diorex
life

Olgunluk Çağı 1 - Simone de Beauvoir Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Olgunluk Çağı 1 kimin eseri? Olgunluk Çağı 1 kitabının yazarı kimdir? Olgunluk Çağı 1 konusu ve anafikri nedir? Olgunluk Çağı 1 kitabı ne anlatıyor? Olgunluk Çağı 1 PDF indirme linki var mı? Olgunluk Çağı 1 kitabının yazarı Simone de Beauvoir kimdir? İşte Olgunluk Çağı 1 kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 12.06.2022 15:00
Olgunluk Çağı 1 - Simone de Beauvoir Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Simone de Beauvoir

Çevirmen: Betül Onursal

Orijinal Adı: La Force de l'Age

Yayın Evi: Payel Yayınevi

İSBN: 9789753880237

Sayfa Sayısı: 312

Olgunluk Çağı 1 Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

" Olgunluk Çağı", dilediği gibi yaşamak ve çok az tanıdığı yetişkinler dünyasını keşfetmek özgürlüğünü elde etmiş bir kadının, ve varoluşuna kattığı/katıldığı bir genç erkeğin olgunlaşma dönemiyle olgunluk çağının öyküsüdür.

(Arka Kapak)

Olgunluk Çağı 1 Alıntıları - Sözleri

  • '”Kurtuluşu bir başkasında görmek yıkılmanın en güvenli yoludur.”
  • Kurtuluşu bir başkasında görmek yıkılmanın en güvenli yoludur
  • Kurtuluşu bir başkasında görmek yıkılmanın en güvenli yoludur.
  • '”Kurtuluşu bir başkasında görmek yıkılmanın en güvenli yoludur.”
  • Kurtuluşu bir başkasında görmek yıkılmanın en güvenli yoludur..
  • insanlarla hiçbir zaman anlaşamayacağımın bilincine vardım
  • uzun uykuları ve uykusuz geceleri seviyordum
  • "Kurtuluşu bir başkasında görmek yıkılmanın en güvenli yoludur.”
  • ".. Ateşli bir kişiliğe sahiptim; çelebi olmaktan çok, tutkuluydum, aşırı safIıktan hataya düşüyor, yolumda o kadar dümdüz gidiyordum ki bazen densiz davranıyordum."

