Nazar - Reha Çamuroğlu Kitap özeti, konusu ve incelemesi
Nazar kimin eseri? Nazar kitabının yazarı kimdir? Nazar konusu ve anafikri nedir? Nazar kitabı ne anlatıyor? Nazar kitabının yazarı Reha Çamuroğlu kimdir? İşte Nazar kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

Kitap Künyesi
Yazar: Reha Çamuroğlu
Yayın Evi: Everest Yayınları
İSBN: 9786051415888
Sayfa Sayısı: 195
Nazar Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti
Sultan Selahaddin El Kürdi romanıyla büyük ilgi gören Reha Çamuroğlu'ndan ortaçağ engizisyonu cadılar ve kadınlar üzerinden günümüze göndermeler yapan ve tartışma çıkartacak gündemi belirleyecek bir roman...
Elini göğsüne götürdü sonra. Daha önce nasıl olup da görmediğime şaşırdığım bir şey asılıydı boynunda. El şeklinde gümüşten bir kolyeydi bu.
Bir çocuk eli kadar vardı. Tam ortasında canlı gibi bakan bir göz vardı. Göz tam da gözlerimin içine bakıyordu. Uzun kirpikleri, bunun bir kadın gözü olduğunu söylüyordu. İnce bir deriyle boynuna asılmıştı. Yavaşça çıkardı. Elinde tutuyordu.
"Buna Fâtıma'nın Gözü derler," dedi.
(Tanıtım Bülteninden)
Nazar Alıntıları - Sözleri
- " Farkında mısın yargıç? Tanrı'dan çok şeytandan korkuyorsun. Yoksa Tanrın gücünü şeytana mı devretti? "
- Bazen az eğitim cahillikten kötü olabilir.
- Din vicdandır, vicdanın yoksa dinin de yoktur.
- Siyaset; sürüleri toplamak, birleştirmek, yeri geldiğinde ise dağıtmak ve parçalamak sanatıdır.
- Tanrının yarattıklarına şefkat ve merhamet hissi duymayanların, insanlara da şefkat ve merhamet duymayacakları açık değil midir?
- Bilmezler gündüz ehli olanlar, gecenin en azından sabah kadar taze olduğunu.
- Şimdi, Gece ve ben, ikimiz, birlikte,eskisinden daha da yalnızdık.
- Cadılıkla suçlanan kadın, çırılçıplak soyulur, elleri bileklerinden ayak bileklerine bağlanır, bu vaziyette bir ırmak veya göle atılırdı. Eğer kadın batmaz da suyun üzerinde kalırsa suyun onun kirli varlığını reddettiği düşünülür ve bu cadılığın kanıtı sayılırdı.
- Bilmezler gündüz ehli olanlar, gecenin en azından sabah kadar taze olduğunu.
- Bilmezler gündüz ehli olanlar, gecenin en azından sabah kadar taze olduğunu.
- Bilmezler gündüz ehli olanlar, gecenin en azından sabah kadar taze olduğunu.
- Biz niçin uyuyoruz böyle, acının zamansızlık içinde asılı duruşunu seyretmek için mi?
- Güldü bana ve "Ben senin bütün aptallıklarındım," deyiverdi. "Bu nedenle gitmeliydim."
- Kötü bize göre değişir, bugün şudur yarın bu. İyi de öyle, onu da bizim ihtiyaçlarımız tayin eder. Bugün iyi olan, yarın kötü olabilir. Tanrı bile hiçbir şeyi öngöremez hale gelir böylece.
- Cadılıkla suçlanan kadın, çırılçıplak soyulur, elleri bileklerinden ayak bileklerine iplerle bağlanır, bu vaziyette bir ırmak veya göle atılırdı. Eğer kadın batmaz da suyun üzerinde kalırsa suyun onun kirli varlığını reddettiği düşünülür ve bu cadılığının kanıtı sayılırdı. Kadın batarsa, bu bir tür kutsamaydı, vaftiz ritüelinin bir benzeriydi ve masumiyet işaretiydi. Ama elbette bu durumda da, birinin, kadının sudan çıkmasını sağlaması gerekirdi. Yoksa bir masum olarak boğulurdu.
