diorex
Dedas

Muhteşem Yavuz Sultan Selim Han - Yavuz Bahadıroğlu Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Muhteşem Yavuz Sultan Selim Han kimin eseri? Muhteşem Yavuz Sultan Selim Han kitabının yazarı kimdir? Muhteşem Yavuz Sultan Selim Han konusu ve anafikri nedir? Muhteşem Yavuz Sultan Selim Han kitabı ne anlatıyor? Muhteşem Yavuz Sultan Selim Han PDF indirme linki var mı? Muhteşem Yavuz Sultan Selim Han kitabının yazarı Yavuz Bahadıroğlu kimdir? İşte Muhteşem Yavuz Sultan Selim Han kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 27.03.2022 10:00
Muhteşem Yavuz Sultan Selim Han - Yavuz Bahadıroğlu Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Yavuz Bahadıroğlu

Yayın Evi: Rodos

İSBN: 9786056678448

Sayfa Sayısı: 224

Muhteşem Yavuz Sultan Selim Han Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Osmanlı tarihinde bir devir kapanmış, yeni bir devir açılmıştı. Dünya tarihinin “Cihangir” olarak selâmladığı Yavuz Sultan Selim, atalarının tahtına çıkmıştı. Sultan Selim ateşten gömleği giymiş, yanarken yakmaya hazırlanmıştı. Ağabeyi Şehzade Ahmed, isyan hâlindeydi. Kendi kendini “Anadolu Padişahı” ilân etmişti. Şimdilik en yakın tehlike durumundaydı ve hemen bertaraf edilmeliydi. Devlet hayatında iki başlılık olmazdı. Hatırı sayılır derecede bir âlim olan Kardeşi Korkud’a, Manisa sancağına dönmesini, ilimle, irfanla meşgul olmasını tembihledi.“Mülkün perişanlığına sebebiyet vermez, saltanat davasın gütmezsen, hayatından ve evlâd ü iyalinin hayatından emin olub devr-i saltanatımızda huzur içinde yaşarsın. Yok, iğvalara kapılub padişahlık derdine düşersen, kahrımızdan kurtulamazsın. Mülkün perişanlığına öz oğlumuz sebebiyet verse dahi, acımazız!”...

