diorex
Dedas

Ölüm Cezası Üstüne Düşünceler - Albert Camus Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Ölüm Cezası Üstüne Düşünceler kimin eseri? Ölüm Cezası Üstüne Düşünceler kitabının yazarı kimdir? Ölüm Cezası Üstüne Düşünceler konusu ve anafikri nedir? Ölüm Cezası Üstüne Düşünceler kitabı ne anlatıyor? Ölüm Cezası Üstüne Düşünceler kitabının yazarı Albert Camus kimdir? İşte Ölüm Cezası Üstüne Düşünceler kitabı özeti, sözleri, yorumları ve incelemesi...

  • 02.03.2022 20:00
Ölüm Cezası Üstüne Düşünceler - Albert Camus Kitap özeti, konusu ve incelemesi

Kitap Künyesi

Yazar: Albert Camus

Yazar: Arthur Koestler

Çevirmen: Ali Sirmen

Yayın Evi: Alan Yayıncılık

İSBN:

Sayfa Sayısı: 180

Ölüm Cezası Üstüne Düşünceler Ne Anlatıyor? Konusu, Ana Fikri, Özeti

“Bu kitap ilk kez, Türkiye'nin yaşadığı bir geçiş döneminde, 1972 Nisan'ında kamu vicdanında ölüm cezalarına karşı yükselen sese, küçük de olsa bir katkı oluşturmak amacıyla çevrildi...

Bugün 13 yıl öncesinden de daha fazla karşıyım ölüm cezasına, bugün onu eskiden olduğundan daha da yararsız, anlamsız ve tiksindirici buluyorum. Ve bugün her yurttaşın, Yasanın verdiği tüm olanaklarla “Hayır!” diyerek idama karşı sesini yükseltmesinin zorunluluğuna her zamankinden daha fazla inanıyorum.” -Ali Sirmen (Arka kapaktan)

Ölüm Cezası Üstüne Düşünceler Alıntıları - Sözleri

  • Gidenleri geri getirecek güç henüz bulunmadığına göre, ölüm cezasınının yol açtığı yıkımı onarmak kimsenin elinde değil.
  • ...dev­letin suçları özel kişilerinkini fersah fersah geçmek­tedir.
  • Bilim insanın hareketlerinin seçimin­ de bir robottan daha özgür olmadığını öğretmekte­dir - diğer robotlardan çok daha ince, çok daha kar­maşık olan, ama gene de robotluktan öteye geçmeyen bir robot-. Ancak gene de O, kendini özgür ola­rak görmekten geri duramaz. Dahası, böyle düşün­mediği zaman hareket edemez.
  • Fizikçiler gaz moleküllerinin sıvı moleküllerin­den daha fazla «Özgürlük derecesi» olduğunu, sıvı moleküllerinin de aynı şekilde katı cisim molekülle­rinden daha fazla «özgürlük derecesine» sahip bu­lunduğunu söylerler. Aynı türden bir ayırım, kişi­sel özgürlüklerle politik özgürlükler veya basın öz­gürlüğü vb arasında da yapılabilir. Modern fizik bazı atom kompozanlarının daha büyük hareket öz­gürlüğüne sahip olduğunu kabul etmiştir. Bu da sö­zü geçen atomların, daha yaygın yapılara hük­meden nedensellik kanununun baskısı altında kal­maması demektir. Öyle görünüyor ki, bizim makros­kopik dünyamıza hükmeden kanunlardan bilebildik­lerimizin hiç biri, bir radyoaktif atomun parçalanıp parçalanmaması üzerinde etki yapmıyor.
  • Ama her an, herkesin açıklanmaz ve nedensiz hareketler yaptıkları, bunların bir kısmı için övgü­ye, bir kısmı için cezaya layık görüldükleri, özgür iradenin tam egemen olduğu bir dünya mantıki bir saçmalık, bir deli tarafından uydurulmuş bir masal olabilir.
  • Kısas doğanın ve duyunun bir emridir, yasanın düzeni değildir. Yasa, tanımı dolayısıyla doğa ile aynı kurallara uya­maz. Eğer cinayet, insan öldürmek, insan yapısının bir parçasıysa, yasa bu doğayı taklit etmek veya kopya etmek için değil, onu düzeltmek için yapıl­mıştır. Oysa kısas, salt doğal bir itinin onaylanıp, yasal bir güce eriştirilmesidir. Hepimiz, çoğu zaman utanarak bu itiyi duymuşuzdur ve gücünü biliriz; o bize ilkel ormanların derinliklerinden gelmektedir.
  • Kesin doğrular yoktur, yalnız adalet bakı­mından az veya çok düşkün ruhlar vardır.
  • Bacon, "Ölüm korkusuna 'karşı koyup, onu diz­ginleyemeyecek hiç bir insancıl tutku yoktur" der­ken son derece haklıydı.
  • Yazgıcılık ve yansız­lık belki de tek gerçek düşüncelerdir, ama aynı za­manda insanoğlunun ortaya koyduğu yürekli doku­naklı gayretin de yalanlamalarıdır.
  • İdam cezasını kaldıran veya artık ona başvurmayan otuz üç ülkede cinayetler artmamıştır. Bu sonuçlardan kim, ölüm cezasının gerçekten yıldırıcı olduğu düşüncesini çıkarabilir?
  • sakin yaratıklar, katillerin en büyük yüzdesini yapan topluluğu oluşturur­lar.
  • Çocuklar hakkında ölüm cezasına hükmedilmesi 1833'e kadar sürdü.
  • Her şeyi bildiğini sananlar, her şeyi yapabileceklerini düşünüyorlar.
  • Determinist açıdan bir insandan intikam almak, bir makinadan intikam almak kadar saçmadır.
  • onlar bu saatte uyurlar ve büyük örnek­ten haberdar edilmezler, zamansız gömülme anında onlar tereyağlı ekmeklerini yemektedirler ve adale­tin eserinden, yalnızca, eğer gazete okuyorlarsa, bel­leklerinde şeker gibi eriyecek bir bültenle haberdar olurlar.