Nazar İncelemesi - Şahsi Yorumlar
Dönemin Ruhunu Güzel Yansıtmış: Kitabın benim nezdimde tek olumsuz tarafı diyebileceğim, yazarın hikayeyi anlatmak için karakterlerin gözünden aktarmayı seçmesi. Bu akışı fazla bozmasa bile yazarın aniden karakterleri atlayıp ilahi gözden anlatıma geçmesi, hikayenin akıcılığını biraz bozuyordu bence. Ben pek aldırmasam da yazar tüm hikayeyi tek bir gözden anlatsaymış çok daha güzel olurmuş demeden duramadım. Yine de pişman değilim. Son sayfasına kadar severek okudum. Gerçekten şans verilmesi gereken bir kitap olduğunu düşünüyorum. Tarih 16. yüzyılın ortaları. Savaşta kocasını kaybetmiş, geçimini ebelik yaparak ve başka insanları tedavi etmeye çalışarak kazanan, kedisi Gece ve kargası Grak dışında kimsesi olmayan tek başına dul bir kadın. Dinin, insanların en büyük yönetim aracı olarak kullanıldığı karanlık bir dönem. Bu kadın geceleri, kasabanın üzerinde diğer cadı arkadaşlarıyla uçan ve uçarken tarlaların üstüne işeyerek ürünlerin hasadını kurutan, büyü yaparak insanları yoldan çıkardığına inanılan bir cadı. İnançları, dönemin "doğru bilinen" inançlarıyla örtüşmüyor çünkü. Etraf ise Cadı Avcılarıyla dolu. Yine aynı kadının onlarca hastayı tedavi ettiği, yüzü geçen gebe kadını doğurttuğu dönemde takdir yerine "şifa veren, yıkım da getirir" safsatası daha çok tercih ediliyor. Sırf acı çekmesin diye kendi yaptığı bir ilacı kullanarak bir kadını acı çekmeden doğurttuğu için kilise, kadınların doğum yaparken acı çekmesinin farz olduğunu, çünkü doğumla beraber gelen acının kadınların çekmesi gereken bir ceza olduğunu söylüyor ve burada inançlara ters gittiği için yine ebe kadını suçluyor. Kitabı kadınlara atfetmiş zaten Çamuroğlu. Ortaçağda kadınların çektiği eziyetleri anlatarak sözde "Modern Çağımıza" atıfta bulunuyor. Eziyetin bitmediğini, sadece kılıf değiştirerek farklı biçimlerde kendini göstermeye devam ettiğini güzel bir tarih sahnesinde detaylı anlatımlarla bize aktarıyor. Bir kitabı okumaya başlamadan önce genellikle bu sitedeki incelemelere göz atarım. Bu konuda yalnız olmadığımı da biliyorum. Ve bazı kitapların gerçekten fazlaca şişirildiğini düşünüyorum. İnsanlar çok sevilen, sevildiği söylenen bir kitabı okuduğunda ve okuduktan sonra beğenmediğinde ya da kendisini pek sarmadığında şöyle düşünür: "sorun bende mi acaba?" Böylece herkes tarafından beğenilen bir kitabı beğenmediğini söylemeye çekinir. Hayır sorun sende değil, sorun sürü psikolojisinde. Herkesin severek okuduğu bir kitabı senin de sevmen gerekmiyor. Bu yüzden sürü psikolojisinden ayrılıp pek ünlenmemiş, okuyan iki üç kişi arasından da fazla bir puan alamamış kitaplara da şans vermek lazım bazen, en azından ilk elli sayfasına... Ben şahsen öyle yaparım. Kitap ilk elli sayfasına kadar sarmamışsa beni, zaten şansını kaybetmiştir benim için ve ben de çok fazla bir şey kaybetmiş sayılmam böylece. Ama güzel bir yapıtsa kazanan ben olurum yine ve çoğunluğun arasından okuru çok fazla olmayan bir kitabın beğenen çok az kişisinden biri olurum. Bu da beni ayrıcalıklı biri yapmaz mı? Nazar: Pek ünlenememiş, nispeten fazla sevilememiş, satılamamış; değilse bile bu yüzden kitap reyonlarında cüzi bir miktara promosyon olarak satılan bir kitabın kapak ismi. Neden? Reha Çamuroğlu: 1958 yılında İstanbul'da doğdu. Türk tarihçi, yazar, eski milletvekili. Boğaziçi Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi tarih bölümünü bitirdi. Büyük Larousse ve AnaBritannica ansiklopedilerinde tarih yazarlığı ve redaktörlük, "Cem" ve "Nefes" dergilerinin ise yazı işleri müdürlüklerini yaptı. Yazar kendi alanında başarılı bir tarihçi. Tarihi kurguları beğenen biri olarak erken Rönesans döneminden kaleme aldığı bu yapıtını beğendim. Dönemin ruhunu, inançlarını, düşünce biçimini bir tarihçi olarak edebiyata oldukça sade ve duru bir dille aktarmış Çamuroğlu. Peki neden hak ettiği değeri tam görmedi, göremiyor? 1- Anlatılış biçimi kurguyu bozuyor, hikayenin sihrini kırıyor? 2- Bir tarihçi olarak fazla tanınmamış bir yazar (?) 