Olgunluk Çağı 1 İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Anlattıkça gerçek olan öykü..: Bir genç kızın anıları, Beauvoir’in çocukluk ve ergenlik dönemlerini kapsayan sınırlı ve bağımlı bir varoluşun anlatıldığı,yaşamında bir dönemi geride bırakışının ve ikili bir varoluşa, Sartre'la karşılaşmasıyla başlayan yeni bir evreye adım atışının öyküsüydü. Varoluşçu yazar, filozof, öğretmen, feminist, ve her zaman düşünce özgürlüğünü savunan Beauvoir’in yirmili yaşlarının başından itibaren tüm anılarının ve yaşamının öyküsü işte yeniden burada okuduğumuz. Kendisi de bu kitapta “Kendi kendine anlattıkça gerçek olan öykü!” diyor. Bana kalırsa bu tamamen Simone’un hayata ve edebiyata olan tutumunun yavaş yavaş oluştuğu kararlı yılları. Bir genç kızın anıları’nda çocukluğuna yaslanıp bizi ailesine, dostluklarına, çevresine, hatta fazlasıyla kendi dünyasına götüren Beauvoir, bu kez hiç çekinmeden sorguladığı yaşamını yeniden bize sunuyor. Ailesinin(yalnız babasının diyebiliriz) her ne kadar öyle olmadıklarını iddia etse de Beauvoir’in de inanmadığı, içten içe uyguladığı baskılar sonucu fazlasıyla muhafazakar ve yobaz fransız burjuvazisine gözlerini açıyor. İlk anılarının tatlılığının yanı sıra bu otobiyografi sanıldığının aksine, çoğunlukla gençliğini değil aynı zamanda edebiyat ve felsefe ile olan ilişkisini bize derinlemesine gösteriyor. Zamanın güncel dergilerini, yazıları, eserlerini, yayın organlarını takip etmekle birlikte Sartre ile pek çok kez yaptıkları kitap incelemelerinin doluluğu beni fazlasıyla memnun etti ve bilgilendirdi. Beauvoir’in Faulkner ve Kafka üzerine “küçük” (benim için fazlasıyla büyük ve değerli) yorumlarda bulundum dediği incelemelerden bir alıntı bırakıyorum buraya; “Sartre ve ben, yeniliklerden hep haberdardık. O yıl iki ad önemli oldu. Birisi, o yıl hemen hemen aynı zamanda iki kitabı birden Fransızca ya çevrilen Faulkner'di. Bu kitaplar Döşeğimde Ölürken ve Tapınak idi. Ondan önce, Joyce, Virginia Woolf, Hemingway ve daha birkaç yazar, dünyayı öznellikler aracılığıyla açıklamak için gerçekçi romanın yapmacık nesnelliğini reddetmişlerdir. ... Faulkner, saflığın yüzünün arkasında çirkeflerin kaynadığını söylemekle yetinmiyordu: bunu bize gösteriyordu: saf Amerikalı genç kızın maskesini koparıp alıyordu; dünyayı gizleyen iyilik taslayan seremonilerin arkasında, yazar bize, ihtiyacın, arzunun ve ahlâksızlığın doyurulmamalarından doğan trajik şiddeti elletiyordu; Faulkner’da cinsellik, dünyayı tam anlamıyla ateş ve kana boğuyordu; bireylerin dramı, tecavüzler, cinayetler ve yangınlarla dışa vuruyordu; Tapınak'ın sonunda bir adamı canlı bir meşaleye dönüştüren bu ateş, yalnızca görünüşte bir bidon benzinle beslenmekte; aslında, bu ateş kadın ve erkeklerin karnını gizlice yiyip kemiren bu kişisel ve utanç verici korlardan doğuyor. ... İkinci ad Kafka'nınkiydi ve bizim için çok daha fazla önem taşıdı. Değişim'i okumuştuk ve Kafka'yı Joyce ve Proust'un yanına koyan denemecinin hiç de komik olmadığı kanısına vardık. Dava yayımlandı ve pek yankı yapmadı: eleştirmenler Hans Fallada'yı Kafka'ya büyük farkla tercih ediyorlardı, bizim için, uzun zamandır okuduğumuz en eşsiz, en güzel kitaplardan biriydi. Hemen anladık ki bunu bir öğüt verici öyküye indirgememek, hangi simgelerle yorumlandığını araştırmamak gerekmektedir; bu kitap dünyanın tüm ögelerini içinde toplayıcı bir görüş bildiriyordu; araçlarla amaçlar arasındaki ilişkiyi soysuzlaştırarak Kafka yalnızca araçları, görevleri, rolleri, insan davranışlarını kabul etmemekle kalmıyor, insanın dünyayla olan tüm ilişkisini de reddediyordu.” “Hemingway'in tekniği, görünen ve usta sadeliğiyle bizim felsefe anlayışımıza uyuyor denebilirdi. Nesneleri