Mutluluk - Zülfü Livaneli Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Mutluluk kimin eseri? Mutluluk kitabının yazarı kimdir? Mutluluk konusu ve anafikri nedir? Mutluluk kitabı ne anlatıyor? Mutluluk kitabının yazarı Zülfü Livaneli kimdir? İşte Mutluluk kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Zülfü Livaneli
Tasarımcı: Geray Gençer
Yayın Evi: Doğan Kitap
İSBN: 9786050904192
Sayfa Sayısı: 392
Mutluluk Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Meryem: Van Gölü kıyısındaki bir kasabada, Allah’ın kendisini sevmesinden başka bir şey beklemeyen 17 yaşında bir kız. Şeyh amcasının tecavüzüne uğramış. Bir töre cinayetine kurban gitmek üzere.
Prof. Dr. İrfan Kurudal: İstanbullu tanınmış bir aydın. Hayattan hiçbir beklentisi kalmamış. Sahip olduğu her şeyi geride bırakarak, teknesiyle amaçsız bir Ege yolculuğuna çıkıyor.
Cemal: Gabar Dağları’nda PKK peşinde koşmuş bir komando. Askerliğini bitirip eve döndüğünde ömrünün en zor göreviyle karşı karşıya kalıyor: Ailenin yüzkarası amca kızını töre gereği öldürmesi gerekiyor.
Her biri mutluluğu arayan Meryem, İrfan ve Cemal, kendilerinin, birbirlerinin ve ülkenin ruhunun derinlerine doğru çalkantılı bir yolculuğa çıkıyorlar. Peki, onları neler bekliyor?
Mutluluk Alıntıları - Sözleri
- İnsan soyu zayıf, kırılgan, ölümlü, her türlü hastalığa, kazaya, acıya açık ama kendini avutarak yaşıyor. Bunları unutuyor. İşte anahtar kelime bu ; hayatın özü, büyük sırrı; olmazsa olmazı: unutmak. Eğer unutmak diye bir şey olmasaydı, yaşam da olmazdı. İnsan, unutmadan hayatını sürdüremez."
- Dünyayı güzellik kurtaracak,bir insanı sevmekle başlayacak her şey...
- Bu dünyaya kadın olarak gelmek, cezalandırılmak için yeterliydi.
- "... herkes bilir ki insan düşlerine söz geçiremez."
- “Acaba ölüler de düş görür mü?"
- “ Nerede durduğunuza dair bir duygu olmalı içinizde. Yaşayacak bir tek hayatınız var. “
- İnsan insanın zehrini alır. Anlat , zehir içinde kalmasın.
- İnsan dediğin neydi ki zaten? Bir saniyede ölüverirdi.
- Kimse hayatından memnun değil. Herkes derin bir huzursuzluk içinde kıvranıyor; daha iyi bir hayata ulaşmak istiyor ama o yeni hayatın ne olduğunun da farkında değil.Tarifi yok; Dolayısıyla toplumun mitolojisi ve ideali de yok. Bu yüzden bir nehrin suları bizi önüne katmış götürüyor. İnsanlar akıntıdan kurtulmak için kıyıdan sarkan dallara tutunmaya çalışıyorlar. Kimi din dalına tutunuyor, kimi milliyetçilik, kimi kürtçülük; kimi ise nihilizme gömülüyor... "
- İnsan kendi olmaktan çıkabilir mi, bambaşka bir kişiye dönüşüp başka bir hayat yaşayabilir mi?
- Insanoğlu, çevresindeki koşullara uyum göstererek hayatta kalma becerisine sahip bir bukelamundu.
- herkes ve her şey süratle değersizleşiyordu.
