diorex
Dedas

Oğlumuz: Yarın Diye Bir Şey Yoktur - Tarık Buğra Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Oğlumuz: Yarın Diye Bir Şey Yoktur kimin eseri? Oğlumuz: Yarın Diye Bir Şey Yoktur kitabının yazarı kimdir? Oğlumuz: Yarın Diye Bir Şey Yoktur konusu ve anafikri nedir? Oğlumuz: Yarın Diye Bir Şey Yoktur kitabı ne anlatıyor? Oğlumuz: Yarın Diye Bir Şey Yoktur kitabının yazarı Tarık Buğra kimdir? İşte Oğlumuz: Yarın Diye Bir Şey Yoktur kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 08.03.2022 08:00
Oğlumuz: Yarın Diye Bir Şey Yoktur - Tarık Buğra Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Tarık Buğra

Yayın Evi: İletişim Yayınları

İSBN: 9789750525377

Sayfa Sayısı: 280

Oğlumuz: Yarın Diye Bir Şey Yoktur Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

Tarık Buğra, Kurtuluş Savaşı’nı ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sorunsalını konu alan siyasal roman geleneğimizin Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Kemal Tahir ile birlikte önde gelen yazarlarından biri olmasının yanı sıra öykücülüğüyle de dikkat çeker. Öykülerinde çoğu zaman “sıradan” insanın başından geçenleri ya da geçmesi ihtimal dahilinde olanları kendine has bir duyuş ile anlatan Buğra, bazen bir hastalığın hüznünü, bazen bir aşkın tutkusunu, bazen de bir sohbetin neşesini kendimiz yaşıyormuşçasına içimizde hissettirir. Romanlarında olduğu gibi öykülerinde de taşrada olmayı, taşra insanıyla bir arada bulunmayı, sözün özü “taşranın ruhunu” anlatmayı ihmâl etmez.

Tarık Buğra’nın kaleme aldığı öykülerin ilk kısmını bir araya getiren bu kitap, daha önce Buğra’yı sadece romanlarından bilen okurları

“öykü de yazmış bir romancı” ile değil, her cümlesiyle başlı başına bir öykücüyle bir araya getirirken, aynı zamanda Buğra’nın metinleriyle

ilk kez karşılaşacak okurların Tarık Buğra edebiyatının büyük “giriş kapısını” aralamalarına bir imkân sağlıyor. “Buğra’nın, hikâyeciliğini belirgin iki çizgi üzerinde geliştirerek dönemin edebi tartışmalarına teoriyle değil, pratikle yanıt verdiğini düşünebiliriz. Buğra öykücülüğünün bir çizgisi Proust ve Tanpınar’la buluştuğu ‘zaman’ çizgisidir. Bu elbette Bergson sonrası modernist yazının da çizgisidir.

(...) Buğra öykücülüğünün başta sözünü ettiğim ikinci çizgisi hümanizmdir. Zamana ilişkin öykülerinde nasıl Tanpınar’la aynı yerdeyse, insancıl ve insancı öykülerinde de Sait Faik çizgisindedir.”

Jale Parla’nın Önsöz’ünden...