Ölüm Cezası Üstüne Düşünceler İncelemesi - Şahsi Yorumlar

Ölüm Cezası, İntikamdır!: gonderi/130383752 Çünkü biz insanların değişebileceğini düşünmüyoruz. Dünyada dakikada 270 doğum gerçekleşiyor. Bu demek oluyor ki 24 saatte yaklaşık olarak 388 bin doğum gerçekleşiyor. Mümkün müdür ki bu doğan bebeklerin ileride tamamen iyi olması, suçsuz olması? Elbette, içlerinden tecavüzcüsü, katili, hırsızı mutlaka çıkacaktır. Pekâlâ, şöyle düşünelim şimdi: İdam cezası tekrar yürürlüğe girdi. Tüm kötü insanlar herhangi bir şekilde öldürüldü. Dünya, bu kötülerden tamamen temizlendi mi? Benim cevabım: Hayır. Dedim ya dünya üzerinde dakikada 270 doğum gerçekleşiyormuş. Kötüler ölür, kötüler doğar. Kötülük hiçbir zaman idam sayesinde temizlenmedi. Ortada herhangi bir ibretlik durum bile göremiyorum. İdamın bir çözüm olarak görülmesi yerine ailelerin çocuklarını daha küçük yaştan itibaren eğitmesi şart. Kötülük tamamen yok olacak demiyorum, kötülük bu şekilde önlenebilir. İnsanlara değişmeleri için fırsat tanımak ve geçmişte işledikleri suçları görmelerini sağlamak gerekir. Direkt "İdam getirilsin!" diyerek hiçbir sorun halledemeyiz. Camus'ye göre idam, intikamdır. Bugün, çoğu insanın tek düşündüğü; her tecavüz, cinayet konusu gündeme geldiğinde İNTİKAM! Ya "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın." deriz ya da "İdam getirilsin." deriz. Kimse de kalkıp "Eğitim şart." demiyor ki... Değişim... Değişimden söz ediyordum. "Değiştim, değişiyorum da... Dört yıl önce çok ağır suç işlemiştim, suçluydum. Ama dört yılda o denli çok değiştim ki, başka bir Hayri oldum, başka insan oldum. O suçu işleyen insan ben değilim artık. Siz suçlu diye bambaşka bir insanı, bambaşka bir Hayri'yi asıyorsunuz, tam bambaşka bir insan olduğum zaman..." (Surname, sayfa 160) İnsanlar değişiyor. Kötüler iyi oluyor, iyiler kötü oluyor... İnsanlara dünyanın en ağır cezasını vermek hak değildir, hele adalet hiç değildir. Üstelik haksız yere idam edilen insanlar da var. Gelin hep beraber geçmişte acı verici bir yolculuğa çıkalım. Sıkı tutunun, vicdanınız sızlayabilir. gonderi/131003586 gonderi/131002885 "Teyzesi tarafından et alması için kasaba yollanan küçük Alma, bir daha evine geri dönmedi. Polis tarafından Gun Alley'de küçük kızın cesedi bulundu. Büyük yankı yaratan olaydan sonra suçluyu bulamayan polisler Ocak 1922'de yapılan itirazlara rağmen bar sahibi olan Colin Campbell Ross'u  tutukladı. Mahkemeye çıkarılan Ross, aldığı idam cezası sonucu 24 Nisan 1922'de idam edildi. İlerleyen zamanlarda gelişen DNA teknolojisi ile Ross'un suçsuz olduğu anlaşıldı." "1660 yılında gerçekleşen olayda bir ailenin yaşamına son verildi. Perry ailesinin şanssız öyküsü ise kasabada tanınmış biri olan William Harrison'ın cinayetiyle başladı. William Harrison ortadan kayboldu ve Harrison'ın hizmetçisi, Harrison'ın öldürüldüğünü ve katillerin Perry ailesinden olduğunu belirtti. Polis, hizmetçinin ifadesinin ardından anne ve oğlunu tutuklayarak idam etti. İki yıl gibi kısa bir aradan sonra öldüğü zannedilen William Harrison kasabaya geri döndü. Harrison, yaptığı ziyaretler sırasında esir alındığını ve Osmanlı İmparatorluğu'nda köle olarak satıldığını söyledi." "Carlos DeLuna, eşini bıçaklayarak öldürdüğü şüphesiyle gözaltına alındı ve bulunan deliller sonucunda tutuklandı. Tutukluluğu süresince eşi Wanda Lopez'i kendisinin öldürmediğini, kendisi ile aynı isme sahip olan Carlos Hernandez'in soruşturulması gerektiğini söyledi. Fakat, yaptığı itirazlar sonuç vermedi ve 1989 yılında Carlos DeLuna idam edildi. İdamından sonra Columbia İnsan Hakları Mahkemesi tarafından dava tekrar açıldı ve ölen DeLuna'nın dosyası tekrar incelendi, sonucunda eksik deliller nedeniyle DeLuna'nın katil olmadığı anlaşıldı. Hernandez ise bu süreçte başka kadınları da bıçakladı." "Nicola Sacco ve Bartolomeo