Muhteşem Yavuz Sultan Selim Han Alıntıları - Sözleri

  • Safevi Devleti'nin kurucusu olan Şah İsmail, 1487 yılında doğdu. Babası Şeyh Haydar, Şirvan hükümdarı Ferruh Yesar ve ona yardım eden Akkoyunlu hükümdarı Yakup Bey'e karşı yaptığı savaşta öldü. Üç yıl hapis hayatı yaşayan Şah İsmail, esaretten kurtulduktan sonra, uzun süre kaçak hayatı yaşadı. Sürekli saklanmak zorunda kaldı (Yavuzdan da saklanacaktır.) Gizli gizli de mücadelelere girişti. 1500 yılına kadar süren bu mücadelelerden sonra, Şah İsmail, bir ordu kurmayı başardı. Babasını öldüren Ferruh Yesar’ın üstüne yürüdü. Bakü'yü aldı. 1502'de Akkoyunlu hükümdarı Elvend’i Nahçivan yakınlarında yenerek, ülkesinin bir kısmını ele geçirdi. Buradan Tebriz'e giderek Taç giydi ve “Şah” unvanını aldı. Kısa zamanda devletinin sınırlarını genişleten Şah İsmail, iki güçlü rakiple karşı karşıya geldi. 1. Doğuda Özbekler; 2. Batıda Osmanlılardı. Şah İsmail, Osmanlı Devletini yıkmak için Anadolu'yu karıştırmaya başladı. Gönderdiği adamları vasıtasıyla müthiş bir mezhep propagandasına girdi... KARDEŞ KAVGALARI İŞİNİ KOLAYLAŞTIRDI Osmanlı şehzadeleri arasındaki saltanat mücadelesinin yoğun olduğu bir dönemde, Şah İsmail'in Anadolu'ya gönderdiği Nur Ali Halife, kendisine katılan Türkmen süvarileri ile Tokat'a girdi ve burada Şah İsmail adına hutbe okuttu. Ayrıca Şahkulu (ki Osmanlı kaynaklarında “Şeytankulu” olarak anılır) da Antalya'da bir isyan başlattı. Bir taraftan da Padişah II. Bâyezid'e “Babacığım” diye başlayan etkili mektuplar yazıyor, iyi niyetine inandırmaya çalışıyordu. Yavuz Sultan Selim bu yüzden babasına isyan etti... Şah’ın Anadolu'yu Osmanlı'dan koparmak istediğini görüyordu. Babasını müteaddit defalarca uyardı, ancak Bâyezid. Şah İsmail'e inanmayı tercih etti. Yavuz, padişah olunca, iş değişti.
  • Batı'nın Osmanlı kadınına bakışı "Harem" eksenlidir... Osmanlı Sarayındaki Haremi bir “Mutsuz kadınlar hapishanesi" olarak algılamışlar, haremdekiler hakkında fantastik hikâyeler uydurmuşlardır... Oysa Harem, yabancı yazarların hiç görmeden yazdıkları seyahatnamelerinde anlattıkları gibi, bir “mutsuz kadınlar hapishanesi” değil, öncelikle padişahların evidir... İkincisi: Kadının dikkat, liyâkat ve zekâsına göre yükseldiği bir “Kadın Üniversitesi"dir (Erkeklerinki de Enderun'dur). Yedi-sekiz senelik mecburi bir eğitim sürecinde çeşitli sınavlardan geçtikten sonra, “çırak” çıkarılanlar (birisiyle evlenip haremden ayrılan cariyeler) yerleştikleri semtin öğretmenliğini yapar, o semtin kadınlarına ve kızlarına okuma yazma, edep-erkân, hayır-hasenat, nezaket, görgü, okuma-yazma, Kur'ân-ı Kerim, biçki-dikiş, nakış, oya, dantel öğretirlerdi. “Saraylı Ana”nın konağında haftanın belirli günleri yapılan “kadın kadına” toplantılarda güzel sesli hafızlar Kur'ân okuduktan sonra, çeşitli kitaplar okunur ve okunan metin üzerine ciddi tartışmalar gerçekleşirdi. Böylece “Saraylı Ana”nın konağı bir nevi “Halk Üniversitesi'ne dönüşürdü... Mahallenin kadınları ve kızları da bu “üniversite’nin öğrencileri olur, bu sayede bilgi ve görgülerini artırırlardı. Zaten kitap okumak, Osmanlı saray kadınının tutkusuydu. Padişah eşlerinin ve kızlarının özel dairelerinde, haremde bulunan genel kütüphanenin dışında mutlaka bir kitaplık bulunurdu. Çocuklarımızın doğru düzgün yetişmemesinde, sanırım kadının kitaptan kopuşunun büyük rolü var... Bilgisiz ilgi, çocukların geleceğini inşa etmiyor! Malum “Yuvayı dişi kuş yapar”..
  • Ordusunun başında İstanbul'a dönüyordu. İki yanında, hayatı boyunca değer verdiği, her birini bir kıymet hükmü yaptığı hocaları vardı. Durmadan sualler soruyor, yeni şeyler öğrenmenin hazzını yaşıyordu. Bir ara, padişahın sağında at süren İbn-i Kemal'in atı şaha kalktı. Yol çok çamurluydu. Atın sıçrattığı çamur, Yavuz'un kaftanına bulaştı. Duruma çok üzülen, belki de endişelenen İbn-i Kemal, sözünü yarıda kesip sustu. Başını mahcubiyetle indirdi. Yavuz, değerli hocasının edebî ve mahcubiyeti karşısında kızarmıştı: “Gamkin olma - dertlenme-” dedi, “Sizin gibi bir âlimin atının ayağından sıçrayan çamur, bizim içün mukaddes bir süstür!” Kaftanını çıkardı, dürdü, hemen temiz kaftan koşturan hizmetkârlarına uzattı: “Vasiyetimdir: Öldüğüm zaman bu kaftanı üstüme örtsünler.” Öldüğü zaman vasiyeti hatırlanmış, çamurlu kaftan cesedinin üstüne örtülmüştür. Osmanlı'yı kısa zaman içinde yücelten sır, âlimlere ve ilme verilen değerde saklıdır.