3- Tarihi kurguların çok fazla hayranı bulunmuyor? Hangileri doğru? Edebiyat sahnesinde fazlaca dillendirilen eserlere mi daha çok şans veriyoruz? Başkalarının düşünceleriyle mi hareket ediyoruz yani? Tarihi kurguları pek beğenmiyor muyuz gerçekten? Beğenenler olarak azınlıkta mıyız yani? Bence hiçbiri değil. Nedeni de zaman. En büyük gözdağımızdır çünkü zaman. "Bak evladım" der sana tüm ihtişamıyla "12 saattir çalışıyorsun, bir saatlik yoldan sonra yeni eve gelmişsin; yemek mi yiyeceksin, duş mu alacaksın, ülkenin sürekli değişen gündemine mi göz gezdireceksin, en sevdiğin dizinin bir bölümünü mü izleyeceksin yoksa pek okunmamış, kötü eleştirilerde bulunulmuş ve fazla beğenilmemiş bir kitaba mı şans vereceksin? Nasıl harcamak istersin günün sana kalmış bu çok az kısmını? Ben sana zaten yetemiyorum, yetemediğim çok az kalan kısmımı da bu şekilde mi tüketeceksin? Yazık değil mi bana, sana? Biliyorsun, ben yalnızca ileriye akarım, geriye akmam. Bunu okuyacağından emin misin gerçekten?" Ve zaman galip gelir. Bize her şeyden çok zaman lazım. Çokluğu, çoğu zaman yokluğundan bile çok olsa da biz, hep bize zaman lazım deriz. Zaman... Çünkü hiçbir zaman olmaz zamanımız. Zaman olmazdı zaten çünkü zaman yaratılan bir şeydi. Yarattığınız bir zamanda okumanız dileğiyle, keyifli okumalar. (Azat Karakurt)
Noktalama hatalarıyla dolu kötü bir kitap! Herkesin yazar olduğu bir zamandayız. Bu da kaliteyi gittikçe daha da aşağıya indiriyor. Yazar kadar yayınevi de sorumlu ama kitaba sadece ticari açıdan bakıldığı için kalite umursanmıyor maalesef. Daha ilk bakışta kapaktaki "1. Baskı 50.000 adet" notundan bakış açısı anlaşılıyor aslında. Roman tekniği açısından da başarısız. Anlatıcı her bölümde değişiyor ama belirli bir sistem kurulmamış. Olayları roman kahramanlarının ağzından anlatırken birden anlatıcı üçüncü kişi oluyor ve okuyucuya aptal muamelesi yapıp "şimdi size şunu da açıklamam lazım" şeklinde araya giriyor. Bu üslup Türk edebiyatının ilk romanlarında görülür; anlatıcı araya girip kendi yorumlarını yapar. Roman Türk edebiyatında yeni bir tür olduğu, Batı'daki kadar köklü bir geçmişi olmadığı için de bu üslup acemilik kabul edilir. Anlatıcının okuyucu ile diyaloğa girmesi hem rahatsız edici oluyor hem de kurgu dünyanın büyüsünü bozuyor. Başlangıçta yazarın kafası karışmış. Olayları nasıl aktaracağını bilememiş. Bu yüzden konu olarak da anlaşılmıyor. Sonlara doğru biraz toparlandığı için daha akıcı ilerliyor. Belki biraz daha fikirlerin ve yazılanların demlenmesi için üzerinde çalışılsa daha iyi olabilirdi. (Heget)
Yaratılış hikayesine göre Havva, o meşhur yasak elmayı yediğinden beri, kadınların kötülüğün iradesine daha kolay boyun eğdikleri ve bundan mütevellit Şeytan'la iş birliği yapma ihtimallerinin daha kuvvetli olduklarına dair bir inanç var idi orta çağda. Kadınlar, işledikleri bu günahtan dolayı bir cezaya çarptırılmıştı; doğum yaparken acı çekmek! İşte bu yüzden, ormanlardan topladıkları çeşitli otları karıştırarak, kasabalı kadınların doğum sancılarını bir miktar dindiren şifacı ve ebe kadınlara halk tarafından şüphe ile bakılmış, işlerine geldiklerinde şifalarını yalvarsalar da kilisenin en ufak bir baskısı ile cadı avlarına ortak oldukları çok kere görülmüştür . Belki de talihsiz denilebilecek bir şekilde, Orta Çağ'ın İtalya'sında yaşayan dul bir kadın olan Margarita Pedronelli, ebelik mesleğini o kadar iyi icra etmektedir ki, şöhreti kasaba sınırlarından dışarı çıkarak kiliseye kadar gitmiştir. Sayısız kadının acılarını bastırmasına yardımcı olsa da, kilise tarafından peşine bir engizisyon yargıcı taktırılmasına engel olamayacaktır Margarita. Neticede o zamanlar, kilisenin mantığı, "Şifa veren insan yıkım da getirebilir. "şeklindedir... Tarihin karanlık sayfalarından birine ait bir dönemi, mistik bir edebi dille harmanlayarak okuyucuların seyir zevkine sunar Nazar. Engizisyon mahkemelerinin uyguladığı korkunç cezaları, sözde cadıları nasıl belirlediklerini, o dönemin halkının kendilerine yardım eden bu şifacı kadınlara, kilise tarafından "cadı" olarak işaret edildiğinde nasıl tepki verdikleri gibi bilgileri vermesi açısından da başarılı denilebilir. (Maedre)
Nazar PDF indirme linki var mı?