olduğu gibi betimleyen eski gerçekçilik yanlış varsayımlar üzerine kurulmuştu. Proust, Joyce ise, herbiri kendi tarzında, daha haklı bulmadığımız bir öznelcilikten yanaydılar. Hemingway’de, dünya hep kendi donuk dışta oluşu içinde varoluyor, ama hep özel bir kişinin perspektifi arasından görünüyordu; yazar bu dünyadan bize, ancak bu görüşe uyan bilincin algılayabileceği kadarını veriyordu; nesnelere muazzam bir varlık vermeyi başarıyordu, zira onları kahramanların içine girdiği olaylardan ayırmıyordu; özellikle nesnelerin direncini kullanarak zamanın akışını hissettirmeyi başarıyordu. Romanlarımızda kendi kendimize koyduğumuz kuralların büyük bir kısmının esinini Hemingway’den aldık.” Bunun yanı sıra buraya ekleyemeyeceğim ama Beauvoir’in üzerinde fazlasıyla etkisi olan yazarlar için de yorumlar okuyoruz. Bunların başında, “etkisi altında kaldığım kimselerin en belirgini” diyerek belirttiği, nesnel oldukları ileri sürülen betimlemelerden kaçınmasıyla, kahramanının gördüğü gibi eylemin doğrultusunda sunulan, yinelemelerden ve boş sözcüklerden kaçınarak örnek aldığı Hemingway geliyor. Bkz: #74287304 Görmezden gelemeyeceğimiz bir diğer nokta ise anıları ve kişisel yaşantısının yanında, kitap zaman zaman tarihsel nüanslarla dolu. Faşizmden hiç hoşlanmayan Beauvoir’in, bir savaştan kaçınmanın faşizmin yükselişini engellemekten daha acil olduğunun çağırısını yaptığını da görüyoruz. Edebiyat ve felsefeye olan tutkuyu daima hissettiği için inandığı bu yolda çalışmaya devam etti Beauvoir. Evlilik onun standartları olmadı hiçbir zaman, kelimelerin ötesinde düşünmenin ve hayata yaklaşmanın yollarını keşfetmek istedi hep. Geleneksel değerler etrafında inşa edilmiş bir yaşam çevresinde kendi kimliğini bulmanın çalkantılarıyla kendi yaşamını kazanmanın ne kadar kıymetli olduğunu göstermek istedi bize. İlk sayfalarda geçmişine saygılı olmak ve yazdığı zamanı düşünerek anılarını anlatırken bazı şeyleri saklamış olabileceğini not düşmüş. Arkadaşlarıyla en önemlisi Sartre ile olan tartışmaları, çekişmeleri, kusurları, gezileri bu kitabın önemli bir yanı. Evlilik olgusuna inanmayarak, uzun bir süre ilişki yaşadığı sevgili Sartre için yazdıkları beni neden bilmiyorum fazlasıyla duygulandırdı. :) Hatta iddia ediyorum Sartre severler bu kitapta tanıdıkları Sartre’den farklı bir kişi bulacaklardır. Öyle güzel anıları var ki.. sık sık Sartre’in yazmak için oturduğu kahvelerde geçirdikleri uzun saatlerden, bir öğleden sonra, Rouen’da, Seine nehrini tepeden gören cılız otlarla kaplı tebeşir kayalarda gezinirken Sartre ile yaptıkları söyleşilerden bahsederken bizi anılarına götürüyor resmen.. Bana gelecek olursak kitabı ne kadar sevdiğimi anlamayan yoktur herhalde artık. Okurken geçmişin gerçeklerini hatırlattığı anlar fazlasıyla oldu.. anlattığı yaşın avareliğini kelimenin tam anlamıyla resmen yaşıyorum ve şuan okudukça bazı anlarımdan da pişmanlık duyuyorum.. benliğimde duygu çatışmalarıyla, isteklerine ve gerçeklerine değer vermeye çalışan ama yargılama ve umarsızlık karşılığında karmaşa içerisinde zaman zaman bocalayan bir kadın, genç Simone’de kendini görebilen (hayattan almak istedikleri doğrultusunda) genç Demet olarak okudum.. :) Hislerini yaşarken bunu yazmakta usta olan bir kadının, entellektüel büyüme sürecinin masalı olan bu kitap, kesinlikle ve kesinlikle bir otobiyografiden çok daha fazlasıdır. Beauvoir’in anılarının iki cildini oluşturan Olgunluk Çağı’nın I.cildini az evvel bitirmiş bulunuyorum. Daha ben de uyandırdığı hisleri anlatmaya çalışamadan hemen II.kısma başlamak istiyorum. Fakat kitabı henüz temin edemedim, kitaplarım gelir gelmez ilk işim devamına başlamak olacak... Herkese iyi okumalar :) (Demet)