  • Yavuz, örnek bir padişahtı. Hedefine ulaşmak için gecesini gündüzüne katıyor, geceleri başında takke, gözünde gözlükle okuyarak sabahlıyor, gündüzleri “iki padişaha az” gördüğü dünyanın her köşesine "I'la-yı kelimetullah"sancağını dikmek için plânlar yapıyordu. Bir gün tüm maksadını Farisî iki mısraya sığdırdı: “Bu seferlerimiz, bu sıkıntılarımız ve bu perişanlığımız, hep gönülleri birleştirmek-İslâm birliğini sağlamak- içindir. Yerini ve mevkiini yine bir şiirinde şöyle özetledi: El-mülkü lillâhi, men yazfer bineyli münan, Yüreddid kahren ve yehuu nefsehu'd-dereka. Levkane li ev li gayri kad ü emmületin, Fevkad türabi le kane'l-emrü müştereka. Yani: “Mülk, Allah’ındır. Kim (Allah'ın yardımı olmadan) istediğini elde etmede kendi çabasıyla zafere ulaştığını söylerse, Allah onu kahreder ve aşağı derecelere indirir.” Söyleyecek ne kaldı? Osmanlıların bu mefkûreye bağlı kaldıkları ölçüde yüceldiklerini hatırlamaktan başka...
  • Ecdat, başta padişahlar, sadrazamlar, vezirler, şehzadeler, valide sultanlar (padişahların anneleri), hasekiler (padişahların hanımları) ve sultan hanımlar (padişahların kızları) olmak üzere, herkesin maddi kudreti nispetinde hayratta yarıştığı bir cemiyet kurmuş, İslâm Dini'nin yardımlaşmayı teşvik eden hükümleri etrafında organize olup, memleket sathinda fukara bırakmamıştır. Şimdi gelin, ecdadın, Edirne'yi imar hamlesine bir göz atalım. ( 72 cami (15'i selâtin, yani padişahların yaptırdığı büyük ve merkezî cami), 153 mescit, 56 tekke, 48 medrese, 9 imaret, 35 mektep, 4 çarşı (2’si bedesten), 21 han ve kervansaray, saray ve konak hamamları hariç 35 hamam, 13 sebil, 10 havuz, 230 çeşme, 8 köprü (bunlardan 7'si Tunca, l’i Meriç üzerinde), 62 türbe, 32 kabristan... (Türk Sanat Tarihi İncelemesi, 1:442-445 v.d).) Bu abidelerin bazıları, hazin ki, Cumhuriyet devrinde satılmıştır. (Esmahan Sultan Camii 1928 yılında 70 liraya, Balaban Paşa Camii 1926 yılında 30 liraya, Nişancı Paşa Camii 1940 yılında 260 liraya, İbrahim Paşa Camii 1938 yılında 450 liraya bir gayrimüslime, Keresteci Mişon’a, Hazinedar Sinan Bey Camii 1929'da İzak oğlu Yako'ya, Eskici Hamza Mescidi 1939 yılında metrekaresi 25 kuruştan Yahudi Bohor'a satılmıştır. Ecdat yadigârlarından Misak-ı Millî sınırları içinde kalan bölümünü bizler yok ederken, bugün sınırlarımızın dışında bulunan eski topraklarımızdaki bölümünü de aşağılık bir intikam hissiyle yabancılar yok etti.) (On yedinci yüzyıl ortalarına kadar Belgrad'da 217, Budapeşte'de 81 cami vardı. Bunlardan bugün sadece birkaçı ayakta...) Osmanlı eserlerini yok etme mevzuunda onları anlamak, hatta mazur görmek ve affetmek bile kabildir; ama tahrip konusunda neredeyse aynı tavrı takınan Osmanlı torunlarını (bizi) nasıl mazur görüp affedeceğiz?
  • Şehzade Cem'in hikâyesi uzun ve acıdır. Koca Osmanlı şehzadesi, Rodos şövalyelerinin elinde oyuncak olmuştu. O kaleden bu kaleye götürülüp getiriliyordu. Bir taraftan Cem'i kullanarak Bâyezid'den para sızdırmaya çalışıyor, diğer taraftan Cem'i Papaya satmak için pazarlık ediyorlardı. 47 günlük bir deniz yolculuğundan sonra, talihsiz şehzade Fransa’nın Nice şehrinde karaya çıkarıldı. Rodos şövalyelerinin Papa ile pazarlığı altı yıldan fazla sürdü. Cem Sultan tam 6 yıl 3 ay 26 gün Rodosluların Fransa'daki şatolarında kaldı. Kaleden kaleye, kuleden kuleye götürüldü. Çok ızdırap çekti. Nihayet Papaya satılan Cem Sultan, İtalya’ya götürüldü. İtalya'da altı seneye yakın kaldı. Hıristiyan memleketlerinde oradan, oraya sürüklenerek on üç seneye yakın bir zaman yaşadı. Nihayet 24-25 Şubat 1495'te hayata gözlerini yumdu. Bazı tarihler zehirli usturayla tıraş edilip zehirlendiğini yazar. Vâkiât-ı Sultan Cem isimli eski bir tarihte Cem’ın hali şöyle anlatılır: (Cem Sultan ölmeden evvel yüzü, gözü, boynu şişmişti. Ama kendinden geçmiş değildi, konuşurdu. Aklı başındaydı. Doktorlar, hastalığına çare bulamadı, ilâçlar fayda etmedi.)