Vanzetti , ABD'nin Massachusetts eyaletine göç etmiş iki İtalyan'dı. Bir cinayet ve gasp olayı ile ilgili olarak suçlanmış ve 7 yıllık mahkûmiyet sonrasında 23 Ağustos 1927'de idam edilmişlerdir. Ancak suçlulukları konusunda derin şüpheler mevcuttur ve Amerikan adalet sisteminin ayıbı olarak hatırlanan davalardan biridir Sacco ve Vanzetti davası. Papa XI. Pius da dahil olmak üzere dünyanın dört bir yanından tepki gösterilmesine, Albert Einstein, H. G. Wells, George Bernard Shaw gibi dönemin birçok önemli isminin imzaladığı bildirgeye rağmen, yükselişte olan İtalyan, göçmen ve anarşistlere olan antipati ve nefret, Sacco ve Vanzetti'nin hayatına mal olmuştur." "14 yaşında idam edilen siyahi genç, Amerikan yargısının yüz karası olarak tarihte yerini almış durumda. İki küçük kızın cinayeti ile suçlanan Stinney, tamamı beyazlardan oluşan jürinin karşısında suçlu bulundu ve idam edildi. Bir süre sonra verilen bir ifade de Stinney ve kız kardeşinin cinayetten çok kısa bir süre önce bir arkadaşlarıyla görüştükleri ve Stinney'nin cinayeti işlemeyeceği belirtildi. Bunun üzerine neredeyse bir asır sonra, 2014 yılında Stinney'nin adı hükümlü dosyasından kaldırıldı ve suçsuz olduğu açıklandı." Green Mile( Yeşil Yol) izleyenler vardır aranızda. Tom Hanks ve Michael Clarke Duncan oynuyor. Bu filmi bir üstteki olaya benzetiyorlar. Hepimizin üzülerek veya ağlaya ağlaya izlediği film aslında gerçek hayatta 14 yaşında iki kız çocuğunu öldürmekle suçlanıp ardından elektrikli sandalye ile idam edilen küçük, siyahi "çocuk" Stinney ile aynı yazgıya sahip. Varsa izlemeyen mutlaka izlemeli. Gördüğünüz gibi sadece kötü insanlar öldürülmüyor, tarihin pek çok evresinde ne iyi insanlar öldürüldü de haberimiz yokmuş meğer. Vatanını çok seven "Vatan hainleri" öldürüldü. Kötülerle beraber iyilerin de canını yakıyoruz. Yüzyıllarca din, savaş gibi pek çok konuda insanlar idam edildi, soruyorum size: Değer miydi? Yeni kötüler doğuyor. Yeni suçlar meydana geliyor. Sadece o anki sinirinizi yatıştırmak için idamın gelmesi gerektiğini söylüyorsunuz ama bugün Leyla'nın katilini öldürdünüz, yarın bir gün aramızdan bir kişi daha öldürülecek. İdam ede ede bu tür insanların biteceğini sanmayın lütfen. Yetişkinleri geçtim, hadi tamam çocukları da geçtim. Hayvanlar bile asılıyor. Akıl ve iradeye sahip olmayan varlıklar bile bu cezayı tadabiliyor: gonderi/131050703 Tek kelimeyle dehşet verici... gonderi/130382797 Aslında bu söz, tüm incelemeyi anlatıyor. Ama biraz daha açmakta fayda var. Eskiden idam edilecek olan mahkûmu halk önünde idam ederlermiş. Bir insanın gözünüzün önünde öldürüldüğünü düşünün. Bundan zevk almak mümkün mü? Psikolojiniz bozulur, uyuyamazsınız. gonderi/66430611 İbret dedikleri ceza bu olsa gerek. İnsanı bozmaktan başka bir işe yaradığı yok. Çöp... gonderi/66194418 Bir çocuk ilk eğitimini aileden alır. Hareketleri, davranışı aldığı terbiye ile şekillenir. Daha küçük yaşta eğitilen bir insan normal koşullarda iyi olacaktır. Bir idam mahkûmunu da küçük bir çocuk gibi eğitip, değişmesine fırsat tanımalıyız. İnsan özünde iyidir aslında. Suçlunun içindeki iyiliği fark etmesi uzun sürmez diye düşünüyorum. Bu bütün suçlular benim gözümde birer hastadırlar. Çünkü akıllı birinden beklenmeyecek suçlardır bunlar. "Ölüm cezası kamu güvenliğini iyileştirmez. Hepimiz mantıklı, etkili ve daha az suçla güvenli bir toplum yaratan bir ceza adaleti sistemi istiyoruz ve kanıtlar ölüm cezasının kamu güvenliği üzerinde hiçbir etkisi olmadığını gösteriyor.  Ölüm Cezası Bilgi Merkezi'nden alınan istatistikler, son kırk yılda, Kuzeydoğu'da sadece dördüne kıyasla Güney'de 1.184 infazın gerçekleştiğini, ancak 2015'teki cinayet rakamlarının Güney eyaletlerinde neredeyse yüzde 70 daha yüksek olduğunu gösteriyor." Umarım okurken sıkılmamışsınızdır. İyi okumalar dilerim. (Freyja)