Olgunluk Çağı 1 PDF indirme linki var mı?

Simone de Beauvoir - Olgunluk Çağı 1 kitabı için internette en çok yapılan aramalardan birisi de Olgunluk Çağı 1 PDF linkidir. İnternette ücretli olarak satılan çoğu kitabın PDFleri bulunmaktadır. Ancak bu PDF'leri yasal olmayan yollarla indirmek ve kullanmak hem yasalara hem de ahlaka aykırıdır. Yayın evlerinin sitesinden PDF satılıyorsa indirebilirsiniz.

Kitabın Yazarı Simone de Beauvoir Kimdir?

Simone Lucie-Ernestine-Marie-Bertrand de Beauvoir (/simɔn də boˈvwaʀ/; 9 Ocak 1908 – 14 Nisan 1986) Fransız yazar ve filozof. Roman, felsefe politik ve sosyal deneme, biyografi ve otobiyografi yazarı, gazeteci.

En önemli eseri 1949’da yazdığı, kadınların gördüğü baskıların bilimsel incelenmesini yaptığı ve modern feminizmin temellerini kurduğu İkinci Cins (Le Deuxième Sexe) adlı eseri sayılabilir.

Yaşamı 

Simone de Beauvoir 9 Ocak 1908’de Paris’te Georges Bertrand ve Françoise (Brasseur) de Beauvoir çiftinin kızı olarak dünyaya gelmiştir. Geleneksel bir ailenin büyük kızıdır. Otobiyografisinin ilk bölümünde (Bir Genç Kızın Anıları) dinine ve ülkesine bağlı ataerkil bir ailenin sorumluluklarla donatılmış kızı olarak yaşadığı dönemden bahseder. Kişiliğinin koyu katolik annesinin ve bilinemezci babasının karşıtı olarak şekillendiği söylenebilir.

Çocukluk ve ergenlik çağını etkileyen iki ilişkisinden biri kardeşi Helen diğeri arkadaşı Zaza ile olan ilişkisidir. Helen’in küçüklüğünden itibaren ona sürekli bir şeyler öğretmeye onu yetiştirmeye çalışmış ilişkisinde öğretici bir kaygı içinde olmuştur. Zaza ise trajik yaşamı ve ölümü ile Simone’nun karşılaştığı ilk sorunu oluşturuyordu.

Matematik ve felsefede Baccalauréat sınavını geçtikten sonra Katolik Enstitüsü’nde matematik öğrenimi ve Saınte Marie Enstitüsünde yabancı dillerde yazın eğitimi gördü. Daha sonra Sobone’da felsefe eğitimi aldı. 1929’da seçkin Ecole Normale Superieure’ye kayıt olan ve Sabone’da kurs almakta olan Jean-Paul Sartre ile tanışır. Beavuvoir’un Ecole Normele’de eğitim gördüğü yanlış ve yaygın olan bir bilgidir. Ancak bu okuldaki Sartre ve felsefe gurubundaki diğer insanlar tarafından iyi tanınmaktadır. 1929’da felsefede Agregation başaran en genç öğrenci olur. Sartre o yıl birinci olur, Simone ise ikinci. Ancak herkes bilir ki de Beauvoir felsefede en iyi idi. Sartre’a birincilik erkek olduğu için verilmişti. Sorbonne’da iken hayatı boyunca bilinecek lakabı Castor(Cesur) edinecektir.

1943 yılında Simone Konuk Kız (L'Invitée) adlı Rouen okulundaki öğrencilerinden Olga Kosakiewicz ile olan kronik lezbiyen ilişkisinin öyküsünü yayınladı. Bu öykü aynı zamanda de Beauvoir ile Sartre arasındaki karmaşık ilişkiyi ve ilişkinin bu üçlü ilişkiden nasıl zarar gördüğünü anlatır

Ve II. Dünya Savaşı'ndan sonra De Beauvoir Sartre’ın Maurice Merleau-Ponty ve diğer arkadaşları ile kurduğu Modern Zamanlar (Les Temps Modernes ) adlı politik gazetede çalışmaya başladı. De Beauvoir bu gazetede kendini geliştirdi ve ölümüne kadar editör olarak çalışmaya devam etti.