  • 600 yıllık Osmanlı tarihi boyunca beşi on dördüncü, sekizi on beşinci, kırk ikisi on altıncı, beşi on yedinci ve biri de on sekizinci asırda olmak üzere toplam 61 şehzade katledilmiştir. Bunlardan 22 tanesi bilfiil isyan ettiği için öldürülmüştür. Diğerleri de ekseriya Fatih Kanunnamesi'ni takib eden 150 yıl içinde katledilmiştir. 1603 yılında padişah olan Sultan I. Ahmed kardeşlerini öldürmeye lüzum görmedi ve 1617'de vefatından sonra, oğulları bulunduğu halde, bunlar yaşça küçük olduğundan kardeşi Sultan 1. Mustafa tahta geçti. Böylece ilk defa bir padişahın yerine oğlu değil, kardeşi geçiyordu. Osmanlılarda şehzade katli meselesini doğru anlayıp değerlendirebilmek için öncelikle İslâm-Osmanlı hukuku ve siyaset geleneğini bilmeye ihtiyaç var... Çünkü hâdisenin tarihî, siyasî ve hukukî sebepleri bulunmaktadır. Nitekim hayattaki hemen her şehzade arkasına düşman devletlerin de desteğini alarak ayaklanmış, binlerce insan ölmüş, ülke harap, millet perişan olmuştu. Osmanlıların, gerek önce ve gerekse kendi devirlerinde yaşanan tecrübelerden ders alarak, bu böyle bir sonuç doğmaması için bizzat aile mensuplarını feda etmekten başka çareleri yoktu. Bu çerçevede, Fatih Sultan Mehmed, Kanunnamesinde, şehzade katlini düzenleyen bir hüküm koymuştur. “Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür” mealindeki Kur'ân-ı Kerim ayeti ve gerektiğinde umumî menfaat için hususî menfaatin haleldar edilebileceğine dair şer'i prensip, şehzade katlinin hukukî mesnedi olmuş; İslâm hukukçularının ekserisinin bu müesseseye cevaz verdikleri, Kanunname'de açıkça ifade edilmiştir. Böylece alınan tedbirlerle Osmanlılarda ne eski Türk devletlerinde olduğu gibi ülke parçalanmış ve ne de Avrupa'daki gibi "veraset savaşları" yaşanmıştır. Bu da, devleti altı yüz yılı aşkın bir zaman ayakta tutan sebeplerden biridir. Oysa Yıldırım Bâyezid, kardeşi Yakup Bey'in “tahtını tabuta” çevirmeseydi, devlet param parça olmaz mıydı? Fatih, kardeşini sağ bıraksaydı, kardeşi zaman içinde isyan çıkartmaz mıydı (çünkü hep böyle gelişti), bu isyan sebebiyle acaba İstanbul fethi aksamaz mıydı? Sultan II. Bâyezid, Cem Sultan'ın teklifini kabul edip devleti kardeşiyle bölüşseydi Yavuz ortaya çıkabilir, "Halife" olabilir miydi? Ve Yavuz, üzerlerine gelen kardeşleri Ahmed ve Korkud'u bağışlasaydı, toparlanır toparlanmaz birleşip yeniden saldırmazlar mıydı? Bu da Yavuz Padişah'ın en büyük ideali olan “İttihad-ı İslâmı --Müslümanların Birliğini- gerçekleştirmesini engellemez miydi? Bunların üzerinde kafa yormadan, şartları hiç nazara almadan, o günlerin devlet telakkisini anlamaya çalışmadan masa başında hüküm vermek insafsızlıktır...
  • Milâdî 1470 Yılıydı... Tenden kopan can acısı Gülbahar Hatun'u kıvrandırırken, Amasya Sancakbeyi Şehzade Bâyezid'in kapısına bir müjde dayandı. Açılan kapı aralığında beliren dervişi pek ciddiye almayacaklardı, ama müjdesi bir şeyler söylüyordu: “Bugün, bu hanedanın bir erkek çocuğu doğacak, vücudunda yedi ben olacak, padişahlığa çıkıp vücudundaki ben sayısı kadar hükümdar yenecektir.” O günlerde “Amasya Sancakbeyi Şehzade Bâyezid” unvanını taşıyan baba için bu, müjdelerin en büyüğüydü. Hele “Selim” adını verdiği küçük şehzadesinin vücudunda dervişin belirttiği gibi yedi ben sayınca, sevincin zirvesine çıkmıştı. Ancak padişah olduktan ve bir zamanların benli şehzadesiyle baht mücadelesine giriştikten sonra, müjde, yüreğinde belli belirsiz bir korkuya dönüşecek, zaman zaman bunu hatırlayıp “Kaderin önüne geçilmez” diye mırıldanarak, sonunda kaderine boyun eğip tahttan feragat edecektir... Kaderin neler hazırladığını kim bilebilir?
  • Osmanlı padişahları, Avrupa kralları gibi taç giymez, sadece kılıç kuşanırlardı. Taç debdebenin sembolü, kılıç ise “İ’la-yı kelimetullah” uğruna “cihad”ın alâmeti ve fethin sembolüdür.
  • Osmanlı toplumu yaşlılarına “saygı” gösterirken geçmişine, çocuklara “ilgi” gösterirken geleceğine sahip çıkıyordu. Böylece geçmiş gelecekle bütünlenip başarıyı inşa ediyordu. Osmanlı'dan sonra ise Çocuklardaki anne-baba ilgisizliği, çocuklar büyüyüp anne-babalar yaşlandığında tersine dönüyor: Bu kez evlatlar anne babalarina “ilgi, sevgi, özen” ve şefkat" göstermiyorlar. Bunun için de Türkiye'de sürekli “huzurevi” inşa ediliyor!
  • İsveçli Prof. Gaston Jezz Osmanlı ailesi hakkında şunları yazıyor: "...Ben Batılı bir aile hukuku profesörü olarak diyorum ki; Türk milletinin elinden aile nizamını alınız, geriye hiçbir şey kalmaz." Bakın bakalım, geriye ne kaldı?