Oğlumuz: Yarın Diye Bir Şey Yoktur Alıntıları - Sözleri

  • Daha ilk gözgöze gelişimizde ,bu aşk, bir rüya gibi sebepsiz ve başlangıçsız olarak doğmuş bulunuyordu.
  • - Nerede o günler, Gandi? İşte bütün mesele bu: "Nerede o günler?.." "Bu acayip hale nasıl geldik?.." "O günler bunu mu vâdediyordu?.." "Asla!.." "O halde bu iş nasıl oldu?.."
  • İnsanlar umumiyetle böyledir , yavrum. Bilmedikleri şeyleri asla olamazmış farzederler.
  • Sen bir kere "yapacağım." de kâfi. Bu meş'um büyü bozulacak, kabusların yerini ferah rüyalar alacak...
  • Ona bakamıyordum fakat onunla doluydum.
  • "Sen bizden ayrılıverdin. Sevgimiz arttıkça sen biraz daha fazla rahatsız oluyordun."
  • Ona bakamıyordum fakat onunla doluydum.
  • “Sen bir asra teselli olabilirsin.”
  • Musalla taşı... Toprağa giren, topraktan çıkan kurtlar,böcekler... Bütün bunlar düşünülerek hatırlanacak şeyler miydi?
  • Sanki göğsü içerden yumruklanıyor, beyninin içinde bir kâinat alev almış sanıyordu.
  • Halbuki insan ölmekle hiçbir sonuç alamıyordu. Dertlenmekle de…
  • Avareliğin, çerçevesiz hürriyetin başlangıçta haz veren, uyuşturan taraflarının görmüş, bunun zamanla insanı koskoca bir şehirde ve yüzlerce aşinanın arasında ne müthiş bir yalnızlığa sürükleyebileceğini tahmin etmek bile istememiştin.
  • Herkesle, bütün sevenlerle ve sevilenlerin hepsiyle beraber olamadıktan sonra ne olacak sanki?
  • Bu insan şu kader denilen mermer kitlenin nasıl yontulabileceğini öğretmelidir.
  • Adam ciğerlerinin bütün gücüyle ve bütün insanlar için ve bütün bir düzen için olanca öfkesi ile ama olanca acısı da birlikte bağırmak istiyordu hey heyyi

Oğlumuz: Yarın Diye Bir Şey Yoktur İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Tarık Buğra ve Hikâyeleri: 1950'li yılların daha çok romanlarıyla akıllarda kalan yazarlarından Tarık Buğra, kendine mahsus imgelem dünyası ve samimi diliyle öyküleri defalarca okunmaya değer bir yazar. Türkçeyi önemsediği yapay sözcüklere ve cümlelere yer vermemesiyle, geleneği önemsediği kullandığı metaforlar ve temalarla ve her şeyden önemlisi insanı önemsediği hikâyelerinin ruhunu oluşturan sevgi, saygı, özlem ve umutla görünür hâle gelmekte. Tarık Buğra'yı sadece romanlarıyla tanımak haksızlık olur. Kesinlikle hikayelerini, tiyatrolarını ve köşe yazarlığından kalma yazılarını okumak gerekiyor. Söz konusu eserinde, 1948-1949 yılları Oğlumuz hikâyesi başlığı altında birinci bölüm, 1950-1952 yılları arası Yarın Diye Bir Şey Yoktur hikâyesi adıyla ikinci bölüm ve 1954-1964 arası hikayeleri de Sonrakiler başlığı altında üçüncü bölümden söz etmek gerekirse... En sevdiğim hikâyeler Yarın Diye Bir Şey Yoktur bölümündeydi. Zaman ve mekân sorgulaması yapılan hikâyelerde, her insanın hayatında yaşayabileceği pişmanlıklar, haksızlıklar, hatıraların gölgesinde derin özlemler, kimselere söylemeye cesaret edemeyeceği gerçekler ele alınmış. Yarın Diye Bir Şey Yoktur, Hiç Bir Şey Bilmiyormuşum, Üstadla Konuştum ve Coğrafya Dersi yüreğimde yer edinenler oldu. Oğlumuz başlığını taşıyan birinci bölüm hikâyeler arasında ise, Oğlumuz, Havuçlu Pilav Meselesi, Hayat Böyledir İşte, Ömer; Sonrakiler hikâyeleri arasında ise, Şehir Kulübünde, Kardan Adam, Sevginin Bedeli, Var Olmak veya Olmamak, Heyyi Hey satırlarında kaybolduğum hikâyelerdi. Belki yıllar önce okumuş olsaydım bu kitabı, farklı hikâyeleri söylerdim. Anne ve öğretmen gözüyle değerlendirdiğimi ifade etmeliyim. (Eda Kartal)

