliline mi tâbî tutmak istiyorsun, Feridun? Senin ruhun olduğuna emin değilim ama yine isterdim. (Sevda Sokağı Komedyası)
  • Sınıflar ve milletler arasındaki mücadele,insanların haysiyetlerindeki müsavilik ve haklar tanınıncaya kadar devam edecektir. (Türk'ün Ateşle İmtihanı)
  • Anadolu’da hakim, insan değil tabiattır. (Dağa Çıkan Kurt)
  • Sevmek kafa ile, düşünme ile değildir. Sevmek... Sevmektir işte! (Kalp Ağrısı)
  • ... Bana Machbet'in bir cümlesini hatırlattı: "Bir divanenin söylediği bir hikâye; şamata ve şiddetle dolu fakat manasız." (Hindistan'a Dair)

Yorum Yaz