Muhteşem Yavuz Sultan Selim Han İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Muhteşem Yavuz Sultan Selim Han PDF indirme linki var mı?

Yavuz Bahadıroğlu - Muhteşem Yavuz Sultan Selim Han kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Muhteşem Yavuz Sultan Selim Han PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Yavuz Bahadıroğlu Kimdir?

Yavuz Bahadıroğlu; yazar, tarihçi, gazeteci, radyo programcısıdır. Gerçek adı Niyazi Birinci'dir. Evli ve üç çocuk babasıdır.

1971′de İstanbul'da gazeteciliğe başladı. Muhabirlik, araştırma-inceleme, röportaj ve fıkra yazarlığı yaptı. Gazete, dergi ve şirket yöneticisi olarak çalıştı. Gazeteciliğini muhabir ve röportajcı olarak sürdürürken, çocuklara yönelik eserler üretti. Yüzlerce çocuk romanı, hikaye yayınlandı. Aynı dönemde bir gazetede Şeref Baysal ve Veysel Akpınar isimleriyle iki köşe yazısı yazdı.

Asıl çıkışını Yavuz Bahadıroğlu ismiyle yazdığı romanlarla yaptı. İlk romanı "Sunguroğlu" ve ardından yazdığı "Buhara Yanıyor" romanı ülkenin en çok satan romanlarından oldu. Genelde Osmanlı'nın çeşitli dönemlerini ele alan otuzu aşkın romanı vardır, bunlardan biri "Biz Osmanlıyız".

Yavuz Bahadıroğlu; roman, çocuk kitapları, hikaye, araştırma, oyunlar, film yapılmış senaryolar ve fikri eserler olmak üzere yüzlerce çalışmaya imza attı. Yurt içinde ve yurt dışında çeşitli konularda binlerce konferans verdi, çeşitli kurum ve kuruluşlardan ödüller aldı, iki kitabı Kültür Bakanlığı tarafından yayınlandı.

Tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybeden yazarın cenazesi Eyüp Sultan Camisi'ndeki hazireye defnedildi.