Belirsizlik Ahlakı Üzerine (Pour Une Morale de L'ambiguïté , 1947) kitabında Fransız varoluşçuluğu etkileri farkedilmektedir. Kitapta çok sade bir biçimde Sartre’ın olmak ve hiçlik felsefeleri arasındaki geniş açıyı göstermektedir. De Beauvoir bir biseksüeldir. Ancak bir seminerde Nelson Algren’le tanıştığı 1947 yılına kadar kadar orgazma ulaşamamıştır. Chicago’da Beauvoir Algren ile ilişkisinde ilk orgazmını yaşar. Bu Fransa’da iki ayrı kitap olarak basılan İkinci Cins kitabına da ilham olur. Bu çalışma Amerika’da da The Second Sex olarak yayıncı Alfred A. Knoph’ın karısı Blance Knopf ‘un tavsiyesi üzerine Howard Parshley tarafından çevirilerek yayınlanır.

Kadın: Efsane ve Gerçek 

Simone de Beauvoir önce Kadın: Efsane ve Gerçek adlı denemesini yazar. Bu denemesinde erkeklerin kadınları, erkekleri yanlış havalara, izlenimlere sokan gizemli “diğer”ler olarak gördüğünü iddia eder. Ve erkeklerin, bu “diğer”olma durumunu, kadınları ve onların problemlerini anlamadıklarına, onlara yardım etmediklerine hatta onlara uyguladıkları baskılara bir neden olarak kullandıklarını iddia eder. Bu durumun tüm toplumlarda klişeleşmiş bir hal aldığını ve her zaman hiyerarşiyi elinde tutanların güçsüzleri “diğer” olarak tanımladığını ve onları etraflarında dolaşan karanlık gölgeler olarak nitelendirdiğini savunmuştur. Bu durumun sınıflar arasındaki ilişkilerde, dinsel, ırksal ayrımların mücadelesinde her türlü karşıtlıkta görüldüğünü ama hiç karşıtlıkta “diğer” nitelendirmesinin ve “diğer”e yaklaşımın kadın-erkek ayrımındaki kadar klişeleşmiş bir hal almadığını, hayatın mevcut düzenine gerekçe olarak gösterilmediğini söyler.

İkinci Cins 

Yazarın bu eseri 1949’da Fransa’da yayınlanmıştır. Freudcu yönleri ağır basan feminist bir varoluşçuluk göze çarpar. Varoluşçulukta olduğu gibi de Beauvoir temel prensip olarak var oluşun özden önce geldiğini kabul eder ve “Kadın doğulmaz kadın olunur.” prensibine ulaşır.

Araştırmaları diğer kavramı üzerine yoğunlaşmıştır. Kadınların diğer olarak tanımlanmasını ve mevcut sosyal konumunu, gördüğü baskının temeli olarak olarak nitelendirir De Beauvoir tarihte her zaman kadının sapkın ve anormal canlılar olarak görüldüğünü iddia eder ve Mary Wollstonecraft’ın dahi erkekleri kadınlara ulaşmaları gereken ideal örnek olarak gösterdiğini ileri sürer.

De Beauvoir “Bu durum kadınların kendilerini normalden sapmış, dışta kalan ve normale ulaşmaya çalışan canlılar gibi algılamalarını sağlayarak onlarını başarılarını sınırlandırmışdır.” der. Feminizme göre bu düşünce artık bir kenara atılmalıdır. De Beauvoir iddia eder ki kadınlar erkekler kadar ayırım yapma, seçme yeteniğine sahiptir ve böylece kendilerini geliştirmeyi seçebilir, kadını mevcut durumundan ileri götürebilir, kendi hayatlarının ve dünyanın sorumluluğunu alabilir.

Ölümü ve sonrası 

1981’de Sartre’ın acı dolu son yıllarını anlattığı Veda Töreni’ni (Cérémonie Des Adieux) yazar. Kendisi de Paris’de Cimetière du Montparnasse mezarlığına Sartre’ın yanına gömülür. Mezar taşında isimleri alt alta yazılır. Ölümüden sonra ünü yayılmaya devam eder. Sadece 1968’lerin post-feminizminin kurucusu olduğu için değil aynı zamanda akademisyen olarak ve varoluşcu Fransız düşün insanı olarak da ünü gelişerek yayılır. Sartre’ın üzerindeki etkisi her zaman görülür. Felsefe üzerine yazdığı birçok eserde de Satre’ın varoluşçu etkisi görülebilir. Paris'te Seine Nehri üzerine yapılan bir köprüye yazarın adı verilmiştir.