Kitabın Yazarı Albert Camus Kimdir?

Varoluşçuluk ile ilgilenmiştir ve absürdizm akımının öncülerinden biri olarak tanınır; fakat Camus kendini herhangi bir akımın filozofu olarak görmediğinden, kendini bir "varoluşçu" ya da "absürdist" olarak tanımlamaz. 1957'de Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazanarak, Rudyard Kipling'den sonra bu ödülü kazanan en genç yazar olmuştur.Ödülü aldıktan 3 yıl sonra bir trafik kazasında hayatını kaybetmiştir.

Hayatı

Çocukluğu ve gençliği

20. yüzyılın en güçlü Cezayirli yazarlarından biri olan Albert Camus, 1913'te Cezayir'in Mondovi kasabasında doğdu. Yoksul bir aileden gelen Camus'nün babası bir Alsaslı, annesi ise İspanyol'du. I. Dünya Savaşı sırasında, 1914'te babasını kaybetti. Annesi evlerde hizmetçilik yaparak oğlunu okutmaya çalıştı. Ancak Camus, daha bağımsız bir hayat sürebilmek için evinden ayrıldı. 1923'te liseye, ardından da Cezayir Üniversitesi'ne kabul edildi. Üniversite eğitimi sırasında sağlığı bozuldu ve 1930'da vereme yakalandı. Hastalığı yüzünden üniversite takımının kaleciliğini bırakmak zorunda kaldı. Bundan sonra çeşitli işlerde çalışmaya başlayan Camus, felsefe eğitimini ancak 1936'da tamamlayabildi.