Yavuz Bahadıroğlu Kitapları - Eserleri

  • Merhaba Söğüt
  • Biz Osmanlıyız
  • Buhara Yanıyor
  • Fatih Sultan Mehmet
  • Muhteşem Süleyman
  • Elveda Buhara
  • Yavuz Sultan Selim
  • Malazgirt'te Bir Cuma Sabahı
  • Kayıtdışı Tarihimiz
  • Endülüs'e Veda
  • Sunguroğlu 1
  • Şirpençe
  • Mimar Sinan
  • Selahaddin Eyyubi
  • Kanunî Sultan Süleyman
  • Sunguroğlu 2
  • Osmanlı Padişahları
  • Çaka Bey
  • Osman Gazi
  • Mısır'a Doğru
  • Sunguroğlu 3
  • Osmanlı'da Derin Devlet ve II. Abdülhamit
  • Şehzade Selim
  • Kırım Kan Ağlıyor
  • Fatih Sultan Mehmet ve İstanbul'un Fethi
  • Yavuz Sultan Selim ve Kutsal Emanetler
  • Bir Devrin Bittiği Yer Çanakkale
  • IV. Murad 1
  • Orhan Gazi
  • Yakın Tarihimizin Sır Perdesi
  • Tarihimizden Yaşanmış Öyküler
  • Sahipsiz Saltanat
  • Osmanlı'da Şehzade Katli
  • Yıldırım Bayezid
  • Tarihin Arka Sokakları
  • Resimli Osmanlı Tarihi
  • Turgut Alp
  • IV. Murad 2
  • Çelebi Mehmed
  • Birinci Murad
  • Tarihimizin Gizli Odaları
  • Padişahların Akıl Hocaları
  • İnancın Zaferi Çanakkale
  • Sel
  • Harem
  • Cem Sultan 1
  • Yolbaşı
  • Çalınan Hazine
  • Kaçırılan Prenses
  • Kirazlı Mescid Sokağı
  • Binatlı
  • Gemide İsyan
  • Mavi Yıldız
  • Cengaver
  • Kemalist Yalanlar
  • II. Murad
  • Kara Şövalye
  • Zindanda Şahlanış
  • Ayet Ayet İnsan
  • Baskın
  • Hanedan Sarayın Sırları
  • Topal Kasırga
  • Kaybolan Elçiler
  • Barla'da Diriliş
  • Ağalar Saltanatı
  • Din Ve Laiklik
  • Sultan-ı Cihan Abdülhamid Han
  • Keşmekeş
  • Tuzak
  • Osmanlı Demokrasisinden Türkiye Cumhuriyetine
  • Cem Sultan 2
  • Köprübaşı
  • Bediüzzaman Said Nursi
  • Gülü Arayan Adam
  • Yaşam Bir Avuç Gül Bir Tutam Diken
  • Boşlukta Yürümek
  • Kumpas Tarihi
  • Cihan Sultanları
  • Ayet Ayet Hayat
  • Adil Olan Kazanır
  • Yürek Seferi
  • Hayatı Aşkla Yaşamak
  • Sunguroğlu
  • Erdem Hikayeleri : Çalışkanlık İçeri Tembellik Dışarı
  • Çanakkale Kıyameti
  • Dürüst Ol Ki Mutlu Olasın
  • Dağlı
  • Kafkas Kartalı Şeyh Şamil
  • Osmanlı'nın Büyüme Sırları
  • Osmanlı'da Çocuk Eğitimi
  • Avukat Bekir Berk
  • Muhteşem II. Abdülhamit Han
  • Kudretli Sultan II. Abdülhamid Han
  • Osmanlı'nın Yükselişi
  • Tarih Cesaretle Yazılır
  • Doktor Olacağım
  • Hayata Dair Öyküler
  • Muhteşem Yavuz Sultan Selim Han
  • 40 Geceye 40 Masal
  • Canım Peygamberim
  • Vatanını Kim Sevmez Ki!
  • Köy Çocuğu
  • Var mı Arkadaşlık Gibisi ?
  • Vatan İçin
  • Hayat Yardımlaşınca Güzel
  • Yakın Tarihin Kara Kutusu
  • Canavar Robot
  • Şehzade Murat
  • Anılarımdaki Türkiye: Yavuz Bahadıroğlu
  • İki Kardeş
  • Çevre Bize Emanet
  • Muhteşem Fatih Sultan Mehmet
  • Eşim Çocuğum Ve Ben
  • Can'ın Hatıra Defteri
  • Zebun
  • Hayata Dilekçe
  • Heyecanlı Yolculuk
  • Üç Kaçak Yolcu
  • Bizim Can
  • Yaramaz Ayı Zirzop
  • Karıncalar Savaşı
  • Sevgi Ne Güzel Şey / Erdem Hikayeleri
  • Muhteşem Hanedan Osmanlı
  • Yetim Çocuk
  • Küçük Kahraman
  • Sular Altında Bir Ülke
  • Kim Demiş Fedakarlık Zor Diye?
  • Dayanışma En Büyük Güçtür / Erdem Hikayeleri
  • Dindarların Para ve İktidarla İmtihanı
  • Tuhaf Çocuk
  • Haram Yemenin Sonu
  • Osmanlı'nın Yazılmamış Tarihi
  • Beylikten Hükümdarlığa Osmanlı Padişahları
  • Tarihin Mayın Tarlası
  • Fedakar Annem
  • Diriliş
  • Sunguroğlu
  • Babalar Eve Dönsün
  • Sunguroğlu
  • Büyük Bir Milletin Direniş Destanı Çanakkale
  • Sunguroğlu
  • Alaycı Alabalık
  • Akvaryum Güzeli
  • Kedi Olan Köpek
  • Küçük Çoban
  • Son Süvari Yavuz Sultan Selim Han
  • Kelepçe
  • Sabırsız Tavşan
  • Kurnaz Tilki
  • Gıdı Gıdı Masallar
  • Ben Çanakkale
  • Mecburen Atatürkçü
  • Uyanık Geyik
  • Kardeş Böcekler
  • Karınca Birliği
  • Bici Bici Masallar
  • Bu Gidiş Nereye
  • Ördek Vakvaka
  • Uzay Çocuğu
  • Yavru Pelikan
  • Kararlı Balıklar
  • Fare ile Fil
  • Akıllı Kaplumbağa
  • Kötü Huylu Karga
  • Yavru Kuşlar
  • Oruç Tuttum Sevinçten Uçtum
  • Bediüzzaman Said Nursi
  • Çocuğun Ramazanı
  • Dertli Alp Keçisi
  • Alican ile Ercan
  • Çıtır Çıtır Masallar
  • Saf Kuzucuk
  • Uzaklar Yakındır - Merhaba Söğüt
  • II. Abdulhamit
  • Sosyalizm Bitti Laiklik Alır Mıydınız?
  • Kara Mürsel Alp
  • Çizgili Zürafalar
  • Şirin Kedi
  • Resimli Osmanlı Tarihi
  • Masal Masal Hoppala
  • Teşekkür Ederim Allah'ım
  • Bizi Kimler Dinliyor
  • Çamurdan Meyve Olur mu?
  • Zikir Fikir Şükür
  • Canavar Robot
  • Tavşancık ve Gökyüzü
  • Suçlu Biziz
  • Fatih Sultan Mehmed