Eserleri 

Konuk Kız, (1943)

Pyrrhus ve Cineas, (1944)

Başkalarının Kanı, (1945)

Kim Ölecek?, (1945)

Her Erkek Ölümlüdür, (1946)

Belirsizlik Ahlakı Üzerine, (1947)

İkinci Cins, (1949)

Gün gün Amerika, (1954)

Mandarinler, (1954)

Sade’ı Yakmalı mı?, (1955)

Uzun Yürüyüş, (1957)

Bir Genç Kızın Anıları, (1958)

Yaşlılık, (1960)

Sessiz Bir Ölüm, (1964)

Les Belles Images, (1966)

The Woman Destroyed, (1967)

Yaşlılık, (1970)

Hesap Tamam, (1972)

When Things of the Spirit Come First,(1979)

Veda Töreni, (1981)

Sartre’a Mektuplar, (1990)

Aşk Mektupları (Nelson Algren’e), (1998)

Ödülleri

1983 Sonning Ödülü

Simone de Beauvoir Kitapları - Eserleri

  • Sessiz Bir Ölüm
  • Sade'ı Yakmalı mı?
  • Kadın - İkinci Cins 1
  • Moskova'da Yanlış Anlama
  • Yıkılmış Kadın
  • Denemeler
  • Tüm İnsanlar Ölümlüdür
  • Kadın - İkinci Cins 2
  • Mandarinler
  • Bir Genç Kızın Anıları
  • Kadın - İkinci Cins 3
  • Kadınlığımın Hikayesi
  • Konuk Kız
  • Ben Bir Feministim
  • Başkalarının Kanı
  • İkinci Cinsiyet
  • Olgunluk Çağı 1
  • Veda Töreni
  • Simone de Beauvoir'dan Sartre'a Mektuplar
  • Nelson Algren'e Aşk Mektupları
  • Olgunluk Çağı 2
  • Koşulların Gücü - Birinci Kitap
  • Güzel Görüntüler
  • Koşulların Gücü - İkinci Kitap
  • Yaşlılık-1 - İlk Çağı
  • Yaşlılık-2 - Son Çağı
  • Veda Töreni ve Jean Paul Sartre'la Söyleşiler
  • Brigitte Bardot and The Lolita Syndrome
  • Die Unzertrennlichen
  • Extracts From: The Second Sex
  • Konuk Kız
  • Müphemlik Ahlakı Üzerine - Pirus ve Sineas
  • The Ethics of Ambiguity