Öykü benim pek okuduğum bir tür değildir keza Tarık Buğra okumak da uzun süreli planlarım arasında yoktu. Fakat ödev olarak verilince yazardan ilk kitabımı okumuş oldum. Beğendim de açıkçası. Kitap üç bölümden oluşuyor her bölümde yazarın belli yıllar arasında yazdığı hikayeleri derlenmiş. Kendine has bir üslubu, değişik bir yazım şekli var Buğra'nın. Önce biraz garipsedim ama okudukça göze batmamaya başladı diyebilirim. Çok sevdiğim hikayeler oldu. Havuçlu Pilav Meselesi, Hayat Böyledir İşte, Çok Sonra, Fal, Buhran, Sevginin Bedeli, Helvacı Güzeli bunlardan bazıları. Bazı hikayeleri ise hikayeden çok denemeye benzettim. Hem yazılış tarzlarıyla hem de soyutluklarıyla karmaşık geldiler. Yazarın hem realist hem de tamamen soyut birbirine böylesine zıt hikayeler yazması ilginç doğrusu. Hikayelerin konuları ve yazarın samimi cümleleri de ilgi çekiciydi. Kendisinden okuyacağım bir sonraki kitap romanlarından biri olur sanırım. Çünkü kendisi romanlarıyla ön plana çıkmış bir yazarmış. (S)

kişisel görüş: Keyifle okudum. Her duygudan birazcık hissettirdi ve birazcık birazcık derken ruhuma dokunan kitaplardan oldu. Havuçlu pilav meselesini özellikle ayrı bir sevdim. (Didem Demirel)

Oğlumuz: Yarın Diye Bir Şey Yoktur PDF indirme linki var mı?

Tarık Buğra - Oğlumuz: Yarın Diye Bir Şey Yoktur kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Oğlumuz: Yarın Diye Bir Şey Yoktur PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Tarık Buğra Kimdir?

Süleyman Tarık Buğra (d. 2 Eylül 1918 – ö. 26 Şubat 1994), Türk gazeteci ve roman, hikâye, oyun ve fıkra yazarı.

Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının tanınmış yazarlarındandır. Çok yönlü bir yazar olan Buğra, özellikle romanlarıyla tanınır. 1991'de devlet sanatçısı unvanı almıştır.

1918'de Akşehir'de doğdu. Babası, Akşehir'de ağır ceza hâkimi olarak görev yapan Erzurumlu Mehmet Nazım Bey, annesi Akşehirli Nazike Hanım idi. Çocukluğunun geçtiği Akşehir'i eserlerinin çoğunda mekân olarak tercih etti.

İlk ve ortaokulu Akşehir'de okudu. Ortaokulda Rıfkı Melül Meriç'in öğrenicisi oldu. 1933'te ortaokulu bitirdikten sonra yatılı öğrenci olarak İstanbul Erkek Lisesi'ne devam etti. İstanbul Lisesi’nde Hakkı Süha Gezgin'in, Pertev Naili Boratav'ın öğrencisi oldu. Yazar olmaya onuncu sınıfta karar verdi. Tarık Nazım müstear ismiyle hikâye ve şiirler yazmaya başladı. Okulun yatılı kısmı kapanınca Konya Lisesi'ne geçti ve 1936'da mezun oldu.

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde iki yıl okuduktan sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ne geçti. Parasızlık nedeniyle zor bir öğrencilik dönemi geçirdi ve üç yıl sonra mezun olamadan bu okuldan da ayrıldı.

1942-1945 yılları arasındaki üç yıllık askerlik görevi sırasında devlet memurlarının bıyıklarını kesme kuralını ihlal ettiği için on bir sürgün yaşadı. İlk piyeslerini ve ilk romanını askerliği sırasında yazdı. İlk eseri, Akümülatörlü Radyo başlıklı piyesti. Eser, Şehir Tiyatroları tarafından reddedilince, Yalnızlar başlığıyla roman hâline getirdi.