Yavuz Bahadıroğlu Alıntıları - Sözleri

  • Şövalyeler,vaktiyle yaptıklarını düşündüler.Ellerine geçen Müslüman esiri ya ölünceye kadar çalıştırır yahut kollarından ve bacaklarından duvara asarlardı.Buna rağmen Müslümanların halifesi onları teselli ediyordu.Kendilerini tutamayarak ayaklarına kapandılar. (Resimli Osmanlı Tarihi)
  • "Gemiler yanıyor" dediler."Bırakın yansın" diye cevap verdi, "onların küllerinin arasından umutlarım yeşeriyor." "Artık gemilerimiz yok.Geri dönüş umudumuz yandı, kül oldu.Geriye iki ihtimal kalıyor: Ya yüzerek vatana dönmeyi deneyeceksiniz ya da düşmanı yenerek buraları kendinize vatan yapacaksınız. Kararınızı verin!" (Padişahların Akıl Hocaları)
  • Herkes ancak ufku kadar vardır. (Osmanlı'nın Yazılmamış Tarihi)
  • 80 yıl + 8 yıl (Yavuz Sultan Selim)
  • Bugün Filistin'de olup bitenlerin ışığında Padişah-ı Cihan'ın 1895'te söylediği şu sözlere kulak vermek gerekir: ''Eğer Filistin'de Müslüman Arap unsurunun faikiyetini (üstünlüğünü) muhafaza etmesini istiyorsak, Yahudilerin yerleştirilmesi fikrinden vazgeçmeliyiz. Aksi takdirde yerleştirildikleri yerde çok kısa zamanda bütün kudreti elde edeceklerinden, dindaşlarımızın ölüm kararını imzalamış oluruz.'' (Sultan-ı Cihan Abdülhamid Han)
  • "Kendime bir dünya kurdum kendimce." (Buhara Yanıyor)
  • Biz kula kul olmak için yaratılmış insanlar değiliz...bunun taklidi bile zor gelir bize.Kulluğun en güzeli Allah’a yapılır çünkü. (Sunguroğlu 3)
  • " Ben de " diye geçirdim içimden, " Osmanlı' yı ben de arıyorum ! " (Osmanlı Demokrasisinden Türkiye Cumhuriyetine)
  • Ha bir de azınlıklardan varlık vergisi adı altında alınan Türk olarak doğmama vergisi vardır ki, ne insafa, ne de vicdana sığar. (Yakın Tarihimizin Sır Perdesi)
  • Hayat biraz hayalden,biraz gerçekten ve alabildiğine ümitten ibaretti. (IV. Murad 2)
  • Düşmanlarımız aciz kaldığı müddetçe itaat gösterirler, ama zayıflık zuhur ettiği an öç almaya çalışırlar. (Kumpas Tarihi)
  • “Dünya geçici bir zaman İçin öldü. Ağaçlar yaprak döktü, çiçekler, otlar kurudu. Sonra yeniden yeşerecek. Toprak altında kalan küçücük zerrelerden tekrar hayat bulup filizlenecekler. Etraf tekrar yeşerip, tekrar çiçeklenecek.” “Ba’su ba’del mevt sırrı. İşte tecelli. Bu hâli senelerce temaşa edip de, öldükten sonra dirilmeye inanmamak İçin deli olmak lazım.” (Sunguroğlu)
  • 600 yıllık Osmanlı tarihi boyunca beşi on dördüncü, sekizi on beşinci, kırk ikisi on altıncı, beşi on yedinci ve biri de on sekizinci asırda olmak üzere toplam 61 şehzade katledilmiştir. Bunlardan 22 tanesi bilfiil isyan ettiği için öldürülmüştür. Diğerleri de ekseriya Fatih Kanunnamesi'ni takib eden 150 yıl içinde katledilmiştir. 1603 yılında padişah olan Sultan I. Ahmed kardeşlerini öldürmeye lüzum görmedi ve 1617'de vefatından sonra, oğulları bulunduğu halde, bunlar yaşça küçük olduğundan kardeşi Sultan 1. Mustafa tahta geçti. Böylece ilk defa bir padişahın yerine oğlu değil, kardeşi geçiyordu. Osmanlılarda şehzade katli meselesini doğru anlayıp değerlendirebilmek için öncelikle İslâm-Osmanlı hukuku ve siyaset geleneğini bilmeye ihtiyaç var... Çünkü hâdisenin tarihî, siyasî ve hukukî sebepleri bulunmaktadır. Nitekim hayattaki hemen her şehzade arkasına düşman devletlerin de desteğini alarak ayaklanmış, binlerce insan ölmüş, ülke harap, millet perişan olmuştu. Osmanlıların, gerek önce ve gerekse kendi devirlerinde yaşanan tecrübelerden ders alarak, bu böyle bir sonuç