1934'te Fransız Komünist Partisi'ne katıldı. Bu hareketinin kaynağı, Marksist-Leninist öğretisine (doktrinine) desteğinden ziyade, İspanya'da daha sonra iç savaşla sonuçlanacak politik duruma duyduğu kaygıydı. Ancak üç yıl sonra, Troçkist suçlamasıyla partiden atıldı. Camus 1934'te Simone Hie'yle evlendi. Simone bir morfin bağımlısıydı ve Camus'yle evlilikleri, Simone'nun sadakatsizliğine bağlı olarak son buldu. 1935'te "İşçinin Tiyatrosu"nu (Théâtre du Travail) kurdu fakat bu tiyatro 1939'da kapandı. Aynı yıl, verem hastası olduğundan Fransa ordusuna kabul edilmedi.

1940'ta piyanist ve matematikçi Francine Faure ile evlendi ve 5 Eylül 1945'te Catherine ve Jean adlarında ikiz çocukları oldu. Aynı yıl Paris-Soir dergisi için çalışmaya başladı. Daha henüz "Sahte Savaş" olarak adlandırılan II. Dünya Savaşı'nın ilk zamanlarında bir pasifist olarak kaldı. Ancak bu tutumu Paris'in Alman ordusu tarafından işgali ve 1941'de, komünist gazeteci Gabriel Péri'nin gözleri önünde idam edilmesiyle değişti ve onun da başkaldırmasına neden oldu. Paris-Soir ekibiyle Bordeaux'ya gitti ve aynı yıl ilk kitapları olan "Yabancı" ve "Sisifos Söylencesi"ni tamamladı. Camus, Bordeaux'yu 1942'de terkedip Cezayir'in Oran şehrine gitti ve ardından Paris'e döndü.

Edebiyat kariyeri

Camus II. Dünya Savaşı sırasında Naziler'e karşı oluşmuş Fransız Direnişi'ne katıldı ve bu direnişin bir parçası olarak "Combat" adında bir gazete yayımlamaya başladı. 1943'te gazetenin editörü oldu; fakat 1947'de "Combat" ticari bir gazete olunca buradan ayrıldı. Jean-Paul Sartre ile tanışması burada gerçekleşmiştir.

Savaştan sonra, Sartre ve Beauvoir gibi kişilerin buluştuğu Boulevard Saint-Germain'deki Café de Flore'u ziyaret etmeye başladı. Bu yıllarda, aynı zamanda Amerika'yı turlayarak Fransız varoluşçuluğu hakkında dersler verdi. Politik olarak sol görüşlere yatkın olmasına rağmen komünizme karşı çıkması, ona komünist partilerde arkadaş kazandırmadığı gibi Sartre'dan da uzaklaştırdı.

Camus, 1949'da vereminin tekrarlaması yüzünden iki yıl inzivaya çekildi ve "Başkaldıran İnsan"ı yayımladı. Bu kitap, Fransa'daki birçok sol görüşe sahip arkadaşı ve özellikle de Sartre tarafından hoş karşılanmadı ve Sartre'la bütünüyle yollarını ayırdı. Kitabının tatsız yorumlarla karşılanması Camus'yü kitap yazmaktan tiyatro oyunları çevirmeye itti.

Camus, 1950'lerde kendini insan haklarına adadı. 1952'de Birleşmiş Milletler, Francisco Franco diktatörlüğündeki İspanya'yı üye olarak kabul edince UNESCO'daki çalışmalarını durdurdu ve kurumdan ayrıldı. Ayaklanmalarda insandışı bir sertlik kullanan Sovyet metodlarını eleştirdi. Pasifistliğini koruyan Camus, İdam cezasına karşı savaşını sürdürdü.

Cezayir Bağımsızlık Savaşı 1954'te başladığında, Camus kendini ahlakî bir ikilem içinde buldu. Bunun nedeni, Cezayir doğumlu Fransızları tasvir ederken kullandığı sıfat olan "siyah ayak"tı. Ancak, sonunda, savaşta Fransa hükümetini savunuyordu. Kuzey Afrika'da başlayan isyanın, aslında Mısır önderliğindeki yeni-Arap emperyalizminin ve batıya saldıran Sovyetler Birliği'nin işleri olduğunu düşünüyordu. Cezayir'in özerk, hatta bir federasyon olmasını savunuyor; fakat bütünüyle bağımsızlığını desteklemiyordu. Öte yandan, Araplar'la "siyah ayak"ların beraber yaşayabileceğini düşünüyordu. Bu kriz sırasında ölüm cezasına çarptırılan Cezayirlilerin kurtulması için gizlice çalıştı.