Askerli hizmetini tamamladıktan sonra İstanbul'a döndü ve 1947'de Edebiyat Fakültesi'ne kaydoldu. Burada Ahmet Hamdi Tanpınar ve Mehmet Kaplan'ın öğrencisi oldu. Bir yandan da Şişli Terakki Lisesi'nde muallim muavinliği görevinde bulundu. 1948'de yazdığı Oğlumuz başlıklı hikâyesi Cumhuriyet gazetesinin açtığı yarışmada ikincilik ödülüne layık görüldü. Bu ödül ona edebiyat ve basın dünyasının kapılarını araladı. 1949'da ilk kitabı olan ve içinde 13 öykü bulunan Oğlumuz'u yayımladı. Çınaraltı dergisini çıkaran Yusuf Ziya Ortaç, kendisine dergiye katılmasını, Sanat Hareketleri başlıklı sütunda her hafta bir öykü yazmasını önerdi. Dergiye gönderdiği ilk hikâye, “Havuçlu Pilav Meselesi” başlıklı hikâyesi oldu. Basın dünyasından da iş teklifleri alan yazar, bu teklifler sayesinde basın hayatına atılmak için cesaret buldu ve Edebiyat Fakültesi’nden mezuniyet tezini vermeden ayrıldı.

1949-1952 arasında Akşehir’de babası Erzurumlu Mehmet Nâzım Bey’le birlikte “Nasreddin Hoca” gazetesini çıkardı. 1950'de Jale Baysal ile evlendi, on sekiz yıl sonra boşanma ile sonlanan bu evlilikten 19 Aralık 1951’de kızları Ayşe dünyaya geldi. 1952'de babasını kaybeden Buğra, gazeteyi elden çıkardı ve İstanbul'a döndü. Aynı yıl, ikinci hikâye kitabı “Yarın Diye Bir Şey Yoktur” yayımlandı.

1952-1956 arasında Milliyet, Vatan, Yeni İstanbul gibi gazetelerde edebiyat tenkitleri ve denemeler yazdı. Gazeteciliğinin bu ilk yıllarında Abdi İpekçi, Reşat Ekrem Koçu ve Peyami Safa ile çalışma imkanı bulduğu bilinmektedir.[5] Bu arada üçüncü öykü kitabı İki Uyku Arasında'yı (1954)'te yayımlayan Buğra, 1955'te Siyah Kehribar başlıklı bir roman yazdı. Dönemin faşist İtalya'sında geçen romanın pek çok eleştirmen tarafından hoş görülmedi ve yazar bir bekleme dönemine girerek uzun süre başka roman yazmadı.

Gazeteciliğe 1956-1957 yıllarında Vatan ve Yenigün gazetelerinde yayın müdürü olarak devam etti. 1958'de Milliyet gazetesi spor sayfası sorumluluğu yapan Buğra, aynı yıl Tercüman ve Yeni İstanbul gazetelerinde de yazarlık görevini sürdürdü. 1959'da önce Tercüman'ın, ardından Yeni İstanbul'un, ardından da Türkiye Spor isimli günlük spor gazetesinin yayın müdürlüğünü yaptı. 1962 yılında ise Yol adlı haftalık derginin yayın müdürlüğünü yaptı. Bu arada Türk Kurtuluş Savaşı’nı konu edinen Küçük Ağa romanını hazırladı.

Küçük Ağa, 1963 yılında Yeni İstanbul'da tefrika edildi ve 1964'te de kitap olarak yayımlandı. Çok olumlu tepkiler alan roman, Mehmet Kaplan tarafından mezuniyet tezi olarak kabul edildi ve böylece Buğra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nden diploma aldı.[8] Küçük Ağa'nın ardından dördüncü öykü kitabı Hikâyeler'i, Küçük Ağa'nın devamı olan Küçük Ağa Ankara'da ve ardından da Komik-i şehir Naşit'in hayatını anlattığı İbiş'in Rüyası'nı tamamladı. İbiş'in Rüyası, 1970 TRT Sanat Ödülleri Yarışması'nda başarı ödülüne değer bulundu.