doğmaması için bizzat aile mensuplarını feda etmekten başka çareleri yoktu. Bu çerçevede, Fatih Sultan Mehmed, Kanunnamesinde, şehzade katlini düzenleyen bir hüküm koymuştur. “Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür” mealindeki Kur'ân-ı Kerim ayeti ve gerektiğinde umumî menfaat için hususî menfaatin haleldar edilebileceğine dair şer'i prensip, şehzade katlinin hukukî mesnedi olmuş; İslâm hukukçularının ekserisinin bu müesseseye cevaz verdikleri, Kanunname'de açıkça ifade edilmiştir. Böylece alınan tedbirlerle Osmanlılarda ne eski Türk devletlerinde olduğu gibi ülke parçalanmış ve ne de Avrupa'daki gibi "veraset savaşları" yaşanmıştır. Bu da, devleti altı yüz yılı aşkın bir zaman ayakta tutan sebeplerden biridir. Oysa Yıldırım Bâyezid, kardeşi Yakup Bey'in “tahtını tabuta” çevirmeseydi, devlet param parça olmaz mıydı? Fatih, kardeşini sağ bıraksaydı, kardeşi zaman içinde isyan çıkartmaz mıydı (çünkü hep böyle gelişti), bu isyan sebebiyle acaba İstanbul fethi aksamaz mıydı? Sultan II. Bâyezid, Cem Sultan'ın teklifini kabul edip devleti kardeşiyle bölüşseydi Yavuz ortaya çıkabilir, "Halife" olabilir miydi? Ve Yavuz, üzerlerine gelen kardeşleri Ahmed ve Korkud'u bağışlasaydı, toparlanır toparlanmaz birleşip yeniden saldırmazlar mıydı? Bu da Yavuz Padişah'ın en büyük ideali olan “İttihad-ı İslâmı --Müslümanların Birliğini- gerçekleştirmesini engellemez miydi? Bunların üzerinde kafa yormadan, şartları hiç nazara almadan, o günlerin devlet telakkisini anlamaya çalışmadan masa başında hüküm vermek insafsızlıktır... (Muhteşem Yavuz Sultan Selim Han)
  • Düşüncelerinden bir çekişte kopardı kendini, gökyüzüne baktı.. (Boşlukta Yürümek)
  • Millî Mücadele (bazıları buna ‘İstiklâl Savaşı' diyor, ancak istiklalini kaybetmemiş bir ülkenin ‘İstiklâl Savaşı' yapması mümkün değil) ve Lozan... Galip mi, mağlup mu oturduğumuz belirsiz Lozan masası... “Misak-ı Milli” yemininin bozulması, Batı Trakya, Ortadoğu, Filistin, Ege Adaları, Musul ve Kerkük'ün elden çıkması... Saltanatın kaldırılması, Cumhuriyet'in ilanı ve halifeliğin “ilga”sı... Ve tuhaf bir tesadüf, Türkiye parlamentosu hilafeti kaldırmadan, İngiliz parlamentosu Lozan Antlaşması’nı çeşitli bahaneler öne sürerek imzalamadı. Antlaşma hilafet kaldırıldıktan kısa bir süre sonra imzalandı. Gerçekten de tuhaf bir tesadüf! Süreç içinde İsrail kuruldu, Balkanlar'daki topraklar elden çıktı, Arap âlemi param parça edildi, petrol yataklarına el konuldu. Böylece İngiltere ve müttefikleri ilk büyük hedeflerine ulaşmış oluyorlardı. Sıra en büyük hedefi vurmaya gelmişti. Müslümanların rahatça sömürülebilmesi için, bir türlü kontrol edemedikleri hilafetin artık kökünün kazınması gerekiyordu. (Sultan-ı Cihan Abdülhamid Han)
  • "Annemin öğüdü de kendisiyle beraber öldu. Artık yolumu kendim çizeceğim (Var mı Arkadaşlık Gibisi ?)
  • İşte bu “tolerans mantığı”dır! Fatih Sultan Mehmet kılıcıyla değil, “tolerans mantığı”yla Orta Çağ’ın katı kalıplarını kırmış, hayatı yeni bir çağla tanıştırmıştır. (Tarihin Arka Sokakları)
  • "Yok Lagan. Biliyorsun ki, biz kalbimizi de vücudumuzu da din ve millet yoluna adadık. Başka sevgiye yer yok." (Sunguroğlu 3)
  • Sunguroğlu diz vurup Beyi selamladıktan sonra çıktı. Köse Yusuf'u tavukları yemlerken buldu. (Kara Şövalye)
  • “Küllü nefsin zâikatülmevt” âyeti kerimesini hatırladı. “Elbette ki her nefis sahibi mutlaka ölecektir.” diye düşündü. <> (Sunguroğlu 2)

Yorum Yaz