Simone de Beauvoir Alıntıları - Sözleri

  • Ama neye yarardı ağlamak sızlanmak? Baş kaldırmak da çok yorucu ve boş bir güldürü. Hiçbir çıkış yoktu. Dünyanın hiçbir yerinde ya da kendi içinde, kendisine ayrılmış bir doğru yoktu. (Konuk Kız)
  • uzun uykuları ve uykusuz geceleri seviyordum (Olgunluk Çağı 1)
  • Insanlık dediğimiz şey erkeklerden oluşmuştur ve erkek kadını kendi varlığı içinde değil, kendisine göre tanımlamaktadır. (Kadın - İkinci Cins 1)
  • En azından, ben öldüğümde yaşamış olacağım. (Tüm İnsanlar Ölümlüdür)
  • Birisi bana "Seyahat etmek neye yarar, insan kendisini hiç terk etmiyor ki" demişti. (Konuk Kız)
  • Bunun, bizim toplumlarımızdaki erkeklerin, benim büyüklük kompleksi diye adlandıracağım bir biçimde, üstün oldukları düşüncesini içselleştirmiş olmalarıyla da bağlantısı var. Bundan vazgeçmeye hazır değiller. Kendilerini yüceltmek için kadınları aşağı görmek ihtiyacınıu duyuyorlar. Kadınlar da kendilerini aşağı görmeye o kadar alışmışlar ki, nadir olarak eşitlik için mücadele ediyorlar. (Ben Bir Feministim)
  • Her eylem bir seçimdir. (Olgunluk Çağı 2)
  • “…insanlarla ilişkisi olmayan bir eşya olduğu izlenimine kapıldığını söyledi bana.” (Veda Töreni)
  • Bugün kimse kırbaçlamanın, şehvetin aşırılıklarıyla sönmüş gücü tazelemek gibi büyük bir erdem taşıdığını yadsıyamaz. (Sade'ı Yakmalı mı?)
  • Size yeniden kavuşma ihtiyacı hissetmiyorum çünkü sizden ayrı değilim, sizinle her zaman aynı evrendeyim. (Simone de Beauvoir'dan Sartre'a Mektuplar)
  • “Can güvenliği yerine kasıtlı olarak verimi yeğliyorlar. Yani üretimi insanların canından üstün tutuyorlar.” (Veda Töreni)
  • Ne acı, ne istek, ne umut, hiçbir şey duymuyorum. (Simone de Beauvoir'dan Sartre'a Mektuplar)
  • . Kendini bilmek mutluluğun garantisi değildir, ancak mutluluktan yanadır ve onun için savaşma cesaretini sağlayabilir. ... (Koşulların Gücü - Birinci Kitap)
  • insanlarla hiçbir zaman anlaşamayacağımın bilincine vardım (Olgunluk Çağı 1)
  • "Şu hale göre insanın yaşı 70'tir.İlk 30 yılı kendine ait olandır.Ve bu da çabuk geçer...Sonra eşekten aldığı 18 yıl gelir, bu esna da omuzların da yük taşımaktadır, başkalarını besleyecek buğdayı değirmene o vermektedir...Daha sonra köpekten aldığı 12 yıl gelir, bu esnada da kendini bir köşeden ötekine sürükleyerek homurdanır durur, çünkü artık ısıracak dişleri yoktur...Bu devre de geçtiğinde artık ömrünü tamamlamak üzere maymundan aldığı 10 yıl kalmıştır kendisine .Artık kafasına sahip değildir.Biraz da tuhaf olur ve çocukları güldüren, kendisiyle alay ettiren acaip şeyler yapar". (Yaşlılık-1 - İlk Çağı)
  • Fakirler çok defa diğerlerine oranla daha hastalıklı olurlar, çünkü konforsuz İzbelerde otururlar, gerektiği gibi beslenemezler, zor ısınırlar; üstelik hastalıklarını tedavi ettiremezler ve hastalıkları ciddileşir, çalışmalarını engeller, yoksuluklarını çekilmez hale getirir. Sefaletlerininin utancı içinde, evlerine kapanıp, her türlü toplumsal ilişkiler kaçarlar. Komşularının, yardımıyla geçirdiklerini bilmelerini istemezler; dostlar tarafından yapılacak ufak tefek hizmetlerden de askeri bakımdan kendileri yoksun bırakırlar ve en sonunda yatalak hale düşerler. (Yaşlılık-2 - Son Çağı)
  • Ahlaki tutum, teknik ve toplumsal koşullar olumlu davranışları olanaksız kılınca ortaya çıkar. Ahlâk, olanakların kıtlığı ve tekniklerin yetersizliğinin sizi içinde bıraktığı durumu yaşamaya yardımcı olan idealist çarelerin tümüdür. (Koşulların Gücü - Birinci Kitap)
  • Egemen sınıfın isteği gücü sürdürmektir ve bunun tek yolu kadınları evde tutmaktır. Kadın depolitize olursa erkeği de depolitize eder. Çünkü kadınların özgürleşmesi daima toplumsal özgürleşme ile ilişkilidir. (Kadın - İkinci Cins 1)
  • İnsan, özgürlüğünden kaçmaya meylettiği halde, özgürlüğe mahkûm bir varlıktır. (İkinci Cinsiyet)
  • - Ne kaybettin? - Gençliğimi. (Moskova'da Yanlış Anlama)

Yorum Yaz