Buğra, 1970-1976 arasında Tercüman gazetesinde köşe yazarlığı ve sanat sayfaları düzenleme işini sürdürdü. 1976'da Tercüman'dan emekli oldu ve zamanını bütünüyle edebiyata verdi. Firavun İmanı (1976), Dönemeçte (1978), Gençliğim Eyvah (1979), Yağmur Beklerken (1981) adlı dönem romanlarını yayımladı. Bu romanlarda Cumnuriyet'in çeşitli evrelerini, demokrasiye geçiş sürecindeki çalkantıları konu edindi. Devlet Tiyatroları'nda Edebi Kurul Başkanlığı'nda Edebi Kurul üyeliği yaptı. 8 Eylül 1977'de hikâye yazarı Hatice Bilen ile ikinci evliliğini yaptı.

Yazarın, Ayakta Durmak İstiyorum (1966) ve Üç Oyun (1981) adlarıyla kitaplaştırdığı piyeslerinin hemen hepsi sahnelendi, romanları da TV dizisi haline getirildi. Fıkralarından seçmeleri Gençlik Türküsü (1964), gezi notlarını Gagaringrad (1962), dil ve edebiyat üzerine yazılarını Düşman Kazanmak Sanatı (1979), denemelerini ise Bu Çağın Adı (1979) başlıklarıyla yayımladı.

Tarık Buğra'nın Sakıp Sabancı'nın hayatını anlattığı Patron başlıklı bir piyesi, Mimar Sinan'ın hayatını anlattığı bir senaryosu ile Mehmed Akif'in hayatını ele alan bir romanı da mevcuttur.

Buğra, Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluş yıllarını anlattığı Osmancık'la (1985) Millî Kültür Vakfı edebiyat armağanı’nı, “Yağmur Beklerken” romanı ile de 1989 Türkiye İş Bankası Büyük Ödülü'nü aldı. 1991'de devlet sanatçısı unvanı aldı.

1993'teki ani rahatsızlığının ardından kanser teşhisi konan Buğra, tedavi gördüğü Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi'nde 26 Şubat 1994'te hayatını kaybetti. Cenazesi Karacaahmet Mezarlığı'na defnedildi.

1999-2000 öğrenim döneminde İstanbul'un Pendik ilçesinde açılan bir liseye “Tarık Buğra” adı verilmiş; 2002’de Akşehir merkez Ortaokulu’nun adı "Akşehir Tarık Buğra İlköğretim Okulu" olarak değiştirilmiş ve 2004 yılında Akşehir'e bir Tarık Buğra heykeli dikilmiştir. Ayrıca Ankara’da Millî Kütüphane önünde bir heykeli bulunur.

Tarık Buğra, tarihçi Ayşe Buğra'nın babasıdır. Ayşe Buğra, iş adamı Osman Kavala ile evlidir.

Tarık Buğra Kitapları - Eserleri

  • Osmancık
  • Küçük Ağa
  • Gençliğim Eyvah
  • Yağmur Beklerken
  • İbiş'in Rüyası
  • Firavun İmanı
  • Yalnızlar
  • Dönemeçte
  • Yarın Diye Bir Şey Yoktur
  • Siyah Kehribar
  • Ayakta Durmak İstiyorum
  • Oğlumuz: Yarın Diye Bir Şey Yoktur
  • Düşman Kazanmak Sanatı
  • Bu Çağın Adı
  • Politika Dışı
  • Dünyanın En Pis Sokağı
  • Yüzlerce Çiçek Birden Açtı
  • Bir Ben Vardır Benden İçeri
  • Akümülatörlü Radyo
  • Zafer Gaye Değildir
  • Güneş Rengi Bir Yığın Yaprak
  • Gençliğim Eyvah
  • Hikayeler
  • Güneş ve Arslan
  • Patron
  • Siyah Kehribar
  • Sıfırdan Doruğa - Patron
  • Yalnızlar
  • Düşman Kazanmak Sanatı
  • Gagaringrad-Moskova Notları
  • Üç Oyun
  • İki Uyku Arasında
  • Gençlik Türküsü
  • Sıfırdan Doruğa
  • Bu Çağın Adı
  • Küçük Ağa Ankara'da
  • Tarık Buğra ile Söyleşi