Camus, 1955 ve 1956 yıllarında Fransız "L'Express" dergisinde yazdı. Bunların ardından 1957 yılında Camus Nobel Edebiyat Ödülü'nü kazandı. Nobel ödülünü aldıktan sonra büsbütün genişleyen ünü, onu XX. yüzyıl dünya edebiyatının başköşesine yerleştirdi. Genel yaklaşım bu ödülün bir önceki yıl yayımlanan "Düşüş" için değil, idam cezasına karşı yazdığı "Réflexions Sur la Guillotine" makalesi için verildiğidir. Stockholm Üniversitesi'nde yaptığı bir konuşma esnasında Cezayir konusundaki hareketsizliğini savundu. Fakat daha sonra Cezayir'de yaşayan annesinin başına ne geleceği konusunda meraklandığını bildirdi. Çelişkili sayılan bu durum Fransız sol entelektüelleri tarafından tepkiyle karşılandı.

Ölümü

 Camus, 4 Ocak 1960'ta, Sens yakınlarındaki küçük Villeblevin kasabasında "Le Grand Fossard" isimli bir yerde geçirdiği trafik kazası sonucu hayatını kaybetti. Daha sonra mantosunun cebinde bir tren bileti bulunmuştur. Büyük bir olasılıkla, Camus gideceği yere trenle gitmeyi planlamıştı; fakat arkadaşıyla birlikte arabayla dönmeyi tercih etti. İronik biçimde, Camus daha önce en absürt ölüm şeklinin ne olduğu sorulduğunda, araba kazasında ölmeyi bunlardan biri olarak nitelendirmişti. Kazanın gerçekleştiği Facel Vega marka otomobilin sürücüsü ve yayımcı dostu da Camus'yle birlikte hayatını kaybetti. Camus Lourmarin Mezarlığı, Lourmarin, Vaucluse, Provence-Alpes-Côte d'Azur'de gömülmüştür.

 Camus'nün ölümünden sonra telif hakları Camus'nün çocukları olan, Catherine ve Jean Camus'ye devredildi. Ölümünden sonra 1970'te "Mutlu Ölüm", 1995'te de öldüğünde hala bitmemiş olan "İlk Adam" yayımlandı.

Camus'ye göre "saçma"

Camus'nün felsefeye en büyük katkısı, insanların ne berraklık ne de anlam sunan dünyada bunları aramalarının sonucu olarak oluşan "absürt" fikridir. Filozof bu felsefesini "Sisifos Söylencesi"nde açıklayıp "Yabancı" ve "Veba" gibi romanlarında da işlemiştir.

Genelde varoluşçulukla birlikte ele alınan "Absürdizm" (Saçma, uyumsuzluk felsefesi) ile birçok yazar ilgilenmiş ve bu felsefi düşünce akımını kendine göre yorumlamıştır, Camus "saçma"`nın kurucusu değildir fakat bu düşünce akımında önemli bir yer tutar.

Camus, makalelerinde okuyanı dualizmle tanıştırır. Mutluluk ve keder, yaşam ve ölüm, karanlık ve aydınlık.. Hayatın çeşitli biçimlerde geçtiğini ve insanın ölümlü olduğu gerçeği de budur. Sisifos Söyleni`de bu dualizm bir çelişki halini alır: Bir yanda yaşayarak hayatlarımıza değer vermekte öte yandan eninde sonunda yok olacağımız gerçeğini de bilmekteyiz. Bu çelişkiyle yaşamak "Absürt"`ün ta kendisidir. Eğer hayatımızın anlamsız ve boşuna olduğunu biliyorsak, kendimizi öldürmeli miyiz? Bu trajedik kısır döngü nasıl aşılabilir? Camus saçma kavramını burada kurar: yaşamın beyhudeliğinin bilincinde olan insan. Fakat Camus intihardan yana değildir, yaşamın anlamsızlığının yok edilemeyeceğinin bilincindedir fakat bununla savaşmaktan kaçınmaz.