Mutluluk İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Suç mu? Kader mi?: Okuyup bitireli yaklaşık iki hafta oldu. Bu süre zarfında notlarımı tekrar gözden geçirmek için de çokça sürem vardı. Livaneli nasıl başarıyor bilmiyorum ancak etkili eserler üretebiliyor. Fakat bahsedeceğim bu kitabı kurgu ve ahenk yönünden, öncekilerin ya da benim önceki okuduklarımın biraz gölgesinde. En baştan belirtmek istiyorum ki okuyacağım kitapları yazarlarının şahsi düşüncelerine ve ideolojilerine göre seçmediğim gibi okuduktan sonra yaptığım incelemelerde de yine sadece eserin kendisini değerlendirmek niyetindeyim. Ayrıca bugüne kadar maalesef maruz kaldığım durumlardan bir diğeri incelemenin bütününü okumadan yapılan yorumlar oldu. Kısaca yazarın fanatiğiyseniz okumamanızı öneririm ya da hiç olmazsa tamamını anlayarak okumanızı rica ederim. Hadi başlayalım! Spoiler içerebilir. Tadınız kaçmasın. Eserin ilk baskısı her ne kadar Kasım 2002’ de yayımlanmış olsa da, kurgunun geçtiği zaman aralığını kestirebilmek oldukça zor. Bir yerlerde hain terör örgütü kurulalı 15 sene oldu deniyor, başka bir yerde İstanbul’ un 2000’ li yıllar nüfusu paylaşılıyor, bir taraftan Hizbullahçılar ortalıkta fink atıyor. Özel TV' ler vs. sonuç olarak 1993 – 2002’ li yılların karışımı hakim. Türkiye bu harmanlanmış yılları yaşarken, Van Gölü’ nün çevresinde pek kimsenin bilmediği, yöre kadınlarının avluda sohbet ederken yere çömelip ihtiyaçlarını giderdiği -ben hiç duymadım- , bağnaz, dini hissiyatın sömürüldüğü bir kasabada, bir kuytuya hapsedilmiş Meryem vardır. Hikayemiz böyle başlıyor. Meryem hapsedilmiştir çünkü çok büyük suç işlemiştir. En başta bir kız olarak dünyaya gelmiş, ardından tecavüze uğramıştır. Hem de amcası tarafından. Bundan daha büyük bir suç olabilir mi? Kasabanın fiili dini lideri amcası ve diğer aile büyükleri Meryem’ in geleceğini düşünürken, Meryem’ de bu izbede yalnızlığa, sevgisizliğe ve her türlü kötü davranışa terk edilmiştir. Yıl 2021 olsa bile bugün hala benzer olayları maalesef duyuyoruz, öyle değil mi? Daha sonra hikayemize Meryem’ in amcasının oğlu Cemal dahil oluyor. Kendisi komando olarak, bölücü terör örgütüyle çarpışmakta ve bu süreçte gerek yakın arkadaşlarını kaybetmenin gerek kendi hayatını da kaybetme ihtimalinin etkisiyle psikolojik çöküntüde ve sadece çatışma düşüncesindedir. Burada operasyonların psikolojik yönü gerçekten başarılı betimlenmiş. Zaman zaman okurken bende oradaymışım gibi oldum. Komando Cemal tabi memleketten uzakta çatışırken, bu gelişmelerden de bihaberdir. Yaklaşan tezkeresini beklemekte ve memleketine dönme hayalindedir. Bir de geçmişinde çok fakir olan, daha sonra azmi ve aklı sayesinde ülkenin sayılı bilim adamlarından biri olan İrfan Kurudal’ ın hikayesini okuyoruz. Tabi en diplerden buralara hatta ulusal kanallarda program yapmaya kadar yükselen bu profesör de deyim yerindeyse, Zirvedeki Yalnızlığı yaşamaktadır. Maddi olarak istediği hemen her şeye sahip olsa da bu maddiyat onun maneviyatını artık beslememekte ve ona tat vermemektedir. Profesör de önce memleketi İzmir’ e gidip hayatından çıkardığı annesini, Üni. den sonra bir daha adım atmadığı evini ziyaret etmek ardından eski arkadaşı Hidayet gibi denizlere açılıp, münzevi bir hayat sürme şeklinde bir plan yapmaktadır ve bu planı da uygular. İlerleyen sayfalarda bahsettiğim bu üç kişinin yolları bir şekilde kesişir. Öncelikle yazıldığı dönemde, daha Asmalı Konak gibi diziler yeniyken ki bugün töre, namus, intikam -evet Murat Soner sayesinde dilime dolandı- diye tüm kanalları kanser hücreleri gibi saran diziler ortalıkta yokken, namus diye, töre diye masum çocukların ya da kadınların katledilmesini görmüş yazar. Bunu da çekinmeden yazmış. Bugün bile geldiğimiz noktada benzer haberler