Tarık Buğra Alıntıları - Sözleri

  • En önemli gerçek ve yaşayan tek gerçek geçen günlerdir. (Osmancık)
  • "Ortada fikir yok fikir hürriyeti diye tepinenler sürüyle." (Dönemeçte)
  • Saadet kitaplardadır. (Yalnızlar)
  • Meşhur hikâyeci kağıtların üzerinde öyle bir insan yaratmak istiyor ki; bu insan bütün insanlığın küçülüşlerine, iğrençliklerine teselli olsun. (Yarın Diye Bir Şey Yoktur)
  • "Bu memleket gramer okutmayan mektepler gördü. Bırakın grameri, lûgatten ne haber?" (Düşman Kazanmak Sanatı)
  • "Bir felaketin birdenbire söylenmesi ikinci bir felakettir." (Firavun İmanı)

  • Siyasi kudreti elinde toplayanlar eninde sonunda başkalarının çıkarları ve oyunları için çalışmaya başlıyor, kuklalaşıyorlardı. Ali Yusuf işte bunu tespit etmişti, cümlesini de buldu: Diktatörler kukladır. (Firavun İmanı)
  • Bana kalırsa bütün gerçekler ilgi çekicidir. Tabii öğrenildikleri zaman... (Yüzlerce Çiçek Birden Açtı)
  • İnsan hâin bir mahlûktur kızım. Bunu böylece bilesin. (Siyah Kehribar)
  • Yıllar, saatler, saniyeler değil, biz nereye gidiyoruz? (Yarın Diye Bir Şey Yoktur)
  • ..."Arapça hakikat'ın yerine Türkçe gerçek'i kullansak ne kaybederiz?" Cevap çok kısa idi: "Hakikat'ı kaybederiz". (Düşman Kazanmak Sanatı)
  • Yatcez bâdem şekerim. (Yağmur Beklerken)
  • Yıllar geçiyordu. Ama aynı yıllar, çeşitli insanlar için çeşitli şekilde geçiyordu. (Firavun İmanı)

  • Bunu herkes bilir. Ve.. herkesin bildiklerini söylemektense dans etmek saha iyi olmaz mı? (Yüzlerce Çiçek Birden Açtı)
  • Ölüme giden yollar ve gidişler hep aynı değildir. Ölümün ötesi herkes için aynı değildir ki. (Yarın Diye Bir Şey Yoktur)
  • ‘İnsan yaşayışı ancak ve sadece mantıkla, akılla başarıya ulaştırabilir ve mutluluk da başarının dışında düşünülemez.’ (Dönemeçte)
  • Gerçekte o şimdi bütün dünyaya ve hatta kendisine de düşmandı. (Siyah Kehribar)
  • Dünya bütünüyle ve insanla ilişkisi olan her şey ve hem de en güzel, en üstün halleriyle benim için dönüyor, ben olduğum için olmuş bulunuyordu. (Dönemeçte)
  • Bitiremediğim o kadar çok başlangıcım vardı ki... (Akümülatörlü Radyo)
  • Bir kıta keşfedilmiştir ama keşfedilen cennet de olsa insan tek başına olduktan sonra neye yarar? (Yarın Diye Bir Şey Yoktur)

Yorum Yaz