Varoluşçuluk ve absürdizm hakkındaki görüşleri

Bazı eleştirmenler Camus`yü kategorize etmeye çalışarak onun bir varoluşçu ya da absürdist olduğunu söyler. Eleştirmenlerin mi ya da Camus`nün kendi ifadesinin mi doğru olup olmadığı tartışılmakla birlikte, Camus etiketlenmeyi sevmediğini belirterek varoluşçu olduğu tanımına karşı çıkar: "Hayır, ben bir varoluşçu değilim. Sartre ile isimlerimizin yan yana anılmasına hep şaştık. Sartre ve ben kitaplarımızı birbirimizle gerçekten tanışmadan önce yayımladık. Birbirimizi tanıdığımızda ise ne kadar farklı olduğumuzu anladık. Sartre bir varoluşçudur, benim yayımladığım tek fikir kitabı Sisifos Söylencesi`dir ve sözde varoluşçu filozoflara karşı doğrultulmuştur.Camus felsefesini en iyi anlatan sözlerinden biri de; 'hayat hiç bir şey değildir, itina ile yaşayınız.'dir. Hayatın bir anlam aramaya çalışmayacak kadar kısa olduğunu, nihayetinde bir anlamı olmadığı, anlamı olsa bile olmasının hiç bir şey değiştirmeyeceğidir. Bu yüzden insanın yapabileceği en iyi şey hayatını yaşamak olacaktır. Camus hayatın anlamsız olduğunu söylemiştir, fakat anlamsız bir şeyi anlamlı yaşamanın da bir sakıncası yoktur. Bu yüzden Camus'un felsefesi pesimizm veya aşırı bir melankoli değildir.

Bir absürdist olup olmadığı hakkında da şunları söyler:

"Absürt kelimesinin kötü bir geçmişi var ve bunun beni rahatsız ettiğini itiraf ediyorum. Absürt`ü Sisifos Söylencesi`de ele alırken, bir metod arıyordum doktrin değil. Sistemli bir şüphe pratiği yapıyordum. Daha sonra bir şeyler inşa edebileceği düşüncesiyle "tabula rasa" yöntemini kullanmaya çalışıyordum. Eğer hiçbir şeyin bir anlamı olmadığı varsayarsak, dünyanın absürt olduğu sonucuna ulaşmalıyız. Fakat gerçekten hiçbir şeyin hiçbir anlamı yok muydu? Bu noktada kalabileceğimize hiçbir zaman inanmadım."

Camus ve futbol

Camus`yle birlikte anılan ve sık sık gönderme yapılan konulardan biri de kaleciliğidir. Bir süre Cezayir Üniversitesi genç takım kaleciliği yapmıştır ve maç raporlarına göre tutkuyla oynayan cesur bir kalecidir. Bir seferinde arkadaşı Charles Poncet "tiyatroyu mu yoksa futbolu mu" tercih edeceğini sorduğunda, "Tereddütsüz futbol" cevabını vermiştir. Tüberküloza yakalanınca futbolu bırakmak zorunda kalmıştır. 1950'li yıllarda bir spor dergisine futbol hakkında bir yazı yazması rica edilince şöyle demiştir:

 « Ahlak ve insanın yükümlülükleri hakkında güvenebileceğim ne biliyorsam onu futbola borçluyum.»

 

Camus, dini ve politik insanların aklımızı karışık ahlaki sistemlerle karıştırmaya çalıştığını böylece aslında basit olan şeylerin olduğundan daha komplike göründüğünü söyler. İnsanlar, politikacılar ve filozofların alanı yerine futbolun basit ahlakına bakmakla daha iyi edebilir.

 

Albert Camus Kitapları - Eserleri

  • Veba
  • Düşüş
  • Yabancı
  • Yaz
  • Sürgün ve Krallık
  • Başkaldıran İnsan

  • Sisifos Söyleni
  • Mutlu Ölüm
  • Tersi ve Yüzü
  • Yolculuk Günlükleri
  • Düğün - Bir Alman Dosta Mektuplar
  • İlk Adam
  • Defterler 3

  • Defterler 2
  • Defterler 1
  • Denemeler
  • Yanlışlık
  • Sıkıyönetim
  • Caligula
  • Asturya'da İsyan

  • Adiller
  • Ecinniler
  • Sanatçı ve Çağı
  • Yabancı (Çizgi Roman)
  • Büyüyen Taş
  • Hə ilə Yox Arasında
  • Yazışmalar 1946 - 1959

  • Ölüm Cezası Üstüne Düşünceler
  • Sartre Camus Çatışması
  • Düğün ve Yaz
  • Seçilmiş Əsərləri
  • Bir Alman Dosta Mektuplar
  • İlk Adam
  • The Guest