duymuyor muyuz? Maalesef dini öne sürerek, katli vacip görülen karakterimiz Meryem burada kurgusal olsa da, gerçekte haberlerde bir kısmını görebildiğimiz ama bilmediğimiz binlercesi var. İşte burada yazarı tebrik etmek isterim. Ancak her ne kadar toplumsal sorunlara değinse de, cahillik perdesinin, geri kalmışlık izleniminin tüm ülkeye ithaf edilmesini doğru bulmuyorum. Ya yazar bu ülkede tutarlı iyi insanlarla karşılaşmamış ya da anlattıklarının etkisini artırmak için biraz abartıya kaçmış. Rahatsızlığımın asıl nedeni ise kitap hakkında alınan görüşlerin birinde, yabancının birinin çok güzel Türkiye portresi demesi oldu. Madem öyle, bu kitabı alıp kim okudu? Birbirine tavsiye edenler, başka başka baskılarının, hem de Türkçe baskılarının sebebi sadece yabancı okurlar mıydı? İşte burada yazara katılmıyorum. Ayrıca yazarın kitaplarında en uç insanları oluyor ki burada da görmek mümkün. Muhafazakar olanın mutlaka bir cemaati ya da radikal islamcı imajı, yobazlık mertebesinde, seküler gruplar ise nihilizmin eşiğinde hatta o eşiği geçmiş bile oluyor. Ortası yok mu bu ülkede? İşin garibi bende bu yapıda birileriyle hiç tanışmadım. Her ne kadar var olan bir sorundan bahsedilse de burada çizilen Türkiye resmi, gerçek Türkiye portresi değil. Bence! Bir diğer konu ise trende Amerikan gazeteci Peter Cape ne kadar hayret etmiş Türkiye’ ye öyle! Ne kadar çeşitlilik varmış böyle! Çok garip bir yermiş! Anlaşılan gazetecimiz kendi ülkesindeki Amişlerden, Mormonlardan, Gizliden devam eden Ku Klux Klanlar’ dan, Neonazilerden, Baptistlerden falan habersiz. Ya da haberlerde bugünlerdeki gibi bir George Floyd skandalı görmedi demek. Demek siyahi katliamlarından habersiz bir haberci. Toplumsal bir sorunu ele alması, hele bunu 19 sene öncesinde yapması takdiri hak ediyor. Ancak toplumsal analiz kısmına katılmıyorum. Hastalığın doğru teşhisi için bünyenin de çok iyi bilinmesi gerektiğini düşünüyorum. Bir dozluk hastalığa on doz ilaç vermek gibi. Bir de Cemal’ in Emine birden bire nasıl çıkıverdi ortaya öyle. Ben mi bir yerleri kaçırdım acaba? Güzel bir konusu var. Tavsiye ederim, keyifli okumalar. (Mehmet Çelik)
Mutluluk bu kitabı yarım bırakmak benim için..: Söz konusu yazarın daha önce Serenad ve Kardeşimin Hikayesi adlı kitaplarını okudum. Daha önce almış bulunduğum ve kesin yargıda bulunmamak için buna da başladım ve yaklaşık 100 sayfa sonunda bu işkenceye son veriyorum. Çünkü aynı şeylerin tekrar etmeye başladığını, birilerini eleştireyim derken saygı sınırının aşıldığını, sürekli alttan alttan koca bir medeniyetin değerlerinin ayaklar altına alınmaya çalışıldığını iliklerime kadar hissettim. Genel olarak okuduklarımdan şunları çıkardım: İçki içmek iyidir, medeniyettir, gelişmişlik göstergesidir. Toplumun alt orta kesimleri namaz kılan, muhafazakar insanlardır. Sevişmek, evli insanların sevgililerinin olması, kıskançlığın olmaması gelişmişlik göstergesidir. Arabesk müzik ortadoğu kaypaklığının bir göstergesidir, caz, tango gibi müzikler iyidir. Toplumumuzun inançlı kısmı yozlaşmış, gelişmemiş, cahil ve yobazdır. İmla kurallarına önem veren, genel kültürünün gelişmişliğini! her konuda gösteren, üstelik bu memleketin bir evladı olan yazar, üç ihlas bir fatiha kavramını "üç kulhuvallah bir elham" şeklinde ifade etmiş. Bu ve bunun türevi birçok söylem var yani. Özgürlük ve sanat, hiçbir medeniyeti, hiçbir toplumu aşağılamak, ötekileştirmek değildir bence. Sanat kisvesi altında buram buram nefretin koktuğu, birilerinin hor görüldüğü, alttan alta düşmanlık tohumlarının ekildiği satırları okumak isteyenlere şiddetle tavsiye ediyorum bu kitabı ve türevlerini. Çünkü okumazsak göremeyiz, bilemeyiz, kimin ne olduğunu öğrenemeyiz. Keyifli okumalar. (Ömer Köse)
Kitabın Yazarı Zülfü Livaneli Kimdir?