Reha Çamuroğlu - Nazar kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Nazar PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.
Kitabın Yazarı Reha Çamuroğlu Kimdir?
Reha Çamuroğlu, 20 Ağustos 1958'de İstanbul'da doğdu. Babasının adı Yaşar İhsan, annesinin adı Gülen'dir. Tarihçi-Yazar; Boğaziçi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü'nü bitirdi. Büyük Larousse ve Ana Britannica ansiklopedilerinde tarih yazarlığı ve redaktörlük, Cem ve Nefes dergilerinin ise yazı işleri müdürlüklerini yaptı. Almanya'da bir dizi üniversitede konuk olarak ders ve konferanslar verdi. 12 telif ve 2 tercüme eseri yayımlandı. TYB tarafından "2001'in En İyi Romanı Ödülü"ne layık görüldü. Aynı yıl "Hacı Bektaş Barış ve Dostluk Ödülü"nü aldı. Çok iyi düzeyde İngilizce bilen Çamuroğlu, evli ve 1 çocuk babasıdır.
Reha Çamuroğlu Kitapları - Eserleri
- Son Yeniçeri
- İsmail
- Sultan Selahaddin El Kürdi
- Nazar
- Bir Anlık Gecikme
- Kalem Efendisi
- İkiilebir
- Dönüyordu
- Cemil Reloaded
- Yeniçerilerin Bektaşiliği ve Vaka-i Şerriye
- Tarih, Heterodoksi ve Babailer
- Değişen Koşullarda Alevilik
- Sabah Rüzgarı ''Enelhak'' Demişti Nesimi
- Günümüz Aleviliğinin Sorunları
- Geçen Zaman Geçmiş Zaman
- Tarihi ve Kültürel Boyutları İle Alevilik
Reha Çamuroğlu Alıntıları - Sözleri
- Cüneyd bütün bu karşılıklı tutum ve düşünceleri biliyordu. (İsmail)
- Cengin, şeytan hilesini aratmayacak hilelerle dolu olduğunu burada öğrendim. Cenk pazı kuvveti kadar, fikir işiydi. (Son Yeniçeri)
- Kendi kendine söyleniyor, bir yandan da arabasına doğru hızlı adımlarla ilerliyordu. Sitenin etrafını kuşatan yüksek ve "estetik kaygılarla " kaliteli taşlardan yapılmış duvarın üzerindeki kameralara gözleri takıldığında, sevinsin mi üzülsün mü bir an kararsızlık kaldı. Sinsi mahlûk gözleri gibi yavaşça sağa sola dönen kameralar, insana güven dışında her şeyi ilham ediyordu. Kocaman kocaman, özellikle görülsün denilerek yerleştirilmiş bu koruma kafesli beyaz nesneler, Cemil Ilkan'in bütün saldırganlık güdülerine davetiye çıkarır gibiydi. Yerden büyücek bir taş mı alıp atsaydı ? Hemen güldü bu düşünceye. (Cemil Reloaded)
- Bilmezler gündüz ehli olanlar, gecenin en azından sabah kadar taze olduğunu. (Nazar)
- İmadeddin; dinin direği demek. (Sultan Selahaddin El Kürdi)
- "Aynaya niye bakarsınız? Üstünüzü başınızı düzeltmek için. Hor görmeden, dikkatle ve eksik bulmak, güzeli görmek için bakarsınız. Mümin, müminin aynasıdır. Öyleyse birbirinize öyle bakın. Birbirinizi kızıl serpuştan tanıyın. Teferruata değil, öze bakın. Öze giden yol gözden geçer, göze bakın." (İsmail)
- Eski Romalıların bir sözü var, bilir misin? “Yenilmiş, ezilmiş bir düşmanı, katledilmekten çok, ezikliğine terk edilmek yaralayacaktır.” (Bir Anlık Gecikme)