  • Jonas
  • The Plague

Albert Camus Alıntıları - Sözleri

  • Mutlu muydu, yoksa içinden ağlamak mı gelirdi, bilemezdi o zaman. En azından, barışık olurdu böyle anlarda, neyi beklediğini pek bilmeden, usul usul beklemekten başka yapacağı yoktu. (Sürgün ve Krallık)
  • Nasıl mutlu ölünür? Yani bizzat ölümün bile mutlu olacağı ölçüde mutlu nasıl yaşanır? (Mutlu Ölüm)
  • Bundan böyle korkmak yok, kurtuluş korkmamakta! Gücü yeten ayağa! Neden eğersiniz başınızı? (Sıkıyönetim)
  • Kısas doğanın ve duyunun bir emridir, yasanın düzeni değildir. Yasa, tanımı dolayısıyla doğa ile aynı kurallara uya­maz. Eğer cinayet, insan öldürmek, insan yapısının bir parçasıysa, yasa bu doğayı taklit etmek veya kopya etmek için değil, onu düzeltmek için yapıl­mıştır. Oysa kısas, salt doğal bir itinin onaylanıp, yasal bir güce eriştirilmesidir. Hepimiz, çoğu zaman utanarak bu itiyi duymuşuzdur ve gücünü biliriz; o bize ilkel ormanların derinliklerinden gelmektedir. (Ölüm Cezası Üstüne Düşünceler)
  • "...içimden inanca sarılmak geliyor bazı geceler." (Yanlışlık)
  • Bir adam tanıdım, kafasız bir kadına yaşamının yirmi yılını verdi, her şeyi feda etti ona, dostlarını, emeğini, dürüstlüğünü bile, ama bir akşam, kadını hiç sevmemiş olduğunu anladı. (Düşüş)

  • Mutlu olmak değil artık dileğim, yalnızca bilinçli olmak. (Tersi ve Yüzü)
  • Axı bütün dərslərini hazırlayandan və böyüdüyünü boynuna alandan sonra irəlidə yalnız qocalıq qalır. Yaradıcılıq adına saxtakarlıqla məşğul olan istedadın özünü həyatda arsız və mahiyyətsiz kimi biruzə verməyə qadir olması gün kimi aydındır. İncəsənətin ali məqsədi hakimləri ifşa etmək, istənilən ittihamın üzərindən qalın bir xətt çəkmək və hər şeyə - insana və həyata haqq qazandırmaqdı. Bizim kimi qul cəmiyyətlərinə gerçəyi görməsi üçün iztirab və köləlik lazımdır, - günahları da elə bundadır, - halbuki həqiqət həm də xoşbəxtlikdir, yetər ki, ürək ona layiq olsun. ...istənilən halda qulun həqiqəti ağanın yalanından yaxşıdır. Biz, əlbəttə ki, faciəli dönəmdə yaşayırıq. Lakin çoxları faciəli olanı çarəsizliklə səhv salır. Faciəli olana, - Lourens söyləyirdi, - fəlakətin möhkəm təpiyi dəyməlidir. Hər şeyin öz zamanı var - yaşamaq və bu yaşamı təcəssüm etdirmək zamanı. (Hə ilə Yox Arasında)
  • Əsas məsələ dəqiq ifadə işlətməkdə deyil, düzgün danışıb fikir yaratmaqdadır. (Seçilmiş Əsərləri)
  • "Yalnızca sanatı, çocukları ve ölümü seviyorum." (Defterler 2)
  • Öyle yollar vardır ki, bağışlanamaz. Ben ülkemi aynı zamanda adaleti de severek sevebilmek isterim. (Düğün - Bir Alman Dosta Mektuplar)
  • Niye tasalanmalı şimdiden? Bekleyelim. Gittiği gibi dönecek belki de (Caligula)
  • Hepiniz o beş para etmez aşkınız uğruna yaptıklarınızı haklı çıkarmaya çalışıyorsunuz.. (Adiller)

  • Yaşamı öven her şey, aynı zamanda onun anlamsızlığını artırır (Düğün - Bir Alman Dosta Mektuplar)
  • Nefes almaya mahkûm oldum şu lanet yalnızlıkta, hatırlamak işkencedir artık bana. (Yanlışlık)
  • Çünkü insan yoksulluğu seçmez... Ama bir ömür boyu muhafaza eder... (İlk Adam)
  • Gerçekte, ben de sizin gibi düşündüğümü sanıyor, size nasıl karşı koyacağımı bilemiyordum. Yalnız içimde dayanılmaz bir doğruluk duygusu vardı ve bu duygu en beklenmedik tutkular kadar aklı aşıyordu. Nerde ayrılıyorduk? Siz umutsuzluğu rahatça kabul ediyordunuz, bense etmiyordum.. (Denemeler)
  • "Tecrübeyle öğreniyor insan, bakmaktan hiç fayda gelmiyor." (Yanlışlık)
  • Devrim yaparken yelpaze sallanmaz! (Asturya'da İsyan)
  • İnsan eninde sonunda her şeye alışır. (Yabancı)

Yorum Yaz