Zülfü Livaneli, (d. 20 Haziran 1946, Ilgın), Türk müzisyen, senarist, politikacı, yazar ve yönetmen.
İlk yılları
Tam adı Ömer Zülfü Livanelioğlu’olup, aslen Artvin’in Yusufeli ilçesinden olan Livanelioğlu ailesinin büyük dedeleri Ömer Efendi 93 Harbi’nde Artvin’in Ermeni ve Rus işgaline uğraması üzerine Erzurum’a gelerek Ahmet Muhtar Paşa’nın ordusuna katılmıştır.
Ömer Efendi Harput Redif Taburu’na mülazım rütbesiyle atanır. Daha sonra burada çıkan çatışmada şehit düşer. Ömer Efendi’nin tek oğlu olan Zülfü Efendi, Türkiye’nin muhtelif yerlerinde sorgu hakimi olarak görev yapar. Soyadı Kanunu çıktığında babasının geldiği Artvin/Yusufeli/Livane Sancağına izafeten Livanelioğlu soyadını alır. Zülfü Efendi’nin erkek çocuklarından üçü de hakim olmuştur. En büyükleri ve Zülfü Livaneli'nin babası olan Mustafa Sabri Livanelioğlu, Yargıtay Başkanlığı’na kadar yükselmiştir.
Kariyeri
Ankara Cumhuriyet Lisesi mezunudur. Daha sonraki tarihlerde ABD Fairfax Konservatuarı'nı bitirmiştir. Zülfü Livanelioğlu bağlama çalmayı teyzesi Nazmiye (Türeli) Yücel'in eşi olan eniştesi Turhan Yücel'den Ilgın'da yaşadığı yıllarda ve yaz tatillerinde öğrendiğinde, eniştesi Turhan bey'in kendisine hayatını değiştirecek bir sermayeyi hediye ettiğinden haberi yoktu.
Zülfü Livaneli, müziği ile birçok ulusal ve uluslararası ödül aldı ve eserleri Joan Baez, Maria Farantouri, Maria del Mar Bonet, Leman Sam gibi onlarca yerli ve yabancı sanatçı tarafından yorumlandı. Kültür, sanat ve politika alanında Türkiye’nin önemli isimlerinden birisi olan sanatçı, sanat yaşamı boyunca 300'e yakın besteye ve 30 film müziğine imzasını attı.
Türkiye'den ansızın ayrılarak İsveç'e sürgün yıllarında bulaşıkçıklık dahil muhtelif işlerde çalışan Livaneli'nin en büyük arzusu bir gün Türkan Şoray ile tanışabilmek ve o zaman Türkiye'de suçlanan kişilerin uğrak yeri haline gelen İsveç'te bulunan ünlü yazar, gazeteci veya şairlerle karşılaşabilmekti.
Bugüne kadar dört uzun metrajlı film yönetti: "Yer Demir Gök Bakır", "Sis", "Şahmaran" ve "Veda". Valencia Film Festivali'nde "Altın Palmiye" ve 1989'da Montpelier Film Festivali'nde "AltınAntigone" ödülüne layık görüldü. "Sis", "En iyi Avrupa Film Ödülü"ne aday gösterildi. Sanatçının filmleri Türkiye, ABD, Fransa, Almanya, İsviçre ve Japonya'da gösterime girdi ve BBC, WDR, İspanya, Kanada ve Japon televizyonları gibi birçok televizyon şirketine satıldı.
Ekim 1986'da Cengiz Aytmatov'un daveti üzerine Federico Major, Yaşar Kemal, Arthur Miller ve diğer ünlü sanatçı ve düşünürlerin katıldığı Kırgızistan ve daha sonra Wengen, Granada ve Mexico City'de toplanan Issyk-Kul Forumu'nda yer aldı.
Livaneli, Elia Kazan, Jack Lang, Vanessa Redgrave, Arthur Miller, Mikhail Gorbaçov, Mikis Theodorakis gibi ünlü kişilerle birlikte dünya kültürünün ilerlemesi ve dünya sanatlarının gelişmesine katkıda bulunmak üzere çalışmalarda bulundu.