- Artık kan ve vücut parçaları bir yağmur gibi yağıyordu. Haydar bir an tanıdık bir yüz gördü. Bu , Akkoyunlu Sarayı'nda birçok kez gördüğü yeğeninin kapıcısı Ali Aka'ydi. Ve Ali Aka onun başını kesti. (İsmail)
- Cadılıkla suçlanan kadın, çırılçıplak soyulur, elleri bileklerinden ayak bileklerine iplerle bağlanır, bu vaziyette bir ırmak veya göle atılırdı. Eğer kadın batmaz da suyun üzerinde kalırsa suyun onun kirli varlığını reddettiği düşünülür ve bu cadılığının kanıtı sayılırdı. Kadın batarsa, bu bir tür kutsamaydı, vaftiz ritüelinin bir benzeriydi ve masumiyet işaretiydi. Ama elbette bu durumda da, birinin, kadının sudan çıkmasını sağlaması gerekirdi. Yoksa bir masum olarak boğulurdu. (Nazar)
- Sabıra zaman verirsen taşı bile eritir. (İsmail)
- Görmüyor, duymuyor musun? (Sultan Selahaddin El Kürdi)
- Kılıncı elina alıp cenk meydanina çıktıysan tereddüte yer yoktur. Cenk meydanında tereddüt ölümün kardeşidir. Öldürmezsen ölürsün. Cengin kuralı budur. Hakli, haksız, yiğit, zavallı düşünmeyeceksin. (Son Yeniçeri)
- Şimdi, Gece ve ben, ikimiz, birlikte,eskisinden daha da yalnızdık. (Nazar)
- "Zaman zamanda iken, kalbur samanda iken, sucu tellal, keçi berber iken, tavşan bize çırak iken, ben onbeş yaşında çocuk iken, samanlık tepesinde çelik çomak oynardım. Öteden doğru dedem geldi: 'Oğlum müjde, baban dünyaya geldi' dedi"... İgnacz Kunos, Türk Masalları, s.5 (Dönüyordu)
- Güldü bana ve "Ben senin bütün aptallıklarındım," deyiverdi. "Bu nedenle gitmeliydim." (Nazar)
- "Tanrı buyruğu, onun özü gereğidir, sözle, harflerle, Arapça ya da başka bir dille açıklanacak türden değildir." (Dönüyordu)
- "Trabzonlular yine biliyorlardı ki, hepsi elbirliğiyle yıllardır devasa büyüklükte bir tek atmacayı daha beslemekteydiler. Bu atmaca, yıllardır buraya tünemişti ve buradan, yani dünyanın tepesinden aşağıda olup bitenleri gözlüyordu. Elbirliğiyle besledikleri bu atmaca, Osmanlı şehzadesi ve Trabzon Sancakbeyi Selim`den başkası değildi." (İsmail)
- Parçasını hoş göremeyenin bütünle işi ne?Gözünü sevme,kendini sev,olacak iş mi bu? Ormana bayıl,ağacı kes,oldu mu şimdi?Bütünü gör,ne olduysa artık göstersin kendini,gözlerin kamaşsın,"Sen bendensin," desin sana.Sonra dön,parçada onu göreceğine parçayı küçümse,"Bu da mı ondan?" diye sor.Gördüğünden bütün öğrendiğin gurur,kibir midir? 99 isimden sonra sana kalan ey Barak "Mütekebbir'midir?" (İkiilebir)
- Ahlak için sabit bir gerekçe olmalıdır. Bu gerekçe öncesiz ve sonrasız olmalıdır. Tarih dışı olmalıdır. Koşullara göre değişmemelidir. Örneğin çocukların çalıştırılmaları her zaman ve her yerde kötü olmalıdır. Kölelik de öyle, cinayet de öyle, katliam da öyle, şiddet de... (Dönüyordu)
- Bu nedenle biz, yeniçerilerin 16. yüzyıldan başlayarak bektaşileşme sürecine girmiş olabileceklerini, fakat özdeşleşmenin büyük ölçüde 18. yüzyılla birlikte olduğunu ileri sürüyoruz. (Yeniçerilerin Bektaşiliği ve Vaka-i Şerriye)