1996 yılında Paris’te merkezi bulunan UNESCO (Birleşmiş Milletlerin Eğitim Kültür Bilim Kurulu) tarafından büyükelçilik verilen sanatçı Livaneli, 1978 yılında yaptığı "Nazım Türküsü" adlı albümde Nazım Hikmet'in şiirlerinden bestelediği şarkıları bir araya getirdi.
"Arafatta bir çocuk", "Geçmişten Geleceğe Türküler", "Sis", "Orta Zekalılar Cenneti", "Diktatör ile Palyaço", "Sosyalizm öldü mü", "Engereğin Gözündeki Kamaşma" ve "Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm" ve "Mutluluk" ve Leyla'nın Evi, Sevdalim Hayat, Son Ada ve Sanat Uzun, Hayat Kisa, Serenad kitaplarının yazarı olan Livaneli, hâlen Vatan Gazetesi'nde köşe yazarlığına devam etmektedir. Sanatçı uluslararası kültür çevrelerinde tanınmakta ve saygı görmektedir.
Ömer Zülfü Livaneli Ülker Hanım'la evlidir ve bir kızı vardır. Kızı Aylin Livaneli eğitimi ve yaptığı pek çok işten sonra müzik ile ilgilenmiş. 5 albüme imza atmıştır. Müziğe ara veren Aylin Livaneli şuan yurt dışında ekonomi üzerine eğitim almaktadır. Yayınlanmış 3 kitabı bulunmaktadır. Livaneli vejetaryendir.
19 Mayıs 1997 tarihinde, Ankara Hipodrom meydanında verdiği konsere 500.000 kişinin katılmasıyla Türkiye'nin en büyük konserini gerçekleştirme ünvanını kazanmıştır.
Siyasi kariyeri
Livaneli 1994 yerel seçimlerinde, Sosyaldemokrat Halkçı Parti'den İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na aday oldu. Anavatan Partisi'nin adayı İlhan Kesici, Refah Partisi'nin adayı Recep Tayyip Erdoğan ve Doğru Yol Partisi'nin adayının Bedrettin Dalan olduğu çekişmeli seçim sürecinde oyların %20,30'unu alan Livaneli üçüncü geldi. Erdoğan ise %25,19'luk bir oranla Belediye Başkanı seçildi. Livaneli, 2002 genel seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi'den İstanbul milletvekili seçildi. Partinin 13. Olağanüstü Kurultayı'nda yeter sayıda imza bulamadığı için genel başkan adayı olamadı ve parti yönetimini ağır şekilde suçlayarak istifa etti. Livaneli, istifasını açıklarken şunları söyledi:
"CHP yönetimi, Atatürk'ün laik, devrimci, halkçı, çağdaş ve reformcu çizgisini 21. yüzyıla taşıyamadığı için ülkemizi içinden çıkılması güç bir siyasi karmaşaya sürükledi. Bu büyük tarihsel ve siyasi kaymayı engelleyebilmek ve CHP'yi özündeki devrimci, reformcu ilkelere tekrar kavuşturabilmek için, parti içinde her düzeyde büyük çaba harcadım. Ama ne yazık ki bu çabalar da diğerleri gibi sonuçsuz kaldı. Partideki muhalif fikir ve kişileri yok etme alışkanlığı, bu kurultaydan sonra da bir kıyıma dönüşerek devam ediyor. CHP içinde kalarak mücadele etme yolları artık tükendi. Parti, örneği görülmemiş bir şekilde antidemokratik ve oligarşik bir yapıya dönüştürüldü."
Zülfü Livaneli Kitapları - Eserleri
- Serenad
- Son Ada
- Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm
- Leyla'nın Evi
- Engereğin Gözü
- Mutluluk
- Edebiyat Mutluluktur
- Arafat'ta Bir Çocuk
- Harem
- Sevdalım Hayat
- Bütün Kuşların Uykusu
- Kardeşimin Hikayesi
- Son Ada'nın Çocukları
- Veda
- Konstantiniyye Oteli
- Diktatör ile Palyaço
- Sanat Uzun Hayat Kısa
- Orta Zekâlılar Cenneti
- Yaşar Kemal
- Dünya Değişirken
- Arkadaşıma Veda
- Gorbaçov'la Devrim Üstüne Konuşmalar
- Huzursuzluk
- Atatürk’ün İzinde
- Elia ile Yolculuk
- Sosyalizm Öldü mü?
- Gölgeler
- Nefesim Nefesine
- Rüzgarlar Hep Gençtir
- Sis
- Şapka
- Gökyüzü Herkesindir
- Bizi Sürükleyen Nehir
- Balıkçı ve Oğlu
- Mutluluk
Zülfü Livaneli Alıntıları - Sözleri
- Halkın "Kurtar bizi baba." diye sığındığı bir başbakan, depremde çöken hastane için "Canım, 29 yıl ayakta durmuş ya!" derse, kıyamet niye kopmaz? Deprem bölgesinde can çekişen insanların çadırını, ekmeğini dağıtamayan devlet, nasıl bir devlettir? Ve halk, televizyon kamerası karşısında, neden "Allah devletimizden razı olsun." der? Dünyanın her köşesinden gönderilen yardım malzemesini çalan halk, nasıl bir halktır? Erzincan'da gördükleri kabalık, becerisizlik, cehalet ve kötü niyet kargaşasından dehşete düşen İsviçreli ekip "Ne haliniz varsa görün!" diyerek çekip gitmekte haklı mıdır, değil midir? Dış ülkelerden gelen yardım ve ekip gönderme taleplerini 48 saat cevaplamayan Dışişleri Bakanlığı, ne derece başarılı bir bakanlıktır? Siz bu soruları soranlardan mısınız, yoksa bu sorulara kızanlardan mı? (Diktatör ile Palyaço)
- Her şeyi bırakıp uzaklara gitmek isteğim büyüyordu içimde... (Serenad)
- Nesine yar nesine Ölürüm ben sesine Bir daha vursa idi Nefesim nefesine" (Nefesim Nefesine)
- İyiler her zaman kötüleri yenecek kadar güçlüdür. Yeter ki, güçlerinin farkına varıp birleşsinler. (Son Ada'nın Çocukları)
- bu yaşam, en ufak bir çabaya bile değmezdi (Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm)
- "Aşk diye ballandıra ballandıra göklere çıkardıkları şeyin anlamıyor bir türlü." (Leyla'nın Evi)
- " Bir yer var iyiliğin ve kötülüğün ötesinde. Seninle orada buluşacağız." Mevlana (Huzursuzluk)
- Hep umutlu hep iyimsersin. Bunlar güzel özellikler ama bazen gerçekleri görmeni engelliyor (Son Ada'nın Çocukları)
- Her şeyini yitiren bir insanın son sığınağı onurdur. (Bizi Sürükleyen Nehir)
- Düşmanlık dolu bir dünyaydı bu. Niye bu kadar anlayışsızdı insanlar, birbirine karşı? Niye sırtlan gibi dişlerini gösteriyorlardı? (Arafat'ta Bir Çocuk)
- üzüntü çürütür insanı diye uyarıyor, ama kızmak iyi gelir, ferahlarsın diyordu: “Sakın ola hiçbir şey için üzülme ama bol bol kız, öfkelen, dövüş, savaş, küfret ama üzülme. İnsanı üzüntü çürütür.” (Elia ile Yolculuk)
- Köydeyken, çocuğun çok karnı agrirdi. Ağrıyı çeksin diye sabahları yalınayak toprakta yürütürlerdi. (Bütün Kuşların Uykusu)
- Keşke; kan revan, hapis, zulüm, ölüm orucu yerine, binbir çiçekli kültür bahçesinin mis kokuları arasında yaşayabilseydik. Yaşar Kemal'in türkülerini paylaşabilseydik. (Yaşar Kemal)
- "Tıpkı baban gibisin. Hep umutlu hep iyimsersin. Bunlar çok güzel özellikler ama bazen gerçekleri görmeni engelliyor." (Son Ada'nın Çocukları)
- Alçalmaya başladık, diyor pilot ah diyorum, çoktan be kaptan çoktan alçalmaya başladık biz. (Gökyüzü Herkesindir)
- Zayıflığını gösterecek kadar güçlü ol. (Bizi Sürükleyen Nehir)
- Doğrudur; kitap okumak karın doyurmuyor. Ancak karnı tok, beyni boş adamlardan çektiğimiz kadar hiç kimseden çekmedik. (Serenad)
- ...yüreğim sızlayarak seni özlediğimi bilmeni isterim. (Son Ada)
- Aşk, insanın içindeki karanlığa da çok yakın, aydınlığa da. (Sanat Uzun Hayat Kısa)
- "Ağzımı açtım sonra kapadım; o kadar korkmuştum ki bir şey söyleyemedim. Bildiğim tüm sözcükleri unutmuştum." (Şapka)
Editör: Nasrettin Güneş